KAMU HARCAMALARI İLE ENFLASYON VE FAİZ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
Yayınlanan
2017 Kasım ayı enflasyon rakamlarına göre, Tüketici fiyatları Endeksi (TÜFE)
yüzde 1,49 oranında artarak yıllık yüzde 12,98;
Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) yüzde 2,02 oranında artarak yıllık yüzde
17,30 oranında yükselmiştir. Böylece enflasyon Aralık 2003 tarihinden bu yana
en yüksek seviyesine yükselmiş oldu. Yükselen enflasyon ve TL’deki değer kaybı
nedeniyle Merkez Bankası 14 Aralıkta faiz oranlarını yarım puan arttırdı. Fiyatlardaki artış sürekli ve bütün harcama
kalemlerinde oldu.
Fiyatlar
genel düzeyindeki sürekli artışa enflasyon adı verilir. Ülkemiz artan bir
enflasyon baskısı altında bulunmaktadır.
Eskiden
olduğu gibi günümüzde de, ülkemizin önemli
siyaset ve devlet adamlarının da katıldığı önemli bir tartışma
bulunmaktadır: Yüksek enflasyon mu
faizin yükselmesine neden olmaktadır, yoksa yüksek faiz mi enflasyonu
yükseltmektedir? Bu sorunun cevabı
olarak iktisatçılar, faiz ve
enflasyonun birbirinin nedeni ve sonucu olmadığını, her iki olayın nedeninin
arz ve talepte ortaya çıkan dengesizlikler olduğunu söyleyeceklerdir.
Mal ve hizmetlere yönelik tüketim talebi
miktarı, üretilerek arz edilen miktardan fazlaysa o zaman genel fiyatlar düzeyinde
yükselme yani enflasyon ortaya çıkacaktır. Bu enflasyona ‘Talep Enflasyonu’
denir. Talep edilen mal ve hizmetleri üretmek için kullanılan, hammadde
halindeki ürün, teknik araç gereç, enerji
ile üretim faktörü adı verilen
kira, ücret, kar, kar payı, faiz, vergi...vb. gibi yapılan her türlü ödemelerin genel fiyat
düzeylerinde ortaya çıkan artışların neden olduğu enflasyona ‘Arz Enflasyonu’
veya ‘Maliyet enflasyonu’ denilir.
Faizin
enflasyon ile ilişkisini belirlemek için maliyet enflasyonu içindeki diğer
girdi ve üretim faktörleri ile birlikte enflasyonu yükselten oranına
bakmalıdır. Faiz oranı ne kadar yüksek ise diğer etkenlerle birlikte enflasyonu
o kadar yükseltecektir.
Arz(maliyet) enflasyonu ve talep enflasyonunu birbirinden bağımsız değerlendirmemek
gerekir. Sonuçta Arz Enflasyonunu ortaya çıkaran girdi ve faktörlerin fiyatları
da talebe bağlı olarak yükselmektedir. Faiz de serbest piyasa ekonomisi içinde
kendisine duyulan ihtiyaca bağlı olarak yükselip düşer.
Bütün
olarak Enflasyon, talep ve arz
enflasyonuna neden olan ekonomik etken ve olguların bir döngü boyutu içinde
birbirleriyle etkileşimi sonucu olarak ortaya çıkar ve ekonomik olguların neden
ve sonuçlarını ortaya çıkarmak, enflasyonun döngüsel boyutu içinde ekonomik
olayların iyi gözlenmesi ve düşünülmesi ile olanaklı olur.
Yılın başında 2017 Ekonomik görünüm ile
ilgili öngörülerin bazıları şöyledir: “Büyümenin kaynaklarına bakıldığında ise
geçen senelerde olduğu gibi iç talep ağırlıklı büyümenin devam ettiği ancak
kamu harcamalarının katkısının giderek arttığı görülüyor. Nitekim devletin
tüketim harcamaları üçüncü çeyrekte %24 oranında artış gösterdi ve büyümeye 2,8
yüzde puan katkı yaptı….2009 yılında döviz geliri
olmayan şirketlerin de dövizle borçlanmasına imkan getirilmesiyle reel sektörün
döviz açık pozisyonu hızla artarak 200 milyar doların üzerine çıktı.
Türkiye’nin dış borcu da bu dönemde GSYH’ın %50’sine yaklaştı….Kurdaki
artışın enflasyonu artıracağı, alım gücünü sınırlayacağı ve tüketici güvenini
olumsuz yönde etkilemeye devam edeceği öngörülmüştür. Bu nedenle özel
tüketimdeki artışın sınırlı olacağı tahmin edilmektedir. Yatırımların ise artan
siyasi belirsizlikler, güvenlik sorunları ve küresel koşulların finansman
maliyeti üzerinde yaptığı baskı nedeniyle zayıf seyrine devam etmesi
beklenmektedir. Kamu harcamalarının Orta Vadeli Programda öngörüldüğü şekilde
gerçekleşeceği varsayılmıştır. Bu durumda büyümeye buradan gelecek katkı 2016
yılına kıyasla daha sınırlı olacaktır.” (Akbank Ekonomik Araştırmalar, 2017
Görünüm)
2017
yılı başında yapılan öngörülerde de belirtildiği gibi ekonomik büyümemizde kamu
yatırımlarının oranı büyüktür. Ancak ekonomik
büyümede kamunun katkısının büyük oranlarda olması kamu açıklarını ortaya
çıkarmaktadır. Kamu giderleri, kamunun vergilerle elde etmiş olduğu gelirleri
aşarsa Kamu Açığı ortaya çıkar. Kamu kesimi finansman açıkları altı birimin
açıkları toplamından oluşmaktadır. Bunlar: Merkezi Hükümet, KİT’ler, Yerel
Yönetimler, Döner Sermayeli Kuruluşlar, Sosyal Güvenlik Kuruluşları ve Kamu
Fonları.
Birçok
yorumcu özellikle son zamanlarda birçok tüketim malları üzerinde olan yüksek
sayılacak vergi artışlarının enflasyonu hızlandıracağını belirtmiştir. Yüksek kamu
harcamalarındaki açıkları kapatmak için bir yandan vergilerde artışlara
gidilmesi, bir yandan da iç ve dış borçlanmalarla TL ve dövize talebin artması
faizlerin yükselmesine neden olmaktadır.
Vergi ve faizlerdeki sürekli artışlar üretim maliyetlerini
arttırdığından enflasyonu her yıl daha yüksek oranlarda arttırmaktadır.
Devletin
bütçe açıklarını kapatmak için vergileri arttırması fiyatları arttıracağından
enflasyona ve kurlara yükselme yönünde baskı yapacaktır. Vergi artışları kamunun
borç düzeyinde azalmalarına neden olabilir ancak enflasyonu düzeltmez,
düşürmez. Tam tersine, piyasada maliyetlere etki ettiğinden enflasyonun
yükselmesine neden olur.
Kamunun yapmış olduğu yatırımların
iktisadi büyüme açısından özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemi büyüktür.
Ancak bu yatırımlar, özel yatırımlarda finansman yetersizliğine ve yüksek
enflasyona yol açarak tam tersi etkileri de bulunmaktadır. “Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde yaşanan istikrarsız büyüme, yüksek reel faizler,
büyük boyutlara ulaşan cari açıklar, bütçe açıkları, aşırı oynak döviz kurları,
iç ve dış borç yükü, yüksek enflasyon gibi makroekonomik sorunlar içerisinde
kamu kesimi finansman açıklarının önemli bir yeri olduğu kabul edilmektedir.
Kamu kesimi finansman açıklarının da kamu harcamalarındaki artıştan
kaynaklandığı belirtilmektedir…. ….kamu sektörünün ekonomideki payının
büyümesi, kamu harcamalarının giderek daha az verimli alanlara kanalize
edilmesine neden olabilmektedir. Böyle bir durum ise iktisadi büyümeyi
yavaşlatmakta ve hatta azalmasına varan etkiler yaratabilmektedir.
…..
Bu olumsuzluklara ilaveten, siyasal iktidarların popülist amaçlarla uygulamaya
koyduğu politikalar da dikkate alındığında, sistemin verimliliği neredeyse
ortadan kalkmaktadır (Uzay, 2002: 151). “( Kamu Harcamaları ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişki Üzerine Ampirik Bir Analiz:1984-2014 Türkiye Örneği, Mensura
Koçak, Ali Yasin Kalabak, Hasan Boran, EconWord2015@Torino, 18-20 August, 2015;
İRES, Torino, İtaly)
Serbest Piyasa Ekonomisinin kurallarına
göre işleyen piyasalarda faiz oranları ne kendiliğinden artar, ne de yukarıdan
alınan kararlarla indirilebilir. Faiz oranlarındaki artış ve düşüş piyasa
koşullarında kredi taleplerinin artan miktarına bağlıdır. Merkez bankasına gelen ticari bankaların ve
kamu kurumlarının kredi taleplerine bağlı olarak Merkez bankası, dolaşımdaki
para miktarını kısmak amacıyla faiz oranlarını arttırmaktadır. Merkez
Bankalarının görevi enflasyonu önlemek olmamak ile birlikte düşük enflasyon
ortamında fiyat istikrarını sağlamaktır. Ancak faiz yükseltilip para sıkılırken
faiz oranlarındaki yükselişin kendisi bir enflasyon nedeni olmaktadır. Diğer
yandan büyümeyi sürdürmek ve ekonomiyi canlı tutmak için yapılan kamudaki
verimli verimsiz harcamalar, kamu
harcamalarındaki savurganlık, enflasyonu daha da artırmakta, ekonomiyi kısır
bir döngüye sokmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerle gelişmekte olan
ülkelerin ekonomik yapıları farklı olduğundan bütçe açıklarının (genişletici
maliye politikalarının) enflasyon ve
döviz kurları üzerine etkileri, ters
yönde gerçekleşmektedir. Bütçe açıkları
“G7 ülkelerinde bütçe açıklarının azaltılmasında kamu harcamalarında yapılacak
kesintinin, vergi artışlarına nazaran reel döviz kurunu daha fazla artırdığı
bulunmuştur……Kim & Roubini (2008)’de ABD’de 1973- 2004 dönemi için, bütçe
açığı (genişletici maliye politikası) şokunun, özel tasarruflarda artış ve
yatırım harcamalarında azalmanın etkisiyle cari dengeyi olumlu etkilediği ve
reel döviz kurunu düşürdüğü sonucuna ulaşılmıştır.”
Ancak:” finansal piyasaların derinliğinin
fazla olmadığı gelişmekte olan ülkelerde bütçe açıklarının döviz kuru
üzerindeki etkileri daha şiddetli bir şekilde görülebilmektedir. Türk
ekonomisinde incelenen dönemde bütçe açığının artmasının reel döviz kurunu
artırdığını göstermektedir.” Genel
olarak gelişmekte olan ülkelerde kamunun giderek artan kamu açıkları, döviz
kurlarını, faizi, enflasyonu arttırmakta, kronik enflasyon da sonuçta ekonomik
büyümeyi olumsuz etkilemektedir.
Gelişmiş ülkelerde, her ülkenin ekonomik
yapısının özelliklerine bağlı olarak uygulanan genişletici maliye politikaları
(Kamu açıklarına bağlı büyüme modelleri) , genelde gelişmekte olan ülke
ekonomilerinde uygulanan genişletici maliye politikaları sonucunda ortaya çıkan
sorunlarla karşılaşmamaktadır. Uygulamaya konulan ekonomik kurallar aynı olduğu
halde, bu ülkeler arasında ayrı ayrı ekonomik sonuçların ortaya çıkmasının
nedenleri olarak şunlar söylenebilir: Gelişmiş ülkelerde, ekonomik koşullarının
her dönemlerinde olmamakla birlikte kamu
harcamalarının artışı, özel sektörün üretim ve ihracatını arttırarak döviz
girdisini arttırmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, kamu harcamalarının
artışı özel sektörün üretimi,
verimliliği ve dış satım gücünü kısa zamanda arttırmamakta, tersine
piyasalarda girdi mallarına olan ihtiyaç ve maliyetleri arttırarak, bir yandan döviz kurlarını yükseltmekte diğer
yandan fiyatlar genel düzeyini arttırarak enflasyonun artışına neden
olmaktadır. Bu karşılıklı etkide faizlerin de artışı ile enflasyondaki artışın
önüne geçilemez duruma gelmekte,
yamaçtan yuvarlanarak büyüyen kartopu örneği gibi enflasyon, döviz,
faiz, ücretler, fiyatlar etkileşimi ile hızla büyümektedir.
Genişletici maliye politikalarına bağlı
olarak kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerine olumlu ve olumsuz
etkilerinin, gelişmiş ve gelişmekte ülke olsun, her ülkenin içinde bulunduğu
kendi özel ekonomik koşullarına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Enflasyonun
düşük düzeyde sürdüğü dönemler içinde ve büyümenin, faktörlerin verimliliği
sonucu yüksek oranlarda gerçekleştiği dönemler içinde, hükümetlerin merkez
bankası kaynaklarını kullanmaları enflasyonu yükseltmeyecektir, çünkü
büyümedeki oran kadar piyasalarda artan talep,
nitelikli olarak gerekli sayıda yeterince ürün ile desteklenecektir. Üretimdeki
nitelikli artış ihracata da yansıyarak döviz kurlarında artışı engellemiş
olacak, ürünlerin fiyatları yükselmeyecek, sonuçta enflasyon yükselişe
geçmeyecektir
Yükselmekte olan enflasyon dönemine
girildiğinde, gerekli nitelikli üretime,
verimliliğe dayanmayan, zayıf ekonomilerde kamu harcamaları piyasalarda
canlanma sağlamaz, faiz artışları yatırım harcamalarına kaynak sağlamaz, döviz
kurundaki artışlar ve kamu harcamalarındaki savurganlık ile birlikte
beslendiğinde, enflasyon önlenemez bir yükselişe geçer. Yüksek enflasyonla
birlikte, piyasalardaki bozulma, vergi gelirlerindeki yetersizlikler kamu
kaynaklarının tükenmesine yol açarak, ekonomik krizlerin ortaya çıkışına zemin
hazırlar.
Düşük faiz, düşük enflasyon ve bu
koşullarla uyumlu ekonomik yatırımlarla ekonomik büyüme sürecinde olan bir ülke
ekonomisinde, döviz, faiz ve enflasyonun
yükselişine en büyük etken aşırı Kamu Harcamalarıdır. Kamu harcamalarındaki orantısız artışlar,
savurganlık ölçüsündeki verimsiz yatırımlar ve kamu hazinesinin yolsuzluklarla
resmi ve özel kişiler tarafından soyulması, harcanması, kamunun İç ve dış borçlanmalarda yüksek faiz
oranlarına bağlı borçlanması, kamu açıklarının borçlanma yanısıra yüksek
oranlardaki vergi artışlarıyla finanse edilmesi, piyasa üzerinde genel fiyatlar
düzeyinin artmasına neden olur. Artan üretim maliyetleri, ürün
fiyatlarının, işçi ücretlerinin ve
paranın ücretinin artışını da etkiler. Artan faiz, yetersiz döviz miktarına
bağlı kurlardaki yükseliş enflasyonu yükseltir.
Yabancı yatırımcıların devlet tahvil ve
bonolarına veya sermaye piyasasında hisse alımlarına olan talebi döviz kurunu
düşürür. Döviz kurunun düşmesi fiyatlar
genel düzeyinin, en azından yükselmesinin önüne geçer. Bununla birlikte
devletin dış borçlanma miktarını ve faiz oranlarını artırır.
Gelecekteki faiz ve döviz kurunun artacağı
şeklinde bir beklentinin kamu harcamaları ve izlenen maliye politikaları ile
ortaya çıkması, faiz ve döviz kurlarında yapay yükselmelere de neden olur. Bu
yapay, varolan ekonomik koşullardan uzak yükselişler ekonomide dengelerin daha
da bozulmasına neden olacaktır. Bu durumlarda merkez bankalarının ilan ettiği
resmi faiz oranları ile yapay faiz yükselişleri önlenir.
Faizin Merkez bankası tarafından alınan
resmi rakamlarla düşürülmesi, özellikle beklenen yüksek enflasyon ortamında
talep dışında yapay olarak artan faiz oranlarını önlemek için doğru bir karar
olabilir, ancak hiçbir zaman dışarıdan müdahale ile faiz oranları
belirlenemez. Merkez Bankası tarafından
ekonomik koşullarla ilişkisi olmadan alınacak faiz oranları piyasalarda kısa
vadede mümkün olsa da uzun vadede faizlerin doğal düzeyine gelmesine engel
olunamaz. Faiz ve enflasyonun yükselişine etken kamu harcamalarındaki artış, her türlü şekliyle iç ve dış borçlanmadaki
artış ve bağlı olarak vergilerdeki artıştır.
İç borçlar yurt içi piyasalardan
sağlandığından vadeleri ve ödeme şartlarına ilişkin koşullar dış borçlara göre
daha kolaylıkla belirlenebilmektedir. Bu nedenle devletler çoğunlukla iç borçlanmayı
tercih ederler Merkez bankası, ticari bankalar ve özel kişi ve kurumlar kamu iç
borçlanmasının temel kaynakları arasındadır.
İç borçlanmanın koşulları daha uygundur
ancak kamunun bu borçlanması, bir yandan
faizlerin yükselmesine neden olmakta, diğer yandan yerli piyasaların
verimliliğini düşürmekte, üretim yapamaz duruma getirmektedir. Bu sonucun
nedeni, şirketlerin yatırım ve üretim yerine faiz ile gelir sağlama yoluna
gitmeleri, küçük faaliyetler ile varlıklarını sürdürmeleridir. Şirketler ihracata
dönük, büyük ve gelişmiş teknolojilerle üretim yapan yatırımlara
yönelmemektedirler. Bazı şirketler ise devletin savurganlık boyutlarına varan
ihalelerinden aldıkları paralarla gelirlerini tamamlayarak, daha verimli ve
üretken alanlara yatırım yapmadan ekonomik hayatlarını sürdürmeyi tercih
etmektedirler. İhalelerde yaşanan usulsüzlükler ise kamu açıklarını daha da
arttırmaktadır.
“….özellikle kamu sektörünün genel
ekonomideki büyüklüğüne vurgu yapılarak kamu sektörünün genel ekonomideki payı
küçük olduğu ölçüde, borçlanmanın ve dolayısıyla dışlama etkisinin az olacağı
dışlama etkisinin özellikle kamu sektörünün büyük olduğu ekonomilerde söz
konusu olacağı belirtilmektedir. Buna göre, büyük kamu sektörünün hem borçlanma
ile hem de vergilerle özel sektör yatırımları üzerinde bir dışlamaya neden
olacağı ileri sürülmektedir (Dar, AmirKhalkhali, 2002: 690).”
Kamunun iç piyasa borçlanma kaynaklarından
en önemlisi olarak ticari bankalardan borçlanma yoluna gitmesi, piyasa faiz
oranlarını arttıracaktır. Yüksek faizlerle verilen borçların devletten tahsil
edilmesi ile elde edilen gelir, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ihracata yönelik
verimli yatırımlara dönüştürülemediği için kamu borçlanması döviz, faiz, artan
maliyetlere bağlı olarak genel fiyat ve ücretler düzeylerinin artmasına neden
olmakta sonuçta enflasyon hızla yükselmektedir.
Yüksek enflasyon ortamında bazı kişi ve
firmalarda devletin yüksek faiz ödemeleri ile toplandığı düşünülen sermayenin
gerçek büyüklüğü, artan döviz, faiz ve fiyatlar düzeyinde değer yitirdiği,
sermaye değerini hızla kaybettiği için önemli bir sermaye birikimine neden
olduğu görülmemektedir. Birikim olduğu düşünülen bu sermaye ile yüksek ve
dengesiz bir piyasa ortamında yatırım yapma olanağı bulunmadığından, bu
sermayeler de verimsiz olarak boşa tüketilmektedir. Diğer önemli bir sonuç,
yüksek enflasyon ile birikim sağlanıldığı düşünülen sermayeye sahip olan kişi
ve firmaların yatırım, üretim, ihracat yetenek ve beceriye sahip kişiler
durumunda bulunmamalarıdır. Bu yeteneksiz ve beceriksiz ellerde toplanan para
lüks tüketimlere, kişisel harcamalara gidilerek yok edilmekte, çok büyük toplum
kesimleri zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmakta, toplumun verimli
üretim yapacak yetenekleri köreltilmektedir.
1980-2000’li yıllar boyunca uzun bir tarih
yüksek enflasyonla büyüme bilinçli olarak sürdürülmüş, sermaye birikimi ile
yüksek enflasyonla büyünebileceği inancı ile büyük emek, sermaye ve zaman
kaybına, toplumsal kargaşa ve huzursuzluklara neden olunmuştur.
Bugün de benzer şekilde, piyasalara koruma amaçlı müdahalelerle
ekonomik kalkınma sağlanacağı düşüncesi ile zaman, emek ve sermaye harcanması
yapılmakta, büyük bir kamu savurganlığına yol açılarak, gün geçtikçe yüksek
enflasyon ve toplumsal dengesizliklere sürüklenilmektedir.
Faizler kendiliğinden yükselmez. Paranın
ücretinin yükselmesinin diğer bir deyimle faizlerin yükselmesinin ana nedeni,
yetersiz gelir durumunda ihtiyaçları karşılamak, yatırım yapmak, en önemlisi de
ödenmesi gereken borçların ödenmesi zorunluluk hallerinde paraya ihtiyaç
duyulmasıdır. Bu zorunluluk hallerinde paraya duyulan talebin şiddetine ve
toplumda bu talebi karşılayacak para miktarına bağlı olarak paranın kira geliri
de artar. Toplumda Parayı faiz ile talep edenler, paranın en büyük müşterileri
işadamları ve devletlerdir. Toplumun
büyük çoğunluğu yüksek faiz ile para alacağına, geçimlerini aldıkları
ücretlerle sağlamayı tercih ederler. Kamu bütçe açıklarında ortaya çıkan
azalmalar, iç piyasalardan borçlanma talebini azaltarak faizler üzerinde
düşürücü etkide bulunurken, dış
piyasalardan borç verilebilir fonlara da talebi azaltarak döviz kurunun
düşmesine etkide bulunacaktır. Sonuçta enflasyon döngüsünü yükselten iki ana
etken
etkisiz duruma gelecektir.
Kamu yatırım ve harcamalarından doğan
verimsizlik, savurganlık ve bütçe dengelerinin önemsenmemesi; yüksek faizlerle
borçlanma arayışlarının ve temel kamusal görevlerini yerine getirebilmek için
halkın üzerindeki vergi yükünün arttırılması ekonomik faaliyetlerinin en
sonunda devletin zorunlu hizmetleri için gerekli mali kaynakları
sağlayamaması; iflasını açıklamak
zorunda kalması ile büyük bir ekonomik krizin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Devletlerin zorunlu hizmetleri için
harcamalarının kaynağı olan vergilerden elde edeceği gelirlerin artması, kişi
ve şirketlerin gelirlerinin artmasına ile mümkündür. Kişi ve şirketler
üzerinden alınan vergi miktarlarının, devletin artan harcamalarına göre, kişi
ve şirketlerin gelirleri düşünülmeden arttırılması fiyatlar genel düzeyinde
olumsuz etkilere neden olur. Özel sektördeki verim artışı ve kişilerin
zenginleşmesi, devlete ödenecek vergi miktarında artışları getirerek, devlet bütçesindeki açıkların kendiliğinden
kapanmasını sağlar. Özel sektörün
verimliliğindeki artış fiyatlar düzeyinde, maliyetlerdeki düşüş nedeniyle düşüşe
neden olacaktır. Verimsiz ve devlet olanakları ile desteklenen özel sektör hem
devletin gelirleri için eksiklik hem de israftır.
Sonuç olarak enflasyon kısır döngüsüne
girmemek için kamu açıklarının yüksek iç ve dış borçlanmalarla, yüksek
vergilerle karşılanma yoluna gidilmemesi, kamu harcamalarında verimliliğin esas
alındığı sıkı bir parasal denetim ve disiplinin sağlanması hükümetlerin en
önemli yapacağı görev olarak görülmektedir.
KAYNAKLAR:
1- Kamu Harcamaları ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişki Üzerine Ampirik Bir Analiz:1984-2014 Türkiye Örneği, Mensura
Koçak, Ali Yasin Kalabak, Hasan Boran, EconWord2015@Torino, 18-20 August, 2015;
İRES, Torino, İtaly)
2- Kamu İç Borçlanmasının Büyüme, Faiz
ve Enflasyon Oranı Üzerindeki Etkileri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Yaz-2008 C.7 S.25
(170-196) ISSN:1304-0278,
Yrd.Doç.Dr. Murat DEMİR - Yrd.Doç.Dr. Ersan
SEVER, Harran Üniversitesi, İ.İ.B.F Maliye Bölümü
3- Kamu Açıkları ile Enflasyon
arasındaki İlişkinin Analizi ve Değerlendirilmesi, Haydar Lütfü Ejder, Gazi
Üniv., İ.İ.B.F Dergisi 3/2002, 189-208)
4- Borçlanmanın Enflasyona Etkisi
Üzerine Teorik Yaklaşımların Temel
Özellikleri, Yrd.Dç. İbrahim Halil SUGÖZÜ- Yrd.Dç.Mehmet YİYİT, Maliye Dergisi
, Sayı 158 , Ocak-Haziran 2010)
5- Akbank Ekonomik Araştırmalar, 2017
Görünüm: https://yatirim.akbank.com/_layouts/15/AkbankYatirimciPortali/Rapor/Download.aspx?ID=1544
İsmail İNCİ, 07/02/2018
ORJİNAL METNİNİ YUKARIDA YAYIMLADIĞIMIZ BU MAKALEMİZ BALYALILAR DERGİMİZİN OCAK 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.
