26 Şubat 2017 Pazar

HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR-DÜN DEVLET BUGÜN CEMAAT ÜZERİNE GÖRÜŞLER-DÜŞÜNCELER



ÜST DÜZEYLERDE GÖREVLER YAPMIŞ BİR EMNİYET AMİRİNİN DENEYİM VE DÜŞÜNCELERİNDEN ALINTILAR,  GÖRÜŞLER VE DÜŞÜNCELER


      1976 yılında ilk görev yeri olan Mersin Gülnar ilçesinde Emniyet Amiri olarak göreve başlayan Hanefi Avcı,  32 yıl boyunca Emniyet Örgütü içinde İstihbarat Şube Başkanlığı, İl Emniyet Müdürlüğü, İl Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı,  Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı gibi en alt kademeden en üst kademelere kadar çok önemli görevlerde bulunmuş, birçok önemli bürokrat, milletvekili, bakan, başbakan ile yakından tanışmış ve işbirliği yapmış bir emniyet görevlisidir. Otuz iki yıl içerisinde Türkiye’de oluşan çok önemli olayların içinde yaşamış, gözlemde bulunmuştur. Sayın Hanefi Avcı’nın devletteki görev süresi içindeki deneyim birikimlerini “Haliçte Yaşayan Simonlar-Dün Devlet Bugün Cemaat” adı altında kitaplaştırarak halka sunması, kitabın asıl yazılış amacının başka olmasına rağmen,  her şeyden önce bir emniyet amirinin görüş açısıyla devlet yönetimindeki deneyim birikiminlerinin zenginleşmesi açısından büyük öneme sahiptir. Son otuzbeş-kırk yıl içinde ülke tarihinde yaşanan çok önemli olayları doğru değerlendirerek yapılan yanlışları ortaya koymak yönünden, doğru siyasal kararlar alarak devlet yönetiminde geriye dönülmesi olanaksız yanlışlar yapmamak açısından bu deneyimlerin, uyandırdığı düşünce ve yargıların önemi büyüktür ve bugün de hala bu edinilen deneyimler ve düşünceler güncelliğini korumakta, birçok olayın açıklanmasında klavuz olmaktadır.


Yazar kitabının asıl yazış amacını kendisi şöyle açıklamaktadır: “Bu kitabı yazmaktaki amacım, içinizdeki çok iyi niyetli ve dürüst insanlara belki bir dakikalığına "Biz ne yapıyoruz" diye düşündürebilmekti. Bu meseleyle ilgili olarak en fazla üzüldüğüm
konu çok temiz, düzgün, çalışkan ve saygılı insanların üstlerine iftira atan, bilerek vicdansızlık yapan, vefasız insanlara dönüştürülmesidir…”
“Dışarıdan bakınca üstüme çok da vazife değilmiş gibi gözüken bu şeyleri niye yazdım? Allah'ın varlığını her yerde ve her zaman hissediyorum, bu yanlışları gördüğüm ve bildiğim halde susmanın hesabını veremem. Yanlış bildiğim, başkalarına zarar veren kişilere karşı koymazsam, yeminimi ve bunca yıllık geçmişimi nasıl izah edeceğim?...”
Sayın Hanefi Avcı kitabını, devlete gereği gibi hizmet edeceğine ilişkin yapmış olduğu yemini yerine getirmek amacı ile yazdığını söylemektedir. Bu düşünceye bağlı olarak devlet içinde görmüş olduğu yanlışları ve en önemlisi olarak da daha önce dostları olan Cemaatin içindekilerin kendi ve diğer dürüst kişilere karşı yapmış oldukları entrikaları, suçlamaları,  iftiraları ortaya çıkarmak için yazma gereksinimi duymuştur. Çünkü başka hiçbir yoldan ilgililere ve kamuoyuna sesini duyuramamaktadır. 
“….Bu insanlar ve onların faaliyet tarzları bilinmeden
ülkemizde son dönemde yaşananları tam olarak anlamak mümkün
değildir. Anlatacaklarımın hepsi maddi delilerle ispatlanabilir. Fakat
delilleri bulacak insanların çoğunluğu da bu insanlarla beraberler.
Yine de ben delillerin nerede ve nasıl bulunabileceğini göstereceğim.
Bu insanların hasmı, düşmanı değilim; çoğu eski dostlarım, son
dönemde tanık olduğum ve yasadışı olduğunu düşündüğüm
davranışları hariç inançlarını ve dünya görüşlerini paylaşıyorum.” (s.380)

Sayın Hanefi Avcı, hakkındaki tutuklama kaldırıldıktan sonra Aralık 2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda basına açıklamış olduğu gibi, Polis örgütü içindeki arkadaşlarına ve sonunda kendisine karşı düzenlenen kumpaslara dur diyebilmek için, son çare olarak kitabını yazmıştır:” Önce, Emniyet'teki insanlara kumpas kurmaya başladılar. Onların kurmak istedikleri kumpaslara, emniyetteki bazı genel müdür yardımcılarına yaptıkları tezgâhlara karşı çıkınca bir nebze hedef oldum. O zaman yetkilileri uyarmak suretiyle, bu yapıya karşı tedbir alması gerektiğini birçok makama yanlarına giderek anlattım. Yazılı müracaatlarım da oldu, yeterince cevap almayınca, gereklilikler yapılmayınca kitap yazmak suretiyle o görevimi yaptım.
06 Aralık 2016 Salı” 

Yazar kitabını iki bölüme ayırmıştır. “Devlet” adını verdiği Birinci Bölümde, çocukluk ve öğrenim yaşamından kısa olmak üzere, göreve ilk başladığı tarih ve yerden başlayarak Emniyet Örgütü içinde yapmış olduğu görevlerden, bu görevlerdeki hizmetlerinden sözetmektedir.
“Cemaat” adını verdiği ikinci bölümde ise Emniyet Örgütü ve Adalet kurumlarının içinde cemaatin örgütlenmesini, bu kurumları ele geçirmesini ve bu örgütlemeyi önlemek isteyen güvenlik örgütü içindeki kişi ve makamlara karşı gizli izlemeleri, iftira, suçlama, karalama hareketlerin kumpasları anlatmaktadır.



YAZARIN KİTABINDA EMNİYET ÖRGÜTÜ İÇİNDE DEVLET GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRİRKEN SAHİP OLDUĞU DENEYİM BİRİKİMLERİNDEN, DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞLERİNDEN ALINTILAR, BUNLAR ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNÜŞLER:

“Mademki herkesin kolayca gelemediği bu yere, mucize üstü bir
şekilde savrulmuştum, olan ve olacak birçok olayın perde arkasını çok az da olsa görebiliyordum. O zaman arkadan gelenlere
söyleyecek sözüm olmalıydı; yaşadıklarımı, yollardaki tehlikeleri,
kendilerine kurulan tuzakları anlatmam ve bunlardan kurtulma
yollarını, bildiklerimi söylemem gerekiyordu.” (s.10)

_______YAZAR KİTABININ DEĞİŞİK BÖLÜMLERİNDE ZAMAN ZAMAN YUKARIDAKİ ALINTIDA OLDUĞU GİBİ KENDİNİ OLAĞANÜSTÜ GÜÇLERİNİN KORUDUĞU SANISINI YAZIYOR. KENDİSİNİN BULUNMUŞ OLDUĞU MAKAM VE GÖREVLERİN HERKES TARAFINDAN BULUNMASI GÜÇ GÖREVLER OLDUĞUNU VE YUKARIDA DEĞİNMİŞ OLDUĞUMUZ GİBİ SAHİP OLMUŞ OLDUĞU DENEYİMLERİN VE BU DENEYİMLERDEN EDİNDİĞİ DÜŞÜNCE VE YARGILARIN DİĞER KİŞİLERE ANLATMASININ ÖNEMLİ OLDUĞUNU HİSSEDİYOR. DAHA SONRA DA AÇIKLAMAYA ÇALIŞACAĞIMIZ GİBİ BU DÜŞÜNCE VE YARGILARIN BİR KISMI YANLIŞTIR VE BİLİNMEYEN GÜÇLERE YARARLI OLABİLECEK NİTELİKLER TAŞIMAKTADIR.

“Yıllar, yıllar sonra şu sonuca vardım; İnsanların eylemlerini
kafalarındaki fikirleri; fikirlerini ise inanç ve düşünce sistemleri,
dolayısıyla dogmatik olarak kutsal kabul ettikleri ve hayatlarının
anlamı olan ve uğrunda ölümü göze aldıkları yüce değerler
belirliyorsa; bu ülkede bunca olumsuzluk varsa ve yıllardan beri
devam ediyorsa, her şey kötü ve yanlış ise, bunun sebebi ufak tefek
şeyler ve kişilerin hatası olamazdı. Hata, tüm eylemlerimizi
yönlendiren, anlamlandıran fikir ve düşünce sistemimizin kaynağı olan dogmatik inançlarımız ve kutsallarımızdaydı. Yani bizim
yücelttiğimiz, uğruna her şeyi feda ettiğimiz, canımızdan çok
sevdiğimiz, varlığımızın sebebi, kendimiz olmamızı sağlayan, bizi
başkasından farklı kılan, bize ruh veren, başka ırk ve millet
olmamızı sağlayan değerlerde sorun vardı. Yoksa bunca hata, bunca
anormallik niye olsundu ki?” (s.14)
““Türk milliyetçiliğinin, Türk gelenek ve ahlak anlayışının, kanunlarımızın, hatta dinin, bu ülkedeki uygulanış biçimi yanlıştı; en azından zamana ve şartlara
uygun değildi. Yoksa ülkemiz bu halde olur muydu, dünya ile
yarışta bu kadar geri kalır mıydı? Terör 40 yıldır devam eder miydi?
Bu kadar yolsuzluğun ülkede kabul görmesi, kimsenin bunlardan
rahatsız olmaması, hatta yapılanları olağan bulması mümkün müydü?...
Varlık sebebi gördüğüm değerlerin, ihtiyaca cevap vermediğini, hatta tüm
sorunlarımızın kaynağı olduğunu anladım. Bu gerçeği
kabullenememenin, kendime bile itiraf edememenin, öldürücü tesirini yaşadım.”(s.15)


________YAZAR GÖREVE İLK BAŞLAMIŞ OLDUĞU YILLARDA ORTAYA ÇIKAN POLİSİYE OLAYLARA MUHAFAZAKÂR-MİLLİYETÇİ BAKIŞ AÇISI İLE BAKAN VE DİĞER GÖRÜŞLERİN VE SAHİPLERİNİN ANCAK YOK EDİLMESİ İLE TOPLUMUN DÜZELEBİLECEĞİNE İNANAN BİR EMNİYET GÖREVLİSİ OLARAK YILLAR SONRA DÜŞÜNCELERİNDEKİ DEĞİŞİMİ ANLATMAK İSTİYOR. DOGMATİK OLAN İNANÇ VE DÜŞÜNCELERDE GEREK KENDİ BAKIŞ AÇISI OLAN SAĞ İDEOLOJİ DOGMALARINDA, GEREKSE SOL İDEOLOJİ DOGMALARINDA SORUNLAR VARDIR. SORUNLAR KİŞİLERDE DEĞİL, KİŞİLERE KİŞİLİK VE ÖZEL VARLIK KAZANDIRIYOR OLSALAR DA KİŞİLERİN İNANÇ HALİNDE İNANDIKLARI DOGMALARDADIR. BU MİLLİYETÇİ MUHAFAZAKAR DOGMALARLA ÜLKE KIRK YILDIR BAŞARISIZ OLARAK YÖNETİLMEKTEDİR VE KİMSE BUNU GÖRMEK İSTEMEMEKTEDİR.
BU DENEYİM SONUCU VARILAN DÜŞÜNCELER DOĞRULUK PAYI TAŞISA DA YAZARIN, YANLIŞ YÖNETİMLERİN GERÇEK VE ANA NEDENLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNÜŞ TARZININ YETERSİZLİĞİNİ, NEDENLERİN ÜLKE İÇİNDEN ÇOK DIŞINDAKİ ETKİLERDEN GELDİĞİ ÜZERİNE DÜŞÜNCE YÜRÜTEMEDİĞİNİ GÖSTERİYOR.

İllegal örgüt mensupları kadar değil ama onların onda,
hatta yüzde biri kadar idealist arkadaşlar bulduğumu zannettiğim
her kadrodan ayrıldıktan sonra, arkadaşlarımın makam ve mevki
gibi basit çıkarlar uğruna birbirlerini kırdıklarını, kutuplaştıklarını
görünce üzüldüm,” (s.16)

______GÜVENLİK KURUMLARI İÇİNDE, SİYASİ KADROLARDA OLDUĞU GİBİ MAKAM VE İTİBAR İÇİN BÜYÜK BİR ÇATIŞMA VE BENCİLLİK BULUNMAKTA, ÜLKENİN VE DEVLETİN ÇIKARLARINA ÖNCELİK VERİLMEMEKTE,  BU DURUM DA GÜVENLİK ÖRGÜTÜNÜN İŞLEYİŞİNİ, BAŞARISINI BOZMAKTA, DEVLETE DE BÜYÜK ZARAR VERMEKTEDİR.

“Oysa adam öldürenler, yaralayanlar eğer sıradan insanlarsa veya bir
Örgüt mensubu ise bu kural işletiliyordu, bunun dışında devlet
görevlileri bazı kişileri kaçırır, infaz ederse bu kişiler yakalanmıyordu.
Bu durumu birçok olayda görmek mümkündü; bizler de her
suçu değil, yalnızca bize öğretilen ve empoze edilen hususları suç
görüyor, bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelendirmiyorduk.
Bu duruma, bu tip davranışlara "Simonlaşmak" adını veriyorduk.
İşte bu durumu düşündükten sonra kendime söz verdim;
ben Simon gibi olmayacaktım, ben Simonlaşmayacaktım” (s.23)

Toplumun çoğunluğu bu ülkede
işlerin doğru ve dürüst yürütülmediğine inanıyor, ama en büyük
usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en
çok karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor; en rüşvetçi kişi
en itibarlı kişi olarak kabul görüyor….uzun süre kötülükler,
yanlışlıklar, haksızlıklar ve hukuksuzluklar içerisinde yaşamak,
bunun içerisinde var olmak gözümüzü kör etmiş; tüm bu
olumsuzluklara uyum sağlayarak bu anormalliği normalleştirmişiz.
Aslında en fazla itiraz etmemiz ve karşı koymamız gereken
durumlarda çok makul ve kabul edici tepkiler vermişiz….
Bu bilince eriştikten sonra, içinde yaşadığımız şartları kabul
etmemeyi; bu rüşvet, yolsuzluk, riya ve yalanla dolu ortamda
yaşamaya mecbur olsam da asla bu durumu normal görmemeyi; en
küçüğünden en büyüğüne her türlü yolsuzluğa, hırsızlığa,
usulsüzlüğe tepki göstermeyi ve gücümün yettiği kadar karşı
koymayı hayatımda düstur edindim.” (s.25-26)

________TOPLUMDA YAZARIN ANLAYAMADIĞI DIŞ VE İÇ SİYASAL-EKONOMİK GÜÇLER NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN ADALETSİZ OLAYLAR, KENDİ AÇISINDAN KABUL EDİLEMEZ OLARAK GÖRÜLÜYOR VE KENDİ KENDİNE BU ADALETSİZLİKLERE KARŞI TEK BAŞINA MÜCADELE EDEBİLECEĞİNE İNANIYOR VE KARAR ALIYOR. GERÇEKTE İSE TEK BAŞINA DEĞİL DEVLETİ YANINA ALARAK BUNU İÇİN DE DEVLET ÖRGÜTLENMESİ İÇİNDE GEREKLİ YENİLEŞME HAREKETLERİNİGERÇEKLEŞTİREREK YAPILABİLECEK BİR MÜCADELEDİR BU.

“Sonraki yıllarda, PKK ya yönelik çalışmalar sırasında, Suriye'nin
Türkiye’de -özellikle Mardin bölgesinde- İhvana bilinen bazı kişileri
dolaylı yöntemlerle PKK ya öldürttüğünü, teslim olan samimi PKK’LI
itirafçılardan duymuştum. Benzeri durumlar birçok ülke için de söylenebilir.
Geçmişte ülkemize zarar verdiğini, ülkemize yönelik terör faaliyetlerinin
merkezinde yer aldığını veya PKK yı desteklediğini açıkça bildiğimiz
Suriye'ye, Yunanistan'a ve benzeri ülkelere karşı biz de Türkiye
olarak her halde birçok şey yapmak, bunun karşılığını vermek
istedik, ama bu ülkelerde bir grup yaratamadık veya bir eylemsel
faaliyete dönüştüremedik.
Bu açık olarak göstermektedir ki, bir ülke içerisinde meydana
gelen kargaşanın, terörün ve büyük olayların asıl sebebi, o ülkenin
kendi içerisindeki çelişkiler, huzursuzluklar, yönetim ve idari
yapısındaki bozukluklar, halkın taleplerinin karşılanmaması,
zamana ve çağa uygun olmayan bir yönetim anlayışının hüküm
sürmesidir. Dış güçler sadece bunu kullanmak, bunu tahrik etmek
derecesinde faydalanabilir, yoksa bu olayları yoktan yaratma
İmkânları bulunmamaktadır. O açıdan Türkiye’de üretilen komplo
teorilerinin de temeli ve mantığı doğru değildir.”(s.80)

_________YAZARIN, BURADA BİRÇOK ÖNEMLİ OLAYDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ ORTAYA ÇIKAN TOPLUMSAL OLAYLARIN KAYNAĞINI DERİN VE ANA NEDENLERİNİ DÜŞÜNMEDİĞİNİ GÖRÜYORUZ.  ÜNLÜ İSTİHBARAT UZMANI SAYIN MAHİR KAYNAĞIN AÇIKLAMIŞ OLDUĞU, ABD VE DESTEKLEYİCİ MÜTTEFİK AVRUPA ÜLKELERİNİN TÜRKİYE VE ORTADOĞU ÜLKELERİ ÜZERİNDEKİ BÜYÜK KAOS PROJELERİNDEN HİÇBİR BİLGİSİ OLMADIĞI ANLAŞILMAKTADIR. BU DIŞ GÜÇLERİN HAZIRLAMIŞ OLDUKLARI BÜYÜK SÖMÜRGE PROJELERİ ZAMAN VE COĞRAFYA OLARAK O KADAR BÜYÜKTÜR Kİ KAPSADIĞI ÜLKELERDEKİ OLAYLARI SIFIRDAN BAŞLATIP BÜYÜTMEKTEDİR. TOPLUMSAL OLAYLARDA ANA NEDEN BU PROJELER OLMAKTADIR.   DEVLET YÖNETİMİNDEKİ BAŞARISIZLIKLAR BASİT İNANÇ VE DEVLET YÖNETİMİNDEKİ YANLIŞ DÜŞÜNCELERDEN DEĞİL BU ANA NEDENLERİ ORTADAN KALDIRACAK SAVUNMA GÜÇLERİ OLUŞTURAMAMAKTAN İLERİ GELMEKTEDİR.

  “12 Eylül İhtilalı olduktan sonra olaylara karışan tüm örgüt
mensuplarını veya terör olaylarına karışan bütün tarafları büyük
oranda yakalamış, gözaltına almış ve mahkemeye sevk etmiştik.
Bunların büyük kısmı tutuklanarak Sıkıyönetim Mahkemelerinde
yargılanıyorlardı. Şehirde genel bir düzen hâkim olmuştu,
sıkıyönetimin verdiği havayla da hemen hemen hiç olay olmaz hale
gelmişti.” (s.83)

____________DEVLET GEREKTİĞİNDE BAZI İNSAN HAKLARI OLARAK ADLANDIRDIĞIMIZ HAKLARI DA KISITLAYARAK OTORİTESİNİ SAĞLADIĞINDA, DAHA KISA SÜREDE VE TAM OLARAK TOPLUMDA CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİ, BARIŞ VE HUZUR ORTAMINI SAĞLANABİLMEKTEDİR. ÇÜNKÜ BU ORTAMDA GÜVENLİK GÜÇLERİ VE ASKERİ GÜÇLER DAHA ETKİN OLARAK, ELLERİ GÜÇLENMİŞ OLARAK HAREKET EDEBİLDİĞİNDEN GÜVENLİĞİ SAĞLAYACAK OTORİTEYİ DAHA KISA SÜREDE VE ETKİLİ OLARAK KURABİLMEKTEDİRLER. BU 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNDEN SONRA DA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ ÖNEMLİ BİR TOPLUMSAL DENEYİMDİR.

Görüşmelerde biz ülkemizde terör ve güvenlik zafiyeti varmış gibi
göstermemek için PKK'yı etkin, yaygın eylem yapan bir örgüt olarak
görmediğimizi, üç beş eşkıya grubu olarak nitelendirdiğimizi
söylerken, orada Almanların PKK'yı bizden daha iyi tanıdıklarını
gördüm. Bilgi vermek için söz alan BKA görevlisi "Bugün için gerçek
durumu tam gözükmese de PKK, bu militan yapısı ve imkanları ile
Türkiye’de bir gerilla savaşı yürütebilir, Almanya'da ciddi sorunlar
yaratabilir, gelecekte çok ciddiye alınması gereken bir gruptur,"
diyerek durumu özetlediği konuşmasında aslında PKK'daki militan
yapısını, geleceğe yönelik planlarını ve örgütün bugünkü durumunu
o gün bize anlatmıştı. Dolaylı olarak aslında bize, siz de Alman
güvenlik makamları da PKK'yı ciddiye almıyorsunuz ama
yanıldığınızı anlayacaksınız imasında bulunmuştu. Almanlar bize çok önemli açıklamalarda bulundular, çok ustaca bize yol gösterip yapmamız gerekenleri anlattılar. Maalesef her zamanki körlüğümüz ve şuursuzluğumuz
asıl rolümüzü oynamamızı engelledi.” (s.102)

________PKK OLAYINDA OLDUĞU GİBİ BAŞLAYAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖNEMSEMEMEK, KÜÇÜMSEMEK;  İSTERSEK HEMEN TERÖRİSTLER ORTADAN KALDIRILIR, BİR ŞEY YAPAMAZLAR DEMEK, KISACASI “YILANIN BAŞINI KÜÇÜKKEN EZMEMEK, SONRASINDA DEVLET VE TOPLUM İÇİN ÇOK BÜYÜK KAYIPLARA YOL AÇMAKTADIR. PKK OLAYINDA DA DIŞ GÜÇLERİN YANILTMALARI İLE BİRLİKTE BU YANLIŞLIK YAPILMIŞTIR.


“Örgütlerin ideolojik altyapılarını, eylem tarzlarını, örgütsel yapılarını tam
anlamıyla bilmediklerinden bu örgütler hakkında söylenenleri doğru
şekilde değerlendiremiyor, bunlardan neyin mümkün neyin
mümkün olmadığı konusunda yeterli bilgi birikimine sahip
olmadıklarından doğru kararlar veremiyorlardı. Bence en önemli
eksiklik buydu. Bizim teşkilatımızda olayları kavrayabilme becerisi
ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bir kişinin söylediği büyük yalanlar
ancak bunları ispat eden maddi deliler bulunduğunda ortaya
çıkıyordu. Hâlbuki İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubesi
personelinin, kişinin anlattığı tek bir olaydan, ortaya koyduğu tek bir
iddiadan, attığı slogandan neyi bilip, neyi bilmediğini, neyin yalan,
neyin doğru olduğunu kesin ve net olarak anlaması zorunludur.
Kişinin örgütsel faaliyeti, illegal yaşamı göz önüne alınıp örgüt içinde hangi konumda olanlar neyi bilir, neyi bilemez noktasında belli bir
anlayışa sahip olarak ona göre hareket edebilmelidir.” (s.121)

“Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt aşiretlerinin en büyük iki kolundan
Talabani ve Barzani’ye bağlı kuvvetler yıllarca Irak rejimi ile
savaşmışlardır. Ancak Irakla savaşan bu iki aşiretin en büyük
rakipleri de yine kendileridir. Özellikle 1970’li yıllarda Kuzey Irak'ta
önce federe Kürt devletinin kurulması yönünde anlaşmaya varıldı.
Daha sonra ortaya çıkan anlaşmazlıkların ardından savaş yeniden
başladı. Bu esnada önceleri Talabani ve Barzani birlikte Irak
yönetimine karşı savaşırken, bir süre sonra kendi aralarındaki
çekişme ve mücadele sonucunda Celal Talabani Saddam Hüseyin ile anlaştı, hatta Celal Talabani Saddam Hüseyin yönetiminde görev
aldı ve hemen akabinde Barzani'yi yok etmek için planlar yapmaya
başladı.” (s.155)
“Kuzey Irak'ta Irak'a muhalif olan Barzani, Talabani veya
emsali Kürt aşiretlerinin içinde bulunduğu toplumsal durum ve
çoğunun dini açıdan muhafazakar ve aşiret gibi geri bir sosyal
anlayışa dayanarak örgütlenmiş olmaları, Irak aleyhine faaliyetleri
destekleyen Suriye gibi sosyalist düşüncelere yakın ülkeleri,
sosyalist komünist ideolojilere sahip bir muhalefeti desteklemelerine
yol açtı. Ancak Kuzey Irak'taki halkın sosyal durumu böyle bir
olguda olduğundan daha fazla güçlendirecek kapasitede değildi. Belli
sayıda militan ve örgüt vardı, yapı ancak bu kadarını kaldırıyordu.
Fakat dışsal faktörler devreye sokularak, fazla miktarda para ve
silah verilerek bir anda çok güçlü bir silahlı militan grup
oluşturulmak istendi. Fakat bu davaya inancı olmayan kişilerden
oluşan örgüt bir an için büyüyüp güçlendiği yönünde bir görüntü
verdiyse de kısa surede eskisinden daha geri hale geldi ve tüm yapı
tamamıyla yerle bir oldu.”(s.158)

_______BARZANİ, TALABANİ VE DİĞER KÜRT AŞİRETLERİNİ BİR ARAYA GETİREN, ARALARINDAKİ ÇATIŞMALARA SON VERDİREN ABD’NİN IRAK’A YAPMIŞ OLDUĞU SALDIRI OLUYOR. ABD’NİN IRAK İLE BU SAVAŞTA KÜRT AŞİRETLERİNİN TÜMÜNÜ KULLANMASI ONLARIN BİR ARADA HAREKET ETMESİNİ GEREKTİRDİĞİNDEN ARALARINDAKİ SİYASAL VE İDEOLOJİK AYRILIKLAR OLSA DA, BAĞIMSIZ BİR KÜRT DEVLETİ KURABİLMEK AMACI ETRAFINDA BİRLİK OLMALARINI ABD SAĞLIYOR. BU BİRLİK İLE IRAK’IN SADDAM SONRASI DEVLET YÖNETİMİNİ PAYLAŞARAK IRAK’IN ZENGİNLİKLERİNİ, SİLAHLARINI ELE GEÇİRİYORLAR. BU BİRLİĞİN YENİDEN BOZULMASI, BÖLGEDEKİ ÜLKELERİNİ GELECEĞİ İÇİN ÖNEM TAŞIYOR.

“Bu telsizleri süratle kurarak, takip elemanlarımızın birbirleriyle
konuşabilecekleri bir telsiz sistemi yarattık. Aldığımız fotoğraf
makineleri ve kameraları kullanarak gizli kamera yapma imkanına
kavuştuk. Ayrıca daha önce Diyarbakır'da yanıma aldığım telsiz
teknisyeni polis memurunu da İstanbul'a getirdim. Onun gibi birkaç
yetenekli memurla birlikte küçücük bir odada laboratuarımızı
kurduk. Böylece bu küçücük odada kendi dinleme teyplerimizi,
kameralarımızı, fotoğraf makinelerimizi yapmaya
başladık, hem de inanılmaz ölçüde düşük maliyetlerle.
İstanbul'da böyle bir takip telsiz sistemi ancak milyon dolarlara
kurulabilirken, biz 100 adet telsizi, gizli konuşma aparatları, yedek
batarya ve yedek malzemelerin tamamım 42 bin dolara mal etmiştik.” (s.166)

_______TÜRK İSTİHBARATININ BİLGİ TOPLAMA VE GİZLİ BİLGİLERE ERİŞME KONUSUNDA NE KADAR GEÇ KALDIĞINI HANEFİ AVCI’NIN BU ANILARINDAN ÖĞRENİYORUZ. ÇÜNKÜ SOVYET RUSYA, ABD VE BATILI ÜLKELER 1950’LİLERDE HATTA TELSİZ VE TELEFONUN YAYGIN OLARAK KULLANILMAYA BAŞLANDIĞI, ELEKTRİK DALGALARI İLE HAYVANLAR ÜZERİNDE DENEYLER YAPILMAYA BAŞLANILDIĞI 1930 YILLARDAN BERİ İNSAN ZİHNİNİ OKUYARAK VE RADYO DALGARI İLE YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞARAK İSTİHBARAT SAĞLAMAYA BAŞLIYORLAR. PSİTRON ADI VERİLEN BASİT VE UCUZ BİR ALET İLE ÖNCE RUSLARIN SONRA DA ABD VE AVRUPA ÜLKELERİNİN İSTİHBARAT BİRİMLERİNİ DONATTIKLARI GÖRÜLÜYOR.
 PSİTRON=UZAKTAN ALGILAMA SİSTEMLERİNİ TÜRK İSTİHBARATI DA, ŞU AN VAROLAN TÜRK UYDULARININ DA VARLIĞI İLE ÇOK KOLAY VE UCUZ BİR TEKNİKLE KURABİLİR. BİR DAHAKİ YAZIMIZDA BU KONU ÜZERİNDEKİ ARAŞTIRMA SONUÇLARINI VE DÜŞÜNCELERİ YAZACAĞIM.

Emniyette çalışan Ali Ozansoy'a da böyle bir şey yapabilirler. Sakın
böyle bir şey denenmesin, biz buna karşı çıkarız havası içerisinde
Jandarma Genel Komutanlığına gittiklerinde, Yeşil ile
karşılaşıyorlar. Yeşil açık açık elindeki Simit Wesson marka
tabancayı göstererek, "Bununla ateş ettim, gerekirse size de ateş
ederim," diyecek kadar rahatlıkla cinayeti kabul ediyordu. Bu olay
bana o tarihte buna şahit olanlar tarafından anlatılmıştı ama bugün
sorsanız hepsi gördüklerini kesinlikle inkar edeceklerdir…..
Ben Cem’in kaybolması ile
ilgili ne Emniyetten ne de Jandarmadan tek bir yazı ya da mesaj bile
almadım. Cem Binbaşı gibi biri görevinden dolayı kaçırılıyor, ama
hiçbir araştırma ve soruşturma işlemi yapılmıyor. Tek başına bu
durum bile bu araştırma ve soruşturmayı yapmayanların,
yaptırmayanların fail olduklarını gösteriyor. Bu durum hukuki tabiri
ile hayatın olağan akışına uygun değildir.” (s.202)
“Jandarma Genel Komutanlığının terörle mücadele için böyle bir birim
kurmasında hiç bir mahsur bulunmazken var olan bir birimi inkar
etmesinin akılla izahı yoktur. JİTEM in kurulması değil, çalışma
yöntemleri yanlıştır ama bu teşkilatın kurulmasında hiçbir mahsur yoktur….
Çetin Ağaşe isimli bir gazeteci JİTEM Gerçeği adlı bir kitap
yazmıştı. Bu kitapta da basit ama aslında çok önemli belgeler vardı.” (s.203)
“Bence yazıyı yazanlar, gerçek devlet adamlığı vasıflarından
mahrum insanlardı. Çünkü devlet asla yalan söylememeliydi, hele
ki böyle hassas bir konuda devletin yalan söylemesi ve yanlış bilgi
vermesi asla kabul edilemez ama maalesef bu şekilde bir davranış
sergilenerek hata edildi. Bugün bile Jandarma Genel Komutanlığı
aransa, bir tır dolusu JİTEM ibareli evrak bulmak mümkün.” (s.204)

“O zaman şunu düşündüm, bu insanlar dünyanın her yerindeki
Irktaşlarıyla irtibat kurmak üzere bir sistem kurmuşlar, onlar
hakkında bütün bilgilere sahipler, kimin nerede hangi görevde
çalıştığını biliyor ve takip ediyorlar. Özellikle de kendilerine farklı
konularda bilgi sağlayacak görevlerde bulunanlar üzerinde
yoğunlaşıyorlar. Böylece gerek olduğunda ihtiyaç duyulan bilgiyi
kendilerine sağlayabilecek kişiyi arıyor ve bilgiye ulaşıyorlar. Bu çok
faydalı ve güzel bir sistemdi.
Ama biz, Avrupa'da yaşayan birkaç milyon Türk olmasına
rağmen onlardan hiçbir şekilde faydalanamıyoruz.” (s.206)
“Avrupa'da yaşayan dört milyondan fazla
Türk’ten gönüllü olarak yardımcı olmak isteyip bize müracaat
edenleri organize edebilsek, onların adreslerini alsak, bilgileri bize
gönderebilecekleri bir kanal tayin edebilsek; gerek olduğunda onlara
ulaşabileceğimiz bir kanal kurabilseydik, Avrupa'da özel bir şekilde
toplanacak istihbarata ihtiyacımız kalmazdı. Bedava, hazır, güvenilir
ve legal binlerce haber kaynağını hiçbir zaman kullanamadık,
kullanmanın yol ve yöntemini bulamadık. Bir tek bu olay bile Türk
istihbaratının ne durumda olduğu konusunda fikir vermektedir.” (s.207)



________BİR ŞEKİLDE ELLERİNDE HER MESLEK, BİLGİ VE BECERİDE KİŞİNİN BİLGİLERİNİN BULUNDUĞU “İNSAN KAYNAĞI KLAVUZU” BULUNDURMAYANLAR LİDERLİK, YÖNETİCİLİK YAPAMAZLAR, YAPSALAR DA BAŞARILI OLAMAZLAR. BÖYLE BİR İNSAN KAYNAĞINA SAHİP OLMAK İSTİHBARAT BİRİMLERİNDE ZORUNLU OLDUĞU GİBİ HER ALANDAKİ YÖNETİCİLER İÇİN ZORUNLU İHTİYAÇTIR.

“Bir dönem Emniyette geleneksel anlayışın dışında mücadele
yöntemleri geliştirilmeye başlandı. İdeolojik gruplar içerisinde belli
yer edinmiş, nüfuzlu, yarısı yeraltında yarısı devletle bağlantılı
unsurlar yanında fedai şeklinde bulunan çeşitli suçlardan sabıkalı
sivil kişiler, PKK'yla mücadeleyi sadece öldürme temeline indirgeyen,
çeşitli çatışma ve operasyonlarda yasal sınırları aşma temayülü
göstermiş bazı polislerden oluşan adı konmamış timler oluşturuldu.
Bu timlere bazı polis amirleri dışında yarısı yer altında, yarısı
devletle bağlantılı unsurlar kimi zaman destek, kimi zaman
rehberlik kimi zaman liderlik yapmaya başladı, zamanla bunlar fiili
liderliği ele aldılar.” (s.213-214)
“Susurluk, Türkiye’nin terörle mücadelede rejim ve sistem
muhaliflerini susturmak için kullandığı hukuk/kanun dışı     
yöntemlerin genel adıdır.
Bir ülkede yönetimin daha iyi olması için demokratik taleplerin
dile getirilmesi, rejim değişikliklerini savunanların bu değişikliği
neden istediklerini halka anlatarak, halkın desteğiyle iktidara
gelmeleri normal yol ve yöntemdir. Evrensel hukuka göre, her
düşünceyi savunan bir siyasi parti kurulabilir, iktidara yönelebilir ve
iktidara geldiği zaman halkın beklentileri doğrultusunda yanlış olan
bir sistemi değiştirebilir; ama Türkiye’deki yasalar değişime karşı
olduğu için, dile getirilen talepler ne kadar haklı ve çağa uygun
olursa olsun, bu tür yollar tıkanmıştır. İşte bu yol ve yöntemlerin,
bütün demokratik mekanizmaların önü tıkanınca daha iyi bir düzen,
daha iyi bir yönetim kuracaklarına inananlar, bu fikirlerini halka
anlatıp halkın onayı ile halk için yönetimi değiştirmeye talip olanlar,
yollarını tıkayan güçlerin meşruiyetini sorgulamaya ve rejimin
koruyucularına, kendilerini yasaklayanlara karşı biraz da farklı
yollara ve belki de kanun dışı aktif tavır alarak karşı koymaya
başladılar.”( s.214)
“İşte bu örgütleri, bu kişileri, yani rejim muhaliflerini susturmak
için başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların
adına Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan en
ağır yolun ve en kaba yöntemin, yani insanları öldürmenin, Temizlik
Harekâtına girişmenin adıdır. Bunun tek bir kişide, bir örgütte, bir
grupta değil; genel devlet temayülü içerisinde anımsanmayacak bir
sahada taraftar bulması, gevenlik mekanizmalarının içerisinde çok
sayıda görevli tarafından benimsenmesi, bu yöntemin dolaylı bir
şekilde desteklendiğini gösteriyordu.
Susurluk, teröristlere, kanun tanımayanlara kanunsuz muamele
etmek şeklinde devleti ve devletin mücadele biçimini mücadele
ettiği gruplarla aynı seviyeye indiren, inanılmaz bir anlayışın
tezahürüydü.” ( s.215)



______GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE, “İDEOLOJİK GRUPLAR İÇERİSİNDE BELLİ YER EDİNMİŞ, NÜFUZLU, YARISI YERALTINDA YARISI DEVLETLE BAĞLANTILI UNSURLAR YANINDA FEDAİ ŞEKLİNDE BULUNAN ÇEŞİTLİ SUÇLARDAN SABIKALI SİVİL KİŞİLERİN”,TERÖRİST OLARAK ADLANDIRILAN KİŞİLERE KARŞI KULLANILMASI SONUCU OLARAK DEVLET İLE MAFYA ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN, BAĞLARIN KURULMASININ, MAFYAYA VE ÇETELERE TOPLUM İÇİNDE DOKUNULMAMASININ, HOŞ GÖRÜ İLE VEYA KANUNSUZLUKLARININ GÖRMEZLİKTEN GELİNMESİNİN, ÇETE LİDERLERİNİN KAHRAMANLAŞTIRILMASININ NEDENLERİ ANLAŞILMIŞ OLMAKTADIR. SİYASİ BAĞLANTILARININ OLUŞMASINA KADAR UZANAN BU ANLAYIŞ SONUCU SİYASAL İKTİDARLARIN ÇETE VE MAFYALARLA DAYANIŞMA İÇİNDE DEVLET YÖNETMELERİNİN DE NEDENİ ANLAŞILMIŞ OLMAKTADIR. “SUSURLUK OLAYI” BU ANLAYIŞTA TERÖRÜ ÖNLEME, GÜVENLİĞİ SAĞLAMA ÇALIŞMASI DÜŞÜNCESİNİN SOMUT OLARAK KANITI OLMUŞ OLUYOR.

SİYASAL ALANDAKİ MÜCADELE YİNE SİYASAL ALANDAKİ MÜCADELE İLE SİYASAL-EKONOMİK DEVLET YÖNETİMİ DÜŞÜNCELERİ ARASINDAKİ HALKA DÜŞÜNCELERİN KABUL ETTİRİLMESİ MÜCADELESİ İLE YAPILMALIDIR. ANCAK SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ HALİNE GELEN SİYASAL SİLAHLI GÜÇLERLE MÜCADELE,  YİNE ONLARIN YÖNTEMİ İLE SİLAHLA MÜCADELE YAPILIR.  BU MÜCADELEDE DEVLETİN SİLAHLI GÜÇLERİ OLAN TÜM GÜVENLİK ÖRGÜTÜ VE ASKERİ KUVVETLERİ İLE TERÖRİSTLERE KARŞI TEMİZLİK YAPMAK YASAL BİR YOL DURUMUNA GELİR. BURADA YASAL OLMAYAN TOPLUMUN ADALETE, YASALARA DAYANAN YAŞAMA BİÇİME KARŞI OLARAK ORTAYA ÇIKAN  MAFYA, ÇETE GİBİ ÖRGÜTLERLE BİR OLUP DEVLETİ TOPLUMLA KARŞI KARŞIYA BIRAKAN VE TOPLUMDA ADALETSİZLİĞİ, YASA DIŞILIĞI SAVUNUR DURUMU DÜŞÜREN SİLAHLI MÜCADELE ANLAYIŞIDIR. YASA DIŞI ÖRGÜTLERLE DEĞİL DEVLET KENDİ YASALARLA KURULAN SİLAHLI GÜÇLERİ İLE TERÖR ESTİREN GÜÇLERLE MÜCADELE VE SAVAŞ YAPMALIDIR.

“Haddini aşan zıddına dönüşür diye bir söz vardır, işte kendilerine
devrimci örgüt diyenler aslında hadlerini aşarak, karşı
oldukları bu infaz timlerinin, bu anlayışların doğmasını ve büyümesini
sağladılar; infaz ve baskı timleri de yaptıkları hareketlerle
bu illegal örgütleri büyütüp çoğalttılar ve eylemlerinin artmasına
zemin hazırlarken bu kişilerin kendilerini haklı görmelerini,
kendilerini ikna etmelerini de sağladılar. Yani terörist saldırılar,

güvenlik kuvvetleri içerisinde infaz timlerinin oluşmasını, infaz
timleri ise faaliyetleri ile illegal örgütleri daha da güçlendirdiler.
İşte Susurluk böyle bir meseleydi bana göre; tabii ki bu sadece
üç beş kişinin birkaç MİT ve jandarma mensubunun yaptığı
uygulamalar değildi, onların güç ve destek aldıkları çok yukarılara
uzanan bağlantıları bulunuyordu. Bana göre bu güvenlik
birimlerinin, en üst mekanizmasında bulunanlar meydana gelen
olayları bütün detayıyla biliyordu, gelişmelerden haberdardı, ama
bilmiyormuş gibi davranıp dolaylı destek veriyorlardı. Belki de
birtakım malzemelerin temininde ve çeşitli işlemlerin, atamaların,
görevlendirmelerin yapılmasında bilerek destek sağlıyorlardı. Devlet
içindeki bu anlayış, düşünce ve bu düşüncenin kabul edildiği bir çerçeve her gün biraz daha genişliyordu, Susurluk denen şey asıl olarak buydu ve yanlışlık da buradaydı.” (s.218-9)
“Devletin hukuk sistemi, bu işi
soruşturan müfettişler ve en önemlisi de mahkemeler, bu yöntemi,
bu anlayışın yanlış olduğunu kabul etti, teröristlere ve terör
örgütlerine karşı kanunları çiğneyerek, illegal yöntemler kullanarak
mücadele edilmesini de kanunsuzluk ve terör eylemi sayarak bu
anlayışı mahkum etti. Belki bahsi gecen olaylarda fiilen görev alan
binlerce insan olmasına rağmen sadece on, on iki kişi ceza aldı. Ama
şu çok önemliydi, hukuk sistemi rejim ve sistem muhaliflerine karşı
İllegal faaliyetleri, bu kişileri susturmak için kullanılan hukuk dışı
yol ve yöntemleri kabul etmedi. Bu durum, devlet sisteminde bu
tutumun artık meşru olarak kabul edilemeyeceğini ve bir gün, daha
ağır hesapların verileceğini ilan etmesi açısından çok önemliydi.
Bence bu gelişme yüzde yüz amacına ulaşmasa da belli bir
mesafe kaydetmiştir. En azından bu işin yanlış olduğu teşhir
edilmiştir. Halen bunu savunanlar olsa da, güvenlik kuvvetleri
içerisinde bu anlayışa sahip olan azımsanmayacak sayıda insan
bulunsa da bunu hukuk sisteminin yanlış kabul etmesi, meşru
düzende herkesin hukuku ve kanunları savunması gerektiğinin
ortaya çıkması açısından çok önemliydi. Dolayısıyla ben mahkeme
kararını bu açıdan çok önemsiyorum ve bundan dolayı da en
azından Susurluk davası yüzde yetmiş oranında amacına ulaşmıştır,
diyebiliyorum. Yapılanların yetersiz olduğunu, suça karışan
herkesin ayıklanması gerektiğini söyleyenlere, böyle büyük bir
temizlik mümkün değil, o kadar suyumuz ve malzememiz yok, olsa
da o büyük temizlik çoğunluğu alıp götürebilir, ortada fazla kimse
kalmayabilir, bu ihtimali de göz önünde bulundurmak lazım
diyorum. (s.218-9)

““Ancak bahsettiğim gibi,
Jandarmanın elinde özel veya operasyon yapacak tim yoktu ve bu
timin temin edilmesi için biz sürekli Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığından (onlar da Genelkurmaydan) tim
istiyorduk, ancak uzun bir süre geçmesine rağmen bir türlü tim
gelmedi. Tim bulamıyorduk. PKK üyeleri vardı ve tespit, kesin nokta
istihbaratıydı: örgüt Antalya'ya yerleşecek, Türk turizmine çok ciddi
darbeler vurabilecek, yaptığı en ufak eylemle tüm Antalya bölge
turizmini tehlikeye sokacaktı……büyük eylemler gerçekleştirecek bir grubu imha etmek üzere iki veya üç özel Harekat Timini Ankara'dan Antalya'ya getirememiştik. Üç-beş gün boyunca burada operasyon yapacak bir tim bulamamıştık. Sonrasında…
Antalya'da bu PKK grubu turistlerin araçlarını ve ormanları yaktı, turistik tesislere roket attı, jandarmalarla birkaç defa çatışmaya girdi, (daha sonra intihar eden)
Albay Abdülkerim Kırca buradaki bir çatışmada yaralanıp sakat
kaldı. Hâlbuki bu grubu o gün imha etmek mümkündü. Bu grup iki
yıl boyunca Antalya'da pek çok olay gerçekleştirdikten sonra ve
Türkiye için epey sorun yarattıktan sonra, birkaç komando
taburunun aylarca süren operasyonlarının ardından imha edilebildi.
İşte Türkiye’nin teröre bakışı... Terörle mücadelemizle ilgili belki
dışarıdaki insanın göremediği ama içinde olan bizlerin yaşayarak
gördüğümüz çok ciddi hataların, eksikliklerin ve aslında bu
olayların neden bu kadar büyüdüğünün örneklerinden bir tanesi de
bu olaydı diye düşünüyorum.” (s.228-229)

________BASİT, ÖNEMSİZ, KÜÇÜK VEYA ÇOK ÖNEMLİ,  BÜYÜK OLSUN DÜŞMANI KÜÇÜMSEMEDEN VEYA YOK EDİLMESİNİN OLANAKLI OLMADIĞI DÜŞÜNCESİNE KAPILMADAN BÜTÜN GÜÇLERİN KULLANILARAK EN KISA SÜREDE VE EN DAR ALANDA İKEN YOK EDİLMESİ GEREKTİĞİ BU DENEYİMDEN ANLAŞILMAKTADIR. BU DENEYİMDEN YİNE ANLAŞILMAKTADIR Kİ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN YOK EDEMEYECEĞİ TERÖR ÖRGÜTÜ VE GÜCÜ YOKTUR.

“Ömer Süha Aldan, Yargıtay üyeleri hakkındaki ihbarını Yargıtay
Başkanı'na aktardı, diğer sanıklar hakkında da bizim arkadaşlarla
birlikte tahkikata başlandı. Rüşvet vererek adalet sisteminde
istedikleri kararları almayı meslek haline getirmiş, bundan başka
işleri olmayan kişiler ve bürolar tespit edilmişti. Bu kişiler Neşter
Operasyonu davası, Türk Telekom-Türkcell Ara Bağlantı Sözleşmesi
davası, Erbakan’ın davası gibi davalarda rüşvetle karar almaya
çalışmışlardı. Tahkikat devam ederken Yargıtay Başkanlar Kurulu, Yargıtay
üyeleri hakkında soruşturma yapmak üzere bir Yargıtay Daire
Başkanı'nı görevlendirmişti. Bu daire başkanı da raporunu
hazırlayıp kurula sunmuş, her iki Yargıtay üyesinin de
cezalandırılmasını talep etmişti…..Bu arada yaptığımız başka bir tahkikatta birçok suçtan yargılanan ve mafya babası olarak bilinen Alaattin Çakıcı'nın faaliyetlerini
takip ediyorduk. Onu izlerken gördük ki bir davası
Yargıtay'a gelmiş, onun davasını da MİT yönetici personelinden Kaşif
Kozinoğlu takip ediyor ve bazı aracılar vasıtasıyla davayı Çakıcı
lehine bitirmeye çalışıyordu……Dosya İstanbul DGM'ye geldi, Savcı yeni durum karşısında Çakıcı’nın tutuklanmasını talep etti ve bu arada kaçma ihtimaline
binaen de biz şahsı takibe başladık; ama Çakıcı daha önceden tüm
adamları ile irtibatını kesti, tüm telefonlarını kapattı. Tutuklama
kararından önce sahte hüviyetle bir yat kullanarak Yunanistan'a
çıkış yaptığını tespit ettik.” (s.257-258)
“Sonra Eraslan Bey hakkında yazan tüm basın mensuplarını
mahkemeye verdi, ama tüm davaları kaybetti. Yine Neşter 2 Davası
kapsamında devam eden mahkemelerde tanık olarak dinlenen bazı
hakimler, Yargıtay üyesi eski HSYK Başkan vekilinin kendilerini
arayarak davayla ilgili etkilemeye, baskı kurmaya çalıştığını beyan
ettiler. Bu seviyedeki yüksek yargıçların adaletsizliğine şahit olup
ülkemizdeki adalete inancımızı kaybederken, kendi Yargıtay
Başkanlarımı ve Yargıtay üyelerini haksız bulan böyle hâkimleri
görerek de adalet adına gelecek için umudumuzu muhafaza
ediyoruz.” (s.260)

________BİR TOPLUMDA EN ÇOK GÜVEN DUYULMASINA GEREKSİNİM DUYULAN KURUM ADALET KURUMUDUR. ÇÜNKÜ TOPLUMDA GÜVENİN, HUZURUN, BARIŞIN SAĞLANMASI KONUSUNDA BAŞVURULAN EN ÖNEMLİ KUURUM ADALET KURUMUDUR. BU KURUMA OLAN İNANÇ DÜZEYİNDE OLAN GÜVENİN KÖTÜYE KULLANILMASI TOPLUMUN TÜMÜNE OLAN İNANCI YOKEDER.  GÜVENİN ORTADAN KALKMASI TOPLUMDA BİREYLERİN BİRBİRLERİNE ÖFKESİNİ, KİNİNİ, DÜŞMANLIĞINI ORTAYA ÇIKARIR. BİRBİRİNE EN YAKIN BAĞLARLA BAĞLI OLAN İNSANLARI BİRBİRİNE DÜŞMAN EDER. BU SONUÇLAR NEDENİ İLE EN KATI KRALLIK, MONARŞİ, TİRANLIKLA YÖNETİLEN YÖNETİM SİSTEMLERİNDE BİLE ADALETİN SAĞLANMASINA ÖNEM VERİLMİŞTİR.



“Hepsi birbiriyle bağlantılıydı, free shoplar sokaktaki kaçakçılık
şebekeleriyle beraber çalışıyor; polisler, gümrükçüler ve kapıdaki
diğer memurlar kaçakçılık yapan şebekelerden rüşvet alıyordu. Bu
işte pay sahibi olan herkese yönelik bir operasyon yapılmadığı
müddetçe kaçakçılığı önleme konusunda başarı sağlanamazdı. Oysa
elimizdeki imkanlar çok sınırlıydı, Edirne gibi bir yerde çok az sayıda
polis vardı ve mevcutlar da operasyonel tecrübeye sahip değillerdi,
ayrıca uzun yıllar ciddi operasyon icra edilmemişti ve teknik
imkanları da yeterli değildi.”(s.272)
“Genel görüntü çok netti, o alanda hudut kapısı içerisinde
bulunan, birkaç istisna haricinde tüm görevliler, rüşvet, irtikap,
kaçakçılık faaliyetlerinin içerisindeydi. Hatta kapının giriş ve çıkışındaki
kulübelerde, son çıkışta pasaport işlemi yaptırmadan
çıkan var mı diye kontrol için bulunan polis görevlileri orada alenen
para alamadığı için, gümrükçüler kendi paylarından o görevliye de
hisse veriyorlardı. Yani oradaki polis ve gümrüğün bütün görevlileri,
belki bir iki istisna hariç, durumu biliyor ve hepsi birbirleriyle
anlaşmalı bir şekilde kaçak mal götüren, bazı hukuki eksikleri olan
insanlardan küçük miktarlarda para alıyorlardı. Yeterli delil bulmuş,
görüntülerini tespit etmiştik.” (s.279)
“…..şunu teslim etmek lazım ki, iki teknik eleman, iki istihbaratçı, adli
tahkikatı yapacak iki Kaçakçılık Şubesi personeli böyle güzel bir
çalışmayla buradaki dev bir şebekeyi dağıtabildi. Tüm tahkikatı
yürüten asıl yönetici personel sayısı 6-7 kişiydik. Yani istenirse, her
zaman bu türden illegal faaliyetlere müdahale edilebilirdi. Fakat
genel olarak uygun ve doğru yöntemlerle müdahale edilmediği için
bütün tahkikatlar daha çok rüşvet alan, irtikap yapan kişileri
aklayacak şekilde sürdürülüyordu. .” (s.285)
_______GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE ORGANİZE OLAN SUÇ ÖRGÜTLENMELERİ BULUNMADIĞI SÜRECE, İRADELİ, İNANÇLI, GÖREV BİLİNCİ VE SORUMLULUĞU İLE GÖREVİNİ YERİNE GETİREN KÜÇÜK BİR POLİS EKİBİ BİLE ÇOK BÜYÜK SUÇ ÖRGÜTLERİNE ENGEL OLARAK ORTADAN KALDIRILACAK YETENEK VE KAPASİTEDE OLMAKTADIR.
“Alıcı firma binayı yıkma hazırlıklarına hemen başlamak istiyordu,
oysa bize göre ihale kanunlara aykırı olarak yapılmıştı.
Yasalara göre artırma işlemi, yanı devletin mal satması 2886 sayılı
Devlet İhale Kanununa göre; eksiltme, yani satın alma işleri ise 4734
sayılı Kamu İhale Kanununa göre yapılmalıydı. İki işin tek bir
ihalede yapılması hem kanunlara aykırıydı, hem de haksız rekabet
yaratıyordu, dolayısıyla kamu yararını da gözetmiyordu. Belediye
mal satarken en yüksek fiyata satmalı, ve yeni bina yaptıracaksa da en
düşük fiyat verene yaptırmalıydı. Yeni bina yaptırmak için bu
kanunlara göre, müteahhitten iş bitirme, teminat gösterme, yeterlilik
gibi belgelerin istenmesi mecburiydi.” (s.294)
“Bizim başkan bir yandan Belediye Sarayını satmış, bir yandan da su imtiyaz hakkını
devretmeyi planlamıştı ama daha işe başlamadan aracı firmaları
bulmuş, onlar vasıtasıyla ihaleye girecek olan firmalarla gizli gizli
görüşmeye başlamıştı. Başkanın buluştuğunu tespit ettiğimiz kişiler
suyun gelecekte önemli bir gelir kaynağı olacağını görüp tezgah
kurmuşlar ve ilk ihale yapacak olan Belediyelerle aracılar vasıtasıyla
görüşerek ihaleyi organize etmeye başlamışlardı.
Gelecekte en önemli ihtiyaç maddelerinden birinin su olacağı
biliniyordu; yeni yayınlanan mevzuata göre de tüm şehirlerde
belediyelerce su şebekelerinin yenilenmesi, genişletilmesi, su
havzalarının ıslahı, su ücretlerinin tahsilatı gibi hususlarda, ciddi
yatırım ve organizasyonlara ihtiyaç vardı….Su imtiyaz haklarının devralınması yeni bir sahaydı…Böylece belediyeler büyük bir yatırım harcamasından
kurtulacak, yapamadıkları tahsilatları özel sektör eliyle yapacak,
ayrıca kısa surede su şebekesini yenileyecek, ilave yeni yatırımları
özel sektör eliyle yapacak ve belli oranda gelirden de pay alacaklardı.” (s.302)
“İzlemelerimize göre Veli Aksaz, dışarıda Mustafa Selçuk ve
Mehmet Altunhan ile ve ardından Termikel firmasının yöneticileri ile
ihale şartnamesini hazırlıyordu. Hatta dışarıda hazırlanan tip
şartname e-posta ile Edirne'ye gönderiliyordu ve tabii elektronik
olarak bir suretini de biz alıyorduk. Görünüşe göre, dışarıda daha
önceden hazırlanmış olan örnek bir şartname……..Yani bu grup asıl olarak, tüm belediyelerin işlerini rüşvet karşılığında organize edip, ihalenin
önceden anlaştıkları bu firmalara verilmesi için ihale şartnamelerini
firmaların isteklerine uygun şekilde tanzim ederek firmalara avantaj
sağlıyor, rakiplerinin aleyhine şartlar koyarak da onlar için
dezavantajlı şartlar yaratıyor {örneğin ön ödemeli sayaç üreticisi
olmak gibi şartların yazılması demek bu şartı taşımayan tüm
firmaları ve rakipleri ihaleye giremez hale getiriyorlardı) ve böylece
ihalelerin istenilen firmada kalmasına çalışıyorlardı. Böylece bu iş
için kendilerinin ve belediyede ortak çalıştıkları kişilerin maddi
menfaat elde etmesini sağlıyorlardı…..Her belediye için bu işleri yapabilecek büyük firmalarla konuşuyorlar, hangi firmayla daha fazla komisyon anlaşması yaparlarsa
o firmanın istediği şekilde şartnamenin hazırlanması için
belediye yetkililerini etkileyerek firmanın isteğine uygun şartnameyi
hazırlatıyorlar ve Belediye Meclisi ile organlarından geçirerek adrese
teslim ihale yapılmasını sağlıyorlardı.” (s.303-304)
“Bir aylık bir çalışmanın sonucunda belediye adına (ama
Termikel firmasının istediği şartlan taşıyan) teknik ve idari
şartnameler ile belediye encümenince çıkarılması gereken su
imtiyazı yönetmeliği gibi evraklar hazırlanarak Edirne Belediyesinin
ihale dokümanları haline getirildi. Belediye başkanı konuyu Belediye
Meclisine getirdi ama en az bir hafta incelense bile zor anlaşılacak
yüzlerce sayfadan ve teknik ifadeden oluşan bu dokumanlar akşam
bazı üyelere, sabah da kalanlara dağıtılıp öğleden sonra saat 14’te
hiç okunup incelenmeden Başkanın uzman diye çıkardığı Veli Aksaz’ın
tanıtımı ile Belediye Meclisinde oylandı ve oy çokluğu ile kabul edildi.” (s.304)
“Sonuç için kanuni surenin sonuna gelindiğinde, Başkanın
İstanbul'a gittiği bir gün CHP Genel Başkan Yardımcılarından
Mehmet Sevigen ile yaptığı telefon görüşmesinde, Belediye binasındaki
yolsuzluklar nedeniyle hakkında yürüttüğümüz tahkikattan
dolayı gözaltına alınacağını, bu bilgiyi de Emniyet Genel
Müdürlüğü’ndeki daireden iğrendiğini söylemişti.
Belediye sarayı ihalesine fesat karıştırma tahkikatı ile ilgili
İstihbarat Daire Başkanlığından, su imtiyaz hakkının devredilmesi
ihalesiyle ilgili tahkikatta ise KOM Daire Başkanlığından destek
alıyorduk.
Mehmet Sevigen'e sızan bilgi yalnızca Belediye Sarayı tahkikatı
ile ilgili olduğundan ve su tahkikatından haberdar olmadıklarından,
bilginin İstihbarat Daire Başkanlığından sızdığına kanaat getirdim,
ve daha önce belirttiğim gibi bunu da kendilerine alenen söyledim.” (s.306)
_______EDİRNE BELEDİYESİNDE İLK ÖRNEKLERİNDEN BİRİSİ OLARAK GÖRÜLEN OLAN BU “ADRESE TESLİM İHALE” YÖNTEMİ DAHA SONRAKİ YILLARDA VE DE GÜNÜMÜZDE, YAP- İŞLET- DEVRET MODELİNE DAYALI KAMU KURUM İHALELERİNDE VE BELEDİYELERİN İHALELERİNDE DE, DEVLETİN İSTİHBARAT BİRİMLERİ TARAFINDAN DAHİ DESTEKLENMEK SURETİ İLE YAPILMAYA BAŞLANMIŞTIR. BUGÜN BİRÇOK DEVLET PROJESİNİN AYNI YÖNTEMLE YAPTIRILDIĞI, BU İHALELERDEN İHALEYİ VEREN KİŞİ VE KURUMLARIN ÇOK BÜYÜK KOMİSYONLAR ALDIĞI, ARACI OLAN KİŞİ VE GRUPLARA ÇOK BÜYÜK KAZANÇLAR SAĞLANDIĞI, İHALELERİ ALAN ULUSLAR ARASI ŞİRKETLER GRUPLARININ DA UZUN BİR VADEDE BÜYÜK KAZANÇLARINI GARANTİ ALTINA ALDIKLARI BU ÖRNEK DENEYİMDE OLDUĞU GİBİ ARAŞTIRILDIĞINDA GÖRMEK MÜMKÜNDÜR. DOĞRU OLAN YÖNTEM İSE ÖZELLİKLE BELEDİYELER BAŞTA OLMAK ÜZERE, DEĞİŞİK BANKA VE FONLARDAN ALINACAK UZUN VADELİ, DÜŞÜK FAİZLİ KREDİLERLE PROJELERİ, BİR İŞVEREN OLARAK, AÇIK-TARAFSIZ İHALELERLE ŞİRKETLERE VEREREK YAPTIRMAKTIR. BU YÖNTEMLE KAMU İŞLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİ, UZUN YILLAR YURTTAŞLARIN GELİRLERİNİN İPOTEK ALTINA ALINMASINA ENGEL OLACAK, KAMU GELİRLERİNİN KULLANILMASINDA ADALETİN YERİNE GETİRİLMESİ SAĞLANACAKTIR. SONUÇTA TOPLUMDA GELİRİN SOSYAL-EKONOMİK ADALET İLKELERİNE GÖRE DAĞITILMASINA ETKİ EDEREK GELİR DAĞILIMININ BOZULMASININ ÖNLENMESİNE KATKIDA BULUNACAKTIR.
 “Çoğunlukla biz, yani çoğu görevli vatan, millet ve halka hizmet
duygularını yücelterek görev yaptığımızı düşünürüz. Birçok insan da
buna inanır; ama yaşadığımız şeyler göstermektedir ki aslında bizler basit ve küçük hesaplar, şahsi ve grupsal küçük çıkarlarımız
uğruna halkı ve görevi çoğu zaman unutuyoruz. Bu eğilim istisna da
değil; genel duruşumuz içinde çok önemli bir yer işgal ediyor.” (s.307)
“Yıllar önce de Güneydoğudaki birçok çatışmada inkâr edilemez
bir şekilde bu tavırla karşılaşmıştım, başarı paylaşılmak
istenmiyordu. Bir bölgede faaliyet varsa ve oraya bölgedeki ilgililerden
habersiz müdahale edilir ve bir şey ortaya çıkarılırsa
inanılmaz bir tavır koyuyorlardı. Kendilerine bilgi verilmediği,
üstlerine durumu anlatamadıkları için bunu kendilerine yapılmış en
büyük kötülük kabul ediyorlardı. Bundan dolayı da Güneydoğudaki
en büyük başarıya da imza atacak olsanız, mıntıkalarına girip
onlardan habersiz hareket etmeniz tepki görüyordu. Oysa orada
görev yapan herkes bilir ki güvenlik ekipleri samimi bir şekilde
dayanışma içerisine girse çok büyük mesafeler alınabilir. Bu,
hepimizin göreve inanma konusundaki samimiyetsizliğini de ortaya
koyan, görev aşkı yalanını gösteren bir durumdu……
Bizim görevimiz vatandaşa hizmet diyorduk; oysa bu, vatan,
millet, Sakarya edebiyatıydı. Yani yaşananları kendi şahsi çıkarlarımızla
sınırlıyor, gerektiğinde görevi engellemekten kaçınmıyorduk.
Nitekim Şentürk bu son olayda çalıştırılmadı, hatta daha
sonrasında Şentürk’e bu tür görevlerin verilmemesi için Bakanlık” üzerinde bile inanılmaz baskı kuruldu. Şentürk'ün başarılarına
rağmen bir daha ona benzeri görevler verilmedi.”(s.313-4)
“mahalli polis teşkilatının, mahalli jandarma
teşkilatının günlük icraatlar içerisinde yüzlerce adli, idari görevi ve
başka birçok işi vardı. Her olaya aynı anda koştuklarından, tek bir
olaya özel zaman ayırmaları zordu. Hareket etme kabiliyetleri de
aynı ölçüde sınırlıydı. Oysa merkez tarafından özel olarak
görevlendirilmiş bu insanlar daha avantajlı oluyordu. Ayrıca önyargıları
olmuyordu, mahalli körlükleri yoktu, her şeyi sıfırdan
öğrenmeye hazırdılar. Bununla birlikte tabii ki her zaman mahalli
zabıtanın desteğine ihtiyaçları vardı, destek verilmezse bilgi toplama
ve olayı çözme ihtimali zayıflıyordu. .”(s.314)
“O günlerde sürekli eylemlerde kayıp
verildiğinden, başarıya susayan komutanlar bu veya benzeri
olaylarda hiçbir zaman durumu sorgulayamadılar, bölgede
yardımlaşmama her zaman oldu, yardımlaşmayan hiçbir rütbeli de bundan dolayı ceza görmedi. Bu tip bir düşünce ve zihniyeti nasıl yarattık veya bu zihniyet
nasıl tüm kamuya hakim oldu, bundan nasıl kurtulacağız, cevabı
verilmesi gereken önemli bir soru.” (s.315)

_________DIŞARIDAN BAKILDIĞI ZAMAN YURTTAŞLAR TARAFINDAN GÖRÜLMEYEN ANCAK İÇİNDE YAŞAYANLARIN ÇOK AÇIK OLARAK GÖRDÜKLERİ GİBİ GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE ETİK OLMAYAN ÇOK BASİT BİLE OLSA BİR RANT VE MAKAM ÇATIŞMASI VARDIR VE BU ÇATIŞMA ÜLKE GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAYA ENGEL OLACAK DÜZEYDE BÜYÜKTÜR. BU ETİK OLMAYAN DAVRANIŞ BİÇİMİ YERLEŞMİŞ DURUMDADIR.
BU ÖNEMLİ SORUNDAN GÜVENLİK KURUMLARINI KURTARMAK ASLINDA ÇOK YALIN VE BASİTTİR: KAMU GÖREVLİLERİNİN “SİCİL HAKLARINDA” ADALETLİ OLARAK YAPILACAK ÖDÜLLENDİRME VE CEZALANDIRMALAR, BUNA YÖNELİK OLARAK KAMU GÖREVLİLERİNİN GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMELERİNDEKİ BAŞARI VE YETENEKLERİNİN  SIKI VE TARAFSIZ OLARAK SİCİL VERENLER TARAFINDAN İZLENMESİ, BU KONUDA ÖZDENETİM KURULMASI İLE ETİK OLMAYAN HAKLARIN VERİLMESİNİN ÖNÜNE GEÇİLMİŞ OLUNACAKTIR. SONUÇTA HER GÜVENLİK GÖREVLİSİ VE BİRİMİNİN HAK ETTİĞİ MAKAM VE RANTIN ALINMASININ ADALETLİ OLARAK SAĞLANMASI GÜVENLİK ÖRGÜTLERİ İÇİNDE SAĞLIKLI, DAYANIŞMA İÇİNDE, VERİMLİ ÇALIŞMAYI ORTAYA ÇIKARACAKTIR. NİTELİKLİ HİZMETİN YERİNE GETİRİLMESİ DİSİPLİNİ KURULARAK KURUMSAL OLARAK YERLEŞİK HALE GELECEKTİR.

 Şuna inanıyorum ki bu ülkede rüşveti, irtikabı, ihaleye fesat
karıştırmayı bir anda durdurmak, böylece tüm yolsuzlukları bir
anda önlemek mümkün olsa ülkede ekonomi ve yatırımlar durur,
devlet işleri kilitlenirdi. Çünkü tüm faaliyetlerdeki canlılığın
tetikleyici gücü bana kalırsa haksız menfaat temin etme beklentisi ve duygusudur. Eğer suyun başında duran memurlara, yapılan
işlerde maaşları dışında menfaat, temin edemeyecekleri havası
yaratılırsa onlar tüm işleri yavaşlatır, iş yapılmaz, sistem çalışmaz ve
 Türk ekonomisi durur. Devlet yatırımları yapılamaz, yollar, barajlar,
köprüler ihale edilemez, plan programlar yapılamaz hale gelir. Ama çok açık hissediliyor ki yapılacak işlerde kendilerine de bir
şeyler düşecekse, planlar, projeler hemen çiziliyor, evraklar yazılıyor,
olmaz işler bir kolayı bulunarak olur kılınıyor.”(318-9)
________RÜŞVET, İRTİKAP, İHALEYE FESAT KARIŞTIRMAYI İŞ ÜRETME KONUSUNDA TEŞVİK EDİCİ BİR SİSTEM OLARAK GÖREN BİR TOPLUMDA ADALET, EŞİTLİK, HAK ARAMA KALMAMIŞ DEMEKTİR VE BU NEDENLE BÜYÜK SUÇLAR OLARAK UYGAR TOPLUMLARDA KABUL EDİLMİŞTİR.  TOPLUMDA AHLAKİ DAVRANIŞLARI ORTADAN KALDIRAN, İNSANLARI BİRBİRİNE KARŞI GÜVENSİZ VE DÜŞMAN YAPAN YÜZ KIZARTICI BU SUÇLAR KAMUDA VE ÖZELDE İŞ GÖRMEDE TEŞVİK OLARAK GÖRMEK İNSANLARIN ÇIKARLARI KONUSUNDAKİ ZAYIF İRADELERİNDEN YARARLANMAK İSTEYENLERCE ORTAYA ÇIKARILAN YÖNTEMLERDİR VE SONUÇTA İŞ GÖRDÜRENLERİN KENDİLERİNE DE ZARAR VERECEK OLAN YÖNTEMLERDİR. KURUMLARDA ÇEŞİTLİ TEŞVİK YÖNTEMLERİNİ UYGULAMAK O KADAR ZOR DEĞİLDİR. FAZLA MESAİYE, ÖZVERİLİ, NİTELİKLİ ÇALIŞMALARA VERİLECEK EK ÖDEMELER;  SİCİL, RÜTBE, MAKAM, TALTİFLER...VB VERMEK VE BU ÖDÜLLENDİRMELERDE ADALETLİ OLMAK ÖNEMLİ ETİK TEŞVİKLERDİR.
  “Eğer bir ülkede rejime
muhalefet eden, ülkenin kanunlarını ihlal eden birileri varsa devlet
polisini, askerini ve diğer kurumlarını kullanarak bu kişilere mani
olur ve suç varsa cezalandırır. Fakat bizim ülkemizde devlet,
vatandaşlarını rejime muhalefet edenlere karşı kışkırtmış, bizzat
kendi vatandaşlarını yine kendi vatandaşları olan rejim muhaliflerine
karşı fiili saldırılarda bulunması için kullanmak
İstemiştir. Oysa bu tür uygulamalar devletlerin var olma felsefesine
tümüyle aykırıdır; devletin görevi kendi vatandaşları arasında ortaya
çıkacak sorunları çözmektir. Devlet varoluş sebebini ve
fonksiyonlarını vatandaşlarına devrettiğinde, kendi kendisiyle çelişir
ve devlet olmaktan çıkar….Fakat bizim ülkemizde devlet, sol
gruplara karşı sağ grupları, sağ gruplara karşı da sol grupları
kullanmış, hatta fiilen eylemlere sokmuş, cinayetler işletmiş,
katliamlara sokmaktan imtina etmemiştir. Bu uygulamaları yapan
zihniyet devletin kendi zihniyeti midir? Devletin düşünce sistemi midir?
Yoksa oluşturulamayan devlet Fikri yerine devletin
içerisindeki kişilerin kendi, fikirlerinin uygulaması mıdır? Aslında
sorulması gereken sorular bunlardır……Bu yanlış anlayışın
neticesi, bölgesel iç çatışmalar, katliamlar ve en sonunda olayların
doruk noktası Susurluk olmuştur. Bugün, Susurluk olayını da aşan,
her ne kadar örgütsel varlığı tartışılabilir olsa da, aynı anlayışın,
aynı düşüncenin ve fikrin simgeleştiği Ergenekon bir zirve
noktasıdır.”(s.323-324)
“Psikolojik harekât, hedef halk kitlelerinin istenilen istikamette
düşünmesini sağlamak ve bu istikamette kanaat sahibi olması için
yapılan, olayları ve haberleri (bilgileri) belli bir açıdan veren planlı bir
faaliyettir. Daha açık bir dille ifade edilecek olursa, olayları bazen
çarpıtarak, gerçeğin bazen bir kısmını vererek, gerekli görüldüğü
durumlarda yalan haber ve bilgi üreterek veya gerçeği tümüyle
saklayarak, halkın istenilen tarzda düşünce ve kanaat sahibi
olmasını ve istenilen doğrultuda hareket etmesini sağlamaya yönelik
planlı ve devlet kurumları eliyle yönetilen bir harekattır. Psikolojik
harekat yönteminin bir ülkenin kendi menfaatleri doğrultusunda
yabancı ülkelere karşı uygulanması belki kabul edilebilir….Bununla birlikte, psikolojik hareket yöntemleri ülke içerisinde halka
karşı uygulanamayacağı gibi, en temel anayasal hakkın ihlal
edilmesi bakımından da suç teşkil eder. Halkın tarafsız ve doğru
haber alması, kanaat sahibi olması en temel anayasal haklardan biri
olduğu gibi, kamunun (halkın) doğru, tarafsız bilgiye sahip olması da
demokratik bir devletin en temel unsurlarından biridir. Halkın
planlı bir şekilde yönlendirilmesi ancak komünist ve faşist
yönetimlerde meşru olarak kabul edilmektedir.”(s.325)
“Söylenenlere göre, istenmeyen düşüncelere sahip kişi veya
partilerin başa gelmemesi, gelmiş ise de antidemokratik yöntemlerle
engellenmesi amacıyla devlet içerisinde illegal bir örgütlenme
oluşturulmuştu. Ergenekon olarak adlandırılan bu örgütün faal
olarak var olduğunu gösteren bir not bulunmuştu…….
Aydınlık grubu diye de anılan Doğu Perinçek grubunun İşçi
Partisi, hiçbir zaman klasik anlamda bir siyasi parti olmadı. Her
zaman askeri, güvenlik ve istihbarat konularının içinde oldu.
İddiaları ve söylemleri sanki herhangi bir istihbarat teşkilatının
söylemleri gibiydi. Öyle ki, sıradan bir istihbarat örgütünün
toplayamayacağı bilgileri topluyor ve anlatıyordu. Bununla birlikte
her defasında militarist anlayışın yanında durdu.
Üstelik bu duruşunu ordu içerisinde bir grubu tutarak diğer bir
gruba hesapsız, kitapsız saldırarak ortaya koydu. İddia ve
kavgalarında herhangi bir delil olmasa, dahi, örneğin Org. Eşref
Bitlis olayında olduğu gibi, iddia ediliyor, tahmin ediliyor vb.
söylemlerle en ciddi suçlamaları yapabiliyorlardı.”(s.330-331)
“İleriki dönemlerde, Susurluk'ta asker ve jandarmanın da rolü
olduğunu söylememin ardından Aydınlıkla, başta Doğu Perinçek
olmak üzere derginin tüm yazarları her sayıda bana saldırmaya,
iftira ve hakaretler yağdırmaya başladılar. Bunun üzerine açtığım
davada hepsini mahkum ettirdim. Doğu Perinçek tazminatı ödedi
ama dergideki diğer gazetecilerden hiç kimse tazminat ödemek
İstemiyordu; hiçbirinin adresleri doğru değildi, adres verdikleri yerler
boş çıkıyordu. Uzun uğraşılarım sonucunda hepsinin adreslerim
tespit edip, icra gönderdim. Bir kişi hariç hepsinden tazminatı icra
yoluyla zorla, aldım. Bu olayda şunu gördüm: Ben bile tazminatı bu
kadar zor tahsil edebiliyorsam, diğer insanlar Aydınlıkla, çalışan
gazetecileri tazminata mahkum ettirseler dahi onlardan tahsilat
yapmaları hemen hemen imkansızdı. Dolayısıyla kimseye tazminat
ödemediklerinden, herkese rahatlıkla iddia ve isnatlarda bulunabiliyorlardı.”(s.332)
“Bu insanlar kendi inançlarına ve değerlerine uygun
bir sistemin var ve temel ölçütlerinin de belli olduğuna inanıyorlardı.
O zaman da bu temel ölçütleri değiştirmeye çalışanları veya temel ölçütlere kendileri gibi yaklaşmayan herkesi düşman olarak
görüyorlardı. İşte en tehlikeli anlayış budur. Belki bu yargılamalarda
çok daha büyük, çok daha önemli şeyler ortaya çıkarılabilir, çok
sayıda bomba ve/veya silah bulunabilir veya iddiaların,
söylenenlerin, bulunanların hepsi yanlış, yalan ve düzmeceden
ibaret olabilir. Yargılamalar beraatla sonuçlanabilir. Bu çok önemli
değil. Asıl önemli olan, Türkiye’de böyle bir anlayışın var olmasıdır…..önemli olan bugünkü Türk Devleti içerisinde
Ergenekon ve Ergenekon benzeri düşünce ve anlayışların
kabul edilmemesi, gayri meşru ilan edilmesi, yanlışlığının
ortaya konması ve devletin hukuk sistemi içerisinde meşru kurumları
aracılığıyla mahkum edilmesidir. Yargılama sonunda
bir veya birkaç kişinin ceza alması, cezanın az veya çok olması
hiç önemli değildir……belki
polis olmanın verdiği alışkanlıkla rejimi korumak için her yol mubah
anlayışının şuur altıma işlemiş olduğundan, belki de geçmiş 12
Eylül dönemi öncesi artan terör olayları nedeniyle darbe sonrasında
olayların ve kanın durmasını uygun bulduğumdan bu sahadaki
örgütlenmeler üzerinde hiç düşünmemiştim. Hâlbuki bunu en iyi
bilecek olan bendim, çünkü yaşadıklarım ve bildiklerim bunun
olmamasını imkansız kılıyordu. ”(s.334)
_______SAYIN HANEFİ AVCI:”… bizim ülkemizde devlet,
vatandaşlarını rejime muhalefet edenlere karşı kışkırtmış, bizzat
kendi vatandaşlarını yine kendi vatandaşları olan rejim muhaliflerine
karşı fiili saldırılarda bulunması için kullanmak İstemiştir… devlet,
sol gruplara karşı sağ grupları, sağ gruplara karşı da sol grupları
kullanmış, hatta fiilen eylemlere sokmuş, cinayetler işletmiş,
katliamlara sokmaktan imtina etmemiştir…”,SÖZLERİNDE VE GÖREVİ İÇİNDE YAŞADIĞI DENEYİMLERİ SONUCU VARDIĞI DÜŞÜNCELERDE ÇOK HAKLIDIR. 1980 ÖNCESİNDE DOĞU VE BATI BLOKU OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILAN DÜNYADA “SOĞUK SAVAŞ” DÖNEMİNDE VE DOĞU BLOKU YIKILDIĞI SOĞUK SAVAŞ SONA ERDİĞİ HALDE, SOVYET TEHDİDİ ORTADAN KALKTIĞI 1990’LU YILLARDA, İTALYA’DA NATO YAPILANMASI OLAN GLADYO ÖRGÜTLENMESİNDE İŞADAMLARI, BAŞBAKAN DAHİL EN ÜST SİYASİLERİN YARGILANARAK TUTUKLANDIĞI BİR ORTAMDA HALA REJİMİ KORUMA DÜŞÜNCESİ İLE YURTTAŞLARINI BİRBİRİNE KIŞKIRTARAK ÜLKEYİ SAVUNMA DÜŞÜNCESİ ÇOK BÜYÜK YANILGI OLMUŞTUR.
DEVLETİN KENDİ VARLIĞINI KORUMASI KONUSUNDAKİ ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ KULLANARAK, ÖZGÜR BİR SİYASAL ORTAM SAĞLANMASI GEREKİRKEN, GLADYO BENZERİ YAPILANMALARA GİDİLMİŞTİR. DEVLET KENDİ KURUCU DEĞERLERİNE, İLKELERİNE SAHİP, BAĞIMSIZ GÜVENLİK POLİTİKALARI İZLEMELERİ GEREKİRKEN ABD VE NATO ETKİSİNDE BAĞIMLI AMA HUKUKA, ADALETE UYGUN OLMAYAN DEVLET YÖNETİMİNİ SEÇMİŞTİR. ÇELİŞKİLERLE VE BİRBİRİ İLE ÇATIŞMA İÇİNDE OLAN BÖLÜNMÜŞ DEVLET YAPISI İÇİNDE BİR YANDAN AŞIRI MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR VE DİNCİ PARTİ VE ÖRGÜTLER DESTEKLENİRKEN, DİĞER YANDAN ATATÜRKÇÜ, SOLCU PARTİ VE ÖRGÜTLER ÇEŞİTLİ AMAÇLARDA KULLANILMIŞ; BU BİRBİRİ İLE ÇATIŞAN GÜÇLER ARASINDA GÜVENLİĞİ, BARIŞI, BİRLİĞİ SAĞLAMAK İÇİN DEVLET ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ KULLANACAĞINA ÇETE, MAFYA VE SİLAHLI GİZLİ ÖRGÜTLER İLE DEVLET VARLIĞINI KORUYACAĞI DÜŞÜNCESİNDE OLMUŞTUR.
YAKIN BİR ZAMAN İÇİNDE ORTAYA ÇIKAN ERGENEKON SORUŞTURMASI İLE DE YİNE KENDİ EKONOMİK VE SİYASAL ÇIKARLARINI GÖZÖNÜNDE BULUNDURAN ÜLKE GÜÇLERİNCE, İTALYA ÖRNEĞİNE BENZER BİR HESAPLAŞMA DÖNEMİ BAŞLATILMIŞTIR.


 “Aklın ve bilimin dışındaki bir ölçütün, bu ölçüt ne olursa olsun, hangi
ideoloji tarafından belirleniyor olursa olsun, toplum ve devlet
hayatına getirilmesi laikliğe aykırıdır. Bunlar herhangi bir dinsel
inanç ve duygu veya gelenek ve görenek de olabilir. Belki daha
somut olarak, şu kişinin veya bu kişinin şu devlet adamının veya
Atatürk’ün görüşleri olduğu söylenebilir. Bu görüşler de asla makul
değildir. Burada olması gereken ölçüt, toplumun kendi değerleri,
inançları, istekleridir ve toplum içerisindeki örgütlü yapılar
aracılığıyla yönetime geldikleri sürece makuldür……
Her rejim, her devlet değişime karşı direnen tutucu ve doğal bir
yapıya mutlaka sahiptir. Krallıklar, rejimin ve kralın değişmemesi
için bir takım kurallar koyarlar ve krallığın yıkılmasını isteyenlere
karşı tedbirler alırlar. Teokratik devletler de yine kendi devletlerinin
rejimlerinin değişmemesi için tedbir almışlardır. Bununla birlikte dünya her zaman değişmiş, o safhalardan geçerek bugünkü modern
devletlerin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Bugünkü yönetim
biçimleri de demokrasinin kurallarına uygun olarak başka bir
rejime, daha iyiye doğru değişmek mecburiyetindedir. Bu, dünyanın
sonu değildir. Toplumsal gelişimin de, toplumsal evrimin de sonu
değildir. Mevcut tüm rejimler mutlaka değişecektir.
Bugün için Türkiye Cumhuriyeti Anayasasındaki bazı hususları
değişmez kurallara bağlamak da asla akılla izah edilecek bir konu
değildir. Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez türündeki maddelerini savunan anlayış, bugün için kendini
haklı kabul edebilir, bu maddelerin akla ve bilime uygun olduğunu,
aksini savunmanın mümkün olamayacağını söyleyebilir. Sorun bu
maddelerin doğruluğu veya yanlışlığı değil, bir ülkede tüm halkın
istemesine rağmen değiştirilemez madde veya ölçüt koymanın
yanlışlığıdır. Belki Türk halkı hiçbir zaman bu maddeleri
değiştirmeyi düşünmeyecek, değiştirilmesine karşı çıkacaktır.
Önemli olan husus değiştirilemez madde koyma anlayışının
yanlışlığıdır. ….. Hiç kimse belli devlet kurumlarının
isteklerinin doğru olduğunu iddia ederek toplumun bu istekler
doğrultusunda şekillenmesi gerektiğini söyleyemez. Türkiye şartları
içerisinde yönlendirilmiş, psikolojik harekata maruz kalmış, Türkiye de ideolojinin yönlendirmesiyle halen bunu savunan insanlar ve bilim adamları olabilir, ama
maalesef onlara bilim adamı denemez,” (s.339-340)

__________SAYIN HANEFİ AVCI, DEVLET İÇİNDE ÇOK ÜST DÜZEYLERDE GÜVENLİK GÖREVLİSİ OLARAK GÖREVLER ALMIŞ OLMASINA RAĞMEN, DÜNYADAKİ SİYASAL VE EKONOMİK ÇIKAR ÇATIŞMALARI VE SAVAŞLARININ VARLIĞINI, ÖZELLİKLE BATI DÜNYASI ÜLKELERİNİN, ABD’NİN VE RUSYA’NIN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ PARÇALAMA, BÖLME, SÖMÜRGELEŞTİRME DEVLET POLİTİKA VE PROJELERİNİ GÖREMİYOR. AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNİN DEĞERLERİNE ÇOK BENİMSİYOR AMA BU ÜLKELERİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ GİZLİ BÖLME AMAÇLARINI KAVRAYAMIYOR.  DEVLETİN KENDİ VARLIĞINI KORUMASI KONUSUNDAKİ DOĞU VE BATI BLOKLARININ ORTAYA ÇIKMASI İLE İZLEMİŞ OLDUĞU BİR YANDAN CUMHURİYETİN KURULUŞ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKARKEN DİĞER YANDAN BU DEĞERLERDEN UZAKLAŞAN SÜRECİ İZLEYEMİYOR. DEVLETİN BUGÜNKÜ VARLIĞINI BORÇLU OLDUĞU BAĞIMSIZ SİYASAL VE İDEOLOJİK DEVLET YÖNETİMİ DÜŞÜNCESİNİN DEĞİŞMESİNİ İSTİYOR. GERÇEKTE İSE YAPILMASI GEREKEN ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ BİR ÜLKE OLARAK DEVLETİN VARLIĞINI KORUYACAK OLAN BU DÜŞÜNCE SİSTEMİNE SAHİP ÇIKMAKTIR.
HERŞEY HER ZAMAN DEĞİŞİR ANCAK BU DEĞİŞME DOĞRU VE DEĞİŞMEZ BİLGİ BİRİKİMİNE EKLEMELERLE GELİŞEREK OLUR, ORTADAN KALDIRILARAK DEĞİL.  DOĞA BİLİMLERİNDE DE TOPLUMSAL BİLİMLERDE DE GERÇEK DEĞİŞME VE GELİŞME BU FORMDADIR. VE GERÇEKTE İSE AHLAK İLKELERİNDE OLDUĞU GİBİ İNSAN VARLIĞI SÜRDÜĞÜ SÜRECE TOPLUMDA İNSAN İLİŞKİLERİNDE STANDART DEĞİŞMEZ DEĞERLER VARDIR. BUNA BAĞLI OLARAK TOPLUMSAL YÖNETİM DÜŞÜNCESİNDE DE DEĞİŞMEZ STANDARTLAR İNSAN VARLIĞINA BAĞLI OLARAK DÜŞÜNÜLMELİ VE KORUNMALIDIR. DEĞİŞMEZ İNSAN FORMUNUN VARLIĞININ KABULLENİLMESİ GEREKLİDİR. İNSANIN İYİ YAŞAMASI İÇİN STANDARD İNSAN FORMU DİNİN AHLAKİ KURALLARI İLE HEMEN HEMEN BELİRLENMİŞTİR. TARİHSEL SÜREÇTE STANDART AHLAKİ FORMLARIN BENİMSENDİĞİ ÜLKELERİN DÖNEMLERİNDE YÜZLERCE YIL SÜREN GÜVEN, HUZUR VE BARIŞ ZAMANLARININ YAŞANDIĞI GÖRÜLMÜŞTÜR.

“Ailenizin ve kendinizin can güvenliği
için, ailenizi koruma içgüdüsüyle örgütten yana gözükmeye
çalışarak dediklerini yapmanız çok doğaldır. O ortamda yaşayan
insanların maddi imkanı olmadığından bölgeyi de terk edemiyor,
mecburen örgütten yanaymış gibi bir tutum sergilemeye devam
ediyorlar. Bu durum, bölgede yaşayan herkes için geçerli olan
normal bir yaşam bicimidir. Diğer taraftan da gündüzleri askerler
veya polis geliyor, örgüt hakkında bilgi istiyor, örgüte yardım
etmemeleri konusunda halkı uyarıyor. Koylu karşı cıksa, aklından
geçirdiği gibi davransa gözaltına alınabileceğinin, mağdur
Edilebileceğinin, kanundan bahsetmek istese de kimsenin onu
dinlemeyeceğinin farkında. Geçmişte kimlerin infaz edildiğini, hangi
köylerin yakıldığını, mülki amir ve savcıların şikâyetlere dahi
bakmadığını biliyor. Güneydoğu’daki yaşam ve burada yaşayan
insanlar göründüğünden çok daha ağır ve büyük güçlerin baskısı
altındadır. Bu baskıya kimsenin tek başına veya bir grup olarak
karşı koyması mümkün görünmüyor. Belki uzaktan bakılınca yaşananlara
direnç göstermek kolay görünebilir ama hiç kimsenin bu
bölgedeki baskılara dayanamayacağı kesindir.
Bu baskılar veya aklına esen her şeyi yapma kudretine sahip
güçler karşısında inandığı ve düşündüğü gibi davranamayan, buna
izin verilmeyen insanlar mecburen sahtekarca davranacaklardır.” (s.341)
“Şu söylenebilir; O ülkelerin bizim özel koşullarımıza sahip olmadığı,
PKK gibi illegal örgütler bulunmadığından, polis ve askerin nöbet
tutmasına gerek olmadığı söylenebilir. Gercekten sorulması gereken
doğru soru şudur: Ülkemizde PKK olduğu için mi silahla Nobel
tutuluyor? Yoksa silahla nöbet tutulduğu icin mi PKK var? Yani, bir
terör örgütü var olduğu için mi devlet baskıcı bir tutum içinde,
yoksa devletin baskıcı tutumu nedeniyle mi böyle bir terör örgütü
ortaya cıktı?” (s.344)

_______ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN BASKI, ŞİDDET, ÖLDÜRME, ADAM KAÇIRMA…VB TERÖR OLAYLARI VE İDEOLOJİK BEYİN YIKAMA İLE HALKI ETKİ ALTINA ALMA STRATEJİNİN YAZAR TARAFINDAN ANLAŞILAMAMIŞ OLDUĞU GÖZÜKÜYOR. ÜST BİR GÜVENLİK AMİRİNİN PSİKOLOJİK BÖLÜCÜ FAALİYETLERİN VE TERÖR OLAYLARININ NEDENLERİNİ GERÇEK OLARAK KAVRAYAMAMASI ÇOK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR. PKK’YI ORTAYA ÇIKARANIN DIŞ GÜÇLER OLDUĞUNU GÖREMEMEK VE PKK TERÖRÜNÜN CUMHURİYETİN ÇEŞİTLİ TARİHLERİNDE ORTAYA ÇIKMIŞ OLAN BİR KÜRT İSYANI OLDUĞUNU ANLAYAMAMAK BÜYÜK BİR GAF VE HATADIR.
 DEVLETİN UYGULAMALARI İLE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AYNI STRATEJİYİ İZLEDİĞİ YANLIŞ DÜŞÜNCESİNE VARILIYOR. GERÇEKTE OLAN İSE DEVLETİN TERÖRİST OLDUĞU DEĞİL, GÜVENLİĞİ SAĞLARKEN İZLEMİŞ OLDUĞU YANLIŞ GÜVENLİK POLİTİKALARIDIR VE EN ÖNEMLİSİ VE DE HATASI DA KÜRT VATANDAŞININ GÜVENLİĞİNİ İHMAL ETMESİ, CANINI, MALINI KORUMAYA ALAMAMASI, TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İNSAFINA TERK ETMİŞ OLMASIDIR. BU İHMAL SONUCU TERÖR ÖRGÜTÜNÜN BÖLGEDEKİ EGEMENLİĞİNİ SAĞLAMA STRAREJİSİNE DESTEK VERİR DURUMA GELMİŞTİR. BİR YIL ÖNCESİNDEN BAŞLAYAN GÜNÜMÜZDE SÜRDÜRÜLEN GÜVENLİK POLİTİKALARI İLE BU HATASININ BİLİNCİNE VARAN DEVLET TERÖR ÖRGÜTÜNE ARTIK BÜYÜK DARBE VURMAKTA VE BÖLGE HALKININ TAM DESTEĞİNİ ALMIŞ BULUNMAKTADIR. PKK TERÖRÜNÜN TAMAMI İLE ORTADAN KALDIRILMASININ YOLU AÇILMIŞTIR.

“Benzer bir durum bayramlarda ve törenlerde yapılan Mustafa
Kemal Atatürk övgüleri için söz konusuydu. Resmi bayramlardaki
törenlerde Atatürk övgüleri öyle bir abartılır ki, bir taraftan Mustafa
Kemal göklere çıkarılırken, diğer taraftan da milleti ve tüm değerleri
yok sayılır, neredeyse sıfır seviyesine indirilirdi. Oysa Atatürk’ü
göklere cıkaran aynı anlayış, bir yanda kendisine ve ulusuna, diğer
yanda da Atatürk’e hakaret etmektedir. Kendini aşağılama, üstü
yüceltme anlayış ve kültürünün bugünkü gelmiş olduğu düzeyi,
dışarıdan bakılınca, komikliğin çok ötesinde acınacak bir vaziyeti
göstermektedir.” (s.348)   

_____CUMHURİYETİN KURUCU İLKELLERİNİN ZAYIFLATILMASINA, ÜLKE BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNÜN BOZULMASINA YÖNELİK PSİKOLOJİK HAREKETİN ETKİLERİNİ BU CÜMLELERDE GÖRMEK MÜMKÜNDÜR.


“Bugünkü koşullarda Öcalan’ın tek kurtuluşunun bu yol olduğu
kesindir. Mücadeleye devam demesi ve olayların artması Öcalan’ın
ömür boyu hapiste kalma ihtimalini güçlendirecektir. Düşük de
olsa, en iyi ihtimalle 1 0 yıl daha cezaevinde kalacaktır, Güneydoğu
huzura kavuşursa kısa sure içinde dışarı çıkıp, siyasi faaliyetlere
devam etmesi ve umduğu noktalara gelmesi ihtimali çok yüksektir.
PKK'nın içinde bulunduğu şartlar ve geldiği konum itibarıyla
açılım surecinde devletle uyuşmaktan başka seçeneği yoktur.
Bağımsız devlet fikrinden vazgeçmiştir, vazgeçmeye de mecburdur.
Öcalan mahkemedeki açık ifadesinde ve yer yer verdiği mesajlarda,
bağımsız bir devlet istemediği gibi, federasyon da talep etmediğini,
hatta siyasi herhangi bir taleplerinin olmadığını, bazı kültürel
taleplerinin olabileceğini söylemiştir. Zaten AB'ye girmek için
Türkiye’nin yerine getirmek zorunda olduğu taahhütler ve AB'nin
uyum surecinde istediği sosyal reformlar PKK taleplerinin önünde
olacaktır. Bu açıdan demokratik açılım projesi PKK’nın ve Öcaalan’ın
ideal beklentisidir. Ayrıca Güneydoğu halkı bunca yıl yaşanan
olaylar ve savaşlar sonunda, nasıl bir yaşam biçimi olduğunu dahi
unuttuğu barış ve huzuru, terörü yaşamayanların bilemeyeceği
kadar çok istemektedir.
Olayın en önemli taraflarından ordu, son 25 yıldır her türlü
yönteme başvurarak silah ve güç kullanmasına rağmen PKK'yı
bitirememiş; tersine örgütün silah ve sayısal insan gücü yapısı
itibari ile halktan aldığı destek açısından güçlenerek büyüdüğü
görülmüştür. Bu dönemde üç bin köy veya yerleşim yeri teröristlere
lojistik destek veriyor denilerek boşaltılmış ve ordunun neredeyse
yarısını oluşturan en muharip güçleri bölgede görevlendirilmiştir.
Bölgede görev yapan en ciddi hava gücü, en seçme komandolar ve
özel timler ağır silahlar kullanarak binlerce operasyon, sayısı belirsiz
hava ve dış harekat gerçekleştirilmiştir. Buna rağmen bugüne kadar
yapılanların neler kaybettirip neler kazandırdığı muhasebesinde zarar hanesinin daha ağır olduğu izahtan varestedir. Hiçbir halde
başarılı olunduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi tüm tedbirlere
rağmen 2009 yılında Aktütün Karakolu baskınından sonra da işin
daha da zorluğunu kurmay heyeti açık olarak görmüştür. Üstelik
bugünden sonra Türkiye, AB ve demokratikleşme konusunda
ilerleme, dünya ile uyum sağlama çabaları ve uluslararası
yükümlülükleri açısından eskiden olduğu gibi bölgede ölçüsüzce
veya orantısız güç kullanamayacak, operasyon ve eski yöntemleri iç
ve dış kamuoyuna kabul ettiremeyecektir. Dolayısıyla ordunun
bolgede barış ve huzurun temini için demokratik açılım yönteminden
başka çaresi yoktur.” S.357-358)
“Bazıları Güneydoğu’daki açılımın ülkeyi bölebileceğini söylüyor.
Aslında bu söz Güneydoğudaki mevcut sosyal, siyasal, ekonomik
duruma, bölge ve dünya gerçeğine bakılmadan yapılmış bir tespittir.
Aksine demokratik açılım sureci devam ettirilmezse o zaman
Türkiye için olumlu gözüken tüm şartlar aleyhine dönerek bölünme
süreci daha da hızlanacaktır. İşin aslı her ne kadar hukuki manada
bölünme olmasa da, Güneydoğu bölgesi yıllardan beri her gün yavaş
yavaş bölünmekte, fiilen bölünme yaşanmakta olduğudur.
Demokratik açılım süreci, yaşanmakta olan fiili bölünme sürecini
durdurabilecek, çatlakları yapıştıracak ve uzun süreçte bölünmeyi
önleyecek tek gerçekliktir.”(s.362)



_________SAYIN HANEFİ AVCI’NIN, BUGÜN PKK TERÖRÜNDE GELİNEN SON DURUMDA DA GÖRÜLEREK KANITLANDIĞI GİBİ DÜŞÜNCELERİ VE DEVLETE OLAN GÜVENSİZLİĞİ YANLIŞTIR. ANTALYA’DAKİ PKK’NIN TERÖR OLAYINDA KENDİSİNİN DE GÖZLEMLEDİĞİ GİBİ DEVLET TÜM SİLAHLI GÜÇLERİNİ VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİ ORTAK BİR EŞGÜDÜM İÇİNDE TERÖRLE SAVAŞMADA HAREKETE GEÇİRDİĞİNDE ORTADAN KALDIRAMAYACAĞI TERÖR ÖRGÜTÜ VE DÜŞMAN GÜCÜ YOKTUR. SİLAHLI KUVVETLERİMİZ VE GÜVENLİK GÜÇLERİMİZ İYİ VE DOĞRU KARAR ALINDIĞINDA HER TÜRLÜ TERÖRÜ ORTADAN KALDIRACAK GÜÇ VE YETENEĞE SAHİPTİR. YAZAR, ÇÖZÜM SÜRECİNİN DEVLETİN ÜZERİNDE PSİKOLOJİK BİR SAVAŞIN ETKİSİ OLDUĞU VE AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇELİŞKİLERLE DOLU BİRLİK POLİTİKALARINDAN OLARAK DEVLETİ BÖLME PROGRAMININ BİR PARÇASI OLDUĞUNU BİRÇOK DEVLET ADAMI GİBİ ANLAYAMAMIŞTIR. ÖZELLİKLE PKK TERÖRÜNÜN ORTADAN KALDIRILMASI KONUSUNDA BİR ÜST DÜZEY EMNİYET AMİRİNİN İNANÇSIZLIĞA DÜŞMESİ VE BUNU DİLE GETİRMESİ PSİKOLOJİK SAVAŞTA ÇOK ETKİLİ OLAN BİR UNSURDUR.

“Her biri ciltler dolusu kitaplara konu olacak olan buradaki insanların gördüğü
 baskı ve şiddet bu kitabın konusunu oluşturmamaktadır. Fakat burada
yaşanılanlar kitabımızın konusu bakımından üç açıdan önemlidir.
Birincisi, bu bölgelerde Terkler ve başka halklar üzerindeki
baskı ve şiddet, direniş hareketlerini ortaya çıkarmış ama bunlar
asla silahlı gerilla hareketine dönüşmemiştir. Oysaki bu bölgelerde
gerilla hareketini başlatacak fiziki, sosyolojik şartlar vardır;
muazzam ormanlarla kaplı dağlık bir alan, çoğunluğu direnişi
destekleyen bölgesel olarak dili, dini, kültürü aynı bir halk (baskı ve
şiddete maruz kalan halk). Üstelik yanı başında gerektiğinde örtülü
destek verecek aynı halk tarafından kurulmuş Türkiye gibi bir devlet
vardır. Fakat gerilla harbi başlamaz. Bunun birçok sebebi olabilir.
Bana göre en önemlilerinden bir tanesi bu ülkelerdeki baskı ve
şiddetin derecesi direniş yaratacak kadar fazla, ama halkı dağa
çıkartacak, savaş başlatacak kadar çok olmamasıdır.” (s. 366)

_______BALKAN ÜLKELERİNDEKİ TÜRK AZINLIKLARIN AYAKLANARAK DEVLET KURMALARI KONUSUNDA ÖRGÜTLENMEMELERİNİ, AYAKLANMAMALARINI BU ÜLKELERDEKİ ÖZGÜRLÜKLERLE BAĞLAMAK DOĞRU BİR DÜŞÜNÜŞ, DOĞRU BİR AKIL YÜRÜTME DEĞİLDİR. HERŞEYDEN ÖNCE TÜRK DEVLETİNİN BU ÜLKELERDE, KÜRTLERİ DIŞ ÜLKELERİN KIŞKIRTMASI GİBİ BİR KIŞKIRTMA VE DESTEKLEMESİ YOKTUR. TERSİNE ATA YADİGÂRI OLAN BU TOPRAKLARA NE KADAR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ OLSALAR DA SAHİP ÇIKMA, TERK ETMEMEK KONUSUNDA ANAVATANLA DA FİKİR BİRLİĞİ VARDIR VE ANAVATANDAN DESTEK VARDIR. AYRICA BURADAKİ TÜRKLERİN AYAKLANARAK BİR DEVLET KURMA AMAÇLARI BULUNMAMAKTADIR ÇÜNKÜ ONLARIN YANIBAŞLARINDA BİR DEVLETLERİ VE VATANLARI ZATEN VARDIR. BU MANTIK KÜRT AÇILIMI, ÇÖZÜM SÜRECİ POLİTİKASI YÖNÜNDE YANLI AKIL YÜRÜTMENİN VE PSİKOLOJİK SAVAŞIN BİR SONUCUDUR.

“Gizli faaliyetlerini bu bölümde açıklayacağım güçlerin ellerinde
ne kadar büyük olanaklar olduğunu ve hangi yöntemleri kullandıklarını
az çok bilenlerden birisiyim….Bu insanlar ve onların faaliyet tarzları bilinmeden
ülkemizde son dönemde yaşananları tam olarak anlamak mümkün
değildir. Anlatacaklarımın hepsi maddi delilerle ispatlanabilir. Fakat
delilleri bulacak insanların çoğunluğu da bu insanlarla beraberler.
Yine de ben delillerin nerede ve nasıl bulunabileceğini göstereceğim.
Bu insanların hasmı, düşmanı değilim; çoğu eski dostlarım, son
dönemde tanık olduğum ve yasadışı olduğunu düşündüğüm
davranışları hariç inançlarını ve dünya görüşlerini paylaşıyorum.” (s.380)

_____DEVLET İÇİNDEKİ GİZLİ YAPILANMAYA GİDENLERLE AYNI DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ PAYLAŞMAK, BİRLİKTE İÇİÇE OLMAK VE YAKINDAN TANIMAK DOSTLARI OLMAK ANCAK SONUNDA BU DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ PAYLAŞTIĞI, DOST OLDUĞU KİŞİLERLE MÜCADELE ETMEK ZORUNDA KALMAK BÜYÜK BİR ÇELİŞKİDİR.  

“Hayatın kendisi ve kuralları, toplumun değer yargıları doğrudan veya dolaylı olarak dini kurallara göre belirlenmekteydi. Fakat çevremdeki insanların hiçbiri dini bir rejim ya da sistem yanlısı olmamış ve dini amaçlı illegal bir örgüt yapısı içinde hiçbir zaman bulunmamıştı. Yani inançlarım kuvvetliydi fakat ne işimde ne başkalarını
değerlendirmemde hiçbir biçimde bir etken veya ölçü olmadı.” (s.383)
“Görev esnasında inanç farklılığını hiç önemsemedim. Üstelik
muhafazakardım ve imkanım olsa kendi dünyamda dinin tüm
kurallarını tam anlamıyla yaşamak isteyen biriydim; hala da
öyleyim. Ancak şimdi şunu sorguluyorum: Yaradan nasıl
yaşamamızı istiyor? Temel amacımız ibadet etmek mi, yoksa belli
bir hayat tarzına uygun yaşamak mıdır? Şu soruya tatmin
edici bir cevap arıyorum: Dini kurallar insan mizacını bilen
Yaradan tarafından insanın bu dünyada toplum veya fert olarak
huzurlu, mutlu ve birbirine zarar vermeden yaşamasını sağlamak
için mi kondu? Bu sorunun çok daha ötesinde, çok daha derin
manaların olduğunu biliyorum, inancın temelinde mutlak insan
özgürlüğü olduğunu, özgür olmayanın inanç ve imanının eksik kalacağını, bu özgürlüğün her şeye karşı olması gerektiğini
düşünüyorum.” (s.386)
“Eskiden bazı genç komiserler İslamcı denilerek istihbarata
alınmazdı. Ben buna karşı koyardım, inancı kendine, bizim için
görev yapması, çalışması önemli derdim. Hiç kimsenin görevini
başka amaçlarla kullanacağı aklıma gelmezdi, hatta ferdi olarak
yapılmış olsa dahi grup halinde insanların görev yeminini bozup
görevin gerekliliklerine karşı işler yapacağını aklım almazdı.” (s.389)

“Belki de bu gün şikâyetçi olduğum yapıda yer alan birçok
müdürü o günlerde merkezin itirazına rağmen 'insanların
inançlarına göre değerlendirilemeyeceğini' söyleyerek bizzat ben
göreve alınmalarını sağladım.” (s.390)
“Geçmişte yaşanan deneyimlerden dolayı bütün şube
müdürleri ve birim amirleri dini düşünce ve örgütlere uzak duran ve
bu konuda hassasiyeti oları kişiler arasından seçiliyordu. Merkeze
solcu ve İslami cemaat ve ekollerle ilgili olabilecek kişiler yaklaştırılmıyordu.
Merkeze atanacak olanlar büyük oranda milliyetçi ve
ülkücü kesime yakın kişiler arasından seçiliyordu…..Ben merkezde göreve
gelince iş üretecek bazı kadrolardan merkeze gelmek isteyenlere
destek oldum. Merkezde az da olsa alt rütbelerde dini yönü ağır
basan veya böyle olmasına rağmen merkezdeki genel anlayıştan
korkarak farklı gözükmeye çalışan kişiler bulunmaktaydı ve bu
kişiler her fırsatta ezilmeye çalışılıyorlardı. Fakat ben göreve
geldikten sonra radikal laik gözüken etkin kişilerin bu insanlar
üzerinde baskı kurmalarına karşı tavır aldım.”” (s.391)

_____YAZARIN KENDİSİNİN DE YAZDIĞI GİBİ POLİS ÖRGÜTÜ İÇİNDE CEMAAT YAPILANMASI İÇİNDE YER ALAN BİRÇOK İSMİN GÜVENLİK BİRİMLERİNDE ÖNEMLİ YERLERE GELMESİNE KENDİSİ DE NEDEN OLMUŞTUR. ÇÜNKÜ AYNI DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİPTİRLER. GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE BELLİ SİYASİ VE DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİP OLANLARIN DESTEKLENMESİ, MAKAMLARIN PAYLAŞTIRILARAK DESTEKLENMESİ YANLIŞTIR. ANCAK GÜVENLİK ÖRGÜTÜNÜN BİRBİRİ İLE ÇATIŞAN, BİRBİRİNE KARŞI CEPHE ALAN, KOORDİNASYON İÇİNDE ÇALIŞMAYI REDDETEN GRUPLARA, TOPLULUKLARA AYRILMASI DA ZARARLI BİR TUTUMDUR. SADECE MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ ANLAYIŞTA PERSONELİN GÜVENLİK KURUMUNDA DESTEKLENMESİ, KORUNMASI GÜVENLİĞİ GÜÇLENDİRMEZ, TERSİNE ZAYIFLATMIŞTIR. KALDI Kİ MUHAFAZAKAR-DİNCİ ANLAYIŞTA OLANLARLA MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ ANLAYIŞTA OLANLARIN ARASINDA ÇOK FARK YOKTUR VE BU ANLAYIŞ HER ZAMAN DİNCİ-MUHAFAZAKAR GÖRÜŞTE OLANLARI DESTEKLEYEREK KURUM İÇİNDE ZAMANLA YERLEŞMELERİNE NEDEN OLMUŞ ANCAK GRUPLAR İÇİNDE ÇATIŞMALARI AZALTMAMIŞ, TOPLUMUN GÜVENLİĞİNİ ZAYIFLATMIŞTIR. DOĞRU OLAN CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİNİ ORTAK ANLAYIŞ OLARAK KABUL EDEREK KURUM İÇİNDE GRUPLAŞMALARA, ADAM KAYIRMALARA GİTMEDEN, İŞİNDE EN YETENEKLİ OLAN, NİTELİKLİ GÜVENLİK HİZMETİ VERECEK OLANLARIN GEREKLİ MAKAM VE RÜTBELERE GETİRİLMESİDİR.  PERSONELİ YÜKSEK SİCİLİNE, YETENEKLERİNE BAĞLI OLARAK HAK EDİLEN RÜTBE VE MAKAMLARA GETİRİLMESİNE HİÇ KİMSE İTİRAZ ETMEYECEKTİR. BU ZAMANA KADAR NE YAZIK Kİ SOĞUK SAVAŞIN GETİRDİĞİ YEŞİL KUŞAK PROJESİNE BAĞLI OLARAK GÜVENLİK GÜÇLERİNE ATATÜRK’ÜN ÇAĞDAŞ TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN İLKELERİ KARŞI GÖRÜŞ VE ANLAYIŞTA HER TÜRLÜ GÖRÜŞÜN KADROLAŞMASINA DESTEK VERİLMİŞTİR.  

“24 Aralık 1995 seçimleri sonucu MSP-RP çizgisinin en büyük
parti olması, ordu içerisinde tepkilerin artmasına neden olmuş, bu
sonucu hazmedememenin ilk işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştı. İktidarın DYP kanadından bakan olan Mehmet Ağarın, Susurluk
Olaylarındaki rolü nedeniyle hükümetin dışında kalmasının
ardından, önce İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan Kaçakçılık
Daire Başkanı olarak görevlendirildi. İstihbarat Dairesi Başkanlığına
tirajı çok düşük bir yayın organına (dergi mi yoksa gazete mi?
olduğunu hatırlamadığım) doğruluğu ve ciddiyeti tartışmalı olan
"Artık ordu polise sormadan ihtilal yapamaz. Yedi bin kadar özel
eğitilmiş ağır silahlı özel harekat polisi var..." mealinde bir şeyler
söyleyen, o güne kadar hiç tanımadığım Bülent Orakoğlu getirildi. Bana göre Orakoğlu istihbarat formasyonuna sahip değildi; ya
yanlışlıkla ya da tesadüf eseri daire başkanı yapılmıştı. Söylediği
iddia edilen, o zamana kadar kimsenin duymadığı "Artık polise
danışmadan ordu ihtilal yapamaz ..." mealindeki iri lafı gerçekten
söylemiş olsa bile ciddiye alınacak biri değildi….Orakoğlu'nun demokrasi, özgürlük, darbe, siyaset gibi konular
açısından bir bakış açısına ya da ideolojiye sahip biri olmadığını
düşünüyorum. Eğer bu sözü söylemişse sadece kendisi polis olduğu
için, polisi övmek ve dolaylı olarak kendini yüceltmek için söylemiş
olabileceği kanaatindeyim.”(s.392)
“ordu içinde Batı Çalışma Grubu olarak adlandırılan grubun tamamen sivil
hükümeti zora sokmak amacıyla oluşturulmuş gizli illegal
faaliyetlerinden haberdar olmuştum. Ayrıca ordu içindeki askeri
kişilerden de çeşitli bilgiler geliyordu. Bu bilgiler nasıl geliyordu tam
bilemiyorum ama bugün değerlendirdiğimde ordu içindeki cemaat
yapısının bilgi sızdırma işini örgütlediğini anlıyorum. Bilgi ve
belgeleri toplayanlar, bunları kullanabilecek olan bizim gibi kişilere
ya yakın çevremizde çalışan taraftarları aracılığıyla ya da posta
yoluyla ulaştırıyorlardı.” (s.394)

_______YAZARIN GÖRÜŞÜNÜN TERSİNE ORAKOĞLU’NUN ÖNGÖRÜSÜNÜ KANITLARCASINA İLERLEYEN ZAMAN İÇİNDE ERGENEKON HAREKETİ İLE ORDU GERÇEKTEN BİR DAHA DARBE YAPAMAYACAK DURUMA GETİRİLMİŞTİR. YEŞİL KUŞAK PROJESİNİN VE BÜYÜK ORTA DOĞRU PROJESİNİN HEDEFLERİ YÖNÜNDE  ÖNCE ORDU’YA DEMOKRASİNİN KORUNMASI GÖREVİ ANAYASA’DAN ÇIKARILMIŞ, SONRA DA YAPILAN OPERASYONLARLA DARBE DEĞİL ÜLKE SAVUNMASI GÖREVİNİ BİLE YAPAMAYACAK DURUMA GETİRİLMİŞTİR. BUNUN İLK HAZIRLIKLARININ ZAMANLAMASINI ORAKOĞLU’NUN BU SÖZLERİNİ BASINA AÇIKLADIĞI TARİHLERDE DÜŞÜNMEK GEREKİR.

“Mahkemenin iki
hakimi meslekleri pahasına adil davranıp beni tutuklamadıkları gibi
hukuka uygun karar verdiler ve verdikleri kararı Askeri Yargıtay bile
tasdik etmek mecburiyetinde kaldı. Ancak bu mahkemenin iki
hakim subayı vermiş oldukları kararın bedelini ödediler; Deniz
Hakim Albay Mesut Kurşun’u Malatya'ya sürdüler, Deniz Hakim
Binbaşı Ahmet Kahraman'ı YAŞ kararı ile ihraç ettiler.
Bu olayda da yüzde yüz zarar göreceğim, her şey bitti diyeceğim
bir anda hiç ummadığım bir şey olmuş ve bu tehlikeyi de
atlatmıştım. Hayatımı kaybettim diye yüzde yüz inandığım ikinci
tehlikeyi de atlatmıştım. Bir kez daha yukarıdaki yine yardım
etmişti.” (s.396)

“28 Şubat sonrasında hakkında davalar açıldığı o baskı dönemlerinde
bir arkadaşım aracılığıyla Fethullah Gülen Hocayla onun
talebi üzerine kısa sureli olarak görüştüm. Bu görüşmede özetle ona
"Siz doğru bildiğiniz yolda okullar açarak bu ülkeye ve insanlarımıza
hizmet, ediyorsunuz. Gerisini önemsemeyin, doğru sonunda galip
gelecektir" dedim. Amacım, baskı karşısında mazlum ve mağdur
olana, üzerine gidilene destek olmaktı.”( s.399)

“KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) Daire
Başkanlığına hiçbir talebim olmadan, 2003 yılı haziran ayında
atandım…… Bu öncelikleri belirlerken tesadüfen önümüze Enerji Bakanlığındaki
büyük ihalelere hile karıştıran, tüm ihaleleri yöneten bir
organize grubu izlemeye başladık. İbrahim Selçuk başkanlığındaki
bu grup tuğ Enerji Bakanlığındaki işlere Bakan'dan daha hakimdi;
ihaleler İbrahim'den habersiz yapılamaz durumdaydı…… bir yıla
yakın devam eden izleme sonunda operasyona giriştik. Bazı büyük
muteahhitler ile Enerji Bakanlığı Genel Müdürleri tutuklandı…. kişilerin hükümete yakınlığı dolayısıyla gözaltına almaların sıkıntı yarattığım, bu konuları hiç
düşünmediğimizi, iş yaparken siyasi hesap yapmadığımızı
söylemişlerdi. Bu tür olaylarda hakkımızda olumsuz bir hava
yaratılmıştı.”(s.400)
 “eski KOM Başkan Yardımcısı
Alper Yaz akaryakıt kaçakçılığı yaptığı bilinen Veysel Kadayıfçıoğlu
adlı kişinin benim tayinimin başka yere çıkarılması için çalıştığı
haberini göndermiş ama ben bunu pek fazla önemsememiştim. Bu
şahsın, yaptığımız bir tahkikatta adı gecen bir mafya üyesiyle ilişkisi
varmış. Biz operasyon öncesi tüm mafya ve mafya ile bağlantılı
kişilerin mal varlığının tespit edilmesi için savcılık talimatı ile
araştırma yaptığımız sırada, bu kişinin milyon dolarlar seviyesindeki
hesabının bulunduğu bir banka şubesi ona haber vermesi üzerine
yapılan tahkikatı öğrenmişti. Bundan dolayı benimle ve tayinimi
başka bir yere çıkartmakla uğraşıyormuş. Daha sonra öğrendiğime
göre, bu kişi Diyarbakırlı çok zengin bir holding patronuymuş. Aynı zamanda İçişleri Bakanının oğlu Murat Aksu ile yakın ilişki
içindeymiş. İrtibatlı olduğu mafya üyesine de bakanın oğlu üzerinden
bir şeyler yapmak isteyen biriymiş.
Ben görevden alınıp Edirne'ye tayin (sürgün) edildiğim sırada
hastanede yattığımdan, personelin durumunu tam bilemiyordum
ama bazı arkadaşlarım sürekli yanıma gelerek bu haksızlığa karşı
bir şeyler yapmak istediklerini söylüyor, bir şeyler yapmak adına
hükümette etkin kişilere ve başka çevrelere gidiyor, bu haksızlığı
durdurmak için koşturuyorlardı. Kimi personel uzak duruyordu”…..(s.402)
“Benim dava ve mahkeme kararı nedeniyle tayin edilmem üzerine
görevine donduğu söylenen eski başkan Coşkun Hayal de 2-3 ay gibi
kısa bir süre bu görevde kaldıktan sonra bir bahane ile ikna edilip
başka bir ile Emniyet Müdürü olarak atandı. Ardından bugünkü
başkan Ahmet Pek'i KOM Daire Başkanı olarak atadılar. İkinci garip
şey de tayin olmayı istemememe rağmen hasta halimle apar topar
Edirne'ye hem de geçici görevle gönderilmiştim. Bunun manası 24
saat içinde hemen Edirne'ye gidip göreve başlamam gerekiyordu.
Ankara'da kalmamı istemiyorlardı. Belki de Ankara'da yapacaklarından
erken fark edeceğimi düşünerek özellikle uzaklaşmamı istiyorlardı.” ”…..(s.403)

______RÜŞVET, İHALEYE FESAT KARIŞTIRMA YOLU İLE KAMUYU ZARARA UĞRATMAK, KAÇAKÇILIK,  DEVLET YÖNETİMİNDE USULSÜZLÜK…VB GİBİ DAVALARIN POLİS TEŞKİLATI TARAFINDAN DİNLENEREK ORTAYA ÇIKARILMASI, EĞER BU OLAYLARLA İLGİLİ ŞİKAYET VE DELİLLER VAR İSE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN GÖREVLERİ ARASINDADIR. BU AMAÇLA KOM VE İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN DİNLEME YAPMASI, TAKİP ETMESİ VE SUÇLARI KANITLAYARAK ORTAYA KOYMASI POLİS ÖRGÜTÜNÜN GÖREVİDİR. ANCAK İDEOLOJİK VE ÇIKAR AMAÇLI ŞANTAJ YAPMAK İÇİN GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE DİNLEME VE TAKİPLER  BÜYÜK SUÇ OLUŞTURUR. POLİS TEŞKİLATININ BU İKİ ÇALIŞMAYI BİRBİRİNDEN ÇOK İYİ AYIRMASI, KENDİ İÇİNDE OTODENETİM SİSTEMİ KURMUŞ OLMASI GEREKLİDİR. GÜVENLİK GÜÇLERİNİN KENDİ ARALARINDA DA BU KONUDAKİ SUÇLARLA İLGİLİ TAM BİR KOORDİNASYON VE BİRLİK SAĞLANMIŞ OLMALIDIR. ANCAK İKTİDARDA BULUNAN BAKAN, BAKAN YARDIMCISI, MİLLETVEKİLİ VE YAKINLARINA İLİŞKİN YOLSUZLUK, RÜŞVET VE USULSÜZLÜKLERİN YASAL DA OLSA BU PROSEDÜRLERLE SORUŞTURULMASI ÇOK ZOR HATTA, EĞER İKTİDAR BU SORUŞTURMALARI ÖRTMEK İSTİYORSA OLANAKSIZ OLABİLMEKTEDİR: SORUŞTURMAYI YAPANLAR YA GÖREVLERİNDEN ALINMAKTA, YA DA BAŞKA BÖLGELERE SÜRÜLMEKTE, GÖREV YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEKTEDİR. BUGÜNKÜ İKTİDARIN BU KONUDA SİCİLİ TEMİZ DEĞİLDİR. TERSİNE SORUŞTURMALAR MUHALEFETTEKİ PARTİLERE YÖNLENDİRİLEREK İKTİDARDAKİ KONUMLARI DESTEKLENMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.
“Ahmet bunu kabul etmeyince merkezin
planlarını uygulaması gecikecekti. İşte bu sıralarda Hrant Dirik
öldürüldü. Bu olayın ardından, zaten araları gerilmiş ama bunu belli
etmeyen İstihbarat Daire Başkanlığı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
bu durumu fırsata çevirme ve bu olayda her hatayı ortaya
dökme eğilimi başladı…..Mesele o kadar büyük boyutlara
varmıştı ki Hrant Dink olayındaki Emniyet mensuplarının
kusurlarını araştırmakla görevlendirilen mülkiye müfettişleri Ahmet’i
suçlamak, hatta mahkemede cezalandırmak için neredeyse sahte
evrak bulmaya kadar her şeyi denemekten geri durmuyorlardı.
İstihbarat Dairesi ile beraber çalışıyorlardı…..bakanlıkta tanıdığım ve güvendiğim mülkiye müfettişi arkadaşlara bu kişiler hakkında bilgi sordum. Birinin
çevresinde Fethullah Hoca cemaatinden olduğunun bilinmesi
haricinde bir sorunlarının olmadığını soyladı.”(s.413)

_____HRANK DİNK CİNAYETİNDE DE FETÖ’NÜN ELİ OLDUĞU VE CİNAYETİ İŞLETTİĞİ DÜŞÜNÜLEBİLİR. FETÖ ÖRGÜTLENMESİ BU CİNAYETLE BİR YANDAN İSTANBUL İSTİHBARAT KADROLARINDA GEREKLİ DEĞİŞİKLİKLERİ RAHATLIKLA YAPABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜŞTÜR. DİĞER YANDAN DA ÜLKE DÜŞMANI BİR AZINLIĞI ORTADAN KALDIRMIŞ OLACAKLARINI DÜŞÜNMÜŞ OLMALARI İHTİMALİ BULUNMAKTADIR.


“1999 yılında Ankara Emniyetinde bazı görevlilerin devletin
önemli makamlarının telefonlarını sorguladığı, blog kayıtları
sayesinde ortaya çıkarılmıştı. Bu, sistemin güvenlik supabıydı ama
şimdi Daire Başkanlığı bu kayıtları değiştiriyor, kimin hangi telefonu
sorguladığı bilgilerinden istediğini çıkarabiliyordu. Bu, istediğini de
koyabileceği anlamına geliyordu. İlerde istemediği bir görevli olursa
buradaki bilgileri değiştirerek kişilerin sorumluluklarını
değiştirebilecekti. Bu işlemi yapmak için bilgisayar sistem operatörü
dahil olmak üzere en az 5-6 kişinin bilgisi ve rızası lazımdı. Demek
ki hepsi bu işin içindeydi. Bu işi anlayanlar için çok vahim bir durumdu: Daire Başkanlığı güvenlik için konan sistemi istediği an
değiştiriyordu……..Sonunda. Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda
görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve
gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda,
bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi
yeterli olmayan), hatta sosyal ve psikolojik açıdan sorunlu olduğunu
değerlendirdiğim Ali Fuat Yılmazer bu göreve atandı……Belli amaçları olanlar, istedikleri gibi faaliyette bulunmak isteyenler bu konuda kendilerine mani olacak
bir engeli daha önlerinden kaldırmış oldular.” (s.415-6)

“Danıştay olayında faillerin Ergenekon’la ilişkilendirilmesini
Ahmet ve Şahmaz, yani İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesi
desteklememiştir. Bunun yanlış olduğunu, eldeki delillerle böyle
bir bağlantının kurulamayacağını aksine Alparslan Aslan'ın
her eylemden önce ve sonra İstanbul'daki Şeyh Salih Kurter ile
irtibat kurduğunu, Aslan'ın telefon HTS raporları iyi okunursa
bu irtibatın daha tutarlı olduğunun görüleceği aşikardı.
Aslında işte o gün Ahmet'in İstanbul'dan alınması gerektiğine
karar verildiği kanaatindeyim. Ankara, Danıştay olayı ile Ergenekon
 bağlantısını kurmak istiyordu. Delilin olup olmaması önemli,
değildi, onlar bunu istiyordu o kadar.” (s.416)

“Eğer sadece bilgi toplamak yerine haklarında bilgi toplandıkları kurum ve kişiler
hakkında adli işlemlerde bulunmak da isteniyorsa Emniyet KOM
Dairesinde etkin olunması şarttır. Sadece merkezi yapıları değil,
operasyonların en çok yönetileceği başta İstanbul, Ankara olmak
üzere bazı önemli illerdeki bu dairelerin uzantısı şubelerin de ele
geçirilmesi gerekir. Eğer sadece bilgi toplamak ve bunlarla ilgili adli
işlem yapmakla da yetinmeyip her memur, asker ve özel kanunlarla
korunan kişiler hakkında da işlem yapmak isteniyorsa, o zaman özel
yetkili mahkemelerin savcıları ve hakimleri üzerinde de etkin
olunması gerekir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı sahip olduğu
geniş teknik imkanları ile herkes hakkında her türlü bilgiyi
toplayabilir, kim kimlerle görüşüyor öğrenilebilir, eline telefon alan
herkesin irtibatları ve ilişkileri belirlenebilir. Hiç kimse onlardan
ilişkisini gizleyemez.
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ve her ildeki şubesi, hatta
bazı ilçelerdeki birimlerinin istihbari dinleme yetkisi vardır; kişiler
dinlenir, izlenir ve bir süre sonra evraklar imha edilir. Yıllarca her
konuda ve her kurumdan toplanmış terebaydlara sığmayan bilgi
bankaları mevcuttur. Dahası kimsenin hesap edemeyeceği teknik
imkanlara sahip Türkiye’nin her ilindeki istihbarat şubelerini 7000
civarındaki personeli vasıtasıyla ülke genelinde her yerde izleme
faaliyetlerinde bulunma olanakları vardır. Onları yalnızca Emniyet
Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı denetleyebilir, müfettişler dahil
kimse binalarına giremez ve işlemlerine karışamaz.
KOM Daire Başkanlığı merkez ve ülke genelindeki örgütlü suçlar
ve organize gruplarla ilgili tahkikatları yapar, aynı zamanda adli
dinleme ve izlemenin Emniyetteki en etkin merkezidir.
Özel yetkili savcılar ve mahkemeler biraz da kanunları zorlayarak
herkes hakkında doğrudan dava açabilir, gözaltı kararı
verebilir, tutuklayabilir. “(s.417)
“MİT'e hâkim olsanız, sadece bilgi toplarsınız, belki
bunları saptırarak kullanabilirsiniz ama daha ilerisini yapamazsınız.
Aksiyoner bir eylem gerçekleştirme arzusundaysanız, MİT size
yetmez. Bu doğrultuda önce KOM Daire Başkanlığı, sonra İstihbarat
Dairesi Başkanlığı, ardından da İstanbul ve Ankara İstihbarat
Şubesi ve bunlarla paralel olarak özel yetkili mahkemelerin savcı ve
hakimlerinin de belli oranda belirli eğilimlerde olan kişilerden
oluşturulduğunu bugün net olarak görmek mümkün.” “(s.417)

“Emniyet içerisindeki cemaatin yapısını ve gücünü bilen gazeteciler
İstanbul'daki cemaatin polislerine "Emin Bey'e bunu niye
yaptınız," diye sorduklarında, "Emin Bey'in bilgisayarında 'Emniyette
Fethullahçı Örgütlenme' başlıklı bir rapor bulduk, ondan dolayı
yaptık," derler. Evet, işte gerçek sebep budur.
Tüm dava dosyası oluşturulurken Emin Bey'in aleni olarak
masumiyetini gösteren hususlar özellikle gizlenip ilerleyen safhalarda
çıkarılmıştır. Bu durum net olarak gözükmektedir,” (s.446)

“Emin Bey'in uluslararası güvenlik camiasında
saygınlığı vardır, gelecekte uluslararası kuruluşlarda görev alacak,
milli menfaatleri koruyacak biri kişidir. Lekelenmiş, hayatı boyunca
mücadelede ettiği şeyle suçlanmıştır. Ona bu kadar iftira
edilebiliyorsa, cemaati, polisi, savcısı bir olup diğer polisleri her
suçtan, her olaydan yargılatabilirler. Cemaatin. Emniyet içerisindeki
örgütlenmesine karşı çıkan hiçbir polisin teşkilatta tutunma imkanı
yoktur.” (s.447)

“Peki, Gülcü neden önemliydi? Birincisi, belirttiğimiz üzere
Emniyet Teşkilatı içerisindeki cemaatçi yapıya karşıydı ve çok
şiddetli biçimde buna karşı tavır alıyordu. Fakat aynı zamanda
hükümetin de iyi adamıydı. Neden silinmesine göz yumuldu? M. Gülcü
arka planda cemaat tarafından desteklenen, yürütülmekte
olan Ergenekon operasyonları dolayısıyla mahkemelerin Ergenekon
Örgütü hakkında Emniyet Genel Müdürlüğüne sorduğu soruya
istenenin aksine Ergenekon diye bir terör Örgütünün kayıtlarında
olmadığını yazmıştı. Bu konuda cemaatin yaptıklarını desteklemediği, hatta karşı çıktığı için hükümetin üst kademelerinden yeterli desteği bulamadı ve bu tür yazı vs. olayları abartılarak yukarılara taşındı. Emniyetin en güçlü ve iktidara yakın
iki Genel Müdür Yardımcısını görevden aldıran gücü Emniyet kendi
içinde net görüyordu. Bu güç tayin ve terfilerde de çok etkindi. Bunu
gören teşkilat mensuplarının şimdiden sonra nasıl davranacağını,
nasıl hareket edeceğini, bir tayin ya da terfi için pek çok kişiye
uğrayan meslektaşlarımın maalesef şimdi en fazla cemaatçi
gözükmeye kalktığını, eski konuşma ve sözlerini unuttuğunu
görüyoruz.” (s.455-446)


“Evet Sakarya örneği çok enteresandır, teşkilat içinde farklı
fraksiyonlar devletin güç ve imkanlarım kullanarak birbirine
operasyon yapmakta ve bir emniyet müdürü tutuklanarak cezaevine
gönderilmektedir. Bu olayın bir normal tahkikat olduğunu
söyleyecek emniyet içerisinde bir tek insan yoktur. Bunun cemaatin
yürüttüğü bir operasyon olduğundan en ufak şüphe yoktur. Olayı
tahkik eden müfettişlerin de tarafsız olması imkansızdır, eğer bu
olay gerçekten tarafsız birilerince ve telefon dinleme kayıtları da
incelenerek araştırılırsa, olayı merkezden idare eden İstihbarat ve
KOM Daire Başkanlığının yöneticileri, Savcı Mehmet Berk ve diğer
kişiler dahil herkes hakkında ciddi davalar açılacak emareler
bulunur.” (s.460)

“Hükümetin birçok üyesi veya bakanlar tarafından tanınıp
bilindikleri ve sevildikleri için idari olarak görevden alınamayan
Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Faruk Ünsal
gibi kişilerin, emniyet ve adliye içerisindeki cemaat mensuplarının
dava ile sadece görevden aldırılmasıyla yetinilmeyip
iftira ve komplolar tezgahlanarak en ağır suçlarla mahkemelerde
yargılanmaları ve cezaevinde yatmaları sağlandı.” (s.461)

“Cemaat yapacakları ve planları için İstihbarat Daire Başkanlığı
ve KOM Daire Başkanlığını elinden bırakmak istemiyordu, adı bu
birimlerin başına geçecek diye anılan herkes uzaktan imha
edilecekti….Bu yöntemlerle üç önemli genel müdür yardımcısını yiyen
yapının artık gözünü kan bürümüş durumdadır, kolay kolay
durdurulamaz, faaliyetlerine devam edecektir.
Teşkilat içerisinde, yaşanan tüm bu olayları gören ve bunların
altındaki gerçeğin farkında olanlar gücün kimlerde olduğunu
anladıktan sonra gerçek manada kime itaat edecekler, nereye kıble
diye yönelecekler? Bu operasyonları kimin yaptığım bilen teşkilat
mensupları nasıl hareket edecektir?” (s.462)

“İstanbul'a gittim. Önce Aykut Bey'i ziyaret etim. Belli oranda
durumu anlatıp hukuksuz dinlemeleri ve insanlara tuzak kuran
kişilerin olduğunu, bu tuzak kuran kişilerin kasıtlı tuzağına
düşüyor gözüküp onların tuzaklarını boşa çıkarmak gerektiğini,
bunun için izleme ve dinleme kararlarına ihtiyaç duyulduğunu
anlattım. Aykut Bey kanunun bir tuzağı açığa çıkarmak için dinleme
ve izleme yapmaya imkan vermediğini, ancak davacı olursam Fatih
Savcılığının görevli olduğunu, konunun ona tevdi edileceğini söyledi.
Ayrıca bu tür işlerin merkezden denetlenmesinin daha uygun
olacağını da konuştuk. Başsavcının kendisi de dinlenmişti, bunun
izah edilecek hiçbir tarafı yoktu, sistem cinnet geçiriyordu. Hangi
delil, hangi gerekçe ile başsavcı dinlenmişti. Ardından Turan Bey'i ziyaret: ettim. Ona isimsiz ve hukuksuz istihbarı/ önleme dinlemelerinin olduğunu söylediğimde, bu
görevlerin kendi savcılıklarını doğrudan ilgilendirmediğini, polis veya
diğer istihbarat birimlerinin direk hakimle muhatap olduğunu,
buradaki suçların da kendi savcılıkları değil, normal savcıları
ilgilendirdiğini söyledi. Sonra Ankara'ya geldim Başsavcı Hüseyin Poyrazoğlu ile
görüştüm. O da Ergenekon Örgütü üyesi olmaktan İstanbul
Başsavcısı gibi dinlenmişti. Konuşma sonunda o da böyle bir
tahkikatın Adalet Bakanlığı üzerinden gelmesi gerektiğinden,
bakanlığın tüm bölgelerde araştırma başlatma imkanı olduğunu
söyledi. Düşündüm doğruydu, idari olarak İçişleri ve Adalet
Bakanlıkları yardım etmez ise tahkikat zor olacaktı, savcılıklar tek başına fazla bir şey yapamayacaklardı.”(s.468)

“İlk başta öne çıkan emniyet istihbarat birimleri olmasına rağmen tüm kurumlara
bakılmalıydı. Mülkiye ve polis başmüfettişlerince Emniyet İstihbarat
Daire Başkanlığı denetlenirse çok şey ortaya çıkacaktı. Sonra olay
adliyeye intikal ederse daha iyi netice alınabilirdi. Hemen bir dilekçe hazırladım. Adalet ve İçişleri Bakanlıkları,
İstanbul Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları, İstanbul ve Ankara
özel Yetkili Başsavcı Vekillikleri ve Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına
ve Başbakanlığa verilmek üzere dağıtımlı ancak bazı noktalarda
birbirinden farklı dilekçelerdi.
Önce idari silsile içerisinde Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan
Köksal’dan 06.01.2010 tarihinde randevu aldım ve gidip olayları
anlattım. Cemaatin olduğu bilinen bazı gazetelerdeki beni övücü
yayınları kast ederek "Ben de cemaatin senin yıldızını parlatmaya
çalıştığını zannediyordum." dedi.” (s.469)

 “Bu işin zorluğu ve aynı yöntemlerin Ergenekon ve benzeri
tahkikatlarda askeri kademedeki kişilere yönelik olarak uygulandığı
için tahkikatların şaibe altında kalması ihtimali nedeniyle bende
işin üzerine tam olarak gidilemeyeceği şüphesi oluşmuştu….İstihbarat biriminin yaptığı kanunsuzluğu, birçok kişiyi başka
kişilerin adıyla, isimsiz IMEIİ numarasıyla dinlediklerini, hatta
ikimizin de muş terek dostu olan kişilerden isimler vererek dinlenen daire başkanı, genel müdür rütbesindeki kişileri anlattım. Son
soruşturmaların şaibe altında kalmaması için konunun gerektiği
gibi denetlenemeyeceği kaygısını taşıdığımı, durumu Başbakana
aktarması gerektiğini ifade ettim.” (s.482)

___________DİNLEMELERİN İKTİDAR DA DAHİL, PLANLANAN BİR AMAÇ DOĞRULTUSUNDA SİLAHLI KUVVETLER MENSUPLARINI DA KAPSADIĞI VE ALINAN GİZLİ BİLGİLERLE TÜM KİLİT NOKTALARDAKİ DEVLET GÖREVLİLERİNİ GEREKTİĞİNDE DEVLET İÇİNDEKİ GÖREVLERİNDEN UZAKLAŞTIRMAYI AMAÇLADIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. BURADA TÜM DENETİM OLANAKLARI ELİNDE OLMASINA RAĞMEN İKTİDARDA OLAN BAŞBAKAN, BAKAN, MİLLETVEKİLLERİNİN DE AYNI PLAN İÇİNDE KORKUSUZCA DİNLENMELERİ ÖNEMLİDİR. DİNLEMEYİ YAPANLAR İKTİDARDAN DA GÜÇLÜ BİR ÖRGÜT OLARAK KENDİNİ ORTAYA KOYMAKTADIR. ANCAK BU DURUMU 15-27 ARALIK 2013 TARİHİNE KADAR İKTİDARDAKİLER ANLAYAMAMIŞLAR, HATTA ÖNEMSEMEYEREK, DİNLEMELERİN ÖNÜNÜ KESMEYEREK DESTEK VERMİŞLERDİR. YAZAR KENDİNİN, ÖZEL YAŞAMI DA DAHİL TÜM YAŞAMININ DİNLENMESİNİ VE KENDİNE KUMPAS HAZIRLANMASINI ÖNLEMEK İÇİN İKTİDARDAKİ TÜM YETKİLİLERE BAŞVURMASINA RAĞMEN SONUÇ ALAMAMIŞ VE BU KİTABI YAZMAK ZORUNDA KALMIŞTIR.
TERSİNE İKTİDARDAKİLER ERGENEKON SORUŞTURMALARININ ENGELLENEBİLECEĞİ DÜŞÜNCESİ İLE BU DİNLEMELERİN ÖNÜNÜ KESMEMİŞ, HATTA HER TÜRLÜ YARDIM VE DESTEK VERMİŞTİR.

Sonuç olarak, benim üzerime düşen görevi, sistemin harekete
geçmesi için elimden gelen her şeyi yaptığımı, kesin maddi delillerin
nereden bulunacağını gösterdiğimi, kısa surede müfettişlerin
harekete geçtiğini, yakında müfettişlerin davacı olarak benim de
ifademi alacaklarını, diğer yandan adalet müfettişlerinin hukuka
aykırı kararlar veren hakimler hakkında tahkikata başladığını,
Adalet Bakanlığının şikâyetimi iletmesi üzerine Ankara ve İstanbul
savcılarının harekete geçtiğini düşünüyordum. Oysaki öyle
olmamıştı……..bana
"Dilekçeni iade ediyoruz, müfettiş incelemesi yaptıramıyoruz çünkü
bir defa müfettişler görevlendirilir ise kontrol edilemeyebilir, her şeyi
araştırabilirler, bundan dolayı bakan dilekçenin iadesini istedi, ben
de geri veriyorum." dedi ve zarfı bana verdi.”(s.484)

 “bakan doğrudan müfettiş gönderip denetletelim deyince ben yazılı dilekçe vererek işi kolaylaştıracağımı söyleyip dilekçe vermiştim. Ama şimdi İçişleri
Bakanı denetim yapmıyordu, bakanı durduran kim ve ne olabilirdi,
başbakandan başka kim olabilirdi ki?
Belki Başbakan gerçeği tam bilmiyordu, son dönem Ergenekon
operasyonları ve bu operasyonları gerçekleştirenler benim
şikayetimle şaibe altında kalır tereddüdü taşıyarak tahkikatı
durdurmuştu.”( s.485)

“Olayın aslını bilse, devletin bir cemaatin eline
geçmeye başladığı, ilerde telafisi mümkün olamayacak sıkıntıların
çıkacağı anlatılırsa inceleme yaptırabileceği düşüncesiyle son bir kez
meselenin etraflıca kendisine anlatılmasına çalışmaya karar verdim.” .”( s.485)

______YAZAR GERÇEKTE, İKTİDARIN CEMAATİN TAM DESTEKLEYİCİSİ OLDUĞUNU, CEMAATİ KORUDUĞUNU, DESTEKLEDİĞİNİ, KENDİ İKTİDARINI KORUYAN VE GÜÇLENDİREN BİR ÖRGÜT OLARAK GÖRDÜĞÜ GERÇEĞİNİ KABULLENEMİYOR. ANLAYAMIYOR.

“Başbakanın yüzde yüz güvendiği, kafası çalışan, sır saklayabilecek
ve ona anlatacaklarımı kesinlikle başbakana aktaracağına
inandığım Baş Danışman'a olayı anlattım. Kendisini ikna
edecek notlar okuttum ve konunun ciddiyetini, cemaatin nerelere
kadar sızdığını, neler yaptığını, ülkenin güvenliğinin ve insanların
özgürlüklerinin tehlikede olduğunu anlatmaya çalıştım. Aradan
zaman geçmesine rağmen hareket görmeyince bu kitabın bir an
önce yazılması gerektiğine inanıp yazmaya karar verdim.” .”( s.485)

_____ SESİNİ HALKA DAHA GENİŞ OLARAK DUYURMAK İSTEYEN AYDIN VE GAZETECİLER, DOĞUDA PKK İLE MÜCADELE EDEN KOMUTANLAR, TERÖRLE MÜCADELE EDEN GÜVENLİK GÖREVLİLERİ, DAİMA,  SESLERİNİ DUYURAMADIKLARI, DERTLERİNİ ANLATAMADIKLARI DURUMLARDA KİTAP YAZMAYI ÇARE OLARAK DÜŞÜNMELERİ GİBİ, YAZARDA DA YAZARAK HALKA ULAŞMA, HALKIN DESTEĞİNİ ALARAK ÖNLEM ALMA DÜŞÜNCESİ ORTAYA ÇIKIYOR.

“Bunca hâkim ve savcının dinlenmesinden elde edilen bilgilere dayanılarak takip
edilip gizlice fotoğraflarının çekilmediğine, uygunsuz durumlarının
fotoğraf ve filme alınmadığına ve gerektiğinde belli davalarda bir
şantaj aracı olarak kullanılmadığına kim garanti verebilir? Bence bu
şekilde kullanıldığından hiç kuşku yoktur. Bunun yapıldığının
emareleri artık her gün basında yer alıyor…Bütün bu dinlemeler emniyet birimlerinde, cemaatin en güçlü olduğu yerlerde yaptırılmış ve tüm dinlemeler Emniyet tarafından
gerçekleştirilmişti. Belki de Emniyete bu imkânı vermek, kilit
yerlerdeki hakim ve savcıların açığını bulmak için bu tertipler
hazırlanmıştı, çünkü istihbari dinleme veren hakimler sadece
dinleme kararı vermiyor, dinleme kararı ile birlikte teknik aletlerle
izleme ve takip (fotoğraf çekme, kamera ile filme alma) yapılmasına
da izin veriyorlardı.” .”( s.486)

İşte tüm bu gelişmeler, savcı Cihaner'in jandarmayla beraber
yürüttüğü İsmailağa cemaati tahkikatı, herkesten gizlediği Gülen
cemaati soruşturmaları, muhbir ve ajanlardan doğrudan kendisinin
bilgi alması, 3. Ordu Komutanı ile sık sık görüşmesi karşı cepheyi
harekete geçiriyor. Cemaat savcı Cihaner'in ne yaptığını öğrenmeye
başlamış. Onun kimlerle görüştüğü, kimlerden hangi bilgileri aldığı
hızla tespit edilerek, teknik denetim altına alınmış. Savcı Cihaner,
albay Recep Gencoğlu ve diğerleri dinlemeye alınmış, her ilişkileri
belirlenmiş. Hatta kendileri hala farkında değillerdir ama teşkilatları
içerisinde, yakınları arasında ajanlar bile elde edilmiş, cemaatin
jandarma, yargı ve ordu içerisindeki unsurları kimisi gizli bilgiler
vererek, kimisi yapılan iş ve işlemleri takip ederek, kimisi de çift
taraflı ajan olarak bilgi taşımaya başlamıştır. Ancak bunlar yeterli değildir. Ankara'nın desteği gereklidir. Bu desteği de cemaat ayarlar. Birinci olarak, savcı Cihaner'in askerin desteği ile ismailağa
cemaati tahkikatını genişleterek hükümetin tüm üyelerini
suçlayacağı, İstanbul, Bursa ve Tokat başta olmak üzere tüm
hükümet yanlısı belediyeleri hedef aldığı (alacağı değil, aldığı), hatta
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile diğer belediye
başkanlarının ve birçok kişinin gözaltına alınması karan aldığı (bu
kararın yazılı metni olduğu çok ciddi olarak iddia edilmektedir,
böyle bir şeyin olmayacağını söyleyince bizzat gördüğünü ifade
edenler vardır), bu doğrultuda hükümet hakkında kapatmaya kadar
varacak ciddi davalar açılacağı, AKP husumetini ciddi derecede zora
sokacak sahte bilgi ve belge hazırlandığı iddia edilmişti.”(s.493-494)
“Cihaner'in karşısında cemaate her türlü destek verilmeye
başlandı, Jandarmadan gelecek taleplerin reddedilmesi ve polis
mıntıkasına Jandarmanın girmesine müsaade edilmemesi yönünde
il valisi uyarıldı. Burada Cihaner ve beraber çalıştığı kişilere karşı
yapılacak operasyona destek vermek üzere diğer bürokrat
atamalarında istenen kişiler ilgili görevlere atandı.
Cemaatin polisin desteğindeki Erzurum Özel Yetkili Mahkeme
içerisinde zaten çok fazla taraftarı vardı ve cemaat onları harekete
geçirdi. Bir yandan Cihaner, Gencoğlu ve 3. Ordu Komutanı Berk
hakkında çalışma devam ederken, bir yanda da Cihaner'in yapacağı
tahkikatların elinden alınması hesabı yapıldı. Savcı Cihaner'in takip
ettiği tüm kişiler tespit edildi, dinlediği telefonlar öğrenildi. Bu
gruplar silahsız örgüt olduklarından özel yetkili mahkemenin görev
sahasına girmemesine rağmen bu durum umursanmayıp iş zorlandı,
grupların silahlı örgüt olduğu iddia edilerek bu defa Erzurum Özel
Yetkili Savcılığı tarafından dinlenmeye ve izlenmeye başlandı, hedef
belliydi, bu tahkikatlar Cihaner'den alınacaktı.” s.495)

“Şimdi sıra Cihaner ve arkadaşlarına gelmişti. Onların yapacakları
o kadar abartılı şekilde anlatılıyordu ki hem cemaat
yonetiminin hem de Ankara'nın çok telaşlanmış olduğu anlaşılıyordu,
ne olursa olsun onların bertaraf edilmeleri gerekiyordu.
Bunun için ciddi delil bulmaya zaman yoktu, iddiaları gösteren her
şey kullanılmalıydı. Gölette lav, roket atar türü silahlar bulundu
(nedense hep bu türden silahlar bulunuyor, nereden geldiği, nereye
gittiği belli olacak seri numaralı silahlar aramalarda hiç
bulunmuyordu. Hâlbuki her örgüte önce tabanca-tüfek gerekir, lav
ve roket daha sonra gelir ama bizim Ergenekon ve benzeri yapılara
ait olduğu söylenen yerlerde yapılan araştırmalarda hiç tabanca-tüfek
gibi silahlar çıkmıyor). İşin tuhafı bu olay Jandarmaya veya
polise ihbar edilmemiş, bir polis ajanı görüp istihbarat birimine bilgi
vermişti. Bu makul değildir. Daha önemlisi böyle bir silah
bulunması olayı Erzincan savcılığının görev alanına girer,
Türkiye’nin her yerinde benzer olaylara o ilin savcısı el koyar.
Erzincan'da bulunan silahlara Erzurum Özel Yetkili
Savcısının el koyması, hatta olay yerine gelmesi bile benim için
konunun normal seyrinde ilerleyen bir olay olmadığını göstermesi
bakımından tek başına yeterlidir. Bu durum, ortada bir komplo
olduğunu tek başına göstermektedir. Ben bunca yıl görev yaptım,
özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren çok büyük olaylara
(Hizbullah'ın bir kamyon dolusu silahının yakalanması, Dev-Sol'a ait
bir araç dolusu silahın yurtdışından ülkeye sokulmaya çalışılması,
500 kilodan fazla uyuşturucu yakalanması, yurtdışına toplu olarak
gidip gelen örgüt mensuplarının yakalanması) şahit oldum, ama hiçbirinde özel yetkili savcıların olay yerine geldiğini görmedim…”.” (s.496)
“Ben savcı Cihaner'in dini cemaatler ve tarikatlar üzerine özel
olarak yönelmesini yanlış buluyorum. Eğer bu konuda görevini
kötüye kullanmış, aşırıya kaçmış ise bunun karşılığında bir ceza
almalı. Ayrıca polis mıntıkasında Jandarmayı kullanması da doğru
bir davranış değildi. Bunlara ilave olarak soruşturmaları doğrudan
kendisinin yapması uygun değildi, yardımcılarına vermeli, kendisi
çalışmaları yalnızca koordine etmeliydi. Başka illeri ilgilendiren
konuları o illere devretmeli, kendisi takip etmemeliydi. Belli ki başka
hataları da vardı. Ama tüm bu kabahatlerinin karşılığı asla bu
değildi. Cihaner'e yapılan, hukukun katledilmesidir; devletin,
adaletin tehlikeli bir mecraya yöneltilmesi, devletin ve hukukun bir
cemaatin zan ve tehlike anlayışına kurban edilmesi ve komploya,
iftiraya hizmet edilmesidir,,,,, Mahkemeler de bu doğrultuda karar verdi denebilir, ama şu kesin ki özel yetkili mahkemeler son beş-altı yıldır her tayinde yavaş
yavaş ve sistemli bir biçimde cemaatin kontrolüne geçmiş durumda,
tüm emareler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Yapılanların bir
soruşturmayla uzaktan yakından ilgisi yok, hukukla zaten hiç ilgisi
yok. Sistem cinnet geçiriyor. Cemaat, devlet kurumları arasındaki
diyalog eksikliğinden yararlanarak birbirleri aleyhindeki olumsuz
düşünce ve girişimleri çok abartılı olarak karşı tarafa aktarmak
suretiyle bu kurumlarda oluşan panik havasını kendi çıkarına
kullanıyor. Olaylar, alınan haberler ve belgeler akıl ve mantık
süzgecinden geçirilerek incelenmeden, birkaç kotu örneğe bakılarak
ve bu örnekler temelinde yorumlanarak bir felaket yaratılıyor..” (s.499)

_______BURADA YASAL OLMAYAN HUKUK DIŞI SORUŞTURMALARA KARŞI BAĞIMSIZ HAKİM VE YARGIÇLAR, ANAYASAYI KORUMAKLA GÖREVLİ HAKİMLER, CEMAAT VE ONUN DESTEKLEYİCİSİ DURUMUNDAKİ HÜKÜMET GÜÇLERİNE KARŞI GEREKLİ YASAL SORUŞTURMALARI YAPMAKTA İRADELERİNİ ORTAYA KOYABİLSELERDİ VE TAM OLARAK YASALARA UYGUN KARARLAR ALMIŞ OLSALARDI, CEMAATİN VE ONUN YANLIŞLARINI DESTEKLEYEN  İKTİDARIN YAPMIŞ OLDUĞU YANLIŞLARIN DA ÖNÜNE GEÇİLMİŞ OLUNURDU. BU BİRBİRİNİ DESTEKLEYEREK BÜYÜYEN İKİ GÜCÜN ÜLKENİN ANAYASASI İÇİNDE KALMALARI SAĞLANABİLİRDİ. BU DURUM GÖSTERMEKTEDİR Kİ DIŞTAN BAŞKA GÜÇLERİN DE UZAKTAN KONTROLÜ İLE BU İKİ GÜÇ DEVLETİN İÇİNDE GİDEREK GÜÇLENECEK, DEVLETİN TEMEL İLKELERİNE AYKIRI BİRÇOK KARARLAR ALINARAK UYGULANACAKTIR. BUGÜN ANAYASA MAHKEMESİ ÖNÜNE GELEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE İLGİLİ İPTAL DAVALARI DA TAM BİR BAĞIMSIZLIK İÇİNDE DEĞERLENDİRİLEREK YENİ YANLIŞLIKLARIN YAPILMASININ ÖNÜNE GEÇİLMİŞ OLUNACAKTI.


“İrtica ile Mücadele Eylem Planı (Ak Parti ve Fethullah Gülen
cemaatine kurulacak komplonun yer aldığı söylenen plan) ile ilgili
olarak Albay Dursun Çiçek’in, Erzincan'a gittiği, Konak Mazlum
Otelde kaldığı, ordu evinde savcı Cihaner ve başka kişilerle
görüştüğü iddia edildi. Üstelik Çiçek’i karşıladığını, kendi mekanına
geldiğini söyleyen gizli bir tanık bulunuyordu (tanık Albay Dursun
Çiçek için benim mekânıma geldi diyerek olayları ve ilişkileri kendi
eşrafının kültür ve davranışına benzeterek anlatmaktadır, böyle bir
göreve giden bir subayın esnafın işyerini ziyaret etmesinin absürt ve
uydurma olduğu bellidir). Oysa daha sonra otelde kalan kişinin
başka biri olduğu, ortada yalnızca bir isim benzerliğinin söz konusu
olduğu belirlendi. Bu durum da aslında tüm iddiaların ne kadar
dayanaksız olduğunu göstermektedir….Kimlik bildirme kanunu gereği tüm oteller müşterilerinin kimliklerini bilgisayara kayıt ederler, Emniyet bu kayıtlar üzerinde
her zaman sorgulama yapıp kimin nerede kaldığını tespit edebilir.
Albay Dursun Çiçek hakkında araştırma yapan Emniyet birimleri,
daha doğrusu Emniyetteki cemaat mensupları Dursun Çiçek’in
nerelerde kaldığını sorgulayınca Erzincan'da Konak Mazlum Otelde
kaldığını buldular (ama Dursun Çiçekleri karıştırdılar, çünkü otelde
kalan Dursun Çiçek adlı başka bir kişiydi). Bu bilgiyi gizlice kendi
kanallarından Erzurum'a bildirdiler..”(s.500)

_____CEMAATİN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU KOMPLOYU ŞAHİT VE KANITLARLA GÜÇLENDİREREK KAMUFLE ETMEK İÇİN AYNI AD VE SOYADI İLE BİRİNİ SÖZÜ EDİLEN OTELE GÖNDEREREK KAYIT YAPTIRIYORLAR. DEVLETİN GELENEKSEL TEMEL İLKELERİNİ KORUYAN YAPIYI GÜÇLENDİREREK KENDİSİNE YAPILAN SALDIRILARI ORTADAN KALDIRACAK HAREKET İLE KARŞI HAREKET ARASINDAKİ MÜCADELE CEMAATİN VE ONU VE BİRBİRİNİ KORUYAN İKTİDARDAKİ GÜÇLER VE EN ÖNEMLİSİ DIŞ DENETİM GÜÇLERİ ARASINDAKİ MÜCADELE, CEMAATİN VE İKTİDARDAKİ GÜÇLERİN BAŞARISI İLE SONUÇLANIYOR.  

“Ama şimdi bakıyoruz yalnızca bir ili değil, ülkenin tamamını
ilgilendiren, onlarca üst düzey devlet görevlisini, en kritik
görevlerdeki askeri veya sivil görevlileri gözaltına alma kararı
veriliyor ama il savcısının hatta özel yetkili mahkemenin savcı
vekilinin bile bundan haberi olmuyor, üstelik İstanbul'da olduğu
gibi il savcısının önceden savcı vekillerinin veya kendisinin haberi
olmadan bu tür işlemlerin yapılmaması yönündeki talimatına
rağmen. Bu durumu nasıl yorumlayacağız? Savcının görevi kamu
adına soruşturma yürütmek ise soruşturma yürütme yetkisi il
savcısına ait, neden il savcısına veya o mahkemenin savcı vekiline
bilgi verilmiyor, üst savcıların bilgisi olmamasına rağmen birilerinin
haberi oluyor, hatta yeni dalga bir operasyonun geleceğini cemaate
yakın gazeteciler ve internet siteleri biliyor”.(s.503)

“Diğer yandan yapanın her yaptığı yanına kar kalıyor. Bazı
ihbarcılar hiç araştırılmıyor, normalde tek bir kişide bulunması
İmkansız, en az on kişilik bir ekibin birkaç ayda toplayacağı bilgileri
içeren isimsiz, imzasız ihbar mektupları insanların suçlanması için
kullanılıyor. Belli amaçlar için yazıldığı ortada olan ihbarlar kötü
niyetlilerin silahına dönüşüyor. Kesin deliller üstüne kurulan
hukuk sistemimiz imzasız, kimliksiz, kasıtlı amaçlar için yazıldığı
belli olan ihbar mektuplar ile kim oldukları belli olmayan,
söylediklerini her gün değiştiren, çoğu bulunup getirildiğinde yalan
söylediği anlaşılan gizili tanıkların hayatın olağan akışına uygun
olmayan beyanlarına emanet edilmiş durumdadır. Ergenekon
davasının baş sanıklarından Ümit Sayın, bir süre sonra gizili tanık
olarak karşımıza çıkıyor. (s.504)

________BU KARMAŞIK, TUTARSIZ VE DENGESİZ HAREKET VE KARARLARLA DEVLET YÖNETİMİNİN ORTAYA ÇIKMASI DA YASALARA GÖRE DEVLETİN YÖNETİLMESİNİ ORTADAN KALDIRAN GÜÇLERİN KENDİ DENETİM VE YÖNETİMLERİNİ KURDUKLARINI GÖSTERİYOR.
NATO'NUN SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ İÇİNDE ÜYE ÜLKELER İÇİNDE KURMUŞ OLDUĞU VE YASADIŞI EYLEMLERİ KENDİ AMAÇLARI İÇİN BİR ANLAYIŞ BİÇİMİ KABUL ETMİŞ OLAN GLADYO YAPILANMASINA BENZER, DEVLET İÇİNDE BİR ÖRGÜTLENMEYE KARŞI CEMAATİN SAVAŞTIĞI GÖRÜNÜYORSA DA,  BU SAVAŞI YÜRÜTEN CEMAAT VE İKTİDAR AYNI ZAMANDA AYNI YÖNTEMLERİN ÇOK ÇOK ÜSTÜNDE, DEVLETİN, İŞLEYİŞ YAPISINI VE BAĞIMSIZLIĞINI ORTADAN KALDIRACAK YÖNTEMLERLE HAREKET ETMEKTEDİR.
CEMAATİN SOĞUK SAVAŞIN BİTMİŞ OLDUĞU, DEVLETLERİN İÇİNDE GLADYO ÖRGÜTLENMELERİNİN GEREKSİZ KALDIĞI BU DÖNEM İÇİNDE GLADYO BENZERİ ÖRGÜTLENMELERİN SÜRMESİ VE CEMAATİN DE BU ÖRGÜTLENMEYE KARŞI MÜCADELE MİSYONU İLE DEVLET İÇİNDE  ORTAYA ÇIKMASI RASLANTI OLAMAZ. BURADA GEÇMİŞTE YAPILAN YASA DIŞI EYLEMLERLE HESAPLAŞMAK NE KADAR DOĞRU OLSA DA GEÇMİŞTEKİ YASA DIŞI UYGULAMALARLA HAREKET ETMEK O KADAR YANLIŞTIR. DEVLETTE VE TOPLUMDA BÜYÜK AYRIŞMALARA NEDEN OLAN BU EYLEMLER YABANCI GÜÇLERİN KONTROL VE ÇIKARLARINA HİZMET ETMEKTEDİR.

“Şu çok açık ve net: Bir örgüt, cemaat adalete sızmış, kendi
kurallarını uyguluyor, kendi operasyonlarını yapıyor. Ortada hukuk
yok, kimsenin numara yapmasının, bilmiyoruz demesinin manası
yok. Bütün avukatlar, gazeteciler, polisler verilecek kararların ne
olacağını merak dahi etmiyor zira kararı net olarak davaya hangi
savcı ya da hakimin baktığı belirliyor; Herkes bu durumun farkında
ama hala kralın ne kadar güzel bir elbisesi var diyoruz. Tarafsız hâkim ve savcılar hukuka göre davranırken, cemaat
taraftarları örgütlü ve hukuka göre değil, cemaatin talimatına göre
davranıyor. Cemaatin istemediği kişiler serbest bırakılınca bu defa
cemaatin etkilediği medya o savcı ve hakimi topa tutuyor, haksız
itham ve suçlamalar, linç kampanyaları ile hakim ve savcılar taciz
ediliyor, çalıştırılamaz hale getiriliyor. Cemaatin tutuklanmasını
istediği kişiler tutuklanınca bu kez bu savcı ve hakimlere övgüler
yağdırılıyor. Hukuk sistemindeki tarafsız hâkim ve savcılar
korumasız, desteksiz ve zor durumda bırakılmıştır. Görülmekte olan
bir dava hakkında TBMM'de bile görüşme yapılamaz şeklindeki
Anayasanın, hâkimleri koruyan maddeleri neden işetilmiyor? Kurumlar ve kişiler
hatalı davranırsa hukuk onların yanlışlığını bulur ve düzeltir ama
adalet bozulursa onu kim düzeltecek? Türkiye’de adalet çürüyor,
gerçi zaten çürümüştü ama bu defa yok ediliyor. Bu durumdan
herkes, en fazla da bugün bu duruma yol açanlar zarar görecek.
Böyle giderse iş adaletten çıkacak ve insanlar silaha sarılacak.”s.505

“Polis teşkilatı eskiden birbirini korur, kollar, birbiri aleyhine
şahitlik yapmazdı…..Her olayda
delil ararız ama polisin karıştığı bir olayda daha ciddi, daha
inandırıcı deliller bulmadan o polisi şüpheli yapmayız. Rüşvet
alırken, suçüstü, fotoğraf ya da video görüntüleriyle yakalamamıza
rağmen teşkilat içerisinde tahkikatın hissettirilmeden yapılması arzu
edilir, keşke daha az ceza alsalar, görevden uzaklaştırılmasalar
şeklinde umut edilirdi. Bu, zorlu görevlerde beraber çalışmanın
verdiği dayanışma ve yakınlaşma duygularıdır. Oysa şimdi işler değişti. Bir grup polis kritik noktaları ele geçirmiş, diğerlerine suç isnadını da aşan resmen iftira atmaktan
geri durmuyor. İşlenmiş bir suçu aydınlatmak gibi bir
amacları yok, tahkikat sırasında dinleme ve izleme yaparken temiz
ve dürüst olduklarını bildikleri, birlikte çalıştıkları kişilere iftira
ediyorlar…..Ben aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik bir
gruba ya da bir cemaate bağlandın mı, kişisel irade ve
özgürlüğünü kaybedip o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim
ediyorsun. Yanlış ya da doğru diye bir şey kalmıyor, grubun
amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor… Şunu artık
bilmeliyiz ki karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir
ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş
örgüt mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz.. Bu polisler, savcılar,
hakimler yasalara, kendi görevlerinin gereklerine göre değil,
cemaatin isteğine göre davranıyorlar. İlerde aynı benzer davranışları her meslekte göreceğiz, hukukçu olup hukuka aykırı olarak
toplanan delilleri, her türlü kısıtlayıcı tedbirleri ve tutuklamaları
savunan, belgeleri değiştiren, sahte rapor veren uzmanlar ortaya
çıkacak.” s.506-7

“İkinci olay Şemdinli İddianamesiydi. Aslında Şemdinli'de çok
vahim bir olay gerçekleşmişti, sanki Susurluk yeniden
canlandırılıyordu. İki astsubay ve bir itirafçı ilçede PKK taraftarı
olarak bildikleri bir kitapçı dükkanına el bombası atmış ve olaydan
sonra kızgın halk tarafından suçüstü yakalanmışlardı. Yakalan
astsubaylar ve bir itirafçı ile bu kişileri bu işe gönderen üstlerindeki
subaylar, hatta alay komutanına kadar pek çok kişiyi hukuken
sorumlu tutacak deliller bulunuyordu. Fakat savcı Van'da bulunan
Asayiş Kolordu Komutanını ve zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı sanık olarak iddianameye yazdı. Bu iki
komutanın belki daha büyük sucları vardır, ama bu olayla
alakalarını gösteren hiçbir delil yoktu. Geçmişte Diyarbakır'daki
bazı askeri faaliyetlerde mağdur olmuş bir kişinin kendi yorumunu
içeren ve söylediği şeyin ihtimal dahilinde olduğu yönündeki
beyanına dayanılarak zanlı yapılmışlardı, akılla ve mantıkla, hele hukuken izah edilebilecek bir şey değildi. Olayın teferruatı
bilinmediğinden, geçmişte askerlerin hukuk dışı davranış ve
uygulamaları ve bunları gösteren deliller olmasına rağmen hukukun
askerlere karşı çalıştırılmadığından bu olay, bu kez dürüst bir savcı
çıkıp gereğini yaptı ama askerin baskısı ile Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu haksız bir işlem başlatarak savcıyı meslekten ihraç
etti şeklinde yorumlanıyordu. Oysa şimdi iddianameyi tekrar
incelediğimizde, olup bitene baktığımızda aslında meslekten ihraç
etmekle kalınmaması, savcının cemaatle bağlantısı ve kimlerden yardım aldığı araştırılarak hakkında ceza soruşturması açılması
gerektiğini düşünüyorum.” s.508)
“Aslında tehlike sinyalleri o gün verilmişti. Birileri polis ve özel
yetkili hakim ve savcılar içerisinde örgütlenmek suretiyle istemediği kişilere karşı adli sistemi kullanarak operasyon yapacak
hale gelmiş, en güçlü olduğu Van'da operasyona başlamış ve
Şemdinli'de çıkan bir fırsatı değerlendirip hemen operasyona
dönüştürmüştü. Sistemin koruyucuları bu durumu fark
edememişti. Sonrasında bugün de hala devam eden ama ne kadarı
haklı ne kadarında cemaatin suni müdahalesi olduğu tam
bilinmeyen sıralı operasyonlar başladı. Bulunan esrarengiz deliller, özellikle her kazıda el bombası ve roket atar bulunması dikkat çekici. Dünyadaki bilinen örgütlerin
hepsi öncelikle tabanca ve tüfek, az miktarda da roket ve el
bombası bulundurur ama nedense bizde her kazıda el bombası ve
roket atarlar bulunuyor…. Ergenekon, Balyoz vs. adlarla anılan operasyonların hazırlanış biçimi ve uygulanışı bazı suni katkıların olduğu gerçeğini gösteriyor.
Ergenekon veya benzeri davaların tüm belgelerinin cemaat
tarafından daha önceden temin ediliyor, hukuki bir nitelik
kazanması için kasıtlı olarak çeşitli gazeteciler üzerinden servis
edilip yayınlatılarak savcılara ulaştırılıyor. Hatta bana göre buna
karar veren cemaat yapısı önce bu planı bazı savcı ve polislerle
birlikte hazırlıyor, onların tavsiyesi ile dokümanlar basına veriliyor..”(s.510-11)

______ SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE NATO ÜYESİ ÜLKELERDE KOMÜNİZM TEHLİKESİNE KARŞI AŞIRI MİLLİYETÇİ-DİNCİ TOPLUM KESİMLERİ YASA DIŞI UYGULAMALARLA KULLANILMIŞTIR. BU UNSURLAR ARACILIĞI İLE BASKI VE ŞİDDET, TERÖR OLAYLARI ORTAYA ÇIKARILMIŞ SİYASAL OLAYLARA YÖN VERİLMEK İSTENMİŞTİR. SİYASAL İKTİDARLARIN AŞIRI SOL İDEOLOJİLERDEN UZAK TUTULMASINA ÇALIŞILMIŞ BUNUN İÇİN ASKER, POLİS, İŞADAMLARI…VB ARASINDA GİZLİ ÖRGÜTLENMELERE GİDİLMİŞTİR. BU ÖRGÜTLENMELERİN TİPİK BİR ÖRNEĞİ “SUSURLUK OLAYI” İLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ SONA ERDİKTEN SONRA, 1990 YILLARDA TÜRKİYE’DE, VARLIĞINI HALA SÜRDÜREN BU ÖRGÜTLENMELERLE HESAPLAŞMA VE GEREKSİZ KALAN VARLIKLARINI ORTADAN KALDIRMA YÖNÜNDE “SUSURLUK OLAYI”, TOPLUM ÖNÜNE “DIŞ KONTROL GÜÇLERİ” TARAFINDAN SERGİLENMİŞTİR.  İTALYA’DA GLADYO BENZERİ BİR ÖRGÜT OLARAK GÖRÜLEN ERGENEKON ÖRGÜTLENMESİ ADI ALTINDA GEÇMİŞ İLE HESAPLAŞMA BİÇİMİNDE ASKERİ VE GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE BİR TEMİZLİK VE YENİ AMAÇLAR DOĞRULTUSUNDA KONTROL SAĞLAMAK İÇİN “CEMAAT ELİ İLE” BİR EYLEMLER DİZİSİ BAŞLATILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. BU AMAÇLA, UZUN YILLARDAN BERİ DEVLETİN YİNE KENDİ ELİ İLE KOMÜNİST İDEOLOJİYE KARŞI SAVAŞ OLARAK DEVLET İÇİNDE  KADROLAŞMASINA DESTEK VERDİĞİ DİNCİ BİR ÖRGÜT OLAN “CEMAAT” YAPILANMASI KULLANILMIŞTIR. CEMAATE, KENDİ DÜNYA GÖRÜŞÜNE ÇOK YAKIN GEÇMİŞTEKİ İKTİDARLAR VE İCRAATTAKİ İKTİDAR BÜYÜK BİR DESTEK VERMİŞTİR. SOL DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİP OLAN AYDINLAR VE TOPLUM KESİMLERİ DE GEÇMİŞTE YASADIŞI UYGULAMALARI İLE KENDİLERİNE BÜYÜK BASKILAR YAPMIŞ OLAN BU MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKAR ÖRGÜTLENMEYE KARŞI YİNE YASA DIŞI OLARAK YAPILAN MÜCADELEDE KISMEN TEPKİ GÖSTEREREK, KISMEN DUYARSIZ KALARAK, KISMEN DE DOĞRUDAN DESTEK VERMİŞTİR. ASLINDA CEMAAT TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN BU EYLEMLERİN, SİYASAL VE EKONOMİK ÇIKARLARINA UYGUN OLARAK DIŞ GÜÇLERİN BÜYÜK PROJELERİ OLDUĞU AÇIKTIR. (YEŞİL KUŞAK PROJESİ, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
CEMAAT ELİ İLE ERGENEKON ADI ALTINDA SİLAHLI KUVVETLER VE GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDE YAPILAN “KUMPASLARLA” BÜYÜK TEMİZLİK VE KONTROL AŞAMASININ SONUNA GELİNİRKEN, GLADYO ÖRGÜTÜNÜN TASFİYESİNDE OLDUĞU GİBİ 15-27 ARALIK 2014 OLAYLARI İLE SİYASETÇİ VE İŞ ADAMLARI AYAĞINA GELİNDİĞİNDE İKTİDAR VE İKTİDARIN DESTEKÇİSİ İŞ ADAMLARININ SAHİP OLDUĞU GÜCÜN KARŞISINDA CEMAAT ZAYIF KALMIŞTIR. ÇÜNKÜ İKTİDAR DEVLETİN TÜM GÜÇ VE OLANAKLARINI ELİNDE BULUNDURMAKTADIR. DEVLETİN TÜM GÜÇ VE OLANAKLARINI İYİ KULLANAN İKTİDAR VE DESTEKÇİLERİ KARŞISINDA CEMAAT GİDEREK ZAYIFLARKEN ERGENEKON HAREKETİ DE 15 TEMMUZ 2016 DARBESİ İLE SONA ERMİŞTİR.
15 TEMMUZ 2016 TARİHİNDE BAZI ASKERİ PERSONEL VE KUVVETLERCE DESTEKLENEN DARBE GİRİŞİMİ ORDU VE GÜVENLİK GÜÇLERİ İÇİNDEKİ CEMAATİN UZUN YILLAR SÜREN KADROLAŞMASINI DA APAÇIK ORTAYA ÇIKARMIŞ, YASAL OLARAK GÖRÜNÜMÜ DIŞINDA YASADIŞI BİR ÖRGÜT OLARAK DEŞİFRE OLMUŞTUR.
 BU CEMAAT-DEVLET-HÜKÜMET ÇATIŞMASININ İÇİNDE, BU ÇATIŞMANIN ORTAYA ÇIKMASINA ANA NEDEN OLAN DIŞKONTROL GÜÇLER AYAĞINDA CEMAAT VE TARAFTARLARINI ABD VE MÜTTEFİK OLDUĞU BATILI ÜLKELERİN, AK PARTİ HÜKÜMETİ, ERGENEKON MAĞDURLARI VE TARAFTARLARININ SOVYET RUSYA TARAFINDAN DESTEKLENMİŞ OLDUĞU BİR GİZLİ GÜÇLER SAVAŞI OLARAK DÜŞÜNEBİLİZ.


“Ergenekon örgütünün bilinenden çok daha fazla mensubu olabilir, bugün
yargılanan kişiler bilinenden daha üst ve farklı konumda da
bulunabilirler ancak bugün bu örgütle ilgili özellikle diğer terör
örgütlerini yönettiği ve Türkiye’de bilinen bazı olayları bu örgütün
gerçekleştirdiği ile ilgili iddialar o kadar zorlama, deliller o kadar
muğlak ki, bu delillerle suçlama yapılıp yapılmayacağı ciddi
anlamda tartışmalı bir konu haline gelmektedir. Ergenekon davasında ortaya konan iki konu çok kesin ve net olarak yanlış ve mantıksızdır:
PKK, Dev-Sol, Hizbullah gibi örgütleri Ergenekonun yönettiği
iddiası yanlıştır. Böyle bir şeyin gerçek olamayacağını aklı ve mantığı
olan herkese ben iki kere iki dört eder kesinliğinde ispatlayabilirim……
Hizbullah örgütünün…. binlerce militanın
beyanlarına rağmen nerede ve nasıl bulunduğu bile akla uygun
olmayan, ne anlama geldiği anlaşılmayan bir iki yazılı nota
dayanarak bu örgütü Ergenekon veya başka birilerinin yönettiğini
iddia etmek akılcı değildir. PKK'nın yurtiçi ve yurtdışındaki bilinen eylemleri, militanları, faaliyetleri ve alenileşmiş örgüt dokümanları ile basına bile demeç
veren yöneticilerine rağmen PKK Kongre-Gel örgütünü Ergenekon
veya benzeri bir yapının idare ettiğini söylemek akıl dışıdır.”(s.514)

“Savcının iddiaları arasında (yine gizli tanığın beyanına dayanılarak)
ülkücülerin ellerindeki silahlarla Dev-Solun elindekilerin
seri numaralarının birbirini takip ettiği belirtilmektedir. "Silahlar
aynı kaynaktan geliyordu. Bir gün randevular karışmış, Paşa Güven
ile Çatlı karşılaşacaklar diye büyük panik olmuş. Çatlı ile Karataş
yüz yüze görüşüyordu, B.'nin uyuşturucuları Karataş'ın aracılığıyla
Fransa'ya satıldı." deniyor. Ülkücülerin ve Dev-Sol'un adının
duyulduğu tarihten bu yana olaylarda kullanılan ve yakalanan tüm
silahlarının markası, modeli, cinsi, seri numarası devlet arşivinde
mevcuttur. Ülkücülerin, Dev-Solun veya başka sol, sağ ya da bölücü
hiçbir grubun silahlarının seri numaralarının birbirini takip ettiğini,
hatta aynı marka olduğunu duymadım, olması da imkansızdır. .”(s.517)

______ÜLKÜCÜLER ARACILIĞI İLE SOL İDEOLOJİYE SAHİP KİŞİ VE ÖRGÜTLERİ, SİYASAL HAREKETLERİ BASTIRMA,  ORTADAN KALDIRMA,  YASA DIŞI OLSA DA, SOĞUK SAVAŞ ORTAMINDA, BATI BLOKUNDAKİ ÜLKELERİN DEVLETLERİ TARAFINDAN DESTEKLENMİŞTİR VE BU DURUM BÜTÜN NATO ÜLKELERİNDE BİLİNEN BİR HAREKETTİR. YAZARIN ÜLKEMİZDE DE DEVLETİN SAĞ VE SOL GÖRÜŞLERDEKİ GRUPLARI BİRBİRİ ÜZERİNE SALDIRTTIĞI DEDİĞİ BU GENEL GERÇEKTİR.

“Ergenekon örgütünün varlığı konusunda yazılı belge, dokuman,
örgütsel faaliyet sayılabilecek bazı ilişkiler varsa da eylemleri
konusunda hiçbir ciddi emare yoktur. Zorlamalarla
birçok olay ve eylem Ergenekon örgütüne mal edilmek istenmektedir.
Hizbullah, PKK, Dev-Sol gibi tüm örgütleri Ergenekon
örgütünün yönettiğinin iddia edilmesi ne kadar akıldışıysa, aynı
şekilde geçmişte olmuş bazı olay ve eylemleri de hiçbir ciddi delile
dayandırmadan Ergenekon örgütü tarafından yapılmıştır demek
akılla ve mantıkla izahı olmayacak bir durumdur. Ergenekon
örgütünün eylemleri olarak söylenebilecek hiçbir şey yoktur, çünkü
Türkiye’deki faili meçhul olayların Ergenekon veya başka örgütlerle
irtibatını gösterecek delil ve emareler bulunmamaktadır….“Muzaffer Tekin
olmak üzere bazı Ergenekon sanıkları Danıştay Olayından çok önce
eskiden beri polis tarafından dinlenip izleniyordu, eğer bağlantı olsa
bu dinlemeler ortaya konulurdu….KOM Daire Başkanı olduğum 2003 ila
2005 yılları arasında bu olayı aydınlatmak icin Alman polisi ile
birlikte uzun sureli bir çalışma yürütmüştük. Bu çalışma sırasında
anımsadığım kadarı ile Ertuğrul Yılmaz’ın yakınlarından (Ayhan
Parlak dahil) bazıları şüpheliydi ve bu nedenle Doğuş Faktoring,
Doğuş Sigorta gibi Yılmazın şirketlerini mahkeme kararı ile uzun
süre dinlemiştik. Şimdi ortaya çıkmakta ki Ergenekon sanığı
Muzaffer Tekin, Ertuğrul Yılmaz'm yakın arkadaşı ve Doğuş Faktoring
gibi bir şirkette maaşlı olarak çalışıyor, hatta şirket ortağı gibi sürekli burada kalıyor ve görüşmelerini buradan yürütüyor. Hatta Danıştay sanığı Alparslan
Arslan ile de burada görüşmüşler. Böyle bir irtibat ve ilişki varsa, o
dönemde yapılan operasyonda, dinleme ve takiplerde de bu ilişkileri
gösterir bilgilerin olması gerekirdi. Bu operasyonun evrakları, izleme
ve dinleme bilgileri, mahkeme dosyalarında ve KOM Daire
Başkanlığında hala mevcuttur.
.” (s.519)

________DANIŞTAY 2. DAİRESİNE GERCEKLEŞTİRİLEN SİLAHLI SALDIRI, CUMHURİYET GAZETESİNE BOMBA ATILMASI, HRANK DİNK CİNAYETİ, DİYARBAKIR'DAKİ KİTAPEVİ BASKINI, CEMAATİN ERGENEKON ÖRGÜTLENMESİNİ, ERGENEKONUN MİLLİYETÇİ ASKER VE İŞADAMLARINI  ORTADAN KALDIRMAK İÇİN DELİLLERDİRMA ÇABALARI OLABİLİR.
“Olayın faili Samsun'da yakalandığında
yaşananlar iki iddiamı ispatlamaktadır. Birincisi, fail Ogün Samast
yakalandığında güvenlik kuvvetlerinin ona "iyi ki yapmışsın, eline
sağlık," der gibi yaklaşmaları, bir kahraman gibi beraber fotoğraf
çektirmeleri failin içinde bulunduğu ortamın ve
anlayışın onu, hain olarak gördüğü bir kişiyi öldürme yönünde
teşvik ettiğini göstermektedir. İkincisi ise olayda kullandığı silah ve
olay anında başında olan beyaz bere yakalandığı zaman cebindeydi
ve yanında hiç parası yoktu. Otobüs arıza yapsa aç kalacak kadar
parasızdı. Bütün bunlar olayın göründüğü gibi olduğu, arkasında
hiçbir planlayıcının olmadığını göstermektedir…..
Geçmişte Türkiye’de meydana gelen pek çok olayın (Malatyada’ki
Zirve Yayınevi Katliamı, Rahip Santoro Cinayeti) Ergenekon örgütü
tarafından gerçekleştirildiği iddia edilerek epey bir süredir uydurma
tanık vs. aranmaya başlandığı net olarak görülüyor. Amacın olayları
aydınlatmak değil, Ergenekon la irtibatlandırmak olduğu açıkça
ortadadır.”(s.520-21)

“Kozmik odalarda birkaç gün süren aramalar yapıldı. Askeri
karargahlar, MİT Bolge Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı ile başka
makamlar ve lojmanlar arandı. Elbette bir suç şüphesi var
olduğunda arama yapılmalıdır ama burada hangi şüphe ve delil
vardı, hangi iddialar üzerine buralar arandı?
Şimdi ben açıkça adres veriyorum, hukuksuz dinleme ve izlemeler
var, bunları imzamı havi dilekçemde belirttim. Yasalar da bu
türden dinlemelerin denetlenmesini emrediyor. İstihbarat
dinlemelerinin her kurumun amirleri ve müfettişleri tarafından
denetlenmesi gerektiği açıkça belirtiliyor. Peki, İstihbarat Daire
Başkanlığının dinleme sistemleri ve evrakları neden denetlenmiyor;
istihbarat kayıtları, TİB kayıtları, mahkemelerin bu konudaki
kararlan karşılaştırılarak kim hukuksuz olarak dinleme yapıyor diye
neden araştırma ve soruşturma başlatılmıyor?” s.520-21)

______İKTiDAR SAHİBİ OLAN SİYASETÇİ, BÜROKRAT VE İŞADAMLARI KENDİLERİNE ZARAR VERMEDİĞİ TERSİNE KENDİ ÇIKARLARINA, İKTİDARLARINA HİZMET ETTİĞİ, MAKAM VE İKTİDARLARINI SAĞLAMLAŞTIRDIĞI SÜRE İÇİNDE CEMAATİN HER TÜRLÜ YASA DIŞI HAREKETLERİNE SESSİZ KALIYORLAR VE HATTA DESTEK VERİYORLAR. TA Kİ CEMAATİN GLADYO BENZERİ HAREKETİ KENDİ SUÇLARINA YÖNELİNCEYE KADAR.

“Tüm basın asker ve polis arasındaki çekişmeden, polisin askere
karşı operasyon yaptığından bahsetmesine rağmen Ankara'da
toplanan emniyet müdürlerinin gündeminde bu konu yoktu, hiç
kimse bir şey anlatmıyordu. Eğer bu tahkikatları Emniyet yapıyorsa,
Emniyeti ülke genelinde İlişleri Bakanının emir ve direktifleri altında
Emniyet Genel Müdürlüğü yönetiyorsa bu olaylarla ilgili söyleyecek
çok şeyleri olmalıydı, ama tek kelime etmiyorlardı.
İçişleri Bakanının olduğu bir ortamda konuşmak isteyen her il
emniyet müdürüne soz verildiği sırada söz alarak bakana, "Tüm
basın olup bitenleri yazıyor. Ergenekon örgütüne yönelik
operasyonlar yapılıyor, polis askere karşı operasyon gerçekleştiriyor,
bunca olay meydana geliyor ama hiç kimse bize bilgi vermiyor.
Ergenekon operasyonları, olup bitenler ve ortaya atılan iddialar
hakkında bize bilgi verilsin." dedim Bakan öğleden sonra Genel
Müdürün konu hakkında bilgi vereceğini söyledi fakat öğleden
sonra hiç kimse bir şey anlatmadı. Ellerinde anlatacakları bir şey
yoksa demek ki bunları Genel Müdürlük yapmıyordu. Bu daha da
vahim bir duruma işaret ediyordu. O halde bu teşkilatı kim
yönetiyordu? Bu büyük ve önemli bir soru idi. Daha önemlisi de
ortada görünen yöneticilerin bu duruma nasıl ve neden müsaade
ettiğiydi. Bu kamu gücünü kimler gasp etmiş kullanıyor, gücün
sahibi olması gerekenler ellerindeki gücün gaspına neden ses
çıkarmıyordu?” (s.523)


____ORTADA GLADYO BENZERİ YASA DIŞI YAPILANMANIN OLDUĞU DÜŞÜNCESİ, ASKERİN İKTİDARDAKİ HÜKÜMETLERE MÜDAHALESİNİN ORDUDA DİKTA GÜÇLERİNİN OLDUĞU SANISI, CEMAATİN GÜVENLİK GÜÇLERİ VE YARGI ARACILIĞI İLE YAPTIRMIŞ OLDUĞU TÜM YASA DIŞI SUÇLAMA VE KARARLARA KARŞI HİÇ KİMSENİN KARŞI GELMEMESİNE NEDEN OLACAK BİR ORTAM OLUŞTURUYOR. BU ORTAMI OLUŞTURAN DIŞ DENETİM GÜÇLERİ İKTİDARI DESTEKLEYEREK YANLARINA ALIYOR. BU GÜÇ BİRLİĞİ OLUŞMUŞ OLAN TOPLUMSAL RUHUN KOŞULLARI, YARGI GÜÇLERİNİN PSİKOLOJİK KARARSIZLIĞI, TÜM ADALET SİSTEMİNİN DIŞARIDAN DENETİMİNE NEDEN OLUYOR.

“Cemaatin, İstihbarat Dairesindeki teknik personelinin bir süre
önce yurtdışına giderek gizli ses ve görüntü kayıt eden çok miktarda
saat, kalem görünümünde teknik cihazlar aldığı, küçük dinleme
sistemleri alıp askeri ve belli kurumlardaki adamlarına verdiği, bu
yöntemle her yerde ortam dinlemesi, gizli kayıtlar yaparak bilgi
topladığını duymuştum. Bugün sık sık kaynağı belirsiz şekilde
internete düşen bu ses ve görüntülerin kaynağı çoğunlukla bu tür
bilgilerdir. İstihbarat Daire Başkanlığında arama yapılsa, demirbaşa
kayıtlı olmayan cemaatin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri
bulunacağından hiç tereddüdüm yoktur.”( s.526)

“EMASYA planları, Emniyet ve Jandarmanın mevcut gücüyle
önlenmeyen büyük toplumsal olaylar meydana geldiğinde Vali veya
İçişleri Bakanının askeri birliklerden yardım isteme ihtimaline
binaen askeri birliklerin önceden yaptığı hazırlık planlarıdır. Olması
muhtemel olaylar nelerdir, neler olabilir, tehdit ya da tehlike nedir,
hangi gruplar tarafından nerede ve ne büyüklükte nasıl olaylar
yaratılmak istenir, bu olayları bastırmak için ne kadar kuvvete
ihtiyaç vardır, mevcut polis ve jandarmanın kapasitesi ve imkanları
nelerdir? Tüm bu sorular veri kabul edilerek EMASYA planı yapılır….
polis, jandarma, MİT ve
istihbarat birimlerinden alacakları bilgilerle muhtemel olayları ve
tehlikeleri belirleyip askeri birliklere planlama safhasında veya belli
dönemlerde bilgi vermesidir. Ancak onlar böyle bir çalışma
yapmadığı için askerler beklenen tehlikenin ne olacağını, hangi
gruplar tarafından gerçekleştirileceğini kendisi belirliyor, hatta yasal
toplumsal faaliyetleri, bazı grupların sıradan demokratik taleplerini
bile müdahale gerektirecek bir durum olarak değerlendiriyor.
Toplumsal ve siyasal hareketleri devlet ve rejim için bir tehdit ve
tehlike olarak tanımlıyor, hatta mevcut hükümetin tabanını bile
tehlike olarak görüyor. Geçmişte sol grupları ve milliyetçi unsurları
tehdit olarak algılarken, bugünse irtica adı altında tüm dini grup,
cemaat ve tarikatları tehlikenin odağına yerleştiriyor. Daha sonra da
bu gruplarla organik bağı olan herkesi bu tehdidin bir parçası haline
getiriyor. Sonuç olarak buradaki sorun, sivil yönetimin askerden yardım
isteyeceği durumları istihbarat unsurlarıyla birlikte belirlemesi
gerekirken askerin bizzat kendisinin tehdidi değerlendirmesidir. S.528

“Bunun sonucunda ordunun geçmişteki uygulamaları, yaşanan
müdahaleler, sıkıyönetimler ortaya çıkmıştır. Askerler de bu tür
müdahaleleri gerçekleştirmeye kendilerini yetkili görüyorlar. Dolayısıyla
temel sorun, Türkiye’deki bu askeri zihniyettir.
Tabii bu zihniyet ve planın sonucu olarak eğer tehdit olarak bazı
ideolojik gruplar belirlenirse bu gruplara karşı alınacak uzun vadeli
tedbirler de plana yansıyor. Geçmişte sol ve komünist Örgütler
hedefteyken, şimdi bölücülük ve irtica hedef kabul ediliyor. Bu
unsurlara karşı önleme faaliyetleri, bu gruplar içindeki fraksiyonlar,
gruplara destek verenler, gelir kaynakları, sahip oldukları medya
organları ve ekonomik kuruluşlar belirleniyor ve bunları önlemek
için imha operasyonlarından psikolojik harekata kadar her türlü
uygulama EMASYA’nın veya ordunun diğer plan, program ve
dokümanlarına giriyor.
EMASYA planları genellikle askeri karargah subayları, birliklerin
komutan ve kurmay başkanları, s1 ve s2 olarak adlandırılan
istihbarat subayları, emniyetin terör, istihbarat ve diğer birimlerinin
müdürleri, jandarma subayları, MİT temsilcileri tarafından birlikte
hazırlanır. Sonra askeri birliklerce tanzim edilerek valilikler
üzerinden, Emniyet ve Jandarma birimlerine suretleri verilir, her yıl
bir defa tatbikat yapılır. Gizli ama legal ve devlet sistematiği
içerisinde arşivlenen belgelerdir.”
“Askerler özellikle birlik komutanları ve kurmay subaylar belli
aralıklarla toplanıp olabilecek her türlü ihtimali hesap ederek ülke
savunmasına yönelik hazırlık planları oluştururlar” (s.529)

“Uzun süreden beri asker içerisindeki Fethullah Gülen cemaati
mensupları ordu içindeki her türlü gruplaşma, antidemokratik
çalışmalar, yolsuzluk olayları ile ilgili olanlar başta, olmak üzere her türlü dokümanı alıp biriktiriyor. Bu belgelerin dışarı çıkarılıp belli
sorumluların denetiminde güvenli yerlerde saklandığı biliniyor, hatta
tahmin edilenden daha fazla askeri evrak dışarıda arşivlenmiş
durumdadır. Balyoz Darbe Planı denen planla ilgili evraklar da
yukarıda, belirtilen bu üç tip toplantının evrakları karıştırılarak
oluşturulmuş, hatta bir iki ilave belge de eklenerek karma bir evrak
çuvalı yapılarak bir gazetecinin önüne atılmıştır. İnsanların kafası
karışıyor, yüz kişi bir odada toplanıp darbe konuşur mu? Eskiden
bu çalışmalar bu kadar gizli saklı yapılırken, şimdi neden ses ve
görüntü kaydı tutulan toplantılarda bu çalışmalar gerçekleştiriliyor?
Evet, kayıt tutulan toplantılar darbe planları değil savaş oyunlarıdır.”(s.531)

“Şu açık olarak görülmektedir ki özellikle ordu başta olmak
üzere her kurumun bünyesindeki gizli oluşum (cuntalar, ihtilal
hazırlığı toplantıları, anti demokratik tertipler) içinde cemaatin
casusları vardır. Bu açıdan herkes bu tür yöntemlerden vazgeçmeli,
bu işlerden uzak durmalıdır. Bu casuslar buralarda edindikleri her
bilgiyi ve dokümanı taşıyorlar. Bu belgelerin kullanılmasını hukuki
hale getirmek için cemaat elemanları tarafından bir yerlere konulup
aramalarda bulunduğu süsü verildiğine dair çok ciddi emareler
vardır. Kimi zaman da casuslar bilgiyi getirmelerine rağmen ellerinde
bunu kanıtlayacak bir belge olmuyor. Bu durumda da amaca
yönelik belge üretiliyor. Bazen de ele gecen belgeleri casuslar yanlış
yorumluyor, o zaman da cami bombalama timi gibi saçma
konularda uydurma belgeler ortaya çıkıyor “(s.532)

Dolayısıyla ordu içerisinde cuntalar olduğu müddetçe mevcut veya gelecek
Başbakanlar ve hükümetler belgeleri temin eden cemaate
muhtaçtırlar ve onlara karşı tavır alamazlar. Belki biz de olsak
mecburiyet duyarız. Yani cemaati ordudaki cuntalar, cuntaları ise
orduya sızmak isteyen cemaat var ediyor. Bu hükümete karşı oluşturulan cuntacı ve aşırı laik gözüken yapıların hepsinin içinde casuslar vardır ve olacaktır, bunu
anlamanın ve buna. karşı tedbir almanın imkanı da yoktur. Tek yol
açık, şeffaf ve legal bir yapıya sahip olmaktır, herkes boş hayallerden
vazgeçmelidir. Türkiye’nin bu açıdan huzura kavuşabilmesi için
ordu demokrasiye karışmayı bırakıp Avrupa ülkelerindeki batı
modeli ordu yapılaşma ve anlayışına sahip olmalıdır. O zaman ordu
içindeki bu cuntacı unsurlar zayıflar.”(533)

_______YAZAR OLAYLARI GERÇEK NEDENLERİ İLE GÖREMEMEKTEDİR. CEMAATİ YARATAN ORDU DEĞİL, ABD VE MÜTTEFİKLERİ İLE YAPILAN ASKERİ ANLAŞMALARIN SONUCU BAĞIMSIZ OLARAK SİYASAL YÖNETİMLER OLUŞTURAMAMA, KARARLAR ALAMAMADIR. BU KÖRÜKÖRÜNE BAĞIMLI SİYASET ÜLKENİN, DIŞ KONTROL GÜÇLERİN BÜYÜK PROJELERİNİN TUTSAĞI OLMASINA NEDEN OLUYOR, CUMHURİYETİ KURAN KUVAİ MİLLİYE GÜÇLERİNİN BAĞIMSIZ, GÜÇLÜ CUMHURİYET DÜŞÜNCESİNDEN UZAKLAŞILMASINA NEDEN OLUNUYOR.



“Aşağıda yer verdiğim ikinci belge ise çok yeni ve günceldir. Bana
yeni ulaşan bu belgeye göre Emniyet teşkilatı içerisinde cemaate
bağlı polisler, yöneticileri olan kişiden işlerini iyi yapmadığı icin
şikayetçi olmuş, yanlışlarını madde madde bir rapora dönüştürerek
muhtemelen Fethullah Hocaya göndermek istemişlerdi. Buradaki
şikayetlere bakıldığında örgütlenme hakkında ciddi bilgiler
verilmektedir:”

______AŞAĞIDA CEMAATE AİT ELE GEÇİREN ÇOK ÖNEMLİ BİR BELGEDİR VE CEMAATİN BUGÜN DE GÜNCEL OLAN TÜM FAALİYETLERİNİ DEŞİFRE EDEN YAZILI BELGEDİR. 15 TEMMUZ 2016 DARBE GİRİŞİMİNİN NEDENLERİNİ, DARBE AŞAMASINA GELİŞ SÜRECİNİ BU BELGE İLE AÇIK OLARAK GÖRMEK MÜMKÜNDÜR.

A. ÖMER BEY TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN ŞAHISLARIN
HEM KENDİLERİNİ HEM DE SORUMLULUKLARINI
ÜSTLENDİKLERİ ARKADAŞLARI VE BİRİMLERİ DEŞİFRE
ETMELERİ
1- MİT Müsteşarlığı ve askeri istihbarat birimleri Ömer Beyi gerçek adı
(Osman Hilmi Özdil) ile bilmekte ve takip etmektedir. Emniyet Teşkilatında görev
yapan üst düzey yetkililerden olan Emin Aslan, Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Hüseyin
Özalp gibi devletin önemli merkezleriyle irtibatlı kişiler de Ömer Beyin teşkilatın
sorumlusu olduğunu bilmektedirler. Yine adı gecen yetkililer Ömer Beyin hangi
mekanlarda ve kimlerle görüştüğünü tespit ettiklerini ifade etmektedirler.”(s.535)

2- Başbakanın çok yakınında bulunan M.A. tarafından da Omer Bey Teşkilatın
imamı olarak bilinmekte ve adı gecen şahıs tarafından ceşitli mahfillerde bu durum
ifade edilmektedir.”

__________YUKARIDA POLİSİN ELE GEÇİRMİŞ OLDUĞU BELGEDEN DE AÇIK OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ YAZARIN CEMAATİN YAPISINDAN HABERDAR OLDUĞU VE BU YAPIYA YAKIN OLAN KİŞİLERLE İLİŞKİLERDE BULUNDUĞU ANLAŞILMAKTADIR

“ABD'den çıkış esnasında da tekrar sorgulanmış, bilgisayarı dahil üzerinde ve
bagajında bulunan bütün bilgi ve belge niteliğindeki eşyanın kopyası alınmış, FBI
sorgusunda ABD'de daha önceden defalarca ziyaret ettiği Emniyet Müdürü S. T.
isimli kişiyi ziyaret maksadıyla bulunduğunu ifade etmiş, ifadelerinin birer sureti ile
kendisinden alınan bilgi ve belgelerin birer kopyası Emniyet Genel Müdürlüğüne
intikal ettirilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğüne intikal ettirilen bilgi ve belgeler
arasında bazı üst düzey emniyet yetkililerinin ve eşlerinin bilgileri de tespit
edilmiştir. Örnek, Emniyet Müdürü M. Y. T. Ankara istihbarat Şube Müdür
Yardımcısı Z. G.'nin eşinin isim ve telefon bilgileri, Emniyet teşkilatı mensuplarının
da bulunduğu USAK isimli araştırma merkezinin danışmanı
olduğuna ilişkin Ömer Beyin kendi adına düzenlenmiş kartvizit
vb.)
Yukarıda özetlenen olayın akabinde Emniyet Müdürü S.
T.'nin ABD vizesi iptal edilmiştir.
Yapılan tüm çalışmalara rağmen FBI tarafından kopyalanan
Ömer Beyin bilgisayarında bulunan bilgilerin içeriği hakkında
ne FBI yetkililerinden ne de Ömer Beyden tatminkar bir cevap alınamamıştır.
Konu olağanüstü hassasiyeti nedeniyle Büyüğümüze genel
hatlarıyla arz edilmiştir. Büyüğümüz, Ömer Beyle görüşülerek
bilgisayarında bulunan bilgilerin muhtevasının ne olduğunun
sorulması talimatını vermiş ve olaydan büyük üzüntü
duyduğunu ifade etmişlerdir.

4- Görevlendirilen şahıslar izah edilemeyecek müesseselerde görev
yapmaktadır. Örneğin bütün masrafları Başbakanlık örtülü ödeneğinden
karşılanan ve İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının kontrolünde
kurdurulan Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleme Derneğinin
il temsilcileri ve merkez koordinatörleri Ömer Beyin emniyet teşkilatına
bakan ekibi tarafından oluşmaktadır. Teşkilat mensuplarıyla yapılan
ikili görüşmeler ve istişareler zaman, zaman bu demek merkezi ve temsilciliklerinde
yapılmaktadır. Yine teşkilatla ilgilenen sivillerin bir kısmı ve
eşleri Samanyolu Koleji, Turgut Özal Derneği, Maltepe Dershaneleri veya
illerdeki özel okullarımızda görev yapmaktadır.
Ayrıca, arkadaşlardan sorumlu siviller bürokraside ve
değişik birimlerde istihdam edilmektedir.
5- Müstakil olarak hizmet müesseseleri ve görevli sivil
şahıslar adına tutulan evleri farklı devrelerin bazen aynı anda
kullanmaları neticesinde tedbire muhalif durumlar
yaşanmaktadır. Düzenli bir aile ve yaşantı görüntüsü olmayan
bu evler apartman sakinleri tarafından dikkatle izlenmekte ve
şüpheyle bakılmasına neden olmaktadır.
6- İlgili sivil şahısların eşleri, beylerine paralel olarak resmi
arkadaşların eşlerinden sorumlu olarak vazife yapmaktalar.
Bunun neticesinde bir sivil bayan bir ildeki veya yapıdaki
arkadaşların her turlu bilgisine vakıf olmaktadır. “(s.538)

“Bir taraftan," aman evinizde bir kitap, bir cd, bir Kuran ve bir cevşen olsun,
dersleriniz 4 kişiyi geçmesin, hiçbir büyüğünüzle-küçüğünüzle görüşmeyin,
irtibatınız olmasın" diye tahdidat yapılırken diğer yanda ağabeylerin tedbire aykırı
her türlü davranışları, akıllarda soru işareti oluşturmakta ve vicdanlarda kabul görmemektedir.
8- Çok mahrem olan operasyon ve telefon detay bilgileri İlgisiz kişilerle
paylaşılmakta ve bu husus uluorta konuşulmaktadır. Resmi arkadaşlardan alınan
operasyon bilgileri doğrudan "bilgi notu" formatında kaynak gösterilmeksizin
hizmetle irtibatı olduğu bilinen yerlerde yayınlatılmaktadır. Daha İl Emniyet Müdürünün bile bilgisi olmadan aktif haber isimli internet haber sitesinde gizli
konuların yayınlanması ve yine çok önemli stratejik / mahrem konuların savcılığa
intikal ettirilmeden bize ait internet sitelerinde veya gazetelerde yayınlatılması
nedeniyle arkadaşlarımız ve hizmet hedef haline getirilmiştir.
9- Ömer Bey ve görevlendirdiği sivil arkadaşların konumları dolayısıyla sahip
oldukları bilgileri eskiden irtibatlı oldukları şahıslara aktarmaları nedeniyle teşkilat
kemiyet ve keyfiyet bakımından deşifre edilmektedir. Örneğin Nuh Mete Yüksel ve CEV vb. olaylar resmi arkadaşlarla ilişkilendirilerek anlatılmaktadır. [Savcı
Yükselin kasetini kendilerinin yaptığını övünerek çevresinde anlattığını duymuştum.
Demek ki Nuh Mete Yüksel’in kaset olayı tereddütsüz cemaat tarafında yapılmıştır-
Yazar Notu]” .(s.539)
10- Çok mahrem mevzular her ortamda neye hizmet edeceği bilinmeksizin
konuşulmakta, reklam konusu haline getirilmektedir. (YAŞ, MGK,
Ergenekon, parti kapatılması, L. E., N. V., vb.) HE'nin davası için rüşvet
verildiği, telefonların dinlenildiği, bir Yargıtay üyesinin evinin tefrişatının
yapıldığı gibi konular Ömer Bey ve ekibi tarafından herkesle rahatlıkla
paylaşılmaktadır. Planlama aşamasında olan operasyonlar önceden duyurulmakta,
Ergenekon dalgalar!  olmadan haber verilmektedir. Atabeyler ve
Danıştay operasyonlarında, Y. Büyükanıt, İ. Başbuğ hadisesinde yaşanan sıkıntılar.
11- Teşkilat mensupları ile alakalı listelerin ve bilgilerin flash belleklere ve
disklere kaydedilmesi ve bunların taşınması ile ilgili sıkıntılar büyüğümüzün
defaatle yaptığı ikazlara rağmen aşılamamıştır. Ömer Bey ve ekibi rahatlıkla bu tür
resmi arkadaşların bilgilerinin bulunduğu flash disk ve laptoplarla yurt içinde ve
yurtdışında seyahat etmektedirler. Elazığ ve Burdur'da yaşanan üzücü
hadiselerden ders alınamamıştır.
B- REHBERLİK HİZMETLERİNDE VE HİZMET ETME
ADABINDA YAŞANAN SIKINTILAR
1- Ömer Bey ve ekibinin büyük çoğunluğunda Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve
eserlere ilişkin müktesebat resmi arkadaşlarımızı tatmin etmekten uzaktır. Ekibin
zaman zaman ABD'ye Büyüğümüzü ziyaret dışında herhangi bir beslenme
mekanizması bulunmamaktadır. Kendilerini kabul ettirme büyük ölçüde çok
mahrem bilgilerin uluorta arkadaşlarla paylaşılması ile sağlanmaya çalışılmaktadır.
Hatta bazı arkadaşlarımız manevi boşluklarını telafi etme adına çeşitli dini gruplar
ile Emniyet Hizmeti dışındaki birimler ile irtibata geçmiştir.
4- Tayin, terfi ve atamalarda hizmetin rolü arkadaşlar üzerinde bir baskı ve
korku aracı olarak kullanılmaktadır. Arkadaşlara adil davranılmamakta ve teşkilat
teamüllerine aykırı tayinler yapılmaktadır.
5- Resmi arkadaşların maaşlarından toplanan himmetlerin kullanımında
gerekli özen gösterilmemektedir, örneğin Ömer Bey ve ekibinin Makedonya ve
Almanya programlarında yapılan harcamalar, kullanılan lüks telefon ve laptoplar.
6- Büyüğümüzün büyük ağabeylerle ilgili tasarruflarının "... ilgili operasyon
tamamlandı, işleri bitirildi gibi." ifadeler ile anlatılması ve bu durumun arkadaşlar
nezdinde ağabeylerle ilgili suizanna sebebiyet vermesi (H. T, M. O. , A. K. gibi)
7- Çeşitli dönemlerde teşkilatta vazife yapmış ve önemli
hizmetleri olmuş kişilerle düşmanca uğraşılmakta ve
haklarında iftiralar atılarak sürekli yıpratılmakta ve bu
hususlar en alt seviyedeki gruplara kadar konuşulmaktadır.
11- Ömer Bey ve üst ekibi kendilerini Büyüğümüzün vekili
olarak görmekte ancak Büyüğümüzün üslubunu, mülayemetini,
hadise ve meseleleri değerlendirmesi hususunda aynı
hassasiyeti göstermemektedirler. Arkadaşlarımız kaba
davranışları kabullenmeme istikametinde bir tavır sergilediklerinde
pervasızca; 'Biz sizin Daire Başkanlarınızı bile
fırçalıyoruz, niye almıyorsunuz.' demektedirler. Ömer Bey bir olaya
kızıp kontrolden çıktığında; 'İmam benim, her türlü tasarrufta
bulunurum, Hoca Efendiye sormak zorunda da değilim.' deme
cüretkarlığında bulunabilmektedir.
Yukarıda kısaca arz edilen üslup ve uygulamalardaki
yakışıksız davranışlar sebebiyle bazı arkadaşlarımız meslekten
istifa ederek başka kurumlara geçmiş ve emekliliklerini
istemişlerdir. Arkadaşlarımız bu haliyle teşkilatta görev
yapmanın hizmet olmadığı ve nifak/fitne uygulamaları sebebiyle
geri durma noktasına gelmişlerdir.
14- Beklenen metafizik yenilenmenin yerine, meseleler idari,
mülk cihetiyle ele alındı. Hizmetin Türkiye ve dünyada denge
unsuru olduğu, ülkeyi yönetecek insanların / dünyayı
yönetenlerin bunu göz önünde bulundurmaları gerektiği vb.
hususlar sık sık dile getirildi.
Yapılan operasyonlar, atamalar vb. işlerde yoğun bir
değerlendirme yapılıp, sürekli bir güç, çakma vb. bir literatür
kullanılması içerde ve dışarıda idareye talip olma gibi
algılanıyor. Yine bu cümleden hareketle bize yakın olan ılımlı
insanlar hizmete düşmen oldular. Bu yöndeki içe yönelik
muhasebe / murakabe talepleri "bir kara propaganda'* olarak
değerlendirilmektedir. Şu an bizim dışımızdaki her kesim
hizmete düşman konumuna gelmiştir. Ömer Bey ve ekibi de bu
durumu olması gereken bir durum olarak görmektedir.
 16- Arkadaşların / ağabeylerin meselelerini, sıkıntılarını arz
edecekleri güvenecekleri istişare heyetleri ve şahıslar yok. Gelen
konulardaki tenakuzlar nedeniyle, İnsanların istişareye ve
istişare heyetlerine güvenleri gün geçtikçe azalıyor.
17- Ömer Bey arkadaşlarımızın bir kısmına kin beslediğini,
beddua ettiğini hatta aynı arkadaşlarımız için yerin altının
üstünden daha hayırlı olacağını ifade ederek onları uluorta
konuşarak hedef haline getirmekte ve hizmet dışına çıkmaları
için özel caba sarf etmektedir. Bu arkadaşların açıklarını bulup
sıkıntıya düşürebilmek için her türlü teknik imkanları seferber
etmekte ve iftira atmakta beis görmemektedir.
18- Hizmetteki büyük ağabeylerimiz ile çeşitli kurumlardaki arkadaşlarımızın
telefonları Ömer Beyin talimatı ile dinlenmiştir, irtibat bilgilerine
bakılmıştır, [hedef kişilerin değil, cemaatin elemanlarının bile belli
acılardan denetlemek için dinlenmiş olduğu anlaşılmaktadır
cemaatin Emniyet içerisindeki gücü ve eylemlerinin durumunu
göstermesi açısında enteresan]
19- Astlar amirlerinin değil, Ömer Bey tarafından
görevlendirilen sivil şahısların inisiyatifi ile devlet işlerini idare
etmeye, ast üstü yönetmeye çalışmaktadır.
20- Görevlendirilen şahısların tenakuzları ve çelişkili
tavırları sebebiyle Büyüğümüzden geldiği söylenen hususlara
karşı tereddüt hasıl olması; özellikle bir mesele üzerinde
uzlaşma sağlanamadığında ya da farklı bir görüş ortaya
çıktığında otoritenin sağlanması için " HE böyle istiyor, bu
HE'nın emri" şeklinde beyanda bulunulmaktadır.
Bu belgeler ve dışarıdan aldığım bilgilere göre her birimdeki
temsilciler kanalı ile herkes Ömer kod adlı kişinin denetiminde çalışmaktadır. Amirler mezuniyet dönemlerine göre dönem donem
örgütlendirilmiştir. Herkes gördüğü, bildiği her konuyu temsilcilere
aktarmakta, onlar da silsile ile Ömer’e ulaştırmaktadır. Aynı şekilde
istenen her hususta Ömer’den talimat olarak teşkilatın en alt
birimlerine kadar ulaştırılmaktadır.
Her kritik birimde cemaatin irtibatı ve sorumlusu yer almış,
özellikle İstihbarat, KOM ve diğer birimlerin bilgi işlem birimleri
büyük oranda cemaat taraftarlarından oluşmuştur. Bu birimlerde
başlangıçta farklı kişiler var ise de onlar da çeşitli yöntemlerle
buralardan uzaklaştırılmıştır. Emniyete ait tüm arşiv ve bilgiler
cemaatin arşivine taşınmış, mevcutlar da istendiği an cemaatin
isteklerine uygun olarak kullanılmaktadır. Emniyetin İstihbarat ve
KOM birimlerinde teknik ve amir kadrosu büyük oranda cemaatin
elamanı konumunda veya bilerek cemaatten gelen talimatlara
uymaktadır.(s.543)
Yakın zamanda birkaç defa MİT ve
Emniyete cemaatin faaliyetleri, hatta en üstteki imam Ömer kod
adlı kişi hakkında bilgi gitmiş, MİT araştırmaya başladığı an
haberdar olunmuş ve gerekli tedbirler alınmıştır.
Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet,
ordu, MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlardan
sorumlu olan bir imam vardır. Her imamın altında o
kurumun her biriminde sorumlular mevuttur, bu en yukarıdan
başlayıp alta kadar yoğun örgütlü olarak devam eder. Ağırlıklı
olarak merkez ve büyük illerde olmak üzere tüm illerde örgütlülük
söz konusudur. Her hafta toplanılarak o kurum/birimdeki genel
durumlar değerlendirilir ve yukarıya arz edilecek konular çıkarılır.
Alt birim imamları kendi aralarında toplanırlar. En yukarıda o
kurum için istişare heyeti denebilecek üst sorumlulardan oluşan
komitevari bir birim olup, onun üstünde o kurumun imamı
bulunur. Daha üstte kurum imamları bir araya gelip ülke
genelindeki işleri ve kurumlar arası çalışmaları değerlendirirler. Bir
kurumun yapacağı işlere diğerlerinin desteği, oralardaki bilgiler
istenir. Bununla birlikte her kurum imamı ayrıca doğrudan
yurtdışında bulunan Fethullah Hoca'ya bilgi verip ondan talimat
alır, yani olup biten her şey hocanın bilgi ve kontrolünde gerçekleşir,
dolayısıyla meydana gelen olaylar asla sıradan bir cemaat
mensubunun kendi kafasına göre yaptığı şeyler değildir.
Eğer bu insanlar sadece yardımlaşma, dayanışma, birbirleriyle
aile ve arkadaşlık ilişkisi kurma gibi faaliyetler içinde olsalardı
elbette buna itiraz edilmezdi ama şimdi görüldüğü kadarı ile devleti
idare eden Bakanlık ve Genel Müdürlüklere, hatta hükümete
alternatif bir yapı kurularak tüm kurumlar yönetilmektedir. Her şey
olmasa da hayati konular, önemli tayin ve atamalar, önemli
operasyonlar bu yapı tarafından planlanıp uygulanmaktadır.
Operasyonlara bu yapı karar verip devletin sistemlerini kendi
amaçlan doğrultusunda çalıştırmakta, aynı anda kendi taraftarları
ve kendilerinin denetiminde olan basın yayın organları ve internet
siteleri vasıtasıyla linç kampanyadan yapılmakta, doğru yanlış her
turlu bilgi çarpıtılarak servis edilmekte, kamuoyu yanlı ve yanlış
bilgilerle yanlış kanaat sahibi olmaktadır.
Hukuka uygun veya farklı yöntemle elde edilen bilgiler ve her
türlü yöntem kullanılarak hedef seçilen kişiler linç edilmek
istenmektedir. Zaman zaman bu bilgiler tahrif edilerek, ekleme ve
çıkarmalar yapılarak kullanıldığı gibi çoğunlukla da her yerde
bulunan gizli elemanları özellikle ordu içerisindeki faaliyet ve
çalışmaları rapor etmektedir. Daha sonra bu haberleri belgelemek
için delil bulmaya çalışılmakta, bulunan veya yaratılan belge, evrak
veya materyaller aranan mahallere konarak, aramada ele geçti
işlemi yapılmaktadır.”(s.544)
“Tek merkezden yönetilen haberler
buradan verilerek kamuoyu istenilen doğrultuda yönlendirilmektedir.
Başta polis olmak üzere tüm kurumlardaki cemaat
taraftarlarından gelen bilgiler bu haber sitelerine servis edilmekte,
kendilerine karşı olan tüm kişilere ise buralardan saldırılmaktadır.
Cemaattin gizli imamları bu sitelerde gerçek ve farklı adlarla
köşe yazıları yazmakta ve geniş cemaat sempatizanı kitleleri
yönlendirmektedir. Yusuf Gezgin, Y. Derinsoy gibi sahte isimler
altında makaleler ve Derin Yapı ve Türkiye gibi kitaplar yazılmaktadır.
Sanki birbirinden ayrı kaynaklarmış gibi gözüken şeyler aslında
tek bir kaynaktan yönlendirilmekte, hatta zamanla resmi bilgiye
dönüşmektedir. Bir kısmı polis kaynaklarından alınan ancak
çarpıtılarak cemaat propagandası haline dönüştürülen akıl dışı
iddialar, farklı internet siteleri ve yayın organlarında yayımlanarak
halkın zihninde gerçek bilgi haline dönüştürülmektedir…..

“Deniz Baykal'ın gizli kamerayla çekilen görüntülerini içeren
kaset olayını kim yaptı, niçin yaptı? …..
Baykal bu ülkede muhtemel Başbakan adaylarından biriydi,
ülkenin ikinci büyük partisinin genel başkanı olarak konjonktürün
değişimine göre her zaman başbakan olması ihtimal dahilindeydi.
Bu video görüntüleri daha önce çekilmiş. Baykal başbakan olsaydı
ve ülke için kritik bir karar arifesinde birileri cıkıp elimizde bu
görüntüler var, eğer şöyle davranmazsanız bunları kamuoyuyla
paylaşacağız deseydi acaba durum ne olurdu?.... İnternette yayınlanan
görüntülere bakılırsa bu işi yapanlar
ellerindeki görüntülerden en az incitici olacak bir klip hazırlamışlar,
ellerinde bu görüntülerin çok daha incitici ve rahatsız edici
olanlarının da olduğu kanaatine varılıyor.” (s.545-546)
“Bu olayın ilk benzeri Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e
yönelik hazırlanmıştı, bugün bu olayı cemaatin yaptığından en ufak
şüphem yok….bugün cemaat
mensubu olduğu bilinen polislerle birlikte giden kişiye bir zarf
verilir, bu zarf o sırada Ankara'daki Ayrancı semtinde bulunan Savcı
ya iletilir. Zarfta daha sonra CD'si de bulunan Savcı Yüksel’in bir
kadınla ilişkisini gösteren fotoğraflar vardır. Bugün için bu
buluşmanın uydurma, maksadın savcıya gözdağı vermek
olduğundan hiç şüphe yoktur. Bir sure sonra İstanbul'da postaya
verilmiş bir kargo paketi Savcı Yüksel’e gönderilir, içerisinde
uygunsuz görüntülerin olduğu CD çıkar. Zaten daha sonra CD
görüntüleri bulunduğunda Nuh Mete Yüksel de cemaate mensup
polislerin bunu yaptığım söylemiştir. Daha sonra bu CD'nin bir
orneği, Çağdaş Eğitim Vakfında biraz zorlama ile yapılan aramada
bulunur,…. O donem
derneğin polisin içine ajan olarak sokup bilgi almak için kullandığı
yönündeki iddialarda adı gecen ve alevi, sol görüşlü olduğu söylenen
Bayram'ın cemaat mensubu olduğunu öğrendim. Ne alevi ne de
solcu olduğu, İmam Hatip Lisesinde okuduğu, son bulduğum cemaatin kendisinin
hazırladığı belgede bu olaydan kapalı olarak bahsedilmesi Nuh Mete
Yüksel olayının cemaatin Emniyet içerisindeki polisleri tarafından yapıldığı kanaatini…” (s.546-7)
_______DENİZ BAYKAL’A VE NUH METE YÜKSEL’E YAPILAN KASET SUİKASTİ CEMAATİN VE ARKASINDAKİ GÜÇLERİN BU İKİ DEVLET ADAMININ ETKİSİZLEŞTİRİLEREK KENDİ AMAÇLARI YÖNÜNDE KİŞİLERİN GÖREVLERE GELMESİNİN YOLU AÇILMASI İÇİN YAPILMIŞ OLARAK GÖRÜLÜYOR. BU AMAÇLAR DA TÜRKİYE YARGISI, ADALETİ VE SİYASETİ İÇİN İYİ OLMAYAN HEDEFLERDİR. BU KASET OLAYLARI 15-27 ARALIK 2013 TARİHİNDE İKTİDARDAKİ DEVLET ADAMLARINA YÖNELMEYE BAŞLIYOR. BU BAŞLANGIÇ GÜÇLÜ OLARAK SÜRDÜRÜLEBİLSEYDİ, ENGELLENMESEYDİ, İŞADAMLARI VE BAŞBAKANLARIN DA ÇEŞİTLİ KASETLERİNİN ORTAYA ÇIKMASI OLANAKLI OLACAKTI.
“Korgeneral Metin Yavuz Yalçın'ın bir kadınla olan telefon
konuşmalarının basınaa sızdırılması, Tümgeneral Levent Türkmen’in
otelde bir kadınla uyuşturucu ihbarı iddiası ile basılması ve istifası,
İzmir'de bir albayın, eşinin kendisini aldattığı iddiaları ile
fotoğraflarının basma sızdırılması, Ergenekon vb. adlarla yapılan
tahkikatlarda bulunan özel hayata ait bilgiler, üst düzey yönetici,
hakim ve savcılar hakkında uygunsuz görüntü ve resim iddialarının
yayılması ve daha pek çok benzer olay aslında hep aynı adresi
göstermektedir.”(s.547)


“Bugün için cemaatin yaptığının bundan farkı yoktur; polis,
ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı
bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini
bozarak çalışmalarını engelliyorlar. Üstüne üstlük bu teşkilatların
personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak
kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaralıyorlar. .”(s.548)

“Bu kitabın ikinci bölümüne yazdıklarımın ne manaya geldiğini,
çok az insan bilir. Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir,
zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Kimseye karışmadan sakin, üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim. Şimdi görev
yaptığım Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir
görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel
bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönüm
bahçe içerisindeki 200 metre kare evimde hayatımı rahat ve huzur
içerisinde geçirebilirim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan,
onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da. kendimi kandıramam.
Tehlike büyüyünce haksızlığa ve yanlışlığa karşı koyamadığımı ve
korktuğumu, kendi tarafım gördüklerimin suçlarına, karşı
duramadığımı düşünür ve vicdanımda kendimi yargılarım.” .”(s.549)
“Ama eski
dostlarım, (sizin için düşman kabul ettiğiniz beni) şimdi değil ama
bir gün mutlaka anlayacaksınız. hatta olup bitenleri çok iyi
düşünüp tartarsanız bugün de bana hak verirsiniz. Aslında şu anki
haliniz bir anda kendini savaşın içinde bulan bir insanınkine
benziyor. Böyle bir insanın tek yapacağı yaşamak için
karşısındakilere ateş etmektir, ateş etmezse kendisinin de ölme
ihtimali vardır. Bu durum da ona kendini yüzde yüz haklı hissetmesine,
yanlışı bilerek yapmasını haklı görmesine sebebiyet,
verir. Fakat bu adam bir ara durup düşünmeli ve ben ne yapıyorum,
niye karşıdaki insanları öldürüyorum, niye bu savaş var, niye bu
savaşın içindeyim, ben savaşı değil barışı istiyorum, karşıda ateş
ettiklerimle eskiden dostluk içinde yaşıyorduk, bu gün niye karşıma
geçtiler gibi soruları kendine sormalı.” .”(s.549)

“Susurluk olayında örgüte
ekmek veren, yardım eden kişileri infaz edenlerin mi, yoksa örgüte
yardım edenlerin mi suçu büyüktü? Bunu düşününce sizin
Susurluk'taki çeteden ne farkınız kalır ki? Sizi çok iyi tanıyan bir
dostum, sizin için "Aile kavgasında mitralyöz kullananlara
benziyorlar." demişti. Haklıydı.
Bu kitabı yazmaktaki amacım, içinizdeki çok iyi niyetli ve dürüst
insanlara belki bir dakikalığına "Biz ne yapıyoruz" diye
düşündürebilmekti. Bu meseleyle ilgili olarak en fazla üzüldüğüm
konu çok temiz, düzgün, çalışkan ve saygılı insanların üstlerine
iftira atan, bilerek vicdansızlık yapan, vefasız insanlara
dönüştürülmesidir…. Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben bu kitapla
birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu
artık herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm
iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da, onlar adına
konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin
polisi, savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya
da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı
doğrultusunda cemaatin talimatı ile gerçekleştiriliyor. Bu işlere karşı
koyması gerekenler, sızdırılan bilgileri kullananlar da bilsinler ki bu
yöntemle cemaate hizmet ediyorlar.” (s.550)

Büyük illerin Emniyet Müdürleri ve Valileri bilsinler ki
emirlerindeki polislerin bir kısmı kendilerini değil, cemaat imamını
amir olarak kabul ediyor, hatta etrafları cemaat mensubu mudur ve
amirlerce sarılmış durumdadır. Gerçeği göremiyorlar, bu durumun
farkındalar ve kısmen biliyorlar ama bilmiyor gibi davranıyorlar.
Bazı operasyonları kendileri değil, cemaat yanlısı polislerle
cemaat yanlısı savcılar cemaat imamlarının talimatı ile yürütüyorlar, bunu
artık biliyoruz.” (s.550-1)
“Dışarıdan bakınca üstüme çok da vazife değilmiş gibi gözüken
bu şeyleri niye yazdım? Allah'ın varlığını her yerde ve her zaman
hissediyorum, bu yanlışları gördüğüm ve bildiğim halde susmanın
hesabını veremem. Yanlış bildiğim, başkalarına zarar veren kişilere
karşı koymazsam, yeminimi ve bunca yıllık geçmişimi nasıl izah
edeceğim? Ayrıca doğru ve dürüst olmak, insanlara yardım etmek,
ülkeye, insanlığa, halka ve hakka hizmet etmek gibi yüce idealleri
olan ve böyle bir inanç ve düşünce sistemini savunanlar eski
dostlarına, kendilerine yardım etmiş, ellerinden tutmuş büyüklerine
iftira ediyorsa onların da inanç ve ideallerini sorgulamaları lazım.
Bu devlet uğruna bugüne kadar çok can verildi, zaten çok fazla
sorunu olan bu devleti ve sistemi daha da bozmak, devlet içinde
devlet kurmaya kalkmak akılla izah edilemez. Bu devletin polisi,
askeri, medyası oluşturulmak istenen bu sistem içerisinde
çalıştırılamaz, bugün yapıldığı gibi, cemaatin hedefleri uğruna
hukuksuzluklar, komplo, şantaj ve iftira yöntemleri ile çalıştırılırsa
da gelecekte bu ülke herkes için adeta bir cehenneme dönüşür.
Bugün "çeşitli konularda kusurları da bulunan bazı kişilere
iftira atıldı, haksız yere tutuklandılarsa ne olmuş," denemez. Bu
anlayış ve yöntem her gün artarak devam edecek. Kısa süre sonra
ticari şirket, ortaklık, ihale vs. işlere de bu anlayış ve yöntemlerle
yaklaşılmaya başlandığında ülkede her şey çok daha kötüye
gidecektir. Devletin polisinin, istihbaratının ve diğer kurumlarının
imkanları cemaatin talimatı ile istenmeyen, beğenilmeyen, rakip
şirket aleyhine kullanılırsa (ki çok yakında bu olacaktır, belki de
halihazırda uygulamaya konmuştur) bunu tespit etmek o kadar
kolay da olmayacağından tüm sistem bir kaosa doğru sürüklenecektir.
Bu yöne doğru gidildiğini görmek için kahin olmaya gerek yok.” (s.551)


Cemaati Yönetenlere...
Size karşı olanların, sizlere haksızlık yapanların suçlarını ve
yanlışlarını bulup çıkarmanız, bunlarla ilgili olarak adli ve idari
mekanizmalar çerçevesinde tahkikat yaptırmanız tabii ki hakkınız.
Onların suçlarını ortaya çıkarıp kamuoyuna ve basına vermeniz de
hakkınız. Bu yanlışlarla yasalar çerçevesinde mücadele etmek de
elbette hakkınız. Fakat komplo kurmak, suç uydurmak, iftira
atmak, tuzağa düşürmek vicdana sığar mı? Bunları yapmıyoruz
diyemezsiniz. Birçok kişi hatta en güvenilir olanlar size bunları
yazdılar, anlattılar, kendi mensuplarınız alenen iftira edildiğini
söylüyorlar. Söylenenin on katı fazla şey olduğunu ben biliyorum,
sız benden de fazlasını biliyorsunuz. Ayrıca insanların yanlışı da olsa
onları gizlice dinleyip gizli kameraya kaydederek utandırmak, açığını
bulmak, hayatının tamamını değil, bir anını, tek bir cümlesini
çıkarıp ona saldırmak ne ölçüde insanlığa ve adalete sığar.
Bilinenler haricinde açığa, çıkmayan tehditle ve şantajla kimlere
neler yaptırıldı? Dahası ilerde kullanılmak üzere ne kadar şantaj
malzemesi, bant, kaset hazırlandı? Bu kadar kirli malzeme, taşıyanı,
eli değeni de kirletir.
Bugün iftira edilen ve lekelenen insanlar geçmişte size zarar
veren insanlar değildi, hatta onlar taraftarlarınızın haksız yere zarar
görmelerine mani oldular. Fakat o gün haksızlığa karşı korunan
kişiler şimdi kendileri haksızlık yapıyor. Sizin savaş dediğiniz
militarizme karşı savaştı, şimdi ise bu mücadele apayrı mecralara
kaymış durumda. Kusurları örtmede gece gibi ol diyen anlayış
nerede? Bu durumu sizlerden başkası durduramaz, aslında sizin de
durdurmayacağınızdan eminim. Ancak hiç olmazsa, son bir daha
düşünün, öbür tarafta bunun hesabım veremezsiniz. Bilerek ve
isteyerek hiç kimseye zulüm yapamazsınız,, yaparsanız sizin
ilkelerinize göre değil ama Allarım ilkelerine göre bu suçtur ve cezası
da vardır.
Bir alim, "küfürle yönetim (inançsızların yönetimi) mümkün ama
zulümle (adaletsiz) yönetim mümkün değil," demişti. Her şeyi
bildiğinizden şüphem yok. Ben ve benim gibi olan pek çok kişi,
eskiden yetişen nesiller ve yapılan faaliyetlere bakarak ülkenin,
hatta bölgenin, Müslüman ülkelerin geleceği için çok önemli bir
hareket başlattığınıza inanıyordu. Fakat bugün aynı kişiler eğer bu
polislik anlayışına, gizli dinleme, iftira, delil uydurma faaliyetlerine
devam ederseniz ülkenin felaketi olacağınıza samimi olarak
inanıyorlar.
Ben cemaatin kendi mecrasında faaliyet yürütmesine karşı
değilim. Hatta bir yandan akla ve bilime, diğer yandan da inanç ve
manevi değerlere bağlı yeni bir nesil yetiştirmek adına yurtiçi ve
yurtdışında yapılan eğitim faaliyetlerini çok değerli buluyorum.
Bugünkü toplumsal yapımız içerisinde yalnızlaşan insanlarımız
arasında yapılmaya çalışılan yardımlaşma, dayanışma faaliyetlerinin
çok önemli olduğunu, düşünüyor ve kültürel faaliyetler, kültürler ve
dinler arası diyalog için yaptıklarınızı destekliyorum. Hatta bu
faaliyetlerinizin artarak devamının çok önemli olduğuna inanıyorum.
Ancak casus polislik, iftira, hukuka müdahale, hakimleri etkileme ve
şantaj faaliyetlerine karışmanız kabul edilemez; bu yöntemler devleti
yok eder, nizam intizam ve kural namına, her şeyi alt üst eder.
Bundan dolayı da bu uygulamalara kesinlikle karşı çıkılması
gerektiğine inanıyorum. Askeri, polisiye, casusluk faaliyetlerine
harcanan enerjinin diğer toplumsal dayanışma ve eğitim
faaliyetlerine harcanması gerekirdi.
Ergenekon, Balyoz vb. adlarla açıklanan soruşturmalara karşı
değilim. Bu ülkede demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile
uygulanmasını, özgürlüklerin başkalarının özgürlük sınırına kadar
sınırsızca kullanılmasını, devletin özgürlüklere sınır koymamasını
savunuyorum. Bu ülkenin geleceği açısından, ülkenin sosyal ve
siyasal olarak kalkınmadan ekonomik, teknik ve diğer acılardan
kalkınamayacağına inanıyorum. Sosyal olarak kalkınmanın da iki
temel aracının demokrasi ve özgürlük ortamının tesis edilmesi
olduğunu düşünüyorum. Demokrasi ve özgürlüklerin
sağlanmasında çok sorunlar olmakla birlikte bu konuda ülkenin
önünde duran en önemli sorunun ordunun batıdaki gibi kendi asıl
sahasına çekilmemesi ve her zaman demokratik hayata müdahaleyi
kendince haklı görmesi olduğu kanaatindeyim. Bundan dolayı da
Deniz Kuvvetleri Komutanının günlükleri, Jandarma Genel
Komutanlığının darbe planlan, Ergenekon, Balyoz gibi
soruşturmaların hukuka uygun olarak yapılmasının çok önemli
olduğuna inanıyorum.
Bugün bu tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile
Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar
desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz
işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler vardır. Bu soruşturmaların
hukuka uygun şekilde yürütüldüğü müddetçe sonuna kadar gitmesi
gerektiği kanaatindeyim, hatta benim inancım ve samimiyetim
cemaatin bugünkü iddiasından daha fazladır. İlerde cemaat fikir
değiştirir ve askerlik peygamber ocağıdır, ordu kutsaldır derse bile
ben ülkedeki demokratik ortamın muhafazası için ordunun kendi
sınırları içerisinde kalması, toplumsal hayata hiçbir kayıt ve şartta
karışmaması gerektiğini, Genelkurmayın ayrıcalıklı makam
olmaktan çıkarılmasını, ordunun da diğer devlet kurumları hizasına
gelmesini savunurum. Ülkede bugüne kadar güven ve huzurun
olmamasında en büyük rolün ordunun her şeye müdahil olup toplumsal
ve siyasal hayatı doğrudan veya dolaylı olarak tanzim etmeye
kalkmasından kaynaklandığını ifade ederim.
Bugün Yaşananları Nasıl Yorumlarım?
Bugün ülkedeki mevcut durum "Dün rüzgar ekenler, bugün
fırtına biçer" sözünü ispatlıyor. Bu ülkede, özellikle de ordu içerisinde
inancını yaşamak isteyenlere haksız ve hukuksuz davranıldı,
İnançları gereği aile fertleri başörtülü, İslami kesimlerle
diyalogu var diye çok basit sebeplerden İnsanlar mesleklerinden
edildi, horlandı, aşağılandı. İşlerinden atılmaları yetmedi hayatlarını
idame ettirmek için başka işlerde, belediyelerde çalışmalarına,
serbest meslek icra etmelerine karşı çıkıldı, ordudan atılan ve bir işe
ihtiyaç duyan bu kişilere yardım edenler suçlandı. Okuduğu şiirden
dolayı siyasetçiler tutuklandı ve mahkum oldu. Meslekten atılma
kararlarının hukuki denetime tabi olmasına karşı çıkıldı, ortakları
veya yöneticilerinin dini hassasiyetleri nedeniyle çeşitli şirketlere
ambargo uygulandı, kredileri kesildi, devletten iş almalarına mani
olundu. Kimi özel şirketler üzerine devlet kurumları, polisler,
savcılar gönderildi, maliye özel denetimlere tabi tuttu.
Bir dönem yapılan haksız ve hukuksuz uygulamaları saymakla
bitirmek mümkün değildir. Bazıları o gün yapılanları doğru
bulurken, bazıları geri adım atarken ben o gün de yapılanların
yanlış olduğunu söyledim, bunlara karşı çıktım, bu yüzden tutuklandım,
 ağır ceza tehdidi ile yargılandım. 28 Şubat döneminde
Deniz Kuvvetleri mahkemesindeki bir başka davada da yüzde yüz
mahkum olacağımı düşünmeme rağmen yine de doğruları
söylemekten çekinmedim. O gün mağdur olanlar, bugün hakim
oldular. Bugün de onlar eskiden kendilerine yaşam hakkı tanımayan
çevreleri yaşatmamaya çalışıyorlar, aynı şekilde gerekirse hukuku
ihlal ederek, gerekirse sahte delillerle savaşta her şey mubahtır
anlayışı ile her türlü hileye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Yine ben bugün de yapılan yanlışlara karşı çıkıyorum.
Yargılananlar eskiden yanlış yapmış, hukuksuz davranmış olabilirler,
hatta cani bile olabilirler ama bu, onlara hukuksuz davranmayı
gerektirmez. Aynı şekilde davranılırsa onlardan farklı olunduğu iddia
edilebilir mi? Bu şekilde sadece zalimlerle mazlumlar yer
değiştirmiş olacak, üstelik kimin suçlu kimin masum olduğunu bu
toz bulutu içerisinde ayıklamak mümkün olmayacak.
Hukuksuz davranışlar asıl zararı mağdura değil, yapana, verir.
Nasıl bir vicdan, nasıl bir anlayış ya da ideal yanlışa, hukuksuzluğa
başvurmayı uygun görür? Mazlum, yapılanın haksız olduğunu bilir,
bu yüzden tesiri kalıcı olmaz ama haksızlık yapan ve hukuksuz
davranan bunu isteyerek yaptığı için vicdanen kirlenir ve sürekli
aynı yöntemlere başvurma alışkanlığı kazanır. Bu ülkede gücü eline
geçiren herkes devletin imkanlarını da kullanarak rakibine haksız,
hukuksuz saldırılar yapmaya kalkarsa, bu ülkede huzur ve güvenlik
olamaz. Saldıranlar suçluysa, bilmelerine rağmen ikbal uğruna bu
yanlışlığa, karşı koymayanlar iki kat suçludur.
Bu ülkede herkesin gönlünce yaşayacağı bir ortamı sağlamak
mecburiyetindeyiz, bunu ancak hukuk, demokrasi, özgürlük ve
insan hakları gibi değerlere sahip çıkarak sağlarız. Güçlü olanın
değil, hukukun hakim olduğu bir sisteme ihtiyacımız var. Cemaatin
ya da militarizmin hukuku değil, evrensel hukukun uygulanması
gerekir. En kötü kanun bile keyfilikten çok daha iyidir, o açıdan
cemaatin uygulamalarının asla fayda getirmeyeceğine herkes
inanmalıdır. Herkesin hukuku kullanarak birbirine pusu kurduğu
bir ülke yaşanmaz olacaktır. Dolayısıyla militarist kesimler, kendi
ideolojilerine göre hukuku yorumlayanlar, Yargıtay ve Danıştay,
hakim ve savcılar ile gizli kumpas kurup, kendi saray entrikaları
çerçevesinde hukuku kullanmak isteyenler aynı entrikanın
benzerinin kendilerine ve yandaşlarına uygulandığını görünce gerçek
hukuka her zaman ve herkesin ihtiyacı olduğunu öğrenmiş olmalılar.(S.555)

Ülkenin düzelmesi, huzur ve güven ortamının sağlanması
herkesin fedakar davranmasıyla gerçekleşir. Herkes şahsi olarak
gerekli fedakarlığı yapmalı, hukuka saygılı olmalı, yanlışlıklara karşı
koymalı, yoksa bu gidişin geleceği hiç aydınlık değildir. Bu ülke çok
badireler atlattı, bu olayların benzerlerini çok yaşadık, bir şey olmaz
diyenlere yanıtım, daha önce bu türden tehlikelerin atlatılmasının
mevcut sorunların da kolayca atlatılacağı anlamına gelmediği
olacaktır.
Bütün Kurumlar ve Kişiler Kof mu?
Bu kitabın birinci bölümünde devlet kurumlarının kof olduğunu,
basit sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını
anlatmaya çalıştım. Bu bolümde ise bir cemaatin birkaç adamının
556
çalışması sonucu her şeyin yerle bir olduğunu, koca devletin içten
içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz
hale dönüştüğünü, bu durumun farkında olan devlet görevlilerinin
buna karşı durmadığını anlattım. Bir grup koca. bir devleti teslim
aldı. Devlet içten içe çatırdıyor, birileri yönetimi ele aldı ve kimse
devlet gücünü kullanan bu kişilere dur diyemiyor. Birkaç cemaat
imamı devlet yetkilerini gasp etti. Bu, nasıl bir devlet geleneğidir? ” (s.557)
Kanunsuz Dinlemeler
Bu kadar hakim ve savcının, hele il savcılarının sudan bahanelerle
dinlenmesi, Ergenekon örgütü iddiaları ile dinledik, adalet
müfettişleri istedi vs denerek öyle kolayca geçiştirilecek bir şey
değildir. Hiç kimse de bu konuyu böyle kabul etmemelidir. Aynı
şekilde emniyetin yönetici kadrolarının bakan ve genel müdürden
habersiz istihbari amaçla dinlenmesi, sayısı belli olmayacak kadar
devlet yöneticisi ve sivil şahısların kanunsuz şekilde isimsiz ve
başka adlarla dinlenmesi aslında, çok ciddi bir suçtur. En azından
suç işlemek için örgüt kurmak suçunu teşkil eder ki baskı, tehdit,
şantaj yöntemlerinin kullanıldığı da dikkate alındığında gerçek
manada bu işi gerçekleştiren polisler ve buna karar veren adalet
müfettişleri ile karara iğfal edilmeksizin bilinçli katkı sunan savcı ve
hakimler hakkında ciddi davalar açılması gerekir. Bence böyle bir
dava açılırsa da hepsi mahkum olurlar AHİM'e itiraz da etseler bu karar tasdik olur.
Bir dava açacak savcılık çıkarsa kanunsuz dinlemelerle ilgili
yeterinden fazla delil bulunacağına inanıyorum
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar hakim ve savcı sudan
sebeplerle bu şekilde dinlenemez, izlenemez, bu fiiller kabul
edilemez ve bunu yapanlar da hesabını mutlaka verir.
Hiç kimse bu olayları bazı müfettişler ve hakimler yanlış karar
vermiş, münferit olaylar diyerek geçiştiremez, bunlar hukuki işlem
değil, cemaattin faaliyetleridir.
 “Kozanlı Ömer kod adlı Osman Hilmi Özdil mi yoksa Emniyet
Genel Müdürü, Daire Başkanları mı polis teşkilatını yönetiyor? Son
zamanlarda meydana gelen operasyon ve faaliyetleri Genel
Müdürlük yapmıyordu, bu durum daha vahimdi. O zaman bu
teşkilatı kim yönetiyor? İşte en büyük soru bu. Bundan daha
önemlisi de ortada görünen yöneticilerin bu duruma nasıl ve neden
müsaade ettiğiydi. Bu kamu gücünü kimler gasp etmiş kullanıyor,
gücün sahibi olması gerekenler ellerindeki gücün gaspına neden ses
çıkarmıyor, güçlerini geri almak için çabalamıyorlar? Bu nasıl bir
anlayış ve nasıl bir devlet adamlığı? Bu duruma bakıp da zihinsel ve
ruhsal dengeyi kaybetmemek mümkün değildi. Galiba kendi
taraflarının suçunu ve kusurunu görmeden sadece yanlış olduğu
öğretilen olaylara karşı mücadele etme, yani Simonlaşma. anlayışını
biz de yaşıyorduk ama farkında değildik.” (s.558)
Ne Yapılabilir?
Maalesef bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Bir anlamda
Fethullah Hoca’ın insafına kalınmıştır. Çok abartıyorsun, bir iki
cemaat mensubu kamudaki görevlerinden alınır ve sorun çok kolay
halledilir diye düşünenler, cemaati tanımadıklarından, cemaatin
elindeki bilgilerin mahiyetini bilmediklerinden ve en gizli yerlere
kadar sızmış cemaat mensuplarının neler yapacağını
anlayamadıklarından durumun ciddiyetini tahayyül edemiyorlar….
Bu kontroller yapılır ve bu konu
araştırılırsa, dinleme kararı almak için tanzim edilen sahte raporlar
ortaya çıkarılacaktır. Bugün tahminlerin üzerinde pervasızca
insanlar dinleniyor ve bu dinlemeler tamamen cemaatin kontrolünde kullanılıyor.
Bir yandan bu zamana kadar kime tuzak kurulduğu, kimlerin
şantaja hedef olduğu, kimlere sahte ihbarlar ile leke atıldığı, iftira
edildiği anlaşılabilir. Böylece bugün başta Ergenekon, Balyoz,
Erzincan davası, vb. ile Emniyet Genel Müdür Yardımcıları
aleyhinde açılan şaibe altındaki benzeri bütün davalar ve delilleri
hem şaibeden arınarak ortaya çıkar, hem de uydurma olanlar
ayıklanır, doğru olanlar da netlik kazanır. Diğer yandan da
hukuksuz dinleme yapanlar, iftira atanlar, insanların özel
hayatlarına nüfuz edenler, gizli çekilen fotoğraf ve vidoları, telefon
konuşmalarını internette yayanlar ortaya çıkarılarak hesap sorulabilir.
Bu suretle başta Emniyet olmak üzere bazı kurumlara sızan
cemaat yapıları ve onların devlet imkanlarını, görevlerini kötüye
kullanması ortaya çıkarılabilir, sahte yazılan raporlar, tutanaklar ve
sorumluları tespit edilebilir. Bunun için tüm özel yetkili mahkeme
hakimlerinin verdiği önleme (istihbari) dinleme kararları, bu
konudaki TİB kayıtları ve İstihbarat merkezlerinde (polis jandarma
ve MİT) yasal olarak bu konuda tutmak zorunda oldukları
tutanaklar birbirini teyit edecek şekilde kontrole tabi tutulduktan
sonra haksız ve şantaj amaçlı dinlemelerin tespit edilmesi gerekir.
Sistemin bu kadar bozulması, başta cemaat ve hükümet dahil
kimseye fayda getirmeyecektir; güven ve ciddiyeti yok ederek sistemi
bozacaktır. Bozulan bir devlet sisteminden kimse fayda
ummamalıdır.” (s.559-560)
“Uzun sureden beri cemaat, sistemin hassasiyetini kullanıp son 5-6 yıl içerisinde
tavassutla her hakim ve savcı kararnamesinde özel yetkili
mahkemelere belli oranda cemaate mensup hakim ve savcıları
yerleştirmiştir. Bugün bu mahkemelerin savcı ve hakimleri her
olayda görüldüğü gibi hukuku hiçe sayarak insanların hürriyetini
tehdit ediyor. Bu mahkemelerin bazı üyeleri cemaat taraftarı iken
bazılarının da cemaatin dinleme ve izlemelerinde tespit edilen
görüntü ve ses kayıtları nedeniyle, yani şantajla cemaate boyun
eğmek mecburiyetinde kalmış oldukları çokça iddia edilmektedir…..
Özel yetkili mahkemelere son 6-7 yıl içinde atanan tüm savcı ve
yargıçlar hemen değiştirilmelidir, mevcut kadro ile adalet mümkün
değildir. Hatta olaylar çok tehlikeli boyutlara gitmekte olup, mağdur
edilmiş bazı kişilerin silaha sarılarak kendilerine haksızlık yaptığını
düşündükleri cemaat yanlısı kişilere yönelme ihtimali çok uzak
değildir, devletin vatandaşına iftira atması kabul edilemez. Bu
mahkemelerin verdiği kararlar ve Emniyet içerisindeki cemaat
yanlısı polislerin kullandığı dinleme ve izleme imkanları
denetlenmezse, ülkedeki tüm muhalifler, hatta şimdiden sonra özel
561
şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir. Bunun hoş
görülecek tarafı da kalmamıştır.
Adalet bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe bilinen
Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve başta il savcıları ve diğer savcı
ve hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat
yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmalıdır. İllerde bir
dinleme kararı almak için onca delil, bilgi ve rapor bile yeterli kabul
edilmezken, hakim ve savcıların neye dayanarak dinlendiğini
bilmeye hakkımız olsa gerek. Mesele hakimlerin özel hayatlarından
öteye gedmiş, tüm kamuoyunu ilgilendirir hale gelmiştir.
Cemaatin istediği gibi karar vermeyen her hakim ve savcı
aleyhinde oluşturulan kampanyalar utanç verici halde devam
etmektedir. Ergenekon davasına bakan İstanbul Özel Yetkili Ağır
Ceza Mahkemesi Başkanı Koksal Şengün hakkında basına servis
edilen dinleme tapeleri, bazı sanıkları tahliye etti diye hakimin yıllar
önce gözaltına alınıp beraat ettiği bilgilerini bile basma sızdıran yapı
daha neler yapıyordur, kimleri tehdit ve şantajla neye mecbur ediyordur?


Cemaat adına yapılan, Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin
Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü
Faruk Ünsal  haklarındaki davaların, Savcı Cihaner ve
arkadaşları hakkındaki tahkikatların yapılış biçimleri tarafsız
savcılar tarafından tahkik edilmeli, bu olayda iftira eden polis, savcı
ve hakimler yargılanmalı, kurdukları tuzakların, uydurulan delillerin
hesabını vermeleri sağlanmalıdır. Sonrasında ise özel yetkili
mahkemelerin bugünkü gibi bir yetki kullanmalarına hukuken mani
olunacak düzenlemeler yapılmalıdır. Erzincan savcısının
tutuklanması, İstanbul ve Ankara savcılarının dinlenmesi gibi
yetkilerin kullanılmasına müsaade edilmemelidir.
Karşı karşıya olduğumuz durum, hukuken yanlış yapılan birkaç
işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya birkaç
hakim ve savcının hukuku yanlış uygulaması veya taraflı davranışı
değildir. Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları
vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler
562
polis, hakim ve savcı değil, örgütün/cemaatin elemanlarıdır.
Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine
getirmektedirler. İçinde bulunulan durum bu şekilde bilinip
algılanmaz ise hatalı değerlendirme yapılmış olur.
İstanbul, Ankara, Erzurum ve İzmir'deki bazı özel yetkili savcılar
ile bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal bir ilişkinin
varlığı açıkça gözükmektedir. Özel yetkili savcılar tarafından bu iller
dışında gözaltına alman ya da aranan kişiler hakkında karar
çıkarmadan önce kimlik, iş ve ev adresleri gibi bilgilere ihtiyaç
vardır. Normalde bu bilgiler o illerin savcıları veya çok uygun olmasa
da Emniyet Müdürlükleri üzerinden resmi yazışma yoluyla temin
edilmesi gerekirken, bugüne kadar hicbir yazışma yapılmamıştır. O
halde bu bilgiler nasıl temin edilmiştir?
….. Demokrasilerde objektif ve tarafsız olmayan kaynaklarca belli
amaçlar doğrultusunda kamuoyunun yönlendirilmesi için
çalışılması, bu amaçla yalan haberlerin yayılması, kitlelerin
psikolojik harekata tabi tutulması ve hatta bunun devlet tarafından
yapılması bile kabul edilmezken bugün ülkemizde cemaat tarafından
563
kendi ideolojileri istikametinde halkın olaylar ve kişiler konusunda
yanlış kanaat sahibi olmasına, halkın kendi kurum ve yöneticileri
hakkında kara propagandaya maruz kalmasına devlet müsaade
etmemelidir.”(s.564)
“Orhan hakkında iddianame hazırlayan Ankara Özel Yetkili
savcısı önce Emin Aslan hakkında da soruşturma
yapan özel yetkili savcıdır, bu davanın usule uygun olarak
yürütülmediğinden daha önce bahsetmiştim. Aynı şekilde Orhan'ı
tutuklayan hakim de kozmik odada arama yapan, son zamanlarda
istihbarat birimlerince özel korunan hakimdir.
Orhan'ın tutuklanmasından kısa süre önce görevinden aldığı
şube müdürü Z.G.'nin adı önceki sayfalarda sunduğum cemaate ait
çok önemli belgede Ömer kod adlı cemaat imamının ABD
havaalanında yakalanması olayında üzerinden çıkan notlarda
geçmesi, hem kendisinin hem de (adliye mensubu olan) eşinin
telefon bilgilerinin bulunması tesadüf müdür?... Biz emniyet yöneticileri
 hepimiz birbirimizi tanırız, kinim ne
yaptığı ne yapabileceğini üç aşağı beş yukarı biliriz. Orhan Özdemir
suçlandığı olayların faili olamaz, zaten tahkikatın başlaması ile
basına el altından bilgi sızdırılması, Orhan'ın gizli sicil dosyasındaki
bilgilerin basına servis edilmesi de bunu doğruluyor.” (s.565)
 “Olay hakkındaki genel kanaat şudur: Cemaat kendilerine engel
gördüğü bir kişiyi daha bertaraf etmiştir.” (s.566)
“Kitabın ikinci bölümü boyunca ortaya koyduğum, bilgi, belge ve
değerlendirmeler ışığında son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum.
Burada yazılmayan cemaatin yönetici imamları hakkındaki gizli
bilgileri Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılarına ve bazı
başka makamlara yazılı şikayet/ihbar dilekçesi olarak vereceğim.
Herhangi bir tahkikat yapılabileceğine ihtimal vermiyorum zira böyle
bir durumda Polis, Jandarma ve MİT içerisindeki örgütlü yapı
anında haber alacak, soruşturmaya mani olacaktır… Tıpkı bu kitabı
yazmaktaki amacımda olduğu gibi dilekçe vermekte ısrar etmemin
sebebi, ülkeme karşı sorumluluğumu yerine getirmiş olma
duygusundan başka bir şey değildir.” (s.567)
_______SONUÇ OLARAK ŞU GERÇEĞİ GÖRMEMİZ GEREKMEKTEDİR: SAYIN HANİFİ AVCI’NIN DENEYİMLERİNDEN ÇIKARSADIKLARIMIZLA VE ÖNCEKİ YAŞANAN SİYASAL OLAYLARDAN EDİNMİŞ OLDUĞUMUZ DENEYİM VE DERSLERLE DEVLET İÇİNDE DİNSEL NİTELİKLİ VEYA SİYASAL İDEOLOJİK NİTELİKLİ GİZLİ VEYA AÇIK OLAN HİÇBİR ÖRGÜTLENMEYE, CEMAATLAŞMAYA, TARİKATLAŞMAYA İZİN VERİLMEMELİDİR. BU TİP ÖRGÜTLENME VE GÖRÜŞLERE DEVLET İÇİNDE HOŞGÖRÜYLE BAKMAMALIDIR. DEVLET, SADECE DEVLETİN YASALARINA, HUKUKUNA, TÜZÜKLERİNE, YÖNERGELERİNE GÖRE DÜŞÜNEN VE BU DÜŞÜNCELERLE DEVLET İÇİNDE HİZMET EDECEK OLANLARA EMANET EDİLMELİDİR. DIŞ DÜNYADA İSE DEVLET BU ANLAYIŞLARA TARAFSIZ OLARAK DURMALI, DESTEKLEMEMELİ, YASA DIŞI OLUŞUMLARINA KARŞI ÖNLEMLER ALMALIDIR.

 İsmail İNCİ, 24/02/2017





16 Ocak 2017 Pazartesi

ULUSAL PARALARIN DEĞER KAZANMASININ EKONOMİK İLKELERİ



ULUSAL PARANIN YABANCI PARALAR KARŞISINDA DEĞERİNİ KORUMASI VE DEĞER KAZANMASININ EKONOMİK İLKELERİ

     Herhangi bir ülkenin parası karşısında diğer ülkelerin paralarına döviz adı verilir ve bir ülkenin parasının diğer ülkelerin paralarına dönüştürülmesi işlemlerine döviz işlemleri veya kambiyo işlemi denilir. Bu dönüştürülmede yabancı paranın fiyatı veya değeri döviz kuru olarak deyimlendirilmiştir. Döviz Kuru Değerini matematiksel olarak belirleyen formül ise bölme işleminde kullanılan basit bir orantıdır. Ulusal Para Değeri/Yabancı Para değeri=Döviz kuru değeri. Örneğin 1 dolar 1.36 Euro ise 1 Euro: 1/1,36=0,735 Dolardır. Bu orantıda Euro’nın döviz kurunun dolardan daha yüksek olduğu görülür. Bu orantı sonucu ortaya çıkan değer farklılığının önemi, bir döviz kurunun veya fiyatının bir ülkenin kendi piyasalarında ve diğer ülke piyasalarında bu değer ile ne kadar ve nasıl mal alabildiği, kısaca satın alma gücünün düzeyinin belirlenmiş olmasında öne çıkar.  Dolar-Euro örneğimizde olduğu gibi kur farkı 1,36 ise, Avrupa’daki ortalama tüketici alım gücü ABD’dekinden %36 daha yüksektir. Görüldüğü gibi değeri düşük olan para birimleri daha az mal alma gücüne sahip olduğu gibi, değeri diğer paralar karşısında çok düşük ve çok değişken olduğunda uluslar arası ticarette kullanım dışında kalabilmekte, dışalımlarda, uluslar arası ticarette Dolar, Euro gibi dövizlere sahip olma zorunluluğu bulunmaktadır. Paranın devalüe edilmesinin yani değerinin düşürülmesinin mal ve ürünlerin dışsatımının artmasında, dışalımın azaltılmasında etkili bir ekonomik çözüm olmadığı istatistiklerle görülmüştür.

     Türk Lirası ilk olarak 1946 yılında 1 $ karşılığı 1.30 TL.den 2.80 TL.ye devalüe edilerek yüzde yüzden fazla değeri düşürülmüş, ihracat yüzde beş artarken ithalat % 105 artarak 118 milyondan 245 milyon dolar olmuştur. 4Ağustos 1958 de gerçekleşen devalüasyon sonrası 1$’ın TL karşılığı 2,80 den 9TL ye yükselmiştir. 1959 ve 1960 yıllarında ithalat ve ihracatta meydana gelen değişiklikleri incelendiğinde,  paranın yüzde üçyüz oranlarında devalüe edilmiş olmasına rağmen  1959 yılında İthalatta %49,2 artış meydana gelirken, ihracattaki artış ise %43 olmuştur. Yine 1970 yılındaki devalüasyon sonrası ithalatta %23,6’lık artış meydana gelmiş,  1971 yılına gelindiğinde ise ihracatın ithalatı karşılama oranı bir önceki yıla göre %5 gerilemiştir. Türk Lirasının son yıllardaki en son önemli değer kaybı 2001 yılında yaşanmış ve 1$’ın  karşılığı 686.500 TL iken  22.02.2001 de 920.000TL olmuştur. Türk Lirasındaki bu değer kaybı sonrası yani 2002 yılı verilerine göre ihracatta meydana gelen %15,1’lik artışa karşılık ithalat %24,5 gibi bir artış meydana gelmiştir.

    Paranın devalüe  edilmesi, ihracatı arttırmakta çok etkili olmadığı gibi Teknoloji ve sermaye mallarının giriş maliyetini yükselterek dış borç yükünü arttırmakta,  özellikle ücret ve maaşla çalışan kesiminin alım gücünün düşmesine neden olarak yoksulluğa neden olmaktadır.  Devalüasyon öncesi elindeki parayı dövize yatırarak üretim yapmadan parayla para kazanmayı amaç edinenler dışında toplumda hiçbir kesim bu ekonomik durumdan kazançlı çıkmamaktadır.
     Para birimimiz Türk Lirası da dahil gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değerinin düşmemesi, tersine değerlerinin yükselmesi, para birimlerinin aşırı değerlenmesi sorunundan daha önemlidir ve öncelikle ekonomik çaba gösterilmesi gereken konudur.
     Paranın Değer Kaybetmesinin Önlenmesi, Ülkelerin Para değerlerinin Dengelenmesi İçin Alınacak Önlemler ve Gerçekleştirilmesi Gerekli Ekonomik Gelişmeler:
     Ünlü İktisatçı John Maynard Keynes, “Para Üzerine Bir İnceleme”  adlı kitabında, bir ülkenin ithalata dayalı malların fiyatının, ihracat yaptığı mallarının ithalatı karşılama miktarlarını gösteren endekslere bağlı olduğunu yazar: “…önemli olan bir diğer olgu da, bir ülkenin ticaretinde uluslararası fiyat düzeyinin ithalata dâhil kısmının ihracata dâhil kısmına göre hareketidir. Bu iki hareket arasındaki oran, ticaret hadleri diyebileceğimiz, ihracat ve ithalat ile ilgili türev mahiyetindeki göreli fiyatların endeksini verir ki o da bir birim yabancı mal edinmek için teklif edilecek yerli malı miktarının ölçüsüdür.” Bunun anlamı şudur: Bir ülke dış ticarete konu olan mallarının üretimini, yurt içi kullanım miktarının üzerinde arttırır. İhracat edeceği malların yapacağı yatırımlarla ilave üretimlerini ne kadar çok arttırır ve ne kadar çok ihracat ederse, ithal ettiği malların giderlerini o kadar kolay karşılar. Sonuçta üretmiş olduğu mallarla ithal ettiği malların fiyatları arasında değer dengesi kurulur;  ihracat ve ithalata konu olan malları arasında arz ve talep dengesi, bu dengeye bağlı olarak döviz kuru dengesi de kurulmuş olur.

      İhracata konu olan yurtiçi fazlası malların ve sadece yurt içi tüketim için gerekli malların üretim yatırımlarında dış borçlanmanın ülkelerin para değerlerinin dengelenmesinde büyük rolü vardır. Bu nedenle uluslararası para sisteminde denge şartı, her ülke için dış borçlanma haddi ile dış ticaret dengesinin eşitliğidir. Dış borçlanma haddi, iç ve dış göreli faiz hadlerine bağlıyken, dış ticaret dengesi (ithalat ve ihracat dengesi) göreli fiyat düzeylerine bağlıdır. Ancak Bir ülke ekonomisinde ithalat-ihracat fiyatlarındaki denge düzeyinin bozulması ile ortaya çıkan ekonomik dengesizliğin giderilmesi ile faiz hadlerindeki bozulmanın ortaya çıkardığı ekonomik dengesizliğin giderilmesinde izlenecek ekonomik önlemler arasında temel farklılık yoktur.

     Birinci tür dengesizlik faiz hadlerinden etkilenmeden malların fiyatlarında denge yönünde değişimle ortadan kaldırılabilir. Dış ticaret mallarının fiyatlarında dengenin kurulması koşulunun en büyük etkeni ise üretim faktörü olarak kullanılan “Ustalıkta ve makinelerde gelişmeler”,  diğer deyimle üretim teknolojilerinde ilerleme sağlamaktır. Dış borçlanma miktarında faizlerdeki değişmelerle oraya çıkan İkinci tür dengesizliğin ortadan kaldırılması da, yine, fiyatlarda ve üretimde büyük değişiklikler oluşturarak geliri arttıran, gelirin artması ile faizlerdeki yükselmenin önlenmesini sağlayacak olan  “Ustalıkta ve makinelerde gelişmeler”,  diğer deyimle üretim teknolojilerinde ilerleme sağlamaktır. J.M.Keynes  her iki dengesizliğin giderilmesinde faizin etken olduğunu söyler. Fakat görüleceği üzere ülkelerin üretimini ve rekabetini arttırarak zenginleşmeleri, paralarının değer kazanması, üretim teknolojilerindeki yeniliklere bağlı olarak çok daha fazla yurt içi fazlası, kaliteli, refah malları üretebilmelerine bağlıdır. Ondokuzuncu yüzyılın ünlü ekonomistlerinden David Ricardo bu gerçeği görmüştür: “Bununla birlikte, imalatında yenilik yapan ilk ülke Polonya olursa, herkesçe arzulanan bir malı yükte hafif, pahada ağır olacak biçimde yapmayı başarırsa, ya da doğa ona herkesçe arzulanan ve başka ülkelere nasip olmamış bir ürün bahşederse, Polonya bu mal karşılığında fazladan bir para miktarı elde edebilecektir; böyle bir gelişmenin de zahire, sığır eti ve kaba giysi fiyatları üzerinde etkisi olacaktır. Maden yataklarına uzak olmanın yarattığı kayıp, çok değerli bir ihraç malına sahip olmanın verdiği üstünlükle fazlasıyla telafi edilecektir… tersi durumda, eğer ustalık ve makineleşme üstünlüğü İngiltere’de ise, bu kez Polonya’ya göre İngiltere’de altını daha az değerli, zahireyi, sığırı ve giysiyi ise daha pahalı kılan nedenlere bir yenisi daha eklenmiş olacaktır.” (s.461, David Ricardo, Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri)
     Günümüzde yeni üretim teknolojilerinin döviz kurları üzerindeki etkisi geçen yüzyıldan çok daha fazladır. Luis Catão kısa araştırmasında bu sonuca ulaşmaktadır: “Fakat taşıma maliyetleri ve gümrük tarifelerinin geçtiğimiz yüzyılda sert bir şekilde düşmesine ve milli tüketim sepetlerinin daha da yeknesak hale gelmesine karşın REDK’lardaki (Reel Döviz Kurlarındaki) dalgalanmalar daha da yoğunlaştı. Bir yüzyıl önce, gelişmiş ülkeler arasında, REDK dalgalanmaları %30 bandının içindeydi. 1980’lerde ABD kendi REDKsında %80 büyüklüğünde salınımları tecrübe etti! Diğer ülkeler de benzeri tecrübeleri yaşadılar…. Ülkelerin arasında ticareti yapılan ürünlerdeki verimliliğin artmasına yol açan teknolojik değişimlerin bu etkenlerden biri olduğu düşünülür. Verimlilikteki artış daha düşük üretim maliyetine yol açtığından, REDKlar dengeyi sürdürebilmek için artış gösterirler….. Ev ya da pek çok kişisel hizmet gibi ticareti yapılamayan mallar minimum düzeyde fiyat rekabeti ile karşı karşıyadır. Ticari bariyerlerin ve döviz kontrollerinin olmadığı durumda ticareti yapılabilen malların fiyatları ülkeler arasında eşitlenme eğilimindeyken, ticareti yapılamayan malların fiyatları büyük ölçüde değişebilir. Ekonomi teorisi ve teoriyi destekleyen veriler ülkeler arasındaki REDK farklılıklarının sebebinin ticareti yapılamayan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki dalgalanmaları olduğunu ileri sürer.” Yazar: Luis Catão- http://iktisat.biz/2015/08/13/reel-doviz-kurlari-paranin-satin-alabildikleri/

     Dış ticaret mallarının denge durumuna,  paranın göreli değerine etki eden birçok neden vardır. İhracat ve ithalata yönelik primler, mallara konulan gümrük vergileri ile serbest rekabete dayalı dış ticarete yapılan etkiler; iklimsel üstünlükler, coğrafik zenginlikler..vb gibi nedenler ülkeler arasındaki paranın değerinin farklı olmasına neden olur. Ancak Burada en büyük etken üretimde yüksek, verimli bir ustalık ve teknolojiye sahip olmaktır.
     Ülkelerin yüksek ve yeni üretim teknolojilerine sahip olabilmesinin yolu ise bireylerine bir yandan üretimde yeteneklerini geliştirirken diğer yandan akıl ve zekâlarını geliştirerek yeni üretim yöntemlerinin bulunmasının yolunu açan; hurafelere, dogmalara dayanmayan bir eğitim sistemine sahip olmaktır. Sonuçta İbni Haldun’un yazdığı gibi: “Fikir ve akıl gittikçe hüner ve zanaatları tekâmüle doğru götürmeye çalışır, çeşitlerini çoğaltır, derece derece biri arkasından diğeri olmak üzere mürekkeblerini kuvveden fiile çıkarmak suretiyle tekâmül ettirir.”( s.367- Mukaddime II, )




KAYNAKÇA:
1-David Ricardo, Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
2-John Maynard Keynes, Para Üzerine Bir İnceleme,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012-İstanbul
3-: Luis Catão- http://iktisat.biz/2015/08/13/reel-doviz-kurlari-paranin-satin-alabildikleri/
4-İbni Haldun, Mukaddime II, Milli Eğitim Bakanlığı Bilim ve Kültür Eserleri, İstanbul 1996










































YUKARIDAKİ MAKALEMİZ BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ KÜLTÜR, YARDIMLAŞMA, DAYANIŞMA DERNEĞİMİZİN OCAK 2017 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR..







21 Ekim 2016 Cuma

TASARRUFUN VE SERMAYENİN OLUŞUMUNDA FAİZİN İSLAM ÜLKELERİ EKONOMİLERİNDEKİ GERÇEK YERİ



TASARRUFUN VE SERMAYENİN KAYNAĞI OLARAK FAİZİN EKONOMİK YAŞAMDAKİ GERÇEK YERİ

     Arapça sözlüklerde, klasik fıkıh ve tefsir kitaplarında ekonomik anlamda faiz kavramının yerine “riba” kavramı kullanılmıştır. Riba terimi kaynaklarda şöyle tanımlanmaktadır.:
Belli nitelikteki eşyadan iki malın birbiriyle mübadelesinde (takasında, alışverişinde)
iki taraftan birine verilmek üzere akitte şart koştukları maddi veya manevi
fazlalığa riba denir. Bu tanıma göre faiz alışveriş aktinde taraflardan biri aleyhine şart koşulan bir fazlalıktır.
     Faizin tasarrufu arttırarak ve tasarrufları yatırım yapılmak üzere sermayelerin oluşmasına katarak üretimin artmasında etkili olduğu günümüz ekonomilerinde bir gerçek olarak görülmektedir. Özellikle resmi çağdaş bankacılığın faaliyete geçmesiyle faizin tasarrufları etkilediği, ticaretin ve sanayinin gelişmesini arttırdığı, işsizliği azalttığı bir gerçektir.. Adam Smith Ünlü eseri Milletlerin Zenginliği’nde bu durumu şöyle belirtir.:”  Glasgow'da bankaların ilk kuruluşundan on beş yıl kadar sonra, o kentin ticaretinin iki katına çıkmış olduğunu söylediklerini işittim. İskoçya ticareti de, Edinburgh'daki iki kamu bankasının kuruluşundan sonra dört katına çıkmış. Bu dönemde, İskoçya ticareti ile endüstrisinin pek hatırı sayılacak kadar artmış olduğuna; bankaların, bu artışta epey payı bulunduğuna şüphe yoktur.” (s.216)
Bir ülkenin sermayesinin ve sermaye mallarının yıldan yıla artmasının kaynağı, ürettiklerinin bir kısmını tüketmeyerek tasarruf etmesidir. Her yıl ürettiklerinin tamamını tüketen bir toplum gelecek yıl üretecek sermaye malı bulamaz. Bir yıl içindeki tüketimi sınırlayarak toplumlarda tasarrufu sağlayan ise, insanları, gelecek yıl içinde daha fazla tüketim yapma olanağı bulacağı düşüncesine götüren faizdir.

     Faiz, bireylerin elde ettikleri gelirlerin bir kısmını tasarruf etmesine neden olmakta ve bu tasarruflarını yastık altı etmeyerek yatırıma yönlendirmekte,  ekonomiye kazandırmaktadır. Girişimciler bireylerin bu tasarrufları ile hammadde, alet, makine, arazi ve emeğin kullanımını satın alır. Bu üretim faktörlerini en verimli şekilde organize ederek ürün haline dönüştürür. Bu üründen elde ettiği kar ile tasarrufların karşılığı olan bireylerin faiz gelirlerini öder.
     Faiz, tefecilerin çok yüksek oranlarla borç para vererek insanları borçlarını ödeyemez duruma düşürmesi ve alacaklıların borçlulara her türlü eziyeti yapabildikleri bir dönem nedeni ile hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır.Önceleri Atina ile Roma’da ödünç aldığı parayı ödeyemeyecek durumda olan borçluların satılmalarına izin verdiler. Solon bu geleneği Atina’da düzeltti. Borçtan ötürü hiç kimsenin kişiliğine dokunulamayacağını emir buyurdu….Borçlulara karşı çıkartılan bu kanunlar Roma Cumhuriyetini defalarca tehlikeye düşürmüştür. Bir borçlu, alacaklısının evinden, vücudu yara bere içinde kaçıp genel alanda kendisini halka gösterdi. Halk bu görüntü karşısında heyecana geldi. Alacaklıların artık tutmaya cesaret edemedikleri birçok borçlu da kendilerini mahzenlerden dışarı attılar…. Manlius adında biri, sadece halkın gözüne girmek için, köle haline konmuş borçluları alacaklıların elinden kurtarmaya kalktı. Manlius’un maksadını anlayıp önlediler; ama yara olduğu gibi duruyordu. Nihayet özel kanunlar vatandaşlara, borçlarını ödemek için bazı kolaylıklar sağladı ve Roma tarihinin 428’inci yılında konsüller, çıkardıkları bir kanunla, alacaklıların evlerinde, borçluları köle gibi kullanmalarını yasak etile. Papirius adında bir tefeci, evinde zincire vurduğu Publius adında bir delikanlının ırzına geçmek istedi. Sextus’un işlediği suç Roma’ya siyasi hürriyet vermişti; Papirius’un suçu ise onu medeni hürriyetine kavuşturdu O zamandan bu yana da, borçlarını ödemeyen vatandaşlar aleyhinde değil, tefeciliği önleyen kanunlara karşı geldikleri için alacaklılar aleyhinde kovuşturmada bulunuldu.”( Montesquieu, Kanunların Ruhu,S.145)
     İnsanları borçlandırarak birbirine düşüren, toplumsal barışın, düzenin bozulmasına neden olan,  insanları yoksullaştıran aşırı faizi-tefeciliği Semavi dinlerin hepsi yasaklamıştır. Yahudilik’in kutsal kitabı Tevrat’ın bazı bölümlerinde faizi-tefeciliği yasakladığı  açık olarak görülür..Ancak kendi toplumu içinde görülen bu yasak, diğer toplumlara karşı görülmemektedir: Bu nedenle Yahudi tüccar dünyada faiz ile herkese borç vermişlerdir. Kendi toplumundan olan insanlara ise gerektiğinde yardımlaşmanın, yakınlaşmanın, dostluğun artması için hiçbir faiz almadan borç para verilmesini hükmeder:  “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula, ödünç para verirseniz ona tefeci gibi davranmayacaksınız.” (Çıkış, 22/25),

    “Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse ona yardım etmelisin desteklemelisin.
Aranızda yaşayan bir yerli veya konuk gibi yaşayacaktır. Ondan faiz ve kâr alma.
Tanrıdan kork ki, kardeşin yakınında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizli para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin yiyeceklerden kâr almayacaksın.” (Levililer, 25/35, 36,)
    Hıristiyanlığın kitabı İncil’de Tevrat’taki kadar faiz ile ilgili açık hükümler bulunmamakla birlikte Yahudilik’in devamı olduğunu söyleyen Hristiyanlık da faize karşıdır:Düşmanlarınızı daha çok seviniz, hiçbir şey karşılık beklemeden onlara ödünç veriniz. Böylece ödülünüz büyük olsun. Yücelerin yücesinin çocukları olursunuz. Çünkü o, nankörlere ve kötülere nimet vericidir.” (Luka6/33, 34, 35).
     Yukarıdaki ifadelerde ödenmesi ihtimali bulunmasa da hiçbir karşılık beklemeden
ödünç vermenin faziletlerinden bahsedilmekte, faiz kınanmaktadır. Faizin haram olduğu İncil’den açıkça anlaşılmasa da,  sonraki yıllarda toplanan Hıristiyanlığın Konsüllerinde açıkça belirtilmiştir. Bunlardan biri ve en eskilerinden olan İznik Konsüli’nin 325’te faizi yasakladığı bilinmektedir.
     Müslümanlığın kutsal kitabı Kur'an’da çeşitli ayetlerle faiz çok açık olarak yasaklanmıştır. Özellikle Bakara suresinin çeşitli ayetlerinde faizin yasaklandığı görülür: “Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların: “Alım satım da ancak faiz gibidir." demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim faize geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları artırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez (Bakara 2/275-276).”
“Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe ederseniz artık sermayeleriniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz (Bakara 2/278-279).”
     Müslümanlıkta yasaklanan ve haram kılınan faizin Cahiliye döneminde kat kat arttırılarak alınan faiz olduğu, diğer bir anlamıyla tefecilikten doğan faiz olduğu aşırı bir düşünce olmayacaktır. Çünkü Kur’an’ın Bakara ayetinden önceki bazı ayetlerde  bu açıkça görülmektedir:” İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz zekata gelince, işte zekatını veren o
kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır (Rum, 30/39).
Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki
kurtuluşa eresiniz (Âl-i İmran 3/130)
     “Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını
yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık (Nisa 4/161).”
     Faiz ile ilgili en son inen ayet Bakara ayeti olduğu için Bakara ayetindeki surelerin faizin gelişim süreci içinde varılan en son hükümler olduğunu söylemek Tanrı Kelamının bazı ayetlerde eksik ve yanlış olduğunu, sonraki ayetlerle gelişim göstererek eksiklerin tamamlanmış olduğunu söylemek olur. Bu ise Tanrı’nın düşüncesinin insan düşüncesi gibi gelişim süreci geçirdiğini ve eksik olduğu yargısına varmak anlamına gelir. Bu düşünüş ve yorum İlahi dinlerin özüne aykırıdır. Doğru yargıya varabilmek için tüm ayetlerin aynı anda değerlendirilmesi, önce sonra diye ayrılmaması gerekir.


Bu doğru düşünüş tarzı çağımızda İslam dünyasının ekonomik ve siyasi alanlarda karşı karşıya kaldığı sorunlarına çözümler getirecektir. Faiz konusunda günlük ticari ve iktisadi yaşamlarında ihtiyaç içinde kalan Müslümanları ikilemden kurtaracaktır. Çünkü normal faizin oluşumunda ticari ve ekonomik zorunlulukların, ihtiyaçların büyük etkisi vardır. İnsanlar günlük iktisadi yaşam içinde bir ihtiyacını gidermek için belli bir süre sonra normal faizi ile birlikte iade edilmek üzere borç alma ihtiyacı duyarlar.
     Hz. Peygamber de ticari ilişkilerde alınan borcun fazlasıyla veya daha iyisiyle ödenmesini istemiştir. Bu isteğin borç veren tarafın zarara uğrama ihtimalini karşılamak için küçük bir artış ile borcun ödenmesi gerektiği şeklinde yorumlamak gerekir. Bu ise her iki tarafı memnun edecek bir riba=faiz demektir. Ayrıca bu yorum Bakara ayetinde (2/279) zikredilen, zarara uğramama ve uğratmama ifadesine de uygun düşmektedir.
     Sayın Abdi KARAKUŞ tezinin Tarihi Süreçte Faiz bölümünde süreç içinde faizin ilahi dinlerin yasaklarından kurtularak Reform hareketleri ile ticari yaşamda serbest hale geldiğini şöyle yazmaktadır:
     “ Faiz yasağının tartışma konusu olmaktan çıkıp, modern ekonomilerde önemli hale
gelmesi elbette bir anda meydana gelmemiştir. Faiz yasağının değil, artık faiz
oranlarının tartışılması ve faiz uygulamalarının ekonominin temeline yarleşmesinde,
Orta Çağ’ın değişen ekonomik ve sosyal yapısı ile Hıristiyanlıkta gerçekleştirilen ve
“Reform” adı verilen köklü yapısal değişikliklerin önemli etkileri olmuştur. Şöyle ki,
Orta Çağ sonlarına kadar faize konu olan borçlanmalar, genellikle tüketim amacıyla
yapılmaktaydı. İhtiyaç içinde bulunanlar, aldıkları borçların ve bu borçların faizlerinin,
borç ödeme zamanında büyük bir fazlalık haline gelmesi nedeniyle ya bütün mal ve
mülklerini ellerinden çıkarmak suretiyle ödeyebiliyorlar, ya da hiç ödeyemiyor, hukuki
kişiliklerini kaybederek alacaklıların esiri haline gelmekteydi. İnsanların bu durumdan
kurtulmasında, büyük reform hareketlerinin öncülerinden sayılan Alman din adamı
Martin Luther ile Fransız asıllı Calvin’in çok büyük etkilerinin olduğunu burada
zikretmek gerekmektedir (Özgüven, 1992: 46).” (s.44)… Bacon bu dönemi şöyle
anlatmaktadır: “İnsanlar için ödünç alma ve ödünç vermenin zaruri bir ihtiyaç olması ve
yine insan denen yaratığın katı yürekli olması dolayısıyla ödünç vermeye yanaşmaması,
çaresizlikle birleşince faize müsaade edilmesi bir mecburiyet halini almıştır.” (Kureşî,
1966: 24).” (s.54, Abdil Karakuş, İslam Hukuk Kaynaklarındaki Faiz Kavramının Modern Ekonomi Bağlamında Yeniden Değerlendirilmesi, Yüksek lisans Tezi)
     Hıristiyan din adamlarının ve kurumlarının Aristo’nun faiz konusundaki düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenerek faizi yasaklamaları ve ticarete iyi göz ile bakmamaları Aristo’nun düşüncelerini yanlış anlamaktan ve yorumlamaktan ileri gelmiştir. Gerçekte Aristo Politika adlı ünlü kitabında ticareti ve ticarette kullanılan paranın borç verilmesi karşılığı alacaklıya bir fazlalığın verilmesine karşı değildir. Aristo ev yönetiminde-ekonomi yönetiminde temel olanın canlıların yaşması, beslenmesi için somut ürünlerin üretilmesi olduğunu, insanlar arasındaki alışverişe dayanan ticaretin ve faizin somut ürünler üreten faaliyetler olmadığı bunun için yardımcı iş alanları olduğu düşüncesindedir. Ancak bu ayırım nedeni ile ticaret ve ticarette uygulanan faiz faydasız ve geçersiz değildir. Aristo Aynı eserinin altıncı bölümümde sayfa 191’de alışveriş için devletin temel etkenliklerinden biridir, demektedir.:Çünkü, diyebiliriz ki, bir devletin temel etkenliklerinden biri çeşitli gereksinmelerine göre mal almak ve mal satmaktır.”…
     Montesquieu - Kanunların Ruhu Üzerine adlı ünlü kitabında  Kuran’ın yanlış anlaşılmasından dolayı Müslümanların faiz ile tefeciliği birbirine karıştırdıklarını, bu nedenle de  tefeciliğin arttığını yazar: “Müslüman ülkelerinde faiz ne kadar yasak edilirse tefecilik de o kadar artar. Ödünç veren kimse, kanuna aykırı hareketten ötürü atıldığı tehlikeyi karşılamak için daha çok para istemekten çekinmez… Doğu ülkelerinde çoğu kişiler hiçbir şeylerini teminat altında bulundurmazlar; herkesin elindeki para kendi parasıdır ama aynı parayı ödünç verdikten sonra bir daha aynı şekilde eline geçireceğinden emin değildir; bu güvensizlikten doğan tehlike ile orantılı olarak tefecilik de böylece durmadan gelişir.” (s.277)
Ünlü İktisatçı Adam Smith de aynı görüşleri paylaşır:“Bazen ülkelerde, para faizi kanunla yasak edilmiştir. Gelgelelim her yerde, para kullanmakla bir şey yapılabildiği için, paradan yararlanmak üzere, her yerde, bir şey vermek gerekir. Bu yasanın tefecilik belasını önleyecek yerde artırdığı tecrübeyle görülmüştür.”(S.252, Milletlerin Zenginliği)


     Gerçekten de tefeciliğin önlenebilmesi için yasal bir faizin yürürlüğe konulması toplumun gereksinimi olan borç paranın bulunmasını, toplumda tasarrufun oluşmasını, ticaret ve yatırımın artmasını sağlayacaktır. Ancak bu faizin aşırı olmaması gerekir. Çünkü yine Montesquieu’’nun deyişi ile:” Aşırı derecede yüksek olursa bu değer, o zaman tacir, ticaretin sağlayacağı kârın faiz tutarından daha az olacağını anlar ve ticaret yapmaktan vazgeçer. Tersine, paranın bir değeri olmazsa, o zaman, kimse ödünç para vermez; tacir de bu yüzden hiçbir iş yapamaz.”
     Adam Smith  ve ünlü Fransız devlet adamı ve iktisatçı Turgot da tefeciliğin önlenmesi için devlet tarafından resmi bir faiz oranının belirlenmesi düşüncesindedirler. Turgot, “ İmsak Teorisi” olarak bilinen görüşünde devlet tarafından belirlenecek olan faiz oranının kişilerin  tasarruflarını toprağa yatırmaları karşılığında elde edecekleri gelir oranında olmasını düşünmüştür. Adam Smith ‘in devlet tarafından belirlenecek olan faiz oranı ise tasarruflardan elde edilen gelirin  piyasa değerine yakın bir değer olmalıdır. Ancak tasarrufların değerlendirilmesi ile elde edilen bu gelir ekonomik gerçeklerle uyumlu bir oranda olmalıdır:
Faize izin verilen ülkelerde, tefecilik zulmünü önlemek üzere, kanun, genel olarak cezaya uğramadan alınabilecek en yüksek oranı saptar. Bu oran, her zaman için, en düşük pazar fiyatının veya paranın kullanılması için en büyük inancayı verebilenlerin çokluk ödediği bedelin biraz üstünde olmalıdır. Bu kanunlu oran, en düşük pazar oranının aşağısında saptanacak olursa, bunu böyle kestirip atmanın sonuçlarının hemen hemen faizin toptan yasak edilmesindeki gibi olması gerekir. Alacaklı parasını, kullanılışındaki değerinden aşağı ödünç vermez. Borçlu da, kullanmanın tam değerini kabul etmekle onun göze aldığı rizikonun karşılığını kendisine ödemelidir. Bu kerte, tam tamına en düşük pazar fiyatı üzerinden saptanırsa, çok sağlam kefalet gösteremeyenlerin hepsinin, ülkeleri kanunlarına saygı duyan insanlar yanındaki itibarını ortadan kaldırır; onları, anasının nikâhını isteyen tefecilere başvurmak zorunda bırakır…. Şurası kaydolunmaktadır ki, kanunlu oran, en düşük piyasa fiyatının biraz yukarısında olmalı ise de, pek yukarısında olmamalıdır…. yüksekçe saptanırsa, ödünç verilecek paranın çoğu müsriflerle hayal tasarıcılarına, borç olarak verilir. Çünkü onlardan başkası bu yüksek faizi vermeye razı olmaz. Paranın kullanılmasına karşılık, bu yararlanmadan sağlamaları muhtemel kazancın bir kısmından fazlasını vermeyen aklı başında kimseler, bu yarışa katılmayı göze almazlar. Ülke sermayesinin çoğu, böylece, bunu kârlı ve faydalı şekilde kullanması en muhtemel bulunanların elinden alınıp, çarçur ve heder etmeleri en ihtimal içinde kimselere fırlatılıp atılmış olur. Tersine; kanunlu faiz oranı, en düşük Pazar oranının pek az yukarısında saptandı mı, aklı başında kimseleri, borçlu olarak, herkes müsriflere, hayal kuran tasarı sahiplerine yeğ tutar. Para ödünç veren kimse, aklı başında olanlardan, hemen hemen ötekilerden almak cesaretini gösterdiği kadar faiz alır. Parası, onların elinde, ötekilerden daha emindir. Ülke sermayesinin çoğu, böylelikle, faydalı şekilde kullanılması en muhtemel ellere verilmiş olur. Hiçbir kanun, alışılmış faiz kertesini, o kanun yapıldığı sırada çokluk rastlanan en düşük pazar oranının aşağısına indiremez. Fransız Kralı'nın, faiz oranını yüzde beşten yüzde dörde indirmeye kalkıştığı, 1766 tarihli buyrultuya karşın, türlü türlü yollarla kanundan yan çizilerek, para, Fransa'da yüzde beşten ödünç verilmeye devam olundu.” (s.252, Adam Smith, Milletlerin Zenginliği)
Normal ekonomik koşullar içinde, ekonomik faaliyetlerden elde edilen birim ürün başına gelirler aşırı oranlarda değildir. Çünkü gelirlerden üretim maliyetleri düşüldüğünde elde edilen kar, çok yüksek oranlarda ortaya çıkmaz. Birim ürün değerini gösteren fiyat talebi etkilediğinden buna izin vermez.
Normal koşullar dışında kalan deniz ticareti ve benzerleri bu oranların dışında kalabilir. Çünkü, deniz ticareti ile normal olmayan ekonomik koşullarla karşılaşılarak maliyetlerin çok üstünde kar elde etme fırsatları olabilmektedir. Bu büyük fırsatla nedeni tasarruflara büyük oranlarda faiz veren tefeciler ortaya çıkmaktadır. Ancak ekonomik sonucu belirsiz, riski yüksek olan bu yatırımlar normal ekonomik yaşam içinde genelleştirilmemelidir. Tefeciliğin genelleştiği ekonomiler,  riskin ve belirsizliğin de yaygınlaştığı ekonomiler durumuna geldiği için bu nitelikteki ekonomiler gerçekçi ekonomiler değillerdir.
Günümüzün çağdaş ekonomilerinde devlet tarafından, yukarıda örneğini vermiş olduğumuz deniz ticareti gibi olağanüstü durumlara bağlı beklenti ve amaçlar peşinde  aşrı kar beklentisi taşıyan yatırımların normal-gerçek ekonomi piyasalarını bozmaması için reel ekonominin işlemlerine bağlı olarak yasal faiz oranları belirlenmektedir. Tefecilik, aşırı faiz yasalarla yasaklanmış,  böylece semavi dinlerin de toplumsal yaşamı düzenleyici hükümlerinin yerine getirilmesi yönünde bir anlayış çakışması ile toplumsal yaşama müdahale edilmiştir.
     Keynesyen ekonomistlerin yüksek enflasyon,  yüksek faiz, büyük tasarruflar ve yüksek kalkınma, düz mantığına dayanan görüşlerinin yanlışlığı da toplumsal yaşamda tefeciliğin yaratmış olduğu olumsuzluklara benzer karmaşalara neden olduğu görülerek terk edilmiştir. Öyle görünüyor ki toplumlarda ekonomik krizlerin ortaya çıkmaması için faiz oranlarının, yıllık kalkınma oranları civarında olması, girişimci, tüccar ve çalışanların kalkınma oranlarına bağlı olarak bu oranlar civarında yıllık ulusal gelirden pay beklemeleri gerçekçi olacaktır.

KAYNAKÇA:
1- Abdil KARAKUŞ, İslam Hukuk Kaynaklarındaki Faiz Kavramının Modern Ekonomi Bağlamında Yeniden Değerlendirilmesi, Sütçü İmam Üniversitesi SBE Temel İslam Bilimleri 2006, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş.
2- Yrd. Doç. Dr. Murat PIÇAK, Faiz Olgusunun İktisadi Düşünce Tarihindeki Gelişimi, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt: 1 Sayı: 4 2012
3- Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, Seç Yayın Dağıtım, İstanbul
4- Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
5- Aristoteles. Politika,, 1975, (Çev: Mete Tunçay),, Remzi Kitapevi, İstanbul

İsmail İNCİ, 22/10/2016



 BU MAKALE  BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ KÜLTÜR, YARDIMLAŞMA, DAYANIŞMA DERNEĞİ DERGİSİ EKİM 2016 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.



SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...