8 Aralık 2011 Perşembe

AVRUPA BİRLİĞİNİN EKONOMİK, SİYASAL VE TOPLUMSAL DURUMUNUN ÇÖZÜMLEMESİ (2)

AVRUPA BİRLİĞİNİN ORTAK PARA BİRİMİNE GEÇİŞ AŞAMASI SONUCUNDA EKONOMİK VE SİYASAL DURUMU, DÜNYA SİYASET VE EKONOMİSİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE ETKİLERİ [2]






Avrupa Birliğinin üye ülkeler arasında, Euro’ya geçiş aşaması ile tam uyumu sağlayarak bütünleşmiş birleşmiş bir Birlik oluşturma hedefini, uyumun tam sağlanması amacıyla üye ülkelerin para ve maliye politikalarının Avrupa Merkez Bankasının ekonomik kararlarına bağlanması, ancak bu kararlara rağmen üyelerin ulusal ekonomilerini bağımsız olarak sürdürmesi, olumsuz olarak etkileşmiştir.

Avrupa Merkez Bankasının daraltıcı para politikaları üye ekonomilerin performanslarının, yeteneklerinin geliştirilmesinin önünü açamamış, üretimin artmasını sağlayamamış; üye ülkeler arasında bulunan ekonomik farklılıkların ortadan kaldırılarak uyumun sağlanmasında destek olamamıştır.

Avrupa Birliğinin ekonomik sorunlarının büyümesinin, üye ülkeler arasında uyum ve bütünlüğünün bozulmasının nedenleri salt para politikaları ve üye ülkeler arasındaki ekonomik farklılıklar değildir. Sorunların temelinde iki önemli neden daha vardır. Bu nedenler: a) Avrupa Birliği ülkelerinin yapısında bulunan politik-etik, kültürel, toplumsal sorunlar, b) Genel olarak birlik ülkelerinin, dünyanın gelişen ülke ekonomileri karşısında rekabet gücünün azalmış olmasıdır.


AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNİN TOPLUMSAL, KÜLTÜREL, POLİTİK-ETİK YAPISININ OLUMSUZLUĞU:

Avrupa birliğinin özellikle Almanya, İngiltere, Fransa dışında kalan üye ülkelerinin ekonomileri yeni ürünlere, teknolojilere açık, esnek üretim yapan, uluslararası rekabet edebilir yapısal özelliklere sahip değildir. Ekonomik ve toplumsal ortam yeni özel girişimcileri, üretim organizasyonlarını ortaya çıkaramamaktadır. Yeni işletmelerin kurulması için gerekli parasal destek mekanizmaları yetersizdir.

“ Kurumsal yapının önemli olduğunu düşünen bir diğer kişi ise Edmund Phelps’tir. Phelps’e göre AB’nin yaşadığı ekonomik sorunların gerisinde temel olarak Avrupa' daki korporist yapı bulunaktadır… Korporist yapı verimsiz çalışan üreticileri korurken, piyasaya yeni girişleri engellemekte ve ekonomiye dinamizm kazandıran yaratıcı yıkım sekteye uğratmaktadır…” (s.53, Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği: Lizbon Stratejisi ve Küreselleşme, Latif Yılmaz, AB Uzman Yardımcısı.)

Birçok üye ülke, işletmelerinin esnek üretim yapılanmasına giderek yeni istihdam oluşturma ve rekabet avantajı sağlamanın; özel girişimciliğin desteklenerek yeni üretim organizasyonlarının kurulmasının önemini kavramış durumda değildir. Hatta toplumların ekonomik bakış açılarında toplumsal ve ekonomik adaletin sağlanabilmesini kamusal girişimciliği bağlayan, özel girişimciliğe ikinci derecede önem veren siyasal anlayışlar, çeşitli ideolojik bakış açıları vardır. Bu anlayış piyasalarda tam rekabet ortamının sağlanmasını; yeni girişimcilerin, yeni üretim organizasyonlarıyla, eski girişimcilerin ise yeni yatırımlarla ortaya çıkmasını desteklemez. Yeni iş alanları oluşturulamaması sonucu yaygınlaşan işsizlik, bağlı olarak sosyal güvenlik primlerinin yetersizliği sosyal güvenlikte dengelerin sağlanması için yeterli olamamaktadır. Bu durum, yaşlanarak emekli sayısının gün geçtikçe arttığı toplumsal ortamda Sosyal güvenlik sisteminde büyük açıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sosyal güvenlik sistemindeki açıklar ise kamu maliyesi açıklarının da en büyük nedenlerinden biridir.

Avrupa birliğinin sosyal güvenlik sisteminin insan kaynağını etkinsizleştirdiği yakınmaları bir gerçektir. Bu gerçeğin ortaya çıkışında sosyal güvenlik sistemiyle birlikte, bireylerin yaşama bakış açısının büyük etkisinin olduğunu kabul etmek gerekir. Bireylerde yaşam standartlarını daha yükseklerde sürdürme anlayış ve azmi geliştirilmelidir. Bu anlayışın oluşması için gerekli iş bulma ve çalışma yaşamının kolaylaştırılması, elverişli koşulların sağlanması önem taşır.

Avrupa Birliğini oluşturan üye ülkelerin kültürel anlayışlarında ve dünyaya bakış açılarında aşırı bireysellik, eşdeyişle bencillik düzeyinde Benlik duygusu vardır. Bu duygu ve düşünsel yapı bireylerin toplumsallaşmasının üstüne çıkmış, bireyin asıl varlığının gerçekleştiği toplumsal değerler, aile ve çalışma yaşamı değerleri, bozulma aşamasına gelmiştir. Toplumsal özveri duygusu, alt bilinci zayıflamıştır. ABD’de siyasi liderler aile birliğinin devamlılığı ve aile bağlarının güçlü olması yönünde topluma iyi örnekler olmak zorunda kalırken AB’de aile kavramı, birliğin en güçlü ülkelerinde bile, siyasi liderler tarafından, kişisel benlikler yönünde ezilmesi gereken öğeler olarak toplumda apaçık ortaya konulmaktadır.

Avrupa birliğinin siyasi liderleri ve kadrolarının bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların üstünde tutan, kötü modeller oluşturan tutumları toplumda ahlaksızlıkları, yolsuzlukları, istismarları, hırsızlıkları artırmaktadır. Kamusal açıkların önemli nedenlerinden birisi siyasiler tarafından oluşturulan yolsuzluk ekonomisinin toplumda varlığını sürdürüyor olmasıdır. Yolsuzluk ekonomisi ve bencillik duygusu üretmeden yaşama anlayışının toplumlarda yerleşmesine neden olmaktadır.

 
Mortgage krizi, üretmeden tüketerek (sömürerek) yaşamın sürdürülmesi anlayışının toplumsal yapılarda yerleşmeye başlamış olan bir görünümüdür. ABD’ de ortaya çıkan Mortgage krizi, İrlanda’da emlak krizi ile çıkan ekonomik krizi ile aynı özellikleri taşır. Mortgage krizinin temel niteliği bir birim üreticiye karşılık on birim tüketicinin bu üretimden pay almak üzere piyasanın yapılanmış olmasıdır. Kaçınılmaz olarak üreticilerin yetersiz, tüketicilerin,( üstelik aşırı tüketiciler olarak) çok olduğu bir toplumsal yapıda, üretim yetersizliği sonucu ekonomik krizlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
“Ekonomik aktivitedeki daralma neticesinde bütçenin gelir kalemleri azalırken, krizle mücadele amacıyla alınan tedbirler ve kamu yatırımlarının artırılması bütçenin giderlerini yükseltmiş ve bunun neticesinde bütçe açıklarının GSYH’ye oranı hemen hemen tüm AB ülkelerinde artmıştır. Artan bütçe açıkları ve faiz oranlarındaki bu artış borçlanma ihtiyacının ve borç miktarını yükselmesine neden olmuş… AB üyesi ülkelerin kamu maliyesinde oluşan sorunların giderilmesi ve kamu maliyesinde sağlam ve sürdürülebilir bir pozisyonun tesisi öncelikli bir hal almıştır.”(s.3, Küresel Krizin AB ve Aday Ülke Ekonomilerine Etkileri ve Gelecek Döneme İlişkin Beklentiler, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Ekonomik ve Mali Politikalar Başkanlığı, Haziran 2010)


Avrupa Birliğini oluşturan üye ülkeler Mortgage krizinin etkilerinden kurtulmak için, ekonomik-kültürel yapılarının farklılığına göre değişik ölçülerde tasarruf önlemleri almış ve birtakım maliye politikalarını uygulamaya koymuştur. Alınan önlemler sonucu ülkelerin kamu maliyelerinde ortaya çıkan açıklar, sahip oldukları ekonomik kültürel yapılarına, sorunlara ekonomik bakış açılarına bağlı olarak her ülkede değişik düzeyde ortaya çıkmıştır.

Kamu açıkları, zayıf ekonomilerin sorunlarını arttırarak tüm açıklıkları ile ortaya koymuştur. Ekonomileri gelişmemiş olan üye ülkelerde krizle ortaya çıkan kamu maliyelerindeki açıklar, ekonomik yapılarındaki sorunların derinleşmesi, Yunanistan gibi ülke ekonomilerinin çökmesiyle sonuçlanmıştır. Ekonomik - kültürel yapıları zengin, ekonomileri gelişmiş olan Almanya gibi ülkeler ise krizden en az etkilenen ülkeler olmuştur.

Almanya, Belçika, Fransa gibi ekonomik yapıları sağlam, gelişmiş; ekonomik sorunların çözümüne yeni üretim teknikleri ile aldıkları önlemlerle yaklaşan ülkeler, yurt içi tüketim ve üretim dengesini koruyarak krizden en az etkilenen ülkeler olmuşlardır. İç talep yetersizliklerini hurda araç indirimleri, eski beyaz ve elektronik eşya indirimleri uygulayarak; kamu yatırımlarını arttırarak, şirketlere özel teşvikler vererek, esnek çalışma saatleri uygulayarak, tüketici kredi faizlerini düşürerek önleme yoluna gitmişler, sonuçta üretimin sürdürülmesinde, ekonomik dengelerin sağlanmasında başarılı olmuşlardır. Kamu maliyesinin bazı işletmelerin kurtarılması için yaptığı harcamalarından ve işletmelerin düşen gelir vergilerinden dolayı ortaya çıkan açıkları, uygulanan genişletici para ve maliye politikaları ile üretimin sürekliliğinin sağlanması, çalışanların üretime katılımının başarılması sonucu, elde edilen gelirlerle dengelenmesine çalışılmıştır. Dış alım ve dışsatım dengelerini de esnek üretim yöntemini uygulayarak yüksek-gelişmiş-farklı ürünlerin üretimi, teknoloji transferi ve transfer hakları ile koruyabilmektedirler. Bu ülkelerin sağlam finans ve şirket yapıları kamu maliyesine yük oluşturmamıştır. Gelir vergilerindeki düşüş alınan ekonomik dengeleri koruma yönündeki önlemlerle diğer ülkelerden çok azdır.
Ekonomik yapısı zayıf, ekonomisi gelişmemiş ve yeni ekonomik üretim teknikleri ile sorunlara bakış açısına sahip olmayan üye ülkeler, iç talep canlanmasını kamusal açıklarla sağlama yoluna gitmişlerdir. Ancak bu tüketim üretimi canlandıran, destekleyen, yatırıma yol açan bir talep (tüketim) olmamıştır. Üretmeden alınan krediler, yararlanılan fonlarla varlığını sürdüren bir iç talep, ekonomileri geri ödemesi yapılamayan kamu açıkları ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu ülkeler dış talep yaratacak ekonomik yeteneğe de sahip olamamışlardır. Bu durum kamu açıklarının karşılanamaz duruma gelmesine yol açmıştır..

“ Dunford’a göre ise AB’deki sorunların kaynağı, Avrupa Merkez Bankasının (AMK) para politikası uygulamasıdır, Maastricht Kriterleri’nden dolayı uygulanan katı maliye politikası…”dır. (s.55, , Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği: Lizbon Stratejisi ve Küreselleşme, Latif Yılmaz, AB Uzman Yardımcısı.)

Krize karşı Birlik içinde ortak kararlarla, tam uyum sağlanarak gerekli ekonomik önlemler alınmadığından, Avrupa Merkez Bankasının ortak uygun para ve maliye politikaları yürütmesi uygulamaya konulamadığından üye ülkelerin, özellikle de ekonomik yapıları zayıf ülkelerin kamu açıklarının karşılanamaz duruma gelmesine engel olunamamıştır.

Bu krizde en akıllı para politikasını yürüten ülkelerden birisi Türkiye olmuş, sonuçta krizden en az etkilenen ülkeler arasında yer almıştır. Uygulanan genişletici para ve maliye politikaları ile üretim, tüketim dengeleri en iyi biçimde korunarak, istihdamın ve üretimin sürdürülmesinde başarılı olunmuştur.

Kriz sonunda ortaya çıkan ekonomilerdeki iflaslar, Avrupa Birliği kurumlarının yetersizliğini, Avrupa Merkez Bankasının politikalarını tartışmaya açmıştır.



DÜNYA ÜLKELERİNİN EKONOMİK GELİŞME AŞAMALARINDAKİ PERFORMANSLARININ BİRLİK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ:

Avrupa Birliğini oluşturan üye ülkeler, diğer ülkelerle de büyük ticari ilişkilerde bulunmak zorundadırlar. Özellikle üye ülkelerin çoğu enerji kaynakları açısından dışa bağımlı durumdadır. Birlik dışında ülkelerle rekabet edebilir ekonomilere sahip olmak, dış ticarette dengelerin korunabilmesi için zorunludur.

Avrupa Birliğinde ticaretin önemli bir kısmının üye ülkeler arasında yapılıyor olması, ekonomik sorunları azaltmamış tersine arttırmıştır. Almanya gibi üye ülkeler dış ticaret fazlasını daha çok (%80’nini), Euro bölgesindeki diğer ülkelerle ticaretinden elde ederken, Yunanistan gibi üye ülkelerde, bu ticaret dış ticaret açıklarına neden olmuştur

Dünyada sanayi ve ticarette dünya piyasalarında ağırlık kazanan ülkelerin sayısı hızla artmaktadır. Bu ülkelerin başlıcaları Çin, Hindistan, Türkiye, Rusya’dır. Avrupa Birliğinin sanayileşmede gelişme aşamasında bulunan ancak, sanayi ürünlerinin dışsatımında ve uluslararası rekabetin çok keskin olduğu tarım ürünlerinin dış pazarlarda satışında kur değerleri arasındaki farklılıklardan dolayı rekabet avantajı az olan, bazı üye ülkelerinin, bağımsız mali politikalar yürütememeleri nedeniyle cari açıkları gün geçtikçe artmıştır. Çin gibi gelişmekte olan ülkeler, Avrupa ülkelerinde ekonomiler yavaşlarken, hızlı büyüme performansları göstermektedir. Bu ülkeler para birimlerinin değerini düşük tutarak, rekabette üstünlükler sağlayabilmektedirler. İthalatları sınırlayıcı, yerli üretimi tüketicileri yönünde destekleyen ekonomik politikalarla, ekonomik gelişmelerini kolaylıkla gerçekleştirebiliyorlar.


“Bu dönemin önemli özelliklerinden bir tanesi de yükselen piyasalar olarak adlandırılan Doğu Asya ekonomilerinin hızla dünya ekonomisine entegre olarak önemli kalkınma hamleleri gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu dönemde, Çin ve Hindistan’la beraber dünya ekonomisinde ağırlıklarını hissettirmeye başlayan diğer gelişmekte olan ülkeler bu değişimin ortaya çıkmasına katkıda, küresel ekonomik işbölümünü büyük oranda değiştirmişlerdir.” (s.25, Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği: Lizbon Stratejisi ve Küreselleşme, Latif Yılmaz, AB Uzman Yardımcısı.)

“…Gelişmekte olan ülkelerdeki teknolojik gelişme sadece mevcut malların daha fazla üretilmesine değil, aynı zamanda farklı malların da üretilmesine neden olacaktır. Önceden AB’nin elinde bulunan pazarlar gelişmekte olan ülkelere geçecektir. Bu da beraberinde, yatırımların gelişmekte olan ülkelere kaymasına neden olup AB’deki sermaye derinleşmesini olumsuz etkileyecektir. Yatırımların azalması beraberinde işgücüne talebi azaltarak, işgücü talebini azaltarak, işgücü gelirinin azalmasına neden olup tüketimin azalmasını beraberinde getirecektir.” ” (s.38, Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği: Lizbon Stratejisi ve Küreselleşme, Latif Yılmaz, AB Uzman Yardımcısı.)

“Bugün artık mevcut teknolojilerin kullanımına, bu teknolojilerin yeni malların üretimi için asimile edilmesine, ölçek ekonomileri yaratan kitle üretimine, uzun dönemli istihdama, istikrarlı piyasalara ve büyük firmalara dayanan ekonomik yapı yeterinde büyüme sağlamamaktadır… Rapora göre bugün Avrupa çapında ihtiyaç duyulan şey daha az dikey olarak entegre olmuş firmalara, firmalar içinde ve arasında daha fazla hareketlilik, işgücünün ve genel olarak vatandaşların daha fazla eğitimi, daha fazla işgücü piyasaları esnekliği, daha fazla dış mali kaynak yaratılması, daha fazla ARGE yatırımıdır”. (s.85, , Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği: Lizbon Stratejisi ve Küreselleşme, Latif Yılmaz, AB Uzman Yardımcısı.)


1990’lı yıllardan sonra dünyanın gelişmekte olan bazı ülkeleri de, esnek üretim tekniğinin önemini kavrayarak, ARGE ‘ye; yeni ürün ve teknolojilere dayalı üretime ve bu üretimin yaygınlaştırılıp geliştirilmesine, bağlı olarak çalışanların eğitimine büyük önem vermişlerdir. Bu yeni üretim anlayışı, bu ülkelere uluslararası rekabette büyük güç sağlamış, ülke ekonomilerini zenginleştirmiştir, sanayi ülkesi aşamasına gelmelerini sağlamıştır.

Üretim organizasyonunu (şirketlerini), sonsuz olarak ürününe talebinin bitmeyeceği, bunun sağlanması için gerektiğinde yeni piyasalar (pazarlar) bulunacağı, zorla pazarlar elde edilebileceği veya gerektiğinde piyasalardaki arz ve talebe bağlı olarak üretim yapılacağı düşüncesine dayanan bu üretim yöntemi durağan, refahı arttırmayı engelleyen; üretimde küçülmelere, bağlı olarak işsizliğe, ekonomik çöküşlere neden olan; niteliği gereği barışı bozan bir ekonomik yöntemdir. Bu üretim yöntemi durağan talep yapısı nedeni ile niteliksiz, yeteneksiz, eğitimine gerek olmayan emek istihdam edebilmektedir. Durağan bu yapısı ile birlikte, piyasalar doyuma ulaştığında üretimine ya bütünü ile son vererek ya da çok küçülerek işsizliğe neden olurlar. Esnek üretim yöntemi anlayışına bağlı olarak kurulan işletmeler, nitelikli, eğitimli ve eğitilebilir, yetenekli emek gücüne gereksinim duyarlar. Piyasalar doyuma ulaştığında, yeni mal ve hizmet ürünü geliştirerek piyasalarda aynı organizasyonunda sahip olduğu çalışanlarla üretimini sürdürür. Bu üretim anlayışına bağlı olarak kurulan şirketlerden oluşan bir ekonomi dengeli, sürekli gelişen, zenginleşen, refahı arttıran bir ekonomidir. Böyle bir ekonomiye sahip bir ülke de uygarlıkta ilerleyen bir ülkedir.

Esnek üretim tekniği ve anlayışına sahip olan işletmeler, şirket gelirlerinin belirli bir oranını her yıl yıpranma (amortisman) payı olarak ayırdıkları gibi, belirli bir oranda da “yenilenme payı” ayırırlar. Yenilenme payı, ARGE payı ile birlikte şirketlerin, bazı temel kuruluş giderleri (Bina, emek, bazı üretim araç-gereçleri, hammadde..vb.) sabit kalarak şirketin yeniden kendi yapısı içinde bütünü ile organize olmasını sağlar.

Bu işletmeler talep sıfırlanmasından korkuları bulunmadığından, piyasalardaki talep yapısına göre değil, talebin doyurulması ekonomik politikalarına göre üretim yaparlar. Bu yöntem anlayışı da toplumun tüm bireylerinin üretimden en kısa sürede yararlanmasını, satın alma gücünün arttırılmasını sağlar.


“ESNEK (DEVİNGEN-DİNAMİK) ÜRETİM YÖNTEMİ: Gereksinimleri hesaplamadan üretim yapmak üzere kurulan ve optimum üretim düzeyini aşan bir işletme talep yetersizliği sonucu gelirlerinin azalmaması için, yeni pazarlar bulmak zorunda kalır. Pazarların da optimum bir düzeyi vardır. Bu düzeyden sonra yeniden kar azalması kaçınılmaz olur. Gereksinimlerin doyuma ulaşması ile talebin azalması kaçınılmazdır. Bu ekonomik olgu karşısında, işletmenin ayakta kalması için iki seçenek vardır: a) küçülerek minimum düzeyde üretimi sürdürmek ki bu işsizlik ve yoksulluk demektir. b) Talep miktarını (gereksinimlerin sayısını, büyüklüğünü), süresini planlayarak üretimini yapmak ve bu planlama sonunda, yeni üretime geçmek.

Yeni üretime geçerek üretimi sürdürebilmek: a) Aynı ürün üzerinde yenileştirme, geliştirme oluşturarak, b) yeni bir ürün piyasaya sürerek gerçekleşebilir. Bu ekonomik olgu, sabit üretim tezgâhları ile sınırsız ve plansız üretimden vazgeçmeyi gerektirir. Esnek, devingen bir üretim yerine ve araçlarına sahip olmayı, “sürekli öğrenim ve eğitim” süreçlerini gerçekleştirecek yapılara sahip olmayı zorunlu kılar.”( ÇAĞDAŞ EKONOMİK DÜZEN ÜZERİNE GÖZLEMLER, www.iinci.blogspot.com)


“Bu ekonomik değişim, dönüşüm ve gelişmeler uygarlığın gelişmesi; toplumların zenginliklerinin, refahının artması demektir. Ürünlerin gelişmesi ve türselleşmesi yasası gereği yaratılan talep para hacminde de genişlemeye neden olur. Zenginleşebilmek için, doymuş talepten doğacak krizlerden korkmamak gerekir. Talebe bağlı olarak üretimi azaltıp çoğaltarak üretim yapmak yerine esnek bir üretimle talep yaratarak üretim yapmak doymuş taleple gelecek krizleri önceden önleyecektir. Üretimi azaltıp çoğaltarak gerçekleştirmek gelir kayıplarına, açık istihdama; üretimdeki dengesizlikler sonucu enflasyona neden de olacaktır. Esnek üretim yöntemi ile AR-GE alanındaki yatırımlarla gelişmiş ürünler ve yeni talepler yaratmak zenginleşmeyi ve refahı getirir.

Yeni ürün ve hizmetler üreterek geliştirmek, uluslararası rekabette başarının da ilkesidir. Yaratılan her yeni ürün ve hizmet yeni ve şiddetli talepler oluşturarak, piyasalarda rakipsiz olmayı sağlayarak, çok daha fazla ölçeklerde mal ve hizmet sunmayı gerektirir. Talebe bağlı olarak yapılacak üretim istihdamın yolunu açar, satın alma gücünü arttırır; ekonominin zenginleşmesini, paranın değerlenmesini getirir.”( YÜKSEK ORANLI ENFLASYON DÖNEMLERİNDEN DÜŞÜK ORANLI ENFLANSYON DÖNEMİNE GİRERKEN UYGULANACAK EKONOMİK VE SİYASAL REFORM ÖNCELİKLERİ, .” www.iinci.blogspot.com )




İsmail İNCİ, 08/12/2011

http://www.iinci.blogspot.com/

bgi.inci@mynet.com

bgi.inci@hotmail.com











SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...