19 Kasım 2020 Perşembe

ÇEVRE EKONOMİSİ-1- GEÇMİŞ ÇAĞLARDAKİ İZLERİ




 

ÇEVRE EKONOMİSİ (1)

 TANIMLAR-TARİHSEL SÜREÇTEKİ İZLERİ



     Bütün canlılar bir çevre içinde yaşarlar. İnsan ve diğer canlı toplulukları üzerinde etkili olan, aynı zamanda insan ve diğer canlıların birbiri üzerinde karşılıklı etkileşimde bulunduğu bir yeryüzü parçası vardır. İşte insanın kendisinin ve bütün canlıların içinde bulunduğu, canlı cansız bütün varlıkların karşılıklı etkileşim ve iletişim içinde oldukları doğa veya yeryüzüne ortamına “Çevre” diyoruz. Çevre içinde ortaya çıkan olgular bir sistem içinde gerçekleşir. Çevre sisteminin dengede olması,  olumlu çalıştığını, çevreyi oluşturan varlıkların arasındaki etki ve iletişimin sağlıklı olduğunu, tersi durumda çevre sisteminin olumsuz durumda bulunduğunu gösterir. İnsanın mutluluk ve refahı, olumlu, sağlıklı işleyen bir çevre sistemi (doğal sistem) içinde gerçekleşir. Çevre sisteminin kalitesi arttıkça insanın yaşam kalitesi, refahı da artar.

     Toprak, hava, su, madenler, yaşayan bitki ve hayvan organizmaları,  insan yaşam ve refahının devamı için gerekli ekosistem mal ve hizmetleri “Doğal Kaynakları” oluşturur ve bunlar aynı zamanda insanın ekonomik faaliyetlerinin temeli olan Doğal Sermayedir. Ekosistem ya da ekolojik sistem, insan ve diğer canlı toplumlarının bir arada uyum ve denge içinde gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli olan koşulların bütünüdür. Bu koşulları etkileyen olay, süreç ve değişimler, biyolojik çeşitlilik ve türleri etkilemiş olduğu için Ekosistemin dengesinin bozulmasına, ekosistemin bozulması çevre sisteminin kalitesinin bozulmasına neden olarak insanın yaşam kalitesinin ve refahının bozulmasına etki etmektedir. Çevre sistemi ekosistemi de içine alan daha geniş bir alandır ve insan doğal çevre içinde olduğu kadar kendi toplumsal yaşamı sürecinde geliştirdiği kırsal ve kentsel çevre gibi yapay çevreler içinde de yaşamını sürdürmektedir.

     Ekosistem dengesi insanoğluna temiz hava ve suyun sağlanması, güneşin zararlı ışınlarından korunması, sellerin ve kuraklığın önlenmesi, yaşanabilir iklim ve atmosfer ortamının sağlanması, biyolojik çeşitliliğin devamının korunması olanaklarını verir. Doğa-çevre sisteminin bozulması, ekosistemi bozduğu gibi, ekosistemin bozulması da doğal sistemi-çevre sistemini bozar. Tüm bu sistemlerdeki bozulmalar da insan refah ve yaşam kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır.


     Ekonomi bilimi, kıt olan kaynaklarla insan gereksinmelerin karşılanması yol ve çarelerini arayan bir bilimdir. Gereksinmelerin karşılanması, çevre sistemi içinde bulunan doğal kaynakların kullanılması, yeniden üretilmesi ile gerçekleşir. Bu nedenle ekonomik sistem daha büyük bir sistem olan çevre veya yeryüzü sisteminin bir parçasıdır. Çevre sistemi dengesinin bozulması bağlı olarak ekosistemin bozulması; doğal kaynakların(toprağın, bitkilerin, madenlerin, havanın, suyun) azalması, kirlenmesi, bozulması üretim sürecinin olumsuz etkilenmesine neden olduğundan ekonomiyi de olumsuz etkileyecektir. Daha az toksit maddelere maruz kalmak, daha fazla temiz havaya, suya, ormana sahip olmak, ultraviyole ışınlardan daha fazla korunmak..vb ekonomiyi daha verimli yapar.

     Ekonomik faaliyetler sağlıklı insana bağlı olarak yapılan faaliyetlerdir. Çevre ve ekosistemdeki bozulma insan sağlığını da olumsuz etkilediğinden, ikincil bir etken olarak ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilemektedir. Hava ve su kirliliğine bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklar insan sağlığını bozarak üretimde azalışlara neden olur. 

     Bu etkiler nedeniyle çevre sistemi-ekosistem ve ekonomik sistem birbirinden ayrılmaz bütündür. Bu gerçeklikten hareket ederek “Çevre Ekonomisi” kavramını, ekonominin tüm üretim ve tüketim süreçlerinde çevre sistemi dengelerinin korunması süreç ve faaliyetleridir, olarak tanımlayabiliriz.

    İnsanlar önce doğal çevrenin tüm niteliklerinin hakim olduğu kırsal alanlarda topluluklar halinde yaşamaya başlamışlardır. Kırsal yaşam çevreleri olan köy çevresindeki yaşam dağınık, salt tarım ve hayvancılığa dayanan, ticaret ve tekniğin, el sanatlarının gelişmediği az nüfusa sahip yerleşim yerleridir. Kentsel çevre, kırsal çevrelerin tersine, nüfusun, ticaretin, el sanatlarının, sanayinin aşırı arttığı, her alanda bilgi ve sanat sahibi yurttaşların toplandığı yerleşim yerleridir. Kırsal yerleşim yerlerinde doğal dengeler bozulmadığı için çevresel sorunlar ortaya çıkmaz, çıkan sorunlar varsa da yine kentsel yerleşim yerlerinden kaynaklandığı görülür. Çünkü kentsel yerleşim çevrelerinde, aşırı nüfus ve doğal kaynakların aşırı tüketimi, gerekli düzenlemeler yapılmadığı taktirde tüm yaşama ait dengeleri bozmaktadır.

TARİHTE ÇEVRE SİSTEMİNİN BOZULDUĞU YER VE ZAMANLAR:

    Antik çağlardan başlayarak hemen bütün zamanlarda ticaretin geliştiği, ticaret ile birlikte el sanatlarının, tekniğin ve sanayi üretiminin geliştiği bölgelerde nüfus yığılmaları oluşmuş, daha büyük yerleşim ve büyük nüfus artışları ile birlikte doğa ve çevre sorunları ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar, İlahi dinlerin kıyametin habercisi olarak saydığı belirtilerdir ve bu yaşama çevreleri insanların büyük kentsel yaşam çevrelerinde yaşamaya başladıkları ilkçağlardaki Babil, Roma, Milet, Bağdat...vb gibi birçok kentlerde görülmüştür. İslam dininde bina ve zinanın artması, ahlakın bozulması, savaş ve yıkımlar kıyametin belirtileri olarak sayılır. Kentleşmenin ilk büyük yerleşimlerinin üç bin yıl önce Ur, Nippur, Heliopolis, Asur, Ninova, Babil’de kurulduğu görülür. Hz.İbrahim’in memlekeri Ur antik kenti kanalları, limanları ve tapınaklarıyla 890.000 m2’lik bir yüzölçümüne ve 250.000 civarında bir nüfusa sahipti.



      Roma’nın, imparatorluğun en görkemli olduğu çağda bir milyona yakın nüfusu vardı. Roma’daki bu büyük nüfus artışı, kent çevresinin, ekolojik ve doğal çevrenin bütünü ile bozulmasına neden olmuştur: “Tifo, tifüs ve koleraya bu açık davetiye olmasa bile sıtmanın yaygın oluşu Roma’yı ve çevresindeki bölgeleri dünyanın en sağlıksız yeri

haline getirmişti; Henry James’in Daisy Miller'ım" okuyanların pek iyi bilecekleri gibi, bu durum XIX. yüzyıl sonlarına değin de devam etti. Sağlık bakanlığı istatistikleri olmasa da, Humma Tanrıçası adına kurulan sunak ve ibadethanelerden sıtma hastalığının kronik tehdit oluşturduğunu anlıyoruz; bu arada tekrarlayan öldürücü ve yıkıcı hastalık salgınlarının tek bir günde binlerce insanın ölümüne neden olduğunu tarihsel kayıtlardan biliyoruz. İmparatorluğun zaferlerle dolu en müreffeh dönemlerinde bile Roma’nın sık sık -MÖ 23, MS 65, 79, 162— kırıp geçiren veba salgınlarına uğraması şaşırtıcı mıdır? ” (s. 276, Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent)… “Roma’da nüfus artışı bir tekerlekli araç trafiği talebi yaratır yaratmaz trafik sıkışıklığı dayanılmaz hale geldi. Julius Caesar’ın iktidara geçtikten sonra yaptığı ilk icraat, Roma’ın merkezini gündüzleri araç trafiğine kapamak olmuştu. Bunun etkisi elbette, geceleri taş döşeli yollar üzerinde ahşap veya demir tekerleklerin çıkardığı sesler nedeniyle insanları uykularından eden bir gürültü yaratmak oldu. (” (s. 277, Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent)


Roma’da aynı zamanda çağımızın birçok büyük kentinde olduğu gibi çarpık bir kentleşme düzeni ve çevre sisteminin bozuk olduğu görülür ve çarpıklığın insan topluluklarına bir yansıması olarak bu kentlerde gelir ve yaşam düzeyinde eşitsizlik vardır: “Plutarkhos’a göre, Tiberius Gracchus gayet iyi söylemişti: “Yerdeki hayvanların ve gökteki kuşların yuvaları ve korunacakları yerleri var, fakat İtalya için savaşıp ölen insanlar sadece gün ışığının ve havanın lütfuna erişebiliyor.” İmparatorluk dönemine gelindiğinde Roma’da ışık ve hava da kalmadı. Tarihte daha önce hiç görülmediği şekilde katlar birbirinin üstüne yığılmıştı. Juvenalis, MS II. yüzyılda şunları yazar: Kule gibi yükselen evlere bir bakın. Kat kat üstüne on kat yükselen evlere.

Soyluların geniş, havadar, sıhhi, banyolu ve tuvaletli, kışın sıcak havayı zemindeki bölmeler sayesinde taşıyan, külhanlarla ısınan evleri belki de XX. yüzyıla kadar ılıman bölgelerde inşa edilmiş en geniş, en rahat ev tipiydi; ev mimarisinde bir zaferdi. Fakat Roma’daki kira evleri, Napoli’den Edinburgh’a hatta aynı spekülatif yanlışa bir ara teslim olan Elizabeth çağı Londra’sına kadar her yerde, aşırı dolu binalar ve aşırı kalabalık odaların sıradanlaşmaya başladığı XVI. yüzyıla kadar. Batı Avrupa’da inşa edilmiş en kalabalık ve en sağlıksız evler olma ödülünü hiç zorlanmadan kazanacak durumdaydı. Bu binalar sadece kötü ısıtılan, atık su borularından veya tuvaletlerden yoksun, yemek pişirmeye uygun olmayan, havasız ve aşırı derecede kalabalık bir sürü odadan oluşan evler olmakla kalmıyor, doğru düzgün bir günlük hayat için gerekli donanımdan yoksun olmanın yanı sıra öyle kötü ve yüksek inşa ediliyorlardı ki, içinde oturanlara o dönemler sıkça rastlanan yangınlardan kurtulmak için güvenli bir çıkış imkânı bile vermiyorlardı. Bu binaların sakinleri tifo, tifüs ve yangından kurtulmayı başarsalar da, binanın çökmesi sonucu enkaz altında kalıp ölmekten kurtulamıyorlardı. Bu tür kazalar sıkça olurdu. Bu adacıklar öylesine kötü bir biçimde inşa edilmişlerdi ki, Juvenalis’in sözleriyle, “her rüzgâr estiğinde sallanırlardı.” Bu ifade şiirsel bir abartı sayılmazdı.”( s. 280, Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent)

 


Yerleşim alanlarının aşırı büyüdüğü nüfusun aşırı yoğunlaştığı, tarımsal, ticari ve sanayi ürünlerinin aşırı arttığı kentsel yerleşimlerde (metropollerde), hemen her dönemde, çağımıza göre düşük hacimde ve kısa süreli de olsa, çağdaş ekonomilerde görülen ticari ve ekonomik krizlerin ortaya çıktığı görülür. Çevresel dengelerle birlikte ekonomik dengeler de bozulmaktadır. Kentlerde aşırı zanaatkâr, aşırı ticaret, aşırı zirai ürün dolaşımı, kentsel ekonomik sisteminin dengelerini bozmuş, aşırı nüfus ve aşırı tüketim de çevre sorunlarına neden olmuştur.   

    Aristoteles iyi bir hayat yaşamak için kentsel yerleşimleri savunur, çünkü kentsel çevre; bilimin, sanatın, refahın geliştiği, “ iyi bir hayatın hem yerel hem de evrensel niteliklerini” taşıyan yerlerdir. Kentlerde gelişmeyi sağlayacak her sanattan yurttaş bulunur. Aristoteles’in otoritesine bağlı olarak kentsel yaşamı savunan ve destekleyen Roma ve diğer Helen kentleri, çevre ve ekonomik sistemin(doğal dengenin) bozulmasına rağmen ölçüsüz büyümeyi engellememiş, kentsel yaşamın metropolleşmesini desteklemiştir. Bu gelişmeler sonucunda kentlerdeki yaşam, refah içinde rahat bir yaşam süren zenginler için bile: “…nefret edilesi bir hayata dönüşmüştür. Hem Mısır hem de Mezopotamya kültürlerinden bize, uygar bir hayatın beyhudeliğinin getirdiği ümitsizlik duygusundan dem vuran, intihar üzerine yazılmış iki klasik diyalog” (s.147, Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent) kalmıştır.

      Gerçekte Aristoteles kentsel çevredeki yaşamı savunurken kentin, doğal dengesini bozmayacak, kendi kendine yeterli olabilecek büyüklükte ve nüfusta olması gerekliliğini: “…büyük ve alanın kenti tümüyle yok etmeden ya da yeni tür bir kentsel örgütlenme getirmeden istenildiği gibi arttırılamayacağının, yeni bir kentsel örgütlenmenin hayatın hem küçük ölçekli biçimini hem de büyük ölçekli bir modelini içermesi gerektiğini de savunmaktadır. Aristoteles’ten önce de Yunanlılar kentlerinin aşırı büyümesini istemiyorlardı. Bir kentin nüfusu elli bine yaklaşınca o kentteki yurttaşlar başka coğrafik sınırları keşfetmek için yola çıkıyor, buldukları yaşamaya uygun yerleşim yerlerine göç ederek yeni yerleşim yerleri kuruyorlardı: ““Koloni kuran başlıca kentler, Rodos ve Küçük Asya’daki Miletos gibi büyük ticaret merkezleriydi. Miletos kenti, söylenilenlere göre, yetmiş kent kolonisi kurmuştu… birçok Yunan kenti gelişme evrelerinde büyük bir nüfusa veya geniş bir araziye sahip olmaya hiç niyetlenmemişti. Birkaç bin kişilik nüfusa sahip kentler, daha kalabalıklaşmadan dışarıya koloniler göndermekteydi. Kent daha büyük bir nüfusa sahip olmayı arzulasa bile, ekilebilir arazinin kıtlığı ve su miktarının sınırlılığı bu büyümeye engel olmaktaydı. Etrafı zengin alüvyon topraklarıyla çevrili olmasına



rağmen Atina’nın nüfusu V. yüzyılda, köleler dahil yüz bini aşmıyordu”(s.170 Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent,)

     Bu koloniler kurulurken yeterli su, ekilebilir ve avlanabilir yeterli arazi bulunması ile birlikte ünlü hekim Hippokrates’in “Hava, Su Ve Mekânlar” adlı eserindeki arazisinin seçimi, kent planlaması, sağlık ve çevresel öğütlerine önem verilmiştir. Böylece kurulacak kentin binalarının, sokaklarının aşırı güneşten korunaklı olması, serin rüzgârlar alacak şekilde planlanması, binalar arasında temiz havanın dolaşması gerekliliklerini; toplanma alanlarının kalabalıkları seyrek tutacak kadar geniş kurulmasını,  bataklık ve sağlıksız arazilerden uzak, termal ve temiz su kaynaklarına yakın olmasını öğrenmişlerdi.

      Ancak zaman içinde önce Yunan sonra da Roma koloni kentlerinde, Aristoteles’ten gelen görüşün etkisi ve kent yerleşimlerinin doğal gelişim sürecine bağlı olarak aşırı büyüme ve gelişmesi sırasında Hippokrat’ın bu önerileri, kent içinde daha sağlıklı ortamlarda yaşama olanağına sahip yöneticilerin, varsılların refah içindeki yaşamlarından vazgeçemeyerek küçük harcamalardan kaçınmaları ile yerine getirilmemiştir.

     Dergimizin önümüzdeki sayısında çağımızda, çok daha artan kentsel (metropol) çevrede yaşamın ve aşırı kentsel yaşamla birlikte bin sekizyüzlü yıllardan sonra ortaya çıkan sanayi ve teknolojide ilerlemelerin neden olduğu doğal dengenin, ekosistemin bozulmasının nedenlerini, sonuçlarını ve alınacak önlemleri ele almaya çalışacağız.


                                  



         İsmail İNCİ,  20/11/2020


  ismailinci60@gmail.com
  www.facebook.com/bgi.inci
  https://twitter.com/ismailinci

 









24 Temmuz 2020 Cuma

SALGIN HASTALIKLARIN EKONOMİ ÜZERİNE ETKİLERİ VE ALINACAK ÖNLEMLER




SALGIN HASTALIKLARIN (VE KORONA VİRÜS 2019’UN) EKONOMİ ÜZERİNE ETKİLERİ VE ALINACAK ÖNLEMLER

       İnsanların bireysel hastalıkları yanında, ülkelerin belirli bir yerinde veya bölgesinde zaman zaman yaygın olarak hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Yerel ve bölgesel hastalıklar birbirine bulaşan nitelikte olduğunda salgın hastalık olarak yayılmaktadır. Bulaşıcı hastalığın gücüne bağlı olarak ve alınan sağlık önlemleri ile salgın hastalıkların bir kısmı, çıkmış olduğu yörenin ve bölgenin dışına çıkmadan ortadan kalkar. Belirli bir yörenin, alanın sınırları içinde tahmin edilebilir bir oranda meydana gelen salgın hastalıklar “ endemik” hastalık olarak tanımlanır. Ülkenin belirli bir coğrafik bölgesinde, toplum içinde yaygınlaşan salgın hastalık ise “ epidemi” olarak tanımlanır ve ülkelerin içinde ortaya çıkan salgın hastalıklar için kullanılan çok genel bir salgın hastalık tanımıdır. Kanalizasyon suyunun içme suyuna karışması ile ortaya çıkan ve alınan önlemlerle bir alanda kalan bir tifo hastalığı endemik, bölgesel olarak salgın durumu alan bir kolera hastalığı epidemik bir salgın hastalıktır.
     Sivrisineklerle yayılan sıtma, bitlerle insan insana bulaşan tifüs, farelerle yayılan veba, karasineklerin bulaşıcılığı yaygınlaştırdığı içme suları, yiyeceklerle bulaşan dizanteri..vb hastalıkları insanlık tarihinde çok sık yaşanmış olan epidemilerdir. Epidemi için aşağıdaki alıntımız iyi bir örnek oluşturur:
     “Âniden ortaya çıkan kolera salgınlarının bir sebebi çoğu kez suların kirlenmesidir.698 Epidemiler, nehir, ırmak, dere gibi akarsuların veya kanalların geçtiği bölgelerin çevresinde görülmektedir. Epideminin şiddeti bölgenin nüfus yoğunluğuna, halkın beslenme ve fizyolojik durumuna göre değişmektedir.699 Bağdat ve diğer Irak şehir ve kasabalarından bir çoğunun içme ve temizlenme suyunun kaynağı Dicle’dir. Nehirin geçtiği yerlerde belirli su alma-temizlenme noktaları vardır ve buraların ahalisi tarafından sürekli olarak kullanılmaktadır. Halkın “akan su pis tutmaz” zihniyetini genel bir inanç diye kabul ettiği esasen herkes tarafından bilinmektedir. Doğal olarak büyük şehir ve kasabalarda kirlenen nehir, tifo ve kolera mikrobunu ve dizanteri amip ve basillerini naklederek büyük salgınlara sebep olmuştur. Bağdat’taki kolera vakaları, Suriye’den Cerabulus-Fırat yoluyla gelen askeri birlikleriyle taşınmıştır. Bu yol, Bağdat’a Suriye’den en kısa yoldur. 1916 Mayıs ayından 1917 Mayıs ayına kadar Bağdat’ta koleradan ölüm oranı yüzde 25’tir. 700 “ (s.261, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918- Hikmet Özdemir)
    Pandemik hastalıklar ise coğrafi bölgeleri aşan bir salgın anlamına geliyor. “Pandemi”;  bir ülkenin coğrafik bölgelerinin tamamında,  ülkeler arasında ve dünyanın tamamında yayılmış olan hastalıklar için kullanılan bir terimdir.
     Bütün salgın hastalıklar önce fare, sivrisinek, bit, pire, corona virüste tahmin edildiği gibi yarasa gibi bazı hayvanlarla ve kirli su, yiyecek, hava aracılığı ile insanlara bulaşmakta, sonrasında bir yandan bu taşıyıcılar, diğer yandan da insandan insana bulaşarak yayılır. Kıtalararası, dünya çapındaki pandemik hastalıklar, genel olarak önce dünyanın bir ülkesinde ortaya çıkarak bu ülkede salgın durumuna gelmekte, diğer ülkelere de bu ülkeden ticari, askeri ve gezi amaçlı yer değiştirmelerle ortaya çıkan ilişkileri ile diğer ülkelere bulaşarak yayılmaktadır. 1830 yılındaki Hindistan’da çıkarak Orta Doğu, Yakın Doğu ve Avrupa ülkelerine yayılan kolera salgını, 1344’te ortaya çıkan Avrupa’da ve Asya’da milyonlarca kişinin ölümüne neden olan veba hastalığı pandemik salgın hastalığa örneklerdir.

     Pandemik hastalıklar tüm dünya insanlarının sağlığını ölümcül olarak etkilediğinden, hastalığın önlenmesi için tüm ülkelerin ortak önlemler almaları, birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları gerektiği düşüncesini ortaya koymuştur. Bütün ülkelerde erken önlemler alınarak, ortak olarak pandemi ile mücadele etmek amacıyla, çeşitli tarihlerde toplanan uluslararası konferanslar sonucunda 1923’te Cenevre’de Dünya Sağlık Örgütü kurulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü hakkında ne kadar olumsuz eleştiriler haklı olsa da, böyle bir örgütünün varlığı yine de her açıdan dünya sağlığı için önemlidir. 
    Salgın hastalıklardan korunmada öncelikli olarak alınacak en önemli önlem, hastalığı yayan bulaştırıcılardan korunmak, uzak durmaktır. Veba’da fare ve pirelerden, tifüs’te bitlerden; kolera ve tifo hastalıklarında karasinekten ve kanalizasyon suları ile kirlenen su ve yiyeceklerden uzak durmak ve korunmak ve aynı zamanda tüm bu hastalıkların taşıyıcısı durumuna gelmiş hasta insanların sağlıklı insanlardan uzakta durması, eşya ve yiyeceklerinin kullanılmaması gerekmektedir. Hastalığın çıktığı ve yayıldığı ülkelerin, hastalığın bulunmadığı veya yeni ortaya çıktığı ülkelerle ilişkilerde bulunmamalıdır. Bu salgın hastalıklardan uzak durma önlemleri karantina önlemleri ile sağlanmaktadır.
     Karantinayı şu şekilde tanımlayabiliriz: Tüm salgın hastalıklarda hastalığı bulaştıracak bulaşlardan sağlıklı olanları korumak ve bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek için başta evden dışarıya çıkma yasağı olmak üzere alınan sağlık önlemlerinin tümü ve salgın hastalığın bulunduğu ülkelerden gelen eşya ve yolcuların, girmek istedikleri ülke halkı ile hastalıkla temasını önlemek önce belirli bir yerde belirli bir süre tecrit (izole) edilmeye mecbur tutulmalarıdır.
     Zorunlu karantina önlemlerinin, toplumsal ve ekonomik çok büyük olumsuz sonuçları olmaktadır. Bir yandan Karantina önlemleri nedeniyle üretim yerleri kapandığından üretim faaliyetleri durmakta, diğer yandan talebin-tüketimin düşmesi sonucu üretim faaliyetleri düşmekte, dünya ticareti yapılamadığından üretim zincirinin kopması nedeniyle üretim koşulları zorlaşmaktadır. Bütün bu ekonomik olumsuzluklar ticari yaşamın durmasına, işsizliğe, yeterli ürünün üretilememesine neden olmakta, sonuçta ekonomide büyümenin durmasına, yoksullaşmaya, kıtlığa ve hatta açlığa giden sonuçlara yol açmaktadır.  
     Dünyada içinde bulunduğumuz Korona Virüsü 2019 pandemisinin de ekonomik olumsuz etkileri ülkemizde ve tüm ülkelerde hissedilmektedir. Türk ekonomisinde kapasite kullanım oranı yüzde altmışlara, hatta bazı sektörlerde yüzde doksanlara kadar düşmüştür. Turizm gelirleri buna örnektir. Birçok sektör amaçlarının artık kar elde etmekten çok hayatta kalmak olduğunu söylemektedir.
     Birçok ülkenin Korona Virüs salgınını önlemek için sınırlarını kapatmış olması küresel ticarete engel olmuş durumdadır. Diğer yandan Çin başta olmak üzere hammadde ve ara malı üreticisi ülkelerde işine gidemeyen çalışanlar nedeniyle üretimin yapılamaması ve azalması, ara malı tedarik edilemediği için talebi olan bazı ürünlerin üretimi de yapılamamaktadır. Dünyada birçok büyük ve küçük şirket yüksek teknolojili ürünlerini ve ara mallarını Çin’de üretmektedir. Güney Kore ve Japonya ile birlikte Çin’de üretilen bu ara malların dünya ticaretinin Korona Virüs nedeniyle durmasıyla tedarik edilememesi, dünya üretimini olumsuz etkilemiştir. Bu durumdan Çin’in bir sorumluluğu yoktur. Dünyanın büyük şirketleri dahil bir çok şirket, çok düşük emek maliyetiyle rakabet avantajı elde etmek ve bir buçuk milyarlık nüfusu ile dünyanın en büyük pazarından biri olan Çin’den yararlanarak çok daha büyük karlar sağlamak amacıyla fabrikalarını bu ülkeye taşımışlardır. Dünyada üretim yapan şirketlerin birçoğunun tedarik zincirlerini Çin’e bağlaması, Korona virüs salgını sonrasında dünyadaki üretimi durdurmuştur:
Wuhan’da işçiler otomotiv, elektronik, eczacılık ve moda endüstrisi için küresel tedarik zincirinde kilit önemde bir yere sahipler….Hyundai tedarik zincirinde bozulmalara meydana geldiğini çoktan kabul etti; Güney Koreli otomotiv kuruluşu yedek parça sıkıntısı nedeniyle bazı fabrikalardaki üretimi askıya aldı.
Çin devasa  bir ara ürün imalatçısı. Fabrikaları bir kez kapattınız mı, herkesi etkileyecektir. “(s.12, Fortune Dergisi, Nisan 2020) 

    Pandemik salgın hastalıklarda hastalıktan korunmak amacıyla alınan önlemlerden öncelikle hizmet sektöründe çalışan şirketler ve insanlar etkilenmektedir. Dolaşımın ve gezilerin yasaklanması ile Seyahat ve turizm şirketleri, insanların birbirleri ile temasının önlenmesi için alınan karantina önlemleri ile otel, lokanta, restaurant, kafe, kahvehane ve kıraathaneler, berber ve kuaförler, eğlence merkezleri, spor karşılaşmaları,  her türlü aracılık hizmeti gören ofis ve yazıhaneler, alışveriş merkezleri ve mağazalar, okul ve mahkemeler..vb  kapatılmak zorunda kalmaktadır. Kapatılan bu çalışma yerlerinde işsiz kalanlar geçimlerini sağlayacak gelirden yoksun kaldıklarından büyük bir yoksullukla ve zor yaşam şartlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.

     Kamu hizmetlerine ait olan iş alanlarında özellikle güvenlik ve sağlık hizmetlerinde,  gıda sektörlerindeki üretim, dağıtım gibi temel gereksinmeler niteliği taşıdığından tam zamanlı çalışmalar sürmektedir. Adalet çalışmaları acil durumlar dışında sonlandırılmakta,  eğitim çalışmalarında okullar tamamı ile kapatılarak Korona virüs 2019’da görüldüğü gibi uzaktan eğitim çalışmaları ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.
     Alınan önlemlerle çalışma olanağı olmayan bütün endüstri alanında fabrikalar da kapanmaktadır. Özet olarak lüks, keyif, rahatlık sağlanan tüm ürün ve hizmetlerin üretimi temel gereksinim dışında kaldığından üretim faaliyetlerini durdurulmaktadır. İnsanlığın gelişim evresinde ilkçağlarda sürdürdüğü temel yaşama biçimi olan salt gıda gereksinimini karşılama çabası her ekonomik çalışmanın önüne geçmektedir. Kendi gereksinimini karşıladığı, ticaret ve pazarlara yönelik üretimin bulunmadığı bir yaşama biçimi ortaya çıkmaktadır. Korona Virüs 2019 pandemisinde de görüldüğü gibi insanın temel yaşama gereksinmelerini sağlayan gıda, yeme içme, barınma, ısınma ürünlerine ilişkin sektörler ile ilaç, medikal ürünler, küçük ev aletleri, bazı elektronik ürünler, temizlik ve hijyen ürünler üreten sektörler dışında tüm ekonomik faaliyetler durmakta, toplumun büyük kısmı tüketici olmaktadır. 
SALGIN HASTALIKLARA KARŞI ALINACAK EKONOMİK ÖNLEMLER:
-        Salgın hastalıklar Tarihinde görülen örneklerinden hareketle Pandemiler genel olarak bir buçuk yıl sürdüğünden, bu süre içinde her türlü ekonomik faaliyetin duracağı gözönüne alınarak ülkelerin en az bir buçuk yıllık  gıda ve yaşamsal ürün (ilaç, hijyen ürünler, küçük makine ve aletler, ulaşım, iletişim araç gereçleri..vb)  stoku bulunmalıdır.
-        Tam zamanlı çalışanların gelirleri belli olduğundan ürünlerin temini sorunu onlar için yoktur. Karantina nedeni ile işini ve işyerini kaybedenlerin gereksinmelerini karşılayabilmeleri için gelirlerinin dağıtımı devlet yönetimine düşmektedir. Bireylerin Temel gereksinmelerin karşılanması toplum için önem taşır çünkü toplumsal olaylar ihtiyaçtan dolayı patlayabilir. Pandemiler ancak toplumsal dayanışma, yardımlaşma; devletin sosyal devlet olma özelliği ile aşılabilir. Bireysel çabalar büyük toplumsal sorunlara, kargaşa ve insanlık dramlarına neden olacaktır. Dünyanın en gelişmiş ülkesi kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan sağlık sorunları ve ortaya çıkan toplumsal olaylar bu gerçeğin ders alınması gereken örneği olmuştur.
-        İşini ve işyerini kaybedenlerin gereksinmelerinin karşılanması İşsizlik Fonunda birikimi olan çalışanların bu fondan yararlanma koşullarına göre yararlandırılarak karşılanırken, böyle bir fonda birikimi olmayanların gereksinmeleri doğrudan devlet eli ile “Temel Sosyal Gereksinme Yardımı” adı altında belirli miktarlarda nakit olarak kişi ve ailelere yapılacak ödemelerle karşılanacağı gibi; doğrudan gıda yardımı, su, elektrik, kira..vb temel yaşama gereksinmelerinin devlet tarafından ödenmesi ile karşılanabilir. Pandemi süresince bütün gıda ve temel gereksinme ürünlerinin fiyatları ve satış yerleri devlet eli ile denetlenerek fiyat artışlarının ve yetersiz ürün dağıtımının önüne geçilmelidir.

-        Devlet bu harcamaları bütçesindeki tüm yatırımlarını Pandemi Harcamaları başlığı altında toplayarak pandemi sona erinceye kadar bu kalemden karşılayabilir. Ayrıca belirli bir miktarın üzerinde (örneğin 5000TL.) aylık geliri olanlara pandemi sona erinceye kadar “ Sosyal Dayanışma Vergisi” (%5-10) koyarak karşılar.  Bireylerin aralarındaki, sivil toplum kuruluşları ve kurumları aracılığı yapılan dayanışmaları teşvik eder, destekler.
-        Eğer pandemi süresince yeterince gıda ve gerekli temel ürün stoku bulunmuyorsa veya pandeminin uzun sürmesi ile eksiklik ortaya çıkmış ise, gerekli önlemler alınarak gıda ve temel gereksinme üretimi harekete geçirilir.
-        Pandemiler göstermiştir ki esas olan bir ülkenin başta gıda olmak üzere diğer temel gereksinme ürünlerini kendi ülkesinde kendi üreterek karşılamasıdır. Dünya ticareti durduğundan ithal ürünlerle gıda ve diğer temel gereksinmelerin karşılanması olanaksızdır.
-        Pandemi dönemleri ülke ekonomilerinin yeniden düzenlenmesi için bir fırsat olabilir. Gereksiz ve piyasalarda gereğinden fazla sayıda hizmet ve lüks ürün üretimi yapmak üzere kurulan esnaf ve şirketlerin sayısının kendiliğinden sınırlanması ekonomik verimliliği arttıracağı gibi ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına da engel olacaktır. İnşaat, mobilya, otomotivi, beyaz eşya, turizm, kafe, restoran.. vb. birçok sektördeki aşırı sayıdaki artışlar yerini akıllı teknolojilerle, elektronik siparişlerle, yerinden hizmetlerle mal ve hizmet üreten yeni sektörlere bırakacaktır. Verimliliğin sağlanma, israfın önlenmesi, kaynakların en iyi biçimde harcanması, çevrenin korunması, sağlıklı bir toplumun oluşturulmasına dayanan ekonomik bir sistem için fırsatlar ortaya koymaktadır.


     Sağlıklı bir ekonomi için her şeyden önce salgın hastalıkların ortaya çıkardığı ekonomik sorunlarla toplumlar karşı karşıya kalmamalıdır.  Bunun için de salgın hastalıkların ortaya çıkmasını engelleyecek önlemler almak gerekir. Bütün salgın hastalıklar sağlıksız büyük nüfus artışları ve belirli bölgelerde nüfus yoğunlaşmaları, şehirleşme, çevrenin ve doğanın dengesinin bozulması ve bunlara neden olan büyük toplumsal hareketlerle ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş bir sanayi ve uygarlığa sahip olmak salgın hastalıkların ortaya çıkmasına engel değil tersine nedeni durumuna gelmiştir. Bill Gates’in de içinde bulunduğu birçok ünlü iş adamı, düşünür ve sanatçının toplumlarındaki sanayileşme ve sağlıksız nüfus gelişmelerine bakarak, gelecekte büyük bir salgın hastalığın ortaya çıkacağı öngörüde bulunmaları şaşırtıcı bir durum değildir. Dünyadaki sağlıksız nüfus artışının, şehirleşme ve endüstrileşmenin ileride büyük salgın hastalıkların çıkmasına neden olacağını yazanlardan birisi de Carlo Cipolli’dir:
  “10 yıl geçtikten sonra, şimdi daha iyi anlıyoruz ki "artan nüfusun beslenmesi" ne tek mesele, ne de çözümü en zor olanıdır. Dünyanın nüfusu arttıkça, karşımıza çıkan güçlükler bu artışa oranla daha da büyük boyutlar kazanmaktadır. Tıp ilmi ve kamu sağlığı alanında son yüzyılda o kadar büyük başarılar elde edildi ki, salgın hastalıklarla mücadele konusunda kendimize gereğinden fazla güvenmeye başladık. Oysa, hiç beklemediğimiz bir anda yeni, alışılmadık öldürücü salgınlarla karşılaşmamız hiç de imkansız değildir. Disiplinli, düzenli bir sanayi toplumu için böyle bir felaketle karşılaşmak çok uzak bir ihtimaldir elbette. Ama çok büyük kalabalıkların yoksulluk içinde sağlıksız çevre şartlarında yığıştığı bir dünyada hem de siyasal ve sosyal karışıklıklar, istikrarsızlıklar içindeki bir dünyada böyle bir Felaketle karşılaşmak uzak bir ihtimal değil, yakın bir tehlikedir.”(s.102,Carlo Cipolla, Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi)
     Yangınlar, seller, savaşlar, göçler ve sığınmacılar, isyanlar, kıtlıklar, depremler..vb büyük doğa ve toplumsal olaylar, toplum ve doğadaki dengeleri bozduğundan dolayı  büyük salgın hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Birçok salgın hastalıkları uzmanı, araştırmacı ve düşünür bu görüştedir:
 “Andrew Nikiforuk insanlar niçin hastalanırlar sorusunun yanıtını, 19.
yüzyılda iri yarı Prusyalı ve tıp reformcusu Rudolf Virchow’un kesin olarak
verdiği görüşündedir. Bakteriyolog Rudolf Virchow, mikroplar üzerine
uzun incelemelerinden sonra, hastalığın en iyi ve en kısa tanımını
yapmıştır: “Değişen koşullardaki yaşam.” Onun değişen koşullardan kastı,
yemek alışkanlıkları, ticaret, seyahat, ev yaşamı, giysiler ve hava durumu,
kısaca tüm çevredir. Yaşam koşullarına müdahale edildiğinde, insanlar
ile mikroplar arasındaki ilişkinin önceden kestirilemeyen, çoğunlukla
da ölümcül bir sona doğru değişeceğini öne sürmüştür.” (s.6, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918- Hikmet Özdemir)

“Osmanlı İmparatorluğu’nda -bir eğilim olarak- isyanlar, eşkıyalık olayları,
muhaceret, kıtlık, deprem, yangın ve sel baskınları sonrası salgın
hastalıkların ortaya çıktığı öne sürülmüştür. Bu tez imparatorluk coğrafyasında
salgınların baş göstermesinde savaş faktörünün çok ciddi etkisinin
göz ardı edilmemesi koşuluyla kabul edilebilir ve bir eğilim olarak
kuşkusuz bu olgu bütün ülkeler ve bu arada Osmanlı İmparatorluğu için
geçerli olabilir…Buna göre, Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının
salgın hastalıklar için her zaman bir açık alan şeklinde kabul
edilmesi tezi, daha gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşımdır. Bu ilginç tezin
sahibi, Fransız tarihçi Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba başlıklı
çalışmasında; modern çağda sağlık, daha doğrusu sağlıksızlık konusunda
Atlas Okyanusu ile Basra Körfezi arasında kalan geniş bölgenin
kesin bir ortaklık gösterdiğini kanıtlamıştır. .” (s.49, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918- Hikmet Özdemir)

“Çünkü harp demek hareket demektir. Harp yalnız hudutta kalmıyor.
Harbe giden askerler, memleketin muhtelif noktalarından gelip geçiyorlar,
yalnız askerlerden değil, harbin zorunluluklarından, sonuçlarından
olan muhacirin ve mültecilerin bir yerden öbür cihete gelip gitmesi
hastalıkları öteye, beriye götürüyor. Bir kere hastalık gelince, derhal atlatılmış
olmuyor. Bunu Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi de itiraf ediyor.”  (s.97, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918- Hikmet Özdemir)
      Osmanlı yurttaşı ve milletvekili olan bir Ermeni’nin Sağlık Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde yapmış olduğu, salgın hastalıkların önlenememesi karşısında çaresizliğini yansıtan sözleri çok anlamlıdır:
1918 senesi Sıhhiye Nezareti bütçesi görüşmelerinde söz alan Halep
Mebusu Artin Boşgezenyan Efendi’nin konuşması, savaş ve salgın hastalıkların
ilişkisi ve tehcir nedeniyle karşılaşılan facialara tepkisini dile getirmiştir:
“Harp, istilâyı tevlid eyledi. İstilâ, muhacereti ve nakl-i nüfusu tevlid
eyledi. Nakl-i nüfus ve muhaceret, açlığı, çıplaklığı tevlid eyledi. Açlık,
çıplaklık da şimdi bahsedilen menhus ‘tifüs’ü tevlid eyledi. O menfus ‘tifüs’ün
biaman tırpanı ne kadar kurbanlar aldı…“Evet, ne kadar nâz ve nimetle perverde olmuş pakize ve düşizeler, kurtlardan kuşlardan eşnâ [daha fena] birtakım canavarların dendan-ı hırs
ve şehvetine kurbân oldu; neler oldu neler... İşte ben tekrar ediyorum:
Bizim hayata karşı hürmetimiz bu derece iken, dönüp de umur-ı sıhhiye
ile meşgul olmaklığımız ne kadar gülünç bir şeydir... Biz evvela hayat-ı
insaniye riayet etmeyi öğrenelim. Ondan sonra umur-ı sıhhiye-yi düşünelim…
…“Bütün cihanın terk-i silâh eylemesini temenni ediyorum. Madem ki cihan, terk-i silâh etmiyor, biz de terk etmemeye mecburuz. Diyorum ki, bütün cihan ile beraber
olarak harbi neticelendirelim, sonra sıhhat-ı umumiyyeyi düşünelim. Şimdi
hayat-ı insaniyenin hiçbir hükmü, hiçbir kıymeti kalmadığı bir zamanda
bu Sıhhiye bütçesi de beyhude bir külfettir. Onun için bu bütçeyi ilga
edelim.”294.” (s. 99-100, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918- Hikmet Özdemir)
    Salgın hastalıkların önlenebilmesi için herşeyden önce savaşların sona erdirilmesi zorunludur.   



    Korona Virüs 2019 pandemisinin ortaya çıkışında da en büyük etken Orta Doğu ve Yakın Doğu’da süren iç savaşlar, göçler, sığınmacılar, yüzbinlerce insanın ölümü, çevrenin ve havanın kirlenmesine önlem almayan endüstrileşme ve modern yaşamın yanında 2019 sonbahar aylarında Avustralya’da çıkan, altı ay süren ve büyük bir çevre felaketine neden olan orman yangınlarıdır. Uzmanlar bu orman yangınlarında 6 milyon hektardan fazla alanın kül olduğunu belirtiyor. Bu alan, iki Belçika ülkesinin büyüklüğünde toprak parçası demek. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Avustralya, yaptığı en son açıklamada 1,5 milyar hayvanın hayatını kaybettiğini tahmin ettiklerini belirtmiştir. Bu hayvanlardan yayılan mikroorganizmaların sonucunun ne olduğunu tahmin etmek zor değildir.
 “Yanan alanlardan çıkan dumanlar 3 bin kilometre ötedeki Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrini bile etkiliyor. Coğrafyaya sıcak ve kurak hava ile şiddetlenen alevler hükmediyor artık. Yaklaşık 600 derecelik alevlerin yol açtığı bulutlar (pyrocumulonimbus), yıldırım fırtınalarına yol açıyor,” (Atlas, şubat 2020)
    NASA, yangınlar nedeniyle stratosfere ulaşan dumanın Dünya’nın çevresini en az bir kere dolanacağını açıkladı. Brezilya ulusal uzay araştırmaları enstitüsüne bağlı uzaktan algılama birimi,  Twitter’dan Avustralya’daki dumanların Brezilya’nın güneyindeki Rio Grand’e do Sul eyaletine ulaştığını gösteren uydu görüntülerini yayınladı.
Grip hastalığına yol açan influenza virüsünün korona virüsü gibi birkaç türü vardır. Bu türlerin çoğu güneş ışınlarına karşı dayanıksızdır ancak havadaki toz bulutları ile çok uzaklara taşınmaktadır. Korona virüsünün de,  günümüzde büyük bir pandemiye yol açan covit-19 olmak üzere birkaç alt türü vardır. Korona virüsü türlerinin güneş ışınlarına karşı daha dayanıklı olduğu ve influenza virüsleri gibi kirli, tozlu hava akımları, toz bulutları ile atmosferde çok büyük uzaklıklara taşınabilmektedir. Hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde, sanayi şehirlerinde salgın hastalıkların çok daha fazla yayılmasının nedenini virüslerin bu özelliğinde aramak gerekir.

      Bütün bu olaylar salgın hastalıklar ile çevre arasında, ayrılmaz bir bağ olduğunu göstermektedir. Pandemilerin dünya ekonomisi üzerine yıkıcı etkileri olduğu ve çevrenin yok edilmesinin pandemilerin ortaya çıkışının en büyük nedeni olduğu için “Çevre Ekonomisi” ekonominin ayrılmaz,  temel bir öğesidir. Önümüzdeki sayımızda Çevre Ekonomisi üzerinde durmaya çalışacağız. 

     İsmail İNCİ,  24/07/2020
     https://twitter.com/ismailinci






















7 Nisan 2020 Salı

COVİD-19 PANDEMİSİNİN ÇOKLU GÖRÜNÜMLERİNİN NEDENLERİ





ENSEFALİT(ENCEPHALİTİS),  RAHİP PANELOUX’UN AKCİĞER VEBASI VEYA CORONA VİRÜS-2019


İlk olarak Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkarak bütün dünyanın tanımış olduğu Corvid-19 küresel salgın hastalığı, Nisan 2020 tarihi ile bütün dünyada, özellikle Kuzey Amerika’da olmak üzere varlığını arttırarak devam etmektedir.
Felsefenin temel ve genel ilkesine göre, doğaya veya topluma ilişkin bir nesne ve olgunun bilgisine, temelde, onu kaynağında ortaya çıkaran nedenleri iç ve dış gözlemleyerek ulaşılır. Olgu ve nesnenin kaynağı belirlenememişse bilgiye, o anki belirti ve nitelikleri gözlemlenerek ulaşılmaya çalışılır. 
Bu tıp bilimi için de böyledir. Ünlü filozof ve tıp bilgini İbn Sina’nın ünlü yapıtı “Şifa’da yazmış olduğu gibi, bir hastalığın bilgisinin edinilerek tanı konulabilmesi için öncelikli olarak onu kaynağında meydana getiren nedenlerini bilmek gereklidir: Tıbbın konusu, sağlık ve hastalık halindeki insan vücuduyla ilgilidir. Her şeyin bilgisi, onun meydana geldiği yerden elde edilen sebepleri öğrenmekle kazanılır. Böylece tıpta, sağlık ve hastalık teşhisi için sağlık ve hastalığın sebeplerinin belirlenmesi gerekir. Sağlığın ve hastalığın sebepleri, bazen çok açıktır; ancak bu sebepler zaman içinde gözlemlerle doğrudan belirlenemeyebilir; araz ve işaretlerinden çıkarmak zorunda kalınabilir. Böylece, hastalık ve sağlığın işaretleri ve arazları da belirlenmelidir.”(s.357 İbn Sina, Tıp Kanunu, Yay.Haz.Hüseyin Gazi Topdemir, Say Yay., 1. Baskı, 2009)
Hastalığa neden olan nesne ve olaylar belirlendikten sonra, her hastanın varlığının niteliklerine bağlı olarak sağlık için gerekli korunma ve tedavi yolları belirlenir. Bu olayların tamamı tıbbın konusu içine girer:
”… bütün olarak tıbbın konusunun; elementler, hıltlar, mizaçlar, basit ve mürekkep organlar, hayati güçler, özellikler, yani fiziksel, vital ve sinirsel olanlar ve işlevleri, sağlıkla ve hastalıkla ilgili vücut durumları ve ara durum ve onların sebepleri, yiyecek
ve içecekler, hava ve su, yaşanan ülke ve oturulan yer, boşaltım, vücutta tutma, fiziksel ve zihinsel faaliyetler, yaş, cinsiyet, vücudu etkileyen dış faktörler, sağlığın korunması, yiyecek ve içeceklerin ayarlanmasıyla çeşitli hastalıkların tedavisi, havanın seçilmesi, istirahat ve faaliyetin düzenlenmesi, ilaçların kullanımı
ve ameliyat süreci ele alınabilir.” ( s. 358, İbn Sina, Tıp Kanunu, Yay.Haz.Hüseyin Gazi Topdemir, Say Yay., 1. Baskı, 2009)
Şu ana kadar dünya çapında en yaygın hastalık olarak tespiti yapılan Covid-19 hastalığının çıkış kaynağı Çin’in Wuhan kentidir. Corona Virüs ailesinden olan bu tür hastalıkların hayvandan insanlara geçtiği bilinmektedir. Ancak insandan insana çok hızlı olarak bulaşarak geçen bu hastalığın ortaya çıkış nedeni tam olarak belirlenememiştir.
Hastalığın iz ve belirtileri (semptonları) konusunda da birçok tespitler vardır. Hastalığın basit bir soğuk algınlığından başlayarak nezle, grip ve zatürreye kadar uzanan geniş bir alana yayılan iz ve belirtileri vardır. Son olarak bu belirtiler arasına, beyin, omurilik, kan damarları üzerindeki yerleşimleri nedeniyle menenjit, humma, ensefalit(encephalitus) hastalıklarının da belirtileri eklenmiştir.
Özellikle hastaların birden kendilerini kaybederek yere yığılmaları, bilgisayar masasında sandalyelerinde kendilerini yere bırakmaları…vb  beyin ve sinir sistemindeki bu yerleşimden kaynaklanmaktadır. Bu da daha çok ensefalit (encephalitus) tanısını anımsatmaktadır. Bu tanı ile ilgili olarak yazılan şöyle bir notu okumak yararlı olacaktır: “Ensefalit kliniğinde, ateş ve baş ağrısı ile başlayan 2–3 günlük bir prodrom dönemi vardır. Daha sonra psikotik davranış bozuklukları, epileptik nöbetler, hemipleji, konuşma bozuklukları, amnezi, stupor ve komaya kadar gidebilir (4). Olgumuzda baş ağrısı ve ateş ile başlayan bir günlük bir prodrom dönemi vardı. Daha sonra bayılma, epileptik nöbet geçirme ve komayla klinik iyice ağırlaşmıştı.
Sonuç olarak, günümüzde erken tanı için PCR ile BOS’da HSV-DNA araştırılması, tanı için altın standart olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle kliniği herpetik ensefalit ile uyumlu hastalarda erken tanı koyup tedaviye başlamak için BOS’da PCR ile HSV-DNA araştırılmalıdır. Tedavide tercih edilecek ilaç asiklovir olmakla beraber, vidarabin ve diğer antiviral ajanlarla kombine kullanımına yönelik kapsamlı çalışmalar gerekmektedir.”( Van Tıp Dergisi: 13 (4):131-133, 2006, Herpes Ensefaliti, Tanı Takip ve Tedavi: Bir Olgu Sunumu -Hasan Karsen, M. Kasım Karahocagil, Hayrettin Akdeniz, Muret Ersöz, Aydın Çağaç, Selami Ekin)

Hastalığın en önemli belirtileri ise yüksek ateş, balgamlı öksürük ve akciğerlerin tıkanmasına bağlı olarak nefes darlığı ve yetmezliğidir. Bu belirtileri ve aşırı bulaşıcı niteliği ile kanama görünmemesine rağmen akciğer vebasını da anımsatan bir yönü bulunuyor. Bu nitelikleri ile ünlü yazar Albert Camus’un, veba hastalığının yayıldığı süreci ve bu sürecinin insanlar üzerindeki etkilerini konu alan Veba adlı romanında geçen bir çeşit akciğer vebasına benzerlik gösteriyor. Romanda geçen önemli kişilerden biri olan Rahip Paneloux’nun ölümü bu hastalık belirtileri(semptonları) ile olmaktadır:  
“. Örtüleri bir atıyor, bir kendine çekiyor, elini sürekli ıslak alnında gezdiriyor, boğuk, kısık ve nezleli bir sesle içinden sökülürcesine gelen bir öksürüğü atmak için doğruluyordu. Sanki onun soluğunu kesen pamuk parçalarını boğazının dibinden kazıyıp atmanın olanaksızlığı içindeymiş gibiydi… tıkanıklık ve akciğerlerdeki baskı dışında şişliklerle beliren hıyarcıklı
vebaya ya da akciğer vebasına özgü hiçbir temel belirti görmeyince çok şaşırdı. Durum ne
olursa olsun nabız öyle düşük ve genel durum öyle kaygı vericiydi ki, fazla umut yoktu…
Ateş yükseldi. Öksürük daha da boğuklaştı ve hastayı gün boyu kıvrandırdı durdu. Sonunda akşam rahip onu boğmakta olan şu pamuğu öksürerek attı. Kırmızıydı. Ateşin
kargaşasında Paneloux’nun bakışı kayıtsızlığını yitirmiyordu ve ertesi sabah, bedeninin yarısı yatağından sarkmış, ölü olarak bulunduğunda bakışı hiçbir şeyi dile getirmiyordu. Fişinin
üzerine “Kuşkulu durum” yazıldı.”
Bu kuşkulu durum Covid-19’un belirtilerine çok yakın özellikler taşıdığından, her iki hastalık birbirine çok yakınlaşmaktadır. Bu yakınlaşma sonucu Covid-19 özellikleri Rahip Paneloux’nun akciğer vebası kadar bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık olarak kendini göstermektedir.

Hastalığın çok değişik türde etkileri ve belirtilerine ait gözlemler, hastalığın kaynağı üzerine olan yapılan şu varsayımı doğrular niteliktedir: Corona 2019 virüsü Avustralya’dan,  Eylül 2019’da ortaya çıkan ve altı ay süren orman yangınları sonucunda, mikroorganizmaların yeni yaşam alanlarına taşınması sonucu ortaya çıkmış ve yayılmıştır.
Hastalığın kaynağı ve nedenleri, bu ormanlarda ölen bir buçuk milyara yakın hayvandan ve bitki örtüsünden dünya atmosferine karışarak dünyaya yayılan mikroorganizmalardır. Corona virüsü tek bir hayvan türünden yayılmadığından ve mikroorganizmalar içinde bitkilerden yayınlanan bitkisel mikroorganizmalar da bulunduğundan, hastalık iz ve belirtileri de farklılıklar taşımaktadır.
Uzmanlar bu orman yangınlarında 6 milyon hektardan fazla alanın kül olduğunu belirtiyor. Bu alan, iki Belçika büyüklüğünde toprak parçası demektir.
NASA, yangınlar nedeniyle stratosfere ulaşan dumanın Dünya’nın çevresini en az bir kere dolanacağını açıkladı.


Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsüne bağlı uzaktan algılama birimi,  Twitter’dan Avustralya'daki dumanların Brezilya'nın güneyindeki Rio Grande Do Sul eyaletine ulaştığını gösteren uydu görüntülerini yayınladı.
Dumanların 12 bin kilometre kat ederek Güney Amerika'ya ulaştığı, bu durumdan kıtadaki canlı yaşamının olumsuz etkilemesinin beklenmediği belirtildi.
Şili meteoroloji servisi de pazartesi günü dumanların Şili ve Arjantin'den de görülebildiğini duyurmuştu.

Bu olgu, Güney Amerika kıtasında hiçbir taşıyıcı insan bulunmamasına rağmen Corona Virüsünün görünmesinin ve aynı zamanda dünyanın en ücra köşelerine kadar virüsün yayılabilmesinin en mantıklı açıklamasıdır.
Dünyanın en büyük kömür ihracatçılarından olan Avustralya, 20 yıldır Çin çelik endüstrisinin bir numaralı fosil yakıt sağlayıcısı. Virüsün ilk kitlesel olarak göründüğü Çin’in wuhan şehri sanayinin gelişmiş olduğu ilk üç şehirden birisidir. Virüsün bir yandan bu fosil yakıtlar aracılığı ile gizlenerek, diğer yandan kıtanın kuzeyinde de çıkan orman yangınları ile taşınmış olduğu düşünülmelidir.

Avustralya'da çıkan yangınlar, sadece kıtayı değil, tüm dünyayı etkiliyor çünkü stratosfere çıkan bulutun binlerce kilometre yol alması fazlasıyla olağan. NASA’ya göre dumanın dünyanın çevresini en az bir defa dolanması, dumanla birlikte taşınan mikroorganizmaların da dumanın dünyanın her geçtiği noktadaki yoğun insan nüfusu bulunan yerlere bulaşması demektir.
Corona Virüsü 2019 salgın hastalığının bilgisine, çıkış kaynağının tespitine bağlı olarak nedenlerinin gözlemlenmiş olması ile ulaşıldığını kabul ettiğimizde, hastalıktan korunma ve hastalığın tedavi yolları daha netleşmiş olacaktır. Maske, kişisel ve toplumsal izolasyon ile korunma, virüsün metabolizmanın korunma duvarını henüz aşmadığı erken tanı döneminde antriviral ve antibiyotik ilaçlar yapılan çeşitli tedavi yolları hastalığın bilgisi uyumludur ve ilk aşamalarda bu önlemleri almakta ihmal etmiş herkes ve her toplum çok ağır hastalık dönemleri ile karşılaşacaklardır.

Eylül 2019’da ortaya çıkan ve aylarca süren Avustralya’daki orman yangınları dünyanın görmüş olduğu en büyük çevre felaketlerinden birisidir. Sonuçta dünyada şimdiye kadar görülmemiş bir salgına neden olmuş, salgın hastalık ise dünyadaki bütün ekonomi faaliyetlerini tahrip etmiştir. Bu olaydan sonra dünyada Çevre Ekonomisinin İlkeleri, tüm ülkeler tarafından kabul edilerek ortak ekonomik faaliyetlere bağlı olarak izlenmesi gerekecektir.   

     İsmail İNCİ,  06/04/2020




























SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...