1 Kasım 2018 Perşembe

SÖMÜRGE EKONOMİSİ (BATI UYGARLIĞININ EKONOMİK GÜCÜNÜN DAYANAĞI)



SÖMÜRGE EKONOMİSİ
-TANIMI, OLGULAR VE GELİŞME SÜRECİ-

     Dünya tarihinde sömürgeciliğe bağlı olarak gelişen olayların, tarihsel ve toplumsal olarak geniş olarak ele alınmasına karşın iktisatçılar tarafından ekonomik olarak yeterince ele alınmadığı görülür. Konunun özünün ekonomik olmasına ve dünyada çok yaygın olmasına rağmen gerekli araştırmaların yapılması, neden ve sonuçlarının ortaya konulması büyük önem taşımaktadır.

“…Çin, sömürgecilerin boyunduruğu altına girmeye mahkûm bütün uluslar gibi, tarım ve zanaata dayalı bir ekonomik temeli korumaktaydı ve bu durum, İngiltere gibi çok ileri bir endüstri düzeyine varmış ülke karşısında kendini zayıf düşürüyordu.
…Yüzyıllar boyu, Batılılar, Çin'den ipek, çay, tütün, reçine, porselen satın almışlar ve Avrupa' da yüksek karlarla satmışlardı; buna karşılık Çin, Batılılar’dan hemen hemen hiç bir şey satın almıyordu. Oysa sanayi devrimi, satın alma zorunluluğunu ikinci plana itti ve satma gerekliliğini ön plana çıkardı. Bunu yapabilmek için, ayak direyen Çinlileri "ticaret özgürlüğüne" inandırmak gerekiyordu. Ve de İngilizler, Çin'de büyük karla satılabilecek bir mal bulmuşlardı, bu da afyondu. Hindistan'daki İngiliz Kumpanyası, büyük çapta, afyon üretmeye koyuldu. İmparatorluk hükümeti afyonun ithalini 'yasaklamakta gecikmedi, ama İngiliz tüccarların, çoğunluk silahlandırılmış olan kaçakçı gemileriyle el altından Çin'e afyon sokmayı becerdiler. … Bir grup İngiliz denizcisiyle Çinliler arasında kavga başladı ve bu kavga sırasında da bir Çinli öldürüldü. Lin suçlunun teslim edilmesini istedi ve İngiliz gemilerine Kanton'dan çekilme emri verdi. Çin savaş gemilerinin emri uygulatmak üzere yaklaştıklarını gören İngilizler, uyarıda bulunmadan ateş açtılar ve Çin savaş gemilerini batırdılar…
 …[İmparator Lin] Afyon satışının İngiltere’de yasaklanmasıyla bunun Çin'de satılmak istemesini bağdaştırmanın zor olduğunu belirterek Kraliçe Viktoria'ya mektup yazdı…Her dürüst insan için olduğu gibi Lin için de böyle bir davranışı tutarlı bulma olasılığı yoktu. Ama zavallı Lin, Avrupalı sömürgecilerin tutarsızlığı hiç umursamadıklarını bilmiyordu. Bunun üzerine 1842'de "Afyon Savaşı" patlak verdi.”

     29 Ağustos 1842’de imzalanan Nankin antlaşması ile İngilizler Kong Hong dahil beş limanda ticaret üslerinin kurulmasını ve her türlü ticaretin serbest bırakılmasını Çin’e kabul ettirirler. Nankin antlaşmasına göre:

 “…Bu limanlarda, yabancı tüccarlar, kendileri ya da ekonomik faaliyetleri "engellenmeden" aileleri ve memurlarıyla birlikte oturabileceklerdi; bu limanlarda ayrıca, İngiliz konsolosluk temsilcileri de oturabileceklerdi; ayrıca, Çin hükümeti, bu
limanlarda, "hakkaniyete uygun ve normal" bir liman resmi tahsil etmeyi de kabul ediyordu…imparatorluk, ülkesi üzerinde kara ve deniz üsleri kurulmasına izin vermek zorundaydı; el koyma ve denetleme hakkından vazgeçerek, Avrupalıların getirmek istedikleri bütün mallara ( afyon ve daha beterleri de dahil) limanlarını açmak zorundaydı; bu limanlar, imparatorluk nüfuzu dışında kalacak gerçek kolonilerin kurulmasını da kabul etmek zorunda kalıyordu. Bu yarı sömürge rejimiydi,
bir ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini kağıt üzerinde koruduğu, ama gerçekte yitirdiği bir rejim; öyle bir rejim ki, özerklik görünüşü korumakla birlikte,
bazı yönleriyle tam bir sömürgeden daha kötü; çünkü Avrupalıların kendi sömürgelerinde, hiç değilse yönetmek ve düzeni korumak gibi ödevleri vardı ve genellikle İngilizler bu ödevlerini gereği gibi yapıyorlardı. Ama yarı-sömürge olan bir ülkede sömürmekten başka şey düşünmüyorlar, başlarını daha az ağrıtması ve
karanlık dalaverelerinin engellenmemesi için yerel yönetimi gitgide etkisiz kılmaya çalışıyorlardı. (s.178-179, Sömürgecilik Tarihi, Raimondo LURAGHİ, E Yayınları Belge İnceleme Dizisi, Aralık 2000)


     Çin’in yarı sömürgeleşmiş bir ülke durumuna getirilerek sömürgeciliğe dayanan bir ekonomiye kaynak olması olgusu 15.yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz ile başlayan ve diğer Avrupalı sömürge ekonomilerine sahip ülkelerin sömürgeleştirme hareketlerinde izlemiş oldukları tipik bir ekonomik örnektir. Bu örnekte izlenen sömürge yol ve yöntem, çağımıza kadar, sömürge durumundaki toplumların ulusal kurtuluş savaşları ile bağımsızlıklarına kavuşana kadar sürmüştür. Bu yazımızda bu yol ve yöntemleri göreceğiz. Yaşanan olgular,  çağımızda bu yol ve yöntemin değişerek, eski sömürge kurallarının yeni gelişen teknolojilere bağlı olarak yeni stratejilerle birleştirilmesi ile çok gizli, sessiz ve derinden uygulanması şeklinde sürdürülmeye çalışıldığını, bu yeni yöntemlerle yine bazı ülkelerin yarı sömürge durumuna düşürülerek sömürge ekonomilerinin devam etmekte olduğunu göstermektedir. İkinci yazımızda sömürge ekonomilerinin devamı için sömürülen ülkelerin hammadde satıcısı durumunda kalmalarının sağlanması; endüstrilerinin, teknolojilerinin gelişmesinin önlenmesi; bu amaç için aklın, bilimin gelişmesinin engellenmesi, aklın ve bilimin gelişmesinin engellemesi için de yine her türlü afyon, eroin vb..uyuşturucu maddenin kullanımının yaygınlaştırılması, eski inanç, gelenek ve göreneklerin canlı tutularak gelişmesinin desteklenmesi ve sömürge durumuna getirilecek toplumun dinsel ve etnik birbirine düşürülerek bölünmesi,  tüm bunları yaparken en yeni iletişim teknolojilerini kullanarak sessiz, derinden hedeflere gidilmesi..vb şeklindeki yol ve izlerini ele alacağız.

SÖMÜRGE EKONOMİSİ TANIM VE İÇERİĞİ:
    Bir toplumun doğal ve insan kaynaklarının, zenginliklerinin, özellikle teknolojik üstünlüğe sahip bir ülke tarafından doğrudan doğruya, zor kullanılarak veya ticari ve toplumsal ilişkiler gibi dolaylı, gizli yollarla kendi ülke ekonomilerine kazandırılması ekonomik faaliyetlerini “ Sömürge Ekonomisi” olarak tanımlayabiliriz.


     Sömürge ekonomilerini, yağmacılık, korsanlık, yeni yerleşim yeri olarak kurulan ticari kolonilerle karıştırmamak gerekir. Sömürge ekonomileri, sömürge olarak ilişkide bulundukları coğrafya ve ülkelerde ekonomik kaynakları kendi ülkelerine aktarmak için kendilerine özgü uzun yıllar sürecek ekonomik ve toplumsal bir sistem kurarlar. Bu sisteme bağlı olarak doğrudan doğruya o ülke ve bölgede, ülkelerinden göndermiş oldukları yöneticilerle kendi ülkelerine bağlı yeni yönetimler oluşturulduğu gibi, kurulu olan yönetimleri kendi ülkelerinin ekonomik çıkarlarına hizmet edecek yönetim biçimlerine getirirler. Fransızlar 1718 yılında Mississippi'nin yüz kilometre kadar kuzeyinde, sömürge yerleşim merkezlerinin çok küçük bir birimini New Orleans'da kurdular. Buraya gelen bir Fransız rahibesi yerlilerin değil, sömürgeci Hıristiyanların ahlaki durumunu gördükten sonra şu sözü etmiştir: “Burada yalnızca inançsızlık, düzenbazlık ve ahlaksızlık kol gezmekle kalmıyor, her tür kötülük de
bulunuyor.” İngilizler Hindistan'ı prensler, Malaya'yı sultanlar, Afrika'yı kabile reisleri aracılığıyla yönetmişlerdi. Buna 'dolaylı yönetim' adını veriyorlardı.

SÖMÜRGE EKONOMİLERİNİN DAYANDIĞI GÜÇ:
     Çin örneğinde olduğu gibi, sömürge ülkeler, kendileri ile aynı düzeyde teknolojik güce, orduya, uygarlığa sahip ülkelerle normal ticari ilişkiler içinde bulunmaya çalışmışlar, ancak alt bir uygarlığa ve gelişmemiş teknolojiye sahip toplumlarla karşı karşıya kalınca, bu toplumların zenginliklerini sömürme arayışına girerek, bu ülkelerin zenginliklerini zor kullanarak kendi ülkelerin aktarmışlardır.
     Gelişmiş teknolojiye ve silahlara sahip uygar bir ülke sahip olduğu küçük bir askeri güçle;  ilkel düzeyde, geri kalmış uygarlığa sahip bir ülkeyi kolaylıkla ele geçirerek sömürgeleştirebilir. Batı uygarlığı Yeni Dünyayı ve Eski Dünyanın geri kalmış uygarlıklara sahip ülkelerini bu geçerli ilke sonucuna bağlı olarak sömürgeleştirmiştir. Devletlerarasında yükselen güçler olarak ortaya çıkanlar, tüfekleri ve topları olan askeri güçlere sahip ülkeler olmuştur. Top ve tüfeklere sahip olan ülkeler; ok, kılıç ve mızrak gibi ilkel silahlara sahip olan ülkeleri kolaylıkla ezip geçerek “insana sanki dünya dışından gelen insanüstü bir güç, talihsiz düşmanlarının tepesine inmiş izlenimi”  vermiş, bu devletler büyük “Barut İmparatorlukları” kurmuşlardır. Toplarla donatılmış uzun mesafeli gemilere sahip olan İspanyollar, “hiçbir zaman bordalamadan, topçu ateşiyle savaş" biçimindeki yeni taktiklerini uygulayan Portekizli gemiciler deniz üzerinde neredeyse yenilmez hale gelmişlerdir. . İspanyol askerleri Hispaniola ve Küba'daki ilk yerleşim birimlerinden hareketle kıtanın içlerine doğru saldırarak 1520'lerde Meksika'yı, 1530'larda da Peru'yu fethettiler.
     İspanyollar Cortes komutasında Meksika’da Aztek uygarlığı ile karşılaştığında, zaman olarak Aztekler Roma çağında ve uygarlığında bulunuyorlar, İspanyollar ise teknolojinin gelişmeye başladığı yeni bir çağda bulunuyorlardı. Arada İ.Ö. 100 yıl ve sonrası 1500 yıl toplamda binaltıyüz yıllık bir zaman farkı bulunuyordu. Ve beş-altı yüzbin nüfusu ile Azteklerin başkenti, Roma şehrine çok benzemektedir. Cortes yedi top, dört yüz adamı ve kendine bağladığı bin kadar yerli ile Aztek imparatorluğuna karşı egemenliklerini koruyan Meksika’daki Tlascala uygarlığını yok ettiği gibi, Meksika’da büyük bir İmparatorluk kurmuş olan Aztek uygarlığını da yok etmiştir. Bu yerliler kalabalık olmalarına rağmen, İspanyolların zırhları, topları, ateşli silahları karşısında yok olmaktan kurtulamamıştır. Gemilerinde taşıdıkları topları, tüfekleri ile İspanyollar,  Avrupa’da sınırlı bir nüfusa ve kaynaklara sahip olan Portekizliler, binlerce mil uzakta olan bu yerlere erişerek, bu ülkelerdeki tüm zenginliklere sahip olmuşlardır.

     Batılılardan öğrendikleri top ve tüfekler sayesinde Ruslar İsveçli ve Polonyalıların aynı silahlara sahip olduklarını hesaba katarak, batıya saldırmak yerine doğuda ve güneyde yer alan ilkel silahlara sahip kavimlere, hanlıklara saldırmışlar, buraları sömürgeleştirerek “Barut İmparatorluklarını” kurmuşlardır. Ruslar 1556’da Hazar Denizine ulaşmışlar, Uralların doğusuna, Sibirya içlerine doğru ilerleyerek 1638 'de fiilen Pasifik Okyanusu'na ulaştılar. Rusya'nın bugünkü dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olmasına dayanak olan, Avrupa'nın diğer ülkelerine göre coğrafya olarak uygun olmayan uzaklıktaki Asya'nın zengin yeraltı doğal kaynaklarını ve insan kaynaklarını sömürgeleştirmesi olmuştur.

     “1500 dolaylarına gelindiğinde, Fransa ve İngiltere kralları ülkelerindeki toplar üzerinde tekel kurmuşlardı ve bu sayede çok güçlü uyruklarını, kale duvarlarının ardına sığınsalar bile ezebilecek durumdaydı.” (s.47, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri)

     Bu tarihsel olgular kanıtlamaktadır ki “Alt Uygarlığa” sahip ülkeler “Üst Bir Uygarlığa” sahip olan ülkelerin sömürgesi olmaya mahkûmdur. Ekonomisi tarıma ve zanaata dayanan, teknik yönden geri kalmış insanların, daha ilerlemiş tekniğe sahip uluslar tarafından boyunduruk altına alınmaları hatta köleleştirilmeleri kaçınılmaz olmuştur.


SÖMÜRGE EKONOMİSİ ÜLKELERİN ZENGİNLİKLERİNİN KAYNAĞI
   Kristof Kolomb, yeni bulmuş olduğu kıtaya ikinci seferine gönderilirken artık temel amaç açıktı: İspanya’ya köle ve altın getirilecekti, çünkü altın devletlerin en büyük zenginliği olarak kabul ediliyordu.

“…Haiti'de1495 yılında büyük bir köle avına çıktılar, kadın erkek, çocuk bin beş yüz Arawak yerlisini kuşattılar; bunları İspanyolların ve köpeklerin gözetimindeki kafeslere kapatarak aralarından en sağlıklı görünen beş yüzünü seçip gemilere doldurdular. Bunlardan iki yüzü yolda öldü. Kalanlar İspanya'ya ulaştılar. Kentin başdiyakosu bunları satışa çıkardı…Orada, on dört yaş ve üstündeki herkese, üç ayda bir belli bir miktar altın getirmelerini emrettiler. Altın getirenlere birer bakır marka verip boyunlarına astırıyorlardı. Bakır markası olmayan yerlilerin ellerini kesip kan kaybından ölmeye terk ediyorlardı. Yerlilerin altın bulmaları mümkün değildi. Çevrede bulunabilecek tek altın, derelerin yığdığı toz parçacıklarıydı. Bu nedenle yerliler için kaçmaktan başka çare yoktu; fakat kaçanlar köpeklerle bulunup öldürüldüler. Arawaklar bir direniş ordusu oluşturmaya çalışarak zırhlı, tüfekli, kılıçlı, atlı İspanyolların karşısına çıktılar. İspanyollar bunları derhal tutsak edip ya astılar ya da yakarak öldürdüler. Arawaklar arasında topyaka zehiriyle toplu intiharlar başladı. İspanyollardan kurtarmak için çocuklarını öldürdüler. İki yıl içinde ölümler, sakatlamalar ya da intiharlarla Haiti adasında yaşayan 250,000 yerlinin yansı yok oldu….bu yerlilerin çalışma koşullan korkunçtu, binlercesi bu şekilde öldüler. 1515 yılına kadar kala kala elli bin yerli kalmıştı. 1550 yılında ise beş yüz yerli yaşıyordu. 1650 yılında hazırlanan bir rapora göre, artık adada Arawak yerlilerinden ya da torunlarından hiçbir iz kalmamıştı.” (s.10, Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi)
Yüzbinlerce insanın öldürülmesine, uygarlıkların yok edilmesine dayanan sömürge ekonomisi, İspanya, Portekiz, İngiltere vb. ülkelere zenginlik getiriyordu.


     İspanyollar, fethettikleri bu yeni ülkelerin hammadde kaynaklarını, tarım( şeker) ve hayvancılık ürünlerini (hayvan postu), yerli işgücünü (köleler) ve hepsinden önemlisi de, o yıllarda ülkelerin en büyük zenginlik ve güç kaynağı olan altın ve gümüşü ülkelerine yolluyorlardı. Potosi madeninden çıkarılan gümüş, yüzyılı aşkın bir süre dünyadaki en büyük gümüş kaynağı olarak kalmıştır. Altın Avrupa'da yılda 1000, Afrika’da 2000 kilo üretildiği halde, Amerika’da 5400 kilo üretiyordu.
     İspanya’ya gönderilen altın ve gümüş miktarı o kadar çoktu ki, İspanyollar sömürge ülkelerinin İspanya’ya gönderilmesini zorunlu tuttukları maden ve tarım ürünlerinin hammaddelerini işleme gereği duymamış, hükümet merkezi bile hammadde ihraç eder duruma gelmişti. Bu olgu İspanya’da sanayinin gelişmesini önlemiştir.
     İngiltere’de ise durum tersine gerçekleşmekteydi: “Amerika'daki İngiliz yurttaşları, işlenmiş ürünleri İngiltere piyasasından başka yerden satın alamıyorlar ve hammaddelerini de İngiltere’den başkasına satamıyorlardı. Sömürgecilik, ilerde en iğrenç özelliklerinden biri halini alacak yanıyla üzerlerinde baskı yapıyordu: İngiltere’nin sanayi ürünleriyle rekabet edebilecek yerel bir sanayinin sömürgelerde geliştirilmesi yasaklanmıştı. Amerika her zaman geri kalmış bir tarım ülkesi olarak kalmak zorundaydı.”(s.116, Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi)

İngiliz sömürgelerinde sanayi ürünleri imalatının yasaklanması ile kolonilerin güçlenmesinin, zenginleşmesinin engellenerek merkezi yönetime bağlılığın artması, merkezi yönetimin otoritesinin sağlanması amaçlanırken sonuçta İngiltere’nin zenginlik ve refahının arttırılması sağlanmış olmaktadır. İngilizlerin Amerika’daki sömürgelerinde yapmış oldukları yasal düzenlemeler,  vergilerin konulması ve vergi kaçakçılığının önlenmesi için askeri idareye geniş yetkilerin verilmesi, bu merkezi otoritenin tam olarak sağlanmasının baskıya dayanarak da olsa gerçekleşmesi için yapmış oldukları yasal düzenlemelerdir. Bu siyaset, sömürge ekonomilerinin her dönemde sömürge ülkeler üzerinde de uygulamaya çalıştıkları bir yol olmuş, bu ülkelerin hammadde satan ülke konumunda kalmaları için çalışılmış, kendileri üzerinde bir güç olmamaları için sanayileşmelerinin önü kesilmiştir.
     “Amerika'da çıkarılan altın ve gümüşten alınan "beşte bir krallık payı" ve bunun yanında satış vergisi, gümrük vergileri ve Yeni Dünya'daki kilisenin topladığı paralar, İspanya krallarına muazzam bir ek gelir getiriyor ve bu gelirin sağlanması yalnızca dolaysız yoldan değil, dolaylı yoldan da oluyordu; çünkü Amerika'nın özel kişilerin eline geçen hazineleri, ister İspanyol ister Flaman ister İtalyan olsunlar, bu kimselere ve ticari kuruluşlara, kendilerinden giderek daha büyük oranlarda istenen devlet vergilerini ödemeleri için yardımcı oluyordu; ayrıca kral, acil durumlarda geri ödemesini gümüş taşıyan gemiler geldiğinde yapmak üzere bankerlerden her zaman için büyük miktarlarda borç alabiliyordu.”(s.72, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri). Güçlü bir ordu güçlü, bir ekonomi kurarak Avrupa’nın ilk en büyük devleti olarak İspanya’nın ortaya çıkışında sömürgelerden elde edilen değerli madenlerin etkisi temel etken olmuştur. 150 bin askeri donatarak doyuracak bir gelire sahip olabilmek için büyük bir hazineye gereksinim vardır. Bu zenginlik de Amerika’daki sömürgelerden elde edilen altın ve gümüşle gerçekleşmiştir.

     Sömürge ekonomilerinin ( İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya…vb) zenginleşmelerinin,  endüstrileşmelerinin ve  birer dünya devleti olarak ortaya çıkmalarının arkasındaki etkenin sömürdükleri ülkelerin zenginliklerini en iyi şekilde kullanmaları olduğunu görürüz. Sömürgelerden ele geçirdikleri parasal, doğal ve insan kaynakları zenginlikleri ile teknik bilimsel bilgiyi satın almışlar,  ardından teknoloji ve bilgi üretimi ile sömürge ekonomilerinin zenginlik alanlarını daha da geliştirmişlerdir.  Kolonilerdeki çok büyük ürün, mal, hammadde, altın ve gümüş kaynakları ile bu ülkelerin zenginleşmesi, bu kolonilerdeki nüfus ile büyük bir insan gücüne ulaşmaları, Avrupa’da küçük bir alanda faaliyet gösteren bu ülkeleri dünya çapında birer ülke ve devlet durumuna yükseltmiştir. 1800 yılında dünyadaki karaların yüzde 35’i, Avrupalıların işgali ya da denetimi altında bulunuyordu. Bu oran 1878’de yüzde 67’ye, 1914’te yüzde 84’ün üzerine çıkmıştı.” Buhar makinelerinin ve makineyle yapılmış aletlerin sağladığı ileri teknoloji Avrupa'ya ekonomik ve askeri alanlarda kesin avantajlar kazandırdı. Ağızdan dolma silahlarda kaydedilen gelişmeler (tüfek kapsülü, yiv açma vb.) zaten yeterince ürkütücüydü; ateş hızını çok fazla artıran kuyruktan dolma silahların ortaya çıkışı daha da büyük bir ilerlemeoldu; Gatling silahları, Maxirnler, eski tip silahlara bağımlı yerli halkların başarıyla direnme şanslarını hemen tümüyle yok eden yeni bir" ateş kudreti devrimi "ni tamamlayan son düzeltmeler oldu.”(s.192 Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri),



   Sömürge ekonomileri ile dünya çapında büyük bir güç haline gelen bu ülkeler karşısında, Osmanlı İmparatorluğu da dahil Doğunun büyük ülkeleri, imparatorlukları küçük, zayıf devletler olarak kalıyorlar ve yapılan savaşlarda yenilmeleri kaçınılmaz oluyordu.

     SÖMÜRGECİ GÜÇLERİN BİYOLOJİK SAVAŞ HİLESİ :
      Sömürgecilerin sömürge ülkelerdeki başarılarından birisi de, bugün biyolojik savaş olarak adlandırdığımız bulaşıcı hastalıklara neden olan mikropları kullanmaları olmuştur. Sömürge ülkeler, ülkelerinde ortaya çıkan salgın hastalık mikroplarına karşı buldukları aşılarla bağışıklık kazanmış oldukları hastalıkları sömürgelerdeki halka bilinçli olarak bulaştırmışlardır. Bu salgın hastalıklarla yerli halkı ve silahlı güçlerini,  silahlı çatışmaya girmeden, tek bir kayıp vermeden yok etme yoluna gitmişler, yerli halkın geniş coğrafyaları önlerine serbestçe açılmıştır. Ünlü fizyoloji profesörü Jaret Diamont “ Tüfek, Mikrop ve Çelik “ adlı bilimsel araştırma kitabında, Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin sömürgeleri işgal ederken uyguladıkları bu yöntemi şöyle yazmıştır:  “Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar… Örneğin, ilk İspanyol saldırısı 1520'de başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Aztekler çiçek hastalığından kırıldılar ve Monteznma'dan sonra tahta çıkan Cuitlahuac da kısa sürede öldü. Avrupalılardan gelen hastalıklar Avrupalıların kendilerinden çok önce kabileden kabileye bütün Amerika kıtalarına yayılmış, Kolomb öncesi dönemdeki Amerika'nın yerli nüfusunun, hesaplamalara göre % 95 'inin ölümüne yol açmıştı. Kuzey Amerika kıtasında en yoğun nüfuslu, son derecede örgütlü yerli toplulukları, Mississippi şeflikleri 1492 ile 1600 tarihleri arasında, hatta ilk Avrupalılar gelip Mississippi lrmağı kıyısına yerleşmeden önce böylece yok olup gitmişlerdi. Avrupalı göçmenlerin 1713'te Güney Afrika'nın yerli San halkını yok etmelerinde en büyük rol oynayan tek şey çiçek hastalığıdır. İngilizler 1788 'de Sidney'e yerleştikten hemen sonra Avustralya yerlilerini kırıp geçiren salgın hastalıkların birincisi başlamıştı…”(s.84)

      Bugün bu sömürge yöntemi, istila için değil ama zayıflatmak, geriletmek, aşı ticareti sayesinde zenginleşmek için kullanılmaktadır.

     Dergimizin önümüzdeki sayısında bu biyolojik istila yöntemi de dahil,  sömürge ekonomisinin günümüzdeki davranış ve eylemlerini izlemeye, açıklamaya çalışacağız.

KAYNAKLAR:
1- Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi, E Yayınları Belge İnceleme Dizisi , Aralık 2000, Cağaloğlu-İstanbul.
2- Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-Tarih Dizisi 22, Mayıs 2001, 8. Baskı, İstanbul 
3- Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi, Doğu Batı Yayınları10- Tarih Kızılay-Ankara, 6.Baskı, Mart 2014
4-Jaret Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174, 21. Basım Kasım 2010, Ankara

İsmail İNCİ,  01/11/2018



 BU MAKALE BALYALILAR (MADEN) DERGİSİNİN EKİM 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.





30 Temmuz 2018 Pazartesi

EKONOMİK KRİZLERİN ENGELLENMESİ İÇİN ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER




EKONOMİK KRİZLERİN ENGELLENMESİ İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER VE UYGULANACAK KURALLAR


       Ekonomik krizlere karşı alınacak önlemler ekonomik krizin cinsine ve türüne göre değişiklik gösterir. Çünkü her ekonomik krizin ortaya çıkışına neden olan olaylar ve süreçler farklıdır. Kalın bir kitabın konusu olabilecek olan bu önlem ve kuralları aşağıdaki şekilde genel olarak özetlemek mümkündür.
       1- Gereksinmeleri karşılayan ana ekonomik öğelerin yokluğundan ve yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik krizler:
Bu çeşit ekonomik krizleri kendi içinde alt gruplara ayırarak incelersek aşağıdaki tablo ortaya çıkar.
     a) Aşırı nüfus artışına, çok kullanmaktan dolayı toprak verimliliğinin düşmesine ve iklimdeki aşırı değişikliklere (kuraklık, seller…vb)bağlı olarak  ürün kaybı ve üretim yetersizlikleri sonucu gereksinmelerin karşılanamaması ile ortaya çıkan ekonomik krizler. Bu krizlere karşı insanlık geçmişte tarih boyunca,  bulundukları bölgeden başka bölgelere göç ederek çözüm aramıştır. Daha verimli toprakların, daha elverişli iklimlerin, daha bol ürün ve yaşam kaynaklarının bulunduğu ülkelere göç etmek, ele geçirmek insanların ve insan topluluklarının aklına gelen en doğru düşünce biçimi ve en basit bulunan çare olmuştur. Coğrafik keşiflerin de başlıca nedeni olan bu etkiler, ülkelerin istila edilmelerinin, sömürge ülkeler oluşturulmasının da nedenini oluşturur.
     George Percy: Observation adlı eserinde Amerika’ya ilk adım atılışında gördüklerini şöyle anlatır: “ Altı çiçeklerle döşeli ormanları, İngiltere’den dört katı kadar daha büyük ve lezzetli çilekleri, çok iri ve leziz istiridyeleri, büyük miktarda küçük av hayvanları, yığın halinde hindi yuvaları ve sayısız yumurtaları…bulduk.”  Çok bereketli, verimli, cennet gibi bir ülkeye gelmişlerdir. Bu görülenler Amerika’ya göçün ve bu kıtada yerleşmenin yolunu açar. İnsandaki sonsuz keşfetme merak ve arzusunun arkasındaki güdü de göç edenlerin göç ettikleri yerlerde bulup ele geçirdikleri,  zevk ve sevinç kaynağı oluşturan bereketli ürünler, doğal zenginliklerdir. Bu güdü aynı zamanda insan topluluklarının başka insan topluluklarını ve topraklarını sömürgeleştirmesinin de nedenidir.
     Günümüzde bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucunda ve siyasal gelişmelere bağlı olarak dünyamızda keşfedilecek yeni bir kıta ve istila edilecek, açık olarak sömürgeleştirilecek bir ülke bulunmamaktadır. Gizli olarak sömürge siyasetini güden ve sömürülen ülkeler bulunsa da Wilson Prensipleri ile uluslar arası hukuka yerleşen siyasal anlayışa bağlı olarak artık hiçbir ülkenin diğer bir ülkeyi istila ederek topraklarını genişletme hedefi kalmamıştır. 

    19. yüzyıldan itibaren Tarımsal üretimde, gelişen sanayi ile birlikte ileri üretim teknikleri ile tarım yapılarak üretim arttırılmaya başlanmıştır. Tarımda traktör, gübre, yeni sulama teknikleri kullanılarak; bitkilerin tohumlarının genetik yapıları değiştirilerek ve dünyanın değişik coğrafyalarından yeni bitki tohumları türleri keşfedilerek hastalıklara ve iklim koşullarına dayanıklı tohumlarla yapılan üretimlerle üretimde aşırı artışlar sağlanmış, tüketim gereksinmeleri yeterli ölçüde karşılanmaya başlanmıştır.
       Daha çok ürün elde etmek için bitkilerin genetik yapıları ile oynamanın, insan sağlığında ciddi sorunlara yol açtığı belirlenmiştir. Bir bölgede daha dayanıklı genetik yapıya sahip bitki tohumları başka coğrafik bölgelerde de çok daha verimli olabilmektedir. Bunun için bir bitkiye ait kuraklığa, hastalıklara dayanıklı, bol ürün veren tohum çeşitlerinin dünyanın değişik coğrafik koşullarında araştırarak keşfetmek daha sağlıklı bir yöntemdir. Kansas’ta çiftçilik ve öğretmenlik ile meşgul olan  Mark Alfred Carleton Kansas’ta ekilen kurağa ve küflenmeye dayanıklı olan buğdayın, Amerika dışından, Ukrayna veya Avrasya steplerinden getirilmiş olduğu kanısına varmıştı. Tarım Bakanlığının desteği ile bu bölgelere giderek, Ural nehrinin tam batısında Turgai steplerinde  “Kubanka” buğdayını, Ukrayna’da Kharkov yakınında Kharkov buğdayını keşfeder. 1914 yılına gelindiğinde, ABD’de kış buğdayının yarısı Kubanka ve Kharkov çeşitlerinden üretilmekteydi. “ Kuzey Afrika’dan J. H.Watkins Kaffir mısırını getirdi, Niels Hansen, Türkistan’dan sarı çiçekli afalfayı ülkeye soktu…”(s.382, ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK)
     Gıda üretiminin yeni topraklar keşfedilmeden artırılması, tarım ve hayvancılıkta bilimsel ve teknolojik keşifler ile gerçekleşmiştir. Bu durum hükümetlerin izleyeceği ekonomi politikalarında besin maddeleri ürünlerinin üretiminde tarım ve hayvancılıkta bilimsel araştırmaları ve yatırımları desteklemesinin önemini arttırmıştır. Bu alanda ortaya çıkacak ekonomik bir kriz,  açlık riski de dahil tüm ekonomide dengeleri alt üst edecektir. Bu tehlike nedeniyle, tarım ve hayvancılık ile ilgili çalışmalar devlet politikası olarak izlenerek gerekli önlemler alınmaya çalışılmaktadır.
     İleri tarım tekniklerine ve gelişen gıda üretimi sanayisine bağlı olarak üretimde aşırı artışlara rağmen,  çiftçi maliyetlerinin (gübre, tohum, makine…vb)artması ve  üretilen tarım ürünleri fiyatlarının yeterince artmaması veya düşmesi sonucunda ürünlerin tarlada kalması, imha edilmesi veya üretimine ara verilmesi üretimde kıtlıklara neden olabilir. Bu sorunlara karşı hükümetler maliyetleri düşürücü destek politikaları izlemelidir. Hükümetler kuraklık, sel, don..vb gibi doğa koşullarının olumsuz etkilerinin  üreticileri etkilememesi için baraj, göl, gölet yaparak, seracılıktaki teknikleri geliştirerek üreticilerin üretim faaliyetlerini desteklemelidir.
     b) Ülkelerin ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin üretimde kullandıkları ana
maddelerden birisinin bulunmaması ekonomik krize neden olmaktadır. Bu temel madde petrol, doğal gaz gibi tüm üretimde enerji kaynağını oluşturan bir madde olabileceği gibi, önemli bazı ürünlerin üretiminde kullanılan çelik, bakır, alüminyum gibi maddeler de olabilir.
     Enerji elde edilmesini sağlayan maddeler tüm üretimi etkilerler. Bu maddelerin yokluğu tüm ülke üretimini olumsuz etkileyerek, birçok ürünün üretimini azaltır, maliyetlerini yükselterek enflasyona neden olur. Yüksek enflasyon ise ekonomik krizleri ortaya çıkarır. Bu tür krizlerin önlenmesi için öncelikle enerjinin kesintisiz temin edileceği, alternatif enerji kaynakları sağlayacak güçlü bir politika belirlenmeli ve bu politika desteklenmelidir. Günümüzde yaygınlaşan güneş enerjisi başta olmak üzere, su, rüzgar gibi doğanın güçlerinden elde edilen enerji kaynakları değerlendirilmeli, doğal gaz, petrol, uranyum..vb sınırlı maddelerden elde edilen enerji kaynakları araştırılmalıdır.
     Zorunlu olarak ithal edilen enerji hammaddelerinin ve sanayi üretiminde kullanılan ana maddelerin enflasyon baskısını önlemek için, ihracatta tekel oluşturarak döviz geliri sağlayacak birkaç üründe Uzmanlaşmış Üretim Alanları” oluşturulmalıdır. Bu Uzmanlık alanında üretim, teknolojiye dayanan yeni Markalaşmış ürün olabilir, niteliği geliştirilmiş ülkenin doğal zenginliklerini destekleyen ürünler (Tarım ürünleri, turizm bölgeleri, doğadan çıkarılan madenler) olabilir. Diğer üretim alanlarında kendi kendine yeterli olacak üretimde bulunmaya çaba gösterilmelidir.

    c) Kamu hizmetlerini yerine getirilebilmesi için toplanan vergi gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki büyük dengesizlikler, devletleri iflas durumu ile karşı karşıya getirerek ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu krizlerin en büyük nedeni kamu harcamalarındaki savurganlık;  lüks, zevk ve eğlenceye dayalı bir yaşama kapılarak vergi gelirleri ile dengeli olmayan harcamaların yapılmasıdır. Bütçe dengelerine aykırı olarak yapılan bu harcamalar, devlet içinde rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmalarla birleşerek devletin güvenlik, savunma, adalet, sağlık…vb gibi ana görevlerini yapamayacak duruma getirir. Bu ekonomik krizin önlenmesi hükümetlerin kamu gelirlerini “ tüyü bitmemiş yetimin hakkını” koruyacak şekilde adil olarak harcaması, lüks ve sefahata kaçmadan,   devlet hazinesini devleri yönetenlere ve yakınlarına peşkeş çekmeden, ülkenin vatandaşlarının, şirketlerinin verimliliklerini, üretimlerini arttıracak gerekli yapı ve koşulları sağlayacak şekilde yönetmesi ile olanaklıdır. İsraf derecesinde gereksiz, üretim değeri olmayan, saray ve binalar, alışveriş merkezleri, gösterişli yol ve caddeler..vb  harcama ve yatırımlardan uzak durmak gerekir. Özellikle bu tip zevk eğlenceye dayanan yatırım ve harcamaları hükümetlerin borçlanarak yapması kamu açıklarına dayalı ekonomik krizleri kaçınılmaz duruma getirir.  
     d) Döviz miktarında aşırı düşüşler ve Merkez Bankası rezervlerinin erimesi ile ortaya çıkan Döviz krizi, devletlerin yabancı paraya bağlı olarak alacak mal ve yapacakları hizmetlerin fiyatlarını arttırarak, yüksek enflasyona bağlı ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olur. Döviz ile mal ve hizmet almak zorunda olan devletler, bu alımları karşılayacak döviz gelirleri elde etmek zorundadırlar. Tersi durumda iflas noktasına gelirler. Bu ekonomik sorunun ortadan kaldırılması için ülkeler mutlaka, dış ülkelerin satın alacağı bir mal ve hizmet üretmek zorundadır. Dış ülkelerin talep edeceği ürün sahibi olmanın geçerli yolu, ülkelerin Uzmanlaşmış Oldukları bir ve birkaç alanda üretim yapmaları ve bilimsel araştırma ve geliştirmelerle, diğer ülkelerin sahip olmadığı yeni ürünler üretmeleridir. Bu nedenle ARGE çalışmalarına yatırım yapmak büyük önem taşır.
     Ancak elde edilen döviz kadar, dövizlerin harcanması da önemlidir. Döviz gelirleri dengesine bağlı olmadan yapılan döviz harcamaları, alınan tüm önlemleri ve yapılan çalışmaları boşa çıkarır. Daima, ülkeye giren ve çıkan döviz ile ilgili yatırım ve harcamaları karşılayabilecek dengelerde döviz gelir ve birikimi önlemini almış olmak döviz açığına bağlı bir ekonomik kriz önleyecektir. Döviz gelirler ve giderleri dengeli olarak ve özellikle dış satımda üretim ve verimliliği artıracak şekilde harcanmalıdır.

     Kamunun,  açık bütçe uygulamaları ile yerli ve yabancı para birimleri cinsinden dengesiz iç ve dış borçlanması, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kamunun ve özel şirketlerin, borçlarını ödeyemeyecek durumu gelmesi ile sık sık ekonomik krizler ortaya çıkmaktadır. Sanayileşmiş gelişmiş ülkeler,  gelişmekte olan ülkelerde açık bütçe uygulamalarını, enflasyonist politikaları teşvik edebilirler. Bu teşvikin nedeni, aşırı üretimde bulunan ekonomilerinin mallarını gelişmekte olan ülkelere pazarlayabilmeleri içindir. Sanayileşmiş olan ülkeler, uluslar arası şirketler ürünlerini pazarlayabilmek için, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi ve kolaylaştırılmasını savunurlar. Hedefledikleri Pazar düşüncesine ulaşabilmek için amaçları yönünde siyaset yapan kişi, kurum ve hükümetleri teşvik edebilirler,  destekleyip koruyabilirler. Bu amaçla uluslararası ticareti kolaylaştıracak ticaret yollarını açık olmasını sağlayacak otoban, yol, köprü, havaalanı inşaatlarına yatırımların yapılmasını teşvik ederler. Teşviklerle yapılan bu tip yatırımlar kamu gelirlerinde ve döviz harcamalarında açıklara neden olarak ekonomik krizleri ortaya çıkarır. Bu tip ekonomik krizleri engelleyebilmek için, ekonomide önceliklerin belirlendiği, kamu ve şirket açıklarının kontrol edilebilir olduğu yatırım ve üretim ekonomi politikaları oluşturmak gerekir.
e) Dünya nüfusunun yüzyıllar sonrasında dünyanın kaldıramayacağı kadar artması, hammadde kaynaklarının tüm dünya ülkeleri için yetersiz duruma getirecektir. Bu Genel Büyük, tüm insanlığı ilgilendiren ekonomik krizin aşılması, insan varlığının kendine yeni alanlarda yeni yaşama koşulları oluşturmasına veya bu yeni yerlerin koşullarında yaşama uyum sağlayacak kendi varlığında gerekli değişimi gösterebilmesine bağlıdır. Bu yeni yaşama alanları da yeni gezegenler, yeni dünyalar keşfederek bu yeni dünyalarda yaşama uyum sağlamakla olabilir. Bu insanlığın ortak mücadelesidir.

 2- Gereksinmeleri karşılayan ürünlerin talep edilenden fazla üretiminden kaynaklanan ekonomik krizler.
     ABD ve tüm dünyayı etkileyen 1929 yılındaki ekonomik kriz, tüm pazar arayışlarına rağmen üretim fazlalığından ve gelir dengesizliliğinden ortaya çıkan büyük bir ekonomik bir krizdir. Üretim fazlalığı ve talep yetersizliğine dayanan ekonomik krizlerin temel nedenleri üretim teknik ve yöntemlerindeki yeniliklere bağlı olarak üretimde aşırı artışlar ile birlikte gelir dağılımındaki dengesizliklerdir. İlerleyen teknolojiye bağlı olarak üretim tekniklerine ve yeni üretim yöntemlerine (Seri üretim yöntemine bağı olarak kitle üretiminin yapılması)  bağlı aşırı üretimle sonuçlanan yatırımlar,  serbest piyasa ekonomisine dayanan aşırı kar amaçlı üretimler sonucu gelir dengesizliği ile birlikte birleşerek talep yetersizliğine neden olmakta, ekonomik sistem ülke dışı pazarlar bulamadığı taktirde işyerlerinin kapanmasına, zincirleme olarak borsa ve bankaların iflasına neden olarak ekonomik krizleri ortaya çıkarmaktadır.” 1929 krizini ele alırsak, ortada açıkça çöküşe götüren bazı etkenler vardı.Öncelikle ülkenin üretim kapasitesi, tüketim kapasitesinden daha büyüktü….gelirin yeterli derecede bir bölümünün işçi,çiftçi,memur ve görevlinin eline geçmemesiydi. Hâlbuki bütün sınai ve ticari sistem onların devamlı satın alma gücüne dayanıyordu. İkinci olarak, hükümetin gümrük tarifesi ve savaş borçları siyaseti, yabancı pazarları Amerikan malları için fiilen kapatmıştı….Üçüncüsü kredide kolaylık, kredinin ölçüsüz genişlemesine, taksitle alışverişin artmasına ve sınırsız bir spekülasyona yol açtı.Hükümet ve özel kişilerin borçları yüz, yüzelli milyar arasında bir miktara yükseldi ve spekülasyon hisseleri ve emlakı gerçek değerinin çok üstüne çıkardı.”…(s.481, ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK)
     Gerek George ARMSTRONG’un “Para İmparatorluğu” kitabında gerekse Howard ZİNN’in “ABD Halklarının Tarihi” adlı kitabında 1929 ekonomik krizine neden olan ekonomik olay olarak yer yer piyasalara yeterince para sürülmemiş olması olarak gösterilir. Yine 1895 ekonomik krizinin nedeni de piyasalarda dolaşımda yeterince para miktarı bulunmamasıdır:
“Anayasa yapıldığında eyalet bankaları gümüş ve altın karşılığı para basarak para arzını karşılamaktaydılar. Bu sistem iç Savaş sonuna dek sürmüştür. İç Savaş sonrası milli bankalar Amerikan Devlet Tahvilleri karşılığı para basarak para ve kredi arzını düzenli halde tutmuşlardır. Rothschild ailesinin etkisi altında dünya bankacılık sistemi hükümetlerden özel bankacılara geçmeye başlamıştır. Bank of England dünyadaki diğer merkez bankalarına örnek olarak gösterilmektedir. Federal Rezerv Sistemi kurulduğunda Amerikan Hükümeti para basımı arzının düzenlenmesinde söz sahibi olmak istemiştir. Federal Rezerv Sistemi Amerikan halkının kendisine anayasa tarafından verilen bankacılığı düzenleme hakkını Kongre üyelerine vermesi dışında bir şey değildir…1907 yılındaki panik New York Rezerv bankalarının ticari bankalara mevduatlarını geri ödememesi ile başlamış ve rezerv bankasından para alamayan ticari bankalar müşterilerine mevduatlarını ödeyememişlerdir. Problem para arzını arttırmadaki zayıflık ve dolaşımdaki para kıtlığından kaynaklanmıştır. Zaten o yıllarda tüm dünyada ticaretin gereksinimlerini karşılayabilmek için para sistemlerinde radikal değişiklik yapılması istekleri bulunmaktadır..”(s.118, Para İmparatorluğu, George ARMSTRONG)


“Kongreye yazdığı bu nottan anlaşılacağı üzere para ve kredi arzını genişletecek…
Bankacılar para ve kredi arzına yetkili bir merkez bankasının kurulmasını
ve bu merkez bankasını da kendilerinin yönetmelerini istemektedirler…..Yönetim ise para arzını merkezi hükümet kanalıyla yapmak ancak krediyi bankalar kanalıyla düzenlemekten yanadır. Daha sonra basılacak paraların hangi koşulları taşıyacağı ve basılacak yeni paraların banknot mu yoksa devlet kağıdı hüviyeti mi taşıyacağı da bankacılar ve hükümet arasında tartışılmıştır. Federal Rezerv Sistemi bu tartışmalar sonucu kurulmuştur ve sonuçta tüm taraflar yaratılan sistemden memnun kalmışlardır. Başkan Wilson yeni sitem için, “Bu yeni sistem ticaret ve endüstrinin bağımsızlıkları ve halkın para arzındaki dalgalanmalar sonucu servetini kaybetmeyeceklerinin teminatıdır!” demiştir.”(s.119)

“Alınan karar sonrası Amerikan ekonomisi tarihinde görülmemiş bir panik ve yıkım ortaya çıkmıştır. Bu yıkım içinde en fazla zararı mevduat sahipleri ve ticaret ile sanayiye kredi veren bankalar çekmişlerdir. Pek çok kurum iflas etmiş, binlerce kişi intihar yoluyla kendi canını almış ve milyonlarca insan sefil olmuştur. Devlet tahvilleri ve hazine bonoları değerlerindeki düşüş bunların rehin karşılığında kredi veren bankaları batırmıştır. Bu depresyon öncesi ABD Gayri Safi Milli Hasılası 500-600 milyar dolarken kriz sonrası 250-300 milyar dolar düzeyine gerilemiştir….Amerikan devletinin iflasını önlemek amacıyla sonunda Federal Rezerv bankaları kredi musluklarını açmışlar ve 1927-1929 arası piyasalarda bir bahar havası esmiştir. Ancak esen bahar havası 1929 yılında spekülasyonlara neden olmuş ve bu nedenle Federal Rezerv bankaları tekrar deflasyonist uygulamalara başlamışlardır. On sene içinde Gayri Safi Milli Hasılasını 400 milyar dolar seviyesine getirmiş olan Amerikan ekonomisi yeniden % 40-50 kayba uğramıştır. 1930 yılında Federal Rezerv bankalarının açıkça aldıkları deflasyonist önlemler 1920 krizini atlatan bankerleri, işçileri, aileleri ve özellikle çiftçileri fena vurmuştur. Ürün fiyatlarının üretim fiyatlarından düşük hale gelmesi sayesinde çiftçiler ev ve arazilerini kaybetmişlerdir. Fabrikaların kapanması sonucu 12 milyon işçi işten atılmıştır.” (s.123)
    …. kanunen her hangi bir ticari banka elindeki devlet tahvil ve hazine
bonolarını bağlı olduğu Federal Rezerv bankasında ıskonto karşılığı bozdurma hakkına sahiptir. Bu yöntemle halkın ve işletmelerin ihtiyaç duyduğu para miktarının piyasaya sokulması amaçlanmıştır. Ancak bu yöntem 1920’de Warburg’un isteği üzerine Kongre’ce değiştirilmiş ve yapılan bir değişiklikle Federal Rezerve bankalarına kendilerine bağlı ticari bankalarının iskonto işlemlerini kısıtlama ve devlet tahvilleri ile hazine bonolarını kırmayı ret etmeleri hakkı verilmiştir. Dolayısı ile artık para arzı piyasanın taleplerine göre değil Federal Rezerv Kurulunun inisiyatifinde gerçekleşmektedir….. Bu yeni kurum dolayısıyla üye bankaların hazine bonoları ve devlet tahvillerinin iskonto edilerek para arzını arttırma yetkilerini ortadan kaldırmaktadır. Aradaki fark “Açık Piyasa Komisyonu”nun Amerika’nın ne kadar paraya ihtiyacı olduğunu tek başına belirleme yetkisidir. Hâlbuki bizim eski sistemimizde ticari, sanayi işletmeler ve ticari bankalar para arzını belirlemekteydiler.” (s.126, Para İmparatorluğu, George ARMSTRONG)

“……kaldıracaklan ürünün fiyatının yüksek tutulacağını umut eden çiftçiler bankadan
aldıklan borcu ödemek için, ürünün demiryolları ile taşınması için,
zahirenin taşınmasını üstlenen tüccara para vermek için ve depolamayı
yapan ambara ödeme yapmak için durmadan borçlanıyorlardı. Ancak
her seferinde ürettiklerinin fiyatı düşerken banka borçlarının ve nakliye
ücretlerinin arttığını görüyorlardı; çünkü çiftçinin bireysel olarak tahıl
fiyatları üzerinde hiçbir denetimi yoktu, buna karşılık tekelci demiryolları
ile tekelci banker istedikleri fiyatı koyabiliyorlardı.” (s.301, Howard ZİNN, ABD Halklarının Tarihi)
“Hükümet çiftçileri zor durumda bırakacak şekilde bankerlere yardım
ederek üzerine düşen rolü oynadı: nüfus arttıkça paranın -altın stoklarına
dayalı- miktarını sabitleştirdi ve dolaşımdaki para miktarı giderek
azaldı. Çiftçi ise borçlarını bulunması iyice zorlaşan dolarla ödemek zorundaydı.
Geri ödemelerde, bankerler, doların değer kazanması nedeniyle
daha kazançlı çıkıyorlar, bir çeşit kazanç üzerine kazanç ekliyorlardı.
Bütün bu nedenlerle, o günlerde çiftçi hareketlerinden bu denli çok bahsetmenin
dolaşıma daha fazla para sokmakla yakından ilgisi vardı: dolaşıma
para sokmak ise (hazinede altın olarak karşılığı olmayan) yeşil
banknotlar basmakla ya da gümüşü para basmanın karşılığı yapmakla
mümkündü….Goodwyn bunu anlatmak için iki ayrı kişisel tarihçe vermektedir.
Güney Carolina'daki beyaz bir çiftçi 1887- 1895 yıllan arasında malzemeci
tüccardan 2681 .02 dolar tutarında mal ve hizmet almış, fakat yalnızca
687.31 dolar ödeyebilmiş ve sonunda toprağını tüccara bırakmak
zorunda kalmıştı..” (s.302)
Yine piyasalarda altın rezervine değil de üretilen ürün miktarına bağlı olarak paranın bulunması için çiftçiler, merkez bankasının dışında kendileri bir çözüm bulur: Teksaslı liderlerden biri olan Charles Macune.. Halkçı Platform içinde daha sonraları merkezi bir düşünce haline gelecek olan Veznedarlık Planı ona aitti. Bu plana göre
hükümet kendi ambarlarını kuracak ve çiftçiler ürettiklerini burada depolayıp,
depoladıktan ürünler için Veznedarlık'tan belge alacaklardı. Bu
belgeler banknot yerine geçecek ve böylece piyasada altına ya da gümüşe
bağlı olmayan, tarım ürünü miktarını temel alan daha fazla nakit para
bulunacaktı.”(s.305)

     Piyasadaki para miktarının, piyasalarda toplam üretilen mal ve hizmet ürünü miktarına ve değil de altın ve gümüş miktarına bağlı olarak dolaşımda olmasının üretim ve tüketim dengelerini olumsuz etkilediği gerçektir. Bu durumun aynı zamanda, piyasada üretim faaliyetleri ve ürünle orantılı olarak paranın yeterince bulunmaması nedeni ile paraya olan gereksinimin artması sonucu kredi veren bankerlerin faizleri arttırarak daha da zenginleşmelerini sağladığı da gerçektir.  Ülkelerin mal ve hizmet üretim hacimleri ve varolan işgücü potansiyelleri (Paranın işgücü potansiyelini harekete geçirici etkisi) göz önünde bulundurulmadan ve para hacminin sadece altın standardına bağlanması düşüncesi büyük bir ekonomik yanılgı olmuştur.
      Ancak piyasalarda yeterince paranın bulunması, onun tek başına dolaşımı için yeterli olmamaktadır. Nüfusun küçük bir azınlığının elinde toplanan para miktarı, diğer anlatımla paranın dengeli olarak üretici ve tüketicilerin arasında dağıtılmamış olması, sosyal adaletin, gelir dağılımının dengeli olmaması ekonomide paranın yeterli miktarda bulunmaması ile eşit anlama gelmektedir. 1929 ekonomik krizinin ve diğer büyük krizlerin en önemli nedenlerinden birisi para miktarını altın ve gümüşe bağlanması ile eş bir durum oluşturan gelir dağılımlarındaki büyük dengesizliktir.
     İkinci büyük etken gerçekten bilim ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak fabrikaların üretimde Seri Kitle Üretimi yöntemi ile üretimlerini gerçekleştirerek piyasalarda gereksinimden çok fazla ürünün bulunmasına neden olmalarıdır. Para arzı ile bu ürün fazlalığı sorununun çözülmesi olanaksızdır. Çünkü insan gereksinimi doyum sağladığında para miktarı ne kadar çok olursa olsun tüketme eğiliminde bulunmayacaktır. Sorun üretim ve tüketim dengesinin sağlanarak korunması ile çözümlenebilir.
     Gevşek (enflasyonist) para politikaları, ekonomide geçici bir rahatlama sağlayabilir. Ancak borçların ödenmemesine, bankaların verdikleri kredilerin geri dönmemesine neden olan gerçek ekonomik sorunlar çözümlenmediği sürece ekonomideki kriz çok daha artarak devam eder. Yaşanılan ekonomik krizler de bunu kanıtlamış, yüksek enflasyonla küçük şirketler batarken üretim azalmış, stagflasyonla ortaya çıkan işsizlik, yüksek fiyatlar, kıtlık şeklindeki ekonomik krizler ülkeleri etkisi altına almıştır.
     Kanser hastalığında organizmanın bir parçasında canlı dokularda aşırı hücre büyümesine bağlı başlayan bozulmanın organizmanın diğer bölümlerini olumsuz etkilemesi ve sonunda canlının genel işleyiş sisteminde bozulmalara neden olması gibi, aşırı üretime bağlı olarak ülkelerin bir veya birkaç ana sektörü çalışamaz duruma geldiğinde diğer ekonomik sektörler de çalışamaz duruma gelmektedir.  Üretim ve tüketim dengelerini koruyan bir ekonomide ise ekonomik krizler ortaya çıkmamaktadır.
     Üretim ve tüketim dengesinin korunması “üretimde esneklik” ve “tüketimde esneklik” sağlanabilmesi ile gerçekleşebilir. Eğer bir ülke ekonomisinde talepten fazla ürün ve üretim potansiyeli bulunuyorsa, bu ekonomik durumun durgunluğa, işsizliğe, iflaslara neden olmaması için yeniden talep yaratacak üretim esnekliğine sahip olması gerekir. Bu da üretim araç ve gereçlerin esnek bir yapıda bulunarak yeni ürünleri üretebilecek yeteneğe ve yapıya sahip olmalarını gerektirir. Bu nedenle firmalar seri ancak Esnek Üretim Yöntem ve tekniğine bağlı olarak yeni ürünler üretebilir, yeni ürünler ile yeni talepler oluşturarak ekonomik faaliyetlerini sürdürebilirler. Bunun için sürekli olarak çalışanlarının işyerinde eğitimlerine önem vererek üretim bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirirler; üretim süreci esnasında elde edilen gelirlerden gerekli olan mali kaynakları bütçelerinde ayırırlar.

3-Finans piyasalarında yatırımcıların haksız kazanç sağlamak eylemlerinden (Spekülatif faaliyetlerden) ileri gelen ekonomik krizler.
     Önemli bazı ekonomik krizler, hisse senetleri üzerinde yapılan spekülasyonlar ile ortaya çıkmaktadır. Bazı iş adamları, bazı iş alanlarındaki hisselerin fiyatlarını düşürmek için satışlar ortaya çıkarırken aynı zamanda düşen hisseleri düşük fiyatlarla almayı tasarlayarak büyük karlar elde etme amacında oluyor. Ancak bu girişimler piyasalarda güveni ortadan kaldırınca banka ve şirketlerin iflasları zincirleme olarak başlayınca ekonomik kriz ortaya çıkıyor.
    Birtakım iş adamları, hisse senetlerinin fiyatları arasındaki aşırı farklılıklardan yararlanmak için yapay artışlar ve yapay düşüşler oluştururlar. Bu büyük karlar elde etme amacı piyasalarda küçük bir kısım spekülatörü zengin ederken zincirleme olarak bir çok şirketi ve bankayı iflas ettirerek ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Herhangi bir finansal varlığın (tahvil, bono, hisse senedi gibi) fiyatının o kâğıdın dayandığı reel varlığın gelecekteki gelir akımının üstüne çıkması
haline balon adını verilir ve bu tür balonların yaygınlaşması ve büyümesi sonucunda finansal kriz ortaya çıkar. 2008 yılında ortaya ABD, Avrupa dahil birçok ülkeyi etkileyen mortgage krizi böyle bir krizdir. Balon krizlerinin en eski ve tipik örneği Hollanda’da yaşanan lale soğanı fiyatlarına bağlı borsadaki aşırı değer yükseltmeleridir. Lale soğanının fiyatı bir çalışanın bir yıllık kazancına eşdeğerde olan 20 guldenden 225 guldene fırlamış, bu değere bağlı iş anlaşmaları yapılmış ancak 1637 yılında piyasada yeni alıcı olmadığı görülünce bütün soğanlar elde kalmış, yapılan sözleşmeleri yerine getirecek gelir olmadığından, soğan üreticileri ve aradaki spekülatörler iflas etmiş etmişlerdir.

    Kredi ve borsa sistemlerinin kuruluşunu bütün dünyada ticari faaliyetlerde bulunan Yahudiler yapmıştır. Ford Motor Company’nin kurucusu Henry Ford “Yahudi Enternasyonali “ adını verdiği kitabında şöyle yazmaktadır: “  “Kredi ve borsa sistemlerinin altında Yahudilerin yaratıcılıkları yatar. Bu sistemler Yahudilerin kendi aralarında ticaret yapmaktan çok Yahudi olmayanları kontrol etmek için geliştirilmiş enstrümanlardır. Örneğin "borç senedi" ve "hamiline çek' ' Yahudiler tarafından icat edilmişlerdir…Yahudiler düşmanları sürekli servetlerini ellerinden aldıklarından yeni bir şey icat ederek yine zengin kalmayı başarmışlardır. Yahudiler servetlerinin büyük kısmını "hamiline" düzenlenmiş belgeler altına aldıktan sonra servetlerini saklamaları kolaylaşmıştır.” .”(s.17)
     “Borsanın kuruluşu da Yahudilerin ticari yaratıcılıklarına bir örnektir. Bedin, Paris, Londra, Frankfurt ve Hamburg borsaları Yahudilerin kontrolünde kurulurlarken Cenova ve Venedik zaten Yahudi finans merkezleri olarak bilinmekteydiler Yahudiler Bank of England'ın kurucuları oldukları gibi Bank of Amsterdam ve Bank of Hamburg da Yahudilerin kontrolünde kurulmuşlardır.”(s.18)
Yahudi büyük finans şirketleri gayrimenkul piyasalarındaki fiyat artışlarından yararlanarak, diğer yatırımcıların zarar etmesine, iflaslarına bağlı olarak dünya çapında şirketler haline kolaylıkla gelmişlerdir. Hisse senetlerinin önce düşürülmesi, düşük fiyatlardan toplanan hisselerin yükseltilerek satılması taktiği Yahudi finans şirketlerinin her zaman uyguladıkları spekülatif yöntemdir. George ARMSTRONG “Para İmparatorluğu” kitabında dünyanın en büyük finans imparatoru Nathan Rothschild’in borsada nasıl balon oluşturduğunu şöyle yazar:
     “Nathan, İngiltere’nin savaşı kaybettiği söylentisini yayarak elindeki tüm İngiliz hisseleri satmaya başlamıştır. Borsada herkesin paniğe kapılarak hisselerini satması sonucu endeks korkunç derecede düşmüş bu arada Nathan gizli bağlantıları sayesinde hisseleri taban fiyatlardan toplamaya başlamıştır. Telgraf, telefon, radyonun olmadığı ve ülke sınırlarını geçmenin sadece Yahudi kuryelere verilmiş bir hak olduğu o günlerde İngiltere’nin Waterloo Savaşı’nı kazandığı haberi ancak günler
sonra Londra’ya ulaşmıştır. Bu haber Londra Borsası’nı coşturmuş ve bu anı bekleyen Nathan elinde taban fiyatlardan topladığı tüm İngiliz kağıtlarını satmaya başlamıştır. Bu başlangıçtan beri uygulanan bir Rothschild taktiğidir.”(s.37, Para İmparatorluğu)
      Ekonomileri spekülatif hareketlerden ve doğacak krizlerden korumanın tek yolu senetlerin üzerinde pay oranları yerine yazılı bir değerin bulunması ve bu değer dışında bir fiyat ile alınıp satılmaması ile mümkündür. Hisse senetlerinin yazılı değeri, her şirketin varolan cari değerine göre bölünerek bulunur. Ve her şirketin bir ömrü olduğu düşünülürse, ömürlerinin sonuna doğru değerlerinin düşeceği düşünülerek hisse senetlerinin cari fiyatları yeniden hesaplanarak değiştirilir.
      Hisse senedi ve bonoların değerleri üzerinden güvence olarak gösterilerek yeni alım satım ve iş sözleşmeleri, kredi anlaşmaları ancak bir kez bir muhatap kişi ve firma ile yapılması ticari faaliyetlerin sağlam temellere dayanmasını sağlayacaktır. Aynı bono ve hisse senedi değerinin ikinci, üçüncü ve devamı ticari işlemlerde güvence bedeli olarak kullanılması, üretim dışı faaliyetleri ve spekülasyonları arttırır. Arada herhangi bir kredinin geri dönmemesi tüm ekonomik faaliyetleri etkileyerek ekonomik krizlere neden olmaktadır.

KAYNAKLAR:
1- ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK, 6.Baskı, Mart 2014, Doğu Batı Yayınları10- Tarih
2- ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN, Çev. Sevinç Sayan ÖZER, 1.Baskı, Nisan 2005, İmge Kitapevi Yayınları
3-Yahudi Enternasyonali, Henry Ford, Çevr.Mert Akcanbaş, Şubat 2003, Destek Yayınevi Araştırma 98
4-Para İmparatorluğu, George Armstrong, Çevr.Haldun Derin, Destek Yayınevi
5-Küresel Finans Krizi, Mahfi Eğilmez, Remzi Kitabevi


İsmail İNCİ,  30/07/2018



                                                                                               
EKONOMİK KRİZLERİN ÖNLENMESİNE İLİŞKİN BU MAKALE BALYALILAR(MADEN) DERGİMİZİN TEMMUZ 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.



















SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...