DİNGİN, UYUMLU (EŞİT GÜÇLERE
DAYALI) DEVLET VE TOPLUM YAPISININ GÜÇLÜDEN YANA ADALET MANTIĞI İLE ÇELİŞMESİ
Savaş sonrası ortaya çıkan
savaşın galibi ile mağlubu arasında barışa dayalı yaşama biçimi koşullarının
oluşturduğu adaletin nitelikleri ile barış içinde eşit kuvvetlere (haklara)
sahip bireylerden oluşan toplumda adaletin nitelikleri, birbirinden çok farklıdır.
Bu ayrımı görmemek dingin, huzurlu, uyumlu bir toplumda adalete karşı inancı
toplumlarda ortadan kaldırarak toplumsal barışın, huzurun, uyumun bozulmasına
neden olur. Güçlüden yana adalet mantığının doğal ve doğru adalet olarak
algılanmasına neden olan bu durum aynı zamanda toplumda savaş ortamının
koşullarının oluşmasına, sonuçta kaosa neden olur.
Barış içinde, dingin, uyumlu bir
toplumsal ve devlet yapısında adalet; birey ve toplulukların (dernek, parti,
sendika, birlik, kuruluş…vb) toplumda
eşit güçlere (haklara) sahip olmasıyla gerçekleşir. Çünkü, “Gerçek Adalet” bu
güçlerden bazılarının bazıları üzerinde baskın güce sahip olmasıyla
gerçekleşmez. Tam tersine “Gerçek Adalet”, birey ve kurumların birbirleri
karşısındaki zaaf ve korkularına dayanır. Bu gerçekliğin nedeni Farabi’nin el- Medinetül Fazıla adlı kitabında
yazdığı gibi :”... alış verişte, emanetlerin iadesinde, öfke ve zorbalığın
terkinde ve buna benzer işlerde korku, zâaf veya dış zaruret hâkimdir. Öyle ki,
şahıs olsun taife olsun, her iki taraf kuvvetçe birbirine eşit olup
birbirlerine karşı zorbalık ettikleri takdirde mücadelenin sonsuz uzaması ve
her birinin bu yüzden çekilmez ıstıraplara katlanması lâzım gelir” (s. 111)
Barış içinde bir toplum, savaş
ortamında birbiriyle güç yarışında ve kavgasında olup, birbirine galip gelmeye
çalışan güçlerden oluşmuş değildir. Savaş ortamında ve savaş sonrasında galip
ile mağlup arasında barış sonucunda kurulan toplumda adalet güçlüden yanadır ve
Adalet, Farabi’nin de deyimi ile başkasını ezmektir: “Her doğal şey adalete
uyduğundan dövüş te adaletin tâ kendisidir. Adalet başkasını ezmektir. Mağlup
ise ya vücudunun selâmetini muhafaza etmek şartıyla mağlup olur; veya mahiv ve
telef olarak galibe hayat alanını boş bırakır; ve yahut kötü bir durumda
yaşamak şartıyla galip tarafından bir köle gibi menfaatine çalışmak zorunda
olur. Bu itibarla galibince istismar edilir ve böylece galibin hayır ve mağlubu
istismar etmesi adalet sayıldığı gibi, mağlubun galibe hizmet etmesi de adalet
sayılır. Bu koşullarda tabi’î adalet faziletin tâ kendisidir. Bu suretle
hareket etmek de faziletli fi’illerden sayılır Gâlip taife mezkûr kazançları
eline geçirince onların istihsalinde en büyük yararlığı gösterene en büyük pay
verilir.”(s.110)
Güçlünün adaletinden oluşan
faziletli toplum görünüşte ve geçici dingin, barışçı, uyumlu bir toplum ve
devlet yapısına sahiptir. Sürekli bir savaş, baskı, kuşku, korku altında bir
toplumdur.
Toplumun içinde bireyler ve
toplumsal örgütler arasında, değişik toplumların oluşturduğu uluslar arasında
eşit güçlere (haklara) dayalı adalet, en doğru ve gerçek doğal adalettir.
Eşit olmayan haklara dayalı adalet, bir bireyin veya toplumlar arasında bir
toplumun eşit olmayan gücünün etkisiyle ortaya çıkar. Eşit olmayan haklara
dayalı bir adalet o toplumda, sürmekte olan savaşın koşullarının bulunmasını gerektirir. Eşit
haklara dayalı adalet, barışın koşullarının oluştuğu bir adalettir.
Siyasal iktidarların siyasi
güçlerini kullanarak, temsil ettikleri birey, topluluk ve örgütler lehine
yargıyı ve yürütmeyi etkileyerek güç kazandırmaları, toplumda dinginliği,
uyumu, barışı bozar. Toplumda savaşın ve karmaşanın koşullarını hazırlar. Buna
benzer olarak bir siyasal felsefenin etkisinde kalan yargının almış olduğu
kararlar ile yürütmenin gücünün bazı birey, topluluk ve örgütlere güç kazandırması
toplumda uyum ve dinginliği bozar. Gerçek adalet değişik düşünce sistemleri ve
bu felsefi sistemlerin etkisinde toplumda oluşan yönetim biçimlerinden önce
toplumdaki tüm bireylerin hak ve ödevlerinin korunmasından, eşit hak ve
ödevlerinden ortaya çıkan bireylerin eşit güçlerinin korunup savunulması
kurallarından oluşur. Bu nedenle, krallıkla, meşrutiyetle, oligarşi ile,
cumhuriyetle vb…yönetim biçimleri ile yönetilen toplumlarda, devletin kuruluş felsefesini de korumak
zorunda olan hukuk ve yargı sistemi, toplumda “gerçek adaleti” sağlamak için
devletin kuruluş felsefesi veya herhangi bir örgütün felsefi görüşünden önce
toplumun bireylerinin eşit hak ve ödevlere sahip olmasını sağlamak ve korumak
zorundadır. Bu zorunluluk yargının tam bağımsız karar verebilmesinin temel
ilkesi olduğu gibi aynı zamanda toplumun bireylerini birbirine bağlayarak bir
arada tutabilmeyi sağlamasının temel koşuludur.
Toplumlarda ve değişik
toplumlardan oluşan uluslararasında dinginliği, uyumu, barışı sağlayacak,
birlikte yaşama biçiminin ilkelerini bir sonraki yazıda ele almaya çalışacağız.
Daha sonra da, iletişim teknolojileri
ile dünya da insanlar arasında uyumlu, dingin bir arada yaşamanın çağımızda çok
daha kolay olarak gerçekleşebileceğini bilimsel olarak ortaya koymaya
çalışacağız.
İsmail
İNCİ, 14/02/2015