İSLAM ÜLKELERİNDEKİ DÖNÜŞÜMLERİN DIŞ GÜDÜMLÜLÜĞÜ
İsrail’in Arap ülkeleri
karşısında varlığını koruması için ve Batılı ülkelerin askeri diktatörlüklere
dayanan Arap rejimlerinden (ve Türkiye’den) zarar görmesi nedeniyle bu
ülkelerde parlamenter demokrasilerin kurulabilmesi için (sık sık askeri
darbelerle karşı karşıya gelen Türkiye de dâhil), Büyük Orta Doğu Projesi
olarak adı duyulan bir projenin uygulamaya konulduğu Huda Cemal Abdul Nasır
gibi araştırmacılar tarafından açıklanmıştır ve kamuoyunda düşünülmüştür. BOP
olarak bilinen bu projeyle birlikte bu Arap ülkelerinde ve Türkiye’de İslam
ideolojisine sahip örgütlerin destek ve iktidarında laik askeri otoriter
iktidarlara karşı bu büyük bir muhalefet başlamış, sonuçta Mısır’da Müslüman
Kardeşler meclis seçimlerinde en büyük muhalefet durumuna gelmiş, Lübnan'da ilk
defa Hizbullah'ın meclise girmiş, Filistin'de ise HAMAS iktidara gelmiştir.
İslami düşünce ve hareketlerin bu yükselişi ile Büyük Ortadoğu Projesinin, büyük
bir olasılıkla son hedefinin, Suudi Arabistan’da demokratik bir rejimin
kurulması değil ama tüm İslam ülkelerinde Suudi Arabistan’daki siyasi rejim
modelinde, koyu İslam şeriatına dayalı yönetimler kurulması düşüncesinin olduğudur.
“Arap Baharı” olarak adlandırılan halk hareketler ile
Tunus, Cezayir, Libya, Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde ve
Türkiye’de laik cumhuriyeti korumak ve kollamak görevine bağlı olarak ortaya
çıkan askeri darbelere ve darbe girişimlerine karşı (Balyoz, 28 Şubat Post modern darbesi, Ergenekon
örgütlenmesi) yargının polis güçleriyle harekete geçirilmiş olması ve bütün bu olayların hep birlikte birbirine yakın zamanlar
içinde İslami ideolojilere bağlı politikaların iktidara gelmesiyle
ortaya çıkmış olması, bir rastlantıya benzememektedir.
Bu olaylar dizisinin ortaya çıkışında, bu ülkelerdeki ekonomik krizler, geçim sıkıntıları, işsizlik, yoksulluk..vb büyük etken oluşturmuştur. Ve toplumlarda varolan küçük öfkeleri büyük öfke patlamalarına çıkarmak, duyguların elektron dalgalarıyla arttırılmasıyla olanaklı bulunmaktadır.

İslam ülkelerindeki bu kaos ortamının ortaya
çıkışında İsrail ve uluslar arası Yahudi sermayesi güçlerinin etkileri üzerine,
her ne kadar büyük abartmalar, çarpıtmalar ve yanlış düşünüşler eklenmişe
benziyorsa da SİYON LİDERLERİNİN PROTOKOLLERİ, (hazırlayan: Muhammed Maliki.) Adlı kitapta büyük
izler bulunmaktadır. Bu şu an ulusların kafa karışıklığının da bir nedenidir:
““Dünyanın
her köşesinde "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kelimeleri sursuz
ajanlarımız
sayesinde, bizim sancağımızı coşkunlukla taşıyan çok sayıda
kimseleri
saflarımıza soktu. Bu kelimeler daima Yahudi Olmayanların
refahını
kemiren, her tarafta sulhu, sükûneti, dayanışmayı yok eden,
Yahudi
Olmayan devletlerin bütün müesseselerini tahrip eden mahvedici
kurtçuklar
oldular. İlerde göreceğiniz gibi bu durum bize zaferimiz için
yardım
etmektedir. Bu, diğer şeyler mekanında en kuvvetli imkânı, yani
imtiyazları
yıkma, başka bir ifade ile Yahudi Olmayanların aristokrasisinin
tüm
mevcudiyetini yok etme imkanını elimize geçirmeye bizi muktedir
kıldı.
Bu sınıf, hakların ve memleketlerin bize karşı sahip oldukları
yegâne
müdafaa vasıtası idi. Yahudi Olmayanların normal ve soya
dayanan
aristokrasisinin yıkıntıları üstünde biz para aristokrasisinin
önderliğinde
bizim tahsil görmüş tabakamızın aristokrasisini kurduk. Bize
bağlı
olan serveti ve bizim Siyon Liderlerimizin tertip ettiği tahrik kuvveti
olan
bilgiyi bu aristokrasinin şartları olarak tesis ettik.
İhtiyacımız
olan insanlarla münasebetlerimizde daima beşer
düşüncesinin
en hassas duyguları, para hesabı, tamah ve insanın maddi
ihtiyaçları
hususundaki açgözlülük üzerinde islemek suretiyle zaferimiz
kolaylaştırılmış
bulunmaktadır. Bu beşeri zafiyetlerin her biri tek basına
ele
alınınca şahsi teşebbüsü felce uğratmaya yeterlidir. Çünkü insanların
temayüllerine
göre istedikleri verilerek faaliyetleri satın alınmıştır.
Hürriyetin
mücerretliği, her memlekette avamı; hükümetlerin,
memleketin
sahipleri olan halkın kâhyası olmaktan başka bir sey
olmadıkları
ve kâhyanın ise eskimiş bir eldiven gibi degiştirilebileceği
fikrine
inandırmaya bizi muktedir kıldı.
Halk
temsilcilerinin bu değiştirilme imkânı, onların bizim emrimize tâbi
hale
getirdi ve böylece bize onları tâyin etme kuvveti verdi… Protokol 1”
“Biz,
uzak görüşlü hükümdar iktidarı ile halkın kör kuvveti arasında her iki
tarafta
manasını kaybetsin diye bir uçurum meydana getirdik. Bir kör ile
değneği
gibi ki, ikisi de birbirinden ayrı olunca kuvvetsizdir.
İktidar
peşinde koşanları iktidarı kötüye kullanmaya tahrik etmek için,
bütün
kuvvetlerin liberal temayüllerini bağımsızlığa doğru yönelterek
onların
hepsini birbirine muhalif hale getirdik. Bu maksatla her çeşit
teşebbüsü
teşvik ettik, bütün partileri silahlandırdık, iktidar mevkiini her
ihtiras
için hedef haline getirdik. Devletleri karışık bir yayın Kalabalığının
çarpıştığı
gladyatör arenaları haline getirdik. Kısa bir zaman sonra
karışıklıklar
ve iflaslar bütün dünyayı kaplayacaktır… Protokol 2”
Ergenekon örgütlenmesinin ulusal kurtuluş savaşında ve yeni ulusal devletin kurulup yerleşmesinde büyük etkileri olduğu anlaşılmaktadır. Ergenekon örgütü laik yönetim anlayışı ile ilerici, devrimci, sosyal adaletçi bakış açıları nedeniyle sol tarafından, ulusalcı yönü ile milliyetçiler tarafından savunur, korunur. Ancak Ergenekon örgütünün, soğuk savaş döneminde serbest piyasa ekonomisine dayalı ülke rejimini korumak, Batılı ittifak ülkelerle belirlenen politikaları uygulamak için solculara çok işkenceler etmiştir. Ülkede Doğu Bloku anlayışında bir yönetimin gelmemesi için milliyetçi ve laik anlayışıyla çelişkili dinci politikaları savunmuş, bu politikaları savunan kesimlere destek çıkmıştır. Aynı zamanda bu karmaşık, çelişik eylemleri ile Ergenekon örgütü, devletin içine sızmış olan, toplumda yasa dışı eylemler yapan bir çete görünümündedir. Derin devlet konusundaki araştırmaları ile ünlü Sn Abdullah Turhan araştırmalarında, Derin devletin yapılanmasını ortaya koymaya çalışmıştır.
Büyük Yahudi sermayesi tarafından uygulandığı kabul edildiğinde, Büyük Orta Doğu Projesi ile son hedef olarak İslam dinine dayalı cumhuriyetler kurularak, İsrail ve Batılı ülkelerin üzerindeki zarar ve tehlikelerin ortadan kaldırılması hedeflenirken, projenin uygulandığı ülkelerde iktidara gelen İslami dini hükümlerine bağlı yönetim yanlısı güçler tam tersine olarak İsrail ve Batılı ülkeler için daha büyük bir tehdit durumuna gelmiştir. El Kaide, Hamas.. vb gibi İslami terör örgütlerin İslam ülkelerinde iktidara gelmesi düşüncesiyle bu tehdidin büyüklüğünü ve önemini kavrayan projenin uygulayıcıları, büyük bir dönüşle laik hukuku ülkelerinde korumaya çalışan güçlerin yanında yer almanın doğru olacağı düşüncesine varmışa, Mısır’daki askeri darbeyle, Müslüman kardeşlerin iktidardan uzaklaştırılmasıyla, benzemektedir. Ancak projenin uygulamaya konulduğu İslam ülkelerinde laik hukuka dayalı güçlerle Müslüman Kardeşlerin örgütlediği İslam şeriatına dayalı devlet kurmak isteyen güçler toplumları iç savaş ortamıyla karşı karşıya bırakmıştır.
Türkiye de dahil, İslam ülkelerinde bir projenin uygulanması
olarak ortaya çıkan toplumsal çatışma ortamlarının oluşmaması, toplumsal
çatışma ortamının ortadan kaldırılması için toplumsal uzlaşmanın, barışın
sağlanması ortamının oluşturulması gerekir. Bu amaçla da öncelikle toplumlarda
öfke oluşturan koşulların bulunmamasına, varolanların da ortadan kaldırılmasına
dikkat edilmelidir. Toplumda barışa ulaşmanın en önemli yollarından biri de
bireyleri birbirine bağlayan yakınlık bağlarının; toplumsal bilincin, toplumsal
olarak bir arada yaşama anlayışının geliştirilmesidir.
İsmail
İNCİ, 31/08//2013
My facebook
page:https://www.facebook.com/bgi.inci
My twitter
page:https://twitter.com/ismailinci