13 Kasım 2019 Çarşamba

FİNANS EKONOMİSİ




FİNANS EKONOMİSİ

     Finans ekonomisinin ana konusunu ve toplumda işleyiş alanını,  tasarruf sahipleri (fon fazlası olanlar) ile bu tasarruflara (fon açığı olanlar) ihtiyaç olanların ekonomik ilişkileri oluşturur.
     Bu tasarrufların ihtiyaç sahiplerine geçişi iki yoldan olur ve buna fon transferi denilir: a) Doğrudan fon transferi: Bir aracı olmaksızın alış ve satışın gerçekleşmesi. b) Dolaylı fon transferi: Bir aracı ile fonların alış-satış işleminin gerçekleşmesidir. Tasarrufların alış ve satışı “menkul kıymet” adı verilen birtakım finansal araçlarla yapılır. Bu finansal araçlardan borçlanmalarda en çok kullanılanlar “Tahvil” ve Bono”dur. Bu finansal araçlar, aracı elinde bulunduran kişi veya kuruma belirli bir tarihe kadar düzenli aralıklarla faiz ödemeyi ve vade bitiminde anaparayı geri ödemeyi taahhüt eden anlaşmalardır.
     Şirketlerin tasarruf sahiplerine ortaklık hakkı verdiği menkul kıymetlere “hisse senedi” adı verilir. Hisse senetleri şirketlerde ortaklık ve oy kullanma hakkı kazandırır. Mülkiyet hakkı sahibi, her zaman kar ve zarar arta kalan alacaklısı olurlar. Arta kalan alacaklısı demek, şirketin ilk borçlularına verip en son ortaklarına kalan karı ve zararı dağıtmasıdır. 

     Finansal araçlar iki ana bölüme ayrılarak incelenirler: A)Para Piyasası araçları B) Sermaye Piyasası Araçları
A-PARA PİYASASI ARAÇLARI
1-Hazine bonosu: En çok kullanılan para piyasası aracıdır. Riski düşüktür, likittir (
bir varlığın bir ödeme aracına dönüşüm hızı), Devlete aittir ve genelde 3 ve 6 aylık vadelerle ihraç edilir.
2-Finansman Bonosu: Anonim ortaklıklar şeklinde kurulmuş şirketler tarafından ihraç edilir, vadesi 30 günden az, 360 günden fazla olamaz
3-Banka Bonoları: Yatırım ve Kalkınma Bankalarının kaynak sağlamak amacıyla çıkardığı menkul kıymetlerdir.
4-Banka Garanti Bonoları: Kalkınma ve yatırım Bankalarından kredi kullanan anonim Şirketlerin bu kredilerin teminatı olarak bankaya verdikleri menkul kıymetlerdir.
5-Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK): İhraç edilen kurumun kendi ticari işlemlerinden doğan veya devraldığı alacakları karşılığında ihraç ettikleri menkul kıymetlerdir. Bankalar Tüketici ve Konut Kredileri karşılığında VDMK ihraç edebilirler
6-Yatırım Fonu Katılım Payı: Katılım Belgeleri sonucu toplanan paralarla belge sahipleri adına ilişkin dağıtılması ilkesine göre menkul kıymetlerden oluşan” portföyü”( yatırımcının yatırım kalemlerinin oluştuğu sepettir
) işletmek amacıyla kurulan mal varlığıdır.
       
    Yatırım fonları bankalar, aracı kurumlar ve sigorta şirketleri tarafından kurulabilirler.
Portföy değerinin en az %25’ni devamlı olarak Türkiye’de kurulmuş Anonim ortaklıkların hisse senetlerine yatırmış olan yatırım fonları A tipi diğerleri ise B tipidir.
B-SERMAYE PİYASASI ARAÇLARI:
1-Hisse Senetleri: Bir şirkete ait sermayenin belli bir oranını temsil eden ve sahiplerine o oranda ortaklık hakkı sağlayan menkul kıymetlerdir.
2-Özel sektör Tahvilleri= Devlet ve Anonim Şirketler tarafından ödünç para bulmak amacıyla üstünde yazılı değerleri eşit ve ibareleri aynı olmak üzere çıkarılan senetlerdir. Kupon ödemeli olabilirler.
Elinde bulunduran kişiye 3 ayda 6 ayda veya yılda ödeme alma hakkı verir.
3-Devlet Tahvilleri: Devletin bütçe açıklarını ve para ihtiyacını karşılamak için çıkarttığı menkul kıymetlerdir.
4-Kar ve Zarar ortaklığı Belgesi:  Anonim Şirketler tarafından kar ve zarara ortak olmak üzere yurtiçi ve yurtdışında satılmak için çıkartılan menkul kıymetlerdir.
5-Katılma İntifa Senedi: Anonim Şirketlerin nakit karşılı ihraç ettiği ve alan kişiye kar payı, tasfiye bakiyesinden yaralanma hakkı veren menkul kıymetlerdir.
6-Gelir Ortaklığı Senedi: Kamu ortaklığı idaresi tarafından çıkarılan bu menkul kıymetler bir kamu alt tesisinin belli bir sürelik gelirine karşılığı gösterilir.
7-Eurobond: Satışa sunulduğu ülkenin para birimi dışında bir para birimi üzerinden ihraç edilen tahvillerdir.
8-Yabancı Tahvil: Yabancı bir ülkede satışa sunulan ve sadece o ülkenin para birimi cinsinden ihraç edilen tahvillerdir.

FİNANSAL ARACILARIN GÖREVLERİ:
Finansal aracılar; Tasarruf sahiplerinden fon borçlanarak daha sonra bu fonları kredi olarak veren aracılardır. Finansal aracılar sayesinde tasarruf sahibi ve fona ihtiyaç duyanlar sistematik bir şekilde işlerini gerçekleştirirler.
Finansal Aracı Kurumlar önemli bazı işlevleri yerine getirdiği için bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmışlardır. Finansal aracı kurumların önemli olan ekonomik hizmetlerini iki ana bölüme ayırabiliriz.
1-İşlem Maliyetini Azaltmak: Finansal işlemlerin gerçekleşmesinde harcanan paraya ve zamana işlem maliyeti denilir. Finansal aracılar bu tür işlemlerde devreye girerek ölçek ekonomisi yaratıp işlem maliyetini azaltırlar. Üretim artar, maliyet düşer.
Ölçek ekonomisi; İşlem hacmi arttıkça işlem maliyetinin düşmesidir.
2- Eksik bilgilenme sorununu ortadan kaldırmak: doğru ve tam bilgilendirme sağlayarak yerinde yatırım kararları alınmasını sağlarlar. Kötü niyetli yanlış bilgiler konusunda uyarırlar.

FİNANS ARACI KURUM VE ŞİRKETLERİN TÜRLERİ:
Mevduatların alım satımını yapan kişilere Broker ve Dealer adı verilir. Broker: Menkul kıymetlerin alıcı ve satıcılarını bir araya getirerek kazanç elde eden kişilerdir.(risk yoktur.)
Dealer:  Menkul kıymeti satıcıdan üstüne alan ve alıcıya satan kişidir.(Risk vardır.)

Finans aracı kurumları ise aşağıda sıraladığımız şekilde sınıflandırabiliriz:

A- Ticari Bankalar: Mevduat toplaya kurumlar içinde en önemlisidir.

 B- Sözleşmeye dayalı Tasarruf Kurumları: 1-Sigorta şirketleri: Hayati sağlık, doğal afet, kaza sigortası gibi konularda sigortacılık hizmeti sunarlar. Bu kurumlar yaptıkları projelerle kişilerden fon toplarlar ve bunları uzun vadeli yatırım araçlarında değerlendirirler.
2-Özel Emeklilik Fonları: Bu fonlara katılanlara belirli koşullarda emeklilik getirisi sağlarlar.

C- Diğer Yatırım Aracı Kurumları:
1-Finansman Şirketleri: Finansman bonosu, hisse senedi ve tahvil çıkartarak fon toplarlar bu fonları mobilya, araba, eşya gibi tüketici ve küçük işletmelere satarlar.
2- Kalkınma ve Yatırım Bankaları: Yatırım bankaları sermaye piyasasında faaliyet göstermek sermaye piyasası araçlarını kullanarak yatırım yapmak, işletmenin mali yapısını düzenlemesine yardımcı olmak ve bu konuda danışmanlık hizmeti vermek yanında mevduat kabulü hariç tüm banka işlemlerini yapan kurumdur.
Kalkınma Bankasının Yatırım Bankasından farklı olarak yaptığı işlem; öz kaynaklarıyla kredi verme faaliyetidir.
3-Yatırım Ortaklıkları; Menkul kıymet pörtföy işletmek için kullanılan anonim şirketidir.


Menkul kıymetlerin alım ve satımında aracı olan kişi ve kurumlar, bu ekonomik hizmetleri yerine getirirken büyük kazançlar sağlarlar.

FİNANS EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ ÇARKLARI:

     Uluslararası Finans şirketlerinin en ağırlıklı ekonomik faaliyetleri, dünyanın her tarafında bulunan ülkelere, yapacakları ekonomik yatırımlar için komisyon ve faiz geliri karşılığında mali kaynak sağlamaktır. Buna “yatırım kredileri “veya bankalar arasında “sendikasyon kredisi “adı verilmektedir.
     Küçük bir emlakçı sabit oranlı bir komisyon karşılığında, yapmış oldu emlak alım satımındaki aracılık hizmetinden mütevazi bir gelir eder. Yatırım için finans sağlayan bir finans şirketi ise yapmış olduğu aracı hizmetlerinden almış olduğu komisyonlarla, çok büyük gelirler elde edebilmektedir. Bunun nedeni,  yatırım yapacak olan ülkelere sağlanan kredilerin yüzmilyon hatta milyar dolar düzeyinde olması, buna bağlı olarak alınan komisyon ve faizlerin de büyük miktarlarda gerçekleşmesidir. 150 milyon dolarlık yatırım finansmanı sağlayan bir bankanın finans bölümü bu finansmanı tek başına üstlendiğinde %2 komisyon bedeli karşılığında üç milyon dolar gelir elde eder.

     Finans şirketleri, yatırım bankacılığı yapan bankalar ve bankaların finans bölümleri ülkelere ve şirketlere yatırım finansmanı sağlarken, yatırım finansmanı talebinde bulunan şirketlerin ve ülkelerin ekonomik yapısına bakarak, gerekli komisyon ve faiz oranlarını belirler. Karlılık yapısı zayıf olanların komisyon ve faizleri yüksek tutulur, çünkü geçerli olan nedene göre yüksek risk ile sermaye sağlanmaktadır.
     Yatırım için finansman isteyen ülke veya şirket birçok bankadan finans şartlarına ilişkin öneri ister. Bu bankalardan birini ana banka olarak belirleyip finans grubu oluşturması için vekâlet verir. Bu Bankaya “Top Left” adı verilmektedir.
      Sendikasyon kredisinde üstlenici bankalar finansman grubu oluşturulmasında söz sahibi bankalar olurlar. Üstlenici bankalar, finansman sorumlusu bankalar anlamına da gelir.
Yetki belgesinin alınmasının ertesi günü üstlenici banka grubunun görüşmesi sonucunda,
sendikasyon aşamasında her bir bankanın rolünün ne olacağı ve komisyonun ne şekilde
dağılacağı belirlenir.
     Bankaların uluslararası finans bölümünün ağırlıklı işi sendikasyon kredileridir.
 Bir bankanın tek başına yüklenemeyeceği büyüklükteki finansmanı, çok sayıda bankanın finans grubu oluşturarak gerçekleştirdikleri finansman yöntemi 1960’lardan itibaren çok büyük ölçülerde geliştirilmiştir. Finansman rakamı normalde yirmi milyon dolarla iki milyar dolar arasında değişir. Piyasa hareketlerini göz önünde bulundurarak, en uygun koşullarla finans grubu oluşturmaya dayanan, yatırım bankacılığı tarzı bir bankacılık tekniğidir.

     Sendikasyon kredisi işlemleri karışık bir iş gibi görülebilir ama yöntemi pek zor değildir.
Öncelikle, borçlu çok sayıda bankadan finans şartlarına ilişkin öneri ister, bunlardan birini ana banka olarak belirleyip, finans gurubu oluşturma vekalet yetkisi verir. Sonra, bu ana banka, çok sayıdaki güçlü banka ile finans grubunu oluşturur. Bu gruba dahil olan bankalar, finansman şartlarının belirtildiği katılım davetini dünyanın dört bir yanındaki bankalara göndererek, işbirliği grubuna girecek bankaları toplar. Finans grubu, ana banka ve beş ila otuz finans grubu bankasından oluşur. Finans grubunun oluşumu tamamlanınca, bu kez finans sözleşmesinin hazırlanması (dökümantasyon) başlar. Sonunda, tüm muhataplar finans sözleşmesi üzerinde harfiyen anlaştığında, imza töreni düzenlenerek sözleşme tamamlanmış olur. Bu bir dizi prosedürün tamamlanması en kısa beş hafta
sürer. Uzadığında bir yılı bulabilir.
    Finans şirketlerinin, yıllık faiz oranları % 50-100 oranlarında olan gelişmekte olan ülke bonolarının satışından ve bu bonolara yapılan yatırımlardan müthiş karlar ettikleri dönemler olmuştur.
     Bankaların hisse senedi alım satımı yapan bölümleri hisse senetleri artışından büyük karlar elde ederler. Aracı simsarlar olan bu bölümde görev yapanlar özellikle hisse senetlerinin değerinin yükseleceğini hesapladıkları şirketlerin hisse senetlerini toplayarak büyük karlar etmişlerdir. Wall Street’te en başarılı aracı simsar “süper alım-satım işlemcisi” Robert Rubin, yatırım bankası Goldman Sachs’ta on yıl boyunca aracı simsarlık bölümünü yönetmiş, banka içerisinde uluslararası yatırım finansmanı bölümünün ardından en yüksek karı elde etmeyi başarmıştı.
     Bu yatırım kredisi hizmetinden elde edilen gelirlerden borsa şirketleri, bu şirketlerin danışmanları, finans bankaları ve bu bankaların danışman ve çalışanları yüzbinlerce dolarlar, hatta milyon dolarlarca gelirler ederler. Gelirin bu büyüklükleri nedeniyle bu finans dünyasında ve bu finans dünyasının çevresinde oluşan ekonomide acımasız ve dürüst olmayan bir rekabet ortaya çıkar. Finans şirketlerinde çalışan elemanlar sürekli başarılı olmak zorundadırlar. En çok başarılı olanlar yükselir, çok büyük primlerle genç yaşlarda yaşamlarını garanti altına alırlar, ülkelerinin ve dünyanın en çok kazananları arasına girerler. Başarılı olamayanlar hemen tasfiye edilirler.
     Yazar Ryo Kuroki bir Japon bankasının çevresinde geçen yatırım şirketlerindeki ekonomik olayları, insan ilişkilerini ve durumlarını “Top Left” adlı romanında yazmıştır:
 “Bu ay işe girenler ve çıkanlar listesi. 70’in üzerine yeni eleman ve 100’e yakın işten çıkan elemanın adı, bölümü ve unvanı tam liste asılmıştı. Yatırım bankasında çalışanların işe girip çıkma trafiği oldukça yoğundur. Zayıf olanlar, göz açıp kapayıncaya kadar fırlatılıp atılır, sadece güçlüler ayakta kalır.” (s.157, Top Left, Ryo Kuroki,)
     “Tatsuhana, kendi kendine; “ Menkul satışı komisyoncusunun yaşamı öyle bir şeydir işte... Bizler bu işe başladığımız anda köşeye sıkıştırılmış boksörleriz. Akan kanlarla iki gözümüz birden kapanır, yere düşmek üzere olduğumuz korkusu içerisinde karanlığa yumruğumuzu savurmak zorunda kalan boksörler. İş bağlamaya devam etmezsem ayakta duracak yerim kalmaz, düşer giderim.” (s.112, Top Left, Ryo Kurokı,)
     “Amerikan yatırım bankalarında iş alınırken, para kazanmak yaşamın en önemli sorunu olurdu. 1 milyon doları aşan yıllık gelire, insanların gözlerinden uzak çekilen sıkıntılar ve ailelerinin gözyaşlarının bedeli de dahildi. Yatırım bankasında bedel biçilemeyecek hiçbir şey yoktu. “(s.94, Top Left, Ryo Kurokı,)
     “Sendikasyon gücü olan Amerikan bankaları, tamamını katılımcı bankalara verdiği faizi
olabildiğince düşük tutar, kendilerinin tamamını götürecekleri üstlenme komisyonunu olabildiğince yüksek tutarlar…Günümüzdeki M&A’da (yatırım finansmanı bölümü) artık mantık arama. Sadece bir para oyunu. Yatırımcılar ve ticaret bankaları para kazandıktan sonra şirketlerin geleceğinin ne olacağına hiç bakmazlar. Onun için de onların gözünün önünde en kalın havucu sallandıran oyunu kazanır.”


      Bu acımasız ve kuralsız rekabete dayanan ekonomik ortam başta gelişen ülkelerin ekonomileri üzerinde olmak üzere,  tüm ülkelerin ekonomileri üzerinde olumlu olduğu kadar çok büyük olumsuz etkilerde bulunur. Devletin diğer siyasi kurumlarını da etkisi altına alan bu sınırsız özgür rekabet dünyası, devleti yöneten siyasi kadroları da kapitalist sisteme uyumlaştırmıştır. Türk siyasetinde rol alan siyasilerin, seçim rekabeti sonucunda yarışı kazanandıklarında elde etmiş oldukları maddi ve sosyal kazanç bunun örneğidir. Yarışı kazanan iki yılda emekli olmakta, görev süresince diğer devlet çalışanlarına göre yüksek maaşlara ve sosyal haklara sahip olarak toplumda ayrıcalıklı bir yer edinmektedir.
       Kapitalist dünya düzeni gerçekte, daha çok, bu finans ekonomisi çevresinde geçen olayları ifade eder, üretim ve istihdam amacı ile bir fabrikaya yatırım yapan ancak aşırı kar elde etme hırsıyla ahlaki-insani değerlerden uzaklaşan bir patronun, bir fabrikatörün ekonomi dünyası kapitalist düzeni ifade etmez.
     Bu ekonomik sistem içinde yüksek komisyon ve menkul varlıklardan elde edilen yüksek gelirlerle zengin daha fazla zenginleşir, fakir ise daha fazla fakirleşir. Bu nedenle Avrupa Birliği ülkelerinde ve birçok ülkede okullarda “Finans Okuryazarlığı” dersi konularak tüm bireylerin tasarruflarını değerlendirerek gelirlerinin artırılması düşünülmüştür. Ancak finansal ekonomi dünyasına adil ve doğru olmayan girişimler egemen olduğundan gelir dağılımı adaletinin düzeltilmesi için “ finans okur-yazarlığı eğitimi “çözüm yolu olamamaktadır.


FİNANS EKONOMİSİ -2-
FİNANS SERMAYESİ VE FİNANSAL OKURYAZARLIK  

     
        Dünya Bankası (World Bank) ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi uluslararası değerlendirmeler yapan kuruluşlar ülkelerin finansal okuryazarlığını devlet politikalarına daha çok dâhil etmesi gereğinin bildirmektedirler. OECD gençlere,   mümkün olduğunca küçük yaşlardan itibaren finansal eğitiminin sağlanması ve finansal eğitimin zorunlu eğitim müfredatı ile bütünleştirilmesi gerektiğini sıklıkla dile getirmektedir. 
         Finansal okuryazarlık en genel haliyle “finansal kavramlar ve risklerin bilgi ve anlayışına sahip olmak, bu bilgi ve anlayışla değişik finansal bağlamlarda etkili kararlar almak, birey ve toplumun finansal iyi olma halini geliştirmek ve ekonomik hayata katılımı sağlamak için kullanma becerisi, motivasyonu ve güveni” oluşturmak, olarak tanımlamaktadır (OECD, 2012)” https://tedmem.org/mem-notlari/degerlendirme/temel-bir-yasam-becerisi-finansal-okuryazarlik (Türk Eğitim Derneğinin internet sitesi)
      PISA (Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı) 2012 değerlendirmesinde, finansal okuryazarlık alanında verisi bulunan 15 ülke ve üç ekonomi bulunmaktadır ve bunların arasında Avustralya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Flaman Bölgesi-Belçika, Yeni Zelanda ve Polonya’dan katılan öğrenciler OECD ortalamasından daha yüksek performans göstermiştir.
      Finansal okuryazarlık, toplumların gelir dağılımında dengenin sağlanmasının,  gelir eşitsizliğini azaltmanın bir yolu ve bireylerin refahının arttırılmasının çaresi olarak görülmektedir. Her türlü spekülasyonlara açık olan, acımasız bir yarışın olduğu menkul kıymetler borsasında bu olası görülmemektedir. Her türlü rekabet anlayışının özgür olduğu serbest ekonomi anlayışı içinde, kredi sermayesi, parasal sermaye, sanayi sermayesi arasındaki rekabet sonucu zengin daha fazla zenginleşmekte, fakir ise daha fazla fakirleşmektedir.
      İlk olarak 1910 yılında Viyana’da yayımlanan düşünür ve siyasetçi Rudof Hilferding’in Finans Kapital adlı banka sermayesi ve finans kapitali analiz ettiği kitabında yazdıkları günümüz borsalarında yaşananları canlı olarak ortaya koymaktadır:  “…Kurucu hissesi ya da karı, anonim şirketlerin kuruluşunu teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda önemli bir servet kaynağı oluyor ve sonraki yatırımlara hazır tutuluyor. Her iki biçimde de bu hisseler sermayenin odaklaşmasına yol açıyor, dev şirketlerin, hatta kartellerin ve tüm sanayi kollarını denetleyen tröstlerin türemesini sağlıyor” (s.23, Rudolf Hilferding, Finans Kapital)   
       Anonim şirketler ekonomik koşulların sermaye gerekliliğine bağlı girişimlerine duyulan gereksinimlerden ortaya çıkmış ve anonim şirket kurucu üyelerine şirketlerin kontrolüne yol açarak, kurucu karı, prim, komisyon, tercihli hisse gelirleri ile büyük parasal sermayelere sahip olmalarının yolunu açmıştır. Salt devletin ekonomik ve örgütlü gücü ile gerçekleştirilebilecek girişimler, kişisel girişimlerle gerçekleştirilme olanağı olmayan alanlardaki girişimler anonim ortaklıklar biçiminde kurulan şirketler sayesinde gerçekleştirilmiştir. Bunların en belirgin örneği demiryolu yatırımlarıdır; ilk büyük örnekleri de İngiltere ve Hollanda’da kurulan ve Doğu Asya ülkeleri ile ticari bağlar kurmayı amaçlayan,  Doğu Hindistan Şirketleridir. (East İndia Company)


        Anonim şirketlerin başında kurucu ve öncü olan girişimci bir oligarşi bulunur. Şirket gelirlerinin kontrolü gizli bilgileri bu oligarşinin elindedir. Adi hisselere sahip olan diğer ortaklar ise işten habersiz, yönetimden hiç anlamayan kalabalıkları oluşur. Kurucu hisse sahiplerinin belli bir geliri vardır. Adi hisselerin belli sabit bir geliri yoktur. Bunların gelirleri ekonomik koşullara bağlı olarak dalgalandığından adi hisseler spekülatörlerce çok sahiplenir. Kurucu üyeler İçerden sahip oldukları bilgilerle çok ucuza ele geçirdikleri bu hisselerle bu şirketleri tam sahiplenirler. Denetimleri altına alarak ekstra büyük kazançlar sağlarlar. 
      “Bir yandan anonim şirketlerin gelişmesi, bir yandan da mülkiyetin genişleyerek odaklaşması sonunda, sermayelerini çeşitli şirketlere yatırmış bulunan dev kapitalistlerin sayısı çoğaldı. Hisse senetleri alanındaki yoğun sahiplenme şirketin yönetiminde yer alma gücünü sağlıyor. Büyük hisse sahibi, yönetim kurulu üyesi olarak hem prim şeklinde kardan hisse alıyor, hem de girişimin yönetimini etkileme olanağını buluyor ya da kendinden önceki yöneticilerin bilgilerini senetlerde spekülasyon yapmak veya başkaca işlemlerde kullanma fırsatını yakalıyor. Kendi kişisel sermaye kaynakları ya da (banka müdürleri halinde) temsil ettikleri dış sermayenin odaklaşmış gücü sayesinde, pek çok şirketin yönetim veya müdürler kurulu üyesi olanlardan meydana gelen bir çevre ortaya çıkıyor. Bu şekilde bir çeşit kimlik birliği (Personalunion) doğuyor bir yandan çeşitli anonim şirketlerin kendi aralarında, öte yanda bunlarla bankalar arasında.(s.194, Rudolf Hilferding, Finans Kapital)

      Anonim şirket tarafından ayrılacak amortismanları, ödenen prim ve ikramiyeleri, ayrılan rezerv payları içerden birer kişi olarak bilen bu kişiler, hisse senetlerinin gelecekteki kar durumunu da bilirler. Bu bilgiye bağlı olarak aldıkları hisse senetleri ile hisse senetleri üzerindeki fiyat değişmeleri de etkileyerek büyük karlar ederler. Dışarıdan borsada alım satım yapan ve hisse senetleri arasındaki farktan kar etme amacını taşıyan diğer oyuncuların bu net karlara ulaşması zordur. 
       Diğer yandan spekülatörlerin, kar elde etmek için hisse senetlerinin arz ve talebi arasında değişiklikler yaratması doğası gereğidir. Çünkü, bir borsa oyuncusu (spekülatör) kar elde etmek için, sadece hisse senetlerinin değer artışından yararlanmaz. Asıl olarak arz ve talebe bağlı ortaya çıkan alış ve satış fiyatları arasındaki farktan kar eder. Bunun için de    
geniş kapsamlı alımlarla yarattıkları yapay taleple hisse fiyatlarını tırmandırıyorlar. Özellikle parasal sermayesi büyük olanlar bu yöntemle büyük karlar elde etme amaçlarını, bir şirketi ele geçirme veya bir şirketi iflasa sürükleme hedeflerini gerçekleştirmektedir. “ … yarattıkları talep sayesinde bu (yapay-y.ö.) hisse fiyatlarını tırmandırıyorlar. Bu eğilim bir kez patlak verince, onların peşinde spekülasyona katılanlar da satın almaya başlıyor ve bu kez (daha az yapay-y.ö.) talepler artıyor ve fiyatlar yeniden yükseliyor. Oysa bu arada büyükler çoktan çekilmiş bulunuyorlar. Şimdi artık yavaş yavaş kar edebilirler ya da yükselen rayici kendi amaçları doğrultusunda az çok sabit tutabilirler. Bu durumda büyük sermaye sahibi olmak piyasada doğrudan üstünlük sağlıyor, çünkü bu sermayenin kullanıldığı yön piyasanın da yönünü belirliyor. Büyük sermayenin üretim alanındaki üstünlüğü, kendini daha ucuz üretimde, yani fiyatların düşürülerek değiştirilmesinde belli ederken, bu üstünlük borsada
doğrudan doğruya fiyatları etkiliyor.”( s.216, Rudolf Hilferding, Finans Kapital )



       Şirket ve banka yönetiminden uzak olan küçük borsa yatırımcıları, fiyatlar üzerindeki etkileri bilmediklerinden ve arz ve talebi etkileme güçleri olmadığından hisse senedi fiyatlarındaki değişmeleri tam olarak bilemez. Bu da elde edecekleri karların zararları telafi edecek düzeyde kalmasına neden olur.
      Spekülasyon fiyat değişikliklerini sömürmeye dayanmaktadır. Şirketin ürettiği mal ve hizmetin fiyatlarının değişmesi Sanayi (üretken) sermaye sahibi kişileri ilgilendirirken,  hisse senetlerinin fiyatlarının değişmesi spekülatörü ilgilendirmektedir. Spekülatör için karın yükselmesi ya da düşmesi önemli değildir, onun için önemli olan şey yalnızca bu değişmeler ve değişmeleri önceden görebilmektir.
     “…spekülatör kazancını hiçbir zaman bu yükselen kardan sağlamaz, çünkü kazancını kar
düşerken de sağlayabilir. O, karın yükselmesini değil, aslında karın yükselme veya alçalması sırasında kar senetlerinin fiyatlarında yükselen karın kendisini cebine atmak için değil - çünkü bunu yatırımcı kapitalist yapıyor- bunların alım satımından kar etmek için elinde tutar. Kazancı kardan pay alma şeklinde değil -çünkü kar azalırken bile kazanabiliyor- fiyat değişmelerinden pay koparna biçimindedir, öyle ki önceden sattıklarını, belirli bir zaman gelince, daha ucuza satın alır. Ya da önceden aldıklarını daha pahalıya satar.”(s.217, Rudolf Hilferding, Finans Kapital )

      Spekülatörlerin diğer bir adıyla parasal sermaye sahiplerinin kar senetlerinden düşerken de yükselirken de kar etmelerine en büyük çağdaş örnek, ünlü spekülatör Soros’un yapmış olduğu spekülatif yatırımlardır. Soros, borçlanma ile(Hedding)  almış olduğu Poundları o günkü kur üzerinden dolara yatırır. Pound devalüe olunca, değeri düştüğünden, almış olduğu pounddan daha az bir borcu ortaya çıkmış olduğundan, aradaki farktan büyük karlar eder.
       Soros önce, hedding yoluyla (borçlanma işlemi) o günkü kurdan dolar ile Pound almıştır. Bu işlemin yapıldığı ekonomik koşullar içinde Pound,  Avrupa birliğinin ortak para birimine katılacağı düşünüldüğünden düşme eğilimindedir ve devalüe edilmesi gerekmektedir veya Pound tedavülden kalkacaktır. Devalüe olma eğilimindeki Poundu hedding yoluyla alan Soros, düşme eğiliminde olan Poundu, elindeki poundların bir kısmını piyasaya sürerek değerinin düşüşünü hızlandırır ve Pound yüzde yüzlere yakın düşer. Düşen Poundlar üzerinden, elde etmiş olduğu dolarları bozdurarak borcunu öder ve arada fark olan kalan bir milyar doları kar olarak cebine koyar. Düşen Pound İngilizlerde, Avrupa birliğinin ortak para birimine girmesi düşüncesinde ters tepkiye neden olur, çünkü ortak para birimi İngiliz vatandaşını yoksullaştırmıştır. İngiltere ortak para birimi Euroya girmez ancak Avrupa birliğinin üyeliğini kabul eder. Pound serbest kur rejimine bağlanarak dalgalanmaya bırakılır ve eski değerinin yüzde onbeş altında değerini bulur.

     Bu olay ekonomik durgunluğa girmekte olan ülkelerde, spekülatörlerin nasıl çalıştığına ve ülke ekonomilerini nasıl düşüşe ve çöküşe sürüklediklerine ilişkin çok somut bir örnektir.  
     Çağdaş finans kapitalizminin yol açtığı krizlere en büyük örneklerden birisi de Uzak Doğu’da ortaya çıkan ve dünyada birçok ülkeyi etkileyen ekonomik krizdir:

“Küçük bir gmp hedge fonu -yetkililer isim vermeseler de bunların Soros’un Quantum Fonu ve Julian Robertson’un daha az tanınan ama aynı ölçüde etkili Tiger Fonu olduğu söyleniyor- Hong Kong’a karşı “ikili oynamaya” başladı. Hong Kong hisse senetlerini short sattılar -yani, hisseleri sahiplerinden ödünç alıp, sonra onları Hong Kong doları karşılığında sattılar (tabii ki, sahiplerine hisselerini yeniden satın alıp onlara iade edeceklerini -ve ayrıca hisse senetlerini bir süre kullanmanın bedeli olarak bir de “kira bedeli” ödeyeceklerini- taahhüt ederek.) Sonra, satın aldıkları Hong Kong dolarlarını ABD dolarına çevirdiler. Aslında iki şeyden birinin gerçekleşeceğini tahmin ediyorlardı. Ya Hong Kong doları devalüe edilecek ve bunun sonucunda yaptıkları döviz spekülasyonundan para kazanacaklardı ya da Hong Kong Para Yetkilileri faiz oranlarını yükselterek parayı korumaya çalışacaktı ki, bu durumda da yerel borsa düşecek ve parayı short hisse senedi pozisyonlarından kazanacaklardı
Fakat Hong Kong yetkililerine göre hedge fonları yalnızca bu iki tahmin üzerine oynamakla kalmıyordu: 1992’de Soros’un yaptığı gibi bunların gerçekleşmesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Hong Kong dolarları düzenli aralıklarla, büyük bloklar halinde göze batacak şekilde satılıyor, böylece piyasada herkesin dikkati çekilmek isteniyordu. Hong Kong yetkilileri yine isim vermeden hedge fonlarının gazetecilere ve dergi editörlerine Hong Kong dolarının ya da Çin renminbisinin veya her ikisinin birden devalüasyonun eşiğinde olduğunu anlatan hikâyeler yazmaları için para verdiklerini de iddia ettiler. Diğer bir deyişle, hedge fonları paraya saldırmak için kasıtlı bir gayret gösteriyorlardı. .. Bu nedenle Hong Kong’un Asya-Pasifik bölgesinin çoğu kısmında oynanan bir oyunun en etkileyici bölümü, hatta büyük olasılıkla tüm zamanların en büyük borsa komplosu olduğu düşünülebilir.” (s.114, Paul Krugman, Bunalım ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz)

      Borsada, üretici olarak kar etmeyen hatta kapanma noktasında olan şirketlerin hisseleri üzerindeki büyük karlar elde edilerek yapılan hisse senetleri spekülasyonu, dünyadaki birçok ekonomik krizin ise temel nedenidir. 2008 yılında Amerika’da ortaya çıkan “ mortgage” krizi bunun en büyük örneğidir.

       Görülüyor ki öğrencilerimize verilecek Finansal okuryazarlık eğitimi ile ülkelerin gelir adaletsizliğini düzeltmeleri, ailelerin refahlarını arttırmaları, aşırı özgür bırakılan, hukuk ve kural tanımayan bir rekabetin yaşandığı ekonomik piyasalarda mümkün değildir. Hukuk ve kurallarla sınırlandırılmamış, vahşi bir rekabet toplumu, orman yasaları ile yaşanan bir ortam durumuna getirmektedir. Sınırsız bir kar hırsı, insanları birbirine ezdirdiği gibi doğanın ve dünyanın hızla tahrip edilmesine, kaynakların büyük bir israfla tüketilmesine neden olmaktadır.

       Bizim görüşümüz, borsada işlem gören mal ve hizmet üreten şirketlerin gerçek piyasa değerleri üzerinde hisselerinin işlem görmesi, şirket bilgilerinin doğru, açık ve erişilebilir olması; serbest rekabet içinde üretim yapan toplumun hukuk kurallarının yeniden konulması, rekabetin hukuklaştırılması, rekabetin toplumsallaştırılması ve her ne kadar rekabet olan bir ekonomik sistemde, gelir dengesizliğini önlemek mümkün değilse de, kurulacak fiyat düzenleme kurumları ve gelirlerin adaletli dağılımı ile gelir dağılımının dengelenmesidir.  


KAYNAKÇA:
1. Ryo Kuroki, Top Left, Çeviren: H.Can Erkin, Bizim Kitaplar, Dünya Edebiyatı 88/Roman, İstanbul- 2010
2. Rudolf Hilferding, Finans Kapital, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları:229-Kuramsal Dizi, İstanbul, Ceylan Ofset, Birinci Basım:Kasım 1995
3. Paul Krugman, Bunalım ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Çeviren: Neşenur Domaniç,  Literatür Yayıncılık, 595, Ayhan Matbaası,  Altıncı Basım 2010, İstanbul-Beyoğlu 



 İsmail İNCİ,  12/11/2019


 





 






                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

                                                                                        
                                                                                                                                                                                                                                                                              

26 Nisan 2019 Cuma

EKONOMİK DURGUNLUK-RESESYON- VE EKONOMİK DEPRESYON






EKONOMİK DURGUNLUK—RESESYON-VE EKONOMİLERİN ÇÖKÜŞÜ

     Türkiye’nin, Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) tarafından yayımlanan istatistik verilerine baktığımızda, global standartlara göre oldukça yüksek seyreden %7,3 ve %7,4’ lük ekonomik büyümesinin 2017’nin 3.çeyreğinden (Ekim 2017) itibaren, yavaşlamaya başladığı ve 2018’in 2.çeyreğinde büyümenin  %5,2 ye gerilediği görülür. 2018’in 3.çeyreğindeki ekonomik büyüme ise kurlardaki ani yükselişe bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik durgunluk nedeniyle %2,1 olarak gerçekleşebilmiştir.
     TÜİK’in enflasyon oranı verilerine göre aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi Türkiye’de enflasyon 2018 yılının 2. çeyreğinden itibaren bir önceki yıla göre hızla yükselmeye devam etti ve Ekim ayında yıllık TÜFE bir önceki yıla göre ikiye katlanarak %25,24’e yükseldi. Satın alma gücünün erimeye devam etmesi karşısında iç talepte de büyük düşüş olmuştur ve düşüş sürmektedir.


      Türkiye ekonomisinde yüksek seyreden enflasyon, faiz ve TL’nin ani ve hızlı değer kaybı ekonomik durgunluğa, ekonomide düşüş ve çöküntülere neden olmaya başlamıştır.  
      Türk ekonomisinin ünlü şirketlerinin konkordato ilan etmelerinden, iflaslarını açıklamalarından, işçi çıkartmalarından ekonomideki bu durgunluk ve düşüşü her gün hep birlikte yaşamaktayız. Özellikle işsiz kalan yurttaşlarımız ve kapılarını kapatan işyerlerimiz bu ekonomik olaylarının etkilerini acı şekilde yaşamaktadır:
     “Net bir veri bilinmemekle birlikte uzmanlar daha önce yılda ortalama 300 şirketin iflas ertelemeye başvurduğunu, Mart ayından sonra bu rakamın şimdiden en az üçe katlandığını söylüyorlar.
     Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, 27 Aralık'ta yaptığı açıklamasında devlet kayıtlarına göre 979 firmanın konkordato ilan ettiğini belirtti.”
(Konkordato, şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması için başvurdukları hukuki bir yoldur.)
    “ -Üç ay önce konkordato başvurusunda bulunan Hedef Yapı'nın iflasına karar verildi. Şirket, Çamlıca Camii İnşaatı, İstanbul Atatürk Havalimanı ve Dünya Ticaret Merkezi inşaatlarında görev almıştı
    - Konkordatolar sonrası ilk büyük iflas kararı Pamukkale Turizm için verildi. 26 Ekim'de nakit akışındaki problemler ve borçların ödenebilmesi için 3 ay geçici mühlet alan şirketin konkordato ile başarıya ulaşamayacağını belirlenmesi üzerine Pamukkale Turizm ve konforlu yolcu taşımacılığı şirketi Pamukyol'un konkordato talebi reddedilerek iflasına karar verildi. Pamukkale Turizm 56 yıl önce kurulmuştu ve yaklaşık 600 otobüsüyle hizmet veriyordu. (16 Ocak 2019)
    -Tekstil sektöründe bir asrı aşan faaliyetleriyle Türkiye'nin en eski tekstil ve moda markalarından Çift Geyik Karaca konkordato ilan etti. Türkiye genelinde 750’e yakın çalışanı, 200’e yakın satış noktası ve yıllık 10 milyona yakın ziyaretçisiyle hizmet veren Çift Geyik Karaca, konkordato gerekçesi olarak likidite sıkışıklığı, döviz kurundaki artış ve yüksek faizi gösterdi. (17 Aralık 2018)
     -Daha önce ticari faaliyetlerinin kesintiye uğramaması için konkordato başvurusu yapan beyaz et ve yumurta üreticisi Keskinoğlu konkordato başvurusu ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Kısa vadeli borçlar nedeniyle konkordatoya başvurduk" ifadeleri yer aldı.
     -Hotiç ve Yeşil Kundura'nın ardından Türkiye genelinde 50 mağazası bulunan Beta Ayakkabı da konkordato başvurusunda bulundu. Yeniden yapılandırma sürecini başlattığını açıklayan şirket, konkordatoya gerekçe olarak AVM'lerde döviz ile ödenen kiraları ve fabrikalarında gerçekleşen yangını gerekçe gösterdi.” . https://www.haberturk.com/bir-musibet-bin-nasihatten-iyi-geldi-2393857-ekonomi

      -…..organize sanayi bölgesinde işçi alımları durdurulduğu öne sürülüyor. Birçok üretim yapan firmanın, üretim yapmama kararı aldığı iddiaları dolaşıyor. Yarış Kabin Sanayi 100 kişiyi işten çıkarttı http://www.balikesirhaberajansi.com/haber-11-8-2018
     -Soma Kömürleri A.Ş ‘ye ait Işıklar Ocağının yanında bulunan Kömür yıkama tesislerinde çalışan 60 işçi işten çıkarıldı. Gerekçenin ise iş potansiyelinin düşmesi olarak açıklandığı belirtildi. 02 Ekim 2018https://www.evrensel.net/haber/
     -İzmir Kemalpaşa'daki organize sanayi bölgesinde kurulu bulunan, pasta, dondurma ve tatlı üretilen Özsüt Fabrikası'nda bu sabah yeni işten çıkarmalar ve ücretsiz izne göndermeler yaşandı. Elden çıkarılmak istenen fabrikada işçilerin maaşları 6 aydır düzenli ödenmiyor. Üretimin durma noktasına geldiği fabrikada, Ocak ayının sonuna gelinmiş olmasına rağmen Aralık maaşları dahi yatırılmamış durumda.  31 Ocak 2019   https://www.evrensel.net/haber/
     -Bursa TOFAŞ fabrikasında nakliye ve park işlerini yapan Mepar Nakliyat’ta çalışan 97 işçi ekonomik kriz bahane edilerek işten çıkarıldı. http://siyasihaber4.org/e/isten-cikarma
     Türk Ekonomisinin durgunluğa, düşüş ve ekonomik krize doğru gitmekte olduğunu gösteren bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür:
      -Sanko: En az 300 işçinin işten çıkarıldığı söyleniyor. Kimi işçiler bu sayının katbekat fazla olduğunu söylüyor. Sanko, kendisine ait birkaç işletmesini kapattı.
      - Naksan Holding: 100’e yakın işçi çıkartıldı.
      -Cemre Tekstil: 50 kişi çıkarıldı. Geri kalanlar ücretsiz izne gönderildi.
      -Merinos: Bir bölümünün kapatıldığı, 250 işçinin çıkarıldığı söyleniyor.

Ekonomik Durgunluk-Resesyon- Nedir:
      Daralma veya küçülmeyi ifade eden resesyon, ekonominin genelinde toplam talebin düşmesine bağlı olarak, en az altışar aylık iki dönemde üst üste ekonomik büyümenin eksi oranlarda gerçekleşmesidir. Bir anlamda ekonomideki faaliyetlerin önce durması, sonrasında düşüşe geçmesi durumudur. Bu ekonomik düşüş çok şiddetli olup tüm ekonomik faaliyetler durması noktasına gelirse buna ekonomik çöküntü veya depresyon adı verilir. Diğer bir deyimle de ekonomik bunalım-kriz- olarak adlandırılır.  
      Bazı makro ekonomik göstergelere bakılarak ekonominin resesyona girme tehlikesi içinde olup olmadığı izlenebilir: Tüketici talebinde görülen düşüşler, imalat sanayi üretiminde ve inşaat sektöründe azalışlar, perakende satışlar ve istihdam düzeyinde gerileme, günden güne fiyatlardaki artışlar ve günden güne ulusal para biriminin değer kaybetmesi ekonomik durgunluğa girildiğinin ve ekonomik düşüşün başladığının göstergeleridir. Ne yazık ki,  özellikle 2017 yılı başından beri görülen bu belirtiler dikkate alınarak gerekli ekonomik önlemler alınmadığından ekonomik durgunlukta bugünkü noktaya gelinmiştir.

Resesyonun Nedenleri:
     Resesyonun ortaya çıkmasında toplam talebi oluşturan çok sayıda faktör etkili olmaktadır. Bu faktörler her ülkenin ekonomik durumuna bağlı olarak değişebilmektedir. Toplam talebi etkileyen faktörler ise şunlardır: Faiz oranlarında yükseliş, varlık değerlerinin fiyatlarındaki düşüş, kredi darlığı, ekonomik güvende gerileme, ulusal paranın aşırı değerlenmesi veya düşmesi, kamu harcamalarının artışı veya kısılması, finansal kriz, yüksek enflasyon, ücretlerde gerileme ve istihdamda düşüş.
        Resesyonun etkileri, resesyonun süresine ve derinliğine bağlı olarak değişir. Ekonomideki büyümenin üst üste iki çeyrek boyunca gerilediği durgun bir ekonomide:
Reel GSYİH gerileme eğilimine girer, işsizlik artar, ücretler reel olarak geriler, gelir dağılımı bozulur, üretim seviyesi düşer, şirketler küçülür, vergi gelirleri düşer, ulusal para birimi değer kaybeder.

     Resesyona giren ekonomiler küçülme eğilimine girer, toplam talepteki gerilemeye bağlı olarak üretim yavaşlar ve yukarıda belirtilen makroekonomik verilerde bozulmalar meydana gelir. İşsizlik oranındaki artış ise resesyon derinleştikçe hızlanır. Para biriminin temel para birimleri karşısında değer kaybetmesi sonucu enflasyon hızlanır. Reel gelir düzeyindeki gerileme ve artan enflasyon toplam talebin daha da gerilemesine ve resesyonun derinleşmesine neden olur. Yükselen faizler ve borçlanmanın maliyetinin artması tüketim ve yatırım harcamalarının gerilemesine, banka ve finans sektörünün geri ödenmeyen krediler ve dış kaynak sıkıntısı nedeniyle kredi verme olanağının büyük ölçüde azalmasına neden olur. Artan finansman maliyetleri ve nakit sıkıntısıyla daralmaya başlayan reel sektörde şirketler küçülmeye veya kapanmaya başlar. Resesyona giren ekonomilerde piyasalarda belirsizliğin hakim olması nedeniyle, ekonominin yavaşlamasından fazla etkilenmeyen işletmeler, yatırımcılar ve tüketicilerin ise,  geleceğe yönelik endişelerle beklemeyi tercih edecekleri için ekonomik faaliyetler daha da yavaşlar.
Türk Ekonomisinin Durgunluğa Girmesinin Nedenleri:
     Büyümek isteyen özellikle de hızla büyümek isteyen şirketler, dışarıdan borç almak zorunda kalmaktadır. Yurtiçinden TL kredi kullanarak yatırım yapmak isteyen şirketler özellikle faizlerin yüksek oluşu nedeniyle yüzde 25-30’luk maliyetlere razı gelmek zorunda kalıyorlar. Yüksek enflasyon ve yüksek faizle yaşayan Türkiye’de şirketler genelde döviz kredisi kullanarak yatırım yapıyorlar. Çünkü döviz kredilerinin faizi düşük olduğu gibi, uzun vadeli de kullandırılabiliyor.
     Şirketlerin büyümek için döviz ile borçlanmaları, döviz kurunun yavaş yavaş yükselmesine neden olmaktadır. Ani aşırı kur artışı karşısında, döviz borcu yüksek şirketler borçlarını ödeyememe gerçeği ile karşı karşıya kalmaktadırlar:
     “Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan döviz borçlu şirketlerin borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer taraftan da enflasyonun yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün düşmesine neden oluyor. Borç yükü artan şirketler ödemelerini yapabilmek için yatırımlarını kısma yoluna gidiyor. Satın alma gücü düşen hane halkı da mecburen tüketimini kısıyor. Bu sürecin sonucunda da canlanması hedeflenen ekonomide tam tersine daralma yaşanıyor.” (Dr. Orhan KARACA , s.35, Capital Dergisi, Ocak 2019)
    Bu günün ekonomilerinin ilerlemesinin, şirketlerin ve ülkelerin zenginleşmesinin kaynağı hızlı ve dinamik olarak üretim merkezleri, finans şirketleri, bankalar, yeni teknoloji laboratuarları ile veri alışverişine, iletişim ağı kurmalarına ve bunları dinamik olarak yatırıma dönüştürmelerine bağlıdır. Bu dinamizmin gerisinde kalan ekonomilerin gelişmesi yavaş olmaktadır. Ülkeler gelişen ekonomilere ayak uydurmak için yatırımlarını hızlandırmak zorunda kalmakta, bu durum dış kaynaklardan borçlanmayı gerektirmektedir. Ancak devletin döviz borcu yükünün günden güne artışı ulusal paranın değerini düşürmektedir.
     Ve Paul Kruger’in  de tespit etmiş  olduğu gibi;  Borç olarak alınmış döviz kaynaklarının verimsiz alanlara yatırılması, israf edilmesi, kişilerin servetleri olarak saklanması döviz kurlarının daha da yükselmesine neden olmuştur: “Benzer biçimde, Tayland'ın da kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla borçlanmış ve bu paraları çok kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü)

     Hükümetin ve şirketlerin, paranın devalüe edilmemesi için, döviz rezervlerini arttırma çabaları ise kısa sürede olanaklı olmamaktadır. Uygun faiz koşulları ile döviz borçlanmasını gerçekleştirmek olanağı, ekonomiye duyulan güvenin sarsılması nedeni ile saygınlığını yitiren bir hükümet için çok zordur. Sonuçta paranın yüksek oranlarda devalüe olması kaçınılmazdır.  Ulusal para biriminin aşırı değer kaybı karşısında ekonomiler, bir dönem sonrasında yavaşlamakta ve düşüşe geçerek krize girmektedir. Doğu Asya ülkelerinin dış yatırımcılar tarafından tercih edilerek çok büyük finans kaynakları akıtmaları, bu finans kaynaklarının ise rekabet ürünlerine yatırım yapılmaması, daha çok bina ve alt yapı yatırımlarına yapılması, bu yatırım süreci sonunda, ülke ekonomilerinin büyük miktarlarda borçlanarak, döviz rezervlerinin erimesi, yabancı yatırımcıların dışarıya çıkması sonunda 1997 yılında Büyük Asya krizine neden olmuştur.
      Bu dönemsel olaylar, ülkemizde olduğu gibi birçok gelişmekte olan ülkelerde, yaşanan olaylardan ders alınmadığından defalarca yaşanmıştır ve yine bugünkü ekonomik ortamda yaşanmak zorunda kalınmaktadır.

Ekonomik Durgunluk ve Düşüşten Çıkış Yolları:
     Nobel ödüllü Ünlü ekonomist Paul Kruger’e göre, 2008 yılındaki mortgage finans krizi de dahil bütün ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerden kurtulmanın yolu  “Keynesyen sözleşme ile”, gelişmiş veya gelişmekte nasıl olursa olsun, bütün devletlerin piyasalara müdahale ederek, hatta aşırı devletçi uygulamalarla piyasaları kontrol ederek, likiditeyi arttırmaları ile olanaklıdır:
     “….1990’ların başında İsveç’te baş gösteren finans krizinde hükümet devreye girdi ve kısmi ortaklık karşılığında bankalara ülke GSYİH’ sının yüzde 4’üne eşit -bugün ABD’de yaklaşık 600 milyar dolara karşılık gelen- ilave sermaye temin etti. 1998’de Japonya bankalarını kurtarmak için harekete geçtiğinde 500 milyar doların üzerinde tercihli hisse satın aldı, bu GSYİH’ya göre ABD’de yaklaşık 2 trilyon dolarlık sermaye akıtmasına denkti. Her iki vakada da sermaye tedariki bankaların kredi verme kabiliyetine yeniden kavuşmasına yardımcı oldu ve kredi piyasalarını tekrar harekete geçirdi.”(s.171, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
     “…. en nihayetinde devlet denetiminin çok daha fazla artacağı, hatta neredeyse finans sisteminin önemli bir kısmının geçici olarak bütünlüklü kamulaştırmaya yakınlaşacağı yönünde. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu uzun vadeli bir hedef değil, ekonominin erişebileceği yüksekliğin kontrol altında tutulması meselesi: Tıpkı İsveç’in doksanların başındaki büyük kurtarma harekâtından sonra bankacılığı yeniden özel sektöre devretmesi gibi, bunu yapmak güvenli hale gelir gelmez finans sektörünün yeniden özelleştirilmesi gerekir.”( s.171)
     “Finans sistemini kurtarmak için yapılacakların biraz “sosyalistçe” olacağı korkusuyla yapılması gerekenleri yapmamaktan daha kötü hiçbir şey olamaz.”( s.172)
    Paul Kruger’e göre ekonomik kriz sonucu iflas eden banka ve şirketler devletleştirilerek kurtarılmalı, ekonomi düzelince yine özel sektöre devredilmeli, diğer bir deyişle serbest piyasa ekonomisine dönülmelidir.

     A- Ekonomik durgunluğa ve düşüşe neden olan ana etken toplam talepteki düşüş olduğuna göre çözüm yolu talebi arttırmaktır. Talep artınca kapanan üretim yapan sektörler ve firmalar yeniden üretim faaliyetlerine dönecek, istihdam artacak, ekonomik büyüme yeniden başlayacaktır. Ancak bu genel kuralın, her ülke ekonomisinin koşullarına, her şirketin kendi yapısındaki özelliklerine göre ince ayrıntılara uzanan uygulama yolları vardır. Gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunluktan çıkış yolları ile gelişmekte olan ülkelerin çıkış yolları farklıdır.
     Gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunluğu, isteğe bağlı aşırı tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden çok, gereksinmelerin doyum noktasına ulaşmış olması ile zorunlu tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden ortaya çıkar.  Bu gelişmiş ekonomilerin karşısında rekabet edecek ekonomiler azdır ve bu ekonomilerin getirileri daima diğer ekonomilerden her zaman için fazla gerçekleşmektedir. Durgunluğun aşılması ise kendi iç pazarının yanında, gelişmemiş veya gelişmekte olan dış pazarlarda talep oluşturarak, üretim yapabilmesi ile mümkün olabilir. Bunun için Paul Kruger’in doğru bulduğu ekonomik yöntem ise, durgunluktan kurtulup ekonomiler olağan çalışma düzenine girinceye kadar bir yatırım Balonu bulmaktır.( “Konut balonunun yerini alacak beklenmedik yeni bir balon oluşmadıkça hızlı bir ekonomik toparlanma olacağını söylemek zor. “ s.173 ) Bir aldatıcı ve geçici şişirilmiş ekonomik yatırım, toplam talep oluşturarak durgunluğun aşılmasını sağlayacaktır. Balon patlayınca, yani toplam talep çökünce durgunluğa giren ekonomi için yeni bir Balon yeniden bulunacaktır. Bu böyle sürüp gidecektir. Bu Balonların birisi 1990’ yıllarda Gelişen Piyasara yönelik Altın Piyasalar yatırımı olmuş, Asya krizi ile bu balon patlamıştır. 2000 yılından sonra gayrimenkul yatırımı balonu şişirilmiş, Mortgage krizi ile bu balon da patlamıştır. Bundan sonra başka bir balon bulunmalıdır.
     Sağlıklı gelişen bir ekonomide ise balonlara gerek yoktur. Toplam talep ancak, talebin biri biterken, yerine Yeni veya Gelişmiş bir mal ve hizmet ürünü koyarak yeniden talep oluşumu sağlanarak olur. Gelişmiş ülke ekonomilerinin canlılık ve büyüme dürtülerinin altında temel ihtiyaçların karşılanması amacından çok, oyun oynama psikolojisinin altındaki ihtiyaç vardır: keyif alma, hoşnut olma, haz alma, daha fazla rahat yaşama..vb isteklerinin karşılanması vardır.
     Gerçekte ise temel düzeyde gıda, barınma, giyim ve güvenlik ihtiyaçları karşılanan bir toplum başka hiçbir ürüne gereksinim duymadan dünyada yaşamını sürdürüp tamamlayabilir. Hatta insanın mutluluğunun bu şekilde bir yaşam anlayışında olması gerektiğini söyleyen felsefi dünya görüşleri olmuştur. Stoa ve Knik felsefesinin dünya görüşüne göre mutluluk için dünya nimetleri ve hazları karşısında bağımsız olmalıdır. Knikler, karakter bağımsızlığı, dünya nimetlerinden uzak durma tavrı ve kendine yeter olmayı en yüksek ideal olarak değerlendirirler. Gelişmiş bir ekonomide Stoa ve Knik felsefesinin aniden ortaya çıkıp yaygınlaştığını düşündüğümüzde büyük bir ekonomik krizin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ancak insan doğası, temel gereksinmeleri karşılandığı taktirde daha yeni ve gelişmiş ürünleri tüketmeye yönelmek üzere kurulmuştur. Kendisine tanıtımı yapılan, sunulan, bir başkaları tarafından tüketimi,  kullanımı sergilenen ürünleri talep etmek ve gereksinim duymak olarak yapılanmıştır.
     Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik durgunluğu ise, yetersiz döviz kaynakları ve büyük miktarlarda dış borç sonucu ürünlerinin fiyatlarındaki artışlar, fiyat artışlarına bağlı olarak talep azalması, yatırımların durması… vb. sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenlerle, gelişmekte olan piyasalar bir yandan yeni üretim alanları için yeni üretim harcamaları yaparken bir yandan da talep oluşturarak var olan ve oluşturdukları taleplere bağlı olarak yatırımlarını sürdürmek zorundadırlar. Ekonomist Dr.Orhan Karaca’nın Kapital dergisindeki makalesinde yazmış olduğu gibi, para politikasının gevşetilmesi ters sonuçlar ortaya çıkaracaktır:
     “ Bizimki gibi aşırı dış borçlu ve dolayısıyla döviz girişlerine hassas dışa açık ekonomilerde para politikasının gevşetilmesi beklenenin tersi sonuçlar veriyor. Böyle ekonomilerde para politikasının gevşetilmesi yabancı sermaye girişlerinin azalmasına ve çıkışlarının artmasına yol açıyor. Bunun sonucunda döviz kurlarında yükseliş yaşanıyor. Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan döviz borçlu şirketlerin borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer taraftan da enflasyonun yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün düşmesine neden oluyor…….sıkı para
politikasının ise tam tersine genişletici sonuçlar vermesi mümkün. Tabii bunun için biraz sabretmek gerekiyor. Ayrıca sıkı para politikasına kamu maliyesinde disiplinin eşlik etmesi de şart.”(Dr. Orhan KARACA, s.35, Capital Dergisi, Ocak 2019)


      B-  Paul Kruger talep oluşmasını sağlayarak ekonomik durgunluktan çıkmaları için gelişmiş ülke ekonomilerine, gelişmekte olan ülke ekonomileri ile birlikte hareket etmelerini ve gelişen piyasalara olan yatırımları arttırmaları gerekliliğini ileri sürer:
     “Bir şey daha: Finans krizinin gelişmekte olan piyasalara yayılmış olması gelişmekte olan ülkelerde uygulanacak küresel bir kurtarma planını krizin çözümünün bir parçası haline getirmektedir…(s.172, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
     “Bir sonraki plan devlet harcamalarını sürdürmeye ve genişletmeye odaklanmalıdır; eyaletlere ve yerel yönetimlere yardım sağlanarak sürdürülmeli, yollara, köprülere ve diğer altyapı türlerine harcama yapılarak genişletilmelidir.” (s.173, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü,)
     Gelişmiş ülke ekonomileri 2008 yılındaki küresel finans krizinden, likiditeyi artırarak ve gelişen ülke piyasalarında, arttırdıkları likiditeleri daha çok otoyol, köprü, kanal..vb yapılması için düşük faizle kredi olarak veya uygun sözleşmelerle ortak yatırımlar olarak kullandırmalarına bağlı talep yaratarak çıkmayı başarmışlardır. Ancak, gelişen piyasaların ulusal paralarının devalüe olması ile ekonomik durgunluğa, düşüşe, çöküşe geçmesine neden olmuşlardır. “Benzer biçimde, Tayland'ın da kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla borçlanmış ve bu paraları çok kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü)
     Gelişmekte olan ülkeler para birimlerinin değer kaybından doğan ekonomik durgunluk ve düşüşe geçmek istemiyorlarsa, borçlandıkları dövizleri en verimli şekilde yatırıma dönüştürmek zorundadırlar. En kısa sürede döviz girdisi elde edecekleri ve sonraki yatırımlarında döviz borçlanması gerektirmeyecekleri yeni, gelişmiş teknolojilere, ürünlere yatırım yapmak zorundadırlar. Yol, köprü, kanal, gösterişli alışveriş binaları…vb yatırımlara harcanan ve taahhüt edilen döviz harcamaları, borçlanmaları, döviz kaynaklarının özkaynaklarla sağlanıyor olmaması nedeniyle sonunda, zorunlu ödeme sorunu ile karşı karşıya kalınmakta ve ekonomileri durma noktasına getirerek çöküşe kadar giden süreçlere neden olmaktadır. 1991, 1997, 2001..vb yıllarında yaşanan ekonomik krizlerin temel nedenleri bunlardır ve bu nedenlerden ders alınmadığı sürece ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerin yinelenmesi kaçınılmazdır. Kapital dergisinin Mart 2019 sayısında, 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan döviz kurundaki aşırı değerlenme sonunda ortaya çıkan ekonomik tablo karşısında ünlü holdinglerin yönetim kurulu başkanlarının da aynı görüşe vardıklarını görüyoruz:
      2018 yılında nakit akış yönetimi de kritik bir alan olarak ön plana çıktı. Bunun dışında markalaşma ve katma değerli üretim de üzerine düşülmeyen alanlar olarak dikkat çekti. Sun Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, tekstil ve hazır giyim sektörlerinde katma değerli ürünlerin payının yükseltilememesini büyük hata olarak görüyor. Ünlütürk, “2019 ve sonrasında özellikle katma değerli, tasarım ve Ar-Ge içeren ürünlerin sayısının artırılması önemli. Şirketlerimizde, fiyat politikasını iyi yönetmeye ve katma değerli ürünlerin sayısını artırmaya odaklandık. Bunun yanında titiz bir bütçe ve nakit akış yönetimi yapmaya özen göstereceğiz” diyor. Yeşim Tekstil CEO’su Şenol Şankaya, Ünlütürk’le hemfikir. Şankaya, “Önemli ihracat pazarlarına bu denli yakın olup genel anlamda modayı ve kaliteyi üretememek önemli bir handikap. Bugüne dek çok daha fazla uluslararası marka çıkarabilmemiz gerekirdi” diyor. Şankaya bu krizden ders çıkarmanın hala mümkün olduğunu düşünüyor. Ona göre Türkiye, gerekli Ar-Ge çalışmalarından elde edeceği kazanımları tabana yayabilir, daha katma değerli ürün üretmeyi ana misyon ve vizyon haline dönüştürebilir.” (s. 174, Capital Dergisi, Mart 2019)
     Dr. Orhan Karaca da aynı görüştedir: “…kaynağın ihracata yönelik üretken
yatırımlara yönlendirilmesi halinde ekonomide yapısal bir dönüşümün gerçekleştirilmesi ve dış kaynak ihtiyacının azaltılması mümkün olabilir. Gelen kaynağın yine inşaat gibi üretken olmayan yatırımlara yönlendirilmesi halinde ise ekonomi çok geçmeden yeniden tıkanabilir.

    C-  Döviz kurlarının aşırı yükselmesi ile ortaya çıkan borç ödemelerinin olanaksız duruma gelmesi ve şirketlerin konkordatoya başvurmaları veya iflas durumu ile baş başa kalmaları şirketlere; yatırım ve harcamalarını ekonomik varlıklarına zarar vermeyecek ölçülerde dövizle borçlanarak yapmaları zorunluluğunu bir kez daha anımsatmıştır. Yatırım planlamalarını yaparken öncelikle kendi özvarlıklarına, sonra da, ne kadar maliyeti yüksek olsa da, yerli para birimi ile borçlanarak yapmaları gerekliliğini ortaya koymuştur. Uzmanların çoğu aynı görüştedir:
    “… 2018’de en önemli yönetim hataları finansal alanda yapıldı. Örneğin araç kiralama sektöründe ölçüsüzce alınan kur riski ve borçlanma yapısının Euro cinsinden olması sektör oyuncularını zora soktu. Garenta ve ikinciyeni.com Genel Müdürü Emre Ayyıldız, Türkiye’de mevcut konjonktürde finansman maliyeti artışının kiralama sektörünü sıkıntıya soktuğunu söylüyor ve “Kur riski alınması, sektörün borçlanma yapısının Euro ağırlıklı olması, bilançoları olumsuz yönde etkiledi” diyor.

    D- “Evet, durgunluklar şimdi var olduğu gibi gelecekte de olacak. Ancak bir durgunluk oluştuğunda herkes Federal Reserve’in 1975, 1982 ve 1991’de yaptıklarını tekrarlayarak faiz oranlarını ekonomiyi ayağa kaldıracak ölçüde düşürmesini bekliyor. Ayrıca, eğer sürece yardımcı olacaksa Başkanın ve Kongrenin vergileri azaltıp harcamaları artırmasını da bekliyoruz. Bir durgunluğun Herbert Hoover tarzıyla, vergileri artırıp harcamaları kısarak ve faiz oranlarını yükselterek karşılanmasını kesinlikle beklemiyoruz”(s.171, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
      Ekonomik durgunlukların kendisini yinelemesi kader değildir. Dengeli olarak kalkınan, büyüyen ve geçmişten ders alan ekonomilerde durgunluk yaşanmayacaktır. Plansız olarak, aynı sektörlerde aşırı yoğunlaşan ve aynı zamanda kapasite arttıran yatırımlar sonunda bu sektörlerin talep yetersizlikleri ile karşı karşıya kalarak iflaslarına neden olmaktadır. 2018’de özellikle perakende, inşaat, eğitim gibi çok sayıda kişiyi istihdam eden sektörlerde önemli kayıplar olmuştur. Sektör liderleri kontrolsüz ve hızlı büyümenin bunun en büyük nedeni olduğunu düşünüyor.  Bu iflasların ülke ekonomisinde önemli ölçeklerde olması bir yandan istihdamı düşürerek, diğer yandan kaynakları israf ederek, ekonominin durağanlaşmasına neden olmaktadır. Planlamadan uzak aynı sektörlerdeki bu yatırımlar ekonominin nitelikçe düşük olarak büyümesinin de nedenidir. Şirketlerin büyümeden çok verimliliğe, kaliteye, yeniliğe ve teknolojik gelişmeye önem vermeleri hem kendi varlıkları için hem de ülke ekonomisin niteliğinin yüksek olması için gereklidir.   
       Ekonomik durgunluk, faizlerin ekonomik büyümeyi aştığı noktada talebi azaltmış olduğu için ortaya çıkmaz; özellikle döviz kurlarının yükselmesi, fiyatların artması gibi ekonominin çok yönlü nedenlerden ileri gelen toplam talebin düşmesi ile ortaya çıkar. Bu nedenle salt faizlerin düşmesi toplam talebi arttırmayacaktır. Faizlerin düşüşü, ekonomik durgunluğu ortadan kaldırmadığı gibi nedeni de değildir.
       Ancak bireylerin zaten yetersiz olan gelirlerini daha düşüren bazı uygulamalar talebi ikincil derecede olarak etkilemektedir. Hükümetin sık sık uygulamış olduğu vergi affı, imar affı, askerlik borçlanmalı gibi mali uygulamaları bir çeşit vergilendirme yaratmaktadır. Bu vergilendirme de yurttaşların gelirlerini artan fiyatlarla birlikte düşürerek toplam talebin büyük ölçüde azalmasına neden olmaktadır. Fiyatların yükselmesi karşısında gelirlerdeki düşüşün en alt düzeylerde kalması önem taşımaktadır. Çünkü bugünkü ekonomik koşullarda bireyler ancak temel gereksinmeleri için para harcayacak durumda bulunmakta, bu da birçok sektörde talep olmadığı için üretimin durmasına, işyerlerinin kapanmasına neden olmaktadır.
      Bu arada,  üretim yapamayarak kapanan, işçi çıkaran özel şirketlerden kur etkisi az olanlarının, likidite sağlanarak üretime devamlarının sağlanması, atıl durumda olan makine ve insan gücünün üretime katılması, ekonomik durgunluğu ve bunalımı aşmak yönünden büyük önem taşır.

     E- Ülkeleri ekonomik durgunluğa sürükleyen önemli bir etken de, toplam talebin düşmesine neden olan, komşu ülkelerle ve daha önce ekonomik ilişkileri yoğun olan ülkelerle ticari ve ekonomik ilişkilerinin azalması ve yok denecek düzeylere inmesidir. Ticari ilişkilerin bozulmasının nedeni bu ülkelerle siyasi ilişkilerin bozulması olduğu gibi,  bu ülkelerin ekonomilerindeki durgunluk ve krizler, iç siyasi kargaşa ve çatışmalar olmaktadır. Avrupa birliği ülkeleri ile ekonomik ve siyasal ilişkilerin bozulması ticari ve ekonomik ilişkilerimizi etkilemektedir. Yakın ve komşu ülkeler olan Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır..vb ile olan ticari ilişkilerimiz, bu ülkelerin kendi iç kargaşa ve çatışmaları ve siyasi ilişkilerimizdeki sorunlar nedeni ile zayıflamıştır.  1997 yılında ortaya çıkan Doğu Asya krizinde, komşu ülkelerdeki ekonomik krizlerin birbirlerini etkileyerek tüm Asya’ya yayılması gibi, ülkemizin içinde bulundukları siyasi yapı ve koşullar, diğer ülkelerle olan siyasi ilişkililerle birlikte ekonomik ve ticari ilişkileri etkileyerek ekonomik durgunluğa, düşüşe ve krize neden olmaktadır.   

KAYNAKÇA:
1. Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul
2. Capital Dergisi, Ocak 2019
3. Capital Dergisi, Mart 2019
4.Sanayi Dergisi,Ocak 2019


 İsmail İNCİ,  26/04/2019




ÖZGÜN METNİNİ YUKARIDA YAYIMLADIĞIM BU MAKALE BALYALILAR DERGİMİZİN NİSAN 2019 
SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.

































SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...