BATI UYGARLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞININ MALİ KAYNAKLARI-ALTININ VE DOLARIN ULUSLAR ARASI SATIN ALMA DEĞERİ NİTELİKLERİ, ETKİLERİ VE DOLARIN GELECEĞİ
Ünlü düşünür Platon toplumda ussal yetenekler yönünden en değerli olan
insanları Altın madeninin değeri ile benzeştirerek Altın Soyundan gelenler
olarak sınıflandırır. Diğer insan gruplarına da değeri daha düşük olan
madenlerle benzeştirerek ussal yeteneklilerine göre demir soyundan, bakır soylundan gelenler, der.
On yedinci yüzyıldan başlayarak Avrupa’da yaşayan toplumlar, günümüze
kadar gelen büyük bir uygarlık yaratmışlardır.
Günümüzde de büyüklüğü tartışılmaz olan Batı uygarlığını yaratan
güç, Avrupalıların Altın Soyundan gelmiş
olmaları değildir; eşdeyişle diğer
uluslardan üstün, ayrıcalıklı bir doğada (ırkta) yaratılmış olmalarından
gelmemektedir. Ortaya çıkarmış oldukları, bilim ve teknolojideki büyük
buluşlara dayanan uygarlıklarını diğer ulusların uygarlıkları ile
karşılaştırdıklarında, geçmişlerini unutarak, kendi ırklarının üstün bir soydan
gelmiş olması gerektiği sanısına kaptıran Batı uygarlığı, durup dururken
kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Büyük bir Narsizm duygusuyla uygarlıkları
karşısında duydukları hayranlıkla kendilerinin diğer ulusların insanlarından üstün
yeteneklerde doğmuş oldukları düşünce ve inancının ortaya çıkışı büyük bir
yanılgıdır. Avrupa’nın bilimde, düşüncede,
uygarlıkta büyük bir gelişme göstermesini sağlayan, Altın Soyundan
gelmiş olmaları değil ama ele geçirmiş oldukları Altın ve Gümüş değerli
madenlerinden oluşan finansal kaynaklardır. Avrupa’nın kendine özgü ortaya
çıkan uygarlığının finansal kaynakları, Amerika’nın bulunuşu ile İspanyolların,
Portekizlilerin, ardından da Hollanda, Fransız ve İngilizlerin kalyonlarla
yüklü binlerce ton altın ve gümüşü Avrupa’ya getirmiş olmalarıdır.
“Deniz aşırı yayılmanın önemli bir ekonomik
sonucu da zengin altın ve gümüş yataklarına sahip olan Meksika ve Peru’nun
keşfiydi. Çok büyük miktarlarda altın ve gümüş geçmiş medeniyetlerin
hazinelerinden ele geçirildi. İspanyollar kıymetli maden akışını devam ettirmek
için büyük ölçekli madencilik teşebbüsleri organize ettiler. Yüzyıl aşkın bir
süre İspanyol donanması Avrupa’ya akıl almaz miktarda hazineler taşıdı.” (s.
95, İktisat Tarihi, Anadolu Üniv.yayınları, No: 2802)
Antoine De
Montchretien’in 1615 yılında Fransa Kralı ve Kraliçesine ithafen yazmış olduğu
“Mekanik Sanatların ve İmalatın
Düzenlenmesinin Faydaları Hakkında” Politik Ekonomik Risale’de yazmış olduğu
düşüncelerinde bir yandan altın ve gümüşün varlığının ülkelerin tek zenginlik kaynağı
olduğunu (Merkantilizm anlayışının ilkelerini ortaya koyarken) açıklarken, bir
yandan da Avrupa’da büyük bir altın ve gümüş varlığının ortaya çıktığını,
Hollandalıların bu varlıkla kısa sürede endüstrileştiğini, ancak altın ve
gümüşün yanında asıl zenginliğin toplumların insanlarının gerçekten üretim
yapabildikleri mesleklere sahip olmaları gerektiğini açıklamaya çalışmıştır:
““Yüzlerce
yılda edinilen deneyimler göstermiştir ki her zaman temel kaynak paradır....
Altın her zaman demirden daha güçlü görülmüştür. (...) Bu yüzden
saldırabilecek
veya saldırıya uğrayabilecek her büyük devlette insanlar altın
toplamak için gerekli her yola izin vermiş ve tüm yolları denenmiştir.”
“Hipokrat’ın
bir zamanlar tıp için söylediği şey, tüm zanaatlar için söylenebilir: “Sanat
uzun, yaşam kısa ve deney zor.” (Zanaatkârların) farklı ve çeşitli işlerini
gözlemlemeye zaman ayıran bir insan bunun doğru olduğunu bilir. Bilgi terin
içindedir ve iyi işler yapma becerisi de sürekli pratik yapmayı gerektirir. Bir
evi, araziyi, bir elbiseyi para vererek satın alabilirsiniz ama bir zanaatı
ancak zamanla elde edersiniz. Bu nedenle, bu krallıkta hangi akla hizmetle bir
kişinin bir miktar para vererek, üç veya dördü gerekirken tek bir başyapıt
üretmeden, hatta çoğunlukla çırak olarak bile çalışmadan, istediği zanaat
alanında çalışmasına izin veren bir tescil mektubu alabildiğine şaşıyorum.”
“Atalarımızın karşısındaki Ceneviz ve Venedik
gibi, bizim gözlerimizin
önündeki
Hollanda bunun en iyi örneği ve kanıtıdır. Bu ülkenin (Hollanda)
bir
endüstri mucizesi olduğuna şüphe yoktur. (...) Bu kadar kısa sürede bu
kadar
büyük başarı kazanmış başka devlet yoktur; böylesi zayıf ve muğlak
başlangıçlar
bu kadar yüceltilmemiş, bu kadar bariz ve ani gelişme sağlamamıştır.”
Yine aynı tarihlerde yaşamış olan ünlü düşünce insanı David Hume, “ Dış
ticaret Dengesine Dair” makalesinde, Amerika’dan gelen binlerce ton altından
söz etmektedir:
“İspanyolların
Amerika’dan kalyonlarla getirdiği bütün parayı herhangi
bir
kanunla veya bir zanaat veya endüstri sayesinde İspanya’da tutmanın
mümkün
olduğunu hayal edebilir miyiz? Veya Pirene’lerin öbür tarafında
satılabilecek
tüm malların, oraya gitmenin bir yolunu bulup o engin hazineyi
kurutmak
yerine, burada, Fransa’da oradakinin onda bir fiyatına satılabileceğini
hayal
edebilir miyiz? Tüm milletlerin bugün İspanya ve Portekiz ile
ticaretlerinden
kazançlı çıkmasının, sıvılarda olduğu gibi paranın da uygun
bir
düzeyden fazla biriktirilememesinden başka ne sebebi olabilir? Bu ülkelerin
egemenleri
eğer pratikte uygulamak mümkün olsaydı, altınlarını ve
gümüşlerini kendilerine saklamakta
tereddüt etmezlerdi.” (...)
Altın ve gümüşün uluslar arası alım
satım (değişim) aracı olması bu ülkelere, Doğunun tüm maddi ve düşünsel
zenginliklerinin sahibi olmasını sağlamıştır. Doğu’dan gelen uzman, yetenekli
işçiler, ustalar, sanatkâr ve düşünürler, eğitimci ve öğretmenler ile Avrupa
insanının düşünce ve uygarlığı büyük bir gelişme göstermeye başlamıştır.
Bugünkü deyimle büyük bir “beyin göçü” oluşturmuşlar ve bu göçten, değerli
madenleri sayesinde en iyi biçimde yararlanmışlardır. Bu sayede üretim
tekniklerinde büyük değişiklikler olur,
birçok tekstil-dokuma, ipek, cam, saat, kâğıt sanayileri kurulur.
Amerika Birleşik Devletlerinin dünya egemenliği gücünün günümüzde sürmesinin
gizi de, her türlü maddi koşulları kullanarak dünyanın dört bucağındaki büyük
zekâları ülkesine getirmesi ve onlardan en verimli yolda yararlanıyor
olmasıdır.
Altın ve gümüşün bugünkü Amerikan
doları gibi uluslar arası bir değişim aracı olması, bu ülkelerde en büyük
zenginliğin altın ve gümüş biriktirme ve bu değerli madenlere sahip olma
ekonomik anlayışını ortaya çıkarmıştır ki bu ekonomik anlayışa Merkantilizm adı
verilir. Bu ekonomik anlayış, altın ve gümüşün hiçbir ‘Kullanım Değerinin’
(yararının) bulunmadığının tarım ve hayvancılık ürünlerinin üretiminin azalması
ve kıtlığın ortaya çıkması sonucu, kavranması ile sona erer. Altın ve gümüş
değişim değeri olarak tüm insanlar tarafından kabul gördüğünde, aynı zamanda bir ekmek, bir et, bir süt..vb,
kısaca tüm gereksinimleri karşılayan yararlı bir madde olduğu halde, değişim
değerinin ortadan kalkması ile ancak bir taş kadar değerinin olduğu görülür.
Çünkü altın, taş gibi ne yenilir, ne içilir, Kullanım değeri (yararı) hiç
yoktur. Ulusların en büyük zenginliği olarak altın ve gümüş biriktirmesini
gören Merkantilist ekonomik anlayış,
altın ve gümüşün değişim değerinden doğan tüm yararlarının, enflasyonla
birlikte ve Fransa’da kıtlıkla gelen açlık tehlikesiyle, asıl zenginliğin tarım
ve hayvancılık ürünlerinin üretimi olduğunu gözlemleyen Fizyokratların ekonomik
anlayışına bırakana kadar sürmüştür.
AMERİKAN DOLARININ ULUSLAR ARASI SATIN ALMA
ARACI OLMASININ ETKİLERİ VE DİĞER PARA BİRİMLERİNİN SATIN ALMA DEĞERLERİNİN
ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI:
1700 yıllarında altın ve gümüşün varlığının ulusların tek zenginlik
kaynağı olarak görülmüş olması gibi, Amerikan dolarının ulusların zenginlik
kaynağı olarak görülmesi ve uluslar arası piyasalarda dolar hacminin sınırsızca
bollaşması, dünya genelinde üretimin azalmasına ve giderek kıtlığa neden
olabilir bir durumdur.
Diğer toplumların, üretimlerini ve üretimlerinin nitelikleri ile
çeşitlerini arttırarak zenginleşmeleri yolunu benimsemeleri gereği vardır. Bu
ekonomik gereklilik diğer toplumları Amerikan dolarına bağımlılıktan
kurtararak, paralarının uluslarasında dolaşım değeri sahibi olmasını sağlar.
Doların satın alma gücüne (dolara) sahip olmadan, bir ulus kendi insan ve doğa
kaynaklarını kullanarak tarım, sanayi, hizmet..vb tüm alanlarda üretim gücünü
harekete geçirebilir. Doların satın alma gücünden yararlanarak, gelişmiş üretim
teknolojileri deneyimlerine, doğrudan
satın alarak sahip olmak yerine; sahibi oldukları temeli atılmış olan
teknolojilerinden yola çıkarak kendi üretim deneyimleriyle, gelişmiş ülkelerin
teknolojilerine sahip olma yolunu seçmeleri doğru bir ekonomik yoldur. Bu yol
onlara, ileri üretim teknolojilerine sahip olmalarının yolunu açarken, bu
teknolojilere sahip olanlardan daha farklı ve ileri teknolojik deneyimlere de
götürür. Sonuçta uluslar arası çoklu satın alma aracı olan para birimlerine
sahip bir dünya piyasası, üretimin güçlü olarak sürdürülmekte olduğunun bir
ölçütüdür.
İsmail
İNCİ, 10/10//2013
https://www.facebook..com/pages/bgi.inci@mynet.com
https://twitter.com/ismailinci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder