ÜST DÜZEYLERDE GÖREVLER YAPMIŞ BİR EMNİYET AMİRİNİN DENEYİM VE
DÜŞÜNCELERİNDEN ALINTILAR, GÖRÜŞLER VE
DÜŞÜNCELER
1976 yılında ilk görev yeri olan Mersin
Gülnar ilçesinde Emniyet Amiri olarak göreve başlayan Hanefi Avcı, 32 yıl boyunca Emniyet Örgütü içinde
İstihbarat Şube Başkanlığı, İl Emniyet Müdürlüğü, İl Emniyet Genel Müdür
Yardımcılığı, Emniyet Genel Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı gibi en alt kademeden
en üst kademelere kadar çok önemli görevlerde bulunmuş, birçok önemli bürokrat,
milletvekili, bakan, başbakan ile yakından tanışmış ve işbirliği yapmış bir
emniyet görevlisidir. Otuz iki yıl içerisinde Türkiye’de oluşan çok önemli
olayların içinde yaşamış, gözlemde bulunmuştur. Sayın Hanefi Avcı’nın devletteki
görev süresi içindeki deneyim birikimlerini “Haliçte Yaşayan Simonlar-Dün
Devlet Bugün Cemaat” adı altında kitaplaştırarak halka sunması, kitabın asıl yazılış
amacının başka olmasına rağmen, her
şeyden önce bir emniyet amirinin görüş açısıyla devlet yönetimindeki deneyim
birikiminlerinin zenginleşmesi açısından büyük öneme sahiptir. Son otuzbeş-kırk
yıl içinde ülke tarihinde yaşanan çok önemli olayları doğru değerlendirerek
yapılan yanlışları ortaya koymak yönünden, doğru siyasal kararlar alarak devlet
yönetiminde geriye dönülmesi olanaksız yanlışlar yapmamak açısından bu
deneyimlerin, uyandırdığı düşünce ve yargıların önemi büyüktür ve bugün de hala
bu edinilen deneyimler ve düşünceler güncelliğini korumakta, birçok olayın
açıklanmasında klavuz olmaktadır.
Yazar kitabının asıl yazış amacını kendisi
şöyle açıklamaktadır: “Bu kitabı yazmaktaki amacım,
içinizdeki çok iyi niyetli ve dürüst insanlara belki bir dakikalığına "Biz
ne yapıyoruz" diye düşündürebilmekti. Bu meseleyle ilgili olarak en fazla
üzüldüğüm
konu
çok temiz, düzgün, çalışkan ve saygılı insanların üstlerine iftira atan,
bilerek vicdansızlık yapan, vefasız insanlara dönüştürülmesidir…”
“Dışarıdan bakınca üstüme çok da
vazife değilmiş gibi gözüken bu şeyleri niye yazdım? Allah'ın varlığını her
yerde ve her zaman hissediyorum, bu yanlışları gördüğüm ve bildiğim halde
susmanın hesabını veremem. Yanlış bildiğim, başkalarına zarar veren kişilere karşı
koymazsam, yeminimi ve bunca yıllık geçmişimi nasıl izah edeceğim?...”
Sayın
Hanefi Avcı kitabını, devlete gereği gibi hizmet edeceğine ilişkin yapmış
olduğu yemini yerine getirmek amacı ile yazdığını söylemektedir. Bu düşünceye
bağlı olarak devlet içinde görmüş olduğu yanlışları ve en önemlisi olarak da
daha önce dostları olan Cemaatin içindekilerin kendi ve diğer dürüst kişilere
karşı yapmış oldukları entrikaları, suçlamaları, iftiraları ortaya çıkarmak için yazma
gereksinimi duymuştur. Çünkü başka hiçbir yoldan ilgililere ve kamuoyuna sesini
duyuramamaktadır.
“….Bu
insanlar ve onların faaliyet tarzları bilinmeden
ülkemizde
son dönemde yaşananları tam olarak anlamak mümkün
değildir.
Anlatacaklarımın hepsi maddi delilerle ispatlanabilir. Fakat
delilleri
bulacak insanların çoğunluğu da bu insanlarla beraberler.
Yine
de ben delillerin nerede ve nasıl bulunabileceğini göstereceğim.
Bu
insanların hasmı, düşmanı değilim; çoğu eski dostlarım, son
dönemde
tanık olduğum ve yasadışı olduğunu düşündüğüm
davranışları
hariç inançlarını ve dünya görüşlerini paylaşıyorum.” (s.380)
Sayın Hanefi Avcı, hakkındaki tutuklama
kaldırıldıktan sonra Aralık 2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda basına
açıklamış olduğu gibi, Polis örgütü içindeki arkadaşlarına ve sonunda kendisine
karşı düzenlenen kumpaslara dur diyebilmek için, son çare olarak kitabını
yazmıştır:”
Önce, Emniyet'teki insanlara kumpas kurmaya başladılar. Onların kurmak
istedikleri kumpaslara, emniyetteki bazı genel müdür yardımcılarına yaptıkları
tezgâhlara karşı çıkınca bir nebze hedef oldum. O zaman yetkilileri uyarmak
suretiyle, bu yapıya karşı tedbir alması gerektiğini birçok
makama yanlarına giderek anlattım. Yazılı müracaatlarım da oldu,
yeterince cevap almayınca, gereklilikler yapılmayınca kitap yazmak suretiyle o
görevimi yaptım.
06 Aralık
2016 Salı”
Yazar
kitabını iki bölüme ayırmıştır. “Devlet” adını verdiği Birinci Bölümde,
çocukluk ve öğrenim yaşamından kısa olmak üzere, göreve ilk başladığı tarih ve
yerden başlayarak Emniyet Örgütü içinde yapmış olduğu görevlerden, bu
görevlerdeki hizmetlerinden sözetmektedir.
“Cemaat”
adını verdiği ikinci bölümde ise Emniyet Örgütü ve Adalet kurumlarının içinde
cemaatin örgütlenmesini, bu kurumları ele geçirmesini ve bu örgütlemeyi önlemek
isteyen güvenlik örgütü içindeki kişi ve makamlara karşı gizli izlemeleri,
iftira, suçlama, karalama hareketlerin kumpasları anlatmaktadır.
YAZARIN KİTABINDA EMNİYET
ÖRGÜTÜ İÇİNDE DEVLET GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRİRKEN SAHİP OLDUĞU DENEYİM
BİRİKİMLERİNDEN, DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞLERİNDEN ALINTILAR, BUNLAR ÜZERİNE GÖRÜŞ VE
DÜŞÜNÜŞLER:
“Mademki
herkesin kolayca gelemediği bu yere, mucize üstü bir
şekilde
savrulmuştum, olan ve olacak birçok olayın perde arkasını çok az da olsa
görebiliyordum. O zaman arkadan gelenlere
söyleyecek
sözüm olmalıydı; yaşadıklarımı, yollardaki tehlikeleri,
kendilerine
kurulan tuzakları anlatmam ve bunlardan kurtulma
yollarını,
bildiklerimi söylemem gerekiyordu.” (s.10)
_______YAZAR KİTABININ DEĞİŞİK BÖLÜMLERİNDE ZAMAN ZAMAN
YUKARIDAKİ ALINTIDA OLDUĞU GİBİ KENDİNİ OLAĞANÜSTÜ GÜÇLERİNİN KORUDUĞU SANISINI
YAZIYOR. KENDİSİNİN BULUNMUŞ OLDUĞU MAKAM VE GÖREVLERİN HERKES TARAFINDAN
BULUNMASI GÜÇ GÖREVLER OLDUĞUNU VE YUKARIDA DEĞİNMİŞ OLDUĞUMUZ GİBİ SAHİP OLMUŞ
OLDUĞU DENEYİMLERİN VE BU DENEYİMLERDEN EDİNDİĞİ DÜŞÜNCE VE YARGILARIN DİĞER
KİŞİLERE ANLATMASININ ÖNEMLİ OLDUĞUNU HİSSEDİYOR. DAHA SONRA DA AÇIKLAMAYA
ÇALIŞACAĞIMIZ GİBİ BU DÜŞÜNCE VE YARGILARIN BİR KISMI YANLIŞTIR VE BİLİNMEYEN
GÜÇLERE YARARLI OLABİLECEK NİTELİKLER TAŞIMAKTADIR.
“Yıllar,
yıllar sonra şu sonuca vardım; İnsanların eylemlerini
kafalarındaki
fikirleri; fikirlerini ise inanç ve düşünce sistemleri,
dolayısıyla
dogmatik olarak kutsal kabul ettikleri ve hayatlarının
anlamı
olan ve uğrunda ölümü göze aldıkları yüce değerler
belirliyorsa;
bu ülkede bunca olumsuzluk varsa ve yıllardan beri
devam
ediyorsa, her şey kötü ve yanlış ise, bunun sebebi ufak tefek
şeyler
ve kişilerin hatası olamazdı. Hata, tüm eylemlerimizi
yönlendiren,
anlamlandıran fikir ve düşünce sistemimizin kaynağı olan dogmatik inançlarımız
ve kutsallarımızdaydı. Yani bizim
yücelttiğimiz,
uğruna her şeyi feda ettiğimiz, canımızdan çok
sevdiğimiz,
varlığımızın sebebi, kendimiz olmamızı sağlayan, bizi
başkasından
farklı kılan, bize ruh veren, başka ırk ve millet
olmamızı
sağlayan değerlerde sorun vardı. Yoksa bunca hata, bunca
anormallik
niye olsundu ki?” (s.14)
““Türk
milliyetçiliğinin, Türk gelenek ve ahlak anlayışının, kanunlarımızın, hatta
dinin, bu ülkedeki uygulanış biçimi yanlıştı; en azından zamana ve şartlara
uygun
değildi. Yoksa ülkemiz bu halde olur muydu, dünya ile
yarışta
bu kadar geri kalır mıydı? Terör 40 yıldır devam eder miydi?
Bu
kadar yolsuzluğun ülkede kabul görmesi, kimsenin bunlardan
rahatsız
olmaması, hatta yapılanları olağan bulması mümkün müydü?...
Varlık
sebebi gördüğüm değerlerin, ihtiyaca cevap vermediğini, hatta tüm
sorunlarımızın
kaynağı olduğunu anladım. Bu gerçeği
kabullenememenin,
kendime bile itiraf edememenin, öldürücü tesirini yaşadım.”(s.15)
________YAZAR GÖREVE İLK BAŞLAMIŞ OLDUĞU YILLARDA ORTAYA ÇIKAN
POLİSİYE OLAYLARA MUHAFAZAKÂR-MİLLİYETÇİ BAKIŞ AÇISI İLE BAKAN VE DİĞER
GÖRÜŞLERİN VE SAHİPLERİNİN ANCAK YOK EDİLMESİ İLE TOPLUMUN DÜZELEBİLECEĞİNE
İNANAN BİR EMNİYET GÖREVLİSİ OLARAK YILLAR SONRA DÜŞÜNCELERİNDEKİ DEĞİŞİMİ
ANLATMAK İSTİYOR. DOGMATİK OLAN İNANÇ VE DÜŞÜNCELERDE GEREK KENDİ BAKIŞ AÇISI
OLAN SAĞ İDEOLOJİ DOGMALARINDA, GEREKSE SOL İDEOLOJİ DOGMALARINDA SORUNLAR
VARDIR. SORUNLAR KİŞİLERDE DEĞİL, KİŞİLERE KİŞİLİK VE ÖZEL VARLIK KAZANDIRIYOR
OLSALAR DA KİŞİLERİN İNANÇ HALİNDE İNANDIKLARI DOGMALARDADIR. BU MİLLİYETÇİ
MUHAFAZAKAR DOGMALARLA ÜLKE KIRK YILDIR BAŞARISIZ OLARAK YÖNETİLMEKTEDİR VE
KİMSE BUNU GÖRMEK İSTEMEMEKTEDİR.
BU DENEYİM SONUCU VARILAN DÜŞÜNCELER DOĞRULUK PAYI TAŞISA DA
YAZARIN, YANLIŞ YÖNETİMLERİN GERÇEK VE ANA NEDENLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNÜŞ TARZININ
YETERSİZLİĞİNİ, NEDENLERİN ÜLKE İÇİNDEN ÇOK DIŞINDAKİ ETKİLERDEN GELDİĞİ
ÜZERİNE DÜŞÜNCE YÜRÜTEMEDİĞİNİ GÖSTERİYOR.
“İllegal
örgüt mensupları kadar değil ama onların onda,
hatta
yüzde biri kadar idealist arkadaşlar bulduğumu zannettiğim
her
kadrodan ayrıldıktan sonra, arkadaşlarımın makam ve mevki
gibi
basit çıkarlar uğruna birbirlerini kırdıklarını, kutuplaştıklarını
görünce üzüldüm,” (s.16)
______GÜVENLİK KURUMLARI
İÇİNDE, SİYASİ KADROLARDA OLDUĞU GİBİ MAKAM VE İTİBAR İÇİN BÜYÜK BİR ÇATIŞMA VE
BENCİLLİK BULUNMAKTA, ÜLKENİN VE DEVLETİN ÇIKARLARINA ÖNCELİK
VERİLMEMEKTE, BU DURUM DA GÜVENLİK
ÖRGÜTÜNÜN İŞLEYİŞİNİ, BAŞARISINI BOZMAKTA, DEVLETE DE BÜYÜK ZARAR VERMEKTEDİR.
“Oysa
adam öldürenler, yaralayanlar eğer sıradan insanlarsa veya bir
Örgüt
mensubu ise bu kural işletiliyordu, bunun dışında devlet
görevlileri
bazı kişileri kaçırır, infaz ederse bu kişiler yakalanmıyordu.
Bu
durumu birçok olayda görmek mümkündü; bizler de her
suçu
değil, yalnızca bize öğretilen ve empoze edilen hususları suç
görüyor,
bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelendirmiyorduk.
Bu
duruma, bu tip davranışlara "Simonlaşmak" adını veriyorduk.
İşte
bu durumu düşündükten sonra kendime söz verdim;
ben Simon gibi olmayacaktım, ben Simonlaşmayacaktım”
(s.23)
“Toplumun
çoğunluğu bu ülkede
işlerin
doğru ve dürüst yürütülmediğine inanıyor, ama en büyük
usulsüzlüklere
toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en
çok
karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor; en rüşvetçi kişi
en
itibarlı kişi olarak kabul görüyor….uzun süre kötülükler,
yanlışlıklar,
haksızlıklar ve hukuksuzluklar içerisinde yaşamak,
bunun
içerisinde var olmak gözümüzü kör etmiş; tüm bu
olumsuzluklara
uyum sağlayarak bu anormalliği normalleştirmişiz.
Aslında
en fazla itiraz etmemiz ve karşı koymamız gereken
durumlarda
çok makul ve kabul edici tepkiler vermişiz….
Bu
bilince eriştikten sonra, içinde yaşadığımız şartları kabul
etmemeyi;
bu rüşvet, yolsuzluk, riya ve yalanla dolu ortamda
yaşamaya
mecbur olsam da asla bu durumu normal görmemeyi; en
küçüğünden
en büyüğüne her türlü yolsuzluğa, hırsızlığa,
usulsüzlüğe
tepki göstermeyi ve gücümün yettiği kadar karşı
koymayı
hayatımda düstur edindim.” (s.25-26)
________TOPLUMDA YAZARIN ANLAYAMADIĞI DIŞ VE İÇ SİYASAL-EKONOMİK
GÜÇLER NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN ADALETSİZ OLAYLAR, KENDİ AÇISINDAN KABUL EDİLEMEZ
OLARAK GÖRÜLÜYOR VE KENDİ KENDİNE BU ADALETSİZLİKLERE KARŞI TEK BAŞINA MÜCADELE
EDEBİLECEĞİNE İNANIYOR VE KARAR ALIYOR. GERÇEKTE İSE TEK BAŞINA DEĞİL DEVLETİ
YANINA ALARAK BUNU İÇİN DE DEVLET ÖRGÜTLENMESİ İÇİNDE GEREKLİ YENİLEŞME HAREKETLERİNİGERÇEKLEŞTİREREK
YAPILABİLECEK BİR MÜCADELEDİR BU.
“Sonraki
yıllarda, PKK ya yönelik çalışmalar sırasında, Suriye'nin
Türkiye’de
-özellikle Mardin bölgesinde- İhvana bilinen bazı kişileri
dolaylı
yöntemlerle PKK ya öldürttüğünü, teslim olan samimi PKK’LI
itirafçılardan
duymuştum. Benzeri durumlar birçok ülke için de söylenebilir.
Geçmişte
ülkemize zarar verdiğini, ülkemize yönelik terör faaliyetlerinin
merkezinde
yer aldığını veya PKK yı desteklediğini açıkça bildiğimiz
Suriye'ye,
Yunanistan'a ve benzeri ülkelere karşı biz de Türkiye
olarak
her halde birçok şey yapmak, bunun karşılığını vermek
istedik,
ama bu ülkelerde bir grup yaratamadık veya bir eylemsel
faaliyete
dönüştüremedik.
Bu
açık olarak göstermektedir ki, bir ülke içerisinde meydana
gelen
kargaşanın, terörün ve büyük olayların asıl sebebi, o ülkenin
kendi
içerisindeki çelişkiler, huzursuzluklar, yönetim ve idari
yapısındaki
bozukluklar, halkın taleplerinin karşılanmaması,
zamana
ve çağa uygun olmayan bir yönetim anlayışının hüküm
sürmesidir.
Dış güçler sadece bunu kullanmak, bunu tahrik etmek
derecesinde
faydalanabilir, yoksa bu olayları yoktan yaratma
İmkânları
bulunmamaktadır. O açıdan Türkiye’de üretilen komplo
teorilerinin
de temeli ve mantığı doğru değildir.”(s.80)
_________YAZARIN, BURADA BİRÇOK ÖNEMLİ OLAYDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ
ORTAYA ÇIKAN TOPLUMSAL OLAYLARIN KAYNAĞINI DERİN VE ANA NEDENLERİNİ DÜŞÜNMEDİĞİNİ
GÖRÜYORUZ. ÜNLÜ İSTİHBARAT UZMANI SAYIN
MAHİR KAYNAĞIN AÇIKLAMIŞ OLDUĞU, ABD VE DESTEKLEYİCİ MÜTTEFİK AVRUPA
ÜLKELERİNİN TÜRKİYE VE ORTADOĞU ÜLKELERİ ÜZERİNDEKİ BÜYÜK KAOS PROJELERİNDEN
HİÇBİR BİLGİSİ OLMADIĞI ANLAŞILMAKTADIR. BU DIŞ GÜÇLERİN HAZIRLAMIŞ OLDUKLARI
BÜYÜK SÖMÜRGE PROJELERİ ZAMAN VE COĞRAFYA OLARAK O KADAR BÜYÜKTÜR Kİ KAPSADIĞI
ÜLKELERDEKİ OLAYLARI SIFIRDAN BAŞLATIP BÜYÜTMEKTEDİR. TOPLUMSAL OLAYLARDA ANA
NEDEN BU PROJELER OLMAKTADIR. DEVLET
YÖNETİMİNDEKİ BAŞARISIZLIKLAR BASİT İNANÇ VE DEVLET YÖNETİMİNDEKİ YANLIŞ
DÜŞÜNCELERDEN DEĞİL BU ANA NEDENLERİ ORTADAN KALDIRACAK SAVUNMA GÜÇLERİ
OLUŞTURAMAMAKTAN İLERİ GELMEKTEDİR.
“12 Eylül İhtilalı olduktan sonra olaylara
karışan tüm örgüt
mensuplarını
veya terör olaylarına karışan bütün tarafları büyük
oranda
yakalamış, gözaltına almış ve mahkemeye sevk etmiştik.
Bunların
büyük kısmı tutuklanarak Sıkıyönetim Mahkemelerinde
yargılanıyorlardı.
Şehirde genel bir düzen hâkim olmuştu,
sıkıyönetimin
verdiği havayla da hemen hemen hiç olay olmaz hale
gelmişti.”
(s.83)
____________DEVLET GEREKTİĞİNDE BAZI İNSAN HAKLARI OLARAK
ADLANDIRDIĞIMIZ HAKLARI DA KISITLAYARAK OTORİTESİNİ SAĞLADIĞINDA, DAHA KISA
SÜREDE VE TAM OLARAK TOPLUMDA CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİ, BARIŞ VE HUZUR ORTAMINI
SAĞLANABİLMEKTEDİR. ÇÜNKÜ BU ORTAMDA GÜVENLİK GÜÇLERİ VE ASKERİ GÜÇLER DAHA
ETKİN OLARAK, ELLERİ GÜÇLENMİŞ OLARAK HAREKET EDEBİLDİĞİNDEN GÜVENLİĞİ
SAĞLAYACAK OTORİTEYİ DAHA KISA SÜREDE VE ETKİLİ OLARAK KURABİLMEKTEDİRLER. BU
12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNDEN SONRA DA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ ÖNEMLİ BİR TOPLUMSAL
DENEYİMDİR.
“Görüşmelerde
biz ülkemizde terör ve güvenlik zafiyeti varmış gibi
göstermemek
için PKK'yı etkin, yaygın eylem yapan bir örgüt olarak
görmediğimizi,
üç beş eşkıya grubu olarak nitelendirdiğimizi
söylerken,
orada Almanların PKK'yı bizden daha iyi tanıdıklarını
gördüm.
Bilgi vermek için söz alan BKA görevlisi "Bugün için gerçek
durumu
tam gözükmese de PKK, bu militan yapısı ve imkanları ile
Türkiye’de
bir gerilla savaşı yürütebilir, Almanya'da ciddi sorunlar
yaratabilir,
gelecekte çok ciddiye alınması gereken bir gruptur,"
diyerek
durumu özetlediği konuşmasında aslında PKK'daki militan
yapısını,
geleceğe yönelik planlarını ve örgütün bugünkü durumunu
o
gün bize anlatmıştı. Dolaylı olarak aslında bize, siz de Alman
güvenlik
makamları da PKK'yı ciddiye almıyorsunuz ama
yanıldığınızı
anlayacaksınız imasında bulunmuştu. Almanlar bize çok önemli açıklamalarda
bulundular, çok ustaca bize yol gösterip yapmamız gerekenleri anlattılar. Maalesef
her zamanki körlüğümüz ve şuursuzluğumuz
asıl
rolümüzü oynamamızı engelledi.” (s.102)
________PKK OLAYINDA OLDUĞU GİBİ BAŞLAYAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜNÜ
ÖNEMSEMEMEK, KÜÇÜMSEMEK; İSTERSEK HEMEN
TERÖRİSTLER ORTADAN KALDIRILIR, BİR ŞEY YAPAMAZLAR DEMEK, KISACASI “YILANIN
BAŞINI KÜÇÜKKEN EZMEMEK, SONRASINDA DEVLET VE TOPLUM İÇİN ÇOK BÜYÜK KAYIPLARA
YOL AÇMAKTADIR. PKK OLAYINDA DA DIŞ GÜÇLERİN YANILTMALARI İLE BİRLİKTE BU
YANLIŞLIK YAPILMIŞTIR.
“Örgütlerin
ideolojik altyapılarını, eylem tarzlarını, örgütsel yapılarını tam
anlamıyla
bilmediklerinden bu örgütler hakkında söylenenleri doğru
şekilde
değerlendiremiyor, bunlardan neyin mümkün neyin
mümkün
olmadığı konusunda yeterli bilgi birikimine sahip
olmadıklarından
doğru kararlar veremiyorlardı. Bence en önemli
eksiklik
buydu. Bizim teşkilatımızda olayları kavrayabilme becerisi
ne
yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bir kişinin söylediği büyük yalanlar
ancak
bunları ispat eden maddi deliler bulunduğunda ortaya
çıkıyordu.
Hâlbuki İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubesi
personelinin,
kişinin anlattığı tek bir olaydan, ortaya koyduğu tek bir
iddiadan,
attığı slogandan neyi bilip, neyi bilmediğini, neyin yalan,
neyin
doğru olduğunu kesin ve net olarak anlaması zorunludur.
Kişinin
örgütsel faaliyeti, illegal yaşamı göz önüne alınıp örgüt içinde hangi konumda
olanlar neyi bilir, neyi bilemez noktasında belli bir
anlayışa
sahip olarak ona göre hareket edebilmelidir.” (s.121)
“Kuzey
Irak'ta yaşayan Kürt aşiretlerinin en büyük iki kolundan
Talabani
ve Barzani’ye bağlı kuvvetler yıllarca Irak rejimi ile
savaşmışlardır.
Ancak Irakla savaşan bu iki aşiretin en büyük
rakipleri
de yine kendileridir. Özellikle 1970’li yıllarda Kuzey Irak'ta
önce
federe Kürt devletinin kurulması yönünde anlaşmaya varıldı.
Daha
sonra ortaya çıkan anlaşmazlıkların ardından savaş yeniden
başladı.
Bu esnada önceleri Talabani ve Barzani birlikte Irak
yönetimine
karşı savaşırken, bir süre sonra kendi aralarındaki
çekişme
ve mücadele sonucunda Celal Talabani Saddam Hüseyin ile anlaştı, hatta Celal
Talabani Saddam Hüseyin yönetiminde görev
aldı ve
hemen akabinde Barzani'yi yok etmek için planlar yapmaya
başladı.”
(s.155)
“Kuzey
Irak'ta Irak'a muhalif olan Barzani, Talabani veya
emsali
Kürt aşiretlerinin içinde bulunduğu toplumsal durum ve
çoğunun
dini açıdan muhafazakar ve aşiret gibi geri bir sosyal
anlayışa
dayanarak örgütlenmiş olmaları, Irak aleyhine faaliyetleri
destekleyen
Suriye gibi sosyalist düşüncelere yakın ülkeleri,
sosyalist
komünist ideolojilere sahip bir muhalefeti desteklemelerine
yol
açtı. Ancak Kuzey Irak'taki halkın sosyal durumu böyle bir
olguda
olduğundan daha fazla güçlendirecek kapasitede değildi. Belli
sayıda
militan ve örgüt vardı, yapı ancak bu kadarını kaldırıyordu.
Fakat
dışsal faktörler devreye sokularak, fazla miktarda para ve
silah
verilerek bir anda çok güçlü bir silahlı militan grup
oluşturulmak
istendi. Fakat bu davaya inancı olmayan kişilerden
oluşan
örgüt bir an için büyüyüp güçlendiği yönünde bir görüntü
verdiyse
de kısa surede eskisinden daha geri hale geldi ve tüm yapı
tamamıyla
yerle bir oldu.”(s.158)
_______BARZANİ, TALABANİ VE DİĞER KÜRT AŞİRETLERİNİ BİR ARAYA
GETİREN, ARALARINDAKİ ÇATIŞMALARA SON VERDİREN ABD’NİN IRAK’A YAPMIŞ OLDUĞU
SALDIRI OLUYOR. ABD’NİN IRAK İLE BU SAVAŞTA KÜRT AŞİRETLERİNİN TÜMÜNÜ
KULLANMASI ONLARIN BİR ARADA HAREKET ETMESİNİ GEREKTİRDİĞİNDEN ARALARINDAKİ
SİYASAL VE İDEOLOJİK AYRILIKLAR OLSA DA, BAĞIMSIZ BİR KÜRT DEVLETİ KURABİLMEK
AMACI ETRAFINDA BİRLİK OLMALARINI ABD SAĞLIYOR. BU BİRLİK İLE IRAK’IN SADDAM
SONRASI DEVLET YÖNETİMİNİ PAYLAŞARAK IRAK’IN ZENGİNLİKLERİNİ, SİLAHLARINI ELE
GEÇİRİYORLAR. BU BİRLİĞİN YENİDEN BOZULMASI, BÖLGEDEKİ ÜLKELERİNİ GELECEĞİ İÇİN
ÖNEM TAŞIYOR.
“Bu
telsizleri süratle kurarak, takip elemanlarımızın birbirleriyle
konuşabilecekleri
bir telsiz sistemi yarattık. Aldığımız fotoğraf
makineleri
ve kameraları kullanarak gizli kamera yapma imkanına
kavuştuk.
Ayrıca daha önce Diyarbakır'da yanıma aldığım telsiz
teknisyeni
polis memurunu da İstanbul'a getirdim. Onun gibi birkaç
yetenekli
memurla birlikte küçücük bir odada laboratuarımızı
kurduk.
Böylece bu küçücük odada kendi dinleme teyplerimizi,
kameralarımızı,
fotoğraf makinelerimizi yapmaya
başladık,
hem de inanılmaz ölçüde düşük maliyetlerle.
İstanbul'da
böyle bir takip telsiz sistemi ancak milyon dolarlara
kurulabilirken,
biz 100 adet telsizi, gizli konuşma aparatları, yedek
batarya
ve yedek malzemelerin tamamım 42 bin dolara mal etmiştik.” (s.166)
_______TÜRK İSTİHBARATININ BİLGİ TOPLAMA VE GİZLİ BİLGİLERE
ERİŞME KONUSUNDA NE KADAR GEÇ KALDIĞINI HANEFİ AVCI’NIN BU ANILARINDAN
ÖĞRENİYORUZ. ÇÜNKÜ SOVYET RUSYA, ABD VE BATILI ÜLKELER 1950’LİLERDE HATTA
TELSİZ VE TELEFONUN YAYGIN OLARAK KULLANILMAYA BAŞLANDIĞI, ELEKTRİK DALGALARI
İLE HAYVANLAR ÜZERİNDE DENEYLER YAPILMAYA BAŞLANILDIĞI 1930 YILLARDAN BERİ
İNSAN ZİHNİNİ OKUYARAK VE RADYO DALGARI İLE YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞARAK İSTİHBARAT
SAĞLAMAYA BAŞLIYORLAR. PSİTRON ADI VERİLEN BASİT VE UCUZ BİR ALET İLE ÖNCE
RUSLARIN SONRA DA ABD VE AVRUPA ÜLKELERİNİN İSTİHBARAT BİRİMLERİNİ DONATTIKLARI
GÖRÜLÜYOR.
PSİTRON=UZAKTAN ALGILAMA
SİSTEMLERİNİ TÜRK İSTİHBARATI DA, ŞU AN VAROLAN TÜRK UYDULARININ DA VARLIĞI İLE
ÇOK KOLAY VE UCUZ BİR TEKNİKLE KURABİLİR.
BİR DAHAKİ YAZIMIZDA BU KONU ÜZERİNDEKİ ARAŞTIRMA SONUÇLARINI VE DÜŞÜNCELERİ
YAZACAĞIM.
“Emniyette
çalışan Ali Ozansoy'a da böyle bir şey yapabilirler. Sakın
böyle
bir şey denenmesin, biz buna karşı çıkarız havası içerisinde
Jandarma
Genel Komutanlığına gittiklerinde, Yeşil ile
karşılaşıyorlar.
Yeşil açık açık elindeki Simit Wesson marka
tabancayı
göstererek, "Bununla ateş ettim, gerekirse size de ateş
ederim,"
diyecek kadar rahatlıkla cinayeti kabul ediyordu. Bu olay
bana
o tarihte buna şahit olanlar tarafından anlatılmıştı ama bugün
sorsanız hepsi gördüklerini kesinlikle
inkar edeceklerdir…..
“Ben
Cem’in kaybolması ile
ilgili
ne Emniyetten ne de Jandarmadan tek bir yazı ya da mesaj bile
almadım.
Cem Binbaşı gibi biri görevinden dolayı kaçırılıyor, ama
hiçbir
araştırma ve soruşturma işlemi yapılmıyor. Tek başına bu
durum
bile bu araştırma ve soruşturmayı yapmayanların,
yaptırmayanların
fail olduklarını gösteriyor. Bu durum hukuki tabiri
ile hayatın olağan akışına uygun
değildir.” (s.202)
“Jandarma
Genel Komutanlığının terörle mücadele için böyle bir birim
kurmasında
hiç bir mahsur bulunmazken var olan bir birimi inkar
etmesinin
akılla izahı yoktur. JİTEM in kurulması değil, çalışma
yöntemleri
yanlıştır ama bu teşkilatın kurulmasında hiçbir mahsur yoktur….
Çetin
Ağaşe isimli bir gazeteci JİTEM Gerçeği adlı bir kitap
yazmıştı. Bu kitapta da basit ama
aslında çok önemli belgeler vardı.” (s.203)
“Bence
yazıyı yazanlar, gerçek devlet adamlığı vasıflarından
mahrum
insanlardı. Çünkü devlet asla yalan söylememeliydi, hele
ki
böyle hassas bir konuda devletin yalan söylemesi ve yanlış bilgi
vermesi
asla kabul edilemez ama maalesef bu şekilde bir davranış
sergilenerek
hata edildi. Bugün bile Jandarma Genel Komutanlığı
aransa, bir tır dolusu JİTEM ibareli
evrak bulmak mümkün.” (s.204)
“O
zaman şunu düşündüm, bu insanlar dünyanın her yerindeki
Irktaşlarıyla
irtibat kurmak üzere bir sistem kurmuşlar, onlar
hakkında
bütün bilgilere sahipler, kimin nerede hangi görevde
çalıştığını
biliyor ve takip ediyorlar. Özellikle de kendilerine farklı
konularda
bilgi sağlayacak görevlerde bulunanlar üzerinde
yoğunlaşıyorlar.
Böylece gerek olduğunda ihtiyaç duyulan bilgiyi
kendilerine
sağlayabilecek kişiyi arıyor ve bilgiye ulaşıyorlar. Bu çok
faydalı
ve güzel bir sistemdi.
Ama
biz, Avrupa'da yaşayan birkaç milyon Türk olmasına
rağmen onlardan hiçbir şekilde
faydalanamıyoruz.” (s.206)
“Avrupa'da
yaşayan dört milyondan fazla
Türk’ten
gönüllü olarak yardımcı olmak isteyip bize müracaat
edenleri
organize edebilsek, onların adreslerini alsak, bilgileri bize
gönderebilecekleri
bir kanal tayin edebilsek; gerek olduğunda onlara
ulaşabileceğimiz
bir kanal kurabilseydik, Avrupa'da özel bir şekilde
toplanacak
istihbarata ihtiyacımız kalmazdı. Bedava, hazır, güvenilir
ve
legal binlerce haber kaynağını hiçbir zaman kullanamadık,
kullanmanın
yol ve yöntemini bulamadık. Bir tek bu olay bile Türk
istihbaratının ne durumda olduğu
konusunda fikir vermektedir.” (s.207)
________BİR ŞEKİLDE
ELLERİNDE HER MESLEK, BİLGİ VE BECERİDE KİŞİNİN BİLGİLERİNİN BULUNDUĞU “İNSAN
KAYNAĞI KLAVUZU” BULUNDURMAYANLAR LİDERLİK, YÖNETİCİLİK YAPAMAZLAR, YAPSALAR DA
BAŞARILI OLAMAZLAR. BÖYLE BİR İNSAN KAYNAĞINA SAHİP OLMAK İSTİHBARAT
BİRİMLERİNDE ZORUNLU OLDUĞU GİBİ HER ALANDAKİ YÖNETİCİLER İÇİN ZORUNLU
İHTİYAÇTIR.
“Bir
dönem Emniyette geleneksel anlayışın dışında mücadele
yöntemleri
geliştirilmeye başlandı. İdeolojik gruplar içerisinde belli
yer
edinmiş, nüfuzlu, yarısı yeraltında yarısı devletle bağlantılı
unsurlar
yanında fedai şeklinde bulunan çeşitli suçlardan sabıkalı
sivil
kişiler, PKK'yla mücadeleyi sadece öldürme temeline indirgeyen,
çeşitli
çatışma ve operasyonlarda yasal sınırları aşma temayülü
göstermiş
bazı polislerden oluşan adı konmamış timler oluşturuldu.
Bu
timlere bazı polis amirleri dışında yarısı yer altında, yarısı
devletle
bağlantılı unsurlar kimi zaman destek, kimi zaman
rehberlik
kimi zaman liderlik yapmaya başladı, zamanla bunlar fiili
liderliği ele aldılar.” (s.213-214)
“Susurluk,
Türkiye’nin terörle mücadelede rejim ve sistem
muhaliflerini susturmak için kullandığı hukuk/kanun dışı
yöntemlerin
genel adıdır.
Bir
ülkede yönetimin daha iyi olması için demokratik taleplerin
dile
getirilmesi, rejim değişikliklerini savunanların bu değişikliği
neden
istediklerini halka anlatarak, halkın desteğiyle iktidara
gelmeleri
normal yol ve yöntemdir. Evrensel hukuka göre, her
düşünceyi
savunan bir siyasi parti kurulabilir, iktidara yönelebilir ve
iktidara
geldiği zaman halkın beklentileri doğrultusunda yanlış olan
bir
sistemi değiştirebilir; ama Türkiye’deki yasalar değişime karşı
olduğu
için, dile getirilen talepler ne kadar haklı ve çağa uygun
olursa
olsun, bu tür yollar tıkanmıştır. İşte bu yol ve yöntemlerin,
bütün
demokratik mekanizmaların önü tıkanınca daha iyi bir düzen,
daha
iyi bir yönetim kuracaklarına inananlar, bu fikirlerini halka
anlatıp
halkın onayı ile halk için yönetimi değiştirmeye talip olanlar,
yollarını
tıkayan güçlerin meşruiyetini sorgulamaya ve rejimin
koruyucularına,
kendilerini yasaklayanlara karşı biraz da farklı
yollara
ve belki de kanun dışı aktif tavır alarak karşı koymaya
başladılar.”(
s.214)
“İşte
bu örgütleri, bu kişileri, yani rejim muhaliflerini susturmak
için
başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların
adına
Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan en
ağır
yolun ve en kaba yöntemin, yani insanları öldürmenin, Temizlik
Harekâtına
girişmenin adıdır. Bunun tek bir kişide, bir örgütte, bir
grupta
değil; genel devlet temayülü içerisinde anımsanmayacak bir
sahada
taraftar bulması, gevenlik mekanizmalarının içerisinde çok
sayıda
görevli tarafından benimsenmesi, bu yöntemin dolaylı bir
şekilde
desteklendiğini gösteriyordu.
Susurluk,
teröristlere, kanun tanımayanlara kanunsuz muamele
etmek
şeklinde devleti ve devletin mücadele biçimini mücadele
ettiği
gruplarla aynı seviyeye indiren, inanılmaz bir anlayışın
tezahürüydü.” ( s.215)
______GÜVENLİK GÜÇLERİ
İÇİNDE, “İDEOLOJİK GRUPLAR İÇERİSİNDE BELLİ YER EDİNMİŞ, NÜFUZLU, YARISI
YERALTINDA YARISI DEVLETLE BAĞLANTILI UNSURLAR YANINDA FEDAİ ŞEKLİNDE BULUNAN
ÇEŞİTLİ SUÇLARDAN SABIKALI SİVİL KİŞİLERİN”,TERÖRİST OLARAK ADLANDIRILAN
KİŞİLERE KARŞI KULLANILMASI SONUCU OLARAK DEVLET İLE MAFYA ARASINDAKİ
İLİŞKİLERİN, BAĞLARIN KURULMASININ, MAFYAYA VE ÇETELERE TOPLUM İÇİNDE DOKUNULMAMASININ,
HOŞ GÖRÜ İLE VEYA KANUNSUZLUKLARININ GÖRMEZLİKTEN GELİNMESİNİN, ÇETE
LİDERLERİNİN KAHRAMANLAŞTIRILMASININ NEDENLERİ ANLAŞILMIŞ OLMAKTADIR. SİYASİ
BAĞLANTILARININ OLUŞMASINA KADAR UZANAN BU ANLAYIŞ SONUCU SİYASAL İKTİDARLARIN
ÇETE VE MAFYALARLA DAYANIŞMA İÇİNDE DEVLET YÖNETMELERİNİN DE NEDENİ ANLAŞILMIŞ
OLMAKTADIR. “SUSURLUK OLAYI” BU ANLAYIŞTA TERÖRÜ ÖNLEME, GÜVENLİĞİ SAĞLAMA
ÇALIŞMASI DÜŞÜNCESİNİN SOMUT OLARAK KANITI OLMUŞ OLUYOR.
SİYASAL ALANDAKİ
MÜCADELE YİNE SİYASAL ALANDAKİ MÜCADELE İLE SİYASAL-EKONOMİK DEVLET YÖNETİMİ
DÜŞÜNCELERİ ARASINDAKİ HALKA DÜŞÜNCELERİN KABUL ETTİRİLMESİ MÜCADELESİ İLE YAPILMALIDIR.
ANCAK SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ HALİNE GELEN SİYASAL SİLAHLI GÜÇLERLE MÜCADELE, YİNE ONLARIN YÖNTEMİ İLE SİLAHLA MÜCADELE
YAPILIR. BU MÜCADELEDE DEVLETİN SİLAHLI
GÜÇLERİ OLAN TÜM GÜVENLİK ÖRGÜTÜ VE ASKERİ KUVVETLERİ İLE TERÖRİSTLERE KARŞI
TEMİZLİK YAPMAK YASAL BİR YOL DURUMUNA GELİR. BURADA YASAL OLMAYAN TOPLUMUN
ADALETE, YASALARA DAYANAN YAŞAMA BİÇİME KARŞI OLARAK ORTAYA ÇIKAN MAFYA, ÇETE GİBİ ÖRGÜTLERLE BİR OLUP DEVLETİ
TOPLUMLA KARŞI KARŞIYA BIRAKAN VE TOPLUMDA ADALETSİZLİĞİ, YASA DIŞILIĞI SAVUNUR
DURUMU DÜŞÜREN SİLAHLI MÜCADELE ANLAYIŞIDIR. YASA DIŞI ÖRGÜTLERLE DEĞİL DEVLET
KENDİ YASALARLA KURULAN SİLAHLI GÜÇLERİ İLE TERÖR ESTİREN GÜÇLERLE MÜCADELE VE
SAVAŞ YAPMALIDIR.
“Haddini
aşan zıddına dönüşür diye bir söz vardır, işte kendilerine
devrimci
örgüt diyenler aslında hadlerini aşarak, karşı
oldukları
bu infaz timlerinin, bu anlayışların doğmasını ve büyümesini
sağladılar;
infaz ve baskı timleri de yaptıkları hareketlerle
bu
illegal örgütleri büyütüp çoğalttılar ve eylemlerinin artmasına
zemin
hazırlarken bu kişilerin kendilerini haklı görmelerini,
kendilerini
ikna etmelerini de sağladılar. Yani terörist saldırılar,
güvenlik
kuvvetleri içerisinde infaz timlerinin oluşmasını, infaz
timleri
ise faaliyetleri ile illegal örgütleri daha da güçlendirdiler.
İşte
Susurluk böyle bir meseleydi bana göre; tabii ki bu sadece
üç
beş kişinin birkaç MİT ve jandarma mensubunun yaptığı
uygulamalar
değildi, onların güç ve destek aldıkları çok yukarılara
uzanan
bağlantıları bulunuyordu. Bana göre bu güvenlik
birimlerinin,
en üst mekanizmasında bulunanlar meydana gelen
olayları
bütün detayıyla biliyordu, gelişmelerden haberdardı, ama
bilmiyormuş
gibi davranıp dolaylı destek veriyorlardı. Belki de
birtakım
malzemelerin temininde ve çeşitli işlemlerin, atamaların,
görevlendirmelerin
yapılmasında bilerek destek sağlıyorlardı. Devlet
içindeki
bu anlayış, düşünce ve bu düşüncenin kabul edildiği bir çerçeve her gün biraz
daha genişliyordu, Susurluk denen şey asıl olarak buydu ve yanlışlık da
buradaydı.” (s.218-9)
“Devletin
hukuk sistemi, bu işi
soruşturan
müfettişler ve en önemlisi de mahkemeler, bu yöntemi,
bu
anlayışın yanlış olduğunu kabul etti, teröristlere ve terör
örgütlerine
karşı kanunları çiğneyerek, illegal yöntemler kullanarak
mücadele
edilmesini de kanunsuzluk ve terör eylemi sayarak bu
anlayışı
mahkum etti. Belki bahsi gecen olaylarda fiilen görev alan
binlerce
insan olmasına rağmen sadece on, on iki kişi ceza aldı. Ama
şu
çok önemliydi, hukuk sistemi rejim ve sistem muhaliflerine karşı
İllegal
faaliyetleri, bu kişileri susturmak için kullanılan hukuk dışı
yol
ve yöntemleri kabul etmedi. Bu durum, devlet sisteminde bu
tutumun
artık meşru olarak kabul edilemeyeceğini ve bir gün, daha
ağır
hesapların verileceğini ilan etmesi açısından çok önemliydi.
Bence
bu gelişme yüzde yüz amacına ulaşmasa da belli bir
mesafe
kaydetmiştir. En azından bu işin yanlış olduğu teşhir
edilmiştir.
Halen bunu savunanlar olsa da, güvenlik kuvvetleri
içerisinde
bu anlayışa sahip olan azımsanmayacak sayıda insan
bulunsa
da bunu hukuk sisteminin yanlış kabul etmesi, meşru
düzende
herkesin hukuku ve kanunları savunması gerektiğinin
ortaya
çıkması açısından çok önemliydi. Dolayısıyla ben mahkeme
kararını
bu açıdan çok önemsiyorum ve bundan dolayı da en
azından
Susurluk davası yüzde yetmiş oranında amacına ulaşmıştır,
diyebiliyorum.
Yapılanların yetersiz olduğunu, suça karışan
herkesin
ayıklanması gerektiğini söyleyenlere, böyle büyük bir
temizlik
mümkün değil, o kadar suyumuz ve malzememiz yok, olsa
da
o büyük temizlik çoğunluğu alıp götürebilir, ortada fazla kimse
kalmayabilir,
bu ihtimali de göz önünde bulundurmak lazım
diyorum.
(s.218-9)
““Ancak
bahsettiğim gibi,
Jandarmanın
elinde özel veya operasyon yapacak tim yoktu ve bu
timin
temin edilmesi için biz sürekli Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel
Komutanlığından (onlar da Genelkurmaydan) tim
istiyorduk,
ancak uzun bir süre geçmesine rağmen bir türlü tim
gelmedi.
Tim bulamıyorduk. PKK üyeleri vardı ve tespit, kesin nokta
istihbaratıydı:
örgüt Antalya'ya yerleşecek, Türk turizmine çok ciddi
darbeler
vurabilecek, yaptığı en ufak eylemle tüm Antalya bölge
turizmini
tehlikeye sokacaktı……büyük eylemler gerçekleştirecek bir grubu imha etmek üzere
iki veya üç özel Harekat Timini Ankara'dan Antalya'ya getirememiştik. Üç-beş gün
boyunca burada operasyon yapacak bir tim bulamamıştık. Sonrasında…
Antalya'da
bu PKK grubu turistlerin araçlarını ve ormanları yaktı, turistik tesislere
roket attı, jandarmalarla birkaç defa çatışmaya girdi, (daha sonra intihar
eden)
Albay
Abdülkerim Kırca buradaki bir çatışmada yaralanıp sakat
kaldı.
Hâlbuki bu grubu o gün imha etmek mümkündü. Bu grup iki
yıl
boyunca Antalya'da pek çok olay gerçekleştirdikten sonra ve
Türkiye
için epey sorun yarattıktan sonra, birkaç komando
taburunun
aylarca süren operasyonlarının ardından imha edilebildi.
İşte
Türkiye’nin teröre bakışı... Terörle mücadelemizle ilgili belki
dışarıdaki
insanın göremediği ama içinde olan bizlerin yaşayarak
gördüğümüz
çok ciddi hataların, eksikliklerin ve aslında bu
olayların
neden bu kadar büyüdüğünün örneklerinden bir tanesi de
bu
olaydı diye düşünüyorum.” (s.228-229)
________BASİT, ÖNEMSİZ, KÜÇÜK VEYA ÇOK ÖNEMLİ, BÜYÜK OLSUN DÜŞMANI KÜÇÜMSEMEDEN VEYA YOK
EDİLMESİNİN OLANAKLI OLMADIĞI DÜŞÜNCESİNE KAPILMADAN BÜTÜN GÜÇLERİN
KULLANILARAK EN KISA SÜREDE VE EN DAR ALANDA İKEN YOK EDİLMESİ GEREKTİĞİ BU
DENEYİMDEN ANLAŞILMAKTADIR. BU DENEYİMDEN YİNE ANLAŞILMAKTADIR Kİ TÜRK SİLAHLI
KUVVETLERİNİN VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN YOK EDEMEYECEĞİ TERÖR ÖRGÜTÜ VE GÜCÜ
YOKTUR.
“Ömer
Süha Aldan, Yargıtay üyeleri hakkındaki ihbarını Yargıtay
Başkanı'na
aktardı, diğer sanıklar hakkında da bizim arkadaşlarla
birlikte
tahkikata başlandı. Rüşvet vererek adalet sisteminde
istedikleri
kararları almayı meslek haline getirmiş, bundan başka
işleri
olmayan kişiler ve bürolar tespit edilmişti. Bu kişiler Neşter
Operasyonu
davası, Türk Telekom-Türkcell Ara Bağlantı Sözleşmesi
davası,
Erbakan’ın davası gibi davalarda rüşvetle karar almaya
çalışmışlardı.
Tahkikat devam ederken Yargıtay Başkanlar Kurulu, Yargıtay
üyeleri
hakkında soruşturma yapmak üzere bir Yargıtay Daire
Başkanı'nı
görevlendirmişti. Bu daire başkanı da raporunu
hazırlayıp
kurula sunmuş, her iki Yargıtay üyesinin de
cezalandırılmasını
talep etmişti…..Bu arada yaptığımız başka bir tahkikatta birçok suçtan
yargılanan ve mafya babası olarak bilinen Alaattin Çakıcı'nın faaliyetlerini
takip
ediyorduk. Onu izlerken gördük ki bir davası
Yargıtay'a
gelmiş, onun davasını da MİT yönetici personelinden Kaşif
Kozinoğlu
takip ediyor ve bazı aracılar vasıtasıyla davayı Çakıcı
lehine
bitirmeye çalışıyordu……Dosya İstanbul DGM'ye geldi, Savcı yeni durum karşısında
Çakıcı’nın tutuklanmasını talep etti ve bu arada kaçma ihtimaline
binaen
de biz şahsı takibe başladık; ama Çakıcı daha önceden tüm
adamları
ile irtibatını kesti, tüm telefonlarını kapattı. Tutuklama
kararından
önce sahte hüviyetle bir yat kullanarak Yunanistan'a
çıkış
yaptığını tespit ettik.” (s.257-258)
“Sonra
Eraslan Bey hakkında yazan tüm basın mensuplarını
mahkemeye
verdi, ama tüm davaları kaybetti. Yine Neşter 2 Davası
kapsamında
devam eden mahkemelerde tanık olarak dinlenen bazı
hakimler,
Yargıtay üyesi eski HSYK Başkan vekilinin kendilerini
arayarak
davayla ilgili etkilemeye, baskı kurmaya çalıştığını beyan
ettiler.
Bu seviyedeki yüksek yargıçların adaletsizliğine şahit olup
ülkemizdeki
adalete inancımızı kaybederken, kendi Yargıtay
Başkanlarımı
ve Yargıtay üyelerini haksız bulan böyle hâkimleri
görerek
de adalet adına gelecek için umudumuzu muhafaza
ediyoruz.”
(s.260)
________BİR TOPLUMDA EN ÇOK GÜVEN DUYULMASINA GEREKSİNİM DUYULAN
KURUM ADALET KURUMUDUR. ÇÜNKÜ TOPLUMDA GÜVENİN, HUZURUN, BARIŞIN SAĞLANMASI
KONUSUNDA BAŞVURULAN EN ÖNEMLİ KUURUM ADALET KURUMUDUR. BU KURUMA OLAN İNANÇ
DÜZEYİNDE OLAN GÜVENİN KÖTÜYE KULLANILMASI TOPLUMUN TÜMÜNE OLAN İNANCI YOKEDER. GÜVENİN ORTADAN KALKMASI TOPLUMDA BİREYLERİN
BİRBİRLERİNE ÖFKESİNİ, KİNİNİ, DÜŞMANLIĞINI ORTAYA ÇIKARIR. BİRBİRİNE EN YAKIN
BAĞLARLA BAĞLI OLAN İNSANLARI BİRBİRİNE DÜŞMAN EDER. BU SONUÇLAR NEDENİ İLE EN
KATI KRALLIK, MONARŞİ, TİRANLIKLA YÖNETİLEN YÖNETİM SİSTEMLERİNDE BİLE ADALETİN
SAĞLANMASINA ÖNEM VERİLMİŞTİR.
“Hepsi
birbiriyle bağlantılıydı, free shoplar sokaktaki kaçakçılık
şebekeleriyle
beraber çalışıyor; polisler, gümrükçüler ve kapıdaki
diğer
memurlar kaçakçılık yapan şebekelerden rüşvet alıyordu. Bu
işte
pay sahibi olan herkese yönelik bir operasyon yapılmadığı
müddetçe
kaçakçılığı önleme konusunda başarı sağlanamazdı. Oysa
elimizdeki
imkanlar çok sınırlıydı, Edirne gibi bir yerde çok az sayıda
polis
vardı ve mevcutlar da operasyonel tecrübeye sahip değillerdi,
ayrıca
uzun yıllar ciddi operasyon icra edilmemişti ve teknik
imkanları da yeterli değildi.”(s.272)
“Genel
görüntü çok netti, o alanda hudut kapısı içerisinde
bulunan,
birkaç istisna haricinde tüm görevliler, rüşvet, irtikap,
kaçakçılık
faaliyetlerinin içerisindeydi. Hatta kapının giriş ve çıkışındaki
kulübelerde,
son çıkışta pasaport işlemi yaptırmadan
çıkan
var mı diye kontrol için bulunan polis görevlileri orada alenen
para
alamadığı için, gümrükçüler kendi paylarından o görevliye de
hisse
veriyorlardı. Yani oradaki polis ve gümrüğün bütün görevlileri,
belki
bir iki istisna hariç, durumu biliyor ve hepsi birbirleriyle
anlaşmalı
bir şekilde kaçak mal götüren, bazı hukuki eksikleri olan
insanlardan
küçük miktarlarda para alıyorlardı. Yeterli delil bulmuş,
görüntülerini tespit etmiştik.”
(s.279)
“…..şunu
teslim etmek lazım ki, iki teknik eleman, iki istihbaratçı, adli
tahkikatı
yapacak iki Kaçakçılık Şubesi personeli böyle güzel bir
çalışmayla
buradaki dev bir şebekeyi dağıtabildi. Tüm tahkikatı
yürüten
asıl yönetici personel sayısı 6-7 kişiydik. Yani istenirse, her
zaman
bu türden illegal faaliyetlere müdahale edilebilirdi. Fakat
genel
olarak uygun ve doğru yöntemlerle müdahale edilmediği için
bütün
tahkikatlar daha çok rüşvet alan, irtikap yapan kişileri
aklayacak şekilde
sürdürülüyordu. .” (s.285)
_______GÜVENLİK
GÜÇLERİ İÇİNDE ORGANİZE OLAN SUÇ ÖRGÜTLENMELERİ BULUNMADIĞI SÜRECE, İRADELİ,
İNANÇLI, GÖREV BİLİNCİ VE SORUMLULUĞU İLE GÖREVİNİ YERİNE GETİREN KÜÇÜK BİR
POLİS EKİBİ BİLE ÇOK BÜYÜK SUÇ ÖRGÜTLERİNE ENGEL OLARAK ORTADAN KALDIRILACAK
YETENEK VE KAPASİTEDE OLMAKTADIR.
“Alıcı
firma binayı yıkma hazırlıklarına hemen başlamak istiyordu,
oysa
bize göre ihale kanunlara aykırı olarak yapılmıştı.
Yasalara
göre artırma işlemi, yanı devletin mal satması 2886 sayılı
Devlet
İhale Kanununa göre; eksiltme, yani satın alma işleri ise 4734
sayılı
Kamu İhale Kanununa göre yapılmalıydı. İki işin tek bir
ihalede
yapılması hem kanunlara aykırıydı, hem de haksız rekabet
yaratıyordu,
dolayısıyla kamu yararını da gözetmiyordu. Belediye
mal
satarken en yüksek fiyata satmalı, ve yeni bina yaptıracaksa da en
düşük
fiyat verene yaptırmalıydı. Yeni bina yaptırmak için bu
kanunlara
göre, müteahhitten iş bitirme, teminat gösterme, yeterlilik
gibi belgelerin istenmesi mecburiydi.”
(s.294)
“Bizim
başkan bir yandan Belediye Sarayını satmış, bir yandan da su imtiyaz hakkını
devretmeyi
planlamıştı ama daha işe başlamadan aracı firmaları
bulmuş,
onlar vasıtasıyla ihaleye girecek olan firmalarla gizli gizli
görüşmeye
başlamıştı. Başkanın buluştuğunu tespit ettiğimiz kişiler
suyun
gelecekte önemli bir gelir kaynağı olacağını görüp tezgah
kurmuşlar
ve ilk ihale yapacak olan Belediyelerle aracılar vasıtasıyla
görüşerek
ihaleyi organize etmeye başlamışlardı.
Gelecekte
en önemli ihtiyaç maddelerinden birinin su olacağı
biliniyordu;
yeni yayınlanan mevzuata göre de tüm şehirlerde
belediyelerce
su şebekelerinin yenilenmesi, genişletilmesi, su
havzalarının
ıslahı, su ücretlerinin tahsilatı gibi hususlarda, ciddi
yatırım
ve organizasyonlara ihtiyaç vardı….Su imtiyaz haklarının devralınması yeni bir
sahaydı…Böylece belediyeler büyük bir yatırım harcamasından
kurtulacak,
yapamadıkları tahsilatları özel sektör eliyle yapacak,
ayrıca
kısa surede su şebekesini yenileyecek, ilave yeni yatırımları
özel sektör eliyle yapacak ve belli
oranda gelirden de pay alacaklardı.” (s.302)
“İzlemelerimize
göre Veli Aksaz, dışarıda Mustafa Selçuk ve
Mehmet
Altunhan ile ve ardından Termikel firmasının yöneticileri ile
ihale
şartnamesini hazırlıyordu. Hatta dışarıda hazırlanan tip
şartname
e-posta ile Edirne'ye gönderiliyordu ve tabii elektronik
olarak
bir suretini de biz alıyorduk. Görünüşe göre, dışarıda daha
önceden
hazırlanmış olan örnek bir şartname……..Yani bu grup asıl olarak, tüm
belediyelerin işlerini rüşvet karşılığında organize edip, ihalenin
önceden
anlaştıkları bu firmalara verilmesi için ihale şartnamelerini
firmaların
isteklerine uygun şekilde tanzim ederek firmalara avantaj
sağlıyor,
rakiplerinin aleyhine şartlar koyarak da onlar için
dezavantajlı
şartlar yaratıyor {örneğin ön ödemeli sayaç üreticisi
olmak
gibi şartların yazılması demek bu şartı taşımayan tüm
firmaları
ve rakipleri ihaleye giremez hale getiriyorlardı) ve böylece
ihalelerin
istenilen firmada kalmasına çalışıyorlardı. Böylece bu iş
için
kendilerinin ve belediyede ortak çalıştıkları kişilerin maddi
menfaat
elde etmesini sağlıyorlardı…..Her belediye için bu işleri yapabilecek büyük
firmalarla konuşuyorlar, hangi firmayla daha fazla komisyon anlaşması yaparlarsa
o
firmanın istediği şekilde şartnamenin hazırlanması için
belediye
yetkililerini etkileyerek firmanın isteğine uygun şartnameyi
hazırlatıyorlar
ve Belediye Meclisi ile organlarından geçirerek adrese
teslim ihale yapılmasını
sağlıyorlardı.” (s.303-304)
“Bir
aylık bir çalışmanın sonucunda belediye adına (ama
Termikel
firmasının istediği şartlan taşıyan) teknik ve idari
şartnameler
ile belediye encümenince çıkarılması gereken su
imtiyazı
yönetmeliği gibi evraklar hazırlanarak Edirne Belediyesinin
ihale
dokümanları haline getirildi. Belediye başkanı konuyu Belediye
Meclisine
getirdi ama en az bir hafta incelense bile zor anlaşılacak
yüzlerce
sayfadan ve teknik ifadeden oluşan bu dokumanlar akşam
bazı
üyelere, sabah da kalanlara dağıtılıp öğleden sonra saat 14’te
hiç
okunup incelenmeden Başkanın uzman diye çıkardığı Veli Aksaz’ın
tanıtımı ile Belediye Meclisinde
oylandı ve oy çokluğu ile kabul edildi.” (s.304)
“Sonuç
için kanuni surenin sonuna gelindiğinde, Başkanın
İstanbul'a
gittiği bir gün CHP Genel Başkan Yardımcılarından
Mehmet
Sevigen ile yaptığı telefon görüşmesinde, Belediye binasındaki
yolsuzluklar
nedeniyle hakkında yürüttüğümüz tahkikattan
dolayı
gözaltına alınacağını, bu bilgiyi de Emniyet Genel
Müdürlüğü’ndeki
daireden iğrendiğini söylemişti.
Belediye
sarayı ihalesine fesat karıştırma tahkikatı ile ilgili
İstihbarat
Daire Başkanlığından, su imtiyaz hakkının devredilmesi
ihalesiyle
ilgili tahkikatta ise KOM Daire Başkanlığından destek
alıyorduk.
Mehmet
Sevigen'e sızan bilgi yalnızca Belediye Sarayı tahkikatı
ile
ilgili olduğundan ve su tahkikatından haberdar olmadıklarından,
bilginin
İstihbarat Daire Başkanlığından sızdığına kanaat getirdim,
ve daha önce
belirttiğim gibi bunu da kendilerine alenen söyledim.” (s.306)
_______EDİRNE
BELEDİYESİNDE İLK ÖRNEKLERİNDEN BİRİSİ OLARAK GÖRÜLEN OLAN BU “ADRESE TESLİM
İHALE” YÖNTEMİ DAHA SONRAKİ YILLARDA VE DE GÜNÜMÜZDE, YAP- İŞLET- DEVRET
MODELİNE DAYALI KAMU KURUM İHALELERİNDE VE BELEDİYELERİN İHALELERİNDE DE,
DEVLETİN İSTİHBARAT BİRİMLERİ TARAFINDAN DAHİ DESTEKLENMEK SURETİ İLE YAPILMAYA
BAŞLANMIŞTIR. BUGÜN BİRÇOK DEVLET PROJESİNİN AYNI YÖNTEMLE YAPTIRILDIĞI, BU
İHALELERDEN İHALEYİ VEREN KİŞİ VE KURUMLARIN ÇOK BÜYÜK KOMİSYONLAR ALDIĞI,
ARACI OLAN KİŞİ VE GRUPLARA ÇOK BÜYÜK KAZANÇLAR SAĞLANDIĞI, İHALELERİ ALAN
ULUSLAR ARASI ŞİRKETLER GRUPLARININ DA UZUN BİR VADEDE BÜYÜK KAZANÇLARINI
GARANTİ ALTINA ALDIKLARI BU ÖRNEK DENEYİMDE OLDUĞU GİBİ ARAŞTIRILDIĞINDA GÖRMEK
MÜMKÜNDÜR. DOĞRU OLAN YÖNTEM İSE ÖZELLİKLE BELEDİYELER BAŞTA OLMAK ÜZERE,
DEĞİŞİK BANKA VE FONLARDAN ALINACAK UZUN VADELİ, DÜŞÜK FAİZLİ KREDİLERLE
PROJELERİ, BİR İŞVEREN OLARAK, AÇIK-TARAFSIZ İHALELERLE ŞİRKETLERE VEREREK
YAPTIRMAKTIR. BU YÖNTEMLE KAMU İŞLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİ, UZUN YILLAR
YURTTAŞLARIN GELİRLERİNİN İPOTEK ALTINA ALINMASINA ENGEL OLACAK, KAMU
GELİRLERİNİN KULLANILMASINDA ADALETİN YERİNE GETİRİLMESİ SAĞLANACAKTIR. SONUÇTA
TOPLUMDA GELİRİN SOSYAL-EKONOMİK ADALET İLKELERİNE GÖRE DAĞITILMASINA ETKİ
EDEREK GELİR DAĞILIMININ BOZULMASININ ÖNLENMESİNE KATKIDA BULUNACAKTIR.
“Çoğunlukla biz, yani çoğu görevli vatan,
millet ve halka hizmet
duygularını
yücelterek görev yaptığımızı düşünürüz. Birçok insan da
buna
inanır; ama yaşadığımız şeyler göstermektedir ki aslında bizler basit ve küçük
hesaplar, şahsi ve grupsal küçük çıkarlarımız
uğruna
halkı ve görevi çoğu zaman unutuyoruz. Bu eğilim istisna da
değil; genel duruşumuz içinde çok
önemli bir yer işgal ediyor.” (s.307)
“Yıllar
önce de Güneydoğudaki birçok çatışmada inkâr edilemez
bir
şekilde bu tavırla karşılaşmıştım, başarı paylaşılmak
istenmiyordu.
Bir bölgede faaliyet varsa ve oraya bölgedeki ilgililerden
habersiz
müdahale edilir ve bir şey ortaya çıkarılırsa
inanılmaz
bir tavır koyuyorlardı. Kendilerine bilgi verilmediği,
üstlerine
durumu anlatamadıkları için bunu kendilerine yapılmış en
büyük
kötülük kabul ediyorlardı. Bundan dolayı da Güneydoğudaki
en
büyük başarıya da imza atacak olsanız, mıntıkalarına girip
onlardan
habersiz hareket etmeniz tepki görüyordu. Oysa orada
görev
yapan herkes bilir ki güvenlik ekipleri samimi bir şekilde
dayanışma
içerisine girse çok büyük mesafeler alınabilir. Bu,
hepimizin
göreve inanma konusundaki samimiyetsizliğini de ortaya
koyan,
görev aşkı yalanını gösteren bir durumdu……
Bizim
görevimiz vatandaşa hizmet diyorduk; oysa bu, vatan,
millet,
Sakarya edebiyatıydı. Yani yaşananları kendi şahsi çıkarlarımızla
sınırlıyor,
gerektiğinde görevi engellemekten kaçınmıyorduk.
Nitekim
Şentürk bu son olayda çalıştırılmadı, hatta daha
sonrasında
Şentürk’e bu tür görevlerin verilmemesi için Bakanlık” üzerinde bile inanılmaz
baskı kuruldu. Şentürk'ün başarılarına
rağmen bir daha ona benzeri görevler
verilmedi.”(s.313-4)
“mahalli
polis teşkilatının, mahalli jandarma
teşkilatının
günlük icraatlar içerisinde yüzlerce adli, idari görevi ve
başka
birçok işi vardı. Her olaya aynı anda koştuklarından, tek bir
olaya
özel zaman ayırmaları zordu. Hareket etme kabiliyetleri de
aynı
ölçüde sınırlıydı. Oysa merkez tarafından özel olarak
görevlendirilmiş
bu insanlar daha avantajlı oluyordu. Ayrıca önyargıları
olmuyordu,
mahalli körlükleri yoktu, her şeyi sıfırdan
öğrenmeye
hazırdılar. Bununla birlikte tabii ki her zaman mahalli
zabıtanın
desteğine ihtiyaçları vardı, destek verilmezse bilgi toplama
ve olayı çözme ihtimali zayıflıyordu. .”(s.314)
“O
günlerde sürekli eylemlerde kayıp
verildiğinden,
başarıya susayan komutanlar bu veya benzeri
olaylarda
hiçbir zaman durumu sorgulayamadılar, bölgede
yardımlaşmama
her zaman oldu, yardımlaşmayan hiçbir rütbeli de bundan dolayı ceza görmedi. Bu
tip bir düşünce ve zihniyeti nasıl yarattık veya bu zihniyet
nasıl
tüm kamuya hakim oldu, bundan nasıl kurtulacağız, cevabı
verilmesi gereken önemli bir soru.”
(s.315)
_________DIŞARIDAN
BAKILDIĞI ZAMAN YURTTAŞLAR TARAFINDAN GÖRÜLMEYEN ANCAK İÇİNDE YAŞAYANLARIN ÇOK
AÇIK OLARAK GÖRDÜKLERİ GİBİ GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE ETİK OLMAYAN ÇOK BASİT BİLE
OLSA BİR RANT VE MAKAM ÇATIŞMASI VARDIR VE BU ÇATIŞMA ÜLKE GÜVENLİĞİNİ
SAĞLAMAYA ENGEL OLACAK DÜZEYDE BÜYÜKTÜR. BU ETİK OLMAYAN DAVRANIŞ BİÇİMİ
YERLEŞMİŞ DURUMDADIR.
BU ÖNEMLİ SORUNDAN
GÜVENLİK KURUMLARINI KURTARMAK ASLINDA ÇOK YALIN VE BASİTTİR: KAMU
GÖREVLİLERİNİN “SİCİL HAKLARINDA” ADALETLİ OLARAK YAPILACAK ÖDÜLLENDİRME VE
CEZALANDIRMALAR, BUNA YÖNELİK OLARAK KAMU GÖREVLİLERİNİN GÖREVLERİNİ YERİNE
GETİRMELERİNDEKİ BAŞARI VE YETENEKLERİNİN
SIKI VE TARAFSIZ OLARAK SİCİL VERENLER TARAFINDAN İZLENMESİ, BU KONUDA
ÖZDENETİM KURULMASI İLE ETİK OLMAYAN HAKLARIN VERİLMESİNİN ÖNÜNE GEÇİLMİŞ
OLUNACAKTIR. SONUÇTA HER GÜVENLİK GÖREVLİSİ VE BİRİMİNİN HAK ETTİĞİ MAKAM VE
RANTIN ALINMASININ ADALETLİ OLARAK SAĞLANMASI GÜVENLİK ÖRGÜTLERİ İÇİNDE
SAĞLIKLI, DAYANIŞMA İÇİNDE, VERİMLİ ÇALIŞMAYI ORTAYA ÇIKARACAKTIR. NİTELİKLİ
HİZMETİN YERİNE GETİRİLMESİ DİSİPLİNİ KURULARAK KURUMSAL OLARAK YERLEŞİK HALE
GELECEKTİR.
Şuna inanıyorum ki bu ülkede rüşveti,
irtikabı, ihaleye fesat
karıştırmayı
bir anda durdurmak, böylece tüm yolsuzlukları bir
anda
önlemek mümkün olsa ülkede ekonomi ve yatırımlar durur,
devlet
işleri kilitlenirdi. Çünkü tüm faaliyetlerdeki canlılığın
tetikleyici
gücü bana kalırsa haksız menfaat temin etme beklentisi ve duygusudur. Eğer
suyun başında duran memurlara, yapılan
işlerde
maaşları dışında menfaat, temin edemeyecekleri havası
yaratılırsa
onlar tüm işleri yavaşlatır, iş yapılmaz, sistem çalışmaz ve
Türk ekonomisi durur. Devlet yatırımları
yapılamaz, yollar, barajlar,
köprüler
ihale edilemez, plan programlar yapılamaz hale gelir. Ama çok açık hissediliyor
ki yapılacak işlerde kendilerine de bir
şeyler
düşecekse, planlar, projeler hemen çiziliyor, evraklar yazılıyor,
olmaz işler bir
kolayı bulunarak olur kılınıyor.”(318-9)
________RÜŞVET,
İRTİKAP, İHALEYE FESAT KARIŞTIRMAYI İŞ ÜRETME KONUSUNDA TEŞVİK EDİCİ BİR SİSTEM
OLARAK GÖREN BİR TOPLUMDA ADALET, EŞİTLİK, HAK ARAMA KALMAMIŞ DEMEKTİR VE BU
NEDENLE BÜYÜK SUÇLAR OLARAK UYGAR TOPLUMLARDA KABUL EDİLMİŞTİR. TOPLUMDA AHLAKİ DAVRANIŞLARI ORTADAN
KALDIRAN, İNSANLARI BİRBİRİNE KARŞI GÜVENSİZ VE DÜŞMAN YAPAN YÜZ KIZARTICI BU
SUÇLAR KAMUDA VE ÖZELDE İŞ GÖRMEDE TEŞVİK OLARAK GÖRMEK İNSANLARIN ÇIKARLARI
KONUSUNDAKİ ZAYIF İRADELERİNDEN YARARLANMAK İSTEYENLERCE ORTAYA ÇIKARILAN
YÖNTEMLERDİR VE SONUÇTA İŞ GÖRDÜRENLERİN KENDİLERİNE DE ZARAR VERECEK OLAN
YÖNTEMLERDİR. KURUMLARDA ÇEŞİTLİ TEŞVİK YÖNTEMLERİNİ UYGULAMAK O KADAR ZOR DEĞİLDİR. FAZLA MESAİYE, ÖZVERİLİ,
NİTELİKLİ ÇALIŞMALARA VERİLECEK EK ÖDEMELER; SİCİL, RÜTBE, MAKAM, TALTİFLER...VB VERMEK VE BU ÖDÜLLENDİRMELERDE ADALETLİ OLMAK ÖNEMLİ ETİK TEŞVİKLERDİR.
“Eğer bir ülkede rejime
muhalefet
eden, ülkenin kanunlarını ihlal eden birileri varsa devlet
polisini,
askerini ve diğer kurumlarını kullanarak bu kişilere mani
olur
ve suç varsa cezalandırır. Fakat bizim ülkemizde devlet,
vatandaşlarını
rejime muhalefet edenlere karşı kışkırtmış, bizzat
kendi
vatandaşlarını yine kendi vatandaşları olan rejim muhaliflerine
karşı
fiili saldırılarda bulunması için kullanmak
İstemiştir.
Oysa bu tür uygulamalar devletlerin var olma felsefesine
tümüyle
aykırıdır; devletin görevi kendi vatandaşları arasında ortaya
çıkacak
sorunları çözmektir. Devlet varoluş sebebini ve
fonksiyonlarını
vatandaşlarına devrettiğinde, kendi kendisiyle çelişir
ve
devlet olmaktan çıkar….Fakat bizim ülkemizde devlet, sol
gruplara
karşı sağ grupları, sağ gruplara karşı da sol grupları
kullanmış,
hatta fiilen eylemlere sokmuş, cinayetler işletmiş,
katliamlara
sokmaktan imtina etmemiştir. Bu uygulamaları yapan
zihniyet
devletin kendi zihniyeti midir? Devletin düşünce sistemi midir?
Yoksa
oluşturulamayan devlet Fikri yerine devletin
içerisindeki
kişilerin kendi, fikirlerinin uygulaması mıdır? Aslında
sorulması
gereken sorular bunlardır……Bu yanlış anlayışın
neticesi,
bölgesel iç çatışmalar, katliamlar ve en sonunda olayların
doruk
noktası Susurluk olmuştur. Bugün, Susurluk olayını da aşan,
her
ne kadar örgütsel varlığı tartışılabilir olsa da, aynı anlayışın,
aynı
düşüncenin ve fikrin simgeleştiği Ergenekon bir zirve
noktasıdır.”(s.323-324)
“Psikolojik
harekât, hedef halk kitlelerinin istenilen istikamette
düşünmesini
sağlamak ve bu istikamette kanaat sahibi olması için
yapılan,
olayları ve haberleri (bilgileri) belli bir açıdan veren planlı bir
faaliyettir.
Daha açık bir dille ifade edilecek olursa, olayları bazen
çarpıtarak,
gerçeğin bazen bir kısmını vererek, gerekli görüldüğü
durumlarda
yalan haber ve bilgi üreterek veya gerçeği tümüyle
saklayarak,
halkın istenilen tarzda düşünce ve kanaat sahibi
olmasını
ve istenilen doğrultuda hareket etmesini sağlamaya yönelik
planlı
ve devlet kurumları eliyle yönetilen bir harekattır. Psikolojik
harekat
yönteminin bir ülkenin kendi menfaatleri doğrultusunda
yabancı
ülkelere karşı uygulanması belki kabul edilebilir….Bununla birlikte, psikolojik
hareket yöntemleri ülke içerisinde halka
karşı
uygulanamayacağı gibi, en temel anayasal hakkın ihlal
edilmesi
bakımından da suç teşkil eder. Halkın tarafsız ve doğru
haber
alması, kanaat sahibi olması en temel anayasal haklardan biri
olduğu
gibi, kamunun (halkın) doğru, tarafsız bilgiye sahip olması da
demokratik
bir devletin en temel unsurlarından biridir. Halkın
planlı
bir şekilde yönlendirilmesi ancak komünist ve faşist
yönetimlerde
meşru olarak kabul edilmektedir.”(s.325)
“Söylenenlere
göre, istenmeyen düşüncelere sahip kişi veya
partilerin
başa gelmemesi, gelmiş ise de antidemokratik yöntemlerle
engellenmesi
amacıyla devlet içerisinde illegal bir örgütlenme
oluşturulmuştu.
Ergenekon olarak adlandırılan bu örgütün faal
olarak
var olduğunu gösteren bir not bulunmuştu…….
Aydınlık
grubu diye de anılan Doğu Perinçek grubunun İşçi
Partisi,
hiçbir zaman klasik anlamda bir siyasi parti olmadı. Her
zaman
askeri, güvenlik ve istihbarat konularının içinde oldu.
İddiaları
ve söylemleri sanki herhangi bir istihbarat teşkilatının
söylemleri
gibiydi. Öyle ki, sıradan bir istihbarat örgütünün
toplayamayacağı
bilgileri topluyor ve anlatıyordu. Bununla birlikte
her
defasında militarist anlayışın yanında durdu.
Üstelik
bu duruşunu ordu içerisinde bir grubu tutarak diğer bir
gruba
hesapsız, kitapsız saldırarak ortaya koydu. İddia ve
kavgalarında
herhangi bir delil olmasa, dahi, örneğin Org. Eşref
Bitlis
olayında olduğu gibi, iddia ediliyor, tahmin ediliyor vb.
söylemlerle en
ciddi suçlamaları yapabiliyorlardı.”(s.330-331)
“İleriki
dönemlerde, Susurluk'ta asker ve jandarmanın da rolü
olduğunu
söylememin ardından Aydınlıkla, başta Doğu Perinçek
olmak
üzere derginin tüm yazarları her sayıda bana saldırmaya,
iftira
ve hakaretler yağdırmaya başladılar. Bunun üzerine açtığım
davada
hepsini mahkum ettirdim. Doğu Perinçek tazminatı ödedi
ama
dergideki diğer gazetecilerden hiç kimse tazminat ödemek
İstemiyordu;
hiçbirinin adresleri doğru değildi, adres verdikleri yerler
boş
çıkıyordu. Uzun uğraşılarım sonucunda hepsinin adreslerim
tespit
edip, icra gönderdim. Bir kişi hariç hepsinden tazminatı icra
yoluyla
zorla, aldım. Bu olayda şunu gördüm: Ben bile tazminatı bu
kadar
zor tahsil edebiliyorsam, diğer insanlar Aydınlıkla, çalışan
gazetecileri
tazminata mahkum ettirseler dahi onlardan tahsilat
yapmaları
hemen hemen imkansızdı. Dolayısıyla kimseye tazminat
ödemediklerinden, herkese rahatlıkla iddia
ve isnatlarda bulunabiliyorlardı.”(s.332)
“Bu
insanlar kendi inançlarına ve değerlerine uygun
bir
sistemin var ve temel ölçütlerinin de belli olduğuna inanıyorlardı.
O
zaman da bu temel ölçütleri değiştirmeye çalışanları veya temel ölçütlere
kendileri gibi yaklaşmayan herkesi düşman olarak
görüyorlardı.
İşte en tehlikeli anlayış budur. Belki bu yargılamalarda
çok
daha büyük, çok daha önemli şeyler ortaya çıkarılabilir, çok
sayıda
bomba ve/veya silah bulunabilir veya iddiaların,
söylenenlerin,
bulunanların hepsi yanlış, yalan ve düzmeceden
ibaret
olabilir. Yargılamalar beraatla sonuçlanabilir. Bu çok önemli
değil.
Asıl önemli olan, Türkiye’de böyle bir anlayışın var olmasıdır…..önemli olan
bugünkü Türk Devleti içerisinde
Ergenekon
ve Ergenekon benzeri düşünce ve anlayışların
kabul
edilmemesi, gayri meşru ilan edilmesi, yanlışlığının
ortaya
konması ve devletin hukuk sistemi içerisinde meşru kurumları
aracılığıyla
mahkum edilmesidir. Yargılama sonunda
bir
veya birkaç kişinin ceza alması, cezanın az veya çok olması
hiç
önemli değildir……belki
polis
olmanın verdiği alışkanlıkla rejimi korumak için her yol mubah
anlayışının
şuur altıma işlemiş olduğundan, belki de geçmiş 12
Eylül
dönemi öncesi artan terör olayları nedeniyle darbe sonrasında
olayların
ve kanın durmasını uygun bulduğumdan bu sahadaki
örgütlenmeler
üzerinde hiç düşünmemiştim. Hâlbuki bunu en iyi
bilecek
olan bendim, çünkü yaşadıklarım ve bildiklerim bunun
olmamasını
imkansız kılıyordu. ”(s.334)
_______SAYIN HANEFİ AVCI:”… bizim ülkemizde devlet,
vatandaşlarını rejime muhalefet edenlere karşı kışkırtmış,
bizzat
kendi vatandaşlarını yine kendi vatandaşları olan rejim muhaliflerine
karşı fiili saldırılarda bulunması için kullanmak İstemiştir… devlet,
sol gruplara karşı sağ grupları, sağ gruplara karşı da sol
grupları
kullanmış, hatta fiilen eylemlere sokmuş, cinayetler işletmiş,
katliamlara sokmaktan imtina etmemiştir…”,SÖZLERİNDE VE GÖREVİ
İÇİNDE YAŞADIĞI DENEYİMLERİ SONUCU VARDIĞI DÜŞÜNCELERDE ÇOK HAKLIDIR. 1980
ÖNCESİNDE DOĞU VE BATI BLOKU OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILAN DÜNYADA “SOĞUK SAVAŞ”
DÖNEMİNDE VE DOĞU BLOKU YIKILDIĞI SOĞUK SAVAŞ SONA ERDİĞİ HALDE, SOVYET TEHDİDİ
ORTADAN KALKTIĞI 1990’LU YILLARDA, İTALYA’DA NATO YAPILANMASI OLAN GLADYO
ÖRGÜTLENMESİNDE İŞADAMLARI, BAŞBAKAN DAHİL EN ÜST SİYASİLERİN YARGILANARAK
TUTUKLANDIĞI BİR ORTAMDA HALA REJİMİ KORUMA DÜŞÜNCESİ İLE YURTTAŞLARINI
BİRBİRİNE KIŞKIRTARAK ÜLKEYİ SAVUNMA DÜŞÜNCESİ ÇOK BÜYÜK YANILGI OLMUŞTUR.
DEVLETİN
KENDİ VARLIĞINI KORUMASI KONUSUNDAKİ ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ KULLANARAK,
ÖZGÜR BİR SİYASAL ORTAM SAĞLANMASI GEREKİRKEN, GLADYO BENZERİ YAPILANMALARA
GİDİLMİŞTİR. DEVLET KENDİ KURUCU DEĞERLERİNE, İLKELERİNE SAHİP, BAĞIMSIZ
GÜVENLİK POLİTİKALARI İZLEMELERİ GEREKİRKEN ABD VE NATO ETKİSİNDE BAĞIMLI AMA
HUKUKA, ADALETE UYGUN OLMAYAN DEVLET YÖNETİMİNİ SEÇMİŞTİR. ÇELİŞKİLERLE VE
BİRBİRİ İLE ÇATIŞMA İÇİNDE OLAN BÖLÜNMÜŞ DEVLET YAPISI İÇİNDE BİR YANDAN AŞIRI MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR
VE DİNCİ PARTİ VE ÖRGÜTLER DESTEKLENİRKEN, DİĞER YANDAN ATATÜRKÇÜ, SOLCU PARTİ
VE ÖRGÜTLER ÇEŞİTLİ AMAÇLARDA KULLANILMIŞ; BU BİRBİRİ İLE ÇATIŞAN GÜÇLER ARASINDA GÜVENLİĞİ,
BARIŞI, BİRLİĞİ SAĞLAMAK İÇİN DEVLET ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ KULLANACAĞINA
ÇETE, MAFYA VE SİLAHLI GİZLİ ÖRGÜTLER İLE DEVLET VARLIĞINI KORUYACAĞI
DÜŞÜNCESİNDE OLMUŞTUR.
YAKIN BİR ZAMAN İÇİNDE ORTAYA ÇIKAN ERGENEKON SORUŞTURMASI İLE DE YİNE KENDİ
EKONOMİK VE SİYASAL ÇIKARLARINI GÖZÖNÜNDE BULUNDURAN ÜLKE GÜÇLERİNCE, İTALYA
ÖRNEĞİNE BENZER BİR HESAPLAŞMA DÖNEMİ BAŞLATILMIŞTIR.
“Aklın ve bilimin dışındaki bir ölçütün, bu
ölçüt ne olursa olsun, hangi
ideoloji
tarafından belirleniyor olursa olsun, toplum ve devlet
hayatına
getirilmesi laikliğe aykırıdır. Bunlar herhangi bir dinsel
inanç
ve duygu veya gelenek ve görenek de olabilir. Belki daha
somut
olarak, şu kişinin veya bu kişinin şu devlet adamının veya
Atatürk’ün
görüşleri olduğu söylenebilir. Bu görüşler de asla makul
değildir.
Burada olması gereken ölçüt, toplumun kendi değerleri,
inançları,
istekleridir ve toplum içerisindeki örgütlü yapılar
aracılığıyla
yönetime geldikleri sürece makuldür……
Her
rejim, her devlet değişime karşı direnen tutucu ve doğal bir
yapıya
mutlaka sahiptir. Krallıklar, rejimin ve kralın değişmemesi
için
bir takım kurallar koyarlar ve krallığın yıkılmasını isteyenlere
karşı
tedbirler alırlar. Teokratik devletler de yine kendi devletlerinin
rejimlerinin
değişmemesi için tedbir almışlardır. Bununla birlikte dünya her zaman değişmiş,
o safhalardan geçerek bugünkü modern
devletlerin
ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Bugünkü yönetim
biçimleri
de demokrasinin kurallarına uygun olarak başka bir
rejime,
daha iyiye doğru değişmek mecburiyetindedir. Bu, dünyanın
sonu
değildir. Toplumsal gelişimin de, toplumsal evrimin de sonu
değildir.
Mevcut tüm rejimler mutlaka değişecektir.
Bugün
için Türkiye Cumhuriyeti Anayasasındaki bazı hususları
değişmez
kurallara bağlamak da asla akılla izah edilecek bir konu
değildir.
Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez
türündeki maddelerini savunan anlayış, bugün için kendini
haklı
kabul edebilir, bu maddelerin akla ve bilime uygun olduğunu,
aksini
savunmanın mümkün olamayacağını söyleyebilir. Sorun bu
maddelerin
doğruluğu veya yanlışlığı değil, bir ülkede tüm halkın
istemesine
rağmen değiştirilemez madde veya ölçüt koymanın
yanlışlığıdır.
Belki Türk halkı hiçbir zaman bu maddeleri
değiştirmeyi
düşünmeyecek, değiştirilmesine karşı çıkacaktır.
Önemli
olan husus değiştirilemez madde koyma anlayışının
yanlışlığıdır.
….. Hiç kimse belli devlet kurumlarının
isteklerinin
doğru olduğunu iddia ederek toplumun bu istekler
doğrultusunda
şekillenmesi gerektiğini söyleyemez. Türkiye şartları
içerisinde
yönlendirilmiş, psikolojik harekata maruz kalmış, Türkiye de ideolojinin
yönlendirmesiyle halen bunu savunan insanlar ve bilim adamları olabilir, ama
maalesef
onlara bilim adamı denemez,” (s.339-340)
__________SAYIN HANEFİ AVCI, DEVLET İÇİNDE ÇOK ÜST DÜZEYLERDE
GÜVENLİK GÖREVLİSİ OLARAK GÖREVLER ALMIŞ OLMASINA RAĞMEN, DÜNYADAKİ SİYASAL VE
EKONOMİK ÇIKAR ÇATIŞMALARI VE SAVAŞLARININ VARLIĞINI, ÖZELLİKLE BATI DÜNYASI
ÜLKELERİNİN, ABD’NİN VE RUSYA’NIN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ PARÇALAMA, BÖLME,
SÖMÜRGELEŞTİRME DEVLET POLİTİKA VE PROJELERİNİ GÖREMİYOR. AVRUPA BİRLİĞİ
ÜLKELERİNİN DEĞERLERİNE ÇOK BENİMSİYOR AMA BU ÜLKELERİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ GİZLİ
BÖLME AMAÇLARINI KAVRAYAMIYOR. DEVLETİN
KENDİ VARLIĞINI KORUMASI KONUSUNDAKİ DOĞU VE BATI BLOKLARININ ORTAYA ÇIKMASI
İLE İZLEMİŞ OLDUĞU BİR YANDAN CUMHURİYETİN KURULUŞ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKARKEN
DİĞER YANDAN BU DEĞERLERDEN UZAKLAŞAN SÜRECİ İZLEYEMİYOR. DEVLETİN BUGÜNKÜ
VARLIĞINI BORÇLU OLDUĞU BAĞIMSIZ SİYASAL VE İDEOLOJİK DEVLET YÖNETİMİ
DÜŞÜNCESİNİN DEĞİŞMESİNİ İSTİYOR. GERÇEKTE İSE YAPILMASI GEREKEN ÖZGÜR VE
BAĞIMSIZ BİR ÜLKE OLARAK DEVLETİN VARLIĞINI KORUYACAK OLAN BU DÜŞÜNCE SİSTEMİNE
SAHİP ÇIKMAKTIR.
HERŞEY HER ZAMAN DEĞİŞİR ANCAK BU DEĞİŞME DOĞRU VE DEĞİŞMEZ
BİLGİ BİRİKİMİNE EKLEMELERLE GELİŞEREK OLUR, ORTADAN KALDIRILARAK DEĞİL. DOĞA BİLİMLERİNDE DE TOPLUMSAL BİLİMLERDE DE
GERÇEK DEĞİŞME VE GELİŞME BU FORMDADIR. VE GERÇEKTE İSE AHLAK İLKELERİNDE OLDUĞU
GİBİ İNSAN VARLIĞI SÜRDÜĞÜ SÜRECE TOPLUMDA İNSAN İLİŞKİLERİNDE STANDART DEĞİŞMEZ
DEĞERLER VARDIR. BUNA BAĞLI OLARAK TOPLUMSAL YÖNETİM DÜŞÜNCESİNDE DE DEĞİŞMEZ
STANDARTLAR İNSAN VARLIĞINA BAĞLI OLARAK DÜŞÜNÜLMELİ VE KORUNMALIDIR. DEĞİŞMEZ
İNSAN FORMUNUN VARLIĞININ KABULLENİLMESİ GEREKLİDİR. İNSANIN İYİ YAŞAMASI İÇİN
STANDARD İNSAN FORMU DİNİN AHLAKİ KURALLARI İLE HEMEN HEMEN BELİRLENMİŞTİR.
TARİHSEL SÜREÇTE STANDART AHLAKİ FORMLARIN BENİMSENDİĞİ ÜLKELERİN DÖNEMLERİNDE
YÜZLERCE YIL SÜREN GÜVEN, HUZUR VE BARIŞ ZAMANLARININ YAŞANDIĞI GÖRÜLMÜŞTÜR.
“Ailenizin
ve kendinizin can güvenliği
için,
ailenizi koruma içgüdüsüyle örgütten yana gözükmeye
çalışarak
dediklerini yapmanız çok doğaldır. O ortamda yaşayan
insanların
maddi imkanı olmadığından bölgeyi de terk edemiyor,
mecburen
örgütten yanaymış gibi bir tutum sergilemeye devam
ediyorlar.
Bu durum, bölgede yaşayan herkes için geçerli olan
normal
bir yaşam bicimidir. Diğer taraftan da gündüzleri askerler
veya
polis geliyor, örgüt hakkında bilgi istiyor, örgüte yardım
etmemeleri
konusunda halkı uyarıyor. Koylu karşı cıksa, aklından
geçirdiği
gibi davransa gözaltına alınabileceğinin, mağdur
Edilebileceğinin,
kanundan bahsetmek istese de kimsenin onu
dinlemeyeceğinin
farkında. Geçmişte kimlerin infaz edildiğini, hangi
köylerin
yakıldığını, mülki amir ve savcıların şikâyetlere dahi
bakmadığını
biliyor. Güneydoğu’daki yaşam ve burada yaşayan
insanlar
göründüğünden çok daha ağır ve büyük güçlerin baskısı
altındadır.
Bu baskıya kimsenin tek başına veya bir grup olarak
karşı
koyması mümkün görünmüyor. Belki uzaktan bakılınca yaşananlara
direnç
göstermek kolay görünebilir ama hiç kimsenin bu
bölgedeki
baskılara dayanamayacağı kesindir.
Bu
baskılar veya aklına esen her şeyi yapma kudretine sahip
güçler
karşısında inandığı ve düşündüğü gibi davranamayan, buna
izin
verilmeyen insanlar mecburen sahtekarca davranacaklardır.” (s.341)
“Şu
söylenebilir; O ülkelerin bizim özel koşullarımıza sahip olmadığı,
PKK
gibi illegal örgütler bulunmadığından, polis ve askerin nöbet
tutmasına
gerek olmadığı söylenebilir. Gercekten sorulması gereken
doğru
soru şudur: Ülkemizde PKK olduğu için mi silahla Nobel
tutuluyor?
Yoksa silahla nöbet tutulduğu icin mi PKK var? Yani, bir
terör
örgütü var olduğu için mi devlet baskıcı bir tutum içinde,
yoksa
devletin baskıcı tutumu nedeniyle mi böyle bir terör örgütü
ortaya
cıktı?” (s.344)
_______ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN BASKI, ŞİDDET, ÖLDÜRME, ADAM KAÇIRMA…VB
TERÖR OLAYLARI VE İDEOLOJİK BEYİN YIKAMA İLE HALKI ETKİ ALTINA ALMA STRATEJİNİN
YAZAR TARAFINDAN ANLAŞILAMAMIŞ OLDUĞU GÖZÜKÜYOR. ÜST BİR GÜVENLİK AMİRİNİN
PSİKOLOJİK BÖLÜCÜ FAALİYETLERİN VE TERÖR OLAYLARININ NEDENLERİNİ GERÇEK OLARAK
KAVRAYAMAMASI ÇOK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR. PKK’YI ORTAYA ÇIKARANIN DIŞ GÜÇLER
OLDUĞUNU GÖREMEMEK VE PKK TERÖRÜNÜN CUMHURİYETİN ÇEŞİTLİ TARİHLERİNDE ORTAYA
ÇIKMIŞ OLAN BİR KÜRT İSYANI OLDUĞUNU ANLAYAMAMAK BÜYÜK BİR GAF VE HATADIR.
DEVLETİN UYGULAMALARI İLE
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AYNI STRATEJİYİ İZLEDİĞİ YANLIŞ DÜŞÜNCESİNE VARILIYOR. GERÇEKTE
OLAN İSE DEVLETİN TERÖRİST OLDUĞU DEĞİL, GÜVENLİĞİ SAĞLARKEN İZLEMİŞ OLDUĞU YANLIŞ
GÜVENLİK POLİTİKALARIDIR VE EN ÖNEMLİSİ VE DE HATASI DA KÜRT VATANDAŞININ
GÜVENLİĞİNİ İHMAL ETMESİ, CANINI, MALINI KORUMAYA ALAMAMASI, TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
İNSAFINA TERK ETMİŞ OLMASIDIR. BU İHMAL SONUCU TERÖR ÖRGÜTÜNÜN BÖLGEDEKİ
EGEMENLİĞİNİ SAĞLAMA STRAREJİSİNE DESTEK VERİR DURUMA GELMİŞTİR. BİR YIL
ÖNCESİNDEN BAŞLAYAN GÜNÜMÜZDE SÜRDÜRÜLEN GÜVENLİK POLİTİKALARI İLE BU HATASININ
BİLİNCİNE VARAN DEVLET TERÖR ÖRGÜTÜNE ARTIK BÜYÜK DARBE VURMAKTA VE BÖLGE
HALKININ TAM DESTEĞİNİ ALMIŞ BULUNMAKTADIR. PKK TERÖRÜNÜN TAMAMI İLE ORTADAN
KALDIRILMASININ YOLU AÇILMIŞTIR.
“Benzer
bir durum bayramlarda ve törenlerde yapılan Mustafa
Kemal
Atatürk övgüleri için söz konusuydu. Resmi bayramlardaki
törenlerde
Atatürk övgüleri öyle bir abartılır ki, bir taraftan Mustafa
Kemal
göklere çıkarılırken, diğer taraftan da milleti ve tüm değerleri
yok
sayılır, neredeyse sıfır seviyesine indirilirdi. Oysa Atatürk’ü
göklere
cıkaran aynı anlayış, bir yanda kendisine ve ulusuna, diğer
yanda
da Atatürk’e hakaret etmektedir. Kendini aşağılama, üstü
yüceltme
anlayış ve kültürünün bugünkü gelmiş olduğu düzeyi,
dışarıdan
bakılınca, komikliğin çok ötesinde acınacak bir vaziyeti
göstermektedir.”
(s.348)
_____CUMHURİYETİN KURUCU İLKELLERİNİN ZAYIFLATILMASINA,
ÜLKE BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNÜN BOZULMASINA YÖNELİK PSİKOLOJİK HAREKETİN ETKİLERİNİ
BU CÜMLELERDE GÖRMEK MÜMKÜNDÜR.
“Bugünkü
koşullarda Öcalan’ın tek kurtuluşunun bu yol olduğu
kesindir.
Mücadeleye devam demesi ve olayların artması Öcalan’ın
ömür
boyu hapiste kalma ihtimalini güçlendirecektir. Düşük de
olsa,
en iyi ihtimalle 1 0 yıl
daha cezaevinde kalacaktır, Güneydoğu
huzura
kavuşursa kısa sure içinde dışarı çıkıp, siyasi faaliyetlere
devam
etmesi ve umduğu noktalara gelmesi ihtimali çok yüksektir.
PKK'nın
içinde bulunduğu şartlar ve geldiği konum itibarıyla
açılım
surecinde devletle uyuşmaktan başka seçeneği yoktur.
Bağımsız
devlet fikrinden vazgeçmiştir, vazgeçmeye de mecburdur.
Öcalan
mahkemedeki açık ifadesinde ve yer yer verdiği mesajlarda,
bağımsız
bir devlet istemediği gibi, federasyon da talep etmediğini,
hatta
siyasi herhangi bir taleplerinin olmadığını, bazı kültürel
taleplerinin
olabileceğini söylemiştir. Zaten AB'ye girmek için
Türkiye’nin
yerine getirmek zorunda olduğu taahhütler ve AB'nin
uyum
surecinde istediği sosyal reformlar PKK taleplerinin önünde
olacaktır.
Bu açıdan demokratik açılım projesi PKK’nın ve Öcaalan’ın
ideal
beklentisidir. Ayrıca Güneydoğu halkı bunca yıl yaşanan
olaylar
ve savaşlar sonunda, nasıl bir yaşam biçimi olduğunu dahi
unuttuğu
barış ve huzuru, terörü yaşamayanların bilemeyeceği
kadar
çok istemektedir.
Olayın
en önemli taraflarından ordu, son 25 yıldır her türlü
yönteme
başvurarak silah ve güç kullanmasına rağmen PKK'yı
bitirememiş;
tersine örgütün silah ve sayısal insan gücü yapısı
itibari
ile halktan aldığı destek açısından güçlenerek büyüdüğü
görülmüştür.
Bu dönemde üç bin köy veya yerleşim yeri teröristlere
lojistik
destek veriyor denilerek boşaltılmış ve ordunun neredeyse
yarısını
oluşturan en muharip güçleri bölgede görevlendirilmiştir.
Bölgede
görev yapan en ciddi hava gücü, en seçme komandolar ve
özel
timler ağır silahlar kullanarak binlerce operasyon, sayısı belirsiz
hava
ve dış harekat gerçekleştirilmiştir. Buna rağmen bugüne kadar
yapılanların
neler kaybettirip neler kazandırdığı muhasebesinde zarar hanesinin daha ağır
olduğu izahtan varestedir. Hiçbir halde
başarılı
olunduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi tüm tedbirlere
rağmen
2009 yılında Aktütün Karakolu baskınından sonra da işin
daha
da zorluğunu kurmay heyeti açık olarak görmüştür. Üstelik
bugünden
sonra Türkiye, AB ve demokratikleşme konusunda
ilerleme,
dünya ile uyum sağlama çabaları ve uluslararası
yükümlülükleri
açısından eskiden olduğu gibi bölgede ölçüsüzce
veya
orantısız güç kullanamayacak, operasyon ve eski yöntemleri iç
ve
dış kamuoyuna kabul ettiremeyecektir. Dolayısıyla ordunun
bolgede
barış ve huzurun temini için demokratik açılım yönteminden
başka
çaresi yoktur.” S.357-358)
“Bazıları
Güneydoğu’daki açılımın ülkeyi bölebileceğini söylüyor.
Aslında
bu söz Güneydoğudaki mevcut sosyal, siyasal, ekonomik
duruma,
bölge ve dünya gerçeğine bakılmadan yapılmış bir tespittir.
Aksine
demokratik açılım sureci devam ettirilmezse o zaman
Türkiye
için olumlu gözüken tüm şartlar aleyhine dönerek bölünme
süreci
daha da hızlanacaktır. İşin aslı her ne kadar hukuki manada
bölünme
olmasa da, Güneydoğu bölgesi yıllardan beri her gün yavaş
yavaş
bölünmekte, fiilen bölünme yaşanmakta olduğudur.
Demokratik
açılım süreci, yaşanmakta olan fiili bölünme sürecini
durdurabilecek,
çatlakları yapıştıracak ve uzun süreçte bölünmeyi
önleyecek
tek gerçekliktir.”(s.362)
_________SAYIN HANEFİ AVCI’NIN, BUGÜN PKK TERÖRÜNDE GELİNEN SON
DURUMDA DA GÖRÜLEREK KANITLANDIĞI GİBİ DÜŞÜNCELERİ VE DEVLETE OLAN GÜVENSİZLİĞİ
YANLIŞTIR. ANTALYA’DAKİ PKK’NIN TERÖR OLAYINDA KENDİSİNİN DE GÖZLEMLEDİĞİ GİBİ
DEVLET TÜM SİLAHLI GÜÇLERİNİ VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ ORTAK BİR EŞGÜDÜM İÇİNDE TERÖRLE
SAVAŞMADA HAREKETE GEÇİRDİĞİNDE ORTADAN KALDIRAMAYACAĞI TERÖR ÖRGÜTÜ VE DÜŞMAN
GÜCÜ YOKTUR. SİLAHLI KUVVETLERİMİZ VE GÜVENLİK GÜÇLERİMİZ İYİ VE DOĞRU KARAR
ALINDIĞINDA HER TÜRLÜ TERÖRÜ ORTADAN KALDIRACAK GÜÇ VE YETENEĞE SAHİPTİR. YAZAR,
ÇÖZÜM SÜRECİNİN DEVLETİN ÜZERİNDE PSİKOLOJİK BİR SAVAŞIN ETKİSİ OLDUĞU VE
AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇELİŞKİLERLE DOLU BİRLİK POLİTİKALARINDAN OLARAK DEVLETİ
BÖLME PROGRAMININ BİR PARÇASI OLDUĞUNU BİRÇOK DEVLET ADAMI GİBİ ANLAYAMAMIŞTIR.
ÖZELLİKLE PKK TERÖRÜNÜN ORTADAN KALDIRILMASI KONUSUNDA BİR ÜST DÜZEY EMNİYET
AMİRİNİN İNANÇSIZLIĞA DÜŞMESİ VE BUNU DİLE GETİRMESİ PSİKOLOJİK SAVAŞTA ÇOK
ETKİLİ OLAN BİR UNSURDUR.
“Her
biri ciltler dolusu kitaplara konu olacak olan buradaki insanların gördüğü
baskı ve şiddet bu kitabın konusunu
oluşturmamaktadır. Fakat burada
yaşanılanlar
kitabımızın konusu bakımından üç açıdan önemlidir.
Birincisi,
bu bölgelerde Terkler ve başka halklar üzerindeki
baskı
ve şiddet, direniş hareketlerini ortaya çıkarmış ama bunlar
asla
silahlı gerilla hareketine dönüşmemiştir. Oysaki bu bölgelerde
gerilla
hareketini başlatacak fiziki, sosyolojik şartlar vardır;
muazzam
ormanlarla kaplı dağlık bir alan, çoğunluğu direnişi
destekleyen
bölgesel olarak dili, dini, kültürü aynı bir halk (baskı ve
şiddete
maruz kalan halk). Üstelik yanı başında gerektiğinde örtülü
destek
verecek aynı halk tarafından kurulmuş Türkiye gibi bir devlet
vardır.
Fakat gerilla harbi başlamaz. Bunun birçok sebebi olabilir.
Bana
göre en önemlilerinden bir tanesi bu ülkelerdeki baskı ve
şiddetin
derecesi direniş yaratacak kadar fazla, ama halkı dağa
çıkartacak,
savaş başlatacak kadar çok olmamasıdır.” (s. 366)
_______BALKAN ÜLKELERİNDEKİ TÜRK AZINLIKLARIN AYAKLANARAK DEVLET
KURMALARI KONUSUNDA ÖRGÜTLENMEMELERİNİ, AYAKLANMAMALARINI BU ÜLKELERDEKİ
ÖZGÜRLÜKLERLE BAĞLAMAK DOĞRU BİR DÜŞÜNÜŞ, DOĞRU BİR AKIL YÜRÜTME DEĞİLDİR.
HERŞEYDEN ÖNCE TÜRK DEVLETİNİN BU ÜLKELERDE, KÜRTLERİ DIŞ ÜLKELERİN KIŞKIRTMASI
GİBİ BİR KIŞKIRTMA VE DESTEKLEMESİ YOKTUR. TERSİNE ATA YADİGÂRI OLAN BU
TOPRAKLARA NE KADAR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ OLSALAR DA SAHİP ÇIKMA, TERK ETMEMEK
KONUSUNDA ANAVATANLA DA FİKİR BİRLİĞİ VARDIR VE ANAVATANDAN DESTEK VARDIR.
AYRICA BURADAKİ TÜRKLERİN AYAKLANARAK BİR DEVLET KURMA AMAÇLARI BULUNMAMAKTADIR
ÇÜNKÜ ONLARIN YANIBAŞLARINDA BİR DEVLETLERİ VE VATANLARI ZATEN VARDIR. BU
MANTIK KÜRT AÇILIMI, ÇÖZÜM SÜRECİ POLİTİKASI YÖNÜNDE YANLI AKIL YÜRÜTMENİN VE
PSİKOLOJİK SAVAŞIN BİR SONUCUDUR.
“Gizli
faaliyetlerini bu bölümde açıklayacağım güçlerin ellerinde
ne
kadar büyük olanaklar olduğunu ve hangi yöntemleri kullandıklarını
az
çok bilenlerden birisiyim….Bu insanlar ve onların faaliyet tarzları bilinmeden
ülkemizde
son dönemde yaşananları tam olarak anlamak mümkün
değildir.
Anlatacaklarımın hepsi maddi delilerle ispatlanabilir. Fakat
delilleri
bulacak insanların çoğunluğu da bu insanlarla beraberler.
Yine
de ben delillerin nerede ve nasıl bulunabileceğini göstereceğim.
Bu
insanların hasmı, düşmanı değilim; çoğu eski dostlarım, son
dönemde
tanık olduğum ve yasadışı olduğunu düşündüğüm
davranışları
hariç inançlarını ve dünya görüşlerini paylaşıyorum.” (s.380)
_____DEVLET İÇİNDEKİ GİZLİ YAPILANMAYA GİDENLERLE AYNI DÜNYA
GÖRÜŞÜNÜ PAYLAŞMAK, BİRLİKTE İÇİÇE OLMAK VE YAKINDAN TANIMAK DOSTLARI OLMAK
ANCAK SONUNDA BU DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ PAYLAŞTIĞI, DOST OLDUĞU KİŞİLERLE MÜCADELE
ETMEK ZORUNDA KALMAK BÜYÜK BİR ÇELİŞKİDİR.
“Hayatın
kendisi ve kuralları, toplumun değer yargıları doğrudan veya dolaylı olarak
dini kurallara göre belirlenmekteydi. Fakat çevremdeki insanların hiçbiri dini
bir rejim ya da sistem yanlısı olmamış ve dini amaçlı illegal bir örgüt yapısı
içinde hiçbir zaman bulunmamıştı. Yani inançlarım kuvvetliydi fakat ne işimde
ne başkalarını
değerlendirmemde
hiçbir biçimde bir etken veya ölçü olmadı.” (s.383)
“Görev
esnasında inanç farklılığını hiç önemsemedim. Üstelik
muhafazakardım
ve imkanım olsa kendi dünyamda dinin tüm
kurallarını
tam anlamıyla yaşamak isteyen biriydim; hala da
öyleyim.
Ancak şimdi şunu sorguluyorum: Yaradan nasıl
yaşamamızı
istiyor? Temel amacımız ibadet etmek mi, yoksa belli
bir
hayat tarzına uygun yaşamak mıdır? Şu soruya tatmin
edici
bir cevap arıyorum: Dini kurallar insan mizacını bilen
Yaradan
tarafından insanın bu dünyada toplum veya fert olarak
huzurlu,
mutlu ve birbirine zarar vermeden yaşamasını sağlamak
için
mi kondu? Bu sorunun çok daha ötesinde, çok daha derin
manaların
olduğunu biliyorum, inancın temelinde mutlak insan
özgürlüğü
olduğunu, özgür olmayanın inanç ve imanının eksik kalacağını, bu özgürlüğün her
şeye karşı olması gerektiğini
düşünüyorum.”
(s.386)
“Eskiden
bazı genç komiserler İslamcı denilerek istihbarata
alınmazdı.
Ben buna karşı koyardım, inancı kendine, bizim için
görev
yapması, çalışması önemli derdim. Hiç kimsenin görevini
başka
amaçlarla kullanacağı aklıma gelmezdi, hatta ferdi olarak
yapılmış
olsa dahi grup halinde insanların görev yeminini bozup
görevin
gerekliliklerine karşı işler yapacağını aklım almazdı.” (s.389)
“Belki
de bu gün şikâyetçi olduğum yapıda yer alan birçok
müdürü
o günlerde merkezin itirazına rağmen 'insanların
inançlarına
göre değerlendirilemeyeceğini' söyleyerek bizzat ben
göreve
alınmalarını sağladım.” (s.390)
“Geçmişte
yaşanan deneyimlerden dolayı bütün şube
müdürleri
ve birim amirleri dini düşünce ve örgütlere uzak duran ve
bu
konuda hassasiyeti oları kişiler arasından seçiliyordu. Merkeze
solcu
ve İslami cemaat ve ekollerle ilgili olabilecek kişiler yaklaştırılmıyordu.
Merkeze
atanacak olanlar büyük oranda milliyetçi ve
ülkücü
kesime yakın kişiler arasından seçiliyordu…..Ben merkezde göreve
gelince
iş üretecek bazı kadrolardan merkeze gelmek isteyenlere
destek
oldum. Merkezde az da olsa alt rütbelerde dini yönü ağır
basan
veya böyle olmasına rağmen merkezdeki genel anlayıştan
korkarak
farklı gözükmeye çalışan kişiler bulunmaktaydı ve bu
kişiler
her fırsatta ezilmeye çalışılıyorlardı. Fakat ben göreve
geldikten
sonra radikal laik gözüken etkin kişilerin bu insanlar
üzerinde
baskı kurmalarına karşı tavır aldım.”” (s.391)
_____YAZARIN KENDİSİNİN DE YAZDIĞI GİBİ POLİS ÖRGÜTÜ İÇİNDE
CEMAAT YAPILANMASI İÇİNDE YER ALAN BİRÇOK İSMİN GÜVENLİK BİRİMLERİNDE ÖNEMLİ
YERLERE GELMESİNE KENDİSİ DE NEDEN OLMUŞTUR. ÇÜNKÜ AYNI DÜNYA GÖRÜŞÜNE
SAHİPTİRLER. GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE BELLİ SİYASİ VE DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİP
OLANLARIN DESTEKLENMESİ, MAKAMLARIN PAYLAŞTIRILARAK DESTEKLENMESİ YANLIŞTIR.
ANCAK GÜVENLİK ÖRGÜTÜNÜN BİRBİRİ İLE ÇATIŞAN, BİRBİRİNE KARŞI CEPHE ALAN,
KOORDİNASYON İÇİNDE ÇALIŞMAYI REDDETEN GRUPLARA, TOPLULUKLARA AYRILMASI DA
ZARARLI BİR TUTUMDUR. SADECE MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ ANLAYIŞTA PERSONELİN GÜVENLİK
KURUMUNDA DESTEKLENMESİ, KORUNMASI GÜVENLİĞİ GÜÇLENDİRMEZ, TERSİNE
ZAYIFLATMIŞTIR. KALDI Kİ MUHAFAZAKAR-DİNCİ ANLAYIŞTA OLANLARLA
MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ ANLAYIŞTA OLANLARIN ARASINDA ÇOK FARK YOKTUR VE BU ANLAYIŞ
HER ZAMAN DİNCİ-MUHAFAZAKAR GÖRÜŞTE OLANLARI DESTEKLEYEREK KURUM İÇİNDE ZAMANLA
YERLEŞMELERİNE NEDEN OLMUŞ ANCAK GRUPLAR İÇİNDE ÇATIŞMALARI AZALTMAMIŞ,
TOPLUMUN GÜVENLİĞİNİ ZAYIFLATMIŞTIR. DOĞRU OLAN CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİNİ
ORTAK ANLAYIŞ OLARAK KABUL EDEREK KURUM İÇİNDE GRUPLAŞMALARA, ADAM KAYIRMALARA
GİTMEDEN, İŞİNDE EN YETENEKLİ OLAN, NİTELİKLİ GÜVENLİK HİZMETİ VERECEK
OLANLARIN GEREKLİ MAKAM VE RÜTBELERE GETİRİLMESİDİR. PERSONELİ YÜKSEK SİCİLİNE, YETENEKLERİNE
BAĞLI OLARAK HAK EDİLEN RÜTBE VE MAKAMLARA GETİRİLMESİNE HİÇ KİMSE İTİRAZ
ETMEYECEKTİR. BU ZAMANA KADAR NE YAZIK Kİ SOĞUK SAVAŞIN GETİRDİĞİ YEŞİL KUŞAK
PROJESİNE BAĞLI OLARAK GÜVENLİK GÜÇLERİNE ATATÜRK’ÜN ÇAĞDAŞ TÜRKİYE
CUMHURİYETİNİN İLKELERİ KARŞI GÖRÜŞ VE ANLAYIŞTA HER TÜRLÜ GÖRÜŞÜN
KADROLAŞMASINA DESTEK VERİLMİŞTİR.
“24
Aralık 1995 seçimleri sonucu MSP-RP çizgisinin en büyük
parti
olması, ordu içerisinde tepkilerin artmasına neden olmuş, bu
sonucu
hazmedememenin ilk işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştı. İktidarın DYP
kanadından bakan olan Mehmet Ağarın, Susurluk
Olaylarındaki
rolü nedeniyle hükümetin dışında kalmasının
ardından,
önce İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan Kaçakçılık
Daire
Başkanı olarak görevlendirildi. İstihbarat Dairesi Başkanlığına
tirajı
çok düşük bir yayın organına (dergi mi yoksa gazete mi?
olduğunu
hatırlamadığım) doğruluğu ve ciddiyeti tartışmalı olan
"Artık
ordu polise sormadan ihtilal yapamaz. Yedi bin kadar özel
eğitilmiş
ağır silahlı özel harekat polisi var..." mealinde bir şeyler
söyleyen,
o güne kadar hiç tanımadığım Bülent Orakoğlu getirildi. Bana göre Orakoğlu
istihbarat formasyonuna sahip değildi; ya
yanlışlıkla
ya da tesadüf eseri daire başkanı yapılmıştı. Söylediği
iddia
edilen, o zamana kadar kimsenin duymadığı "Artık polise
danışmadan
ordu ihtilal yapamaz ..." mealindeki iri lafı gerçekten
söylemiş
olsa bile ciddiye alınacak biri değildi….Orakoğlu'nun demokrasi, özgürlük,
darbe, siyaset gibi konular
açısından
bir bakış açısına ya da ideolojiye sahip biri olmadığını
düşünüyorum.
Eğer bu sözü söylemişse sadece kendisi polis olduğu
için,
polisi övmek ve dolaylı olarak kendini yüceltmek için söylemiş
olabileceği
kanaatindeyim.”(s.392)
“ordu
içinde Batı Çalışma Grubu olarak adlandırılan grubun tamamen sivil
hükümeti
zora sokmak amacıyla oluşturulmuş gizli illegal
faaliyetlerinden
haberdar olmuştum. Ayrıca ordu içindeki askeri
kişilerden
de çeşitli bilgiler geliyordu. Bu bilgiler nasıl geliyordu tam
bilemiyorum
ama bugün değerlendirdiğimde ordu içindeki cemaat
yapısının
bilgi sızdırma işini örgütlediğini anlıyorum. Bilgi ve
belgeleri
toplayanlar, bunları kullanabilecek olan bizim gibi kişilere
ya
yakın çevremizde çalışan taraftarları aracılığıyla ya da posta
yoluyla
ulaştırıyorlardı.” (s.394)
_______YAZARIN GÖRÜŞÜNÜN TERSİNE ORAKOĞLU’NUN ÖNGÖRÜSÜNÜ
KANITLARCASINA İLERLEYEN ZAMAN İÇİNDE ERGENEKON HAREKETİ İLE ORDU GERÇEKTEN BİR
DAHA DARBE YAPAMAYACAK DURUMA GETİRİLMİŞTİR. YEŞİL KUŞAK PROJESİNİN VE BÜYÜK
ORTA DOĞRU PROJESİNİN HEDEFLERİ YÖNÜNDE
ÖNCE ORDU’YA DEMOKRASİNİN KORUNMASI GÖREVİ ANAYASA’DAN ÇIKARILMIŞ, SONRA
DA YAPILAN OPERASYONLARLA DARBE DEĞİL ÜLKE SAVUNMASI GÖREVİNİ BİLE YAPAMAYACAK
DURUMA GETİRİLMİŞTİR. BUNUN İLK HAZIRLIKLARININ ZAMANLAMASINI ORAKOĞLU’NUN BU
SÖZLERİNİ BASINA AÇIKLADIĞI TARİHLERDE DÜŞÜNMEK GEREKİR.
“Mahkemenin
iki
hakimi
meslekleri pahasına adil davranıp beni tutuklamadıkları gibi
hukuka
uygun karar verdiler ve verdikleri kararı Askeri Yargıtay bile
tasdik
etmek mecburiyetinde kaldı. Ancak bu mahkemenin iki
hakim
subayı vermiş oldukları kararın bedelini ödediler; Deniz
Hakim
Albay Mesut Kurşun’u Malatya'ya sürdüler, Deniz Hakim
Binbaşı
Ahmet Kahraman'ı YAŞ kararı ile ihraç ettiler.
Bu
olayda da yüzde yüz zarar göreceğim, her şey bitti diyeceğim
bir
anda hiç ummadığım bir şey olmuş ve bu tehlikeyi de
atlatmıştım.
Hayatımı kaybettim diye yüzde yüz inandığım ikinci
tehlikeyi
de atlatmıştım. Bir kez daha yukarıdaki yine yardım
etmişti.”
(s.396)
“28
Şubat sonrasında hakkında davalar açıldığı o baskı dönemlerinde
bir
arkadaşım aracılığıyla Fethullah Gülen Hocayla onun
talebi
üzerine kısa sureli olarak görüştüm. Bu görüşmede özetle ona
"Siz
doğru bildiğiniz yolda okullar açarak bu ülkeye ve insanlarımıza
hizmet,
ediyorsunuz. Gerisini önemsemeyin, doğru sonunda galip
gelecektir"
dedim. Amacım, baskı karşısında mazlum ve mağdur
olana,
üzerine gidilene destek olmaktı.”( s.399)
“KOM
(Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) Daire
Başkanlığına
hiçbir talebim olmadan, 2003 yılı haziran ayında
atandım……
Bu öncelikleri belirlerken tesadüfen önümüze Enerji Bakanlığındaki
büyük
ihalelere hile karıştıran, tüm ihaleleri yöneten bir
organize
grubu izlemeye başladık. İbrahim Selçuk başkanlığındaki
bu
grup tuğ Enerji Bakanlığındaki işlere Bakan'dan daha hakimdi;
ihaleler
İbrahim'den habersiz yapılamaz durumdaydı…… bir yıla
yakın
devam eden izleme sonunda operasyona giriştik. Bazı büyük
muteahhitler
ile Enerji Bakanlığı Genel Müdürleri tutuklandı…. kişilerin hükümete yakınlığı dolayısıyla
gözaltına almaların sıkıntı yarattığım, bu konuları hiç
düşünmediğimizi,
iş yaparken siyasi hesap yapmadığımızı
söylemişlerdi.
Bu tür olaylarda hakkımızda olumsuz bir hava
yaratılmıştı.”(s.400)
“eski KOM Başkan Yardımcısı
Alper
Yaz akaryakıt kaçakçılığı yaptığı bilinen Veysel Kadayıfçıoğlu
adlı
kişinin benim tayinimin başka yere çıkarılması için çalıştığı
haberini
göndermiş ama ben bunu pek fazla önemsememiştim. Bu
şahsın,
yaptığımız bir tahkikatta adı gecen bir mafya üyesiyle ilişkisi
varmış.
Biz operasyon öncesi tüm mafya ve mafya ile bağlantılı
kişilerin
mal varlığının tespit edilmesi için savcılık talimatı ile
araştırma
yaptığımız sırada, bu kişinin milyon dolarlar seviyesindeki
hesabının
bulunduğu bir banka şubesi ona haber vermesi üzerine
yapılan
tahkikatı öğrenmişti. Bundan dolayı benimle ve tayinimi
başka
bir yere çıkartmakla uğraşıyormuş. Daha sonra öğrendiğime
göre,
bu kişi Diyarbakırlı çok zengin bir holding patronuymuş. Aynı zamanda İçişleri
Bakanının oğlu Murat Aksu ile yakın ilişki
içindeymiş.
İrtibatlı olduğu mafya üyesine de bakanın oğlu üzerinden
bir
şeyler yapmak isteyen biriymiş.
Ben
görevden alınıp Edirne'ye tayin (sürgün) edildiğim sırada
hastanede
yattığımdan, personelin durumunu tam bilemiyordum
ama
bazı arkadaşlarım sürekli yanıma gelerek bu haksızlığa karşı
bir
şeyler yapmak istediklerini söylüyor, bir şeyler yapmak adına
hükümette
etkin kişilere ve başka çevrelere gidiyor, bu haksızlığı
durdurmak
için koşturuyorlardı. Kimi personel uzak duruyordu”…..(s.402)
“Benim
dava ve mahkeme kararı nedeniyle tayin edilmem üzerine
görevine
donduğu söylenen eski başkan Coşkun Hayal de 2-3 ay gibi
kısa
bir süre bu görevde kaldıktan sonra bir bahane ile ikna edilip
başka
bir ile Emniyet Müdürü olarak atandı. Ardından bugünkü
başkan
Ahmet Pek'i KOM Daire Başkanı olarak atadılar. İkinci garip
şey
de tayin olmayı istemememe rağmen hasta halimle apar topar
Edirne'ye
hem de geçici görevle gönderilmiştim. Bunun manası 24
saat
içinde hemen Edirne'ye gidip göreve başlamam gerekiyordu.
Ankara'da
kalmamı istemiyorlardı. Belki de Ankara'da yapacaklarından
erken
fark edeceğimi düşünerek özellikle uzaklaşmamı istiyorlardı.” ”…..(s.403)
______RÜŞVET,
İHALEYE FESAT KARIŞTIRMA YOLU İLE KAMUYU ZARARA UĞRATMAK, KAÇAKÇILIK, DEVLET YÖNETİMİNDE USULSÜZLÜK…VB GİBİ DAVALARIN
POLİS TEŞKİLATI TARAFINDAN DİNLENEREK ORTAYA ÇIKARILMASI, EĞER BU OLAYLARLA
İLGİLİ ŞİKAYET VE DELİLLER VAR İSE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN GÖREVLERİ ARASINDADIR.
BU AMAÇLA KOM VE İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN DİNLEME YAPMASI, TAKİP ETMESİ VE
SUÇLARI KANITLAYARAK ORTAYA KOYMASI POLİS ÖRGÜTÜNÜN GÖREVİDİR. ANCAK İDEOLOJİK
VE ÇIKAR AMAÇLI ŞANTAJ YAPMAK İÇİN GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE DİNLEME VE
TAKİPLER BÜYÜK SUÇ OLUŞTURUR. POLİS
TEŞKİLATININ BU İKİ ÇALIŞMAYI BİRBİRİNDEN ÇOK İYİ AYIRMASI, KENDİ İÇİNDE
OTODENETİM SİSTEMİ KURMUŞ OLMASI GEREKLİDİR. GÜVENLİK GÜÇLERİNİN KENDİ
ARALARINDA DA BU KONUDAKİ SUÇLARLA İLGİLİ TAM BİR KOORDİNASYON VE BİRLİK
SAĞLANMIŞ OLMALIDIR. ANCAK İKTİDARDA BULUNAN BAKAN, BAKAN YARDIMCISI, MİLLETVEKİLİ
VE YAKINLARINA İLİŞKİN YOLSUZLUK, RÜŞVET VE USULSÜZLÜKLERİN YASAL DA
OLSA BU PROSEDÜRLERLE SORUŞTURULMASI ÇOK ZOR HATTA, EĞER İKTİDAR BU
SORUŞTURMALARI ÖRTMEK İSTİYORSA OLANAKSIZ OLABİLMEKTEDİR: SORUŞTURMAYI YAPANLAR
YA GÖREVLERİNDEN ALINMAKTA, YA DA BAŞKA BÖLGELERE SÜRÜLMEKTE, GÖREV YERLERİ
DEĞİŞTİRİLMEKTEDİR. BUGÜNKÜ İKTİDARIN BU KONUDA SİCİLİ TEMİZ DEĞİLDİR. TERSİNE
SORUŞTURMALAR MUHALEFETTEKİ PARTİLERE YÖNLENDİRİLEREK İKTİDARDAKİ KONUMLARI
DESTEKLENMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.
“Ahmet
bunu kabul etmeyince merkezin
planlarını
uygulaması gecikecekti. İşte bu sıralarda Hrant Dirik
öldürüldü.
Bu olayın ardından, zaten araları gerilmiş ama bunu belli
etmeyen
İstihbarat Daire Başkanlığı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
bu
durumu fırsata çevirme ve bu olayda her hatayı ortaya
dökme
eğilimi başladı…..Mesele o kadar büyük boyutlara
varmıştı
ki Hrant Dink olayındaki Emniyet mensuplarının
kusurlarını
araştırmakla görevlendirilen mülkiye müfettişleri Ahmet’i
suçlamak,
hatta mahkemede cezalandırmak için neredeyse sahte
evrak
bulmaya kadar her şeyi denemekten geri durmuyorlardı.
İstihbarat
Dairesi ile beraber çalışıyorlardı…..bakanlıkta tanıdığım ve güvendiğim mülkiye
müfettişi arkadaşlara bu kişiler hakkında bilgi sordum. Birinin
çevresinde
Fethullah Hoca cemaatinden olduğunun bilinmesi
haricinde
bir sorunlarının olmadığını soyladı.”(s.413)
_____HRANK DİNK CİNAYETİNDE DE FETÖ’NÜN ELİ OLDUĞU VE CİNAYETİ
İŞLETTİĞİ DÜŞÜNÜLEBİLİR. FETÖ ÖRGÜTLENMESİ BU CİNAYETLE BİR YANDAN İSTANBUL
İSTİHBARAT KADROLARINDA GEREKLİ DEĞİŞİKLİKLERİ RAHATLIKLA YAPABİLECEĞİNİ
DÜŞÜNMÜŞTÜR. DİĞER YANDAN DA ÜLKE DÜŞMANI BİR AZINLIĞI ORTADAN KALDIRMIŞ
OLACAKLARINI DÜŞÜNMÜŞ OLMALARI İHTİMALİ BULUNMAKTADIR.
“1999
yılında Ankara Emniyetinde bazı görevlilerin devletin
önemli
makamlarının telefonlarını sorguladığı, blog kayıtları
sayesinde
ortaya çıkarılmıştı. Bu, sistemin güvenlik supabıydı ama
şimdi
Daire Başkanlığı bu kayıtları değiştiriyor, kimin hangi telefonu
sorguladığı
bilgilerinden istediğini çıkarabiliyordu. Bu, istediğini de
koyabileceği
anlamına geliyordu. İlerde istemediği bir görevli olursa
buradaki
bilgileri değiştirerek kişilerin sorumluluklarını
değiştirebilecekti.
Bu işlemi yapmak için bilgisayar sistem operatörü
dahil
olmak üzere en az 5-6 kişinin bilgisi ve rızası lazımdı. Demek
ki
hepsi bu işin içindeydi. Bu işi anlayanlar için çok vahim bir durumdu: Daire
Başkanlığı güvenlik için konan sistemi istediği an
değiştiriyordu……..Sonunda.
Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda
görev
bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve
gelemeyecek,
gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda,
bilgi
ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi
yeterli
olmayan), hatta sosyal ve psikolojik açıdan sorunlu olduğunu
değerlendirdiğim
Ali Fuat Yılmazer bu göreve atandı……Belli amaçları olanlar, istedikleri gibi
faaliyette bulunmak isteyenler bu konuda kendilerine mani olacak
bir
engeli daha önlerinden kaldırmış oldular.” (s.415-6)
“Danıştay
olayında faillerin Ergenekon’la ilişkilendirilmesini
Ahmet
ve Şahmaz, yani İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesi
desteklememiştir.
Bunun yanlış olduğunu, eldeki delillerle böyle
bir
bağlantının kurulamayacağını aksine Alparslan Aslan'ın
her
eylemden önce ve sonra İstanbul'daki Şeyh Salih Kurter ile
irtibat
kurduğunu, Aslan'ın telefon HTS raporları iyi okunursa
bu
irtibatın daha tutarlı olduğunun görüleceği aşikardı.
Aslında
işte o gün Ahmet'in İstanbul'dan alınması gerektiğine
karar
verildiği kanaatindeyim. Ankara, Danıştay olayı ile Ergenekon
bağlantısını kurmak istiyordu. Delilin olup
olmaması önemli,
değildi,
onlar bunu istiyordu o kadar.” (s.416)
“Eğer
sadece bilgi toplamak yerine haklarında bilgi toplandıkları kurum ve kişiler
hakkında
adli işlemlerde bulunmak da isteniyorsa Emniyet KOM
Dairesinde
etkin olunması şarttır. Sadece merkezi yapıları değil,
operasyonların
en çok yönetileceği başta İstanbul, Ankara olmak
üzere
bazı önemli illerdeki bu dairelerin uzantısı şubelerin de ele
geçirilmesi
gerekir. Eğer sadece bilgi toplamak ve bunlarla ilgili adli
işlem
yapmakla da yetinmeyip her memur, asker ve özel kanunlarla
korunan
kişiler hakkında da işlem yapmak isteniyorsa, o zaman özel
yetkili
mahkemelerin savcıları ve hakimleri üzerinde de etkin
olunması
gerekir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı sahip olduğu
geniş
teknik imkanları ile herkes hakkında her türlü bilgiyi
toplayabilir,
kim kimlerle görüşüyor öğrenilebilir, eline telefon alan
herkesin
irtibatları ve ilişkileri belirlenebilir. Hiç kimse onlardan
ilişkisini
gizleyemez.
Emniyet
İstihbarat Daire Başkanlığı ve her ildeki şubesi, hatta
bazı
ilçelerdeki birimlerinin istihbari dinleme yetkisi vardır; kişiler
dinlenir,
izlenir ve bir süre sonra evraklar imha edilir. Yıllarca her
konuda
ve her kurumdan toplanmış terebaydlara sığmayan bilgi
bankaları
mevcuttur. Dahası kimsenin hesap edemeyeceği teknik
imkanlara
sahip Türkiye’nin her ilindeki istihbarat şubelerini 7000
civarındaki
personeli vasıtasıyla ülke genelinde her yerde izleme
faaliyetlerinde
bulunma olanakları vardır. Onları yalnızca Emniyet
Genel
Müdürü ve İçişleri Bakanı denetleyebilir, müfettişler dahil
kimse
binalarına giremez ve işlemlerine karışamaz.
KOM
Daire Başkanlığı merkez ve ülke genelindeki örgütlü suçlar
ve
organize gruplarla ilgili tahkikatları yapar, aynı zamanda adli
dinleme
ve izlemenin Emniyetteki en etkin merkezidir.
Özel
yetkili savcılar ve mahkemeler biraz da kanunları zorlayarak
herkes
hakkında doğrudan dava açabilir, gözaltı kararı
verebilir,
tutuklayabilir. “(s.417)
“MİT'e
hâkim olsanız, sadece bilgi toplarsınız, belki
bunları
saptırarak kullanabilirsiniz ama daha ilerisini yapamazsınız.
Aksiyoner
bir eylem gerçekleştirme arzusundaysanız, MİT size
yetmez.
Bu doğrultuda önce KOM Daire Başkanlığı, sonra İstihbarat
Dairesi
Başkanlığı, ardından da İstanbul ve Ankara İstihbarat
Şubesi
ve bunlarla paralel olarak özel yetkili mahkemelerin savcı ve
hakimlerinin
de belli oranda belirli eğilimlerde olan kişilerden
oluşturulduğunu
bugün net olarak görmek mümkün.” “(s.417)
“Emniyet
içerisindeki cemaatin yapısını ve gücünü bilen gazeteciler
İstanbul'daki
cemaatin polislerine "Emin Bey'e bunu niye
yaptınız,"
diye sorduklarında, "Emin Bey'in bilgisayarında 'Emniyette
Fethullahçı
Örgütlenme' başlıklı bir rapor bulduk, ondan dolayı
yaptık,"
derler. Evet, işte gerçek sebep budur.
Tüm
dava dosyası oluşturulurken Emin Bey'in aleni olarak
masumiyetini
gösteren hususlar özellikle gizlenip ilerleyen safhalarda
çıkarılmıştır.
Bu durum net olarak gözükmektedir,” (s.446)
“Emin
Bey'in uluslararası güvenlik camiasında
saygınlığı
vardır, gelecekte uluslararası kuruluşlarda görev alacak,
milli
menfaatleri koruyacak biri kişidir. Lekelenmiş, hayatı boyunca
mücadelede
ettiği şeyle suçlanmıştır. Ona bu kadar iftira
edilebiliyorsa,
cemaati, polisi, savcısı bir olup diğer polisleri her
suçtan,
her olaydan yargılatabilirler. Cemaatin. Emniyet içerisindeki
örgütlenmesine
karşı çıkan hiçbir polisin teşkilatta tutunma imkanı
yoktur.”
(s.447)
“Peki,
Gülcü neden önemliydi? Birincisi, belirttiğimiz üzere
Emniyet
Teşkilatı içerisindeki cemaatçi yapıya karşıydı ve çok
şiddetli
biçimde buna karşı tavır alıyordu. Fakat aynı zamanda
hükümetin
de iyi adamıydı. Neden silinmesine göz yumuldu? M. Gülcü
arka
planda cemaat tarafından desteklenen, yürütülmekte
olan
Ergenekon operasyonları dolayısıyla mahkemelerin Ergenekon
Örgütü
hakkında Emniyet Genel Müdürlüğüne sorduğu soruya
istenenin
aksine Ergenekon diye bir terör Örgütünün kayıtlarında
olmadığını
yazmıştı. Bu konuda cemaatin yaptıklarını desteklemediği, hatta karşı çıktığı
için hükümetin üst kademelerinden yeterli desteği bulamadı ve bu tür yazı vs.
olayları abartılarak yukarılara taşındı. Emniyetin en güçlü ve iktidara yakın
iki
Genel Müdür Yardımcısını görevden aldıran gücü Emniyet kendi
içinde
net görüyordu. Bu güç tayin ve terfilerde de çok etkindi. Bunu
gören
teşkilat mensuplarının şimdiden sonra nasıl davranacağını,
nasıl
hareket edeceğini, bir tayin ya da terfi için pek çok kişiye
uğrayan
meslektaşlarımın maalesef şimdi en fazla cemaatçi
gözükmeye
kalktığını, eski konuşma ve sözlerini unuttuğunu
görüyoruz.”
(s.455-446)
“Evet
Sakarya örneği çok enteresandır, teşkilat içinde farklı
fraksiyonlar
devletin güç ve imkanlarım kullanarak birbirine
operasyon
yapmakta ve bir emniyet müdürü tutuklanarak cezaevine
gönderilmektedir.
Bu olayın bir normal tahkikat olduğunu
söyleyecek
emniyet içerisinde bir tek insan yoktur. Bunun cemaatin
yürüttüğü
bir operasyon olduğundan en ufak şüphe yoktur. Olayı
tahkik
eden müfettişlerin de tarafsız olması imkansızdır, eğer bu
olay
gerçekten tarafsız birilerince ve telefon dinleme kayıtları da
incelenerek
araştırılırsa, olayı merkezden idare eden İstihbarat ve
KOM
Daire Başkanlığının yöneticileri, Savcı Mehmet Berk ve diğer
kişiler
dahil herkes hakkında ciddi davalar açılacak emareler
bulunur.”
(s.460)
“Hükümetin
birçok üyesi veya bakanlar tarafından tanınıp
bilindikleri
ve sevildikleri için idari olarak görevden alınamayan
Emin
Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Faruk Ünsal
gibi
kişilerin, emniyet ve adliye içerisindeki cemaat mensuplarının
dava
ile sadece görevden aldırılmasıyla yetinilmeyip
iftira
ve komplolar tezgahlanarak en ağır suçlarla mahkemelerde
yargılanmaları
ve cezaevinde yatmaları sağlandı.” (s.461)
“Cemaat
yapacakları ve planları için İstihbarat Daire Başkanlığı
ve
KOM Daire Başkanlığını elinden bırakmak istemiyordu, adı bu
birimlerin
başına geçecek diye anılan herkes uzaktan imha
edilecekti….Bu
yöntemlerle üç önemli genel müdür yardımcısını yiyen
yapının
artık gözünü kan bürümüş durumdadır, kolay kolay
durdurulamaz,
faaliyetlerine devam edecektir.
Teşkilat
içerisinde, yaşanan tüm bu olayları gören ve bunların
altındaki
gerçeğin farkında olanlar gücün kimlerde olduğunu
anladıktan
sonra gerçek manada kime itaat edecekler, nereye kıble
diye
yönelecekler? Bu operasyonları kimin yaptığım bilen teşkilat
mensupları
nasıl hareket edecektir?” (s.462)
“İstanbul'a
gittim. Önce Aykut Bey'i ziyaret etim. Belli oranda
durumu
anlatıp hukuksuz dinlemeleri ve insanlara tuzak kuran
kişilerin
olduğunu, bu tuzak kuran kişilerin kasıtlı tuzağına
düşüyor
gözüküp onların tuzaklarını boşa çıkarmak gerektiğini,
bunun
için izleme ve dinleme kararlarına ihtiyaç duyulduğunu
anlattım.
Aykut Bey kanunun bir tuzağı açığa çıkarmak için dinleme
ve
izleme yapmaya imkan vermediğini, ancak davacı olursam Fatih
Savcılığının
görevli olduğunu, konunun ona tevdi edileceğini söyledi.
Ayrıca
bu tür işlerin merkezden denetlenmesinin daha uygun
olacağını
da konuştuk. Başsavcının kendisi de dinlenmişti, bunun
izah
edilecek hiçbir tarafı yoktu, sistem cinnet geçiriyordu. Hangi
delil,
hangi gerekçe ile başsavcı dinlenmişti. Ardından Turan Bey'i ziyaret: ettim.
Ona isimsiz ve hukuksuz istihbarı/ önleme dinlemelerinin olduğunu söylediğimde,
bu
görevlerin
kendi savcılıklarını doğrudan ilgilendirmediğini, polis veya
diğer
istihbarat birimlerinin direk hakimle muhatap olduğunu,
buradaki
suçların da kendi savcılıkları değil, normal savcıları
ilgilendirdiğini
söyledi. Sonra Ankara'ya geldim Başsavcı Hüseyin Poyrazoğlu ile
görüştüm.
O da Ergenekon Örgütü üyesi olmaktan İstanbul
Başsavcısı
gibi dinlenmişti. Konuşma sonunda o da böyle bir
tahkikatın
Adalet Bakanlığı üzerinden gelmesi gerektiğinden,
bakanlığın
tüm bölgelerde araştırma başlatma imkanı olduğunu
söyledi.
Düşündüm doğruydu, idari olarak İçişleri ve Adalet
Bakanlıkları
yardım etmez ise tahkikat zor olacaktı, savcılıklar tek başına fazla bir şey
yapamayacaklardı.”(s.468)
“İlk
başta öne çıkan emniyet istihbarat birimleri olmasına rağmen tüm kurumlara
bakılmalıydı.
Mülkiye ve polis başmüfettişlerince Emniyet İstihbarat
Daire
Başkanlığı denetlenirse çok şey ortaya çıkacaktı. Sonra olay
adliyeye
intikal ederse daha iyi netice alınabilirdi. Hemen bir dilekçe hazırladım.
Adalet ve İçişleri Bakanlıkları,
İstanbul
Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları, İstanbul ve Ankara
özel
Yetkili Başsavcı Vekillikleri ve Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına
ve
Başbakanlığa verilmek üzere dağıtımlı ancak bazı noktalarda
birbirinden
farklı dilekçelerdi.
Önce
idari silsile içerisinde Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan
Köksal’dan
06.01.2010 tarihinde randevu aldım ve gidip olayları
anlattım.
Cemaatin olduğu bilinen bazı gazetelerdeki beni övücü
yayınları
kast ederek "Ben de cemaatin senin yıldızını parlatmaya
çalıştığını
zannediyordum." dedi.” (s.469)
“Bu
işin zorluğu ve aynı yöntemlerin Ergenekon ve benzeri
tahkikatlarda
askeri kademedeki kişilere yönelik olarak uygulandığı
için
tahkikatların şaibe altında kalması ihtimali nedeniyle bende
işin
üzerine tam olarak gidilemeyeceği şüphesi oluşmuştu….İstihbarat biriminin
yaptığı kanunsuzluğu, birçok kişiyi başka
kişilerin
adıyla, isimsiz IMEIİ numarasıyla dinlediklerini, hatta
ikimizin
de muş terek dostu olan kişilerden isimler vererek dinlenen daire başkanı,
genel müdür rütbesindeki kişileri anlattım. Son
soruşturmaların
şaibe altında kalmaması için konunun gerektiği
gibi
denetlenemeyeceği kaygısını taşıdığımı, durumu Başbakana
aktarması
gerektiğini ifade ettim.” (s.482)
___________DİNLEMELERİN İKTİDAR DA DAHİL, PLANLANAN BİR AMAÇ
DOĞRULTUSUNDA SİLAHLI KUVVETLER MENSUPLARINI DA KAPSADIĞI VE ALINAN GİZLİ
BİLGİLERLE TÜM KİLİT NOKTALARDAKİ DEVLET GÖREVLİLERİNİ GEREKTİĞİNDE DEVLET
İÇİNDEKİ GÖREVLERİNDEN UZAKLAŞTIRMAYI AMAÇLADIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. BURADA TÜM
DENETİM OLANAKLARI ELİNDE OLMASINA RAĞMEN İKTİDARDA OLAN BAŞBAKAN, BAKAN,
MİLLETVEKİLLERİNİN DE AYNI PLAN İÇİNDE KORKUSUZCA DİNLENMELERİ ÖNEMLİDİR.
DİNLEMEYİ YAPANLAR İKTİDARDAN DA GÜÇLÜ BİR ÖRGÜT OLARAK KENDİNİ ORTAYA
KOYMAKTADIR. ANCAK BU DURUMU 15-27 ARALIK 2013 TARİHİNE KADAR İKTİDARDAKİLER
ANLAYAMAMIŞLAR, HATTA ÖNEMSEMEYEREK, DİNLEMELERİN ÖNÜNÜ KESMEYEREK DESTEK
VERMİŞLERDİR. YAZAR KENDİNİN, ÖZEL YAŞAMI DA DAHİL TÜM YAŞAMININ DİNLENMESİNİ
VE KENDİNE KUMPAS HAZIRLANMASINI ÖNLEMEK İÇİN İKTİDARDAKİ TÜM YETKİLİLERE
BAŞVURMASINA RAĞMEN SONUÇ ALAMAMIŞ VE BU KİTABI YAZMAK ZORUNDA KALMIŞTIR.
TERSİNE İKTİDARDAKİLER ERGENEKON SORUŞTURMALARININ ENGELLENEBİLECEĞİ
DÜŞÜNCESİ İLE BU DİNLEMELERİN ÖNÜNÜ KESMEMİŞ, HATTA HER TÜRLÜ YARDIM VE DESTEK
VERMİŞTİR.
“Sonuç olarak, benim üzerime düşen görevi, sistemin harekete
geçmesi
için elimden gelen her şeyi yaptığımı, kesin maddi delillerin
nereden
bulunacağını gösterdiğimi, kısa surede müfettişlerin
harekete
geçtiğini, yakında müfettişlerin davacı olarak benim de
ifademi
alacaklarını, diğer yandan adalet müfettişlerinin hukuka
aykırı
kararlar veren hakimler hakkında tahkikata başladığını,
Adalet
Bakanlığının şikâyetimi iletmesi üzerine Ankara ve İstanbul
savcılarının
harekete geçtiğini düşünüyordum. Oysaki öyle
olmamıştı……..bana
"Dilekçeni
iade ediyoruz, müfettiş incelemesi yaptıramıyoruz çünkü
bir
defa müfettişler görevlendirilir ise kontrol edilemeyebilir, her şeyi
araştırabilirler,
bundan dolayı bakan dilekçenin iadesini istedi, ben
de
geri veriyorum." dedi ve zarfı bana verdi.”(s.484)
“bakan doğrudan müfettiş gönderip denetletelim
deyince ben yazılı dilekçe vererek işi kolaylaştıracağımı söyleyip dilekçe
vermiştim. Ama şimdi İçişleri
Bakanı
denetim yapmıyordu, bakanı durduran kim ve ne olabilirdi,
başbakandan
başka kim olabilirdi ki?
Belki
Başbakan gerçeği tam bilmiyordu, son dönem Ergenekon
operasyonları
ve bu operasyonları gerçekleştirenler benim
şikayetimle
şaibe altında kalır tereddüdü taşıyarak tahkikatı
durdurmuştu.”(
s.485)
“Olayın
aslını bilse, devletin bir cemaatin eline
geçmeye
başladığı, ilerde telafisi mümkün olamayacak sıkıntıların
çıkacağı
anlatılırsa inceleme yaptırabileceği düşüncesiyle son bir kez
meselenin
etraflıca kendisine anlatılmasına çalışmaya karar verdim.” .”( s.485)
______YAZAR GERÇEKTE, İKTİDARIN CEMAATİN TAM DESTEKLEYİCİSİ
OLDUĞUNU, CEMAATİ KORUDUĞUNU, DESTEKLEDİĞİNİ, KENDİ İKTİDARINI KORUYAN VE
GÜÇLENDİREN BİR ÖRGÜT OLARAK GÖRDÜĞÜ GERÇEĞİNİ KABULLENEMİYOR. ANLAYAMIYOR.
“Başbakanın
yüzde yüz güvendiği, kafası çalışan, sır saklayabilecek
ve
ona anlatacaklarımı kesinlikle başbakana aktaracağına
inandığım
Baş Danışman'a olayı anlattım. Kendisini ikna
edecek
notlar okuttum ve konunun ciddiyetini, cemaatin nerelere
kadar
sızdığını, neler yaptığını, ülkenin güvenliğinin ve insanların
özgürlüklerinin
tehlikede olduğunu anlatmaya çalıştım. Aradan
zaman
geçmesine rağmen hareket görmeyince bu kitabın bir an
önce
yazılması gerektiğine inanıp yazmaya karar verdim.” .”( s.485)
_____ SESİNİ HALKA DAHA GENİŞ OLARAK DUYURMAK İSTEYEN AYDIN VE
GAZETECİLER, DOĞUDA PKK İLE MÜCADELE EDEN KOMUTANLAR, TERÖRLE MÜCADELE EDEN
GÜVENLİK GÖREVLİLERİ, DAİMA, SESLERİNİ
DUYURAMADIKLARI, DERTLERİNİ ANLATAMADIKLARI DURUMLARDA KİTAP YAZMAYI ÇARE OLARAK
DÜŞÜNMELERİ GİBİ, YAZARDA DA YAZARAK HALKA ULAŞMA, HALKIN DESTEĞİNİ ALARAK
ÖNLEM ALMA DÜŞÜNCESİ ORTAYA ÇIKIYOR.
“Bunca
hâkim ve savcının dinlenmesinden elde edilen bilgilere dayanılarak takip
edilip
gizlice fotoğraflarının çekilmediğine, uygunsuz durumlarının
fotoğraf
ve filme alınmadığına ve gerektiğinde belli davalarda bir
şantaj
aracı olarak kullanılmadığına kim garanti verebilir? Bence bu
şekilde
kullanıldığından hiç kuşku yoktur. Bunun yapıldığının
emareleri
artık her gün basında yer alıyor…Bütün bu dinlemeler emniyet birimlerinde,
cemaatin en güçlü olduğu yerlerde yaptırılmış ve tüm dinlemeler Emniyet
tarafından
gerçekleştirilmişti.
Belki de Emniyete bu imkânı vermek, kilit
yerlerdeki
hakim ve savcıların açığını bulmak için bu tertipler
hazırlanmıştı,
çünkü istihbari dinleme veren hakimler sadece
dinleme
kararı vermiyor, dinleme kararı ile birlikte teknik aletlerle
izleme
ve takip (fotoğraf çekme, kamera ile filme alma) yapılmasına
da
izin veriyorlardı.” .”( s.486)
“İşte tüm bu gelişmeler, savcı Cihaner'in jandarmayla beraber
yürüttüğü
İsmailağa cemaati tahkikatı, herkesten gizlediği Gülen
cemaati
soruşturmaları, muhbir ve ajanlardan doğrudan kendisinin
bilgi
alması, 3. Ordu Komutanı ile sık sık görüşmesi karşı cepheyi
harekete
geçiriyor. Cemaat savcı Cihaner'in ne yaptığını öğrenmeye
başlamış.
Onun kimlerle görüştüğü, kimlerden hangi bilgileri aldığı
hızla
tespit edilerek, teknik denetim altına alınmış. Savcı Cihaner,
albay
Recep Gencoğlu ve diğerleri dinlemeye alınmış, her ilişkileri
belirlenmiş.
Hatta kendileri hala farkında değillerdir ama teşkilatları
içerisinde,
yakınları arasında ajanlar bile elde edilmiş, cemaatin
jandarma,
yargı ve ordu içerisindeki unsurları kimisi gizli bilgiler
vererek,
kimisi yapılan iş ve işlemleri takip ederek, kimisi de çift
taraflı
ajan olarak bilgi taşımaya başlamıştır. Ancak bunlar yeterli değildir.
Ankara'nın desteği gereklidir. Bu desteği de cemaat ayarlar. Birinci olarak,
savcı Cihaner'in askerin desteği ile ismailağa
cemaati
tahkikatını genişleterek hükümetin tüm üyelerini
suçlayacağı,
İstanbul, Bursa ve Tokat başta olmak üzere tüm
hükümet
yanlısı belediyeleri hedef aldığı (alacağı değil, aldığı), hatta
İstanbul
Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile diğer belediye
başkanlarının
ve birçok kişinin gözaltına alınması karan aldığı (bu
kararın
yazılı metni olduğu çok ciddi olarak iddia edilmektedir,
böyle
bir şeyin olmayacağını söyleyince bizzat gördüğünü ifade
edenler
vardır), bu doğrultuda hükümet hakkında kapatmaya kadar
varacak
ciddi davalar açılacağı, AKP husumetini ciddi derecede zora
sokacak
sahte bilgi ve belge hazırlandığı iddia edilmişti.”(s.493-494)
“Cihaner'in
karşısında cemaate her türlü destek verilmeye
başlandı,
Jandarmadan gelecek taleplerin reddedilmesi ve polis
mıntıkasına
Jandarmanın girmesine müsaade edilmemesi yönünde
il
valisi uyarıldı. Burada Cihaner ve beraber çalıştığı kişilere karşı
yapılacak
operasyona destek vermek üzere diğer bürokrat
atamalarında
istenen kişiler ilgili görevlere atandı.
Cemaatin
polisin desteğindeki Erzurum Özel Yetkili Mahkeme
içerisinde
zaten çok fazla taraftarı vardı ve cemaat onları harekete
geçirdi.
Bir yandan Cihaner, Gencoğlu ve 3. Ordu Komutanı Berk
hakkında
çalışma devam ederken, bir yanda da Cihaner'in yapacağı
tahkikatların
elinden alınması hesabı yapıldı. Savcı Cihaner'in takip
ettiği
tüm kişiler tespit edildi, dinlediği telefonlar öğrenildi. Bu
gruplar
silahsız örgüt olduklarından özel yetkili mahkemenin görev
sahasına
girmemesine rağmen bu durum umursanmayıp iş zorlandı,
grupların
silahlı örgüt olduğu iddia edilerek bu defa Erzurum Özel
Yetkili
Savcılığı tarafından dinlenmeye ve izlenmeye başlandı, hedef
belliydi,
bu tahkikatlar Cihaner'den alınacaktı.” s.495)
“Şimdi
sıra Cihaner ve arkadaşlarına gelmişti. Onların yapacakları
o
kadar abartılı şekilde anlatılıyordu ki hem cemaat
yonetiminin
hem de Ankara'nın çok telaşlanmış olduğu anlaşılıyordu,
ne
olursa olsun onların bertaraf edilmeleri gerekiyordu.
Bunun
için ciddi delil bulmaya zaman yoktu, iddiaları gösteren her
şey
kullanılmalıydı. Gölette lav, roket atar türü silahlar bulundu
(nedense
hep bu türden silahlar bulunuyor, nereden geldiği, nereye
gittiği
belli olacak seri numaralı silahlar aramalarda hiç
bulunmuyordu.
Hâlbuki her örgüte önce tabanca-tüfek gerekir, lav
ve
roket daha sonra gelir ama bizim Ergenekon ve benzeri yapılara
ait
olduğu söylenen yerlerde yapılan araştırmalarda hiç tabanca-tüfek
gibi
silahlar çıkmıyor). İşin tuhafı bu olay Jandarmaya veya
polise
ihbar edilmemiş, bir polis ajanı görüp istihbarat birimine bilgi
vermişti.
Bu makul değildir. Daha önemlisi böyle bir silah
bulunması
olayı Erzincan savcılığının görev alanına girer,
Türkiye’nin
her yerinde benzer olaylara o ilin savcısı el koyar.
Erzincan'da
bulunan silahlara Erzurum Özel Yetkili
Savcısının
el koyması, hatta olay yerine gelmesi bile benim için
konunun
normal seyrinde ilerleyen bir olay olmadığını göstermesi
bakımından
tek başına yeterlidir. Bu durum, ortada bir komplo
olduğunu
tek başına göstermektedir. Ben bunca yıl görev yaptım,
özel
yetkili mahkemelerin görev alanına giren çok büyük olaylara
(Hizbullah'ın
bir kamyon dolusu silahının yakalanması, Dev-Sol'a ait
bir
araç dolusu silahın yurtdışından ülkeye sokulmaya çalışılması,
500
kilodan fazla uyuşturucu yakalanması, yurtdışına toplu olarak
gidip
gelen örgüt mensuplarının yakalanması) şahit oldum, ama hiçbirinde özel yetkili
savcıların olay yerine geldiğini görmedim…”.” (s.496)
“Ben
savcı Cihaner'in dini cemaatler ve tarikatlar üzerine özel
olarak
yönelmesini yanlış buluyorum. Eğer bu konuda görevini
kötüye
kullanmış, aşırıya kaçmış ise bunun karşılığında bir ceza
almalı.
Ayrıca polis mıntıkasında Jandarmayı kullanması da doğru
bir
davranış değildi. Bunlara ilave olarak soruşturmaları doğrudan
kendisinin
yapması uygun değildi, yardımcılarına vermeli, kendisi
çalışmaları
yalnızca koordine etmeliydi. Başka illeri ilgilendiren
konuları
o illere devretmeli, kendisi takip etmemeliydi. Belli ki başka
hataları
da vardı. Ama tüm bu kabahatlerinin karşılığı asla bu
değildi.
Cihaner'e yapılan, hukukun katledilmesidir; devletin,
adaletin
tehlikeli bir mecraya yöneltilmesi, devletin ve hukukun bir
cemaatin
zan ve tehlike anlayışına kurban edilmesi ve komploya,
iftiraya
hizmet edilmesidir,,,,, Mahkemeler de bu doğrultuda karar verdi denebilir, ama
şu kesin ki özel yetkili mahkemeler son beş-altı yıldır her tayinde yavaş
yavaş
ve sistemli bir biçimde cemaatin kontrolüne geçmiş durumda,
tüm
emareler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Yapılanların bir
soruşturmayla
uzaktan yakından ilgisi yok, hukukla zaten hiç ilgisi
yok.
Sistem cinnet geçiriyor. Cemaat, devlet kurumları arasındaki
diyalog
eksikliğinden yararlanarak birbirleri aleyhindeki olumsuz
düşünce
ve girişimleri çok abartılı olarak karşı tarafa aktarmak
suretiyle
bu kurumlarda oluşan panik havasını kendi çıkarına
kullanıyor.
Olaylar, alınan haberler ve belgeler akıl ve mantık
süzgecinden
geçirilerek incelenmeden, birkaç kotu örneğe bakılarak
ve
bu örnekler temelinde yorumlanarak bir felaket yaratılıyor..” (s.499)
_______BURADA YASAL OLMAYAN HUKUK DIŞI SORUŞTURMALARA KARŞI BAĞIMSIZ
HAKİM VE YARGIÇLAR, ANAYASAYI KORUMAKLA GÖREVLİ HAKİMLER, CEMAAT VE ONUN
DESTEKLEYİCİSİ DURUMUNDAKİ HÜKÜMET GÜÇLERİNE KARŞI GEREKLİ YASAL SORUŞTURMALARI
YAPMAKTA İRADELERİNİ ORTAYA KOYABİLSELERDİ VE TAM OLARAK YASALARA UYGUN KARARLAR
ALMIŞ OLSALARDI, CEMAATİN VE ONUN YANLIŞLARINI DESTEKLEYEN İKTİDARIN YAPMIŞ OLDUĞU YANLIŞLARIN DA ÖNÜNE
GEÇİLMİŞ OLUNURDU. BU BİRBİRİNİ DESTEKLEYEREK BÜYÜYEN İKİ GÜCÜN ÜLKENİN
ANAYASASI İÇİNDE KALMALARI SAĞLANABİLİRDİ. BU DURUM GÖSTERMEKTEDİR Kİ DIŞTAN
BAŞKA GÜÇLERİN DE UZAKTAN KONTROLÜ İLE BU İKİ GÜÇ DEVLETİN İÇİNDE GİDEREK
GÜÇLENECEK, DEVLETİN TEMEL İLKELERİNE AYKIRI BİRÇOK KARARLAR ALINARAK
UYGULANACAKTIR. BUGÜN ANAYASA MAHKEMESİ ÖNÜNE GELEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE
İLGİLİ İPTAL DAVALARI DA TAM BİR BAĞIMSIZLIK İÇİNDE DEĞERLENDİRİLEREK YENİ
YANLIŞLIKLARIN YAPILMASININ ÖNÜNE GEÇİLMİŞ OLUNACAKTI.
“İrtica
ile Mücadele Eylem Planı (Ak Parti ve Fethullah Gülen
cemaatine
kurulacak komplonun yer aldığı söylenen plan) ile ilgili
olarak
Albay Dursun Çiçek’in, Erzincan'a gittiği, Konak Mazlum
Otelde
kaldığı, ordu evinde savcı Cihaner ve başka kişilerle
görüştüğü
iddia edildi. Üstelik Çiçek’i karşıladığını, kendi mekanına
geldiğini
söyleyen gizli bir tanık bulunuyordu (tanık Albay Dursun
Çiçek
için benim mekânıma geldi diyerek olayları ve ilişkileri kendi
eşrafının
kültür ve davranışına benzeterek anlatmaktadır, böyle bir
göreve
giden bir subayın esnafın işyerini ziyaret etmesinin absürt ve
uydurma
olduğu bellidir). Oysa daha sonra otelde kalan kişinin
başka
biri olduğu, ortada yalnızca bir isim benzerliğinin söz konusu
olduğu
belirlendi. Bu durum da aslında tüm iddiaların ne kadar
dayanaksız
olduğunu göstermektedir….Kimlik bildirme kanunu gereği tüm oteller
müşterilerinin kimliklerini bilgisayara kayıt ederler, Emniyet bu kayıtlar
üzerinde
her
zaman sorgulama yapıp kimin nerede kaldığını tespit edebilir.
Albay
Dursun Çiçek hakkında araştırma yapan Emniyet birimleri,
daha
doğrusu Emniyetteki cemaat mensupları Dursun Çiçek’in
nerelerde
kaldığını sorgulayınca Erzincan'da Konak Mazlum Otelde
kaldığını
buldular (ama Dursun Çiçekleri karıştırdılar, çünkü otelde
kalan
Dursun Çiçek adlı başka bir kişiydi). Bu bilgiyi gizlice kendi
kanallarından
Erzurum'a bildirdiler..”(s.500)
_____CEMAATİN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU KOMPLOYU ŞAHİT VE KANITLARLA
GÜÇLENDİREREK KAMUFLE ETMEK İÇİN AYNI AD VE SOYADI İLE BİRİNİ SÖZÜ EDİLEN OTELE
GÖNDEREREK KAYIT YAPTIRIYORLAR. DEVLETİN GELENEKSEL TEMEL İLKELERİNİ KORUYAN
YAPIYI GÜÇLENDİREREK KENDİSİNE YAPILAN SALDIRILARI ORTADAN KALDIRACAK HAREKET
İLE KARŞI HAREKET ARASINDAKİ MÜCADELE CEMAATİN VE ONU VE BİRBİRİNİ KORUYAN
İKTİDARDAKİ GÜÇLER VE EN ÖNEMLİSİ DIŞ DENETİM GÜÇLERİ ARASINDAKİ MÜCADELE, CEMAATİN VE
İKTİDARDAKİ GÜÇLERİN BAŞARISI İLE SONUÇLANIYOR.
“Ama
şimdi bakıyoruz yalnızca bir ili değil, ülkenin tamamını
ilgilendiren,
onlarca üst düzey devlet görevlisini, en kritik
görevlerdeki
askeri veya sivil görevlileri gözaltına alma kararı
veriliyor
ama il savcısının hatta özel yetkili mahkemenin savcı
vekilinin
bile bundan haberi olmuyor, üstelik İstanbul'da olduğu
gibi
il savcısının önceden savcı vekillerinin veya kendisinin haberi
olmadan
bu tür işlemlerin yapılmaması yönündeki talimatına
rağmen.
Bu durumu nasıl yorumlayacağız? Savcının görevi kamu
adına
soruşturma yürütmek ise soruşturma yürütme yetkisi il
savcısına
ait, neden il savcısına veya o mahkemenin savcı vekiline
bilgi
verilmiyor, üst savcıların bilgisi olmamasına rağmen birilerinin
haberi
oluyor, hatta yeni dalga bir operasyonun geleceğini cemaate
yakın
gazeteciler ve internet siteleri biliyor”.(s.503)
“Diğer
yandan yapanın her yaptığı yanına kar kalıyor. Bazı
ihbarcılar
hiç araştırılmıyor, normalde tek bir kişide bulunması
İmkansız,
en az on kişilik bir ekibin birkaç ayda toplayacağı bilgileri
içeren
isimsiz, imzasız ihbar mektupları insanların suçlanması için
kullanılıyor.
Belli amaçlar için yazıldığı ortada olan ihbarlar kötü
niyetlilerin
silahına dönüşüyor. Kesin deliller üstüne kurulan
hukuk
sistemimiz imzasız, kimliksiz, kasıtlı amaçlar için yazıldığı
belli
olan ihbar mektuplar ile kim oldukları belli olmayan,
söylediklerini
her gün değiştiren, çoğu bulunup getirildiğinde yalan
söylediği
anlaşılan gizili tanıkların hayatın olağan akışına uygun
olmayan
beyanlarına emanet edilmiş durumdadır. Ergenekon
davasının
baş sanıklarından Ümit Sayın, bir süre sonra gizili tanık
olarak
karşımıza çıkıyor. (s.504)
________BU KARMAŞIK, TUTARSIZ VE DENGESİZ HAREKET VE KARARLARLA
DEVLET YÖNETİMİNİN ORTAYA ÇIKMASI DA YASALARA GÖRE DEVLETİN YÖNETİLMESİNİ
ORTADAN KALDIRAN GÜÇLERİN KENDİ DENETİM VE YÖNETİMLERİNİ KURDUKLARINI
GÖSTERİYOR.
NATO'NUN SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ İÇİNDE ÜYE ÜLKELER İÇİNDE KURMUŞ
OLDUĞU VE YASADIŞI EYLEMLERİ KENDİ AMAÇLARI İÇİN BİR ANLAYIŞ BİÇİMİ KABUL ETMİŞ
OLAN GLADYO YAPILANMASINA BENZER, DEVLET İÇİNDE BİR ÖRGÜTLENMEYE KARŞI CEMAATİN
SAVAŞTIĞI GÖRÜNÜYORSA DA, BU SAVAŞI
YÜRÜTEN CEMAAT VE İKTİDAR AYNI ZAMANDA AYNI YÖNTEMLERİN ÇOK ÇOK ÜSTÜNDE,
DEVLETİN, İŞLEYİŞ YAPISINI VE BAĞIMSIZLIĞINI ORTADAN KALDIRACAK YÖNTEMLERLE
HAREKET ETMEKTEDİR.
CEMAATİN SOĞUK SAVAŞIN BİTMİŞ OLDUĞU, DEVLETLERİN İÇİNDE GLADYO
ÖRGÜTLENMELERİNİN GEREKSİZ KALDIĞI BU DÖNEM İÇİNDE GLADYO BENZERİ ÖRGÜTLENMELERİN SÜRMESİ VE CEMAATİN DE BU ÖRGÜTLENMEYE KARŞI MÜCADELE MİSYONU İLE DEVLET İÇİNDE ORTAYA ÇIKMASI RASLANTI OLAMAZ. BURADA
GEÇMİŞTE YAPILAN YASA DIŞI EYLEMLERLE HESAPLAŞMAK NE KADAR DOĞRU OLSA DA
GEÇMİŞTEKİ YASA DIŞI UYGULAMALARLA HAREKET ETMEK O KADAR YANLIŞTIR. DEVLETTE VE
TOPLUMDA BÜYÜK AYRIŞMALARA NEDEN OLAN BU EYLEMLER YABANCI GÜÇLERİN KONTROL VE
ÇIKARLARINA HİZMET ETMEKTEDİR.
“Şu
çok açık ve net: Bir örgüt, cemaat adalete sızmış, kendi
kurallarını
uyguluyor, kendi operasyonlarını yapıyor. Ortada hukuk
yok,
kimsenin numara yapmasının, bilmiyoruz demesinin manası
yok.
Bütün avukatlar, gazeteciler, polisler verilecek kararların ne
olacağını
merak dahi etmiyor zira kararı net olarak davaya hangi
savcı
ya da hakimin baktığı belirliyor; Herkes bu durumun farkında
ama
hala kralın ne kadar güzel bir elbisesi var diyoruz. Tarafsız hâkim ve savcılar
hukuka göre davranırken, cemaat
taraftarları
örgütlü ve hukuka göre değil, cemaatin talimatına göre
davranıyor.
Cemaatin istemediği kişiler serbest bırakılınca bu defa
cemaatin
etkilediği medya o savcı ve hakimi topa tutuyor, haksız
itham
ve suçlamalar, linç kampanyaları ile hakim ve savcılar taciz
ediliyor,
çalıştırılamaz hale getiriliyor. Cemaatin tutuklanmasını
istediği
kişiler tutuklanınca bu kez bu savcı ve hakimlere övgüler
yağdırılıyor.
Hukuk sistemindeki tarafsız hâkim ve savcılar
korumasız,
desteksiz ve zor durumda bırakılmıştır. Görülmekte olan
bir
dava hakkında TBMM'de bile görüşme yapılamaz şeklindeki
Anayasanın,
hâkimleri koruyan maddeleri neden işetilmiyor? Kurumlar ve kişiler
hatalı
davranırsa hukuk onların yanlışlığını bulur ve düzeltir ama
adalet
bozulursa onu kim düzeltecek? Türkiye’de adalet çürüyor,
gerçi
zaten çürümüştü ama bu defa yok ediliyor. Bu durumdan
herkes,
en fazla da bugün bu duruma yol açanlar zarar görecek.
Böyle
giderse iş adaletten çıkacak ve insanlar silaha sarılacak.”s.505
“Polis
teşkilatı eskiden birbirini korur, kollar, birbiri aleyhine
şahitlik
yapmazdı…..Her olayda
delil
ararız ama polisin karıştığı bir olayda daha ciddi, daha
inandırıcı
deliller bulmadan o polisi şüpheli yapmayız. Rüşvet
alırken,
suçüstü, fotoğraf ya da video görüntüleriyle yakalamamıza
rağmen
teşkilat içerisinde tahkikatın hissettirilmeden yapılması arzu
edilir,
keşke daha az ceza alsalar, görevden uzaklaştırılmasalar
şeklinde
umut edilirdi. Bu, zorlu görevlerde beraber çalışmanın
verdiği
dayanışma ve yakınlaşma duygularıdır. Oysa şimdi işler değişti. Bir grup polis
kritik noktaları ele geçirmiş, diğerlerine suç isnadını da aşan resmen iftira
atmaktan
geri
durmuyor. İşlenmiş bir suçu aydınlatmak gibi bir
amacları
yok, tahkikat sırasında dinleme ve izleme yaparken temiz
ve
dürüst olduklarını bildikleri, birlikte çalıştıkları kişilere iftira
ediyorlar…..Ben
aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik bir
gruba
ya da bir cemaate bağlandın mı, kişisel irade ve
özgürlüğünü
kaybedip o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim
ediyorsun.
Yanlış ya da doğru diye bir şey kalmıyor, grubun
amaçları
her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor… Şunu artık
bilmeliyiz
ki karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir
ideolojiye,
bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş
örgüt
mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz.. Bu polisler, savcılar,
hakimler
yasalara, kendi görevlerinin gereklerine göre değil,
cemaatin
isteğine göre davranıyorlar. İlerde aynı benzer davranışları her meslekte
göreceğiz, hukukçu olup hukuka aykırı olarak
toplanan
delilleri, her türlü kısıtlayıcı tedbirleri ve tutuklamaları
savunan,
belgeleri değiştiren, sahte rapor veren uzmanlar ortaya
çıkacak.”
s.506-7
“İkinci
olay Şemdinli İddianamesiydi. Aslında Şemdinli'de çok
vahim
bir olay gerçekleşmişti, sanki Susurluk yeniden
canlandırılıyordu.
İki astsubay ve bir itirafçı ilçede PKK taraftarı
olarak
bildikleri bir kitapçı dükkanına el bombası atmış ve olaydan
sonra
kızgın halk tarafından suçüstü yakalanmışlardı. Yakalan
astsubaylar
ve bir itirafçı ile bu kişileri bu işe gönderen üstlerindeki
subaylar,
hatta alay komutanına kadar pek çok kişiyi hukuken
sorumlu
tutacak deliller bulunuyordu. Fakat savcı Van'da bulunan
Asayiş
Kolordu Komutanını ve zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral
Yaşar Büyükanıt'ı sanık olarak iddianameye yazdı. Bu iki
komutanın
belki daha büyük sucları vardır, ama bu olayla
alakalarını
gösteren hiçbir delil yoktu. Geçmişte Diyarbakır'daki
bazı
askeri faaliyetlerde mağdur olmuş bir kişinin kendi yorumunu
içeren
ve söylediği şeyin ihtimal dahilinde olduğu yönündeki
beyanına
dayanılarak zanlı yapılmışlardı, akılla ve mantıkla, hele hukuken izah
edilebilecek bir şey değildi. Olayın teferruatı
bilinmediğinden,
geçmişte askerlerin hukuk dışı davranış ve
uygulamaları
ve bunları gösteren deliller olmasına rağmen hukukun
askerlere
karşı çalıştırılmadığından bu olay, bu kez dürüst bir savcı
çıkıp
gereğini yaptı ama askerin baskısı ile Hakimler ve Savcılar
Yüksek
Kurulu haksız bir işlem başlatarak savcıyı meslekten ihraç
etti
şeklinde yorumlanıyordu. Oysa şimdi iddianameyi tekrar
incelediğimizde,
olup bitene baktığımızda aslında meslekten ihraç
etmekle
kalınmaması, savcının cemaatle bağlantısı ve kimlerden yardım aldığı
araştırılarak hakkında ceza soruşturması açılması
gerektiğini
düşünüyorum.” s.508)
“Aslında
tehlike sinyalleri o gün verilmişti. Birileri polis ve özel
yetkili
hakim ve savcılar içerisinde örgütlenmek suretiyle istemediği kişilere karşı
adli sistemi kullanarak operasyon yapacak
hale
gelmiş, en güçlü olduğu Van'da operasyona başlamış ve
Şemdinli'de
çıkan bir fırsatı değerlendirip hemen operasyona
dönüştürmüştü.
Sistemin koruyucuları bu durumu fark
edememişti.
Sonrasında bugün de hala devam eden ama ne kadarı
haklı
ne kadarında cemaatin suni müdahalesi olduğu tam
bilinmeyen
sıralı operasyonlar başladı. Bulunan esrarengiz deliller, özellikle her kazıda
el bombası ve roket atar bulunması dikkat çekici. Dünyadaki bilinen örgütlerin
hepsi
öncelikle tabanca ve tüfek, az miktarda da roket ve el
bombası
bulundurur ama nedense bizde her kazıda el bombası ve
roket
atarlar bulunuyor…. Ergenekon,
Balyoz vs. adlarla anılan operasyonların hazırlanış biçimi ve uygulanışı bazı
suni katkıların olduğu gerçeğini gösteriyor.
Ergenekon
veya benzeri davaların tüm belgelerinin cemaat
tarafından
daha önceden temin ediliyor, hukuki bir nitelik
kazanması
için kasıtlı olarak çeşitli gazeteciler üzerinden servis
edilip
yayınlatılarak savcılara ulaştırılıyor. Hatta bana göre buna
karar
veren cemaat yapısı önce bu planı bazı savcı ve polislerle
birlikte
hazırlıyor, onların tavsiyesi ile dokümanlar basına veriliyor..”(s.510-11)
______ SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE NATO ÜYESİ ÜLKELERDE KOMÜNİZM
TEHLİKESİNE KARŞI AŞIRI MİLLİYETÇİ-DİNCİ TOPLUM KESİMLERİ YASA DIŞI
UYGULAMALARLA KULLANILMIŞTIR. BU UNSURLAR ARACILIĞI İLE BASKI VE ŞİDDET, TERÖR
OLAYLARI ORTAYA ÇIKARILMIŞ SİYASAL OLAYLARA YÖN VERİLMEK İSTENMİŞTİR. SİYASAL
İKTİDARLARIN AŞIRI SOL İDEOLOJİLERDEN UZAK TUTULMASINA ÇALIŞILMIŞ BUNUN İÇİN
ASKER, POLİS, İŞADAMLARI…VB ARASINDA GİZLİ ÖRGÜTLENMELERE GİDİLMİŞTİR. BU
ÖRGÜTLENMELERİN TİPİK BİR ÖRNEĞİ “SUSURLUK OLAYI” İLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR. SOĞUK
SAVAŞ DÖNEMİ SONA ERDİKTEN SONRA, 1990 YILLARDA TÜRKİYE’DE, VARLIĞINI HALA
SÜRDÜREN BU ÖRGÜTLENMELERLE HESAPLAŞMA VE GEREKSİZ KALAN VARLIKLARINI ORTADAN
KALDIRMA YÖNÜNDE “SUSURLUK OLAYI”, TOPLUM ÖNÜNE “DIŞ KONTROL GÜÇLERİ”
TARAFINDAN SERGİLENMİŞTİR. İTALYA’DA
GLADYO BENZERİ BİR ÖRGÜT OLARAK GÖRÜLEN ERGENEKON ÖRGÜTLENMESİ ADI ALTINDA
GEÇMİŞ İLE HESAPLAŞMA BİÇİMİNDE ASKERİ VE GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE BİR TEMİZLİK
VE YENİ AMAÇLAR DOĞRULTUSUNDA KONTROL SAĞLAMAK İÇİN “CEMAAT ELİ İLE” BİR
EYLEMLER DİZİSİ BAŞLATILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. BU AMAÇLA, UZUN YILLARDAN BERİ
DEVLETİN YİNE KENDİ ELİ İLE KOMÜNİST İDEOLOJİYE KARŞI SAVAŞ OLARAK DEVLET
İÇİNDE KADROLAŞMASINA DESTEK VERDİĞİ
DİNCİ BİR ÖRGÜT OLAN “CEMAAT” YAPILANMASI KULLANILMIŞTIR. CEMAATE, KENDİ DÜNYA
GÖRÜŞÜNE ÇOK YAKIN GEÇMİŞTEKİ İKTİDARLAR VE İCRAATTAKİ İKTİDAR BÜYÜK BİR DESTEK
VERMİŞTİR. SOL DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİP OLAN AYDINLAR VE TOPLUM KESİMLERİ DE
GEÇMİŞTE YASADIŞI UYGULAMALARI İLE KENDİLERİNE BÜYÜK BASKILAR YAPMIŞ OLAN BU
MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR ÖRGÜTLENMEYE KARŞI YİNE YASA DIŞI OLARAK YAPILAN
MÜCADELEDE KISMEN TEPKİ GÖSTEREREK, KISMEN DUYARSIZ KALARAK, KISMEN DE DOĞRUDAN
DESTEK VERMİŞTİR. ASLINDA CEMAAT TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN BU EYLEMLERİN, SİYASAL VE EKONOMİK ÇIKARLARINA UYGUN OLARAK DIŞ GÜÇLERİN BÜYÜK PROJELERİ
OLDUĞU AÇIKTIR. (YEŞİL KUŞAK PROJESİ, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
CEMAAT ELİ İLE ERGENEKON ADI ALTINDA SİLAHLI KUVVETLER VE
GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE YAPILAN “KUMPASLARLA” BÜYÜK TEMİZLİK VE KONTROL
AŞAMASININ SONUNA GELİNİRKEN, GLADYO ÖRGÜTÜNÜN TASFİYESİNDE OLDUĞU GİBİ 15-27
ARALIK 2014 OLAYLARI İLE SİYASETÇİ VE İŞ ADAMLARI AYAĞINA GELİNDİĞİNDE İKTİDAR
VE İKTİDARIN DESTEKÇİSİ İŞ ADAMLARININ SAHİP OLDUĞU GÜCÜN KARŞISINDA CEMAAT
ZAYIF KALMIŞTIR. ÇÜNKÜ İKTİDAR DEVLETİN TÜM GÜÇ VE OLANAKLARINI ELİNDE
BULUNDURMAKTADIR. DEVLETİN TÜM GÜÇ VE OLANAKLARINI İYİ KULLANAN İKTİDAR VE
DESTEKÇİLERİ KARŞISINDA CEMAAT GİDEREK ZAYIFLARKEN ERGENEKON HAREKETİ DE 15
TEMMUZ 2016 DARBESİ İLE SONA ERMİŞTİR.
15 TEMMUZ 2016 TARİHİNDE BAZI ASKERİ PERSONEL VE KUVVETLERCE
DESTEKLENEN DARBE GİRİŞİMİ ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDEKİ CEMAATİN UZUN
YILLAR SÜREN KADROLAŞMASINI DA APAÇIK ORTAYA ÇIKARMIŞ, YASAL OLARAK GÖRÜNÜMÜ
DIŞINDA YASADIŞI BİR ÖRGÜT OLARAK DEŞİFRE OLMUŞTUR.
BU CEMAAT-DEVLET-HÜKÜMET
ÇATIŞMASININ İÇİNDE, BU ÇATIŞMANIN ORTAYA ÇIKMASINA ANA NEDEN OLAN DIŞKONTROL
GÜÇLER AYAĞINDA CEMAAT VE TARAFTARLARINI ABD VE MÜTTEFİK OLDUĞU BATILI
ÜLKELERİN, AK PARTİ HÜKÜMETİ, ERGENEKON MAĞDURLARI VE TARAFTARLARININ SOVYET
RUSYA TARAFINDAN DESTEKLENMİŞ OLDUĞU BİR GİZLİ GÜÇLER SAVAŞI OLARAK
DÜŞÜNEBİLİZ.
“Ergenekon
örgütünün bilinenden çok daha fazla mensubu olabilir, bugün
yargılanan
kişiler bilinenden daha üst ve farklı konumda da
bulunabilirler
ancak bugün bu örgütle ilgili özellikle diğer terör
örgütlerini
yönettiği ve Türkiye’de bilinen bazı olayları bu örgütün
gerçekleştirdiği
ile ilgili iddialar o kadar zorlama, deliller o kadar
muğlak
ki, bu delillerle suçlama yapılıp yapılmayacağı ciddi
anlamda
tartışmalı bir konu haline gelmektedir. Ergenekon davasında ortaya konan iki
konu çok kesin ve net olarak yanlış ve mantıksızdır:
PKK,
Dev-Sol, Hizbullah gibi örgütleri Ergenekonun yönettiği
iddiası
yanlıştır. Böyle bir şeyin gerçek olamayacağını aklı ve mantığı
olan
herkese ben iki kere iki dört eder kesinliğinde ispatlayabilirim……
Hizbullah
örgütünün…. binlerce militanın
beyanlarına
rağmen nerede ve nasıl bulunduğu bile akla uygun
olmayan,
ne anlama geldiği anlaşılmayan bir iki yazılı nota
dayanarak
bu örgütü Ergenekon veya başka birilerinin yönettiğini
iddia
etmek akılcı değildir. PKK'nın yurtiçi ve yurtdışındaki bilinen eylemleri,
militanları, faaliyetleri ve alenileşmiş örgüt dokümanları ile basına bile
demeç
veren
yöneticilerine rağmen PKK Kongre-Gel örgütünü Ergenekon
veya
benzeri bir yapının idare ettiğini söylemek akıl dışıdır.”(s.514)
“Savcının
iddiaları arasında (yine gizli tanığın beyanına dayanılarak)
ülkücülerin
ellerindeki silahlarla Dev-Solun elindekilerin
seri
numaralarının birbirini takip ettiği belirtilmektedir. "Silahlar
aynı
kaynaktan geliyordu. Bir gün randevular karışmış, Paşa Güven
ile
Çatlı karşılaşacaklar diye büyük panik olmuş. Çatlı ile Karataş
yüz
yüze görüşüyordu, B.'nin uyuşturucuları Karataş'ın aracılığıyla
Fransa'ya
satıldı." deniyor. Ülkücülerin ve Dev-Sol'un adının
duyulduğu
tarihten bu yana olaylarda kullanılan ve yakalanan tüm
silahlarının
markası, modeli, cinsi, seri numarası devlet arşivinde
mevcuttur.
Ülkücülerin, Dev-Solun veya başka sol, sağ ya da bölücü
hiçbir
grubun silahlarının seri numaralarının birbirini takip ettiğini,
hatta
aynı marka olduğunu duymadım, olması da imkansızdır. .”(s.517)
______ÜLKÜCÜLER ARACILIĞI İLE SOL İDEOLOJİYE SAHİP KİŞİ VE
ÖRGÜTLERİ, SİYASAL HAREKETLERİ BASTIRMA,
ORTADAN KALDIRMA, YASA DIŞI OLSA
DA, SOĞUK SAVAŞ ORTAMINDA, BATI BLOKUNDAKİ ÜLKELERİN DEVLETLERİ TARAFINDAN
DESTEKLENMİŞTİR VE BU DURUM BÜTÜN NATO ÜLKELERİNDE BİLİNEN BİR HAREKETTİR.
YAZARIN ÜLKEMİZDE DE DEVLETİN SAĞ VE SOL GÖRÜŞLERDEKİ GRUPLARI BİRBİRİ ÜZERİNE
SALDIRTTIĞI DEDİĞİ BU GENEL GERÇEKTİR.
“Ergenekon
örgütünün varlığı konusunda yazılı belge, dokuman,
örgütsel
faaliyet sayılabilecek bazı ilişkiler varsa da eylemleri
konusunda
hiçbir ciddi emare yoktur. Zorlamalarla
birçok
olay ve eylem Ergenekon örgütüne mal edilmek istenmektedir.
Hizbullah,
PKK, Dev-Sol gibi tüm örgütleri Ergenekon
örgütünün
yönettiğinin iddia edilmesi ne kadar akıldışıysa, aynı
şekilde
geçmişte olmuş bazı olay ve eylemleri de hiçbir ciddi delile
dayandırmadan
Ergenekon örgütü tarafından yapılmıştır demek
akılla
ve mantıkla izahı olmayacak bir durumdur. Ergenekon
örgütünün
eylemleri olarak söylenebilecek hiçbir şey yoktur, çünkü
Türkiye’deki
faili meçhul olayların Ergenekon veya başka örgütlerle
irtibatını
gösterecek delil ve emareler bulunmamaktadır….“Muzaffer Tekin
olmak
üzere bazı Ergenekon sanıkları Danıştay Olayından çok önce
eskiden
beri polis tarafından dinlenip izleniyordu, eğer bağlantı olsa
bu
dinlemeler ortaya konulurdu….KOM Daire Başkanı olduğum 2003 ila
2005
yılları arasında bu olayı aydınlatmak icin Alman polisi ile
birlikte
uzun sureli bir çalışma yürütmüştük. Bu çalışma sırasında
anımsadığım
kadarı ile Ertuğrul Yılmaz’ın yakınlarından (Ayhan
Parlak
dahil) bazıları şüpheliydi ve bu nedenle Doğuş Faktoring,
Doğuş
Sigorta gibi Yılmazın şirketlerini mahkeme kararı ile uzun
süre
dinlemiştik. Şimdi ortaya çıkmakta ki Ergenekon sanığı
Muzaffer
Tekin, Ertuğrul Yılmaz'm yakın arkadaşı ve Doğuş Faktoring
gibi
bir şirkette maaşlı olarak çalışıyor, hatta şirket ortağı gibi sürekli burada
kalıyor ve görüşmelerini buradan yürütüyor. Hatta Danıştay sanığı Alparslan
Arslan
ile de burada görüşmüşler. Böyle bir irtibat ve ilişki varsa, o
dönemde
yapılan operasyonda, dinleme ve takiplerde de bu ilişkileri
gösterir
bilgilerin olması gerekirdi. Bu operasyonun evrakları, izleme
ve
dinleme bilgileri, mahkeme dosyalarında ve KOM Daire
Başkanlığında
hala mevcuttur.
.”
(s.519)
________DANIŞTAY 2. DAİRESİNE
GERCEKLEŞTİRİLEN SİLAHLI SALDIRI, CUMHURİYET GAZETESİNE BOMBA ATILMASI, HRANK
DİNK CİNAYETİ, DİYARBAKIR'DAKİ KİTAPEVİ BASKINI, CEMAATİN ERGENEKON
ÖRGÜTLENMESİNİ, ERGENEKONUN MİLLİYETÇİ ASKER VE İŞADAMLARINI ORTADAN KALDIRMAK İÇİN DELİLLERDİRMA ÇABALARI
OLABİLİR.
“Olayın
faili Samsun'da yakalandığında
yaşananlar
iki iddiamı ispatlamaktadır. Birincisi, fail Ogün Samast
yakalandığında
güvenlik kuvvetlerinin ona "iyi ki yapmışsın, eline
sağlık,"
der gibi yaklaşmaları, bir kahraman gibi beraber fotoğraf
çektirmeleri
failin içinde bulunduğu ortamın ve
anlayışın
onu, hain olarak gördüğü bir kişiyi öldürme yönünde
teşvik
ettiğini göstermektedir. İkincisi ise olayda kullandığı silah ve
olay
anında başında olan beyaz bere yakalandığı zaman cebindeydi
ve
yanında hiç parası yoktu. Otobüs arıza yapsa aç kalacak kadar
parasızdı.
Bütün bunlar olayın göründüğü gibi olduğu, arkasında
hiçbir
planlayıcının olmadığını göstermektedir…..
Geçmişte
Türkiye’de meydana gelen pek çok olayın (Malatyada’ki
Zirve
Yayınevi Katliamı, Rahip Santoro Cinayeti) Ergenekon örgütü
tarafından
gerçekleştirildiği iddia edilerek epey bir süredir uydurma
tanık
vs. aranmaya başlandığı net olarak görülüyor. Amacın olayları
aydınlatmak
değil, Ergenekon la irtibatlandırmak olduğu açıkça
ortadadır.”(s.520-21)
“Kozmik
odalarda birkaç gün süren aramalar yapıldı. Askeri
karargahlar,
MİT Bolge Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı ile başka
makamlar
ve lojmanlar arandı. Elbette bir suç şüphesi var
olduğunda
arama yapılmalıdır ama burada hangi şüphe ve delil
vardı,
hangi iddialar üzerine buralar arandı?
Şimdi
ben açıkça adres veriyorum, hukuksuz dinleme ve izlemeler
var,
bunları imzamı havi dilekçemde belirttim. Yasalar da bu
türden
dinlemelerin denetlenmesini emrediyor. İstihbarat
dinlemelerinin
her kurumun amirleri ve müfettişleri tarafından
denetlenmesi
gerektiği açıkça belirtiliyor. Peki, İstihbarat Daire
Başkanlığının
dinleme sistemleri ve evrakları neden denetlenmiyor;
istihbarat
kayıtları, TİB kayıtları, mahkemelerin bu konudaki
kararlan
karşılaştırılarak kim hukuksuz olarak dinleme yapıyor diye
neden
araştırma ve soruşturma başlatılmıyor?” s.520-21)
______İKTiDAR SAHİBİ OLAN SİYASETÇİ, BÜROKRAT VE İŞADAMLARI
KENDİLERİNE ZARAR VERMEDİĞİ TERSİNE KENDİ ÇIKARLARINA, İKTİDARLARINA HİZMET
ETTİĞİ, MAKAM VE İKTİDARLARINI SAĞLAMLAŞTIRDIĞI SÜRE İÇİNDE CEMAATİN HER TÜRLÜ
YASA DIŞI HAREKETLERİNE SESSİZ KALIYORLAR VE HATTA DESTEK VERİYORLAR. TA Kİ
CEMAATİN GLADYO BENZERİ HAREKETİ KENDİ SUÇLARINA YÖNELİNCEYE KADAR.
“Tüm
basın asker ve polis arasındaki çekişmeden, polisin askere
karşı
operasyon yaptığından bahsetmesine rağmen Ankara'da
toplanan
emniyet müdürlerinin gündeminde bu konu yoktu, hiç
kimse
bir şey anlatmıyordu. Eğer bu tahkikatları Emniyet yapıyorsa,
Emniyeti
ülke genelinde İlişleri Bakanının emir ve direktifleri altında
Emniyet
Genel Müdürlüğü yönetiyorsa bu olaylarla ilgili söyleyecek
çok
şeyleri olmalıydı, ama tek kelime etmiyorlardı.
İçişleri
Bakanının olduğu bir ortamda konuşmak isteyen her il
emniyet
müdürüne soz verildiği sırada söz alarak bakana, "Tüm
basın
olup bitenleri yazıyor. Ergenekon örgütüne yönelik
operasyonlar
yapılıyor, polis askere karşı operasyon gerçekleştiriyor,
bunca
olay meydana geliyor ama hiç kimse bize bilgi vermiyor.
Ergenekon
operasyonları, olup bitenler ve ortaya atılan iddialar
hakkında
bize bilgi verilsin." dedim Bakan öğleden sonra Genel
Müdürün
konu hakkında bilgi vereceğini söyledi fakat öğleden
sonra
hiç kimse bir şey anlatmadı. Ellerinde anlatacakları bir şey
yoksa
demek ki bunları Genel Müdürlük yapmıyordu. Bu daha da
vahim
bir duruma işaret ediyordu. O halde bu teşkilatı kim
yönetiyordu?
Bu büyük ve önemli bir soru idi. Daha önemlisi de
ortada
görünen yöneticilerin bu duruma nasıl ve neden müsaade
ettiğiydi.
Bu kamu gücünü kimler gasp etmiş kullanıyor, gücün
sahibi
olması gerekenler ellerindeki gücün gaspına neden ses
çıkarmıyordu?”
(s.523)
____ORTADA GLADYO BENZERİ YASA DIŞI YAPILANMANIN OLDUĞU
DÜŞÜNCESİ, ASKERİN İKTİDARDAKİ HÜKÜMETLERE MÜDAHALESİNİN ORDUDA DİKTA
GÜÇLERİNİN OLDUĞU SANISI, CEMAATİN GÜVENLİK GÜÇLERİ VE YARGI ARACILIĞI İLE
YAPTIRMIŞ OLDUĞU TÜM YASA DIŞI SUÇLAMA VE KARARLARA KARŞI HİÇ KİMSENİN KARŞI
GELMEMESİNE NEDEN OLACAK BİR ORTAM OLUŞTURUYOR. BU ORTAMI OLUŞTURAN DIŞ DENETİM
GÜÇLERİ İKTİDARI DESTEKLEYEREK YANLARINA ALIYOR. BU GÜÇ BİRLİĞİ OLUŞMUŞ OLAN
TOPLUMSAL RUHUN KOŞULLARI, YARGI GÜÇLERİNİN PSİKOLOJİK KARARSIZLIĞI, TÜM ADALET
SİSTEMİNİN DIŞARIDAN DENETİMİNE NEDEN OLUYOR.
“Cemaatin,
İstihbarat Dairesindeki teknik personelinin bir süre
önce
yurtdışına giderek gizli ses ve görüntü kayıt eden çok miktarda
saat,
kalem görünümünde teknik cihazlar aldığı, küçük dinleme
sistemleri
alıp askeri ve belli kurumlardaki adamlarına verdiği, bu
yöntemle
her yerde ortam dinlemesi, gizli kayıtlar yaparak bilgi
topladığını
duymuştum. Bugün sık sık kaynağı belirsiz şekilde
internete
düşen bu ses ve görüntülerin kaynağı çoğunlukla bu tür
bilgilerdir.
İstihbarat Daire Başkanlığında arama yapılsa, demirbaşa
kayıtlı
olmayan cemaatin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri
bulunacağından
hiç tereddüdüm yoktur.”( s.526)
“EMASYA
planları, Emniyet ve Jandarmanın mevcut gücüyle
önlenmeyen
büyük toplumsal olaylar meydana geldiğinde Vali veya
İçişleri
Bakanının askeri birliklerden yardım isteme ihtimaline
binaen
askeri birliklerin önceden yaptığı hazırlık planlarıdır. Olması
muhtemel
olaylar nelerdir, neler olabilir, tehdit ya da tehlike nedir,
hangi
gruplar tarafından nerede ve ne büyüklükte nasıl olaylar
yaratılmak
istenir, bu olayları bastırmak için ne kadar kuvvete
ihtiyaç
vardır, mevcut polis ve jandarmanın kapasitesi ve imkanları
nelerdir?
Tüm bu sorular veri kabul edilerek EMASYA planı yapılır….
polis,
jandarma, MİT ve
istihbarat
birimlerinden alacakları bilgilerle muhtemel olayları ve
tehlikeleri
belirleyip askeri birliklere planlama safhasında veya belli
dönemlerde
bilgi vermesidir. Ancak onlar böyle bir çalışma
yapmadığı
için askerler beklenen tehlikenin ne olacağını, hangi
gruplar
tarafından gerçekleştirileceğini kendisi belirliyor, hatta yasal
toplumsal
faaliyetleri, bazı grupların sıradan demokratik taleplerini
bile
müdahale gerektirecek bir durum olarak değerlendiriyor.
Toplumsal
ve siyasal hareketleri devlet ve rejim için bir tehdit ve
tehlike
olarak tanımlıyor, hatta mevcut hükümetin tabanını bile
tehlike
olarak görüyor. Geçmişte sol grupları ve milliyetçi unsurları
tehdit
olarak algılarken, bugünse irtica adı altında tüm dini grup,
cemaat
ve tarikatları tehlikenin odağına yerleştiriyor. Daha sonra da
bu
gruplarla organik bağı olan herkesi bu tehdidin bir parçası haline
getiriyor.
Sonuç olarak buradaki sorun, sivil
yönetimin askerden yardım
isteyeceği
durumları istihbarat unsurlarıyla birlikte belirlemesi
gerekirken
askerin bizzat kendisinin tehdidi değerlendirmesidir. S.528
“Bunun
sonucunda ordunun geçmişteki uygulamaları, yaşanan
müdahaleler,
sıkıyönetimler ortaya çıkmıştır. Askerler de bu tür
müdahaleleri
gerçekleştirmeye kendilerini yetkili görüyorlar. Dolayısıyla
temel
sorun, Türkiye’deki bu askeri zihniyettir.
Tabii
bu zihniyet ve planın sonucu olarak eğer tehdit olarak bazı
ideolojik
gruplar belirlenirse bu gruplara karşı alınacak uzun vadeli
tedbirler
de plana yansıyor. Geçmişte sol ve komünist Örgütler
hedefteyken,
şimdi bölücülük ve irtica hedef kabul ediliyor. Bu
unsurlara
karşı önleme faaliyetleri, bu gruplar içindeki fraksiyonlar,
gruplara
destek verenler, gelir kaynakları, sahip oldukları medya
organları
ve ekonomik kuruluşlar belirleniyor ve bunları önlemek
için
imha operasyonlarından psikolojik harekata kadar her türlü
uygulama
EMASYA’nın veya ordunun diğer plan, program ve
dokümanlarına
giriyor.
EMASYA
planları genellikle askeri karargah subayları, birliklerin
komutan
ve kurmay başkanları, s1 ve s2
olarak adlandırılan
istihbarat
subayları, emniyetin terör, istihbarat ve diğer birimlerinin
müdürleri,
jandarma subayları, MİT temsilcileri tarafından birlikte
hazırlanır.
Sonra askeri birliklerce tanzim edilerek valilikler
üzerinden,
Emniyet ve Jandarma birimlerine suretleri verilir, her yıl
bir
defa tatbikat yapılır. Gizli ama legal ve devlet sistematiği
içerisinde
arşivlenen belgelerdir.”
“Askerler
özellikle birlik komutanları ve kurmay subaylar belli
aralıklarla
toplanıp olabilecek her türlü ihtimali hesap ederek ülke
savunmasına
yönelik hazırlık planları oluştururlar” (s.529)
“Uzun
süreden beri asker içerisindeki Fethullah Gülen cemaati
mensupları
ordu içindeki her türlü gruplaşma, antidemokratik
çalışmalar,
yolsuzluk olayları ile ilgili olanlar başta, olmak üzere her türlü dokümanı
alıp biriktiriyor. Bu belgelerin dışarı çıkarılıp belli
sorumluların
denetiminde güvenli yerlerde saklandığı biliniyor, hatta
tahmin
edilenden daha fazla askeri evrak dışarıda arşivlenmiş
durumdadır.
Balyoz Darbe Planı denen planla ilgili evraklar da
yukarıda,
belirtilen bu üç tip toplantının evrakları karıştırılarak
oluşturulmuş,
hatta bir iki ilave belge de eklenerek karma bir evrak
çuvalı
yapılarak bir gazetecinin önüne atılmıştır. İnsanların kafası
karışıyor,
yüz kişi bir odada toplanıp darbe konuşur mu? Eskiden
bu
çalışmalar bu kadar gizli saklı yapılırken, şimdi neden ses ve
görüntü
kaydı tutulan toplantılarda bu çalışmalar gerçekleştiriliyor?
Evet,
kayıt tutulan toplantılar darbe planları değil savaş oyunlarıdır.”(s.531)
“Şu
açık olarak görülmektedir ki özellikle ordu başta olmak
üzere
her kurumun bünyesindeki gizli oluşum (cuntalar, ihtilal
hazırlığı
toplantıları, anti demokratik tertipler) içinde cemaatin
casusları
vardır. Bu açıdan herkes bu tür yöntemlerden vazgeçmeli,
bu
işlerden uzak durmalıdır. Bu casuslar buralarda edindikleri her
bilgiyi
ve dokümanı taşıyorlar. Bu belgelerin kullanılmasını hukuki
hale
getirmek için cemaat elemanları tarafından bir yerlere konulup
aramalarda
bulunduğu süsü verildiğine dair çok ciddi emareler
vardır.
Kimi zaman da casuslar bilgiyi getirmelerine rağmen ellerinde
bunu
kanıtlayacak bir belge olmuyor. Bu durumda da amaca
yönelik
belge üretiliyor. Bazen de ele gecen belgeleri casuslar yanlış
yorumluyor,
o zaman da cami bombalama timi gibi saçma
konularda
uydurma belgeler ortaya çıkıyor “(s.532)
Dolayısıyla
ordu içerisinde cuntalar olduğu müddetçe mevcut veya gelecek
Başbakanlar
ve hükümetler belgeleri temin eden cemaate
muhtaçtırlar
ve onlara karşı tavır alamazlar. Belki biz de olsak
mecburiyet
duyarız. Yani cemaati ordudaki cuntalar, cuntaları ise
orduya
sızmak isteyen cemaat var ediyor. Bu hükümete karşı oluşturulan cuntacı ve
aşırı laik gözüken yapıların hepsinin içinde casuslar vardır ve olacaktır, bunu
anlamanın
ve buna. karşı tedbir almanın imkanı da yoktur. Tek yol
açık,
şeffaf ve legal bir yapıya sahip olmaktır, herkes boş hayallerden
vazgeçmelidir.
Türkiye’nin bu açıdan huzura kavuşabilmesi için
ordu
demokrasiye karışmayı bırakıp Avrupa ülkelerindeki batı
modeli
ordu yapılaşma ve anlayışına sahip olmalıdır. O zaman ordu
içindeki
bu cuntacı unsurlar zayıflar.”(533)
_______YAZAR OLAYLARI GERÇEK NEDENLERİ İLE GÖREMEMEKTEDİR.
CEMAATİ YARATAN ORDU DEĞİL, ABD VE MÜTTEFİKLERİ İLE YAPILAN ASKERİ ANLAŞMALARIN
SONUCU BAĞIMSIZ OLARAK SİYASAL YÖNETİMLER OLUŞTURAMAMA, KARARLAR ALAMAMADIR. BU
KÖRÜKÖRÜNE BAĞIMLI SİYASET ÜLKENİN, DIŞ KONTROL GÜÇLERİN BÜYÜK PROJELERİNİN
TUTSAĞI OLMASINA NEDEN OLUYOR, CUMHURİYETİ KURAN KUVAİ MİLLİYE GÜÇLERİNİN
BAĞIMSIZ, GÜÇLÜ CUMHURİYET DÜŞÜNCESİNDEN UZAKLAŞILMASINA NEDEN OLUNUYOR.
“Aşağıda
yer verdiğim ikinci belge ise çok yeni ve günceldir. Bana
yeni
ulaşan bu belgeye göre Emniyet teşkilatı içerisinde cemaate
bağlı
polisler, yöneticileri olan kişiden işlerini iyi yapmadığı icin
şikayetçi
olmuş, yanlışlarını madde madde bir rapora dönüştürerek
muhtemelen
Fethullah Hocaya göndermek istemişlerdi. Buradaki
şikayetlere
bakıldığında örgütlenme hakkında ciddi bilgiler
verilmektedir:”
______AŞAĞIDA CEMAATE AİT ELE GEÇİREN ÇOK ÖNEMLİ BİR BELGEDİR
VE CEMAATİN BUGÜN DE GÜNCEL OLAN TÜM FAALİYETLERİNİ DEŞİFRE EDEN YAZILI
BELGEDİR. 15 TEMMUZ 2016 DARBE GİRİŞİMİNİN NEDENLERİNİ, DARBE AŞAMASINA GELİŞ
SÜRECİNİ BU BELGE İLE AÇIK OLARAK GÖRMEK MÜMKÜNDÜR.
A. ÖMER BEY TARAFINDAN
GÖREVLENDİRİLEN ŞAHISLARIN
HEM KENDİLERİNİ HEM
DE SORUMLULUKLARINI
ÜSTLENDİKLERİ
ARKADAŞLARI VE BİRİMLERİ DEŞİFRE
ETMELERİ
1-
MİT Müsteşarlığı ve askeri istihbarat birimleri Ömer Beyi gerçek adı
(Osman Hilmi Özdil) ile
bilmekte ve takip etmektedir. Emniyet Teşkilatında görev
yapan üst düzey
yetkililerden olan Emin Aslan, Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Hüseyin
Özalp gibi devletin
önemli merkezleriyle irtibatlı kişiler de Ömer Beyin teşkilatın
sorumlusu olduğunu
bilmektedirler. Yine adı gecen yetkililer Ömer Beyin hangi
mekanlarda ve kimlerle
görüştüğünü tespit ettiklerini ifade etmektedirler.”(s.535)
2-
Başbakanın çok yakınında bulunan M.A. tarafından da Omer Bey
Teşkilatın
imamı olarak bilinmekte
ve adı gecen şahıs tarafından ceşitli mahfillerde bu durum
ifade edilmektedir.”
__________YUKARIDA POLİSİN ELE GEÇİRMİŞ OLDUĞU BELGEDEN DE AÇIK
OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ YAZARIN CEMAATİN YAPISINDAN HABERDAR OLDUĞU VE BU YAPIYA
YAKIN OLAN KİŞİLERLE İLİŞKİLERDE BULUNDUĞU ANLAŞILMAKTADIR.
“ABD'den çıkış esnasında
da tekrar sorgulanmış, bilgisayarı dahil üzerinde ve
bagajında bulunan bütün
bilgi ve belge niteliğindeki eşyanın kopyası alınmış, FBI
sorgusunda ABD'de daha
önceden defalarca ziyaret ettiği Emniyet Müdürü S. T.
isimli kişiyi ziyaret
maksadıyla bulunduğunu ifade etmiş, ifadelerinin birer sureti ile
kendisinden alınan bilgi
ve belgelerin birer kopyası Emniyet Genel Müdürlüğüne
intikal ettirilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğüne intikal ettirilen bilgi ve belgeler
arasında bazı üst düzey
emniyet yetkililerinin ve eşlerinin bilgileri de tespit
edilmiştir. Örnek,
Emniyet Müdürü M. Y. T. Ankara istihbarat Şube Müdür
Yardımcısı Z. G.'nin
eşinin isim ve telefon bilgileri, Emniyet teşkilatı mensuplarının
da bulunduğu USAK isimli araştırma merkezinin danışmanı
olduğuna
ilişkin Ömer Beyin kendi adına düzenlenmiş kartvizit
vb.)
Yukarıda
özetlenen olayın akabinde Emniyet Müdürü S.
T.'nin
ABD vizesi iptal edilmiştir.
Yapılan
tüm çalışmalara rağmen FBI tarafından kopyalanan
Ömer
Beyin bilgisayarında bulunan bilgilerin içeriği hakkında
ne
FBI yetkililerinden ne de Ömer Beyden tatminkar bir cevap alınamamıştır.
Konu
olağanüstü hassasiyeti nedeniyle Büyüğümüze genel
hatlarıyla
arz edilmiştir. Büyüğümüz, Ömer Beyle görüşülerek
bilgisayarında
bulunan bilgilerin muhtevasının ne olduğunun
sorulması
talimatını vermiş ve olaydan büyük üzüntü
duyduğunu
ifade etmişlerdir.
4-
Görevlendirilen şahıslar izah edilemeyecek müesseselerde görev
yapmaktadır.
Örneğin bütün masrafları Başbakanlık örtülü ödeneğinden
karşılanan
ve İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının kontrolünde
kurdurulan
Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleme Derneğinin
il
temsilcileri ve merkez koordinatörleri Ömer Beyin emniyet teşkilatına
bakan
ekibi tarafından oluşmaktadır. Teşkilat mensuplarıyla yapılan
ikili
görüşmeler ve istişareler zaman, zaman bu demek merkezi ve temsilciliklerinde
yapılmaktadır.
Yine teşkilatla ilgilenen sivillerin bir kısmı ve
eşleri
Samanyolu Koleji, Turgut Özal Derneği, Maltepe Dershaneleri veya
illerdeki
özel okullarımızda görev yapmaktadır.
Ayrıca,
arkadaşlardan sorumlu siviller bürokraside ve
değişik
birimlerde istihdam edilmektedir.
5-
Müstakil olarak hizmet müesseseleri ve görevli sivil
şahıslar
adına tutulan evleri farklı devrelerin bazen aynı anda
kullanmaları
neticesinde tedbire muhalif durumlar
yaşanmaktadır.
Düzenli bir aile ve yaşantı görüntüsü olmayan
bu
evler apartman sakinleri tarafından dikkatle izlenmekte ve
şüpheyle
bakılmasına neden olmaktadır.
6-
İlgili sivil şahısların eşleri, beylerine paralel olarak resmi
arkadaşların
eşlerinden sorumlu olarak vazife yapmaktalar.
Bunun
neticesinde bir sivil bayan bir ildeki veya yapıdaki
arkadaşların
her turlu bilgisine vakıf olmaktadır. “(s.538)
“Bir taraftan," aman
evinizde bir kitap, bir cd, bir Kuran ve bir cevşen olsun,
dersleriniz 4 kişiyi
geçmesin, hiçbir büyüğünüzle-küçüğünüzle görüşmeyin,
irtibatınız olmasın"
diye tahdidat yapılırken diğer yanda ağabeylerin tedbire aykırı
her türlü davranışları,
akıllarda soru işareti oluşturmakta ve vicdanlarda kabul görmemektedir.
8- Çok mahrem
olan operasyon ve telefon detay bilgileri İlgisiz kişilerle
paylaşılmakta ve bu husus
uluorta konuşulmaktadır. Resmi arkadaşlardan alınan
operasyon bilgileri
doğrudan "bilgi notu" formatında kaynak gösterilmeksizin
hizmetle irtibatı olduğu
bilinen yerlerde yayınlatılmaktadır. Daha İl Emniyet Müdürünün bile bilgisi
olmadan aktif haber isimli internet haber sitesinde gizli
konuların yayınlanması ve
yine çok önemli stratejik / mahrem konuların savcılığa
intikal ettirilmeden bize
ait internet sitelerinde veya gazetelerde yayınlatılması
nedeniyle arkadaşlarımız
ve hizmet hedef haline getirilmiştir.
9- Ömer
Bey ve görevlendirdiği sivil arkadaşların konumları dolayısıyla sahip
oldukları bilgileri
eskiden irtibatlı oldukları şahıslara aktarmaları nedeniyle teşkilat
kemiyet ve keyfiyet
bakımından deşifre edilmektedir. Örneğin Nuh Mete Yüksel ve CEV vb. olaylar
resmi arkadaşlarla ilişkilendirilerek anlatılmaktadır. [Savcı
Yükselin kasetini
kendilerinin yaptığını övünerek çevresinde anlattığını duymuştum.
Demek ki Nuh Mete
Yüksel’in kaset olayı tereddütsüz cemaat tarafında yapılmıştır-
Yazar Notu]” .(s.539)
10- Çok mahrem mevzular
her ortamda neye hizmet edeceği bilinmeksizin
konuşulmakta, reklam
konusu haline getirilmektedir. (YAŞ, MGK,
Ergenekon, parti
kapatılması, L. E., N. V., vb.) HE'nin davası için rüşvet
verildiği, telefonların
dinlenildiği, bir Yargıtay üyesinin evinin tefrişatının
yapıldığı gibi konular
Ömer Bey ve ekibi tarafından herkesle rahatlıkla
paylaşılmaktadır.
Planlama aşamasında olan operasyonlar önceden duyurulmakta,
Ergenekon dalgalar! olmadan haber verilmektedir. Atabeyler ve
Danıştay
operasyonlarında, Y. Büyükanıt, İ. Başbuğ hadisesinde yaşanan sıkıntılar.
11- Teşkilat mensupları
ile alakalı listelerin ve bilgilerin flash belleklere ve
disklere kaydedilmesi ve
bunların taşınması ile ilgili sıkıntılar büyüğümüzün
defaatle yaptığı ikazlara
rağmen aşılamamıştır. Ömer Bey ve ekibi rahatlıkla bu tür
resmi arkadaşların
bilgilerinin bulunduğu flash disk ve laptoplarla yurt içinde ve
yurtdışında seyahat
etmektedirler. Elazığ ve Burdur'da yaşanan üzücü
hadiselerden ders
alınamamıştır.
B- REHBERLİK HİZMETLERİNDE VE HİZMET ETME
ADABINDA YAŞANAN SIKINTILAR
1- Ömer Bey ve ekibinin büyük çoğunluğunda
Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve
eserlere ilişkin
müktesebat resmi arkadaşlarımızı tatmin etmekten uzaktır. Ekibin
zaman zaman ABD'ye
Büyüğümüzü ziyaret dışında herhangi bir beslenme
mekanizması
bulunmamaktadır. Kendilerini kabul ettirme büyük ölçüde çok
mahrem bilgilerin uluorta
arkadaşlarla paylaşılması ile sağlanmaya çalışılmaktadır.
Hatta bazı arkadaşlarımız
manevi boşluklarını telafi etme adına çeşitli dini gruplar
ile Emniyet Hizmeti
dışındaki birimler ile irtibata geçmiştir.
4- Tayin,
terfi ve atamalarda hizmetin rolü arkadaşlar üzerinde bir baskı ve
korku aracı olarak
kullanılmaktadır. Arkadaşlara adil davranılmamakta ve teşkilat
teamüllerine aykırı
tayinler yapılmaktadır.
5- Resmi
arkadaşların maaşlarından toplanan himmetlerin kullanımında
gerekli özen
gösterilmemektedir, örneğin Ömer Bey ve ekibinin Makedonya ve
Almanya programlarında
yapılan harcamalar, kullanılan lüks telefon ve laptoplar.
6- Büyüğümüzün büyük
ağabeylerle ilgili tasarruflarının "... ilgili operasyon
tamamlandı, işleri
bitirildi gibi." ifadeler ile anlatılması ve bu durumun arkadaşlar
nezdinde ağabeylerle
ilgili suizanna sebebiyet vermesi (H. T, M. O. , A. K. gibi)
7- Çeşitli dönemlerde teşkilatta vazife yapmış ve önemli
hizmetleri
olmuş kişilerle düşmanca uğraşılmakta ve
haklarında
iftiralar atılarak sürekli yıpratılmakta ve bu
hususlar
en alt seviyedeki gruplara kadar konuşulmaktadır.
11- Ömer Bey ve üst ekibi kendilerini Büyüğümüzün vekili
olarak
görmekte ancak Büyüğümüzün üslubunu, mülayemetini,
hadise
ve meseleleri değerlendirmesi hususunda aynı
hassasiyeti
göstermemektedirler. Arkadaşlarımız kaba
davranışları
kabullenmeme istikametinde bir tavır sergilediklerinde
pervasızca;
'Biz
sizin Daire Başkanlarınızı bile
fırçalıyoruz, niye
almıyorsunuz.' demektedirler. Ömer Bey bir olaya
kızıp
kontrolden çıktığında; 'İmam benim, her türlü tasarrufta
bulunurum, Hoca
Efendiye sormak zorunda da değilim.' deme
cüretkarlığında
bulunabilmektedir.
Yukarıda
kısaca arz edilen üslup ve uygulamalardaki
yakışıksız
davranışlar sebebiyle bazı arkadaşlarımız meslekten
istifa
ederek başka kurumlara geçmiş ve emekliliklerini
istemişlerdir.
Arkadaşlarımız bu haliyle teşkilatta görev
yapmanın hizmet olmadığı ve nifak/fitne uygulamaları sebebiyle
geri durma noktasına gelmişlerdir.
14- Beklenen metafizik yenilenmenin yerine, meseleler idari,
mülk
cihetiyle ele alındı. Hizmetin Türkiye ve dünyada denge
unsuru
olduğu, ülkeyi yönetecek insanların / dünyayı
yönetenlerin
bunu göz önünde bulundurmaları gerektiği vb.
hususlar
sık sık dile getirildi.
Yapılan
operasyonlar, atamalar vb. işlerde yoğun bir
değerlendirme
yapılıp, sürekli bir güç, çakma vb. bir literatür
kullanılması
içerde ve dışarıda idareye talip olma gibi
algılanıyor.
Yine bu cümleden hareketle bize yakın olan ılımlı
insanlar
hizmete düşmen oldular. Bu yöndeki içe yönelik
muhasebe
/ murakabe talepleri "bir kara propaganda'* olarak
değerlendirilmektedir.
Şu an bizim dışımızdaki her kesim
hizmete
düşman konumuna gelmiştir. Ömer Bey ve ekibi de bu
durumu
olması gereken bir durum olarak görmektedir.
16- Arkadaşların / ağabeylerin meselelerini, sıkıntılarını arz
edecekleri
güvenecekleri istişare heyetleri ve şahıslar yok. Gelen
konulardaki
tenakuzlar nedeniyle, İnsanların istişareye ve
istişare
heyetlerine güvenleri gün geçtikçe azalıyor.
17- Ömer Bey arkadaşlarımızın bir kısmına kin beslediğini,
beddua
ettiğini hatta aynı arkadaşlarımız için yerin altının
üstünden
daha hayırlı olacağını ifade ederek onları uluorta
konuşarak
hedef haline getirmekte ve hizmet dışına çıkmaları
için
özel caba sarf etmektedir. Bu arkadaşların açıklarını bulup
sıkıntıya
düşürebilmek için her türlü teknik imkanları seferber
etmekte
ve iftira atmakta beis görmemektedir.
18- Hizmetteki
büyük ağabeylerimiz ile çeşitli kurumlardaki arkadaşlarımızın
telefonları
Ömer Beyin talimatı ile dinlenmiştir, irtibat bilgilerine
bakılmıştır,
[hedef kişilerin değil, cemaatin
elemanlarının bile belli
acılardan
denetlemek için dinlenmiş olduğu anlaşılmaktadır
cemaatin
Emniyet içerisindeki gücü ve eylemlerinin durumunu
göstermesi
açısında enteresan]
19- Astlar amirlerinin değil, Ömer Bey tarafından
görevlendirilen
sivil şahısların inisiyatifi ile devlet işlerini idare
etmeye,
ast üstü yönetmeye çalışmaktadır.
20- Görevlendirilen şahısların tenakuzları ve çelişkili
tavırları
sebebiyle Büyüğümüzden geldiği söylenen hususlara
karşı
tereddüt hasıl olması; özellikle bir mesele üzerinde
uzlaşma
sağlanamadığında ya da farklı bir görüş ortaya
çıktığında
otoritenin sağlanması için " HE böyle istiyor, bu
HE'nın
emri" şeklinde beyanda bulunulmaktadır.
Bu
belgeler ve dışarıdan aldığım bilgilere göre her birimdeki
temsilciler
kanalı ile herkes Ömer kod adlı kişinin denetiminde çalışmaktadır. Amirler
mezuniyet dönemlerine göre dönem donem
örgütlendirilmiştir.
Herkes gördüğü, bildiği her konuyu temsilcilere
aktarmakta,
onlar da silsile ile Ömer’e ulaştırmaktadır. Aynı şekilde
istenen
her hususta Ömer’den talimat olarak teşkilatın en alt
birimlerine
kadar ulaştırılmaktadır.
Her
kritik birimde cemaatin irtibatı ve sorumlusu yer almış,
özellikle
İstihbarat, KOM ve diğer birimlerin bilgi işlem
birimleri
büyük
oranda cemaat taraftarlarından oluşmuştur. Bu birimlerde
başlangıçta
farklı kişiler var ise de onlar da çeşitli yöntemlerle
buralardan
uzaklaştırılmıştır. Emniyete ait tüm arşiv ve bilgiler
cemaatin
arşivine taşınmış, mevcutlar da istendiği an cemaatin
isteklerine
uygun olarak kullanılmaktadır. Emniyetin İstihbarat ve
KOM
birimlerinde teknik ve amir kadrosu büyük oranda cemaatin
elamanı
konumunda veya bilerek cemaatten gelen talimatlara
uymaktadır.(s.543)
Yakın
zamanda birkaç defa MİT ve
Emniyete
cemaatin faaliyetleri, hatta en üstteki imam Ömer kod
adlı
kişi hakkında bilgi gitmiş, MİT araştırmaya başladığı an
haberdar
olunmuş ve gerekli tedbirler alınmıştır.
Genelde
her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet,
ordu,
MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlardan
sorumlu
olan bir imam vardır. Her imamın altında o
kurumun
her biriminde sorumlular mevuttur, bu en yukarıdan
başlayıp
alta kadar yoğun örgütlü olarak devam eder. Ağırlıklı
olarak
merkez ve büyük illerde olmak üzere tüm illerde örgütlülük
söz
konusudur. Her hafta toplanılarak o kurum/birimdeki genel
durumlar
değerlendirilir ve yukarıya arz edilecek konular çıkarılır.
Alt
birim imamları kendi aralarında toplanırlar. En yukarıda o
kurum
için istişare heyeti denebilecek üst sorumlulardan oluşan
komitevari
bir birim olup, onun üstünde o kurumun imamı
bulunur.
Daha üstte kurum imamları bir araya gelip ülke
genelindeki
işleri ve kurumlar arası çalışmaları değerlendirirler. Bir
kurumun
yapacağı işlere diğerlerinin desteği, oralardaki bilgiler
istenir.
Bununla birlikte her kurum imamı ayrıca doğrudan
yurtdışında
bulunan Fethullah Hoca'ya bilgi verip ondan talimat
alır,
yani olup biten her şey hocanın bilgi ve kontrolünde gerçekleşir,
dolayısıyla
meydana gelen olaylar asla sıradan bir cemaat
mensubunun
kendi kafasına göre yaptığı şeyler değildir.
Eğer
bu insanlar sadece yardımlaşma, dayanışma, birbirleriyle
aile
ve arkadaşlık ilişkisi kurma gibi faaliyetler içinde olsalardı
elbette
buna itiraz edilmezdi ama şimdi görüldüğü kadarı ile devleti
idare
eden Bakanlık ve Genel Müdürlüklere, hatta hükümete
alternatif
bir yapı kurularak tüm kurumlar yönetilmektedir. Her şey
olmasa
da hayati konular, önemli tayin ve atamalar, önemli
operasyonlar
bu yapı tarafından planlanıp uygulanmaktadır.
Operasyonlara
bu yapı karar verip devletin sistemlerini kendi
amaçlan
doğrultusunda çalıştırmakta, aynı anda kendi taraftarları
ve
kendilerinin denetiminde olan basın yayın organları ve internet
siteleri
vasıtasıyla linç kampanyadan yapılmakta, doğru yanlış her
turlu
bilgi çarpıtılarak servis edilmekte, kamuoyu yanlı ve yanlış
bilgilerle
yanlış kanaat sahibi olmaktadır.
Hukuka
uygun veya farklı yöntemle elde edilen bilgiler ve her
türlü
yöntem kullanılarak hedef seçilen kişiler linç edilmek
istenmektedir.
Zaman zaman bu bilgiler tahrif edilerek, ekleme ve
çıkarmalar
yapılarak kullanıldığı gibi çoğunlukla da her yerde
bulunan
gizli elemanları özellikle ordu içerisindeki faaliyet ve
çalışmaları
rapor etmektedir. Daha sonra bu haberleri belgelemek
için
delil bulmaya çalışılmakta, bulunan veya yaratılan belge, evrak
veya
materyaller aranan mahallere konarak, aramada ele geçti
işlemi
yapılmaktadır.”(s.544)
“Tek
merkezden yönetilen haberler
buradan
verilerek kamuoyu istenilen doğrultuda yönlendirilmektedir.
Başta
polis olmak üzere tüm kurumlardaki cemaat
taraftarlarından
gelen bilgiler bu haber sitelerine servis edilmekte,
kendilerine
karşı olan tüm kişilere ise buralardan saldırılmaktadır.
Cemaattin
gizli imamları bu sitelerde gerçek ve farklı adlarla
köşe
yazıları yazmakta ve geniş cemaat sempatizanı kitleleri
yönlendirmektedir.
Yusuf Gezgin, Y. Derinsoy gibi sahte isimler
altında
makaleler ve Derin Yapı ve Türkiye gibi kitaplar yazılmaktadır.
Sanki
birbirinden ayrı kaynaklarmış gibi gözüken şeyler aslında
tek
bir kaynaktan yönlendirilmekte, hatta zamanla resmi bilgiye
dönüşmektedir.
Bir kısmı polis kaynaklarından alınan ancak
çarpıtılarak
cemaat propagandası haline dönüştürülen akıl dışı
iddialar,
farklı internet siteleri ve yayın organlarında yayımlanarak
halkın
zihninde gerçek bilgi haline dönüştürülmektedir…..
“Deniz
Baykal'ın gizli kamerayla çekilen görüntülerini içeren
kaset
olayını kim yaptı, niçin yaptı? …..
Baykal
bu ülkede muhtemel Başbakan adaylarından biriydi,
ülkenin
ikinci büyük partisinin genel başkanı olarak konjonktürün
değişimine
göre her zaman başbakan olması ihtimal dahilindeydi.
Bu
video görüntüleri daha önce çekilmiş. Baykal başbakan olsaydı
ve
ülke için kritik bir karar arifesinde birileri cıkıp elimizde bu
görüntüler
var, eğer şöyle davranmazsanız bunları kamuoyuyla
paylaşacağız
deseydi acaba durum ne olurdu?.... İnternette yayınlanan
görüntülere
bakılırsa bu işi yapanlar
ellerindeki
görüntülerden en az incitici olacak bir klip hazırlamışlar,
ellerinde
bu görüntülerin çok daha incitici ve rahatsız edici
olanlarının da
olduğu kanaatine varılıyor.” (s.545-546)
“Bu
olayın ilk benzeri Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e
yönelik
hazırlanmıştı, bugün bu olayı cemaatin yaptığından en ufak
şüphem
yok….bugün cemaat
mensubu
olduğu bilinen polislerle birlikte giden kişiye bir zarf
verilir,
bu zarf o sırada Ankara'daki Ayrancı semtinde bulunan Savcı
ya
iletilir. Zarfta daha sonra CD'si de bulunan Savcı Yüksel’in bir
kadınla
ilişkisini gösteren fotoğraflar vardır. Bugün için bu
buluşmanın
uydurma, maksadın savcıya gözdağı vermek
olduğundan
hiç şüphe yoktur. Bir sure sonra İstanbul'da postaya
verilmiş
bir kargo paketi Savcı Yüksel’e gönderilir, içerisinde
uygunsuz
görüntülerin olduğu CD çıkar. Zaten daha sonra CD
görüntüleri
bulunduğunda Nuh Mete Yüksel de cemaate mensup
polislerin
bunu yaptığım söylemiştir. Daha sonra bu CD'nin bir
orneği,
Çağdaş Eğitim Vakfında biraz zorlama ile yapılan aramada
bulunur,….
O donem
derneğin
polisin içine ajan olarak sokup bilgi almak için kullandığı
yönündeki
iddialarda adı gecen ve alevi, sol görüşlü olduğu söylenen
Bayram'ın
cemaat mensubu olduğunu öğrendim. Ne alevi ne de
solcu
olduğu, İmam Hatip Lisesinde okuduğu, son bulduğum cemaatin kendisinin
hazırladığı
belgede bu olaydan kapalı olarak bahsedilmesi Nuh Mete
Yüksel olayının
cemaatin Emniyet içerisindeki polisleri tarafından yapıldığı
kanaatini…” (s.546-7)
_______DENİZ
BAYKAL’A VE NUH METE YÜKSEL’E YAPILAN KASET SUİKASTİ CEMAATİN VE ARKASINDAKİ
GÜÇLERİN BU İKİ DEVLET ADAMININ ETKİSİZLEŞTİRİLEREK KENDİ AMAÇLARI YÖNÜNDE
KİŞİLERİN GÖREVLERE GELMESİNİN YOLU AÇILMASI İÇİN YAPILMIŞ OLARAK GÖRÜLÜYOR. BU
AMAÇLAR DA TÜRKİYE YARGISI, ADALETİ VE SİYASETİ İÇİN İYİ OLMAYAN HEDEFLERDİR. BU
KASET OLAYLARI 15-27 ARALIK 2013 TARİHİNDE İKTİDARDAKİ DEVLET ADAMLARINA
YÖNELMEYE BAŞLIYOR. BU BAŞLANGIÇ GÜÇLÜ OLARAK SÜRDÜRÜLEBİLSEYDİ, ENGELLENMESEYDİ,
İŞADAMLARI VE BAŞBAKANLARIN DA ÇEŞİTLİ KASETLERİNİN ORTAYA ÇIKMASI OLANAKLI
OLACAKTI.
“Korgeneral
Metin Yavuz Yalçın'ın bir kadınla olan telefon
konuşmalarının
basınaa sızdırılması, Tümgeneral Levent Türkmen’in
otelde
bir kadınla uyuşturucu ihbarı iddiası ile basılması ve istifası,
İzmir'de
bir albayın, eşinin kendisini aldattığı iddiaları ile
fotoğraflarının
basma sızdırılması, Ergenekon vb. adlarla yapılan
tahkikatlarda
bulunan özel hayata ait bilgiler, üst düzey yönetici,
hakim
ve savcılar hakkında uygunsuz görüntü ve resim iddialarının
yayılması
ve daha pek çok benzer olay aslında hep aynı adresi
göstermektedir.”(s.547)
“Bugün
için cemaatin yaptığının bundan farkı yoktur; polis,
ordu,
MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı
bir
hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini
bozarak
çalışmalarını engelliyorlar. Üstüne üstlük bu teşkilatların
personeli
arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak
kurumları
içerden ve tamir olunmaz biçimde yaralıyorlar. .”(s.548)
“Bu
kitabın ikinci bölümüne yazdıklarımın ne manaya geldiğini,
çok
az insan bilir. Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir,
zindan
edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama
bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Kimseye karışmadan sakin,
üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Şimdi görev
yaptığım
Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir
görevim,
sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel
bir
çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönüm
bahçe
içerisindeki 200 metre kare evimde hayatımı rahat ve huzur
içerisinde
geçirebilirim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan,
onurumdan
utanırım, herkesi kandırsam da. kendimi kandıramam.
Tehlike
büyüyünce haksızlığa ve yanlışlığa karşı koyamadığımı ve
korktuğumu,
kendi tarafım gördüklerimin suçlarına, karşı
duramadığımı
düşünür ve vicdanımda kendimi yargılarım.” .”(s.549)
“Ama
eski
dostlarım,
(sizin için düşman kabul ettiğiniz beni) şimdi değil ama
bir
gün mutlaka anlayacaksınız. hatta olup bitenleri çok iyi
düşünüp
tartarsanız bugün de bana hak verirsiniz. Aslında şu anki
haliniz
bir anda kendini savaşın içinde bulan bir insanınkine
benziyor.
Böyle bir insanın tek yapacağı yaşamak için
karşısındakilere
ateş etmektir, ateş etmezse kendisinin de ölme
ihtimali
vardır. Bu durum da ona kendini yüzde yüz haklı hissetmesine,
yanlışı
bilerek yapmasını haklı görmesine sebebiyet,
verir.
Fakat bu adam bir ara durup düşünmeli ve ben ne yapıyorum,
niye
karşıdaki insanları öldürüyorum, niye bu savaş var, niye bu
savaşın
içindeyim, ben savaşı değil barışı istiyorum, karşıda ateş
ettiklerimle
eskiden dostluk içinde yaşıyorduk, bu gün niye karşıma
geçtiler
gibi soruları kendine sormalı.” .”(s.549)
“Susurluk
olayında örgüte
ekmek
veren, yardım eden kişileri infaz edenlerin mi, yoksa örgüte
yardım
edenlerin mi suçu büyüktü? Bunu düşününce sizin
Susurluk'taki
çeteden ne farkınız kalır ki? Sizi çok iyi tanıyan bir
dostum,
sizin için "Aile kavgasında mitralyöz kullananlara
benziyorlar."
demişti. Haklıydı.
Bu
kitabı yazmaktaki amacım, içinizdeki çok iyi niyetli ve dürüst
insanlara
belki bir dakikalığına "Biz ne yapıyoruz" diye
düşündürebilmekti.
Bu meseleyle ilgili olarak en fazla üzüldüğüm
konu
çok temiz, düzgün, çalışkan ve saygılı insanların üstlerine
iftira
atan, bilerek vicdansızlık yapan, vefasız insanlara
dönüştürülmesidir….
Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben bu kitapla
birlikte
açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu
artık
herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm
iddiaları
yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da, onlar adına
konuşan
da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin
polisi,
savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya
da
hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı
doğrultusunda
cemaatin talimatı ile gerçekleştiriliyor. Bu işlere karşı
koyması
gerekenler, sızdırılan bilgileri kullananlar da bilsinler ki bu
yöntemle
cemaate hizmet ediyorlar.” (s.550)
“Büyük illerin Emniyet Müdürleri ve Valileri bilsinler ki
emirlerindeki
polislerin bir kısmı kendilerini değil, cemaat imamını
amir
olarak kabul ediyor, hatta etrafları cemaat mensubu mudur ve
amirlerce
sarılmış durumdadır. Gerçeği göremiyorlar, bu durumun
farkındalar
ve kısmen biliyorlar ama bilmiyor gibi davranıyorlar.
Bazı
operasyonları kendileri değil, cemaat yanlısı polislerle
cemaat
yanlısı savcılar cemaat imamlarının talimatı ile yürütüyorlar, bunu
artık
biliyoruz.” (s.550-1)
“Dışarıdan
bakınca üstüme çok da vazife değilmiş gibi gözüken
bu
şeyleri niye yazdım? Allah'ın varlığını her yerde ve her zaman
hissediyorum,
bu yanlışları gördüğüm ve bildiğim halde susmanın
hesabını
veremem. Yanlış bildiğim, başkalarına zarar veren kişilere
karşı
koymazsam, yeminimi ve bunca yıllık geçmişimi nasıl izah
edeceğim?
Ayrıca doğru ve dürüst olmak, insanlara yardım etmek,
ülkeye,
insanlığa, halka ve hakka hizmet etmek gibi yüce idealleri
olan
ve böyle bir inanç ve düşünce sistemini savunanlar eski
dostlarına,
kendilerine yardım etmiş, ellerinden tutmuş büyüklerine
iftira
ediyorsa onların da inanç ve ideallerini sorgulamaları lazım.
Bu
devlet uğruna bugüne kadar çok can verildi, zaten çok fazla
sorunu
olan bu devleti ve sistemi daha da bozmak, devlet içinde
devlet
kurmaya kalkmak akılla izah edilemez. Bu devletin polisi,
askeri,
medyası oluşturulmak istenen bu sistem içerisinde
çalıştırılamaz,
bugün yapıldığı gibi, cemaatin hedefleri uğruna
hukuksuzluklar,
komplo, şantaj ve iftira yöntemleri ile çalıştırılırsa
da
gelecekte bu ülke herkes için adeta bir cehenneme dönüşür.
Bugün
"çeşitli konularda kusurları da bulunan bazı kişilere
iftira
atıldı, haksız yere tutuklandılarsa ne olmuş," denemez. Bu
anlayış
ve yöntem her gün artarak devam edecek. Kısa süre sonra
ticari
şirket, ortaklık, ihale vs. işlere de bu anlayış ve yöntemlerle
yaklaşılmaya
başlandığında ülkede her şey çok daha kötüye
gidecektir.
Devletin polisinin, istihbaratının ve diğer kurumlarının
imkanları
cemaatin talimatı ile istenmeyen, beğenilmeyen, rakip
şirket
aleyhine kullanılırsa (ki çok yakında bu olacaktır, belki de
halihazırda
uygulamaya konmuştur) bunu tespit etmek o kadar
kolay
da olmayacağından tüm sistem bir kaosa doğru sürüklenecektir.
Bu
yöne doğru gidildiğini görmek için kahin olmaya gerek yok.” (s.551)
“Cemaati Yönetenlere...
Size
karşı olanların, sizlere haksızlık yapanların suçlarını ve
yanlışlarını
bulup çıkarmanız, bunlarla ilgili olarak adli ve idari
mekanizmalar
çerçevesinde tahkikat yaptırmanız tabii ki hakkınız.
Onların
suçlarını ortaya çıkarıp kamuoyuna ve basına vermeniz de
hakkınız.
Bu yanlışlarla yasalar çerçevesinde mücadele etmek de
elbette
hakkınız. Fakat komplo kurmak, suç uydurmak, iftira
atmak,
tuzağa düşürmek vicdana sığar mı? Bunları yapmıyoruz
diyemezsiniz.
Birçok kişi hatta en güvenilir olanlar size bunları
yazdılar,
anlattılar, kendi mensuplarınız alenen iftira edildiğini
söylüyorlar.
Söylenenin on katı fazla şey olduğunu ben biliyorum,
sız
benden de fazlasını biliyorsunuz. Ayrıca insanların yanlışı da olsa
onları
gizlice dinleyip gizli kameraya kaydederek utandırmak, açığını
bulmak,
hayatının tamamını değil, bir anını, tek bir cümlesini
çıkarıp
ona saldırmak ne ölçüde insanlığa ve adalete sığar.
Bilinenler
haricinde açığa, çıkmayan tehditle ve şantajla kimlere
neler
yaptırıldı? Dahası ilerde kullanılmak üzere ne kadar şantaj
malzemesi,
bant, kaset hazırlandı? Bu kadar kirli malzeme, taşıyanı,
eli
değeni de kirletir.
Bugün
iftira edilen ve lekelenen insanlar geçmişte size zarar
veren
insanlar değildi, hatta onlar taraftarlarınızın haksız yere zarar
görmelerine
mani oldular. Fakat o gün haksızlığa karşı korunan
kişiler
şimdi kendileri haksızlık yapıyor. Sizin savaş dediğiniz
militarizme
karşı savaştı, şimdi ise bu mücadele apayrı mecralara
kaymış
durumda. Kusurları örtmede gece gibi ol diyen anlayış
nerede?
Bu durumu sizlerden başkası durduramaz, aslında sizin de
durdurmayacağınızdan
eminim. Ancak hiç olmazsa, son bir daha
düşünün,
öbür tarafta bunun hesabım veremezsiniz. Bilerek ve
isteyerek
hiç kimseye zulüm yapamazsınız,, yaparsanız sizin
ilkelerinize
göre değil ama Allarım ilkelerine göre bu suçtur ve cezası
da
vardır.
Bir
alim, "küfürle yönetim (inançsızların yönetimi) mümkün ama
zulümle
(adaletsiz) yönetim mümkün değil," demişti. Her şeyi
bildiğinizden
şüphem yok. Ben ve benim gibi olan pek çok kişi,
eskiden
yetişen nesiller ve yapılan faaliyetlere bakarak ülkenin,
hatta
bölgenin, Müslüman ülkelerin geleceği için çok önemli bir
hareket
başlattığınıza inanıyordu. Fakat bugün aynı kişiler eğer bu
polislik
anlayışına, gizli dinleme, iftira, delil uydurma faaliyetlerine
devam
ederseniz ülkenin felaketi olacağınıza samimi olarak
inanıyorlar.
Ben
cemaatin kendi mecrasında faaliyet yürütmesine karşı
değilim.
Hatta bir yandan akla ve bilime, diğer yandan da inanç ve
manevi
değerlere bağlı yeni bir nesil yetiştirmek adına yurtiçi ve
yurtdışında
yapılan eğitim faaliyetlerini çok değerli buluyorum.
Bugünkü
toplumsal yapımız içerisinde yalnızlaşan insanlarımız
arasında
yapılmaya çalışılan yardımlaşma, dayanışma faaliyetlerinin
çok
önemli olduğunu, düşünüyor ve kültürel faaliyetler, kültürler ve
dinler
arası diyalog için yaptıklarınızı destekliyorum. Hatta bu
faaliyetlerinizin
artarak devamının çok önemli olduğuna inanıyorum.
Ancak
casus polislik, iftira, hukuka müdahale, hakimleri etkileme ve
şantaj
faaliyetlerine karışmanız kabul edilemez; bu yöntemler devleti
yok
eder, nizam intizam ve kural namına, her şeyi alt üst eder.
Bundan
dolayı da bu uygulamalara kesinlikle karşı çıkılması
gerektiğine
inanıyorum. Askeri, polisiye, casusluk faaliyetlerine
harcanan
enerjinin diğer toplumsal dayanışma ve eğitim
faaliyetlerine
harcanması gerekirdi.
Ergenekon,
Balyoz vb. adlarla açıklanan soruşturmalara karşı
değilim.
Bu ülkede demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile
uygulanmasını,
özgürlüklerin başkalarının özgürlük sınırına kadar
sınırsızca
kullanılmasını, devletin özgürlüklere sınır koymamasını
savunuyorum.
Bu ülkenin geleceği açısından, ülkenin sosyal ve
siyasal
olarak kalkınmadan ekonomik, teknik ve diğer acılardan
kalkınamayacağına
inanıyorum. Sosyal olarak kalkınmanın da iki
temel
aracının demokrasi ve özgürlük ortamının tesis edilmesi
olduğunu
düşünüyorum. Demokrasi ve özgürlüklerin
sağlanmasında
çok sorunlar olmakla birlikte bu konuda ülkenin
önünde
duran en önemli sorunun ordunun batıdaki gibi kendi asıl
sahasına
çekilmemesi ve her zaman demokratik hayata müdahaleyi
kendince
haklı görmesi olduğu kanaatindeyim. Bundan dolayı da
Deniz
Kuvvetleri Komutanının günlükleri, Jandarma Genel
Komutanlığının
darbe planlan, Ergenekon, Balyoz gibi
soruşturmaların
hukuka uygun olarak yapılmasının çok önemli
olduğuna
inanıyorum.
Bugün
bu tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile
Emniyet
İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar
desteği
ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz
işlemlerin
yapıldığına dair ciddi emareler vardır. Bu soruşturmaların
hukuka
uygun şekilde yürütüldüğü müddetçe sonuna kadar gitmesi
gerektiği
kanaatindeyim, hatta benim inancım ve samimiyetim
cemaatin
bugünkü iddiasından daha fazladır. İlerde cemaat fikir
değiştirir
ve askerlik peygamber ocağıdır, ordu kutsaldır derse bile
ben
ülkedeki demokratik ortamın muhafazası için ordunun kendi
sınırları
içerisinde kalması, toplumsal hayata hiçbir kayıt ve şartta
karışmaması
gerektiğini, Genelkurmayın ayrıcalıklı makam
olmaktan
çıkarılmasını, ordunun da diğer devlet kurumları hizasına
gelmesini
savunurum. Ülkede bugüne kadar güven ve huzurun
olmamasında
en büyük rolün ordunun her şeye müdahil olup toplumsal
ve
siyasal hayatı doğrudan veya dolaylı olarak tanzim etmeye
kalkmasından
kaynaklandığını ifade ederim.
Bugün
Yaşananları Nasıl Yorumlarım?
Bugün
ülkedeki mevcut durum "Dün rüzgar ekenler, bugün
fırtına
biçer" sözünü ispatlıyor. Bu ülkede, özellikle de ordu içerisinde
inancını
yaşamak isteyenlere haksız ve hukuksuz davranıldı,
İnançları
gereği aile fertleri başörtülü, İslami kesimlerle
diyalogu
var diye çok basit sebeplerden İnsanlar mesleklerinden
edildi,
horlandı, aşağılandı. İşlerinden atılmaları yetmedi hayatlarını
idame
ettirmek için başka işlerde, belediyelerde çalışmalarına,
serbest
meslek icra etmelerine karşı çıkıldı, ordudan atılan ve bir işe
ihtiyaç
duyan bu kişilere yardım edenler suçlandı. Okuduğu şiirden
dolayı
siyasetçiler tutuklandı ve mahkum oldu. Meslekten atılma
kararlarının
hukuki denetime tabi olmasına karşı çıkıldı, ortakları
veya
yöneticilerinin dini hassasiyetleri nedeniyle çeşitli şirketlere
ambargo
uygulandı, kredileri kesildi, devletten iş almalarına mani
olundu.
Kimi özel şirketler üzerine devlet kurumları, polisler,
savcılar
gönderildi, maliye özel denetimlere tabi tuttu.
Bir
dönem yapılan haksız ve hukuksuz uygulamaları saymakla
bitirmek
mümkün değildir. Bazıları o gün yapılanları doğru
bulurken,
bazıları geri adım atarken ben o gün de yapılanların
yanlış
olduğunu söyledim, bunlara karşı çıktım, bu yüzden tutuklandım,
ağır ceza tehdidi ile yargılandım. 28 Şubat
döneminde
Deniz
Kuvvetleri mahkemesindeki bir başka davada da yüzde yüz
mahkum
olacağımı düşünmeme rağmen yine de doğruları
söylemekten
çekinmedim. O gün mağdur olanlar, bugün hakim
oldular.
Bugün de onlar eskiden kendilerine yaşam hakkı tanımayan
çevreleri
yaşatmamaya çalışıyorlar, aynı şekilde gerekirse hukuku
ihlal
ederek, gerekirse sahte delillerle savaşta her şey mubahtır
anlayışı
ile her türlü hileye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Yine
ben bugün de yapılan yanlışlara karşı çıkıyorum.
Yargılananlar
eskiden yanlış yapmış, hukuksuz davranmış olabilirler,
hatta
cani bile olabilirler ama bu, onlara hukuksuz davranmayı
gerektirmez.
Aynı şekilde davranılırsa onlardan farklı olunduğu iddia
edilebilir
mi? Bu şekilde sadece zalimlerle mazlumlar yer
değiştirmiş
olacak, üstelik kimin suçlu kimin masum olduğunu bu
toz
bulutu içerisinde ayıklamak mümkün olmayacak.
Hukuksuz
davranışlar asıl zararı mağdura değil, yapana, verir.
Nasıl
bir vicdan, nasıl bir anlayış ya da ideal yanlışa, hukuksuzluğa
başvurmayı
uygun görür? Mazlum, yapılanın haksız olduğunu bilir,
bu
yüzden tesiri kalıcı olmaz ama haksızlık yapan ve hukuksuz
davranan
bunu isteyerek yaptığı için vicdanen kirlenir ve sürekli
aynı
yöntemlere başvurma alışkanlığı kazanır. Bu ülkede gücü eline
geçiren
herkes devletin imkanlarını da kullanarak rakibine haksız,
hukuksuz
saldırılar yapmaya kalkarsa, bu ülkede huzur ve güvenlik
olamaz.
Saldıranlar suçluysa, bilmelerine rağmen ikbal uğruna bu
yanlışlığa,
karşı koymayanlar iki kat suçludur.
Bu
ülkede herkesin gönlünce yaşayacağı bir ortamı sağlamak
mecburiyetindeyiz,
bunu ancak hukuk, demokrasi, özgürlük ve
insan
hakları gibi değerlere sahip çıkarak sağlarız. Güçlü olanın
değil,
hukukun hakim olduğu bir sisteme ihtiyacımız var. Cemaatin
ya
da militarizmin hukuku değil, evrensel hukukun uygulanması
gerekir.
En kötü kanun bile keyfilikten çok daha iyidir, o açıdan
cemaatin
uygulamalarının asla fayda getirmeyeceğine herkes
inanmalıdır.
Herkesin hukuku kullanarak birbirine pusu kurduğu
bir
ülke yaşanmaz olacaktır. Dolayısıyla militarist kesimler, kendi
ideolojilerine
göre hukuku yorumlayanlar, Yargıtay ve Danıştay,
hakim
ve savcılar ile gizli kumpas kurup, kendi saray entrikaları
çerçevesinde
hukuku kullanmak isteyenler aynı entrikanın
benzerinin
kendilerine ve yandaşlarına uygulandığını görünce gerçek
hukuka
her zaman ve herkesin ihtiyacı olduğunu öğrenmiş olmalılar.(S.555)
Ülkenin
düzelmesi, huzur ve güven ortamının sağlanması
herkesin
fedakar davranmasıyla gerçekleşir. Herkes şahsi olarak
gerekli
fedakarlığı yapmalı, hukuka saygılı olmalı, yanlışlıklara karşı
koymalı,
yoksa bu gidişin geleceği hiç aydınlık değildir. Bu ülke çok
badireler
atlattı, bu olayların benzerlerini çok yaşadık, bir şey olmaz
diyenlere
yanıtım, daha önce bu türden tehlikelerin atlatılmasının
mevcut
sorunların da kolayca atlatılacağı anlamına gelmediği
olacaktır.
Bütün
Kurumlar ve Kişiler Kof mu?
Bu
kitabın birinci bölümünde devlet kurumlarının kof olduğunu,
basit
sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını
anlatmaya
çalıştım. Bu bolümde ise bir cemaatin birkaç adamının
556
çalışması
sonucu her şeyin yerle bir olduğunu, koca devletin içten
içe
eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz
hale
dönüştüğünü, bu durumun farkında olan devlet görevlilerinin
buna
karşı durmadığını anlattım. Bir grup koca. bir devleti teslim
aldı.
Devlet içten içe çatırdıyor, birileri yönetimi ele aldı ve kimse
devlet
gücünü kullanan bu kişilere dur diyemiyor. Birkaç cemaat
imamı devlet
yetkilerini gasp etti. Bu, nasıl bir devlet geleneğidir? ” (s.557)
“Kanunsuz Dinlemeler
Bu
kadar hakim ve savcının, hele il savcılarının sudan bahanelerle
dinlenmesi,
Ergenekon örgütü iddiaları ile dinledik, adalet
müfettişleri
istedi vs denerek öyle kolayca geçiştirilecek bir şey
değildir.
Hiç kimse de bu konuyu böyle kabul etmemelidir. Aynı
şekilde
emniyetin yönetici kadrolarının bakan ve genel müdürden
habersiz
istihbari amaçla dinlenmesi, sayısı belli olmayacak kadar
devlet
yöneticisi ve sivil şahısların kanunsuz şekilde isimsiz ve
başka
adlarla dinlenmesi aslında, çok ciddi bir suçtur. En azından
suç
işlemek için örgüt kurmak suçunu teşkil eder ki baskı, tehdit,
şantaj
yöntemlerinin kullanıldığı da dikkate alındığında gerçek
manada
bu işi gerçekleştiren polisler ve buna karar veren adalet
müfettişleri
ile karara iğfal edilmeksizin bilinçli katkı sunan savcı ve
hakimler
hakkında ciddi davalar açılması gerekir. Bence böyle bir
dava
açılırsa da hepsi mahkum olurlar AHİM'e itiraz da etseler bu karar tasdik olur.
Bir
dava açacak savcılık çıkarsa kanunsuz dinlemelerle ilgili
yeterinden
fazla delil bulunacağına inanıyorum
Dünyanın
hiçbir ülkesinde bu kadar hakim ve savcı sudan
sebeplerle
bu şekilde dinlenemez, izlenemez, bu fiiller kabul
edilemez
ve bunu yapanlar da hesabını mutlaka verir.
Hiç
kimse bu olayları bazı müfettişler ve hakimler yanlış karar
vermiş,
münferit olaylar diyerek geçiştiremez, bunlar hukuki işlem
değil,
cemaattin faaliyetleridir.
“Kozanlı Ömer kod adlı Osman Hilmi Özdil mi
yoksa Emniyet
Genel
Müdürü, Daire Başkanları mı polis teşkilatını yönetiyor? Son
zamanlarda
meydana gelen operasyon ve faaliyetleri Genel
Müdürlük
yapmıyordu, bu durum daha vahimdi. O zaman bu
teşkilatı
kim yönetiyor? İşte en büyük soru bu. Bundan daha
önemlisi
de ortada görünen yöneticilerin bu duruma nasıl ve neden
müsaade
ettiğiydi. Bu kamu gücünü kimler gasp etmiş kullanıyor,
gücün
sahibi olması gerekenler ellerindeki gücün gaspına neden ses
çıkarmıyor,
güçlerini geri almak için çabalamıyorlar? Bu nasıl bir
anlayış
ve nasıl bir devlet adamlığı? Bu duruma bakıp da zihinsel ve
ruhsal
dengeyi kaybetmemek mümkün değildi. Galiba kendi
taraflarının
suçunu ve kusurunu görmeden sadece yanlış olduğu
öğretilen
olaylara karşı mücadele etme, yani Simonlaşma. anlayışını
biz de yaşıyorduk
ama farkında değildik.” (s.558)
“Ne Yapılabilir?
Maalesef
bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Bir anlamda
Fethullah
Hoca’ın insafına kalınmıştır. Çok abartıyorsun, bir iki
cemaat
mensubu kamudaki görevlerinden alınır ve sorun çok kolay
halledilir
diye düşünenler, cemaati tanımadıklarından, cemaatin
elindeki
bilgilerin mahiyetini bilmediklerinden ve en gizli yerlere
kadar
sızmış cemaat mensuplarının neler yapacağını
anlayamadıklarından
durumun ciddiyetini tahayyül edemiyorlar….
Bu
kontroller yapılır ve bu konu
araştırılırsa,
dinleme kararı almak için tanzim edilen sahte raporlar
ortaya
çıkarılacaktır. Bugün tahminlerin üzerinde pervasızca
insanlar
dinleniyor ve bu dinlemeler tamamen cemaatin kontrolünde kullanılıyor.
Bir
yandan bu zamana kadar kime tuzak kurulduğu, kimlerin
şantaja
hedef olduğu, kimlere sahte ihbarlar ile leke atıldığı, iftira
edildiği
anlaşılabilir. Böylece bugün başta Ergenekon, Balyoz,
Erzincan
davası, vb. ile Emniyet Genel Müdür Yardımcıları
aleyhinde
açılan şaibe altındaki benzeri bütün davalar ve delilleri
hem
şaibeden arınarak ortaya çıkar, hem de uydurma olanlar
ayıklanır,
doğru olanlar da netlik kazanır. Diğer yandan da
hukuksuz
dinleme yapanlar, iftira atanlar, insanların özel
hayatlarına
nüfuz edenler, gizli çekilen fotoğraf ve vidoları, telefon
konuşmalarını
internette yayanlar ortaya çıkarılarak hesap sorulabilir.
Bu
suretle başta Emniyet olmak üzere bazı kurumlara sızan
cemaat
yapıları ve onların devlet imkanlarını, görevlerini kötüye
kullanması
ortaya çıkarılabilir, sahte yazılan raporlar, tutanaklar ve
sorumluları
tespit edilebilir. Bunun için tüm özel yetkili mahkeme
hakimlerinin
verdiği önleme (istihbari) dinleme kararları, bu
konudaki
TİB kayıtları ve İstihbarat merkezlerinde (polis jandarma
ve
MİT) yasal olarak bu konuda tutmak zorunda oldukları
tutanaklar
birbirini teyit edecek şekilde kontrole tabi tutulduktan
sonra
haksız ve şantaj amaçlı dinlemelerin tespit edilmesi gerekir.
Sistemin
bu kadar bozulması, başta cemaat ve hükümet dahil
kimseye
fayda getirmeyecektir; güven ve ciddiyeti yok ederek sistemi
bozacaktır.
Bozulan bir devlet sisteminden kimse fayda
ummamalıdır.” (s.559-560)
“Uzun
sureden beri cemaat, sistemin hassasiyetini kullanıp son 5-6 yıl içerisinde
tavassutla
her hakim ve savcı kararnamesinde özel yetkili
mahkemelere
belli oranda cemaate mensup hakim ve savcıları
yerleştirmiştir.
Bugün bu mahkemelerin savcı ve hakimleri her
olayda
görüldüğü gibi hukuku hiçe sayarak insanların hürriyetini
tehdit
ediyor. Bu mahkemelerin bazı üyeleri cemaat taraftarı iken
bazılarının
da cemaatin dinleme ve izlemelerinde tespit edilen
görüntü
ve ses kayıtları nedeniyle, yani şantajla cemaate boyun
eğmek
mecburiyetinde kalmış oldukları çokça iddia edilmektedir…..
Özel
yetkili mahkemelere son 6-7 yıl içinde atanan tüm savcı ve
yargıçlar
hemen değiştirilmelidir, mevcut kadro ile adalet mümkün
değildir.
Hatta olaylar çok tehlikeli boyutlara gitmekte olup, mağdur
edilmiş
bazı kişilerin silaha sarılarak kendilerine haksızlık yaptığını
düşündükleri
cemaat yanlısı kişilere yönelme ihtimali çok uzak
değildir,
devletin vatandaşına iftira atması kabul edilemez. Bu
mahkemelerin
verdiği kararlar ve Emniyet içerisindeki cemaat
yanlısı
polislerin kullandığı dinleme ve izleme imkanları
denetlenmezse,
ülkedeki tüm muhalifler, hatta şimdiden sonra özel
561
şirket
ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir. Bunun hoş
görülecek
tarafı da kalmamıştır.
Adalet
bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe bilinen
Teftiş
Kurulu Başkan Yardımcısı ve başta il savcıları ve diğer savcı
ve
hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat
yanlısı
müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmalıdır. İllerde bir
dinleme
kararı almak için onca delil, bilgi ve rapor bile yeterli kabul
edilmezken,
hakim ve savcıların neye dayanarak dinlendiğini
bilmeye
hakkımız olsa gerek. Mesele hakimlerin özel hayatlarından
öteye
gedmiş, tüm kamuoyunu ilgilendirir hale gelmiştir.
Cemaatin
istediği gibi karar vermeyen her hakim ve savcı
aleyhinde
oluşturulan kampanyalar utanç verici halde devam
etmektedir.
Ergenekon davasına bakan İstanbul Özel Yetkili Ağır
Ceza
Mahkemesi Başkanı Koksal Şengün hakkında basına servis
edilen
dinleme tapeleri, bazı sanıkları tahliye etti diye hakimin yıllar
önce
gözaltına alınıp beraat ettiği bilgilerini bile basma sızdıran yapı
daha
neler yapıyordur, kimleri tehdit ve şantajla neye mecbur ediyordur?
Cemaat
adına yapılan, Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin
Aslan,
Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü
Faruk
Ünsal haklarındaki davaların, Savcı Cihaner
ve
arkadaşları
hakkındaki tahkikatların yapılış biçimleri tarafsız
savcılar
tarafından tahkik edilmeli, bu olayda iftira eden polis, savcı
ve
hakimler yargılanmalı, kurdukları tuzakların, uydurulan delillerin
hesabını
vermeleri sağlanmalıdır. Sonrasında ise özel yetkili
mahkemelerin
bugünkü gibi bir yetki kullanmalarına hukuken mani
olunacak
düzenlemeler yapılmalıdır. Erzincan savcısının
tutuklanması,
İstanbul ve Ankara savcılarının dinlenmesi gibi
yetkilerin
kullanılmasına müsaade edilmemelidir.
Karşı
karşıya olduğumuz durum, hukuken yanlış yapılan birkaç
işlemden
ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya birkaç
hakim
ve savcının hukuku yanlış uygulaması veya taraflı davranışı
değildir.
Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları
vasıtasıyla
yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler
562
polis,
hakim ve savcı değil, örgütün/cemaatin elemanlarıdır.
Devletin
hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine
getirmektedirler.
İçinde bulunulan durum bu şekilde bilinip
algılanmaz
ise hatalı değerlendirme yapılmış olur.
İstanbul,
Ankara, Erzurum ve İzmir'deki bazı özel yetkili savcılar
ile
bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal bir ilişkinin
varlığı
açıkça gözükmektedir. Özel yetkili savcılar tarafından bu iller
dışında
gözaltına alman ya da aranan kişiler hakkında karar
çıkarmadan
önce kimlik, iş ve ev adresleri gibi bilgilere ihtiyaç
vardır.
Normalde bu bilgiler o illerin savcıları veya çok uygun olmasa
da
Emniyet Müdürlükleri üzerinden resmi yazışma yoluyla temin
edilmesi
gerekirken, bugüne kadar hicbir yazışma yapılmamıştır. O
halde bu bilgiler
nasıl temin edilmiştir?
…..
Demokrasilerde objektif ve tarafsız olmayan kaynaklarca belli
amaçlar
doğrultusunda kamuoyunun yönlendirilmesi için
çalışılması,
bu amaçla yalan haberlerin yayılması, kitlelerin
psikolojik
harekata tabi tutulması ve hatta bunun devlet tarafından
yapılması
bile kabul edilmezken bugün ülkemizde cemaat tarafından
563
kendi
ideolojileri istikametinde halkın olaylar ve kişiler konusunda
yanlış
kanaat sahibi olmasına, halkın kendi kurum ve yöneticileri
hakkında
kara propagandaya maruz kalmasına devlet müsaade
etmemelidir.”(s.564)
“Orhan
hakkında iddianame hazırlayan Ankara Özel Yetkili
savcısı
önce Emin Aslan hakkında da soruşturma
yapan
özel yetkili savcıdır, bu davanın usule uygun olarak
yürütülmediğinden
daha önce bahsetmiştim. Aynı şekilde Orhan'ı
tutuklayan
hakim de kozmik odada arama yapan, son zamanlarda
istihbarat
birimlerince özel korunan hakimdir.
Orhan'ın
tutuklanmasından kısa süre önce görevinden aldığı
şube
müdürü Z.G.'nin adı önceki sayfalarda sunduğum cemaate ait
çok
önemli belgede Ömer kod adlı cemaat imamının ABD
havaalanında
yakalanması olayında üzerinden çıkan notlarda
geçmesi,
hem kendisinin hem de (adliye mensubu olan) eşinin
telefon
bilgilerinin bulunması tesadüf müdür?... Biz emniyet yöneticileri
hepimiz birbirimizi tanırız, kinim ne
yaptığı
ne yapabileceğini üç aşağı beş yukarı biliriz. Orhan Özdemir
suçlandığı
olayların faili olamaz, zaten tahkikatın başlaması ile
basına
el altından bilgi sızdırılması, Orhan'ın gizli sicil dosyasındaki
bilgilerin basına
servis edilmesi de bunu doğruluyor.” (s.565)
“Olay hakkındaki genel kanaat şudur: Cemaat
kendilerine engel
gördüğü bir
kişiyi daha bertaraf etmiştir.” (s.566)
“Kitabın
ikinci bölümü boyunca ortaya koyduğum, bilgi, belge ve
değerlendirmeler
ışığında son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum.
Burada
yazılmayan cemaatin yönetici imamları hakkındaki gizli
bilgileri
Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılarına ve bazı
başka
makamlara yazılı şikayet/ihbar dilekçesi olarak vereceğim.
Herhangi
bir tahkikat yapılabileceğine ihtimal vermiyorum zira böyle
bir
durumda Polis, Jandarma ve MİT içerisindeki örgütlü yapı
anında
haber alacak, soruşturmaya mani olacaktır… Tıpkı bu kitabı
yazmaktaki
amacımda olduğu gibi dilekçe vermekte ısrar etmemin
sebebi,
ülkeme karşı sorumluluğumu yerine getirmiş olma
duygusundan başka
bir şey değildir.” (s.567)
_______SONUÇ
OLARAK ŞU GERÇEĞİ GÖRMEMİZ GEREKMEKTEDİR: SAYIN HANİFİ AVCI’NIN DENEYİMLERİNDEN
ÇIKARSADIKLARIMIZLA VE ÖNCEKİ YAŞANAN SİYASAL OLAYLARDAN EDİNMİŞ OLDUĞUMUZ
DENEYİM VE DERSLERLE DEVLET İÇİNDE DİNSEL NİTELİKLİ VEYA SİYASAL İDEOLOJİK
NİTELİKLİ GİZLİ VEYA AÇIK OLAN HİÇBİR ÖRGÜTLENMEYE, CEMAATLAŞMAYA,
TARİKATLAŞMAYA İZİN VERİLMEMELİDİR. BU TİP ÖRGÜTLENME VE GÖRÜŞLERE DEVLET
İÇİNDE HOŞGÖRÜYLE BAKMAMALIDIR. DEVLET, SADECE DEVLETİN YASALARINA, HUKUKUNA,
TÜZÜKLERİNE, YÖNERGELERİNE GÖRE DÜŞÜNEN VE BU DÜŞÜNCELERLE DEVLET İÇİNDE HİZMET
EDECEK OLANLARA EMANET EDİLMELİDİR. DIŞ DÜNYADA İSE DEVLET BU ANLAYIŞLARA
TARAFSIZ OLARAK DURMALI, DESTEKLEMEMELİ, YASA DIŞI OLUŞUMLARINA KARŞI ÖNLEMLER
ALMALIDIR.
İsmail
İNCİ, 24/02/2017