24 HAZİRAN
2018 TARİHİNDE YAPILAN SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), 24 Haziran
Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekilliği seçiminin kesin sonuçlarını 4
Temmuz 2018 günü itibariyle açıkladı. Sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan
52,59 oy oranı ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilk cumhurbaşkanı oldu.
Erdoğan'ı 30,64 oy oranı ile CHP'nin adayı Muharrem İnce izledi. Geçerli
oyların seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız adaylara dağılımı ile bu
dağılımın oranlarına göre AK Parti toplam 21 milyon 338 bin 693 (yüzde 42,56)
oyla parlamentoda 295, CHP 11 milyon 354 bin 190 (yüzde 22,65) oyla 146, MHP 5
milyon 565 bin 331 (yüzde 11,10) oyla 49, HDP 5 milyon 867 bin 302 (yüzde
11,70) oyla 67, İyi Parti 4 milyon 993 bin 479 (yüzde 9,96) oyla 43
milletvekili kazandı.
Saadet Partisi 672 bin 139 (yüzde 1,34),
HÜDA PAR 155 bin 539 (yüzde 0,31), Vatan Partisi 114 bin 872 (yüzde 0,23) oy
aldı ve bu oranlarla milletvekili çıkaramadı.
Açıklanan seçim sonuçları, seçim öncesi
yapılan istatistikleri, tahminleri altüst eden sonuçlar olmuştur. Özellikle
muhalefetteki partilerin ve kamuoyunun beklemiş oldukları oy oranlarının çok
altında kalması büyük hayal kırıklığı yarattı. Çünkü kamuoyundaki beklentiler
ve anketler MHP’nin, kendi içinde ortaya
çıkan bölünme ile ve parti olarak AK Parti kimliğine bürünmesi, AK Partinin
bütünü ile etkisi ve kontrolü altına girmesi nedeniyle alabileceği oy oranında
büyük düşüş yönünde idi. Hatta bu düşüş nedeniyle MHP ‘nin seçim barajı altında
kalacağı düşünülmüştü. MHP ‘nin seçim
barajı altında kalarak meclise giremeyeceği düşünüldüğünden çözüm olarak siyasi
partilerin ittifaklar kurarak seçime girmesi için seçim yasasında değişiklikler
yapılmış ve MHP-AK Partisi İttifakı oluşturulmuştu. MHP’nin seçimlerde
alabileceği en yüksek oyun yüzde dördü-beşi geçemeyeceği düşünülüyordu. Buna
karşılık MHP’den ayrılarak kurulan İYİ Parti, siyasi yaşamın parlayan yıldızı
bir partiydi. İktidar ve özellikle iktidardan destek almakta olan MHP’den
görmüş olduğu tüm baskılara rağmen, İYİ Partiye büyük katılımlar oluyor, toplum
tarafından büyük bir ilgi ve taktir görüyordu. İYİ Partinin, Türkiye’nin
merkezde bir partisi olarak en az yüzde onbeş hatta yüzde yirmi ikilere varan
oranlarda oy alacağı, Genel Başkanları Sn. Meral AKŞENER’in Cumhurbaşkanı
seçilme olasılığının yüksek olduğuna inanılıyordu.
CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan
edilen Sn. Muharrem İNCE ise tüm solu bir araya getirerek büyük bir oy alacağı,
birinci turda olmasa da ikinci turda “Millet İttifakının” ve tüm solun oylarını
alarak cumhurbaşkanı olmasına kesin gözü ile bakılıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda
yapmış olduğu mitinglerde görmüş olduğu ilgiye bakılarak yüzde kırklara varan
oy alması ihtimalinden söz ediliyordu. Sayın Muharrem İNCE’nin tüm solu bir
araya getirerek alacağı oy, yıllar sonra, rahmetli Bülent ECEVİT’ten sonra ilk kez
solun gerçek gücünü göstermesi açısından da önemli bir test olabilecekti.
Ancak beklenen tahmin, anket ve öngörüler,
seçim sonuçlarının ortaya çıkmasıyla büyük
bir düş kırıklığı ile sona ermiştir.
24 Haziran 2018 seçimlerinin sonuçlarını
ortaya çıkaran nedenleri üç ana grupta inceleyebiliriz. 1- İktidar partisinin
ve ittifak ettiği partilerin seçim stratejileri ve demokrasi ile uyumlu olmayan
seçim çalışmaları 2- Muhalefet partilerinin yapmış oldukları seçim
çalışmalarındaki hatalar. 3- Uluslar arası güçlerin seçimler üzerindeki
etkileri
1- İktidar partisinin ve ittifak ettiği partilerin seçim
stratejileri ve demokrasi ile uyumlu olmayan seçim çalışmaları:
İktidardaki AK Parti seçim çalışmalarında devletin tüm açık ve örtülü
parasal gücünü, donatım araç ve gereç olanaklarını
kendi lehinde ve ittifak ettiği partiler lehine kullanmıştır. Ülkenin tüm basını,
medya kuruluşları seçim döneminden önce olduğu gibi seçim döneminde de bütünü
ile seçim propagandalarında kendilerine hizmet etmiş, halkı duygusal ve
rasyonel olarak yönlendirmiştir.
AK Partiyi iktidara taşıyan en önemli etken 2001 yılı ekonomik krizi
olarak görünmektedir. 2002 seçimlerinden sonra yapılan anketlerde insanlar AK
Partiye oy verme nedenleri arasında en çok ekonomiyi işaretlemişlerdir. 2001
ekonomik krizi devlet yönetiminde bir dönüm noktası olmuştur.
AK Parti iktidarı Mahfi EĞİLMEZ’e göre (Küresel Finans Krizi) bir “
Esnaf İktidarıdır”. “Türkiye’nin
değişimi açısından dünyadaki eğilimden en fazla farklılık gösteren şey esnafın
iktidar olması meselesidir. Türkiye’nin içine girmeye çalıştığı Avrupa
ailesinde hiçbir ülkede tek başına esnaf iktidarı söz konusu değildir. Ya
sermayenin tarafındaki muhafazakârlar ya da emeğin tarafındaki sol partiler
siyaset dümenindedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel
değişimi, aralarına katılmaya çalıştığı gruptan farklı bir yöne doğru
hareketlenmiştir.”
Ancak Mahfi Eğilmez’in gözlemlemiş olduğu
veya teşhis etmiş olduğu gibi AK Parti İktidarı salt bir “Esnaf İktidarı”
olmamıştır; toplumun salt küçük esnafın
çıkarlarını temsil eden bu toplumsal katmana dayanan bir parti değildir. Küçük
esnaftan çok büyük esnaf tarafından, fabrikatörler, finans kapitalistler kısaca
büyük patronlar tarafından her türlü koşul ve şekil altında parasal olarak,
maddi ve manevi olarak desteklenen, korunan, büyütülen, yüceltilen bir iktidar olarak
ortaya çıkmıştır ve AK Parti de bu toplumsal katmanların çıkarlarını çıkarmış
olduğu yasalarla, devletin her türlü olanakları ile korucusu, destekleyicisi
olmuştur. Diğer halk tabakaları, işçi, memur, hizmetli, tarım ve hayvancılıkla
üretim yaparak toplumu besleyen köylüler de dahil diğer halk kesimleri
desteklenmemiş, korunmamış ancak onlardan oy istenmiştir. Bu siyasal anlayış ve
strateji yeni dönem 24 Haziran 2018
Seçimlerinde de devam etmiştir. Bu
gerçeği çok basit gözlemlerle herkes görebilir, tanık olabilir. Hatta görmemek
için kör olmak gerekir. Defalarla ekonominin daraldığı dönemlerde esnaf için
“Destekleme Kredisi” adı altında düşük faizle veya faizsiz krediler tahsis
edilmiştir ama tarım ve hayvancılıkla çalışan köylüler için böyle bir
desteklemenin düşüncesi dahi söz konusu olmamıştır.
2002 yılına kadar, vatandaşın vergileri ile
kurulan ve yaşayan devletin bir kurumu olan Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumunun (TRT ) özerkliği, tarafsızlığını
ortadan kaldırılarak AK Partinin resmi bir kanalı gibi yayın yapmasına
başlatılmasıdır. Öyle bir “ esnaf
iktidarı !” kurulmuştur ki kendileri iktidara son verme kararı almadığı sürece
sürecek bir iktidardır. 2008 yılındaki
ekonomik krizde Sn. Mahfi Eğilmez “Yani esnaf, önümüzdeki dönemde kendi
iktidarına son verecek tek güç olarak görünüyor, “ derken, AK Parti iktidarına
devam deniliyordu. Bugün de her ne koşulda olunursa olsun, AK Parti ve İttifak
ettiği partiler için devam denilmiş ve devletin her türlü parasal, araç gereç,
,insan kaynağı, propaganda desteği ile birlikte “esnafların!”
(Patronların) bütün olanakları sonuna
kadar kullanılarak verilmiştir. Hatta özellikle İYİ Parti’ye doğrudan şiddet ve
baskılar yapılarak, OHAL koşullarında seçime gidilmiştir. Tüm bu demokratik
olmayan eylem ve davranışlar, halkın gerçek iradesini ortaya koymasını
engelleyeceğinden sağlıklı seçimin de olduğunu söylemek olanaksızdır.
AK Parti ve onu destekleyen güçlerinin bu
siyasi anlayışı gelinen son ekonomik koşullar göz önüne alındığında iflas
etmiştir. Yüksek kur, yüksek faizler, yüksek enflasyonla birlikte ekonomide
ortaya çıkan çıkmaz durum, yanlışlığı kanıtlamaktadır. Baştan yanlış bir bakış
açısına dayanan bu siyasi anlayışa rağmen AK Parti iktidarının seçimlerde
başarısının diğer etkenlerinden ikincisi aşağıdadır.
2- Muhalefet partilerinin yapmış oldukları seçim
çalışmalarındaki hatalar:
Muhalefet partilerinin, Millet İttifakı olan CHP, İYİ PARTİ ve Saadet
Partisinin yapmış olduğu ve Cumhur İttifakının yani AKP ve MHP ‘nin sonuna
kadar özellikle seçimin son bir haftası içinde yoğun olarak kullandığı hatalı
seçim çalışması, karar ve düşüncesi; HDP
Cumhurbaşkanı adayının seçim çalışmaları katılabilmesi için serbest bırakılması
açıklamaları olmuştur. CHP Cumhurbaşkanı
adayı Sn. Muharrem İNCE’nin HDP cumhurbaşkanı adayını cezaevinde ziyareti ayrı
bir hatadır. Halkın yüzde doksanı HDP ile PKK’yı özdeş gördüğü ve onu her ne
koşul altında olursa olsun olumlu olarak destekleyenleri de PKK’lı terörist
olarak görme eğiliminde olduğu bir ortamda bu seçim konuşma ve çalışmaları,
etnik milliyetçi teröre duyulan öfke nedeniyle büyük tepki oluşturmuştur.
Halkın çoğunluğu, ülkemizin içinde
bulunduğu terör koşullar nedeniyle duygusal tepkilere sahip olduğu için, konunun hukuki ince ayrıntıları üzerinde
durmayacağı düşünülmeliydi. HDP ile ilgili konulara hiç değinilmemiş olmak,
bulaşmamak, uzak olmak seçim çalışmaları
için daha doğru seçim kararlar olacaktı.
AK Parti, bu konudaki toplumsal
duygusal duyarlığı büyük bir fırsat olarak değerlendirerek sahip olduğu basın,
medya ve tüm iletişim araçları ile büyük bir propagandaya dönüştürmüştür.
En çok tartışılan konulardan birisi de
HDP’nin seçim barajını aşması konusudur: HDP barajın altında kalırsa Doğudaki tüm oylar
ve milletvekilleri AK Partiye gidecektir. Bu yanlış tutum HDP’nin barajı
aşmasını sağlamıştır ancak Cumhur ittifakının millet meclisinde çoğunluğu elde
etmelerini önleyememiştir. Fakat bu yanlış seçim stratejisi CHP’ye çok oy
kaybettirmiştir. Sn Muharrem İNCE’nin ve
Sn.Kemal KILIÇDAROĞLU’nun kendi memleketlerinde bile kendi partilerine oy
çıkmamıştır. Bunun sonucunda
milletvekili genel seçimlerinde oy oranı %22,65’te kalmış, yüzde yirmişbeşlere
bile yaklaşılamamıştır. Bundan daha kötüsü CHP’nin, HDP’nin desteklenmesi nedeniyle PKK ile
özdeşleştirilmesine, HDP’nin barajı aşmasına neden olduğu için PKK’lı olarak
nitelenmesine neden olmuştur.
Yapılması gereken, doğudaki seçmenlerin
oylarının CHP’ye kazandırılması için; HDP ‘nin barajı aşmamasının hiçbir sorun
oluşturmayacağı, Kürt oylarının bu PKK
destekçisi partinin üzerine zimmetli olmadığı,
CHP’de Kürt oyları ile seçilecek bölge halkı temsilcilerinin daha iyi hizmet
vereceği yönünde seçim çalışmasının yoğun olarak yapılmasıydı. Burada, HDP’nin barajı aşmasında AK Partinin
de büyük suçu vardır. Sahip olduğu büyük parasal ve iletişim gücüne rağmen bu
amaç yönünde yeterince propaganda yapmamış, bölge halkını ikna etmeyi
becerememiş, HDP’nin aynı oy oranını almasının önüne geçememiştir. Sonuçta iki zıt parti MHP ve HDP mecliste
hemen hemen aynı oy oranları ile yer almıştır. İYİ Parti MHP’den, ama bir o kadar da AK Parti’den aldığı
oylarla meclise girmiştir.
CHP’nin AK Parti’nin hâlihazırda varolan
projelerine karşı yapmış olduğu doğrudan doğruya karşı olan seçim konuşmaları
olumlu olmamış, halk yapıcı olarak görmemiştir. Her projenin uygulanabilmesi için
gerekli ekonomik zamanlama ve koşulunun olduğu,
yeri ve zamanı gelince gerekli her türlü projenin uygulanmasının
ekonominin istikrarı için gerekli olduğu yönündeki açıklamalar, CHP ‘nin bu
projelere doğrudan doğruya karşıymış gibi görünümünü önleyebilirdi.
CHP’nin milletvekili adaylarını
belirlerken, kendi içinde delegeler bazında da olsa, kısa bir zaman içinde, bir ön seçim yapması, uyandıracağı olumlu hava
nedeni ile seçimlerde oy oranı üzerinde olumlu etkide bulunabilirdi.
3- Uluslar arası güçlerin seçimler üzerindeki etkileri:
Donalt Trump ABD devlet başkanı seçildiğinde ülkenin istihbarat servisi
FBI, Rusya’nın seçim kampanyasına müdahale ettiğini söylemiştir. Başkan seçilen
Trump Rusya'nın başkanlık seçimindeki rolünün soruşturulmasına önayak olan FBI
Başkanı James Comey'i görevden almış, soruşturmayı yürüten özel savcı Robert
Mueller'i önlemek için de elinden geleni yapmıştır. Rusya soruşturmasını
yürüten Özel Yetkili Savcı Robert Mueller, 13 Rus vatandaşı ile 3 Rus kurumunu
"2016'daki başkanlık seçimlerine müdahale etmek" ile suçlamıştır.
Büyük Jüri'nin yayınladığı iddianamede, Rus vatandaşlarının ve kurumlarının
2014 yılından başlayarak Amerikan seçim sistemine siber yollarla müdahale
etmeye başladıkları ve 8 Kasım 2016'da yapılan başkanlık seçimlerine de
müdahale etmek için girişimlerde bulunduklarına dikkat çekilmiştir.
Uluslar arası büyük güçlere sahip olan
ülkeler, dünya üzerindeki güçlerini ve hegemonyalarını kurarak koruyabilmek
için, diğer ülkelerin siyasi faaliyetlerine etkide bulunmaktadırlar. Bir ülkeyi
kendi istekleri yönünde yönetip yönlendirmenin en kolay yolu, o ülkenin ileri gelen önde siyasetçilerini ve
siyasi partilerini bir şekilde kontrol etmekten, onların yönetimini ele
geçirmekten geçer. Dünyanın en büyük gücüne sahip ABD bile bu faaliyetlerden
etkilendiği bir dünyadaki siyasi ortamda Türkiye’nin etkilenmemesi
olanaksızdır. AK Parti iktidarı ile Rus yönetimi arasında uzun bir süredir
paralel bir yapı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin erken seçim sürecine girmesi ve
seçim sürecinin işlemesi ile birlikte siyasi çalışmaların dünyadaki bu güçlü ülkelerin
etki alanına girdiğini düşünebiliriz. Kamuoyunun beklentileri ve anketlerin
sonuçlarının işaret ettiği seçim sonuçları ve bu sonuçların koşullarına rağmen
seçimlerin çok farklı sonuçlanması, bu etkileri düşündürmelidir.
Dr.Aidin Salih “Gerçek Tıp” adını verdiği
kitabının “Zihin Kontrolü” bölümünde siber saldırılarla insan oylarının,
uzaktan insan zihninin nasıl kontrol edilerek yönlendirildiğini şöyle
açıklamaktadır: “Bugün bir bilgisayar, herhangi bir insan beyin faaliyetini
çözümleyerek ekrana yansıtabilir, aynı zamanda beyin faaliyetini etkileyecek ve
kontrol edecek dalgalar gönderebilir. Geçmişte, bu amaçla insanların kafalarına
elektrotlar yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. 1960’larda hayvanlar üzerinde
yapılan “radyo sinyalleri ile yönlendirme deneyleri” sonradan psikologlar
tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafalarına
elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilerek birbirini
öldürmeye yönlendirilmiştir. Yıllar sonra başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu
tür araştırmalar ve deneyler ara vermeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu
kaba metodlar yerini artık daha ince metodlara bırakmıştır; günümüzde her şey
kablosuz olarak gerçekleştirilmektedir…herhangi bir fikre, belli bir adaya oy
vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek
beyinleri yönetmek mümkündür….Bilim adamlarına göre, psikotronik ve psikotronik
teknoloji, atom bombasından daha tehlikelidir. Onlara göre bu teknoloji,
insanlardan her emri yerine getiren “zombiler üretme teknolojisi”dir. Bu, sadece bir kişiye ya da küçük bir gruba
değil, bir etnik gruba veya bir millete karşı kullanılabilecek çapta büyük bir
teknolojidir.
Müslüman olduğu anlaşılan Aidin Salih’e
göre de uzaktan zihin kontrolünün etkilerinden korunabilmenin tek yolu ise yüksek
dini inanç sahibi olmaktır:” Bu dehşetli araştırmaları yapan bilim adamlarının
ortak kanaatine göre Psikotronik ve Psikotronik silahların etkisinden
korunabilenler yalnız inanç sahipleridir. İnanan insanı ne hipnoz, ne de
elektronik dalga ile kontrol altına almak mümkün değildir. Bu çarpıcı fenomen,
bütün araştırmalarda ve denemelerde yalın bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Örneğin bu denemelerden birinde hipnoz altındaki bir adama birisini öldürme
emri verilmiş, ancak adam tam bıçağı saplayacakken koluna kramp girmiştir.
Demek ki, katil olmayan, etki altında da öldürmez, haramdan kendini koruyan
harama yaklaşmaz, yalancı olmayan yalan söylemez, hain olmayan ihanet edemez….”
Ancak olaylar Aidin Salih’i doğrulamamaktadır.
En büyük terör eylemleri, cinayetler, hem de canlı bomba olarak dini inançları
yüksek olanlarca yapılmıştır. İslamiyet’in son yarım yüzyıldır terörle anılması
bu yüksek dini inancın yolunda insanların birbirini öldürmesi sonucunda ortaya
çıkmıştır. Demek ki uzaktan kontrol, duygusal-ussal dini inançlara dayanan davranışlarla
çok daha etkin olarak gerçekleştirilmektedir.
Ak Parti iktidarı seçim çalışmalarında
kullandığı vaatler, stratejik tasarılar bombardımanı diyebileceğimiz yönde
açıklamış olduğu projeler ve uygulamaları ile insanların davranışlarını
değiştirmeye çalışmıştır. Bu ussal
tasarı ve vaatlerin yanında etnik ayrılıkçı milliyetçi teröre karşı milli
duyguları işleyerek, kendi lehinde seçmenin zihninde olumlu düşünceler, canlandırmaya
çabalamıştır. Bu davranış değişiklikleri çabaları, uzaktan zihin kontrolü
güçlerinin etkileri ile birleştiğinde, seçmenin AK Parti üzerine olumsuz düşüncelerini
ortadan kaldıracaktır.
24
Haziran 2018 seçimlerini uluslar arası güçlerin etkilerinden ayrı
değerlendirmemek gerekir. Ak Parti
iktidarında bir Türkiye’ye olumlu bakmayan Batılı ülkelerin ve ABD’nin AK Parti
iktidarını niçin engelleyemediğini düşünecek olursak, sorunun cevabını iki yanıtta bulabiliriz:
Birincisi Karşı Zihin Kontrolünde yetersiz kalmaları, başarısız olmaları;
ikincisi de AK Parti iktidarında bir Türkiye’nin kendi çıkarları için de çok
daha iyi olacağı düşüncesidir. AK Parti ve MHP yönetiminde bir Türkiye’yi
kontrol etmek ve yönetmek, İYİ Parti ve
CHP yönetiminde bir Türkiye’den çok daha kolaydır. Çünkü bu partilerin yönetiminde
bir Türkiye daha demokratik, daha bağımsız, nesnel (objektif), bilimsel
düşünceye dayalı bir ülke olacak, Türkiye’nin gelişmesinin önü açılacaktır. Ülkelerin zihin kontrolünün dış etkilerinden
kendilerini koruyabilmelerinin geçerli yolu,
doğal olarak, ülkenin
elektromanyetik dalgalara karşı koruma şemsiyesi altına alacak teknolojileri
geliştirebilmektir. Ancak bu teknolojiye sahip oluncaya kadar Uzaktan Zihin Kontrolünün
etkisi altında kalmamanın tek yolu “Yüksek Objektif Bilince-bilişe(Vukuf) sahip
olabilmekten geçer. Bu da şeffaflığı, bilgiye kolaylıkla ulaşılabilmeyi,
eğitimi, yüksek bilince ulaşmış aydınların çabasını, adil bir seçimi, tarafsız
güçlü bir adalet sistemini gerektirir.
SON SÖZ: SEÇİM
SONUÇLARININ ORTAYA ÇIKMASI İLE ORTAYA ÇIKAN SİYASİ GELİŞMELER ÜZERİNE
Seçim sonuçlarının kesinleşmesi ile
Cumhurbaşkanlığı Sistemi adı verilen yeni yönetim anlayışı ile Cumhuriyetin Üçüncü
büyük sürecine geçilmiş olduğunu düşünebiliriz. Birinci Cumhuriyet dönemi Tek
Partili CHP’nin iktidar olduğu cumhuriyetin ilk yıllarıdır. İkinci Cumhuriyet
süreci çok partili siyasal yaşamın başladığı 1950 Demokrat Parti iktidarı ile
başlayan ve 24 Haziran 2018 yılına kadar gelen süreçtir. Bu tarihten itibaren
cumhuriyet Üçüncü yeni bir sürece geçmektedir. Bu sürece ne kadar cumhuriyet
denilebilir zaman gösterecektir. Çünkü bu sürece geçiş yılları dahil bugünkü
durumu ile sürdürülen yönetim anlayışı 1.Cumhuriyetin katı otoriter yaşamında
dahi görülmemiş, adalet, hukuk anlayışı ve sistemi sarsılmamıştır. Halkın
karşısında, demokrasinin ilkelerine
aykırı olarak en ufak olumsuz habere, eleştiriye, düşünce ve görüşe tahammülü
olmayan, sürekli olarak en küçük olumlu olguları büyük propagandalara
dönüştüren bir siyasi anlayış vardır. Hitlerin Propaganda Bakanlığından daha
güçlü bir örgütlenme oluşturulmuştur. Bu
süreç monarşik oligarşiye dayalı bir sisteme benzeyebilir ve cumhuriyet yönetim
anlayışı sözde ve yazıda kalan bir yönetim biçimi olabilir. Halkı büyüleyerek,
aldatarak ve baskı uygulayarak oluşturulan siyasal rejimler toplumları iyi
yönlere yöneltmemişlerdir. Burada Putin’in Rusyası, Orta Asya’nın Türk Cumhuriyetlerindeki
siyasal rejimlere bir özenti varsa, bu büyük bir yanılgıdır. Bu ülkeler henüz
demokratik cumhuriyet yönetimlerine yeni geçen, siyasal kurumlarını oluşturmaya
çalışan ülkelerdir. Onlar Türkiye Cumhuriyetine model olamaz, bizim onlara
model olmamız, yol göstermemiz gerekir.
İçinde bulunduğumuz bu koşullarda, CHP’nin kendi içinde kırgınlar oluşturacak
hareketlerden uzak durarak birlik ve bütünlük içinde olması cumhuriyet idealinin
yaşatılması için büyük önem taşır. Muharrem İNCE’nin genel başkan olacağı bir
CHP için mücadele edilirken partinin zayıflatılması doğru bir yol değildir.
Süreç zaman içinde, CHP’nin genel iradesi ile birlik ve bütünlük içinde
gerçekleşebilir. Ancak CHP genel başkan
ve Merkez Yönetim Kurulunun, Parti Meclisinin, Kongre Delegelerinin temel siyasal
bakış açısı olarak, toplumsal duyarlığı göz önüne alarak terör konusunda hiçbir
şekilde ödün vermeden her türlü kişi örgütlere karşı durması, uzak durulması büyük önem taşır.