TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ İLE ADALET ARASINDAKİ ZORUNLU BAĞLAR
İnsanların toplumda
birden fazla sanatı (mesleği) tam anlamıyla öğrenmesi ve o sanatta çalışması
çok zor hatta olanaksızdır. Bunun nedeni insan yeteneklerinin bireylere göre
farklılıklar göstermesi ve bireylerin tüm sanatları öğrenmeye ve yerine
getirmeye zamanlarının olmamasıdır. Bu nedenle “toplumsal işbölümü”, bir
toplumun yıllık tüketim için gereksinim duyduğu tüm mal ve hizmet ürünlerinin
üretimini sağlayan ana temel yol ve tekniktir. Öyle ki toplumsal yaşama geçişin
mi toplumsal işbölümüne neden olduğu yoksa toplumsal işbölümünün mü toplumsal
yaşama geçişe neden olduğu sorusu, insanlık tarihinde her iki yaşam biçiminin
önemi nedeniyle, çözülmesi zor bir sorudur. Ancak tüm toplumların, gereksinim
duydukları yıllık mal ve hizmet ürünü üretimlerini gerçekleştirebilmek ve bu
üretimin kolay, nitelikli ve bol olmasını sağlamak için zorunlu olarak
“Toplumsal İşbölümüne” gitmiş oldukları gözlemlenmiş bir gerçekliktir. Bu
toplumsal gerçekliğin, en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar,
coğrafik yere ve zamana bağlı kalmadan, toplumsal yaşama geçiş koşulları ortaya
çıktığında rastlantısal olarak değil zorunlu olarak ortaya çıktığı görülür
Emile Durkheim’e göre insanların daha çok birliktelik içinde olmalarının nedeni
kolektif bilinç değildir. Çünkü toplumsal olarak insanları bir arada tutan bağ,
ortak inanç ve duygulardan çok, bireylerin birbirlerine olan ihtiyaçlarıdır.
Diğer bir değişle, işbölümü sonucu birbirlerine yükledikleri ve birbirlerinden
bekledikleri gereksinmeleri karşılama ortak anlayış ve görüşü daha çok bir
arada tutmaktadır. Toplumdaki düzen ve dayanışmanın kaynağı da işbölümü
ve uzmanlaşmadır.
Toplumsal işbölümü,
toplumda üretim alanları olan sanatlara karşılık gelir. Çiftçilik, denizcilik,
fırıncılık, berberlik, doktorluk, askerlik..vb
Bu sanatların her biri toplumların üretimlerinin yetkinlik alanlarıdır.
Bu yetkinliklerin her biri toplumlarda bir toplumsal kesime, (tabakaya, sınıfa)
karşılık gelir. Her toplumsal tabakanın, üretimden almış olduğu pay, özellikle
teorik akıla dayanan bilimsel, yönetimsel sanatlarla, pratik akıla dayanan
bedenin eylemine dayanan sanatların toplumsal gelirden almış oldukları pay
arasında farklılıklar bulunur. Bunun nedeni de Pratik Sanatlar (meslekler)
yaşam için gereklidir ve genelde insan doğasında vardır: “Teorik akıl” ise zor bulunan bir yetenek ve
erdemliliktir. Pratik sanatlar zorunluluktandır ve insanların çoğunda bulunan
bir yetkinlik (meslek) tir, oysa teorik akıl daha üst bir duruma( yaşama
biçimine) geçmek içindir.
İnsanların istek ve tutkularını
engelleyememeleri ve daha çok toplumsal gelirlerden pay sahibi olmak
istemeleri, bağlı olarak meslekler
arasında geliri daha yüksek sanatları ele geçirmek istemeleri, yasaları
çiğnemelerine neden olmaktadır. Adalet, toplumsal düzeni sağlayan yasalara saygı
duymaktır, ancak bu anlamda, herkesin toplumsal işbölümüne, üretimine, sanatına
makamına, rütbesine saygı duymasıdır.
Platon “Devlet” adlı
ünlü kitabında devletin yapısını işleyiş mekanizmasını ele alırken önce adaleti
(doğruluğu) araştırır. Platon, “Doğruluğun iyi olduğunu savunanlarla, eğriliğin
iyi olduğunu savunanlar çoktur”, der.
Eğrilikten zarar görmekten bıkanlar, eğriliği iyi olarak savunurlar.
Eğrilik cezalandırıldığında da kötü olarak savunurlar. Eğrilik de, doğruluk da
kişinin iyiliği ve yararına eylemlerdir. Ancak özünde yararlı olan
doğruluktur. Doğruluğu savunabilmek, en
büyük İyi olduğunu tanıtlayabilmek için en iyi yol, toplumdaki eğrilik ve
doğruluğun nasıl ortaya çıktığını araştırmaktır. Toplumlar, tek kişilerin
gereksinmelerini karşılayamamalarından doğmuşlardır. Her bireyin ayrı bir
sanatla uğraşmasıyla gereksinmeler daha kolay karşılanır. Çiftçilik,
kunduracılık, hekimlik,denizcilik..vb. böylece ortaya çıkar. Toplumda herkesin
tek bir sanatı vardır, çünkü işbölümü zorunluluktur.
Zorunlu gereksinmelere
karşılık gelen sanatların yanı sıra toplumların refahı arttıkça, zorunlu
olmayan sanatlar da ortaya çıkar. Bekçilik: savaşçıların mesleği, aşırı mal
edinme isteğinden değil, yaşamak zorunluluğundan ortaya çıkmıştır. Hangi sanatta
olursa olsun, kişilerin işbölümünde üzerinde düşen en aşağı görülen bir iş olsa
da en iyi biçimde o işi yapması, diğer işleri ele geçirmek için çabalamaması
hırslanmaması gerekir.
Platon Doğruluk (adalet)
üzerine yapmış olduğu araştırmasının sonunda toplumda adaletin sağlanmasını,
herkesin üzerine düşen işi en iyi biçimde yapmasında, ayrı yetenek sahibi
olarak işlerini yapan kişilerin birbirlerinin işlerine karışmamasında görür.
Kitaptaki ilgili olan önemli diyalog şöyledir:
"…Buna karşılık,
doğuştan zanaatçı olan ya da başka bir işle para kazanan kimse,
sonradan zenginliği,
yandaşlarının çokluğu, gücü veya bunun gibi başka bir şeyle
gururlanarak askerlik
rütbesine yükselmeye kalkışırsa ya da askerin biri, kentte
öğütçü ve koruyucu
rütbesine, layık olmadığı halde çıkmak isterse, bunlar da
araçlarını, işlerini
değiştirirlerse veya bir adam bütün bunları bir arada yapmaya
kalkışırsa, o zaman bu
değişimin ve başka başka işlerle uğraşmanın kent için yıkıcı
olduğunu, sanırım, benim
gibi sen de düşünürsün.''
"Tümüyle.''
"O halde kent için
en büyük yıkım, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması,
işlerini
değiştirmesidir. Buna da gayet haklı olarak en büyük suç denilebilir.''
"Kesinlikle."
"Kendi kentine
karşı en büyük suçu işlemeye de adaletsizlik demez misin?''
"Nasıl denmez?'
"Demek,
adaletsizlik işte budur.'
" Şimdi düşüncemizi
tersine çevirip şunu söyleyelim: Para kazanan yardımcı,
koruyucu sınıflarının,
deminkinin aksine, meslekte kalışına, yani her sınıfın
kentte yalnızca kendi
işiyle uğraşmasına adalet denilebilir. Kenti adaletli yapan
da budur.''
İnsanda şu üç yanı
görürüz: istekler, usun istekleri düzenlemesi, bu düzenleme eyleminde ortaya
çıkan enerji. Öfke=yiğitlik, akıl yanı=bilgelik. İsteklerin usun denetiminde
dengelenmesi=ölçülülük. Doğruluk ise, bu üç öğenin kendi alanlarına giren
işleri yapması, birbirlerinin işlerine karışmaması. Adalet, büyüklere ve
yasalara saygı(makam ve rütbeye itaat, yasaları çiğnememe)dır. Bu da herkesin
üzerine düşen işi yapması, başka doğaların işlerine karışmamak ile olur.
Kentteki adalet de bireylerin sahip oldukları adalet ile gerçekleşir. Kişisel
düzeyde adaletin gerçekleşmesi kişilerin öfke, istek ve ölçülülüklerini denetim
altında bulundurmalarına bağlıdır.
"Gerçekten adaletin
bunun gibi bir şey olduğu anlaşıldı; ama bu, insanın dış
edimlerine değil, iç
edimlerine, yani gerçek benliğine ve kendinin olan şeylere
uygulanır. Adaletli
insan kendindeki her kısmın kendine yabancı işler görmesine,
ruhundaki kısımların
birbirinin işini yüklenmesine izin vermez; tersine, sözcüğün
gerçek anlamıyla kendi
evini pek güzel düzene kor, kendi kendine egemen olur, bir
düzen kurar, kendi
kendine dost olur, tıpkı müzikteki pes, tiz, orta ve aradaki
bütün öteki perdelerin
uyumu gibi, kendindeki üç kısmı uyumlaştırır. Bunları
birbirine bağlar, birçok
öğeden oluşmuşken bir birlik haline gelir, ölçülü, uyumlu
olur. Ancak bu duruma
geldikten sonra, ister para kazanmakta, ister vücut
bakımında, ister bir
devlet işinde ya da özel işlerinde eyleme geçer. Bütün bu
işlerde bu durumu
koruyan, bu durumun sağlanmasına yardım eden eylemleri adaletli
ve iyi eylemler sayar,
bunları bu biçimde niteler, bu eylemleri yöneten bilgiye
bilgelik, bu durumu
çözüp bozan eyleme de adaletsizlik, bu eylemi yöneten yargıya
bilgisizlik der.''
Platon’un sözünü ettiği
adalet durumu özetle; herkesin kendi işiyle uğraşması ve en iyi biçimde
toplumsal işbölümünde üzerine düşen işi yapmasıdır. Adaletin
gerçekleşmesi ve uygulanması ise toplumun tümel bilgisine(teorik) sahip
liderlerin (ve takım arkadaşlarının) başta bulunmasına bağlıdır. Toplum
bireylerinin bir meslekte kendi işlerini yapmalarının, kendi zanaatlarını
benimsemelerinin, başka zanaatların gelirlerine imrenmemeleri ve
uzanmamalarının; hırsızlık ve
sahtekârlık, yalancılık yapmamalarının;
bireylerin zanaat sahip olacak eğitim ve meslek alanlarının koşullarının
hazırlanmasının sağlanması liderin ve iktidarının görevleridir.
Toplumun her kesiminde
en alt gruptaki meslekleri yapacak olanlar çıktığı gibi, en üst gruptaki
meslekleri (bilimsel ve yönetimsel, teorik akıla dayanan meslekler) yapacaklar
da bulunur. Önemli olan bu meslekleri yapacak olan yeteneğe sahip olanların
önünün açılmasıdır. Ünlü filozof İbni Rüşt, Platon’un Devlet’inin çok önemli
bir şerhi olan ve toplumbiliminin ilk temellerini attığı ünlü eseri “Siyasete Dair Temel Bilgiler” adlı kitabında
bu konuya çok önem verir. Çünkü, toplumda gerçekten her bireyin yetenekli
olduğu işi yapması bir yandan adaletin sağlanması için zorunludur, diğer yandan
da, toplumun gereksinmelerinin karşılanması için büyük bir zorunluluktur.
Herkesin gerekli öğrenim ve eğitimi alarak yetenekli olduğu alanda çalışması,
toplumların tüketimleri için yeterli üretimin ve üretimde verimliliğin
sağlanmasının temel ilkesidir: “…çocuklar, genellikle sınıf olarak size
[ailelerine] benzerler. Ne var ki, gümüşten altın, altından da gümüş
türeyebilir ve diğer sınıflar da böyledir. Allah yöneticileri, koruyucuların
dikkate alınması konusunda [siyasal kadroların en yeteneklilerden
oluşturulmasında], onların doğalarını güçlendirmekten, (farklı) karışım malzemelerinden
oluşması muhtemel olanları araştırmaktan başka bir şey ile görevlendirmemiştir…
Eğer bunlar (:alt düzeydeki sınıflar) arasında altın ve gümüş doğası üzere
tasarlanmış birine rastlarlarsa onu da saygın bir konuma getirirler.” (s.79)
Bireysel akıl ve yetenekten gelen yatkınlıktan
çok, ailenin istek ve zorlaması üst meslek gruplarına yönelme ve bağlı olarak
gelire dayanan bu statünün korunma çabası her devirde olduğu gibi günümüzde de
görülmektedir. Geçmiş devirlerde, kastlaşma biçiminde korunan bu durumun,
günümüzde, eğitimin devletlerin temel görevi olarak ele alması ile eğitimin
toplumsal tabakalar arası geçişler için temel kaynak olması ile önem ve değeri
kalmamış, toplumsal-ulusal eğitim, anlayış ve kavrayış olarak da toplumların
yararına bir durum dolarak görülmeye başlanmıştır. Eğitimin genelleşip
toplumsallaştığı çağımızda, alt sınıflarda üst sınıfların işlerini yapabilecek
yaratılışta insanlar, büyük oranlarda varlığını gösterir: Toplumsal katmanlar
arasında bu geçişler toplumların ilerlemesinin, uygarlaşmasının, zorunlu koşulu
durumuna gelmiştir. Çoban bir aileden gelen çocuk, devlet yönetiminin en üst
kademelerine, cumhurbaşkanlığına kadar gelebilmektedir. Demokratik yönetimlerin
vazgeçilmez yönetim biçimi olarak kabul edilmesinin temel nedenlerinden birisi
de adaletin, üretimin, üretimde
verimliliğin zorunlu koşulu olan işbölümleri arasındaki geçişleri
kolaylaştırmış ve yasal düzenlemelerle toplumda kabul edilir duruma getirmiş
olmasındandır

İsmail
İNCİ, 05/01/2015