GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİNİN SURİYE İÇ SAVAŞI, DÜNYA VE
TÜRKİYE’DEKİ TERÖR HAREKETLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ (1)
DEVLET OTORİTESİ VE SURİYE’DE İÇ SAVAŞ İLE BÖLGEDE TERÖR
HAREKETLERİNİN ÖNLENMESİNDE DEVLET OTORİTESİNİN KURULMASININ ÖNEMİ
Toplumlarda devletin varlığını ortaya
çıkaran neden, bireylerin bireysel ve toplumsal gereksinmelerinin karşılanması
ortak anlayışı olmuştur. Bu anlayış
birliği, toplum üzerinde varolan dış (doğaya ve diğer toplumlara karşı kendini
savunma) ve toplumsal olarak yaşamadan doğan iç gereksinmelerin ( güvenlik,
adalet, sağlık, gıda ve barınma gereksinimleri…vb) bireysel olarak
karşılanamaması zorunluluğunun sonucudur. Devletin varlığı özellikle
savaş zamanında toplumsal varlığın bütünlük içinde korunması zorunluluğundan,
barış zamanında ise bireylerin toplum içinde kişisel çıkarlarının çatışması
sonucu mal ve can güvenliğinin adaletli olarak sağlanması gereksinimlerinden
ortaya çıkar. Devlet varlığını,
toplumsal örgütlü bir güç olarak özellikle diğer devletler karşısında bağımsız,
egemen oluşu ile belirgin olarak gösterir. Bireyler devlet örgütlenmesi ile toplumsal yaşam içinde kendilerini
güven ve özgür kılarlar; mal, can ve namusları devlet örgütlenmesi ile onun
ortaya çıkardığı birliğin gücü ile koruma altına alınır. Bu durum insanlarda
duygusal olarak devlete karşı ana-baba sevgisi olarak yansır. Devletin amaç ve
hedefleri, kendi amaç ve hedefleri ile özdeşleşir.
Devletin
toplumda iki ana işlevi vardır. Bu işlevlerden birisi ekonomik işlevdir: Devlet
en büyük Pazar olan alım gücüyle ekonomik dengeleri sağlamaya çalışır. Devletin
diğer ikinci işlevi ve ana olan işlevi toplumda otoritesini kurarak barış ve
düzeni sağlamak, yurttaşlarının iç ve dış tehlikelere karşı can malını
korumaktır.
IRAK VE SURİYE’DE DEVLET OTORİTESİNİN
ORTADAN KALKMASININ SONUÇLARI:
Irak’ta Saddam rejiminin yıkılması ile
ortaya çıkan karmaşa devlet otoritesinin sağlanamamasının sonucudur. Suriye’de
2011 yılında ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen iç savaşta 500 binden fazla
insan ölmüş, 1 milyon 880 bin insan yaralanmış, 4,5 milyon insanı dış ülkelere
göç ederek büyük yoksulluk ve acılar içinde kendilerine yeni güvenli bölgeler
arayışına girmiştir. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket olan bu
durum Suriye toplumunda düzeni, güvenliği, barışı sağlayacak; yurttaşların
canını, malını iç ve dış saldırganlara karşı koruyacak devlet otoritesinin
ortadan kalkmanın sonucudur.
Ocak 2011 tarihinde yolsuzluğa, insan hakları ihlallerine, baskılara,
işsizlik ve yoksulluğa karşı iktidardaki Beşşar Esad yönetimine karşı küçük
gösterilerle başlayan olaylar, hükümetin tutuklamalar, işkenceler ve şiddet
başvurularına karşılık büyüyerek sürmüştür. Nisan 2011 ayının sonuna doğru Beşşar Esad,
direnen şehirlere ve kasabalara karşı büyük ölçekli askeri bir harekât
başlatmış, harekâta tanklar, piyadeler ve ağır silahlar katılmış, tüm bunlar
kısa sürede büyük sayılarda sivil can kayıpların olmuştur. Askeri baskıların
ardından, pek çok asker göstericilere katılmak için firar etmiş ve pek çok
gösterici de silahlanmaya başlamıştır. Sivillere ateş etmeyi reddeden
bazı askerlerin gizli servis elemanları tarafından infaz edilmelerinin ardından
firar ederek göstericilere katılmasıyla muhalefet giderek büyümüştür. İç
Savaşın başlamasının ardından hem Muhaliflere hem de Suriye rejimine
uluslararasındaki ülkelerden destekler gelmiştir. Amerika, Türkiye, Katar ve
Suudi Arabistan Muhalifleri desteklerken, Suriye hükümetini de İran ve Rusya
desteklemiştir.
Türkiye sınırı üzerinden Muhalif gruplara Muhalifleri destekleyen ülkeler,
özellikle ABD’nin bölgedeki Kürt örgütlere lojistik ve askeri araç-gereç
sağlamaları Kuzey bölgesindeki yerleşimlerin Suriye rejiminin otoritesinden
Kürt örgütlerin eline geçmesine neden olmuştur. Uluslar arası ülkelerin iç
savaşa dışarıdan etkileri, ülkede barışı, güvenliği, birliği sağlayacak olan
devlet otoritesinin Muhalifler veya Suriye hükümeti tarafından yeniden kurulmasını
engellemiştir ve bu engelleme halen de sürmektedir.
Irak’ta önemli bölgeleri hâkimiyetinde
bulunduran IŞİD, tüm Arap ve Müslüman ülkeler ile dünyanın her yanındaki
ülkelerde kontrol ettiği militanlarla Suriye’de de önemli bir bölgeye egemen
olmuştur. Irak ordusundan ele geçirdiği ağır silahlar ve yine Irak Ordusu'nda
görev yapmış üst düzey askeri uzmanları, Körfez ülkelerinden yüksek miktarlarda topladığı bağışlarla ki
Hem İran hem de Irak, Suudi Arabistan ve Katar IŞİD'i finanse etmekle suçlanmaktadır,
sahip olduğu mali güçle Suriye’de ve Irak’ta otoriteyi sağlayacak güçte bir
örgüt olarak ortaya çıkmıştır. Ancak IŞİD'in
artan hakimiyetine karşı ABD ve koalisyon güçlerinin
başlayan hava operasyonları ile
örgütün bölgede sınırlı bir alanı kontrol edecek durumda bırakılmıştır. IŞİD
çağdaş bir İslam devleti modeli olmaktan uzak olduğu için, özgür ve laik bir
yaşamı tercih eden Irak ve Suriye halkı tarafından benimsenmesi olanaksızdır.
Bu nedenle bu örgütün katı İslam ideolojisine dayanan bir devleti bölgede
kurarak gereksinim duyulan devlet otoritesini sağlama hareketleri gerçeklerden
uzaktır.
Suriye’de uluslar arası güçlerin gerek
doğrudan kendi silahlı güçleri ile gerek bölgede çeşitli örgütler aracığı ile
devlet otoritesini sağlamak için yapmış oldukları savaş, barış ve güvenliği
sağlayacak bir devlet otoritesinin kurulmasının tersine terörün ve iç savaşın
sürmesine neden olmaktadır. Bu koşullarda ülkede barışı sağlayacak bir
değişimin olmadığı görülmektedir. Barışın sağlanmasında en büyük engel ise
bölgede, Türkiye’yi de içine alan olayların başlamasına neden olan ABD’nin Orta
Doğu ve Kuzey Afrika’daki İslam ülkeleri üzerinde geliştirmiş olduğu
Genişletilmiş (Büyük) Orta Doğu Prroeji (BOP)
olarak görülmektedir. Bölgede barış ve güvenliği getirmeyi amaçlayan bu
projenin geldiği son nokta, ne zaman biteceği belli olmayan Suriye İç Savaşı ve
IŞİD ile birlikte terörün tüm dünyaya yayılmasına neden olduğudur.
Doğu Blok’unun dağılması sonrasında ABD
ve Batı Avrupa’nın Ortadoğu ülkelerindeki çıkarlarını koruma amacı taşıyan ve
ilk olarak 1995 yıllarında tasarlandığı anlaşılan Genişletilmiş (Büyük) Orta
Doğu Projesi (BOP) üzerine ünlü istihbaratçı Mahir KAYNAK, “Yeni Ortadoğu Haritası”, adını taşıyan kitapta düşüncelerini
şöyle açıklamaktadır.
“ ABD
dışişleri ile yakın ilişkide olan bu kuruluşlardan Rand Corporation'da 1995'te
Genişletilmiş Ortadoğu diye bir bölüm oluşturuldu. Bu coğrafyanın tanımını
yaparken, Afganistan'dan başladılar, Hazar'ın
doğusu, Kafkasya, geleneksel Orta Doğu coğrafyası, Kuzey
Afrika'yı da içine alan bir hat çizdiler. Kissinger, Aralık 1994'de Washington Post'daki
bir yazısında ABD'nin hayati çıkarlarının bulunduğu alanı Hindistan'ın
batısından başlayan ve Akdeniz'e uzanan bir bölge olarak tanımlıyor ve NATO'ya Hindistan'ı
da içeren bir rol verilmesini öneriyordu. Bu coğrafya enerji kaynaklarının da
yoğun olarak yer aldığı çoğunlukla İslam coğrafyası. ABD başkanı Bush'un ileri sürdüğü stratejisinde
Ortadoğu için daha fazla özgürlük yaratılması
amacıyla 'Genişletilmiş -Büyük- Ortadoğu
Girişimi' ortaya atıldı. Batı'nın Arap
ülkelerine demokrasi, pazar reformları
ve insan hakları
doğrultusunda çaba göstermek için destek
vermesi öngörüyordu…..1995'te ABD'nin Ulusal Güvenlik Konseyi direktörü Anthony
Lake, "Demokrasi icin mücadele ediyoruz, çünkü demokrasi havuzu ne kadar
geniş olursa, bizim güvenliğimiz ve refahımız o
kadar büyük olur…. “1996'da karanlıklar
prensi diye adlandırılan-Richard Perle ve Douglas Feith'in de içinde bulunduğu
yeni göreve gelen neo-conlar Netenyahu hükümetine bir bölgesel strateji raporu sunmuşlardı.
Bu raporda Saddam Huseyin'den
kurtulmanın yanında Suriye'nin zayıflatılması ve kontrol altına alınması
öneriliyordu.” ( s.11 )
“Washington'un
istediği ABD'nin Körfez’deki ve Hazar havzasındaki enerji kaynaklarını kontrol
etmesine yardımcı olabilecek ve kendi kontrolünde tutabileceği bir yapı
oluşturmaktır. Komşularıyla kavgalı ve bu nedenle ABD'ye bağımlı politikalar
izlemek zorunda olacak bir sorunlu bölge (Müslüman, fakat Arap, Türk ve Fars
olmayan: 'Müslüman İsrail: Kürdistan') yar tılma çabası var. Böyle bir
yapılanma ABD'nin Ortadoğu politikasının temelini oluşturan İsrail’in
güvenliğinin sağlanması ve petrol üretiminin ABD kontrolünde aksama olmadan dış
pazarlara taşınabilmesinin sağlanması hesabına hizmet edecektir. İsrail ve bazı
müttefiklerinden gelen görevlilerce Kuzey Irak'ta silahlı Kürt gruplara askeri
eğitim verilmesi, 1996'da CIA’nin Kürtleri Saddam yönetimine karsı
başarısızlıkla sonuçlanan bir ayaklanmaya kışkırtması bölgede gelecek için ne
tür hesaplar yapıldığı hakkında bilgi vermekteydi. Böyle bir yapılanma ABD'nin
Ortadoğu politikasının temelini oluşturan ve Condoleezza Rice, Richard Armitage,
Brent Scowcroft gibi isimlerin kaleme aldığı/Amerika'nın Ulusal Çıkarları' adlı
Richard Armitage, Brent Scowcroft gibi isimlerin kaleme aldığı/Amerika'nın
Ulusal Çıkarları' adlı Temmuz 2000 tarihli raporda da belirtildiği gibi
İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve petrol üretiminin ABD kontrolünde aksama
olmadan dıs pazarlara taşınabilmesinin sağlanması hesabına hizmet edecektir.” (s.15-38)
ABD ve Batılı
dostlarının çıkarlarına hizmet etmek anacını taşıyan ve görünürde çok adil,
insancıl, çok demokratik olan bu proje Türkiye ve Arap ülkelerine terör ve iç
savaş getirmiş, kendi çıkarlarına hizmet yönünde çok kusursuz olarak uygulanacağını
sandıkları projeleri ile terörün
bütün dünyaya yayılmasına ve uluslar arası çatışmaların ortaya çıkmasına neden
olmuşlardır.
IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) Hareketi
arkasında Arap Milliyetçiliğinin bulunduğu “Radikal İslamii” bir harekettir. Bu
radikal İslamcılık hareketi İslam dinini devlet yönetiminde en katı şekilde
uygulayarak Irak ve Suriye’de iç barışı,
güvenliği, toplumsal düzeni sağlayacak devlet otoritesinin kurulacağına
inanılan bir harekettir. Bu nedenle de Başta Arap ülkeleri olmak üzere tüm
dünyada finanse edilen ve destek gören bir harekettir. Terörün dünya çapında
yayılmasının nedeni de budur. Projeye
karşı Arap Milliyetçiliğinin çıkarları bu şekilde tepki vermiştir.
Rusya ve Çin
Amerikan projesinin başarısının kendi çıkarlarına zarar vereceğini gördükleri
için ABD ye karşı harekette yer alarak onu yıpratmak için mücadele ve savaş
içine girmişlerdir. ABD Suriye’de kendi projesini uygularken, Suriye İç savaşı
sürecinde yaşanılan olaylardan da anlaşılacağı gibi bu ülkeyi işgal etmeyi
değil karışıklıklar çıkarmayı, iç savaş
oluşturmayı amaçlamış bu amaç gerçekleşmiş ancak, uluslar arası ülkelerin
karıştığı bu iç savaşın bölge dışına etki etmesine neden olacağını
hesaplayamamıştır.
Bu proje
gereğince Kürtlere verilen destek ve fonksiyonla Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de
bir Kürt devletinin kurularak haritanın değiştirilmesi emelleri karşısında Türk
ve Arap Milliyetçiliğinin tepkisi ölçülememiştir. Türklerin Misak’ı Milli
sınırları içindeki ülke bütünlüğünü korumak için Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta
Kürt devleti oluşumuna izin vermeyeceğini, bunun için gerekirse tek başına her
türlü askeri harekatı yaparak tepki göstereceğini Arap Milliyetçiliğinin ise
IŞİD ile tepkisi göstereceğini düşünememiştir.
ABD enerji ve petrol kaynaklarının kontrolünü amaçlayan bu proje ile
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk yıllarında İngiltere’nin bölge
üzerindeki amaçlarından doğan rolü takip etmekledir, Bu rol ve hedefler ise Türkiye’yi yeniden,
kışkırtılan, ayaklandırılan Kürt örgütleri ile savaşmak zorunda bırakmakta,
proje gereği enerjisini, kaynaklarını, yeteneklerini ilerleme ve kalkınma alanlarında harcamasına engel olmaktadır.. PKK, PYD, birer Kürt terör örgütü olarak bu
amaçlara hizmet edecek şekilde ortaya çıkmıştır.
GENİŞLETİLMİŞ
ORTADOĞU PROJESİNDE TÜRKİYE’NİN YERİ VR
FETHULLAH TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞ SÜRECİ:
Stratejik İlişkiler Uzmanı, Özel İstihbarat ve öngörü firması
Stratfor’un kurucusu ve yöneticisi olan George FRİEDMAN gelecek yüzyıla ilişkin
öngörülerde bulunurken Türkiye için gelecekte Osmanlı İmparatorluğuna benzer
bir bölgesel güç olacağını ve 2070’li
yıllarda Üçüncü Dünya savaşının da Türkiye’nin Japonya ile oluşturacağı koalisyonun, ABD ile
yapacağı savaş sonucu ortaya çıkacağını yazar. (George Friedman, Gelecek 100
yıl, Pegasus yayınları, 2010 ) George FRİEDMAN’nın, yer yer bilim-kurgudan uzak
masalsı öngörülerine rağmen Türkiye hakkındaki öngörüleri gerçekçi
görünmektedir. Türkiye’nin bölgesel bir güç olma potansiyeli çok büyüktür. Bu
potansiyel güç Japonya ile değil ama Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri, Arap
ülkeleri ve Rusya ile kuracakları sağlam dostluk ilişkileri ile olma olasılığı
daha yüksektir.:
“Ve 2040'ların ortalarında Türkiye
gerçekten de önemli bir bölgesel güç olacak. Rusya ile Türkiye tarımsal ürün ve
enerji [alanlarındaki işbirlikleri sayesinde] derin bir ilişkiler sistemi kuracak.
Irak ve Suriye' de hâkim olacaklar ve böylece etki alanları giderek azalan
petrol ve doğalgazı ile -ki bunlar Amerikan ekonomisini hızla büyüten
faktörlerdir- Suudi Yanmadasına kadar ulaşacak. Türkler ardından etki
alanlarını kuzeybatı ya, Balkanların ortalarına doğru ilerletecek, bu bölgede
Amerika'nın kilit müttefikleri olan ve etkilerini doğuya, Ukrayna'ya uzatarak kuzey
Karadeniz kıyılanında Türk etkisi ile mücadele etmek isteyecek olan Macaristan
ve Romanya ile çıkar çatışması yaşayacak. Türk ekseni etrafında, yerel
konvansiyonel savaştan gerilla direnişe kadar çeşitli çatışmalar yaşanacak. Türkiye,
zaten mevcut olan ordusunu ihtiyaçlarına göre geliştirecek ve bu gelişim hatırı
sayılır kara kuvveti ile dişli bir deniz gücü ve hava gücünü de içerecek.”(s.210)
““….Türkiye'nin eski İslami kesimin
kalıntılarını toplayıp bölgedeki varlığına ideolojik ve ahlaki ağırlığını
ekleme biçimi de aynı derecede rahatsızlık verici olacak. Etkisi yayılırken Türkiye
de askeri güçten daha fazlası haline gelecek. Bu durum Hindistan gibi Amerika'nın
da huzurunu kaçıracak…… Türkiye’nin
bölgesinde ve dünyada büyük bir güç olmasını kendi çıkarları için büyük
bir tehlike olarak gören ABD bu gücü
engellemek için hazırladığı büyük projelerle bölgede uluslar arası sorunlar ,
yerel konvansiyonel savaşlar, gerilla direnişleri (PKK, YPG,…) çıkararak
Türkiye ve ortaklarının güçlerini bu sorunlarla boğuşarak harcamalarını
sağlayacak. …En iyi senaryoda Amerika çözülmesi güç uluslar arası sorunlar
çıkararak onların dikkatlerini ivedi meselelerden başka yere çekmek istiyor
olacak. En kötü durumda ise Amerika jeopolitik bir çöküş için yol açıyor
olacak…Türkiye ekseni etrafında yerel konvansiyonel savaştan gerilla direnişine
kadar çeşitli çatışmalar yaşanacak. (s.213)
George FRİEDMAN’ın bu öngörüleri Türkiye'nin“Genişletilmiş Ortadoğu Projesindeki” gizli
yerini açıklamaktadır. Öngörü zamanı olan 2020’lerde değil ama içinde
bulunduğumuz tarih olan 2016 yılında bu projedeki senaryolar adım adım acımasız
olarak gerçekleştirilmektedir. Türkiye’nin bölgesel güç olmasında etken
olacağını düşündüğü ılımlı İslam ideolojisini kontrol ederek devlet içinde
kendi çıkarları yönünde iç çatışmaları senaryolaştırırken, bölgedeki PKK, PYD,
YPG ayrılıkçı terör örgütlerini destekleyerek barışı, güvenliği, devlet
otoritesinin sağlanması konusunda Türkiye’nin bütün gücünün, kaynaklarının bu
yönde harcanmasına neden olmaktadır.
Gerçekte Türkiye’nin dünyada büyük bir bölgesel güç olmasına etken
olacak olan düşünsel güç, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine düşünce alanında
yapacağı özgün katkılarla ortaya koyacağı devlet örgütlenme ve siyasal yönetim
anlayışı olacaktır.
İslam ideolojisi ise Osmanlı
İmparatorluğunun parçalanmasında olduğu gibi yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti
kurulduktan sonra, bu yeni devletin dağılması, parçalanması. kendi çıkarları
yönünde yönlendirilmesi, denetim altında tutulması için İngiltere, ABD ve Batı ülkeleri tarafından
kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminde bu amaç ve hedeflerde Sovyet Rusya’ya
karşı ABD ile imzalanan bir ittifak çerçevesinde dinin araç olarak kullanılması
ikinci dünya savaşı sonrasında başlar.
“Soğuk Savaş döneminde ABD, en
büyük rakibi Komünist Rusya’ya karşı hep “din” silahını kullanmıştır. ABD,
1945’ten itibaren Sovyet Rusya’yı çevresindeki Müslüman ülkelerle kuşatmak
istemiştir. Afganistan, İran ve Türkiye bu bakımdan ABD’nin doğrudan etkisi
altındaki İslam ülkeleridir. ABD, bu ülkelerde radikal İslami hareketleri
desteklemiş, bu ülkelerde dini referanslı siyasi oluşumların iktidar olması
için çaba harcamış ve hatta bu ülkelere yardım ederken de “din şartını” öne
sürmüştür. ABD’nin bu “din eksenli”, “İslam merkezli” politikasının bilinen adı
“Yeşil Kuşak Projesi”dir…..1945 yılında Türkiye, Sovyet yayılmasına karşı
ABD’den yardım isteyince ABD, İsmet İnönü yönetimindeki Türkiye’ye, “Komünizm
ve Sovyet yayılmasının en büyük düşmanı dindir. Atatürkçülüğü,
ulusçuluğu, bilimgüder (laik) yönetim biçimini, devletçiliği bırakıp dingüder
bir yönetime dönüşmezseniz, size yardım edemeyiz,” demiştir. İnönü de bu
doğrultuda bir “din açılımı” gerçekleştirmiştir. Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün
Dinde Öze Dönüş Projesi’nin unutulması, dinin dört, beş yıl ihmal edilmesi, ABD
isteğiyle yapılan bu “din açılımının” kısa sürede “din istismarına”,
“dinciliğe” evrilmesine yol açmıştır. Nitekim Mayıs 1948’de radikal İslamcı
çizgideki Sebilürreşad dergisi yeniden yayımlanmaya başlanmıştır. “(s.28. Sinan Meydan, El Cevap, İnkılap
Kitapevi, 2013 )
Bu tarihten itibaren laik devletten adım
adım uzaklaşılarak Türkiye’deki devlet kurumlarına, siyasi partilere Komünizm
tehdidine karşı İslam dini ideolojisi ve bu ideolojinin ilkeleri yerleşmeye
başlamış, dini ilkeleri siyasi parti programlarında öne alan partiler, ABD ve
ABD’nin siyasi projelerini uygulamayı, izlemeyi kendilerine görev bilen Batılı
ülkeler tarafından bütün parasal kaynakları, devlet kurumları, siyasi
kurumları, gizli istihbarat örgütleri tarafından desteklenmiştir. Bu destek
Türkiye Cumhuriyetinin kendi kurumlarınca da her alanda yapılmış, din
ideolojisine bağlı Milliyetçi-muhafazakar partiler, siyasetçiler, bürokratlar
devlet makamlarında görevlendirilmiştir. İsmet İnönü’nü zamanında kabullenilen
bu proje ile, cumhuriyetin ve Atatürk
devrimlerinin koruyucusu ordu, güvenlik güçleri, laik devlet kurumları bir
yandan yeni cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalmaya çalışırken bir yandan
da adım adım bu ilkelerden uzaklaşacak din ideolojisinin hâkim olduğu
İslamcı-milliyetçi-muhafazakar yönetim anlayışına doğru desteklenmiştir.
Cumhuriyet’in çağdaş uygarlığın bilimsel ilkelerine göre ortaya çıkan
devrimlerine bağlı yetiştirilen özgür bilimsel düşünceye sahip kuşaklardan olan
devlet kadroları yerine dinsel ideoloji çerçevesinde düşünceleri şekillenen
yeni nesiller ve devlet kadroları desteklenmiş, bunun dışında her alandaki
kadroların tasfiye edilmesine başlanmıştır.
Yeşil
Kuşak Projesi”nin uygulanması ve içte ve dışta büyük güçler tarafından
desteklenmesi devlet otoritesinin dinsel ideolojiye sahip siyasi partiler, kamu
görevlileri, devlet adamları tarafından yönetilen kadroların eline ve bu
otoritenin korunmasına çalışılmasına neden olmuştur. Ancak dinsel duygular çok
hassas ve çok yayılmacı etkiye sahip olması nedeniyle, sınırları ve etkileri
hesaplanamamış, her zaman radikal İslam’ın yayılmasına ve devlet kadrolarının
ele geçirilerek Atatürk cumhuriyetinin yıkılması tehlikesi ve toplumsal
kargaşanın çıkmasına neden olmuştur. Radikal islama karşı olan, Atarürk
cumhuriyetinin değerlerini, korumakla görevli ordu ve bu ilkelerle yetişen
devlet kurumlarında bulunan kuşak tarafından 1960, 1980 askeri darbelerinin
yapılmasına, cumhuriyetin değerleri askeri muhtıralarla ordu tarafından
korunmaya çalışılmasına rağmen, bu eylemlerin hemen arkasından iç ve dış büyük
güçlerce desteklenen “Yeşil Kuşak Projesi”ne bağlı kalınarak dinsel kadrolar
devlet yönetimine getirilmiştir.
“Türkiye Cumhuriyeti, 1945’ten 2013’e
ka dar zaman zaman artan, zaman zaman azalan ama kesintisiz devam eden bir
şekilde Atatürkçü, yani tam bağımsızlıkçı ve laik çizgiden tam bağımlı ve dinci
çizgiye doğru sürüklenmiştir. Türkiye’nin 1945 son rası tarihi biraz da bu acı
sürüklenişin tarihidir. Bu süreçte neredeyse bütün dincisağ iktidarlar ve
onların güdümlü aydınları, hocaları, yazarları Atatürk’e ve onun kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı söylemler ve tarih tezleri geliştirmiştir. 1945-2013
arasında Atatürk ve Cumhuriyet, ABD ve onun yerli işbirlikçilerince sürekli
kötülenmiştir. Özellikle 2000’lerde gündeme gelen “Yeni Osmanlıcılık”
çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti ve o Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, olabildiğince
eleştirilmeye, karalanmaya hatta yok edilmeye çalışılmıştır. Çünkü dış ve iç
odaklar, Türkiye Cumhuriyeti ve o Cumhuriyet’in kurucu aklı Atatürk’ü
kötülemeden, karalamadan, halkın
gözünden düşürme den bu ülkeyi ne din devletine ne de federasyona
dönüştüremeyeceklerini çok iyi anlamışlardır. “(s.37)
İşte bütün Atatürkçü, Atatürk devrimlerine
bağlı çağdaş, laik, özgür bilimsel düşünceye sahip olanların devlet
kadrolarından arındırılarak dinsel ideolojiye sahip siyasi kadroların devlet
yönetimine getirilmesinin nedeni, Atatürk ilkelerine bağlı ordu ve güvenlik
güçlerinin bizzat kendileri tarafından kendilerini yadsıyarak dinsel ideoloji
ile bağımlı cemaat, tarikat mensubu siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar
tarafından kadrolaştırılması çelişkisinin nedeni bu anlayıştır
Bu
çelişki 12 Eylül 1980 ihtifalinden sonra da hiçbir olay olmamış gibi daha da
radikalleşerek sürdürülmüştür:
11 Eylül olaylarından sonra radikal
İslamcılığın kendisi ve Batılı dostlarının bölgesel çıkarlarına zarar verdiğini
gören ABD, Türkiye’de “ılımlı İslam’ın” gelişmesini amaçlamıştır.
“CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington’un Türkiye’nin îslami
çizgiye kaymasını, İslam dünyasının lideri olmasını istemesi nin nedeni,
Türkiye’yi ya da İslam’ı çok sevmesi değildir kuşkusuz, Huntigton’un tek
düşündüğü şey ABD’nin yüksek çıkarlarıdır ve bu çıkarlar, 1946’dan beri olduğu
gibi 1996’dan sonra da Türkiye’nin, Batı medeniyetinin temellerindeki “akıl”
artı “bilim” artı “laiklik” eşittir “çağdaşlaşma” formülünden bir an önce
uzaklaştırılmasını ge rektirmektedir. … Ortadoğu’daki çıkarları açısından
çağdaş, laik, bilim üreten bir Türkiye yerine “İslamcı” ve “savaşçı” bir
Türkiye’den yanadır. Nitekim bugün (2013) ABD’nin egemenlik kurduğu İslam
dünyasının neredeyse tamamı, aklı ve bilimi ikinci plana atmış, radikal
İslamcılıkla ve radikal İslamcı gruplarla çepeçevre kuşatılmıştır. ABD,
Türkiye’nin de benzer bir “dinci kuşatmayla” kuşatılmasını istemektedir. Ancak
radikal İslamcılığın zamanla bölgesel çıkarlarına zarar verdiğini gören ABD,
Türkiye’de “ılımlı İslam’ın” gelişmesini amaçlamıştır. Türkiye’de bu “dinci
kuşatmanın” önündeki en büyük engel ise Atatürk ve gerçek İslam’dır. “(s.44)
ABD’nin Yeşil Kuşak, Genişletilmiş Ortadoğu,,,vb
projelerinin Batılı dostları tarafından birebir uygulandığını, bu konuyla
bağlantılı belgelerin açıklandığı
gazeteci yazar Hikmet ÇETİNKAYA’nın
aşağıdaki yazısından sıradan bir okur dahi düşünce yürüterek
çıkarabilir:
“….Scheich
Said Stifbung ...
Türkçesi Şeyh Said Vakfı ...
Vakıf, 27 Eylül 1996
yılında Almanya 'nın başkenti Bonn 'da kurulmuş
...
Kurucu üyeler şunlar: Ali Homam Ghazi
(Başkan), Abdurrahman
Durre (Sayman), Adnan Dindar (Yazman),
Angelika Graf (Alman
Parlamentosu üyesi), Hans Branscheidt,
Heinrich Lummer (Alman
Parlamentosu üyesi, eski Berlin
Eyaleti içişleri Senatörü), Chriastoph
Monzel (Yayıncı).
Bonn 'da 1996 yılında kurulan Şeyh
Said Vakfı 'nın yönetim kurulu
üyelerinden Heinrich Lummer' i Türk
kamuoyu iki yıl önce Abdullah
Öcalan 'la yaptığı ikili görüşmelerden
tanıyor ...
Şu anda Almanya Federal Parlamentosu'
nda Dış lIişkiler Komisyonu
üyesi olan Lummer hakkında kimi
iddiaların olduğu biliniyor.
Bunlardan en önemlisi Lummer'in
uluslararası gizli servislerle
yoğun ilişki içinde olduğu yolundadır
...
Acaba Bonn'da kurulan Şeyh Said Vakfı
'nın amacı nedir?
Elimizdeki belgeye göre vakfın
yapacağı işler şöyle sıralanmıştır:
1- İslam, Hıristiyan ve Yahudi
cemaatleri arasında güven, anlayış
ve toleransın gelişmesini sağlamak. 2-
Almanya 'da yaşayan tüm Müslümanlar
için dini, sosyal ve kültürel
hizmetler sağlamak. Bu kapsama,
dini nikah, kutsal ülkelere gezi de
girmektedir. 3- Daha yoğun bir
enformasyon akışı sağlayarak Kürt
halkının kendi içinde, Kürt halkıyla
Alman ve Avrupalı halklar arasında
diyaloğu geliştirmek. 4- Parasal,
tıbbi ve sosyal olarak Kürdistan 'daki
savaş kurbanlanna, yer sarsıntısı, sel gibi doğal felaketlerden zarar görenlere
destek sağlamak
ve bu ailelerin çocuklarının
eğitimiyle ilgilenmek. 5- Almanya'da yaşayan
Kürtlerin yaşam standardının
yükselmesi için çaba harcamak,
onların moral ve dini eğitimleriyle
ilgilenmek. Bu amaçla sosyal ve
kültürel organizasyonlara girerek,
sportif faaliyetler düzenlemek, Kürt
çocukları ve gençleri için gençlik
örgütleri kurmak. 6- Enformasyon
akışı ve eğitim için kitap, gazete, film
ve video gibi araçları kullanmanın
yanı sıra, elektronik medyanın da kullanılmasını
sağlamak. Uzmanların
gözetiminde seminer, konferans ve
tartışmalar düzenlemek.
* * *
Bonn'da kurulan Şeyh Said Vakfı'nın
adresi şöyle:
" Bonn, Gebrüder Wright Strasse
59"
Vakıf, üyelerinden her ay 20 mark
bağış alıyor ...
Şimdi Şeyh Said kimdir, bilmeyenler
için anımsatalım:
Şeyh Said, 1925 yılında Diyarbakır'ın
Piran Köyü'nde Kürt isyanını
başlatmıştır.
Halkı, İslam dini adına ayaklanmaya
çağıran Şeyh Said, Mistan
ve Botan aşiretlerinin desteğini
alarak Genç-Çapakçur üzerinden Diyarbakır'a
yürümüştür.
Daha sonra ordu birlikleri
isyancıların üzerine yürümüş, Şeyh Said,
Çarpuh Köprüsü'nde ele geçirilmiştir...
Şeyh Said, Diyarbakır'daki 'Şark
İstiklal Mahkemesi'nin kararı
ile 28 isyancıyla birlikte idam
edilmiştir ...
İşte Almanya 'da kurulan Şeyh Said
Vakfı bu nedenle çok önemlidir.
Aralarında Federal Parlamento
üyelerinin de bulunduğu bir vakfın
Almanya 'da yaşama geçmesi
düşündürücüdür ...
Şeyh Said, Güneydoğu 'da 'ıslam dini'
adına Kürt isyanını 1925'te
başlattı, i 996 yılında ise Almanya'da
Şeyh Said Vakfı kuruldu.
Neydi vakfın amaçları?
Kürtlerin yaşam düzeylerini
yükseltmek, Güneydoğu'daki savaş
kurbanlarına destek sağlamak,
Müslümanlar için dini, kültürel, sosyal
hizmet vermek!..
Bu laik, demokratik Türkiye
Cumhuriyeti 'ne yönelik yeni bir tezgâhtır…
25.6.1997” (s.148. TÜRKİYE’NİN ŞEYTAN ÜÇGENİ, Hikmet
Çetinkaya, Kasım 1998, Cumhuriyet Kitapları
11
Eylül olaylarından sonra ABD radikal İslami kendisi ve Batılı dost ülkelerin
çıkarları için zararlı gördüğünden “Ilımlı İslamı” teşvik etmiştir. Ancak Ilımlı
İslam ile Siyasal İslam arasında çok az, halkın deyimi ile soğan zarı kadar
fark vardır. Çünkü Özünde iki hareket de İslam İdeolojisinin ilkelerine
bağlıdır ve devlet yönetiminde İslam ideolojisini hedefler.
Aslında
bu iki hareketi, olayları daha iyi anlayabilmek için, biri “ılımlı İslam
Hareketi” olarak tanımlanmışsa diğerini ”Radikal İslam Hareketi” olarak
tanımlamak daha uygun olur. Veya “Arap ülkeleri eksenli İslam Hareketi” ve “Amerikan Eksenli İslam Hareketi” olarak
kavramlaştırmak iki hareket arasındaki ayrımı bize daha açık olarak sunacaktır.
Ilımlı
İslam Hareketi ve Radikal İslam hareketi devlet içinde kadrolaşırken özünde
ikisi de İslam ideolojine bağlı kadrolar oluşturmuş olmaktadır. İki hareketten
biri diğerinin kadrolarını dışlamak isterken, aralarındaki ideoloji ayrımının
zor seçilebilmesine bağlı olarak diğer İslami hareketin kadrolarından
sızmaların önüne geçilememiş veya birbirlerinin kadrolarına göz yummuşlar, hoş
karşılamışlardır. Genişletilmiş Ortadoğu Projesine bağlı olarak ABD ve müttefiki
Avrupa ülkeleri Ilımı İslami Hareketi desteklemelerine rağmen, iki hareketin
birbirlerinden ayrımının zor olması ve birbirlerine karşı hoşgörülü olmaları
nedeniyle çok zordur. Bu nedenle devletin içine her zaman radikal İslam’ın
kadroları sızmış, kadrolarını
arttırmasına engel olunamamıştır.
“Bugün Türkçüsünden Kürtçüsüne, Hizbullah'tan Refah'a, ıBDAC'den
DYP'ye kadar uzanan bir kesim sekiz
yıllık kesintisiz eğitime
neden karşı çıkıyor? Sevr özlemcileri
niçin bir anda birleşip laik demokratik
bir eğitime karşı tavır alıyor?
Tarikat şeyhleri neden bir yandan
RP'ye karşı tavır koyar gibi gözüküp
öte yandan demokratik eğitimi
hafife almaya yöneliyor?
Başta belirttiğimiz gibi, Türk Silahlı
Kuvvetleri' nde örgütlenmeleri
engellediği için . . .
Tarikat şeyhlerinin 'devleti ele
geçinne' planı 2 bin yılında ger-
çekleşecekti. Tarikat şeyhleri o
nedenle kendi adamlarını RP, ANAP
ve DYP'ye yerleştirmişti ...
Adil düzenin teorisyeni Necmettin
Erbakan'ın en yakını olan tarikat
şeyhinin müridi ne diyor bugün:
"RP'den umduğumuzu bulamadık,
yeniden organize olmak zorundayız. (s.232)
Yazımızın ikinci bölümünde 15 Temmuz 2016
tarihindeki Fethullah GÜLEN Cemaatı güdümündeki Askeri Darbe girişiminin
nedenlerini, sonuçlarını; devlet otoritesi ile ilgili Suriye İç savaşı
deneyinden çıkan sonuçları, Türkiye’nin terör hareketlerini ortadan
kaldırabilmesi için, Suriye’de İç savaşın ve dünyada terörün sona ermesi için neler
yapılması gerektiğini araştıracağız.
KAYNAK:
1) Mahir KAYNAK-Emin GÜRSES, Yeni Ortadoğu
Haritası, Profil Yayıncılık, Şubat 2007.
2) George Friedman, Gelecek 100 yıl, Pegasus
yayınları, 2010.
3) Sinan Meydan, El Cevap, İnkılap Kitapevi, 2013.
4) Hikmet Çetinkaya, Türkiye’nin Şeytan Üçgeni,
Cumhuriyet Kitapları, Kasım 1998.
5) Alpaslan
IŞIKLI, Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, Nisan 2001, Cumhuriyet
Kitapları
İsmail İNCİ, 06/09/2016