EKONOMİK DURGUNLUĞUN (DARALMANIN-BUHRANIN) TEMEL NEDENLERİ VE
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Türkiye ekonomisi 2018 yılının Ekim ayından
bu yana bir durgunluk-daralma(resesyon) içinde bulunuyor. Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), son üç Para Politikası Kurulu (PPK)
toplantısında (25 Temmuz, 12 Eylül ve 24 Ekim) para politikası faizini 10 puan
aşağı çekti. Böylece
para politikası faizi yüzde 24’ten yüzde 14’e kadar indi. Ancak
bu faiz indirimlerine
rağmen iç talepte hala belirgin bir canlanma gözlenmiyor. Bunun nedeni de
Tüketici Güven Endeksinin hala çok düşük olması. Tüketici Güven Endeksi,
İktisadi birimlerin ekonomiye duydukları güvenin düzeyini anketler yoluyla
ölçerek ortaya koyan endekslerdir. Söz konusu olan endekste 100’ün üzerindeki
değerler tüketici güveninde iyimser duruma, 100’ün altındaki değerler ise
tüketici güveninde kötümser duruma işaret eder. TCMB ile Türkiye İstatistik
Kurumu’nun (TÜİK) birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksinin değeri Ekim
ayında yüzde 57 olarak gerçekleşti. Tüketici Güven Endeksinin ekim ayındaki
değeri tüketicinin oldukça kötümser olduğunu gösteriyor. Tüketicideki bu aşırı
kötümserlik bir yıldan beri yüzde 60’ın altında bulunuyor. Tüketicinin
kötümserliği nedeniyle ekonomideki bu durgunluk önceki yıl 2018-2019 yılındaki
ekonomik durgunluktan bile daha kötü durumda bulunmaktadır. Bu durum İç Talebin
gerilemesine ve buna bağlı olarak ekonominin yavaşlamasına ve küçülmesine neden
oluyor.

Aslında Ekonomik durgunluğa
neden olan bu endekse “ Tüketici Güven Endeksi” deyimi yerine “Tüketici Talep
Yetersizliği Endeksi” demek, sorunu açıklayıcı bir terim olarak daha uygun
olacaktır*. Çünkü ekonomimizdeki durgunluğun temel nedeni, döviz kurundaki
artışlara bağlı olarak toplam mal ve eşya fiyatlarında oluşan büyük artışlar
sonucu tüketicilerin satın alım güçlerinin düşmesiyle, talebin çok büyük
oranlarda düşmüş olmasıdır.
Pazar Ticari faaliyetlerin seyri konusunda
önemli bir gösterge niteliğinde olan kamyon pazarı,… OSD Yönetim Kurulu Başkanı
Haydar Yenigün, “Yılsonunda pazarın 8 bin adet seviyesinde kalacağını tahmin
ediyoruz” diyor. Üretim Kamyon ihracatında artış yaşanmasına rağmen iç
pazardaki daralma nedeniyle üretim, yılın ilk 8 ayında bir önceki yılın aynı
dönemine göre yüzde 29, 2015 yılının aynı dönemine göre ise yüzde 43 daraldı.
En önemli sorunun iç pazarın ulaştığı vahim tablo olduğunu söyleyen Yenigün, birçok
yatırımın sonlandığını belirtiyor. (Sy. 22,
CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019)
Türkiye
genelinde 13 bin üyesi bulunan Makine İhracatçıları Birliği’nin (MAİB) başkanı
Kutlu Karavelioğlu: “… iç pazara baktığımızda da birçok sektördeki daralmayı makine
sektöründe de görüyoruz”… artan işsizlik oranları ve yüksek enflasyonun alım
gücü üzerindeki etkisinin yurt içi tüketimi, üretimi ve yatırımları olumsuz
etkilediğini dile getiriyor. Teçhizat yatırımları 5 çeyrektir düşen makine
sektöründe iç pazarın yüzde 20-25 oranında daraldığını ifade ediyor. “Kapasite
kullanım oranlarındaki düşüklük göz önünde bulundurulursa, teçhizat yatırımları
2020 yılının ilk yarısından önce artmayacak” (Sy. 44, CAPITAL dergisi, sayı: 11
/ 2019)
Ekonomideki durgunluğa (resesyona) ve bunalıma etki eden en önemli
etkenler, döviz kurundaki aşırı artışlar ve dalgalanmalar sonrası fiyatlardaki
artışlar, yüksek enflasyon, faizlerdeki artışlar; bu etkiler sonucu yurt içi
tüketimin düşmesi; tüketimin düşmesinin üretimi ve yatırımları olumsuz
etkilemesidir. Talebin düşmesi sonucu
satışların düşmesine bağlı olarak şirket gelirlerinin düşmesi, döviz kurundaki
artışa bağlı olarak borç miktarlarının yükselmesi ödeme vadesi gelen borçların
oranlarını çok büyük miktarlarda arttırdığından konkordato ilan eden şirket
sayı çok miktarlarda artmıştır. Tüm bu etkenlere bağlı olarak istihdamın
düşmesi, işten çıkarmalar sonucu ortaya çıkan yüksek işsizlik, toplam talebi
daha da kötüleştirdiği gibi toplumsal güvenliği, huzuru da tehdit edecek duruma
geliyor. Son açıklanan verilerle Temmuz 2019’da da
işsiz sayısı 4 milyon 596 bin kişi olarak hesaplanmıştır.
Doğuş Otomotiv CEO’su
Ali Bilaloğlu: “Otomotiv pazarı 2018’in ilk çeyreğini yüzde 2 artışla
tamamlarken ikinci çeyrekte yüzde 20’lik, üçüncü çeyrekte ise yüzde 51’lik
daralma gerçekleşti” diyor. (sy. 80, CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019, Nilüfer Gözütok Ünal)
Polat Holding CEO’su Baran
Demir, yapı malzemeleri sektöründe kapasite kullanımının yüzde 50-70’e, EBITDA
marjının yüzde 10-15’e gerilediğini söylüyor. “Sektörümüzde girmesi kapasite
kullanım oranını, dolayısıyla kârlılık ve istihdam talebin bekleme değerlerini
düşürdü, bitmiş ürün stok miktarlarını artırdı. Teknolojik yatırımlar minimum
düzeye
indi” diyor. (sy. 80,
CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019, Nilüfer Gözütok
Ünal)
EKONOMİK DURGUNLUKTAN ÇIKIŞ VE HIZLI BÜYÜME
SÜRECİNE GEÇİŞ:
Ariş Pırlanta Yönetim Kurulu
Başkanı Kerim Güzeliş, sektör oyuncularının çeşitli kampanyalarla cazibe
yaratmaya çalıştığını dile getiriyor. “Üründe araştırma, geliştirme çalışmaları
hızlandırılırken hizmette farklılaşma yönünde çabalar var. Devletin sağladığı
desteklerle uluslararası fuarlara katılarak ürün ve hizmet geliştirmeye
çalışılıyor. Yeni pazarlarla ilgili araştırma ve ziyaretler yapılıyor” diye
konuşuyor. İbrahim Polat Holding CEO’su Baran Demir, sektörde stok fazlası
ürünlerin düşük fiyatlarla yurt içi pazara sunulduğunu söylüyor. “Yurt dışı
talep miktarı artırılarak yurt içindeki eksik satışlar azaltılmaya çalışılıyor”
diyor.
“Prontotour Yönetim
Kurulu Başkanı Ali Onaran, Suriye sorununun sona ermesiyle pazarda 2 yıla yakın
zamandır ertelenen talebin harekete geçeceğini düşünüyor. Sarkuysan Yönetim Kurulu
Başkanı Hayrettin Çaycı, dahili iç pazardaki talebin hareketlenmesinin ülkenin
ekonomik ve politik istikrara kavuşmasıyla mümkün olacağını ifade ediyor. TÜRKBESD yetkilileri, “Beyaz eşya
talebinin, ekonominin genel seyrine paralel hareket etmesi bekleniyor” diyor.
Silverline CEO’su Mustafa Laçin de beyaz eşya sektörü için 2021’de toparlanma
önmotiv görüyor. CMS Yönetim Kurulu Başkanı Ünal Kocaman da, “Talebin hareket
geçmesi için Kasım ve Aralık aylarındaki enflasyon rakamları, TCMB’nin faiz
indirim oranları (ECB ve FED faiz kararlarıyla beraber) ve Suriye sorunun
çözümü öne çıkıyor. Buna baktığımızda talebin 2020 yılının ilk veya ikinci
çeyreği ile beraber harekete geçebileceğini tahmin edebiliriz” diye konuşuyor.
Alpet Genel Müdürü Ali Murat Yeşilyurt da siyasi gerginliklerden dolayı talebin
ne zaman harekete geçeceğini yorumlamanın zor olduğunu dile getiriyor, “Her
şeye rağmen kredi faizleri düştükçe ekonomi canlanacak” diyor.
Birçok şirket, ihracata ağırlık vererek,
yurt içindeki satışlarının düşüşünü yurtdışı satışlarla telafi etme çabasına
yönelmiştir. Yurt içi düşen talep artışını, artan enflasyon oranlarına
direnerek mal fiyatlarında düşük fiyatlar belirleyerek, düzenledikleri değişik
kampanyalarda düşük fiyatlarla satışlar yaparak arttırılmaya çalışılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası para politikası faizini 10 puan indirerek,
faizleri yüzde 24’lerden yüzde 14 oranlarına düşürmüş, bu yolla
enflasyonu, fiyatları düşürmeyi ve
frenlemeyi, bağlı olarak yurt içi talebi arttırmayı amaçlamıştır. Ancak son
yapılan endeksler “Reel perakende satışlardaki düşüşün
hız kesmekle beraber devam etmesi iç talepteki zayıflığın hala sürdüğünü
gösteriyor. İç talep zayıfken sanayi“…üretiminin artışa geçmesi ise ihracattan
ve biraz da geçen yıldan
beri eriyen stokların bir bölümünün yerine konulmaya çalışılmasından
kaynaklanmış olabilir. Bu gelişmelerin sonucu üçüncü çeyrekte ekonomide sıfır
dolayında bir büyüme çıkması olacak gibi görünüyor. Üçüncü çeyrekte ekonomide
sıfıra yakın bir küçülme çıkabileceği gibi sıfırın biraz üzerinde bir büyüme de
çıkabilir” ( s.43, Capital Dergisi,
Sayı: 12/2019 )
“Türkiye’de kriz yıllarından sonra ekonominin hızlı
büyümesi alışıldık bir durum. 1994, 2001 ve 2008-2009 krizlerinden sonra böyle
olmuştu. Ancak bu seferki durum biraz farklı görünüyor. Siyasi sorunlar
yüzünden ekonomik kamuoyundaki geleceğe güvensizlik hala sürüyor. Yurt dışından
kaynak girişi de bir türlü hızlanmıyor. İç talebe dayalı ve yurt dışı
kaynaklara bağımlı bir yapıya sahip olan Türkiye ekonomisinin bu şartlar
altında yeniden hızlı büyümeye geçmesi zor görünüyor…” (sy.32, dr. Orhan Karaca, Capıtal Dergisi, Sayı: 11 / 2019)
İç ve dış Ekonomik Birimlerin
ekonominin geleceğine olan güven ve inancı yeniden yükselmedikçe, yurt dışından
kaynak girişini engelleyen iç ve dış siyasal sorunlar giderilmedikçe yatırım,
istihdam, üretim ve talebin yükseltilmesi mümkün değildir.
Döviz kurundaki yükselişlerin önlenmesinin
en önemli çözüm yollarından birisi, bol miktarda döviz girişini sağlayan
yabancı yatırımların çoğalmasıdır. Yabancı yatırımların hatta yerli
yatırımların, sonuçta üretim ve istihdamın artışı bir ülkedeki, “yatırım güveni ortamının” varlığına
bağlıdır. “Yatırım güven endeksi”,
yerli ve yabancı yatırımcının kendini yasal güven altında kendini hissetmesine
bağlı olarak yükselir. Mal, can ve hak arama güvenliğinin bulunmadığı bir
ülkede ne yabancı yatırımcı ne de yerli yatırımcı yatırım yapmak ister.
Demokratik ilkelerle yönetilen bir
ülkede, yatırımcılar kendilerini tam olarak güvende hissederler. Demokratik
yöntemlerin tam olarak uygulandığı ülkelerde ekonomik yatırımlar, bilimsel ve
teknolojik gelişmeler sağlanabilir.
Demokratik yöntemler uygulanmadığı sürece, yolsuzluk, görevi kötüye kullanma,
kişi ve kurumlara baskı yapma, rüşvet, gasp, hırsızlık kontrol altına alınamaz.
Böyle bir ülkeye yabancı yatırımcılar gelerek yatırım yapmaz.
Uzun yıllar iktidarda kalan bütün büyük
siyasi partiler, üyelerinin ve kadrolarının yozlaşarak, bozulması sorunları
ile karşı karşıya kalırlar.. Bu yozlaşma
ülkenin her alanındaki kurumlarının işleyişine yansıyarak, ülkenin de yozlaşıp
bozulmasına, gerilemesine, güvenliğinin
kalmamasına neden olmaktadır.
Doğru ya da yanlış, hiçbir kişisel
görüşe sahip olmayan, bukalemun gibi her renge bürünen, her yöne kayan kişiler,
maddi ve manevi kazanç sağlamak için, zaman içerisinde iktidar partisi içine
sızarak önemli mevkilere gelmektedirler. Parti'nin geçici olduğuna ve zamanla
yok olacağına inanan bu kişiler, önemli mevkilerde kaldığı süre içinde en kısa
zamanda ev, değerli eşya ve tarım arazisi satın alarak, emlak spekülasyonu,
borsacılık, kaçakçılık gibi kanundışı kazançlar sağlamak için fırsat kollarlar.
Bunlar kendi amaçları doğrultusunda ülke ekonomisini Parti ve devlet
mekanizmalarını sömürürler. Bu durum yatırımları da etkileyerek ülke
ekonomisinin dengelerinin bozulmasına neden olur.
Mali ve siyasi itibarlarından kuşku duyulan,
güven duygusunu yitiren hükümetler uzun vadeli tahvillerini satmakta zorlanır
ve çok sık aralıklarla çevrilen, büyük miktarlarda kısa vadeli ve yüksek faizle
borç almak zorunda kalırlar. Yüksek faizle borçlanma ileriki zaman diliminde
ülkenin mali yapısının bozulmasına neden olarak, ekonomide daralma ve durgunluk oluşturur.
Devlet, borçlarının ödenmesi için su, elektrik, doğal gaz, benzin, emlak vergisi..vb gibi
tüketim mallarına ve vergilere yapmış olduğu yüksek zamlarla tüketicilerin
piyasadaki taleplerini düşürür. Ekonomik durgunluğun en önemli etkenlerinden
biri de kamunun aşırı, hesapsız, plansız keyfi harcamaları; kamunun değişik
mevkilerindeki yolsuzluklar sonucunda ortaya çıkan kamu borçlarıdır. Bu nedenle
Fiyat Artışları, enflasyon, sadece
faizlerin düşürülmesi ile düşmeyecektir. Enflasyonun yükselmesine neden olan
aynı zamanda kamu açıkları ve kamu hizmetlerine yapılan zamlardır. Kamu açık ve
borçları toplam talebi büyük ölçüde düşürerek ekonomik durgunluk ve
bunalımların en büyük nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkar.
Deflasyon yani paranın değerinin
devalüe edilmesi, değerinin düşmesi veya düşürülmesi ile satın alma gücünün
düşmesi, ekonomik durgunluğu ortaya çıkarır. Deflasyon ve ekonomik durgunluk
birbirine bağlı ekonomik olaylardır.
Türk
ekonomisindeki bugünkü durgunluk, aşırı döviz talebine bağlı olarak dövizin
aşırı değerlenmesinin bir sonucudur. Bu durumun sonucu, birtakım sosyal ve
siyasal etkenler tarafından da desteklenerek paranın devalüe olması ile satın
alma gücünün yüzde yüz oranlarda düşmesi ile ekonomi resesyona ardından da
depresyona (bunalıma- krize) girmiştir. Tüketimin düşmesi, üretimin düşmesini,
üretimin düşmesi işsizliği ve iflasları zorunlu ekonomik olgular olarak ortaya
çıkarmaktadır. Devletin kamu gelirlerini kullanarak ekonomik kriz içindeki her
alandaki esnaf ve iş adamlarını kurtarmaya kalkışması ile bu ekonomik krizden
çıkılması olası değildir. Bu kamu açıklarını daha fazla arttırarak ekonomiyi
stagflasyonun egemen olduğu bir ortama sürükler. Toplam talep artmazken,
fiyatlar daha da yükselir. Bugünkü ekonomik bunalıma yol açan önemli bir neden
de stratejik
olsun olmasın, ürün üretimi yapsın yapmasın, ihracatı desteklesin desteklemesin,
zor durumda olan büyük küçük şirketlerin kamu gelirleri ile desteklenmesinin
sonucudur. Bu ekonomik uygulamalarla verimlilik ve üretim düşürülmüştür. Dört
milyona yaklaşan Suriyeli ve diğer yabancı mülteciler de dahil olmak üzere üretmeden
tüketim yapan kesimler çoğaldığından, tarım ve hayvancılık da dahil doğrudan
üretim yapan kesimler yeterli ve ağırlıklı olarak desteklenmediğinden, üretim
yetersizliğine bağlı olarak enflasyon artışlarına neden olunmuştur.
Bugünkü ekonomik durgunluk ve ekonomik
düşüş, isteğe bağlı tasarruftan ve isteğe bağlı tüketim harcamalarından
vazgeçmekten kaynaklanmamaktadır, tersine fazla talep-israf-dengesiz gelir
dağılımı…vb. sonucu fiyatların artışı, paranın değerinin düşüşü, tüketimin-
talebin zorunlu düşüşünden kaynaklanmaktadır. Burada likiditeyi arttırarak
tüketimi arttırmaya çalışmak, daha fazla paranın değerinin düşmesine neden
olacağından, fiyat artışları ile birlikte yine tüketimi-talebi frenleyecektir.
Kısacası, bugünkü ekonomik durgunluk ve bunalım (kriz, depresyon) ekonomik
krizlerin nedenleri kategorisinde, üretim ve kaynak yetersizliğinden
kaynaklanan ekonomik krizler kategorisi içine girmektedir.
Üretim
fazlasından, doymuş talep ekonomisinin durgunluğu ve depresyonundan kurtulmanın
en dolaysız ve kesin çaresi, fazla ürünlerin dışsatımının gerçekleştirilmesi
ile fazlalığın tüketilerek yeniden üretime geçilmesidir.
Ancak üretim maliyetlerinin yüksekliğinden ve iç piyasanın satın
alım gücünün kalmamış olmasından kaynaklanan durgunluk ekonomisinin
sorunlarının aşılmasının yolları farklıdır. İç talebin satın alım gücünün
yükseltilmesi ve üretim maliyeti fiyatlarının düşürülmesi çözüm yollarıdır.
Bu nedenle
üretimin arttırılması önlemlerinin alınması, üretim artışı sağlanırken
verimliliğin sağlanması, düşük maliyetlerle üretimin gerçekleştirilmesi, düşük
fiyatlarla ve düşük kar marjları ile talebin canlandırılması gerekir. Diğer
yandan Talebin Canlandırılması için tüketicilerin satın alma gelirlerini
arttıracak gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Ancak Talep Yetersizliğine
neden olan etkenler ortadan kaldırılırken, lüks tüketim mallarının fiyatlarının
değil, toplumun genelinin günlük yaşamında tüketmek zorunda olduğu mal ve ürünlerin
fiyatlarının düşmesi sağlanmalı ve halkın genelinde bu ürün ve malları satın
alacak satın alma gücü arttırılmalıdır.
İhracatı arttırarak durgunluğun azaltılması
girişiminde paranın değerinin düşmüş olması veya düşürülmesi (devalüasyon) her
ekonomi için geçerli bir yöntem değildir. Her ekonominin durgunluktan
kurtularak hızlı bir büyümeye girmesinin beklenmesi yanlıştır. Paranın devalüe
edilmesinin ana koşulu o ülke ekonomisinde döviz rezervlerinin yeterli ve bol
düzeyde olması, döviz geliri kaynak ve yollarının çok, açık ve güvenilir
olması, şirketlerin ve devletin döviz
cinsi borçlarının düşük düzeylerde bulunmasına bağlıdır. Bu koşullara sahip bir
ekonomi, dış ticarette mallarına karşı olan talebi, fiyat düşüklüğü ile
arttırmaktan başka ekonomik çözüm bulamıyor ise, bir defaya mahsus olmak üzere
ve yeterli düzeyde parasını devalüe edecek yöntemlere başvurabilir. Bu yöntem,
döviz spekülatörlerine fırsat vermediği gibi, dış yatırımcıların ülke
ekonomisine olan güvenini de zedelemez. Paranın değerinin düşmesi bağlı olarak,
ülke ekonomisinin sahip olmuş olduğu ürünlerin iç pazarlardaki fiyatlarında
artış, yeterli döviz kaynağına sahip olunduğundan ve yeterli ürün miktarı
rezervi bulunduğundan yüksek düzeylerde olmayacak, bireylerin satın alma
güçlerinde azalma da yaşanmayacaktır. Bu ekonomik olayların çok fazla
değişmemesi, tüketim ve üretimin sağlıklı sürmesi için büyük önem taşır.
“Paranın
değer kaybetmesinin yarattığı ilk sonuçlar tıpkı Asya’dakiler gibi feci oldu.
Arjantin’deki çoğu işletme ve birey dolarla borçlandığından, artan dolar
maliyeti bilançoları felce uğrattı ve çoğu durumda iflaslara neden oldu.
Ekonomi komaya girmişti: 2001’de yüzde 4 düşen reel GSYİH 2002’de yüzde 11
düşüş kaydetti. 1998 ile 2002 arasında Arjantin ekonomisi toplam yüzde 18
geriledi, bu Büyük Bunalım ölçeğinde bir daralmaydı.”
“(s.85, Paul
KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Literatür
Yayıncılık, Altıncı Basım 2010, İstanbul )
Gelişmekte olan ülkelerin içine düşmekte oldukları
ekonomik durgunluk ve depresyonların türü genel olarak döviz talebine ve
borcuna bağlı olarak, kurların aşırı yükselmesine engel olacak ekonomik
önlemleri almamaları, tekrar tekrar bu tuzağa denilecek ekonomik ortama
yakalanmalarıdır. Bunun çözümü ise, ekonomiyi hızlı olarak büyütürken döviz
arttırıcı ekonomik büyüme modelleri öncülüğünde kalkınmaktır.
Ekonomik durgunluğun tek çözüm yolu tüketici
talep yetersizliğinin aşılmasıdır. Talep yetersizliğinin aşılması ise Fiyatlar
genel düzeyinin düşmesine bağlıdır. Şu anki üretici ve tüketici fiyat artışının
temel nedeni döviz kurundaki yükseliş olduğuna göre, uzun bir süre dışalıma
(ithalata) dayalı üretim ve büyüme yerine, büyük ölçüde ağırlık olarak yerli
malı, üretim araç-gereç, makine bilgi ve teknolojisine dayalı üretim ve büyüme
modeli uygulanmalı, her türlü döviz tasarruf ve gelirini arttırıcı önlemlerin
uygulandığı ekonomik yöntemlere başvurulmalıdır. Bu aşamada yeterince üretim
kapasitesine ulaşıldığında gevşek para politikaları uygulanarak satın alma
güçleri önemli oranlarda arttırılmalı, üretim ve tüketim döngüsü sağlanmalıdır.
Durgunluktan
kurtulmak için hükümetlerin gereksinim olmayan yatırımlar yapmaları yanlıştır.
Bu yanlışlık devlet bütçeleri için büyük mali açıklar, mali açıklar da vergiler
ve fiyat artışları, enflasyon..vb demektir. Ekonomide fiyat, enflasyon, talep
yetersizliği, durgunluk, ekonomik kriz çevrimsel kısır döngüsünün içine
düşmektir.
Bu denge istihdam ve sağlıklı ekonomik
büyümenin de tek çaresidir. Çünkü, bir ülkenin gerçek ekonomik gücü, yetenek ve
kapasitesi kendi şirketlerinin kendi
piyasasına yönelik yapmış oldukları yatırım ve üretimlerle büyümeleri ile
ortaya çıkar. İç piyasalardaki talep yetersizliğine bağlı daralma, şirketlerin
yatırımlarını durdurarak karlılıklarını, ödeme dengelerini bozar. Üretimlerini
durdurmalarına, yetkili servis örgütlerinin, satış firmalarının kapanmasına
neden olur. Zincirleme bu ekonomik etki sonuçta, işsizliğe ve devletin vergi
gelirlerinde düşüşe neden olarak ekonomik bunalımın temel etkeni olmuş olur.
Sık sık özellikle devalüasyonla ortaya
çıkan gelişen ülke ekonomilerindeki
istikrarsızlığı fırsat olarak gören spekülatörler spekülatif hareketlerde
bulunurlar. Bu spekülatif hareketlerin de etkisi ile ortaya çıkan, durgun ve
depresyon ekonomilerinden uzak durması için gelişen piyasa ekonomilerinin,
özellikle döviz ile borçlanmalarına, kendi özvarlıkları ile ekonomik
faaliyetlerini aksatmayacak şekilde sürdürecek güçte borçlanma ile
yatırımlarını yapmaları tasarlamalıdır.
KAYNAKLAR:
1- Paul
KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Literatür
Yayıncılık, Altıncı Basım 2010, İstanbul
2- Capital
Dergisi, Sayı: 11/2019, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş, İstanbul
3- Capital
Dergisi, Sayı: 12/2019, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş, İstanbul