EKONOMİK
DURGUNLUK—RESESYON-VE EKONOMİLERİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye’nin, Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK)
tarafından yayımlanan istatistik verilerine baktığımızda, global
standartlara göre oldukça yüksek seyreden %7,3 ve %7,4’ lük ekonomik
büyümesinin 2017’nin 3.çeyreğinden (Ekim 2017) itibaren, yavaşlamaya başladığı
ve 2018’in 2.çeyreğinde büyümenin %5,2
ye gerilediği görülür. 2018’in 3.çeyreğindeki ekonomik büyüme ise kurlardaki
ani yükselişe bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik durgunluk nedeniyle %2,1 olarak
gerçekleşebilmiştir.
TÜİK’in enflasyon oranı verilerine göre
aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi Türkiye’de enflasyon 2018 yılının 2.
çeyreğinden itibaren bir önceki yıla göre hızla yükselmeye devam etti ve Ekim
ayında yıllık TÜFE bir önceki yıla göre ikiye katlanarak %25,24’e yükseldi.
Satın alma gücünün erimeye devam etmesi karşısında iç talepte de büyük düşüş
olmuştur ve düşüş sürmektedir.
Türkiye
ekonomisinde yüksek seyreden enflasyon, faiz ve TL’nin ani ve hızlı değer kaybı
ekonomik durgunluğa, ekonomide düşüş ve çöküntülere neden olmaya başlamıştır.
Türk
ekonomisinin ünlü şirketlerinin konkordato ilan etmelerinden, iflaslarını
açıklamalarından, işçi çıkartmalarından ekonomideki bu durgunluk ve düşüşü her
gün hep birlikte yaşamaktayız. Özellikle işsiz kalan yurttaşlarımız ve
kapılarını kapatan işyerlerimiz bu ekonomik olaylarının etkilerini acı şekilde
yaşamaktadır:
“Net bir veri bilinmemekle birlikte
uzmanlar daha önce yılda ortalama 300 şirketin iflas ertelemeye başvurduğunu,
Mart ayından sonra bu rakamın şimdiden en az üçe katlandığını söylüyorlar.
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, 27 Aralık'ta
yaptığı açıklamasında devlet kayıtlarına göre 979 firmanın konkordato ilan
ettiğini belirtti.”
(Konkordato,
şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması için başvurdukları hukuki bir
yoldur.)
“ -Üç ay önce konkordato başvurusunda
bulunan Hedef Yapı'nın iflasına karar verildi. Şirket, Çamlıca Camii İnşaatı,
İstanbul Atatürk Havalimanı ve Dünya Ticaret Merkezi inşaatlarında görev
almıştı
- Konkordatolar sonrası ilk büyük iflas
kararı Pamukkale Turizm için verildi. 26 Ekim'de nakit akışındaki problemler ve
borçların ödenebilmesi için 3 ay geçici mühlet alan şirketin konkordato ile
başarıya ulaşamayacağını belirlenmesi üzerine Pamukkale Turizm ve konforlu
yolcu taşımacılığı şirketi Pamukyol'un konkordato talebi reddedilerek iflasına
karar verildi. Pamukkale Turizm 56 yıl önce kurulmuştu ve yaklaşık 600
otobüsüyle hizmet veriyordu. (16 Ocak 2019)
-Tekstil sektöründe bir asrı aşan
faaliyetleriyle Türkiye'nin en eski tekstil ve moda markalarından Çift Geyik
Karaca konkordato ilan etti. Türkiye genelinde 750’e yakın çalışanı, 200’e
yakın satış noktası ve yıllık 10 milyona yakın ziyaretçisiyle hizmet veren Çift
Geyik Karaca, konkordato gerekçesi olarak likidite sıkışıklığı, döviz kurundaki
artış ve yüksek faizi gösterdi. (17 Aralık 2018)
-Daha önce ticari faaliyetlerinin
kesintiye uğramaması için konkordato başvurusu yapan beyaz et ve yumurta
üreticisi Keskinoğlu konkordato başvurusu ile ilgili bir açıklama yaptı.
Açıklamada, "Kısa vadeli borçlar nedeniyle konkordatoya başvurduk"
ifadeleri yer aldı.
-Hotiç ve Yeşil Kundura'nın ardından
Türkiye genelinde 50 mağazası bulunan Beta Ayakkabı da konkordato başvurusunda
bulundu. Yeniden yapılandırma sürecini başlattığını açıklayan şirket,
konkordatoya gerekçe olarak AVM'lerde döviz ile ödenen kiraları ve fabrikalarında
gerçekleşen yangını gerekçe gösterdi.” . https://www.haberturk.com/bir-musibet-bin-nasihatten-iyi-geldi-2393857-ekonomi
-…..organize sanayi bölgesinde işçi
alımları durdurulduğu öne sürülüyor. Birçok üretim yapan firmanın, üretim
yapmama kararı aldığı iddiaları dolaşıyor. Yarış Kabin Sanayi 100 kişiyi işten
çıkarttı http://www.balikesirhaberajansi.com/haber-11-8-2018
-Soma Kömürleri A.Ş ‘ye ait Işıklar
Ocağının yanında bulunan Kömür yıkama tesislerinde çalışan 60 işçi işten
çıkarıldı. Gerekçenin ise iş potansiyelinin düşmesi olarak açıklandığı
belirtildi. 02 Ekim 2018https://www.evrensel.net/haber/
-İzmir Kemalpaşa'daki organize sanayi
bölgesinde kurulu bulunan, pasta, dondurma ve tatlı üretilen Özsüt
Fabrikası'nda bu sabah yeni işten çıkarmalar ve ücretsiz izne göndermeler
yaşandı. Elden çıkarılmak istenen fabrikada işçilerin
maaşları 6 aydır düzenli ödenmiyor. Üretimin durma noktasına geldiği
fabrikada, Ocak ayının sonuna gelinmiş olmasına rağmen Aralık maaşları dahi
yatırılmamış durumda. 31 Ocak 2019 https://www.evrensel.net/haber/
-Bursa TOFAŞ fabrikasında nakliye ve park
işlerini yapan Mepar Nakliyat’ta çalışan 97 işçi ekonomik kriz bahane edilerek
işten çıkarıldı. http://siyasihaber4.org/e/isten-cikarma “
Türk Ekonomisinin durgunluğa, düşüş ve
ekonomik krize doğru gitmekte olduğunu gösteren bu örnekleri daha da çoğaltmak
mümkündür:
-Sanko: En az 300 işçinin işten
çıkarıldığı söyleniyor. Kimi işçiler bu sayının katbekat fazla olduğunu
söylüyor. Sanko, kendisine ait birkaç işletmesini kapattı.
- Naksan Holding: 100’e yakın işçi
çıkartıldı.
-Cemre Tekstil: 50 kişi çıkarıldı.
Geri kalanlar ücretsiz izne gönderildi.
-Merinos: Bir bölümünün kapatıldığı,
250 işçinin çıkarıldığı söyleniyor.
Ağustos
2018, https://t24.com.tr/haber/ekonomideki-kriz-isciyi-vurdu-fabrikalarda-isten-cikarimlar-basladi,677260.......
Ekonomik Durgunluk-Resesyon-
Nedir:
Daralma
veya küçülmeyi ifade eden resesyon, ekonominin genelinde toplam talebin
düşmesine bağlı olarak, en az altışar aylık iki dönemde üst üste ekonomik
büyümenin eksi oranlarda gerçekleşmesidir. Bir anlamda ekonomideki
faaliyetlerin önce durması, sonrasında düşüşe geçmesi durumudur. Bu ekonomik
düşüş çok şiddetli olup tüm ekonomik faaliyetler durması noktasına gelirse buna
ekonomik çöküntü veya depresyon adı verilir. Diğer bir
deyimle de ekonomik bunalım-kriz- olarak
adlandırılır.
Bazı makro ekonomik göstergelere bakılarak
ekonominin resesyona girme tehlikesi içinde olup olmadığı izlenebilir: Tüketici
talebinde görülen düşüşler, imalat sanayi üretiminde ve inşaat sektöründe
azalışlar, perakende satışlar ve istihdam düzeyinde gerileme, günden güne
fiyatlardaki artışlar ve günden güne ulusal para biriminin değer kaybetmesi
ekonomik durgunluğa girildiğinin ve ekonomik düşüşün başladığının
göstergeleridir. Ne yazık ki, özellikle
2017 yılı başından beri görülen bu belirtiler dikkate alınarak gerekli ekonomik
önlemler alınmadığından ekonomik durgunlukta bugünkü noktaya gelinmiştir.
Resesyonun Nedenleri:
Resesyonun ortaya çıkmasında toplam talebi
oluşturan çok sayıda faktör etkili olmaktadır. Bu faktörler her ülkenin
ekonomik durumuna bağlı olarak değişebilmektedir. Toplam talebi etkileyen
faktörler ise şunlardır: Faiz oranlarında yükseliş, varlık değerlerinin
fiyatlarındaki düşüş, kredi darlığı, ekonomik güvende gerileme, ulusal paranın aşırı
değerlenmesi veya düşmesi, kamu harcamalarının artışı veya kısılması, finansal
kriz, yüksek enflasyon, ücretlerde gerileme ve istihdamda düşüş.
Resesyonun
etkileri, resesyonun süresine ve derinliğine bağlı olarak değişir. Ekonomideki
büyümenin üst üste iki çeyrek boyunca gerilediği durgun bir ekonomide:
Reel
GSYİH gerileme eğilimine girer, işsizlik artar, ücretler reel olarak geriler, gelir
dağılımı bozulur, üretim seviyesi düşer, şirketler küçülür, vergi
gelirleri düşer, ulusal para birimi değer kaybeder.
Resesyona
giren ekonomiler küçülme eğilimine girer, toplam talepteki gerilemeye bağlı
olarak üretim yavaşlar ve yukarıda belirtilen makroekonomik verilerde
bozulmalar meydana gelir. İşsizlik oranındaki artış ise resesyon derinleştikçe
hızlanır. Para biriminin temel para birimleri karşısında değer kaybetmesi
sonucu enflasyon hızlanır. Reel gelir düzeyindeki gerileme ve artan enflasyon
toplam talebin daha da gerilemesine ve resesyonun derinleşmesine neden olur.
Yükselen faizler ve borçlanmanın maliyetinin artması tüketim ve yatırım
harcamalarının gerilemesine, banka ve finans sektörünün geri ödenmeyen krediler
ve dış kaynak sıkıntısı nedeniyle kredi verme olanağının büyük ölçüde
azalmasına neden olur. Artan finansman maliyetleri ve nakit sıkıntısıyla
daralmaya başlayan reel sektörde şirketler küçülmeye veya kapanmaya başlar. Resesyona
giren ekonomilerde piyasalarda belirsizliğin hakim olması nedeniyle, ekonominin
yavaşlamasından fazla etkilenmeyen işletmeler, yatırımcılar ve tüketicilerin
ise, geleceğe yönelik endişelerle
beklemeyi tercih edecekleri için ekonomik faaliyetler daha da yavaşlar.
Türk Ekonomisinin Durgunluğa
Girmesinin Nedenleri:
Büyümek isteyen özellikle de hızla büyümek
isteyen şirketler, dışarıdan borç almak zorunda kalmaktadır. Yurtiçinden TL
kredi kullanarak yatırım yapmak isteyen şirketler özellikle faizlerin yüksek
oluşu nedeniyle yüzde 25-30’luk maliyetlere razı gelmek zorunda kalıyorlar.
Yüksek enflasyon ve yüksek faizle yaşayan Türkiye’de şirketler genelde döviz
kredisi kullanarak yatırım yapıyorlar. Çünkü döviz kredilerinin faizi düşük
olduğu gibi, uzun vadeli de kullandırılabiliyor.
Şirketlerin büyümek için döviz ile
borçlanmaları, döviz kurunun yavaş yavaş yükselmesine neden olmaktadır. Ani
aşırı kur artışı karşısında, döviz borcu yüksek şirketler borçlarını ödeyememe
gerçeği ile karşı karşıya kalmaktadırlar:
“Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan
döviz borçlu şirketlerin borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer
taraftan da enflasyonun yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün
düşmesine neden oluyor. Borç yükü artan şirketler ödemelerini yapabilmek için
yatırımlarını kısma yoluna gidiyor. Satın alma gücü düşen hane halkı da
mecburen tüketimini kısıyor. Bu sürecin sonucunda da canlanması hedeflenen
ekonomide tam tersine daralma yaşanıyor.” (Dr. Orhan KARACA , s.35, Capital
Dergisi, Ocak 2019)
Bu günün ekonomilerinin ilerlemesinin,
şirketlerin ve ülkelerin zenginleşmesinin kaynağı hızlı ve dinamik olarak
üretim merkezleri, finans şirketleri, bankalar, yeni teknoloji laboratuarları
ile veri alışverişine, iletişim ağı kurmalarına ve bunları dinamik olarak
yatırıma dönüştürmelerine bağlıdır. Bu dinamizmin gerisinde kalan ekonomilerin
gelişmesi yavaş olmaktadır. Ülkeler gelişen ekonomilere ayak uydurmak için
yatırımlarını hızlandırmak zorunda kalmakta, bu durum dış kaynaklardan
borçlanmayı gerektirmektedir. Ancak devletin döviz borcu yükünün günden güne
artışı ulusal paranın değerini düşürmektedir.
Ve Paul Kruger’in de tespit etmiş olduğu gibi; Borç olarak alınmış döviz kaynaklarının verimsiz
alanlara yatırılması, israf edilmesi, kişilerin servetleri olarak saklanması döviz
kurlarının daha da yükselmesine neden olmuştur: “Benzer biçimde, Tayland'ın da
kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla borçlanmış ve bu paraları çok
kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri
Dönüşü)
Hükümetin ve şirketlerin, paranın devalüe edilmemesi
için, döviz rezervlerini arttırma çabaları ise kısa sürede olanaklı
olmamaktadır. Uygun faiz koşulları ile döviz borçlanmasını gerçekleştirmek
olanağı, ekonomiye duyulan güvenin
sarsılması
nedeni ile saygınlığını yitiren bir hükümet için çok zordur. Sonuçta paranın
yüksek oranlarda devalüe olması kaçınılmazdır. Ulusal para biriminin aşırı değer kaybı
karşısında ekonomiler, bir dönem sonrasında yavaşlamakta ve düşüşe geçerek
krize girmektedir. Doğu
Asya ülkelerinin dış yatırımcılar tarafından tercih edilerek çok büyük finans
kaynakları akıtmaları, bu finans kaynaklarının ise rekabet ürünlerine yatırım
yapılmaması, daha çok bina ve alt yapı yatırımlarına yapılması, bu yatırım
süreci sonunda, ülke ekonomilerinin büyük miktarlarda borçlanarak, döviz rezervlerinin
erimesi, yabancı yatırımcıların dışarıya çıkması sonunda 1997 yılında Büyük
Asya krizine neden olmuştur.
Bu
dönemsel olaylar, ülkemizde olduğu gibi birçok gelişmekte olan ülkelerde,
yaşanan olaylardan ders alınmadığından defalarca yaşanmıştır ve yine bugünkü
ekonomik ortamda yaşanmak zorunda kalınmaktadır.
Ekonomik Durgunluk ve
Düşüşten Çıkış Yolları:
Nobel ödüllü Ünlü ekonomist Paul Kruger’e göre, 2008 yılındaki mortgage finans krizi de dahil bütün
ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerden kurtulmanın yolu “Keynesyen sözleşme ile”, gelişmiş veya
gelişmekte nasıl olursa olsun, bütün devletlerin piyasalara müdahale ederek,
hatta aşırı devletçi uygulamalarla piyasaları kontrol ederek, likiditeyi
arttırmaları ile olanaklıdır:
“….1990’ların başında İsveç’te baş gösteren finans krizinde
hükümet devreye girdi ve kısmi ortaklık karşılığında bankalara ülke GSYİH’
sının yüzde 4’üne eşit -bugün ABD’de yaklaşık 600 milyar dolara karşılık gelen-
ilave sermaye temin etti. 1998’de Japonya bankalarını kurtarmak için harekete
geçtiğinde 500 milyar doların üzerinde tercihli hisse satın aldı, bu GSYİH’ya
göre ABD’de yaklaşık 2 trilyon dolarlık sermaye akıtmasına denkti. Her iki
vakada da sermaye tedariki bankaların kredi verme kabiliyetine yeniden kavuşmasına
yardımcı oldu ve kredi piyasalarını tekrar harekete geçirdi.”(s.171, Paul
KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım-
Şubat 2010, İstanbul)
“…. en nihayetinde devlet denetiminin çok
daha fazla artacağı, hatta neredeyse finans sisteminin önemli bir kısmının
geçici olarak bütünlüklü kamulaştırmaya yakınlaşacağı yönünde. Açıkça ifade
etmek gerekirse, bu uzun vadeli bir hedef değil, ekonominin erişebileceği
yüksekliğin kontrol altında tutulması meselesi: Tıpkı İsveç’in doksanların
başındaki büyük kurtarma harekâtından sonra bankacılığı yeniden özel sektöre
devretmesi gibi, bunu yapmak güvenli hale gelir gelmez finans sektörünün
yeniden özelleştirilmesi gerekir.”( s.171)
“Finans sistemini kurtarmak için yapılacakların
biraz “sosyalistçe” olacağı korkusuyla yapılması gerekenleri yapmamaktan daha
kötü hiçbir şey olamaz.”( s.172)
Paul
Kruger’e göre ekonomik kriz sonucu iflas eden banka ve şirketler devletleştirilerek
kurtarılmalı, ekonomi düzelince yine özel sektöre devredilmeli, diğer bir
deyişle serbest piyasa ekonomisine dönülmelidir.
A-
Ekonomik durgunluğa ve düşüşe neden olan ana etken toplam talepteki düşüş
olduğuna göre çözüm yolu talebi arttırmaktır. Talep artınca kapanan üretim
yapan sektörler ve firmalar yeniden üretim faaliyetlerine dönecek, istihdam
artacak, ekonomik büyüme yeniden başlayacaktır. Ancak bu genel kuralın, her
ülke ekonomisinin koşullarına, her şirketin kendi yapısındaki özelliklerine
göre ince ayrıntılara uzanan uygulama yolları vardır. Gelişmiş ülkelerin
ekonomik durgunluktan çıkış yolları ile gelişmekte olan ülkelerin çıkış yolları
farklıdır.
Gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunluğu, isteğe bağlı aşırı tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden çok,
gereksinmelerin doyum noktasına ulaşmış olması ile zorunlu tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden ortaya
çıkar. Bu gelişmiş ekonomilerin
karşısında rekabet edecek ekonomiler azdır ve bu ekonomilerin getirileri daima
diğer ekonomilerden her zaman için fazla gerçekleşmektedir. Durgunluğun
aşılması ise kendi iç pazarının yanında, gelişmemiş veya gelişmekte olan dış
pazarlarda talep oluşturarak, üretim yapabilmesi ile mümkün olabilir. Bunun
için Paul Kruger’in doğru bulduğu ekonomik yöntem ise, durgunluktan kurtulup
ekonomiler olağan çalışma düzenine girinceye kadar bir yatırım Balonu bulmaktır.( “Konut balonunun
yerini alacak beklenmedik yeni bir balon oluşmadıkça hızlı bir ekonomik
toparlanma olacağını söylemek zor. “ s.173 ) Bir aldatıcı ve geçici şişirilmiş
ekonomik yatırım, toplam talep oluşturarak durgunluğun aşılmasını
sağlayacaktır. Balon patlayınca, yani toplam talep çökünce durgunluğa giren
ekonomi için yeni bir Balon yeniden bulunacaktır. Bu böyle sürüp gidecektir. Bu
Balonların birisi 1990’ yıllarda Gelişen Piyasara yönelik Altın Piyasalar
yatırımı olmuş, Asya krizi ile bu balon patlamıştır. 2000 yılından sonra gayrimenkul
yatırımı balonu şişirilmiş, Mortgage krizi ile bu balon da patlamıştır. Bundan
sonra başka bir balon bulunmalıdır.
Sağlıklı gelişen bir ekonomide ise balonlara
gerek yoktur. Toplam talep ancak, talebin biri biterken, yerine Yeni veya Gelişmiş bir mal ve hizmet
ürünü koyarak yeniden talep oluşumu sağlanarak olur. Gelişmiş ülke
ekonomilerinin canlılık ve büyüme dürtülerinin altında temel ihtiyaçların
karşılanması amacından çok, oyun oynama psikolojisinin altındaki ihtiyaç
vardır: keyif alma, hoşnut olma, haz alma, daha fazla rahat yaşama..vb
isteklerinin karşılanması vardır.
Gerçekte ise temel düzeyde gıda, barınma,
giyim ve güvenlik ihtiyaçları karşılanan bir toplum başka hiçbir ürüne
gereksinim duymadan dünyada yaşamını sürdürüp tamamlayabilir. Hatta insanın
mutluluğunun bu şekilde bir yaşam anlayışında olması gerektiğini söyleyen
felsefi dünya görüşleri olmuştur. Stoa ve Knik felsefesinin dünya görüşüne göre
mutluluk için dünya nimetleri ve hazları karşısında bağımsız olmalıdır. Knikler,
karakter bağımsızlığı, dünya nimetlerinden uzak durma tavrı ve kendine yeter
olmayı en yüksek ideal olarak değerlendirirler. Gelişmiş bir ekonomide Stoa ve
Knik felsefesinin aniden ortaya çıkıp yaygınlaştığını düşündüğümüzde büyük bir
ekonomik krizin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ancak insan doğası, temel
gereksinmeleri karşılandığı taktirde daha yeni ve gelişmiş ürünleri tüketmeye
yönelmek üzere kurulmuştur. Kendisine tanıtımı yapılan, sunulan, bir başkaları
tarafından tüketimi, kullanımı
sergilenen ürünleri talep etmek ve gereksinim duymak olarak yapılanmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik
durgunluğu ise, yetersiz döviz kaynakları ve büyük miktarlarda dış borç sonucu
ürünlerinin fiyatlarındaki artışlar, fiyat artışlarına bağlı olarak talep
azalması, yatırımların durması… vb. sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenlerle,
gelişmekte olan piyasalar bir yandan yeni üretim alanları için yeni üretim
harcamaları yaparken bir yandan da talep oluşturarak var olan ve oluşturdukları
taleplere bağlı olarak yatırımlarını sürdürmek zorundadırlar. Ekonomist
Dr.Orhan Karaca’nın Kapital dergisindeki makalesinde yazmış olduğu gibi, para
politikasının gevşetilmesi ters sonuçlar ortaya çıkaracaktır:
“ Bizimki gibi aşırı dış borçlu ve
dolayısıyla döviz girişlerine hassas dışa açık ekonomilerde para politikasının
gevşetilmesi beklenenin tersi sonuçlar veriyor. Böyle ekonomilerde para
politikasının gevşetilmesi yabancı sermaye girişlerinin azalmasına ve
çıkışlarının artmasına yol açıyor. Bunun sonucunda döviz kurlarında yükseliş
yaşanıyor. Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan döviz borçlu şirketlerin
borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer taraftan da enflasyonun
yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün düşmesine neden oluyor…….sıkı
para
politikasının
ise tam tersine genişletici sonuçlar vermesi mümkün. Tabii bunun için biraz
sabretmek gerekiyor. Ayrıca sıkı para politikasına kamu maliyesinde disiplinin
eşlik etmesi de şart.”(Dr. Orhan KARACA, s.35, Capital Dergisi, Ocak 2019)
B- Paul Kruger talep oluşmasını sağlayarak ekonomik
durgunluktan çıkmaları için gelişmiş ülke ekonomilerine, gelişmekte olan ülke
ekonomileri ile birlikte hareket etmelerini ve gelişen piyasalara olan
yatırımları arttırmaları gerekliliğini ileri sürer:
“Bir şey daha: Finans krizinin gelişmekte
olan piyasalara yayılmış olması gelişmekte olan ülkelerde uygulanacak küresel
bir kurtarma planını krizin çözümünün bir parçası haline getirmektedir…(s.172, Paul KRUGMAN,
Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010,
İstanbul)
“Bir sonraki plan devlet harcamalarını
sürdürmeye ve genişletmeye odaklanmalıdır; eyaletlere ve yerel yönetimlere
yardım sağlanarak sürdürülmeli, yollara, köprülere ve diğer altyapı türlerine
harcama yapılarak genişletilmelidir.”
(s.173, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin
Geri Dönüşü,)
Gelişmiş ülke ekonomileri 2008 yılındaki
küresel finans krizinden, likiditeyi artırarak ve gelişen ülke piyasalarında,
arttırdıkları likiditeleri daha çok otoyol, köprü, kanal..vb yapılması için
düşük faizle kredi olarak veya uygun sözleşmelerle ortak yatırımlar olarak
kullandırmalarına bağlı talep yaratarak çıkmayı başarmışlardır. Ancak, gelişen
piyasaların ulusal paralarının devalüe olması ile ekonomik durgunluğa, düşüşe,
çöküşe geçmesine neden olmuşlardır.
“Benzer biçimde, Tayland'ın da kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla
borçlanmış ve bu paraları çok kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul
Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü)
Gelişmekte olan ülkeler para birimlerinin değer kaybından doğan ekonomik
durgunluk ve düşüşe geçmek istemiyorlarsa, borçlandıkları dövizleri en verimli
şekilde yatırıma dönüştürmek zorundadırlar. En kısa sürede döviz girdisi elde
edecekleri ve sonraki yatırımlarında döviz borçlanması gerektirmeyecekleri
yeni, gelişmiş teknolojilere, ürünlere yatırım yapmak zorundadırlar. Yol,
köprü, kanal, gösterişli alışveriş binaları…vb yatırımlara harcanan ve taahhüt
edilen döviz harcamaları, borçlanmaları, döviz kaynaklarının özkaynaklarla
sağlanıyor olmaması nedeniyle sonunda, zorunlu ödeme sorunu ile karşı karşıya
kalınmakta ve ekonomileri durma noktasına getirerek çöküşe kadar giden
süreçlere neden olmaktadır. 1991, 1997, 2001..vb yıllarında yaşanan ekonomik
krizlerin temel nedenleri bunlardır ve bu nedenlerden ders alınmadığı sürece
ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerin yinelenmesi kaçınılmazdır. Kapital
dergisinin Mart 2019 sayısında, 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan döviz
kurundaki aşırı değerlenme sonunda ortaya çıkan ekonomik tablo karşısında ünlü
holdinglerin yönetim kurulu başkanlarının da aynı görüşe vardıklarını
görüyoruz:
“2018
yılında nakit akış yönetimi de kritik bir alan olarak ön plana çıktı. Bunun
dışında markalaşma ve katma değerli üretim de üzerine düşülmeyen alanlar olarak
dikkat çekti. Sun Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, tekstil ve
hazır giyim sektörlerinde katma değerli ürünlerin payının yükseltilememesini
büyük hata olarak görüyor. Ünlütürk, “2019 ve sonrasında özellikle katma
değerli, tasarım ve Ar-Ge içeren ürünlerin sayısının artırılması önemli.
Şirketlerimizde, fiyat politikasını iyi yönetmeye ve katma değerli ürünlerin
sayısını artırmaya odaklandık. Bunun yanında titiz bir bütçe ve nakit akış
yönetimi yapmaya özen göstereceğiz” diyor. Yeşim Tekstil CEO’su Şenol Şankaya,
Ünlütürk’le hemfikir. Şankaya, “Önemli ihracat pazarlarına bu denli yakın olup
genel anlamda modayı ve kaliteyi üretememek önemli bir handikap. Bugüne dek çok
daha fazla uluslararası marka çıkarabilmemiz gerekirdi” diyor. Şankaya bu
krizden ders çıkarmanın hala mümkün olduğunu düşünüyor. Ona göre Türkiye,
gerekli Ar-Ge çalışmalarından elde edeceği kazanımları tabana yayabilir, daha
katma değerli ürün üretmeyi ana misyon ve vizyon haline dönüştürebilir.” (s.
174, Capital Dergisi, Mart 2019)
Dr. Orhan Karaca da aynı görüştedir:
“…kaynağın ihracata yönelik üretken
yatırımlara
yönlendirilmesi halinde ekonomide yapısal bir dönüşümün gerçekleştirilmesi ve
dış kaynak ihtiyacının azaltılması mümkün olabilir. Gelen kaynağın yine inşaat
gibi üretken olmayan yatırımlara yönlendirilmesi halinde ise ekonomi çok
geçmeden yeniden tıkanabilir.
C- Döviz kurlarının aşırı yükselmesi ile ortaya
çıkan borç ödemelerinin olanaksız duruma gelmesi ve şirketlerin konkordatoya
başvurmaları veya iflas durumu ile baş başa kalmaları şirketlere; yatırım ve
harcamalarını ekonomik varlıklarına zarar vermeyecek ölçülerde dövizle
borçlanarak yapmaları zorunluluğunu bir kez daha anımsatmıştır. Yatırım
planlamalarını yaparken öncelikle kendi özvarlıklarına, sonra da, ne kadar
maliyeti yüksek olsa da, yerli para birimi ile borçlanarak yapmaları
gerekliliğini ortaya koymuştur. Uzmanların çoğu aynı görüştedir:
“… 2018’de en önemli yönetim hataları
finansal alanda yapıldı. Örneğin araç kiralama sektöründe ölçüsüzce alınan kur
riski ve borçlanma yapısının Euro cinsinden olması sektör oyuncularını zora
soktu. Garenta ve ikinciyeni.com Genel Müdürü Emre Ayyıldız, Türkiye’de mevcut
konjonktürde finansman maliyeti artışının kiralama sektörünü sıkıntıya
soktuğunu söylüyor ve “Kur riski alınması, sektörün borçlanma yapısının Euro
ağırlıklı olması, bilançoları olumsuz yönde etkiledi” diyor.
D-
“Evet, durgunluklar şimdi var olduğu gibi gelecekte de olacak. Ancak bir
durgunluk oluştuğunda herkes Federal Reserve’in 1975, 1982 ve 1991’de
yaptıklarını tekrarlayarak faiz oranlarını ekonomiyi ayağa kaldıracak ölçüde
düşürmesini bekliyor. Ayrıca, eğer sürece yardımcı olacaksa Başkanın ve
Kongrenin vergileri azaltıp harcamaları artırmasını da bekliyoruz. Bir
durgunluğun Herbert Hoover tarzıyla, vergileri artırıp
harcamaları kısarak ve faiz oranlarını yükselterek karşılanmasını kesinlikle
beklemiyoruz”(s.171, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür
Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
Ekonomik
durgunlukların kendisini yinelemesi kader değildir. Dengeli olarak kalkınan, büyüyen ve geçmişten ders alan
ekonomilerde durgunluk yaşanmayacaktır. Plansız olarak, aynı sektörlerde aşırı
yoğunlaşan ve aynı zamanda kapasite arttıran yatırımlar sonunda bu sektörlerin
talep yetersizlikleri ile karşı karşıya kalarak iflaslarına neden olmaktadır. 2018’de özellikle
perakende, inşaat, eğitim gibi çok sayıda kişiyi istihdam eden sektörlerde
önemli kayıplar olmuştur. Sektör liderleri kontrolsüz ve hızlı büyümenin bunun
en büyük nedeni olduğunu düşünüyor. Bu iflasların ülke ekonomisinde önemli
ölçeklerde olması bir yandan istihdamı düşürerek, diğer yandan kaynakları israf
ederek, ekonominin durağanlaşmasına neden olmaktadır. Planlamadan uzak aynı
sektörlerdeki bu yatırımlar ekonominin nitelikçe düşük olarak büyümesinin de
nedenidir. Şirketlerin büyümeden çok verimliliğe, kaliteye, yeniliğe ve
teknolojik gelişmeye önem vermeleri hem kendi varlıkları için hem de ülke
ekonomisin niteliğinin yüksek olması için gereklidir.
Ekonomik durgunluk, faizlerin ekonomik
büyümeyi aştığı noktada talebi azaltmış olduğu için ortaya çıkmaz; özellikle
döviz kurlarının yükselmesi, fiyatların artması gibi ekonominin çok yönlü
nedenlerden ileri gelen toplam talebin düşmesi ile ortaya çıkar. Bu nedenle
salt faizlerin düşmesi toplam talebi arttırmayacaktır. Faizlerin düşüşü,
ekonomik durgunluğu ortadan kaldırmadığı gibi nedeni de değildir.
Ancak bireylerin zaten yetersiz olan gelirlerini
daha düşüren bazı uygulamalar talebi ikincil derecede olarak etkilemektedir. Hükümetin
sık sık uygulamış olduğu vergi affı, imar affı, askerlik borçlanmalı gibi mali
uygulamaları bir çeşit vergilendirme yaratmaktadır. Bu vergilendirme de yurttaşların
gelirlerini artan fiyatlarla birlikte düşürerek toplam talebin büyük ölçüde
azalmasına neden olmaktadır. Fiyatların yükselmesi karşısında gelirlerdeki düşüşün
en alt düzeylerde kalması önem taşımaktadır. Çünkü bugünkü ekonomik koşullarda bireyler
ancak temel gereksinmeleri için para harcayacak durumda bulunmakta, bu da birçok
sektörde talep olmadığı için üretimin durmasına, işyerlerinin kapanmasına neden
olmaktadır.
Bu arada,
üretim yapamayarak kapanan, işçi çıkaran
özel şirketlerden kur etkisi az olanlarının, likidite sağlanarak üretime devamlarının
sağlanması, atıl durumda olan makine ve insan gücünün üretime katılması,
ekonomik durgunluğu ve bunalımı aşmak yönünden büyük önem taşır.
E-
Ülkeleri ekonomik
durgunluğa sürükleyen önemli bir etken de, toplam talebin düşmesine neden olan,
komşu ülkelerle ve daha önce ekonomik ilişkileri yoğun olan ülkelerle ticari ve
ekonomik ilişkilerinin azalması ve yok denecek düzeylere inmesidir. Ticari
ilişkilerin bozulmasının nedeni bu ülkelerle siyasi ilişkilerin bozulması
olduğu gibi, bu ülkelerin
ekonomilerindeki durgunluk ve krizler, iç siyasi kargaşa ve çatışmalar
olmaktadır. Avrupa birliği ülkeleri ile ekonomik ve siyasal ilişkilerin
bozulması ticari ve ekonomik ilişkilerimizi etkilemektedir. Yakın ve komşu
ülkeler olan Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır..vb ile olan ticari ilişkilerimiz,
bu ülkelerin kendi iç kargaşa ve çatışmaları ve siyasi ilişkilerimizdeki
sorunlar nedeni ile zayıflamıştır. 1997
yılında ortaya çıkan Doğu Asya krizinde, komşu ülkelerdeki ekonomik krizlerin
birbirlerini etkileyerek tüm Asya’ya yayılması gibi, ülkemizin içinde
bulundukları siyasi yapı ve koşullar, diğer ülkelerle olan siyasi ilişkililerle
birlikte ekonomik ve ticari ilişkileri etkileyerek ekonomik durgunluğa, düşüşe
ve krize neden olmaktadır.
KAYNAKÇA:
1. Paul
KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım-
Şubat 2010, İstanbul
2.
Capital Dergisi, Ocak 2019
3.
Capital Dergisi, Mart 2019
4.Sanayi
Dergisi,Ocak 2019

ÖZGÜN METNİNİ YUKARIDA YAYIMLADIĞIM BU MAKALE BALYALILAR DERGİMİZİN NİSAN 2019
SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.