1 Mayıs 2011 Pazar

EKONOMİK KRİZLERLERDE UYGULANACAK PARA POLİTİKASININ KOŞULLARI VE ÖNEMİ

YÜKSEK ORANLI

ENFLASYON DÖNEMLERİNDEN
DÜŞÜK ORANLI
ENFLASYON DÖNEMİNE
GİRERKEN
UYGULANACAK EKONOMİK
VE SİYASAL
REFORM ÖNCELİKLERİ



Başlarken:

Takas ekonomisi, insanların temel yaşamlarını sürdürmeye yeten, çok az miktar ve türdeki malların ve hizmetlerin değiştirilerek elde edilmesine dayanıyordu. Mal ve hizmetlerin binlerce türe ulaşması, miktarlarının sınırsız ölçüde arttırılması, karşılıklı birebir değişimi olanaksız duruma getirmiş, ortak bir değişim aracı ile bu sorun aşılırken, para ekonomisine geçilmiş oldu. Paranın önemli işlevleri vardır.

Para; ürün ve hizmetlerin dolaşımını, yer ve zaman kavramlarını kaldırarak çok basitleştirdiği gibi, mal ve hizmetlerin çok değişik biçimlerde organizasyonlar yapılarak (değişik finanssal proje ve yatırımlar) tür ve miktar olarak üretimini kolaylaştırmıştır.

Para, kişi ve kurum olarak üretim birimlerini, salt kendi alanları içerisinde çalışmaya yönlendirerek işbölümünü, buna koşut olarak uzmanlaşmayı oraya çıkarmış ve geliştirmiştir.

Paranın önemli bir işlevi de, işbölümü ve uzmanlaşma ile ortaya çıkan üretim yetenek ve kapasitelerini yer ve zaman öğelerine bağlı olmadan harekete geçirebilmesidir.

DÜŞÜK ENFLASYON VE EKONOMİK KRİZ:

Son on yıl içerisinde %150’lerde dolaşmaya başlayan enflasyondan kurtulmak için düşük faiz, düşük kur, sıkı para politikaları, toplumdan gelen destekle uygulamaya konulmuştur. Enflasyon oranı 2000 yılında %35’lerde gerçekleştirilerek 2001 yılında tek rakamlı oranlara ulaşılacağı beklentisi içine girilmiştir. Ancak, ekonomideki bozukluk ve düzensizliklerin kaynağı olarak görülen enflasyon, faizlerin düşürülmesi, döviz kur ve fiyatların kontrol altında tutulması ile sert bir inişe geçerken, Kasım 2000 yılında kendini gösteren ekonomik sorunlar, 2001 yılının Şubat ayında büyük bir kriz olarak ortaya çıkmış, serbest bırakılan kurlarla Türk Lirası %150 oranlarında devalüe olmuş, Faiz oranları %90 lara yükselmiş, fiyatlardaki artış oranı da aynı oranlarda gerçekleşince uygulanmakta olan ekonomik programdan vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.

EKONOMİK KRİZ ÜZERİNE GÖZLEMLER VE DÜŞÜNCELER:

Ekonominin önde gelen şirketlerinden olan OYAK’ın 40 ve 41’nci Olağan Genel Kurul Toplantılarında sunulan birkaç bildiri üzerinde gözlemde bulunarak ekonomik kriz öncesi ve sonrasında ekonomik durumun bir panoramasını çıkarabiliriz.

“1999 yılı içerisinde Kurumun hazır değerlerini vadeli mevduatta, hazine bonosunda, devlet tahvilinde ve yatırım fonlarında değerlendirerek, plasman gelirini 1998 yılına göre %126,1; 1997 yılına göre ise %674 gibi yüksek bir oranda arttırarak 77,428 trilyon Türk Lirası getiri sağlamış olup, bu tutarın toplam getiri içerisindeki payı %53,2 olarak gerçekleşmiştir.” (OYAK Dergisi, Sayı:79, Temmuz 2000)


…………..


Devletin, çok yüksek faiz oranları ile bono ve tahvil satarak nakit sağlama yoluna gitmesinden, nakit konusunda büyük bir talebi olduğunu anlıyoruz.

Yıllarca süren açık bütçe politikaları, kalkınmayı (teknolojik açığı) kısa zamanda gerçekleştirmek amacıyla, vergi gelirlerindeki fazla ile yetinilmeyerek iç ve dış fonlardan kaynak sağlanarak uygulana gelmiştir.

Denk olmayan bütçe uygulamaları ile kamunun aran talebi faizleri yükseltmiş, faizlerin yükselmesi gerek kamunun, gerekse özel girişimcilerin yatırımlarını azaltmamış, daha yüksek faiz oranlarıyla mali fonlarını sağlamışlardır. Bu yüksek faiz oranlarının mal ve hizmetlerin maliyetlerine yansıtılması ile fiyatlar genel düzeyi yukarılara fırlamış, maliyet enflasyonuna neden olmuştur.

Yatırımlardaki verimsizlik, keyfilik, savurganlık; devlet kadrolarındaki yolsuzluklara rağmen yüksek faiz oranları ile kamu harcamalarının ısrarla arttırılması, büyüyen borç-faiz sarmalıyla kamu açıkları çok büyük rakamlara  yükselmiş, devlet vergi gelirleri ile temel görevlerini yerine getirmekle, borçlarının faizlerini ödeme arasında bocalamaya başlamıştır.

Sonunda enflasyonlu ekonomik kalkınma modeli, toplumun büyük bölümünde ve toplumun yönetim kadrolarında tepki görmeye başlamış, devletin iflas noktasına gelmesi ile de bu modelden kurtulmak için harekete geçilmek zorunda kalınmıştır. Faizler ve kurlar baskı altına alınarak, düşük faiz oranları ile iç borçlanmalara oram hazırlanmış, borç faiz ödemeleri dışında vergi gelirlerinde fazlalıklar yaratılmaya çalışılırken, aynı zamanda yolsuzluklarla mücadele edilerek kamu gelirlerinin korunmuştur. Bu önlemlerin sonucu olarak 1999 yılı enflasyonu TÜFE’de %68,8, TEFE’de %62,9 olarak gerçekleştirilmiş, 2000 yılı enflasyonu %30 olarak hedeflenerek bir yıllık döviz kuru ve eşya fiyatları bu oranı geçmeyecek biçimde ekonomik politikalar izlenmeye başlanmıştır.

Enflasyonsuz bir ekonomi ve denk bütçeli bir maliye oluşturabilmek için yapılan ve toplumun büyük kesiminden destek gören bu politikalar, ne yazık ki büyük bir krizle sonuçlanarak yarıda kalmıştır. Çünkü yüksek enflasyonlu dönemlerden sonra kısa sürede, düşük enflasyonlu dönemlere geçiş büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmuş, enflasyon yeniden yükselme eğilimi göstermiştir.

Devlet tahvili ve hazine bonosu alan bütün şirketlerin faiz gelirlerinde büyük düşüşler olmuştur. Reel sektörün plasman gelirlerinde yüzde yüz oranlarında olan düşüşler, mali sektörlerde daha derinden etkiler bırakarak gerçekleşmiştir. Reel sektör üretmiş olduğu ürünlerin (otomobil, beyaz eşya..vb) satışından elde ettiği karlarla gelir kayıplarını dengelerken, gelir kaynağı parayı alıp satmak olan mali sektör bu başarıyı gösterememiştir.


…….

Bu mali kriz sonucu mali kaynaklarının %80’nini karşılayan bankalar, salt reel sektöre değil, tüketicilere dahi kredi veremez duruma düştüler. Bir yandan talep yetersizliği, diğer yandan borçları çevirecek kaynak bulunamaması, binlerce küçük esnafın işyerlerini kapatmasına neden olmuştur.


……….


Kriz ile birlikte finans şirketlerinin-bankaların, faizlerin düşmesi ile devlet  tahvil ve hazine bonolarından elde ettikleri gelirleri çok düşmüş, aynı zamanda talep yetersizliği sonucu üretim yapamayan ve mali kaynak bulamayarak iflas eden işletmelerdeki kredileri de geri dönmemiştir. Ekonomik krizin bu yıkıcı etkileri sonucu birçok banka iflas etme noktasına gelir.

Daralmakta ona bir ekonomide, dolaşımdaki para hacmi ve para arzı küçülerek toplam talep kısılmakta, mal ve hizmetlerin üretimi de bağlı olarak kısıtlanmış olmakta hatta, durmasına neden olunmaktadır. Talebin önlenmesi fiyatları aşağı çekecek ve enflasyon önlenecektir.

Hükümetin uyguladığı ekonomideki daralma politikası üç yıl süre içerisinde aşamalı olarak enflasyonu düşürmüş, kamu yüksek faiz oranları ile borçlanmaktan kurtulduğu için, özelleştirme ve tasarruf önlemleri ile sağladığı gelirlerle birlikte toplanan gelir vergileri (bunun içinde yolsuzlukla mücadele de önemli yer tutmaktadır) faiz dışı fazla vermeye başlamıştır.

17 Ağustos 1999’daki büyük depremden sonra inşaat ruhsatlarının iptali ve merkeze bağlanması, deprem önlemleriyle maliyetlerin çok yükselmesi, bu sektördeki talebi ve üretimi çok büyük oranlarda düşürmüştür. Bilanço gelirleri reel üretimden çok, devlet tahvil ve bono gelirlerine dayanan şirketlerin mali yapıları, bu alandaki gelirlerinin de büyük oranlarda düşmesi ile büyük ölçülerde bozulmuştur. İleriye dönük gelir beklentileri ile girişilen ileriye dönük yatırımların ödemeleri bozulan mali yapılar ile ödenemeyecek duruma gelmiş, teknolojik açıkların kapatılmasında kullanılan döviz kredilerinin ödeme güçlüğü, dövize olan talepte patlamaya yol açmıştır. Dövize olan taleple birlikte dengeler bozulmuş, Türk Lirasının serbest bırakılan kurlar sonucu %150 oranlarında devalüe edilmesi ile yeniden yüksek faiz ve fiyatların oluşturduğu piyasa mekanizmasına dönülmek zorunda kalınmış, kamu yine yüksek faiz oranları ile bono ve tahvil ile borçlanmaya başlamıştır.

İşletmeler, gelirler ile birlikte giderler arasındaki dengeyi koruyup ayakta kalabilmek için küçülme yoluna gitmiş, binlerce küçük işyeri kapanmak zorunda kalmıştır.

Gelirlerinin az, giderlerinin ve borçlarının çok olduğu devlet de ekonomik ortamdaki şirketler gibi davranarak daha önceden başladığı tasarrufları, yeni tasarruf önlemleri genelgeleri ile daha da arttırmıştır.


EKONOMİK KRİZİN ÇÖZÜMLEMESİ SONUCUNDA ELDE EDİLEN VERİLERE GÖRE SORUNLARIN GİDERİLMESİ, YAPILMASI GEREKEN REFORM ÖNLEMLERİ:

Ekonomik krizin analizi sonucu devletin ekonomik krizdeki tutumunu öncelikli olarak ele alırsak: Devlet reel piyasalarda faaliyet gösteren bir şirket ile aynı konumda değildir. Görülen son ekonomik krizin ve diğer ekonomik krizlerin aşamaları sonunda, temel nedeni kamu açıklarından dolayı devlet mekanizmasının durma noktasına gelmiş olmasıdır. Bu durumda tasarrufu yapacak olan devleti oluşturan kurum ve kuruluşlardır. Devletin, teknolojik açığını kapatıp kendini yenileme yatırımlarına gitmesiyle elde ettiği çıktıları satarak harcamalarını karşılama gibi temel ekonomik işlevi yoktur. Devletin gerçek gelirleri vergiler, buna bağlı olarak mal ve hizmet üreten özel şirketlerin varlığıdır. Bu nedenle devlet için gerekli ve önemli olan özel şirketlerin tasarruf yapmaları değil tersine tam kapasite ile mal ve hizmet üreterek gelirlerini arttırmalarıdır. Devletin vergi gelirlerinin artması özel şirketlerin gelirlerinin artmasına bağlıdır. Artan toplam talep açığı, mal ve hizmet üretimindeki yetersizlik, ekonomideki yavaşlama, devalüasyon ve enflasyonu potansiyel tehlike olarak büyütmektedir.

Ekonomik krizlerde büyüyen toplam talebi doyuracak mal ve hizmet çıktısı olmadığı, tersine üretimde, gelirlerde büyük düşüşler olduğu görülür. Ekonomik krizle gelen ekonomideki yavaşlamanın karşıtı olarak ise baskı altındaki talepler, artan nüfus, ortaya çıkan işsiz, çeşitlenen gereksinmelerle çığ gibi büyümektedir.

Ekonomik krizler kendini göstermeden önlenebilir ve 2001’deki ekonomik krizin de önlenmesi olanaklıdır. Reel sektöre tasarruf yerine üretim yaptıracak genişleme olanağı tanınsaydı, üretimde genişlemeye geçme olanağı ortaya çıkardı. Özerk bir Merkez Bankası, diğer kamu ve özel bankaların ve  piyasaların mali gereksinmelerine çözümler sunarak işletmelerin mal ve hizmet üretmeleri yönündeki kredi isteklerine yanıt verir. Aile bireylerinin güvenceye dayanan kredi isteklerini yansıtan borçlanmaları ile şirketlerin değişen sermaye malı yatırımları borçlanmalarını (işletmelerin “varolan”, atıl olan üretim kapasitelerini harekete geçirecek borçlanmalarını) gösterir senetleri karşılığı emisyon hacminin arttırılması, döviz girdileri karşılığı doğrudan yaratılan emisyon hacmi ile birebir eştirler. Çünkü, her iki işlem sonuçta mal ve hizmet olarak ekonomiye katılmaktadır.

“Yeni yatırımların” maliyetleri ile “varolan yatırımların” üretime geçiş maliyetleri eşit olmadığı gibi, yeni yatırımların dışalıma dayalı (teknolojik açığı kapatma yönünde) yatırımlarla, iç piyasa alımlarıyla (yerli teknoloji ile) kurulabilecek yeni yatırımların maliyetleri eşit değildir. “Varolan yatırımların” değişir sermaye yatırımları( üretim kapasitenin arttırılması ve genişletilmesi)  ile iç piyasa alımlarıyla kurulabilecek “yeni yatırımların” üretime geçiş maliyetleri daha düşük olduğundan ve doğrudan üretime kısa zaman dilimleri içerisinde katılabildiklerinden, para arzının bu kapasitelerin hacmi kadar dolaşımda artması beklenir. Hatta her yeni yatırım, getirdiği yeni ürün ve hizmetle daha şiddetle talep oluşturduğundan üretime geçişi ile birlikte geometrik çarpanla para hacminin arttırılması gerekir. (bk., Ortak Kullanım Birimi (Para) İle İşbölümleri ve Üretim Arasındaki Bağlantılar, http://www.iinci.blogspot.com/ )

Yüksek enflasyon ve kriz dönemlerinin, dışalıma dayalı yatırımların ve taleplerin yoğunlaştığı yılları izlediği görülür. Bu yatırımların üretim-gelir artığı ile (tasarruf) karşılanarak gerçekleştirilmesi, fiyatlar genel düzeyini yükseltmeyecek, iç üretim olanaklarını harekete geçirerek yatırımlar gerçekleştirildiğinden, ücretlerdeki oran ile, üretilen malların fiyatları arasındaki oran dengesini koruyacak, fiyatlar genel düzeyi büyük dalgalanmalar göstermeyecektir.

Sanayileşmenin belirli aşamasına gelmiş, eksik istihdama sahip, daralan bir ekonomide mal ve hizmetlerin üretimini arttırmak ve dolaşımını sağlamak için emisyon hacmini arttırmak gerekir. Hatta,  temel yaşam gereksinmelerini karşılayacak üretim yeteneğine sahip, diğer anlamıyla tarımsal üretimi yeterli bir ekonomide, sanayi üretimi herhangi bir nedenle yitirilmiş olsa da; bilgi, beceri, teknolojik eğitimle donatılmış atıl durumda insan gücü varsa, bu üretim gücü, aşamalı olarak üretilecek sanayi ürününe eşdeğerde emisyon hacmi (para arzı) arttırılarak (gerekli boş zaman yaratılmış olarak) etkin duruma getirilir.

Siyasi ve kişisel çıkarların etkisi altında çalışmayan, piyasaların ve ekonominin gereksinmelerine göre(yukarıda değinilen temel ekonomik verilerle) hareket eden bir merkez bankası, atıl olan bütün üretici güçleri etkinleştirerek üretici durumuna getirmede öncü olur. Merkez Bankası enflasyona neden olma riski ile karşılaşmadan “açık piyasa işlemleri” ile para arzını gerçekleştirir.
 “Açık Piyasa işlemleri” reeskont politikasına benzemektedir, çünkü; her iki işlem de ticari bankaların finansmanını kontrol etmektedir. Merkez bankası, para şeklinde banka likiditelerine bir piyasa fiyatının saptanmasını içermektedir. Açık piyasa işlemleri ticari bankalar için olduğu kadar banka dışında da uygulanır.” S.98, Para Ekonomisi, Doç. Dr., M.İlker Parasız.

Para arzının,” mal ve hizmetlerin dolaşımını sağlayacak” ve üretim yeteneklerini ortaya çıkaracak ölçülerde olması ekonominin sağlıklı çalışabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, dolaşımdaki para miktarının dengesiz dağılımı (gelir dağılımındaki eşitsizlik), diğer anlamıyla paranın toplumun küçük bir grubunun elinde toplanmış olması, paranın dolaşımını engelleyecektir. Enflasyon, gelirlerde büyük dengesizliklere neden olarak, paranın dolaşım yönünün küçük bir grubun, küçük bir zenginler topluluğunun üzerinde toplanmasına ve toplam talep yapısında daralmaya yol açarak üretimin durması neden olmaktadır.

Toplumun büyük bir bölümünün satın alma gücünün minimum düzeyde olması ile talebin ortadan kalkmış olması, tüketimin olmaması üretimi de durduracak; gerekli mal ve hizmet çıktısı para arzı yeterli olsa da gerçekleşmeyecektir. Tüketim yapamayan üretim güçleri mal ve hizmet üretiminden devre dışı bırakılmış olmaktadır. Diğer anlatımla, üretim yapacak elemanların savurganlığı yapılmış olmaktadır. Yeterli talep ve tüketim, yeterli mal ve hizmet üretimi demektir. Tüketim talebi, üretim talebinde artışa yol açmakta, yatırım çoğaltanı ile tüketim çoğaltanı birbirine eşit olmaktadır. Üretim ve yatırım çoğaltanı insanların toplum içinde birbirlerine bağlılıklarının, toplumsal yaşam biçimlerinin hem nedeni hem de sonucudur.
İşletmelerin üretimlerinin optimum düzeye çıkması, gelir dağılımdaki denge ile kolaylaşır. En üst(maksimum) düzeyde, tam kapasitede üretim yapılması, birim başına düşen maliyetleri enalt(minimum) düzeyde oluşturduğundan maliyetler marjinal düzeye çekilmiş olmaktadır. Maliyetlerin marjinal olması gelirleri en üst noktaya çıkarır. Bu noktada( bölünür artar değerin maksimum noktasında) firmalar kendi finansmanlarını sağlayacak birikime sahip olduklarından faiz oranları da düşecektir.

Faiz oranlarının düşmesi likidite tuzağı ile üretim maliyetlerini yeniden yükseltecektir. Azalan verimler yasası gereği varolan talep, doymuş talep durumuna geldiğinde üretim yavaşlayarak duracaktır. Üretimin optimum düzeyde tutulabilmesi talebin optimum düzeyde tutulmasına bağlıdır. Bu dengenin korunması doymamış, tüketim yapacak piyasaların, pazarların var olmasına bağlıdır. Ancak kaçınılmaz olarak, bilimlerin ilerlemesi ve teknolojinin önüne geçilemez gücünün artması ile tüketim matematik oranla artarken üretimin geometrik oranla artması sonucu bütün ekonomilerde varolan toplam talep, doymuş talep durumuna gelecektir.
Ekonominin bu düzeyinde, ekonominin küçük bir bölümündeki üretim birimlerini (üretim sektörlerini) etkileyen veya ekonominin genelindeki üretim birimlerini etkileyen iflaslar, istihdam açıkları (işsizlik) olacaktır.

Ancak ekonomilerin doymuş talep noktalarının bilincinde olan ve “ürünlerin gelişmesi ve türselleşmesi” ekonomik olgusunu, ekonomik bir yasa olarak kaçınılmazlığını ve gerekliliğini bilen  üretici bir şirket, özgür girişimciliğin bulunduğu piyasa ortamında, talep yaratma zamanlama çalışması yapar. Varolan ürün üzerinde küçük maliyetlerle gereksinmeleri karşılayacak yönde değiştirme ve geliştirmeler yaparak veya, yeni bir yapılanma ile yeni, yepyeni gereksinmelere yanıt veren yeni ürün ve hizmetler piyasaya sürerek talep (piyasa, Pazar) oluşturarak üretimi sürdürür.

Bu ekonomik değişim, dönüşüm ve gelişmeler uygarlığın gelişmesi; toplumların zenginliklerinin, refahının artması demektir. Ürünlerin gelişmesi ve türselleşmesi yasası gereği yaratılan talep para hacminde de genişlemeye neden olur. Zenginleşebilmek için, doymuş talepten doğacak krizlerden korkmamak gerekir. Talebe bağlı olarak üretimi azaltıp çoğaltarak üretim yapmak yerine esnek bir üretimle talep yaratarak üretim yapmak doymuş taleple gelecek krizleri önceden önleyecektir. Üretimi azaltıp çoğaltarak gerçekleştirmek gelir kayıplarına, açık istihdama; üretimdeki dengesizlikler sonucu enflasyona neden de olacaktır. Esnek üretim yöntemi ile, AR-GE alanındaki yatırımlarla gelişmiş ürünler ve yeni talepler yaratmak zenginleşmeyi ve refahı getirir.

Yeni ürün ve hizmetler üreterek geliştirmek, uluslar arası rekabette başarının da ilkesidir. Yaratılan her yeni ürün ve hizmet yeni ve şiddetli talepler oluşturarak, piyasalarda rakipsiz olmayı sağlayarak, çok daha fazla ölçeklerde mal ve hizmet sunmayı gerektirir. Talebe bağlı olarak yapılacak üretim istihdamın yolunu açar, satın alma gücünü arttırır; ekonominin zenginleşmesini, paranın değerlenmesini getirir.

Ancak bu ekonomik gelişmeleri, rekabet ortamı olmayan tekelci piyasalarda göremeyiz. Tekelci piyasalarda (ister devletçi, toplumcu olan kamusal girişimciliğe bağlı ekonomilerde olsun, isterse bir veya birkaç işletmenin piyasalara egemen olduğu özel girişimciliğe dayanan liberal piyasalar olsun) üretim bir tek üretici gücün üretim ve tüketimi yönlendirmesine bağlı olduğundan, gelişmiş ürün ve hizmetler ortaya çıkarılamaz; yeterince ölçeklerde üretim de yapılamaz.

SONUÇ VE YAPILMASI GEREKEN ÖNCELİKLİ REFORMLAR          :
Ekonomik kriz üzerine yapılan bu çözümlemelerin sonucu, ekonomik krizden kurtulmak ve benzer ekonomik krizlerin yinelenmesinin önüne geçmek için, öncelikle yapılması gereken reformları şöyle sırayabiliriz.
a)      Merkez Bankasının tam anlamı ile özerkleştirilmesi
b)      Gelir dağılımının düzeltilmesi
c)      Özelleştirilmenin ve özel girişimciliğe dayalı piyasa ekonomisinin tam anlamı ile gerçekleştirilmesi.



      _________________________________________________________________________



05/05/2002 tarihinde Ekonomistler Platformu için yazılan (üzerinde küçük değişiklikler yaparak yayımlamakta olduğum) makale
                                                                     

01/05/2011, İsmail İNCİ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...