TASARRUFUN VE SERMAYENİN KAYNAĞI OLARAK FAİZİN EKONOMİK YAŞAMDAKİ
GERÇEK YERİ
Arapça sözlüklerde, klasik fıkıh ve tefsir
kitaplarında ekonomik anlamda faiz kavramının yerine “riba” kavramı
kullanılmıştır. Riba terimi kaynaklarda şöyle tanımlanmaktadır.:
Belli nitelikteki eşyadan iki malın
birbiriyle mübadelesinde (takasında, alışverişinde)
iki taraftan birine verilmek üzere
akitte şart koştukları maddi veya manevi
fazlalığa
riba denir. Bu tanıma göre faiz alışveriş aktinde taraflardan biri aleyhine
şart koşulan bir fazlalıktır.
Faizin tasarrufu arttırarak ve
tasarrufları yatırım yapılmak üzere sermayelerin oluşmasına katarak üretimin
artmasında etkili olduğu günümüz ekonomilerinde bir gerçek olarak görülmektedir.
Özellikle resmi çağdaş bankacılığın faaliyete geçmesiyle faizin tasarrufları
etkilediği, ticaretin ve sanayinin gelişmesini arttırdığı, işsizliği azalttığı
bir gerçektir.. Adam Smith Ünlü eseri Milletlerin Zenginliği’nde bu durumu
şöyle belirtir.:” Glasgow'da bankaların ilk kuruluşundan
on beş yıl kadar sonra, o kentin ticaretinin iki katına çıkmış olduğunu
söylediklerini işittim. İskoçya ticareti de, Edinburgh'daki iki kamu bankasının
kuruluşundan sonra dört katına çıkmış. Bu dönemde, İskoçya ticareti ile
endüstrisinin pek hatırı sayılacak kadar artmış olduğuna; bankaların, bu
artışta epey payı bulunduğuna şüphe yoktur.” (s.216)
Bir
ülkenin sermayesinin ve sermaye mallarının yıldan yıla artmasının kaynağı,
ürettiklerinin bir kısmını tüketmeyerek tasarruf etmesidir. Her yıl
ürettiklerinin tamamını tüketen bir toplum gelecek yıl üretecek sermaye malı
bulamaz. Bir yıl içindeki tüketimi sınırlayarak toplumlarda tasarrufu sağlayan
ise, insanları, gelecek yıl içinde daha fazla tüketim yapma olanağı bulacağı
düşüncesine götüren faizdir.
Faiz, bireylerin elde ettikleri gelirlerin
bir kısmını tasarruf etmesine neden olmakta ve bu tasarruflarını yastık altı
etmeyerek yatırıma yönlendirmekte,
ekonomiye kazandırmaktadır. Girişimciler bireylerin bu tasarrufları ile
hammadde, alet, makine, arazi ve emeğin kullanımını satın alır. Bu üretim
faktörlerini en verimli şekilde organize ederek ürün haline dönüştürür. Bu
üründen elde ettiği kar ile tasarrufların karşılığı olan bireylerin faiz
gelirlerini öder.
Faiz, tefecilerin çok yüksek oranlarla
borç para vererek insanları borçlarını ödeyemez duruma düşürmesi ve
alacaklıların borçlulara her türlü eziyeti yapabildikleri bir dönem nedeni ile
hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır.” “Önceleri
Atina ile Roma’da ödünç aldığı parayı ödeyemeyecek durumda olan borçluların
satılmalarına izin verdiler. Solon bu geleneği Atina’da düzeltti. Borçtan ötürü
hiç kimsenin kişiliğine dokunulamayacağını emir buyurdu….Borçlulara karşı
çıkartılan bu kanunlar Roma Cumhuriyetini defalarca tehlikeye düşürmüştür. Bir
borçlu, alacaklısının evinden, vücudu yara bere içinde kaçıp genel alanda
kendisini halka gösterdi. Halk bu görüntü karşısında heyecana geldi.
Alacaklıların artık tutmaya cesaret edemedikleri birçok borçlu da kendilerini
mahzenlerden dışarı attılar…. Manlius adında biri, sadece halkın gözüne girmek
için, köle haline konmuş borçluları alacaklıların elinden kurtarmaya kalktı.
Manlius’un maksadını anlayıp önlediler; ama yara olduğu gibi duruyordu. Nihayet
özel kanunlar vatandaşlara, borçlarını ödemek için bazı kolaylıklar sağladı ve
Roma tarihinin 428’inci yılında konsüller, çıkardıkları bir kanunla,
alacaklıların evlerinde, borçluları köle gibi kullanmalarını yasak etile. Papirius
adında bir tefeci, evinde zincire vurduğu Publius adında bir delikanlının
ırzına geçmek istedi. Sextus’un işlediği suç Roma’ya siyasi hürriyet vermişti;
Papirius’un suçu ise onu medeni hürriyetine kavuşturdu O zamandan bu yana da,
borçlarını ödemeyen vatandaşlar aleyhinde değil, tefeciliği önleyen kanunlara karşı
geldikleri için alacaklılar aleyhinde kovuşturmada bulunuldu.”( Montesquieu,
Kanunların Ruhu,S.145)
İnsanları borçlandırarak birbirine
düşüren, toplumsal barışın, düzenin bozulmasına neden olan, insanları yoksullaştıran aşırı
faizi-tefeciliği Semavi dinlerin hepsi yasaklamıştır. Yahudilik’in kutsal
kitabı Tevrat’ın bazı bölümlerinde faizi-tefeciliği yasakladığı açık olarak görülür..Ancak kendi toplumu
içinde görülen bu yasak, diğer toplumlara karşı görülmemektedir: Bu nedenle
Yahudi tüccar dünyada faiz ile herkese borç vermişlerdir. Kendi toplumundan
olan insanlara ise gerektiğinde yardımlaşmanın, yakınlaşmanın, dostluğun
artması için hiçbir faiz almadan borç para verilmesini hükmeder: “Halkıma,
aranızda yaşayan bir yoksula,
ödünç para verirseniz ona tefeci gibi davranmayacaksınız.” (Çıkış, 22/25),
“Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma
düşerse ona yardım etmelisin desteklemelisin.
Aranızda yaşayan bir yerli veya
konuk gibi yaşayacaktır. Ondan faiz ve kâr alma.
Tanrıdan kork ki, kardeşin
yakınında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizli para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin
yiyeceklerden kâr almayacaksın.” (Levililer, 25/35, 36,)
Hıristiyanlığın kitabı İncil’de Tevrat’taki kadar faiz ile ilgili açık
hükümler bulunmamakla birlikte Yahudilik’in devamı olduğunu söyleyen
Hristiyanlık da faize karşıdır:” Düşmanlarınızı
daha çok seviniz, hiçbir şey karşılık beklemeden onlara ödünç veriniz. Böylece
ödülünüz büyük olsun. Yücelerin yücesinin çocukları olursunuz. Çünkü o, nankörlere
ve kötülere nimet vericidir.” (Luka6/33, 34, 35).
Yukarıdaki ifadelerde ödenmesi ihtimali bulunmasa da hiçbir karşılık
beklemeden
ödünç vermenin faziletlerinden
bahsedilmekte, faiz kınanmaktadır. Faizin haram olduğu İncil’den açıkça
anlaşılmasa da, sonraki yıllarda
toplanan Hıristiyanlığın Konsüllerinde açıkça belirtilmiştir. Bunlardan biri ve
en eskilerinden olan İznik Konsüli’nin 325’te faizi yasakladığı bilinmektedir.
Müslümanlığın kutsal kitabı Kur'an’da çeşitli ayetlerle faiz çok açık
olarak yasaklanmıştır. Özellikle Bakara suresinin çeşitli ayetlerinde faizin
yasaklandığı görülür: “Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın
kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların: “Alım satım da ancak faiz gibidir."
demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır.
Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi
kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim faize geri dönerse artık onlar ateşin
halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları
artırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez (Bakara 2/275-276).”
“Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve
eğer inanmışsanız faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a
ve Resulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe ederseniz artık
sermayeleriniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış
olursunuz (Bakara 2/278-279).”
Müslümanlıkta yasaklanan ve haram kılınan faizin Cahiliye döneminde kat
kat arttırılarak alınan faiz olduğu, diğer bir anlamıyla tefecilikten doğan
faiz olduğu aşırı bir düşünce olmayacaktır. Çünkü Kur’an’ın Bakara ayetinden
önceki bazı ayetlerde bu açıkça
görülmektedir:”
İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah
katında artmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz zekata gelince, işte
zekatını veren o
kimseler, evet onlar (sevaplarını
ve mallarını) kat kat arttıranlardır (Rum, 30/39).
Ey iman edenler! Kat kat
arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki
kurtuluşa eresiniz (Âl-i İmran
3/130)
“Menedildikleri halde faizi almalarından
ve haksız (yollar) ile insanların mallarını
yemelerinden dolayı içlerinden
inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık (Nisa 4/161).”
Faiz ile ilgili en son inen ayet Bakara ayeti olduğu için Bakara
ayetindeki surelerin faizin gelişim süreci içinde varılan en son hükümler
olduğunu söylemek Tanrı Kelamının bazı ayetlerde eksik ve yanlış olduğunu,
sonraki ayetlerle gelişim göstererek eksiklerin tamamlanmış olduğunu söylemek
olur. Bu ise Tanrı’nın düşüncesinin insan düşüncesi gibi gelişim süreci
geçirdiğini ve eksik olduğu yargısına varmak anlamına gelir. Bu düşünüş ve
yorum İlahi dinlerin özüne aykırıdır. Doğru yargıya varabilmek için tüm
ayetlerin aynı anda değerlendirilmesi, önce sonra diye ayrılmaması gerekir.
Bu doğru düşünüş tarzı çağımızda İslam
dünyasının ekonomik ve siyasi alanlarda karşı karşıya kaldığı sorunlarına
çözümler getirecektir. Faiz konusunda günlük ticari ve iktisadi yaşamlarında
ihtiyaç içinde kalan Müslümanları ikilemden kurtaracaktır. Çünkü normal faizin
oluşumunda ticari ve ekonomik zorunlulukların, ihtiyaçların büyük etkisi
vardır. İnsanlar günlük iktisadi yaşam içinde bir ihtiyacını gidermek için
belli bir süre sonra normal faizi ile birlikte iade edilmek üzere borç alma
ihtiyacı duyarlar.
Hz. Peygamber de ticari ilişkilerde alınan borcun fazlasıyla veya daha
iyisiyle ödenmesini istemiştir. Bu isteğin borç veren tarafın zarara uğrama
ihtimalini karşılamak için küçük bir artış ile borcun ödenmesi gerektiği
şeklinde yorumlamak gerekir. Bu ise her iki tarafı memnun edecek bir riba=faiz
demektir. Ayrıca bu yorum Bakara ayetinde (2/279) zikredilen, zarara uğramama
ve uğratmama ifadesine de uygun düşmektedir.
Sayın Abdi KARAKUŞ tezinin Tarihi Süreçte Faiz bölümünde süreç içinde
faizin ilahi dinlerin yasaklarından kurtularak Reform hareketleri ile ticari
yaşamda serbest hale geldiğini şöyle yazmaktadır:
“
Faiz yasağının tartışma konusu olmaktan çıkıp, modern ekonomilerde önemli hale
gelmesi elbette bir anda meydana
gelmemiştir. Faiz yasağının değil, artık faiz
oranlarının tartışılması ve faiz
uygulamalarının ekonominin temeline yarleşmesinde,
Orta Çağ’ın değişen ekonomik ve
sosyal yapısı ile Hıristiyanlıkta gerçekleştirilen ve
“Reform” adı verilen köklü
yapısal değişikliklerin önemli etkileri olmuştur. Şöyle ki,
Orta Çağ sonlarına kadar faize
konu olan borçlanmalar, genellikle tüketim amacıyla
yapılmaktaydı. İhtiyaç içinde
bulunanlar, aldıkları borçların ve bu borçların faizlerinin,
borç ödeme zamanında büyük bir
fazlalık haline gelmesi nedeniyle ya bütün mal ve
mülklerini ellerinden çıkarmak
suretiyle ödeyebiliyorlar, ya da hiç ödeyemiyor, hukuki
kişiliklerini kaybederek
alacaklıların esiri haline gelmekteydi. İnsanların bu durumdan
kurtulmasında, büyük reform
hareketlerinin öncülerinden sayılan Alman din adamı
Martin Luther ile Fransız asıllı
Calvin’in çok büyük etkilerinin olduğunu burada
zikretmek gerekmektedir (Özgüven,
1992: 46).” (s.44)… Bacon bu dönemi şöyle
anlatmaktadır: “İnsanlar için
ödünç alma ve ödünç vermenin zaruri bir ihtiyaç olması ve
yine insan denen yaratığın katı
yürekli olması dolayısıyla ödünç vermeye yanaşmaması,
çaresizlikle birleşince faize
müsaade edilmesi bir mecburiyet halini almıştır.” (Kureşî,
1966:
24).” (s.54, Abdil Karakuş, İslam Hukuk Kaynaklarındaki Faiz Kavramının
Modern Ekonomi Bağlamında Yeniden Değerlendirilmesi, Yüksek lisans Tezi)
Hıristiyan din adamlarının ve kurumlarının Aristo’nun faiz konusundaki
düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenerek faizi yasaklamaları ve ticarete iyi
göz ile bakmamaları Aristo’nun düşüncelerini yanlış anlamaktan ve yorumlamaktan
ileri gelmiştir. Gerçekte Aristo Politika adlı ünlü kitabında ticareti ve
ticarette kullanılan paranın borç verilmesi karşılığı alacaklıya bir fazlalığın
verilmesine karşı değildir. Aristo ev yönetiminde-ekonomi yönetiminde temel
olanın canlıların yaşması, beslenmesi için somut ürünlerin üretilmesi olduğunu,
insanlar arasındaki alışverişe dayanan ticaretin ve faizin somut ürünler üreten
faaliyetler olmadığı bunun için yardımcı iş alanları olduğu düşüncesindedir.
Ancak bu ayırım nedeni ile ticaret ve ticarette uygulanan faiz faydasız ve
geçersiz değildir. Aristo Aynı eserinin altıncı bölümümde sayfa 191’de
alışveriş için devletin temel etkenliklerinden biridir, demektedir.: “Çünkü,
diyebiliriz ki, bir devletin temel etkenliklerinden biri çeşitli
gereksinmelerine göre mal almak ve mal satmaktır.”…
Montesquieu -
Kanunların Ruhu Üzerine adlı ünlü kitabında
Kuran’ın yanlış anlaşılmasından dolayı Müslümanların faiz ile tefeciliği
birbirine karıştırdıklarını, bu nedenle de
tefeciliğin arttığını yazar: “Müslüman ülkelerinde faiz
ne kadar yasak edilirse tefecilik de o kadar artar. Ödünç veren kimse, kanuna
aykırı hareketten ötürü atıldığı tehlikeyi karşılamak için daha çok para istemekten
çekinmez… Doğu ülkelerinde çoğu kişiler hiçbir şeylerini teminat altında
bulundurmazlar; herkesin elindeki para kendi parasıdır ama aynı parayı ödünç
verdikten sonra bir daha aynı şekilde eline geçireceğinden emin değildir; bu
güvensizlikten doğan tehlike ile orantılı olarak tefecilik de böylece durmadan
gelişir.” (s.277)
Ünlü İktisatçı Adam Smith de aynı görüşleri paylaşır: ““Bazen ülkelerde, para faizi
kanunla yasak edilmiştir. Gelgelelim her yerde, para kullanmakla bir şey
yapılabildiği için, paradan yararlanmak üzere, her yerde, bir şey vermek
gerekir. Bu yasanın tefecilik belasını önleyecek yerde artırdığı tecrübeyle
görülmüştür.”(S.252, Milletlerin Zenginliği)
Gerçekten de tefeciliğin önlenebilmesi için
yasal bir faizin yürürlüğe konulması toplumun gereksinimi olan borç paranın
bulunmasını, toplumda tasarrufun oluşmasını, ticaret ve yatırımın artmasını
sağlayacaktır. Ancak bu faizin aşırı olmaması gerekir. Çünkü yine Montesquieu’’nun deyişi ile:” Aşırı
derecede yüksek olursa bu değer, o zaman tacir, ticaretin sağlayacağı kârın
faiz tutarından daha az olacağını anlar ve ticaret yapmaktan vazgeçer. Tersine,
paranın bir değeri olmazsa, o zaman, kimse ödünç para vermez; tacir de bu
yüzden hiçbir iş yapamaz.”
Adam Smith
ve ünlü Fransız devlet adamı ve iktisatçı Turgot da tefeciliğin
önlenmesi için devlet tarafından resmi bir faiz oranının belirlenmesi
düşüncesindedirler. Turgot, “ İmsak Teorisi” olarak bilinen görüşünde devlet
tarafından belirlenecek olan faiz oranının kişilerin tasarruflarını toprağa yatırmaları
karşılığında elde edecekleri gelir oranında olmasını düşünmüştür. Adam Smith
‘in devlet tarafından belirlenecek olan faiz oranı ise tasarruflardan elde
edilen gelirin piyasa değerine yakın bir
değer olmalıdır. Ancak tasarrufların değerlendirilmesi ile elde edilen bu gelir
ekonomik gerçeklerle uyumlu bir oranda olmalıdır:
” Faize
izin verilen ülkelerde, tefecilik zulmünü önlemek üzere, kanun, genel olarak
cezaya uğramadan alınabilecek en yüksek oranı saptar. Bu oran, her zaman için,
en düşük pazar fiyatının veya paranın kullanılması için en büyük inancayı
verebilenlerin çokluk ödediği bedelin biraz üstünde olmalıdır. Bu kanunlu oran,
en düşük pazar oranının aşağısında saptanacak olursa, bunu böyle kestirip
atmanın sonuçlarının hemen hemen faizin toptan yasak edilmesindeki gibi olması
gerekir. Alacaklı parasını, kullanılışındaki değerinden aşağı ödünç vermez.
Borçlu da, kullanmanın tam değerini kabul etmekle onun göze aldığı rizikonun
karşılığını kendisine ödemelidir. Bu kerte, tam tamına en düşük pazar fiyatı
üzerinden saptanırsa, çok sağlam kefalet gösteremeyenlerin hepsinin, ülkeleri
kanunlarına saygı duyan insanlar yanındaki itibarını ortadan kaldırır; onları,
anasının nikâhını isteyen tefecilere başvurmak zorunda bırakır…. Şurası
kaydolunmaktadır ki, kanunlu oran, en düşük piyasa fiyatının biraz yukarısında
olmalı ise de, pek yukarısında olmamalıdır…. yüksekçe saptanırsa, ödünç
verilecek paranın çoğu müsriflerle hayal tasarıcılarına, borç olarak verilir.
Çünkü onlardan başkası bu yüksek faizi vermeye razı olmaz. Paranın
kullanılmasına karşılık, bu yararlanmadan sağlamaları muhtemel kazancın bir
kısmından fazlasını vermeyen aklı başında kimseler, bu yarışa katılmayı göze
almazlar. Ülke sermayesinin çoğu, böylece, bunu kârlı ve faydalı şekilde
kullanması en muhtemel bulunanların elinden alınıp, çarçur ve heder etmeleri en
ihtimal içinde kimselere fırlatılıp atılmış olur. Tersine; kanunlu faiz oranı,
en düşük Pazar oranının pek az yukarısında saptandı mı, aklı başında kimseleri,
borçlu olarak, herkes müsriflere, hayal kuran tasarı sahiplerine yeğ tutar.
Para ödünç veren kimse, aklı başında olanlardan, hemen hemen ötekilerden almak
cesaretini gösterdiği kadar faiz alır. Parası, onların elinde, ötekilerden daha
emindir. Ülke sermayesinin çoğu, böylelikle, faydalı şekilde kullanılması en
muhtemel ellere verilmiş olur. Hiçbir kanun, alışılmış faiz kertesini, o kanun
yapıldığı sırada çokluk rastlanan en düşük pazar oranının aşağısına indiremez.
Fransız Kralı'nın, faiz oranını yüzde beşten yüzde dörde indirmeye kalkıştığı,
1766 tarihli buyrultuya karşın, türlü türlü yollarla kanundan yan çizilerek,
para, Fransa'da yüzde beşten ödünç verilmeye devam olundu.” (s.252, Adam Smith,
Milletlerin Zenginliği)
Normal ekonomik koşullar içinde,
ekonomik faaliyetlerden elde edilen birim ürün başına gelirler aşırı oranlarda
değildir. Çünkü gelirlerden üretim maliyetleri düşüldüğünde elde edilen kar,
çok yüksek oranlarda ortaya çıkmaz. Birim ürün değerini gösteren fiyat talebi
etkilediğinden buna izin vermez.
Normal koşullar dışında kalan deniz
ticareti ve benzerleri bu oranların dışında kalabilir. Çünkü, deniz ticareti
ile normal olmayan ekonomik koşullarla karşılaşılarak maliyetlerin çok üstünde
kar elde etme fırsatları olabilmektedir. Bu büyük fırsatla nedeni tasarruflara
büyük oranlarda faiz veren tefeciler ortaya çıkmaktadır. Ancak ekonomik sonucu
belirsiz, riski yüksek olan bu yatırımlar normal ekonomik yaşam içinde
genelleştirilmemelidir. Tefeciliğin genelleştiği ekonomiler, riskin ve belirsizliğin de yaygınlaştığı
ekonomiler durumuna geldiği için bu nitelikteki ekonomiler gerçekçi ekonomiler
değillerdir.
Günümüzün
çağdaş ekonomilerinde devlet tarafından, yukarıda örneğini vermiş olduğumuz
deniz ticareti gibi olağanüstü durumlara bağlı beklenti ve amaçlar peşinde aşrı kar beklentisi taşıyan yatırımların
normal-gerçek ekonomi piyasalarını bozmaması için reel ekonominin işlemlerine
bağlı olarak yasal faiz oranları belirlenmektedir. Tefecilik, aşırı faiz
yasalarla yasaklanmış, böylece semavi
dinlerin de toplumsal yaşamı düzenleyici hükümlerinin yerine getirilmesi
yönünde bir anlayış çakışması ile toplumsal yaşama müdahale edilmiştir.
Keynesyen ekonomistlerin yüksek enflasyon, yüksek faiz, büyük tasarruflar ve yüksek
kalkınma, düz mantığına dayanan görüşlerinin yanlışlığı da toplumsal yaşamda
tefeciliğin yaratmış olduğu olumsuzluklara benzer karmaşalara neden olduğu
görülerek terk edilmiştir. Öyle görünüyor ki toplumlarda ekonomik krizlerin
ortaya çıkmaması için faiz oranlarının, yıllık kalkınma oranları civarında
olması, girişimci, tüccar ve çalışanların kalkınma oranlarına bağlı olarak bu
oranlar civarında yıllık ulusal gelirden pay beklemeleri gerçekçi olacaktır.
KAYNAKÇA:
1- Abdil KARAKUŞ, İslam Hukuk Kaynaklarındaki Faiz Kavramının Modern
Ekonomi Bağlamında Yeniden Değerlendirilmesi, Sütçü İmam Üniversitesi SBE Temel İslam Bilimleri 2006,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş.
2- Yrd. Doç. Dr. Murat PIÇAK, Faiz Olgusunun İktisadi Düşünce Tarihindeki Gelişimi, Manas Sosyal
Araştırmalar Dergisi Cilt: 1 Sayı: 4 2012
3-
Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, Seç Yayın Dağıtım, İstanbul
4-
Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
5-
Aristoteles. Politika,,
1975, (Çev: Mete Tunçay),, Remzi Kitapevi, İstanbul
İsmail İNCİ, 22/10/2016
BU MAKALE BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ KÜLTÜR, YARDIMLAŞMA, DAYANIŞMA DERNEĞİ DERGİSİ EKİM 2016 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.