29 Mayıs 2010 Cumartesi

GİZLİ ÖRGÜT VE TARİKATLARDA TOPLULUK BİLİNCİ


TOPLULUK(CEMAAT) BİLİNCİ VE TOPLUM BİLİNCİ




Topluluk(cemaat) bilinci: bireylerin aralarındaki görev, sorumluluk ve hakların farksızlaştığı, ayrım gözetilmediği; her bireyin diğerini, hak ve sorumluluklar, ödevler konusunda kendinde gördüğü (kardeşlik) durumlarıdır. Yetki ve buyruk vardır ancak bunu kendi öz sorumluluğu olarak görür ve özgürce, içsel iradesi ile yerine getirir.
Topluluk(cemaat) bilinci duygusal (kardeşlik duygusu) bir birlik niteliğindedir, çünkü bireylerin birbirlerine bağlılığı (kardeşlik) sevgi ve inanç öğelerine dayanır. Bireylerin birbirlerine büyük bir sevgi ve inançla bağlılıkları aralarında çok güçlü bir dayanışma oluşturur. Bu dayanışmanın parçalanmayan, yüksek enerjisi ile çok büyük zorlukları ve düşmanlıkları aşmak kolay ve olanaklı olur. Topluluk (cemaat ) bilincinde toplumlara sahip olmak bütün iktidar sahiplerinin, siyasetçilerinin ve bireylerin ideal amaçlarıdır.


Bu bağlamda tüm şiddetli ulusal duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, aşırı dinsel duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, şiddetli ideal toplum hedefi duyguları ile birbirine bağlı toplum ve siyasal gruplar topluluk bilinci taşırlar; toplumsallık bilincinin, ortam ve koşullarla uyumlu bulundukları ve bireylerine yararlı oldukları sürece olumlu görünümleridir. Ancak topluluk (cemaat) bilincinin ve örgütlenmesinin, toplumsal süreç içinde genelde olumluluğunu sürdüremedikleri görülür. Duygusal ağırlıklı bir toplum olduklarından ortam ve koşullara, çevreye uyum sağlayamazlar ve bilinçli bir toplum değildirler.


Bazı topluluk örgütlenmeleri ve bilinçlilikleri ise doğrudan topluma karşı olarak kuruldukları görülür. Bunlar doğrudan açık toplumun düşmanıdırlar ve kendi örgütlerine çıkar sağlamak için kurulmuşlardır. Genel olarak gizli olarak kurulan tüm örgüt ve tarikatların yapılanmaları bu nitelikleri taşırlar. Bazıları toplumun yararına, üstün iyiye sahip ideal topluma ulaşmak amacı ile kurulmuş olsalar da sonuçta içindeki toplumun düşmanı durumundadırlar. Genelde ise üyelerine çıkar sağlamak için kurulmuş, toplum bilincine karşı topluluk bilinci taşıyan örgütlenmelerdir. Bağlılıkları topluluk üyelerinedir, açık toplumun ise her bireyinin düşmanıdır.


Topluluk bilincinde bireylerin birbirine duyulan sevgiyi, inancı, güveni ortaya çıkaran ortak yüksek düşünsel hedeflere, amaçlara ulaşmak için zorlukları yenmede birbirlerine inanmak ve güvenmiş olmaktan ileri gelir. Topluluk bilinci, toplumun diğer gruplarına karşı çıkan karşı bir grubun eylemidir. Çeteleşme, ayrımlaşma, sınıflaşma ve çatışma bu düzenin nitelikleridir. Bir düşmana karşı olarak ortaya çıktıklarından, bir düşmanla çatışma durumunda varlıklarını sürdürebilmektedirler, bu da toplumsal yaşamda çatışma ortamı yaratan ve toplumla çatışma durumunda olan bir grup olarak kendilerini ortaya koyar.




Her topluluk (cemaat) bilinci zaman içinde, ortaya çıkan yeni ortamlara bağlı olarak değişir; ilişkilerin zorunluluğu katı kural ve yetkilerle donatılı düzenlere dönüşür. Yaşamın katı ve sınırsız çeşitlilikteki ilişkileri duyguların ötesinde sistemli yasalarla düzenlenmesini gerektirir, ödev ve sorumlulukların yerine getirilmesini gelenekleştirir ve alışkanlık durumuna getirir.


Bu zorunlu eylemler toplum durumunda yaşamanın gerekli bilincini oluşturur. Toplumsal yaşama bilinci, yaşamın gerçek anlamda sürdürülmesi için topluluk bilincinden daha kapsamlı ve zorunludur. Topluluk (cemaat) bilincinde ilişkilerin zamanla düşmanlığa dönüşmesi ve iç çatışmaların çıkması olasılığı daha fazladır, nedeni zorunlu, nesnel yasalarla ilişkilerin düzenlenmemiş olması, duygusal kural ve isteklere bırakılmış olmasındandır.


Toplumsal bilince ne değin kısa süre de ulaşabilirlerse, toplumsal yaşam o değin kısa sürede dinginliğe ulaşmış olur.






İsmail İNCİ, 29/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com



TAPINAKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÜRECİ


TAPINAKLARIN DEĞİŞİM SÜREÇLERİ




İnsan, dini inançlarla varlaşan bir varlıktır. İlkel yaşantısını sürdürürken çok tanrılı bir dini inanç sistemi oluşturmuştur. Varlığının ilk evrelerinden başlayarak geliştirdiği bu inanç sistemi yer ve zaman olarak birbirinden çok ayrı konumlarda, coğrafyalarda olmalarına rağmen her toplumda görülür. İnsan düşünce birikim ve uygarlığının gelişmesi ile birlikte dini öğeler de gelişir. Dinsel inancın gelişmiş biçimi olan tek tanrılı dinlerin inanç ve törenlerinde tüm dinsel süreç içinde oluşan düşünce ve inançların etkileri ve unsurları vardır. İnsan türünün varlığı sürdüğü sürece, dinsel inanışın varolacağını görebiliriz: Din insan yapısının ayrılmaz bir parçası durumundadır.


İlkel insan, varlığının ilk yıllarından başlayarak tanrılara tapınmak için, yer ve zaman kavramı düşünmeden, içgüdüsel davranış biçimleri ile tapınmasını yapar. Tapınmak için özel bir törene ve bu törenleri düzenleyip yönetecek din adamlarına gerek yoktur. Arap kabileleri de tapınmak için bir yer ve zamana gereksinim duymamışlardır. “Allah, bizim gibi bir şahsiyete sahiptir ve kendisine az çok boyun eğen canlılar alanının dışında bulunur. O’na gök yüzünün ve yeryüzünün yaratıcısı ve son derecede yüce ve akıllı bir kimse gözüyle bakılırdı; yağmuru o gönderir, dünyayı o yönetirdi. Rahipleri yoktu ve O’nun için tapınaklar inşa edilmezdi.” İslam Tarihi, Reinhart Pieter Anne DOZY, s.12


Tanrıları memnun ederek hoşuna gitmek, böylece öfke ve felaketlerinden ve diğer kötülük yapan doğa ve varlıklardan korunmak; tanrıların yardımlarını sağlamak için özel tapınma törenlerinin düzenlenmesi ve bu törenleri düzenleyecek aracı kişilere (din adamlarına) gereksinim duyulması ile tapınaklar yapılmaya başlanır.


Antik çağda mitolojinin egemen olduğu dini inançlara sahip toplumlarda ve bu toplumlarda yerleşen dinsel geleneklerle ortaya çıkan tek tanrılı dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) tapınak inşaatına büyük önem verildiği görülür. Antik çağda Mitolojideki tanrılara inanan ve tapan insanlar yerleşim yerlerinin merkezlerine, inandıkları ve tapındıkları her tanrı için ayrı ayrı tapınaklar inşa etmişlerdir. Özellikle Apollon adına ülkenin her yerine çok büyük tapınakların yapıldığı görülür. Tek tanrılı dinler, tek bir tanrıya tapınıldığı için bir çok ad altında değil de tek bir ad altında tapınaklarını inşa etmişlerdir: Ülkelerin yerleşim yerlerine Apollon, Artemis..vb ad altında tapınaklar inşa edilirken, Kilise, camii vb ad altında tapınaklar inşa edilmeye başlanmıştır.


Tapınak yapıtları salt tapınma yerleri değildir; inananların korunduğu sığınaklardır, birbirleri ile yardımlaştıkları yerlerdir. Özellikle tek tanrılı dinlerin inşa ettiği tapınaklar tapınma törenlerinin yanında, topluluğun toplanma, bir araya gelme, görüşme, danışma, eğitimleşme alanları olarak örgütlendiği görülür. Tapınaklar dinsel inancın ve birliğin vazgeçilmez temellerini oluştururlar. Dinlerin inançlarının ayakta kalması ve sürekliliği her dine özgü tapınakların varlığı ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle her din kurucusu ve yerleşmesini sağlayıcı önder tapınaklarının inşasına hemen başlamış ve dini yaygınlaştıkça tapınaklar da dinin yayıldığı bölgelerde inşa edilmiştir.


İsmail İNCİ,28/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com





25 Mayıs 2010 Salı

SSCB'NİN DAĞILMASININ EKONOMİK VE SİYASAL NEDENLERİ


SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNÜN TEMEL NEDENLERİ




1980’lere değin dünyanın önemli bir bölümüne yayılan ve birçok ülkede yayılma eğilimi gösteren SSCB sisteminin yıkılışının siyasal ve ekonomik olarak iki temel nedeni vardır.

EKONOMİK NEDEN:
Birliğin ekonomik sistemi, üretimin arttırılması,yeni ürünler üretilmesi ve geliştirilmesi, ürünlerin topluma yaygınlaştırılması yeteneğinden yoksundur. Gelişme sürecini temel ilke alan bir ekonomik anlayışa sahip olmasına karşın bunun tersi bir yapılanmaya sahiptir ve bu bilimsel gerçeklikten uzak yapının varlığının bilinci oluşmaya başlamıştır. Bireylerin üretim ve yaratıcılık enerjilerini, yeteneklerini, tüm kapasite ile ortaya çıkaracak; özgür girişimciliğe, ödüllenmeye(primlemeye) dayanarak üretimde bulunan (yarışma, rekabet) bir ekonomik sistemin zorunluluğu ve bu ekonomik sistemin özgür düşünüş ve işleyişin bulunduğu toplumsal ortam içinde gerçekleşeceği bilgi ve bilimsel gerçeği anlaşılır duruma gelmektedir. Yurttaşların baskı ve yoksulluğa karşı tepkilerinin artması sonucunda yöneticilerin sistemin yasalarının bilimsel olmadığı, arz-talep, özellikle ürünlerin türselleşmesi ve gelişmesi ekonomik yasalarıyla çelişen ekonomik sistemin bilincinin uyanışı ile sistemin değişiminin zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

SİYASAL NEDEN:
Sistemin siyasi ideolojisi, dogmatikliğe karşı olmasına rağmen dogmatik bir yapıdadır. Düşünce özgürlüğü yoktur, yaşam baskı altındadır. Sistemin hedefleri ve mantığı dışında hiçbir hak ve özgürlük yoktur. Sistemin yurttaşlarının yaşama haklarına saygıda bulunmayan bir yapıda olması, insan haklarına aykırı bir toplumsal sistemle karşı karşıya bulunulduğu bilincini uyandırmıştır. Böyle bir sistem toplumda sınıfları ortadan kaldıracağına iki büyük ana sınıfı ortaya çıkardığı görülür : Yönetenler ve yönetilenler. Yönetenler de kendi aralarında bürokratik hiyerarşik bir piramit oluşturmuştur.


Bu katı bürokratik sınıflanmada üst yönetimdeki bürokratik-aristokratik sınıflar, yurttaşların ve birliği oluşturan diğer toplumların temel hak ve özgürlüklerine karşı, Nasyonal sosyalistlerin bakış açılarına eşit mantığa sahiptirler ve bu mantıksal sonuçlara uygun uygulamaları gizli olarak yürütmektedirler: Yanlış ve çarpık bir gelişme mantığının sonuçlarını bilimsel sonuçlar kabul ederek insanları ”Üstün İnsan” ve “Alt İnsan” formları olarak bölümlemektedirler. Gerçek gelişmenin yönü ve nitelikleri, yeni biçimlenmeleri çok daha farklıdır…


29/12/2006 tarihli Zaman Gazetesindeki makalesinde Alev ALATLI’ İsveç’te 1932 yılında iktidara gelen ve 65 yıl süre ile iktidarda olan İsveç Sosyal Demokrat Parti yönetiminde, 1980 yılları başına kadar ırkçı politikaların uygulandığını açıklar.
“… 62 bin İsveçli, İsveç halkının kalitesini iyileştirmek amacıyla kısırlaştırılmıştır.” (Bunlar bilinen rakamlar olsa gerek). “ …Kimler? Karışık ırklar, düşük zekalılar, sakatlar. İstenmeyen genlerin gelecek nesillere transfer edilmesini önlemek için zorla kısırlaştırıldılar…” “…eugenics yani insanın olumlu niteliklerini yüceltmek, olumsuz niteliklerini bastırmakla iştigal eden bilimde hayli ustalaşmış bir ülke olup, İsveç’te Irksal Biyoloji Enstitüsü Stockholm’de 1920’de açılmış…” “…Samilerin genetik mirasları, Saf Irk düşüncesine meftun Aryanist Alman meslektaşları ile sıkı işbirliği içinde olan İsveçli genetikçiler tarafından uzun uzun incelenmiş…” “…Vurgulamaya çalıştığım, İsveç Sosyal Demokratlarının ideolojilerinin ırkçılıktan azade olmadıkları ve folkhemmet’in sadece belirli bir ırka den Svenska folkstammen’e yani İsveç ırkına dahil olanları kapsadığı, Tomedal Finlileri gibi azınlıkları kapsamadığıdır.”


Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya), 1946 yılında Alman Sosyal Demokrat ve Komünist Partilerinin yerine kurulan Sosyalist Birlik Partisi’nin, bütün sosyalist partilerle olduğu gibi İsveç Sosyal Demokrat Partisi ile bağları ve düşünüş birlikleri vardır. Bu ideolojik yakınlıklarının sonucu( aynı ırktan geliyor olmanın yakınlığı ile de) Doğu Alman Sosyalistlerinin-komünistlerinin dünyaya bakış açıları: İnsanın gelişme süreci incelendiğinde, Slavlar da dahil diğer tüm uluslar bir antitezdir. Sentez olarak ” Üst İnsan” formunu oluşturacak olan, Batı uyarlığını, bilimi, felsefeyi ve teknolojisini yaratan Cermen ırkından gelen insanlardır. Tüm insanları yönetecek olanlar bu ırktan gelenlerdir, diğer tüm ırklar aşağıdır, köledir, yönetilendir…


Doğal olarak bütün bu düşünceler yanlıştır: Ussal yetenekler genetik olarak taşınmazlar, biyolojik özelliklerin de bir kısmı genetik olarak iletilir. Eksik olan biyolojik yetenekler ise insanın ussal yeteneklerinin gelişmesine neden olur. Batı uygarlığını yaratan sadece Anglo-Sakson Cermen ırkı olmamıştır, Latin uluslarının büyük katkısı vardır. Bilim ve teknolojiyi, uygarlığı geliştirme yeteneği her toplumda vardır, zaman ve koşullar gerektiğinde bu yetenek ortaya çıkar. Japonya’da gelişen teknoloji ve uygarlık Batı uygarlığından aşağı bir düzeyde us ve yetenekte değildir. Sarı ırk aşağı bir insan topluluğu oluşturmaz.


Ancak ırkçı düşüncenin sonucu olarak, Sosyalist Birlik içindeki diğer toplumlar alt toplumlardır ve verilen buyrukları yerine getirmeleri gerekir. Bunlar “Üst İnsanın” isteklerini yerine getirmek için vardır.


İnsanlar arasında eşitliği ve sosyal adaleti ilke edinen bir ideolojinin bu ırkçı dünya görüşü sonucu diğer insan ve toplumları, kendi istek ve hevesleri yönünde yönetme düşünce ve çabası, sistemin varolan ekonomik sorunları ile birlikte diğer toplumlarda bağımsızlık, özgürlük düşüncelerini uyandırır. Özellikle bu yanlış siyasal mantık, ekonomik yasaların zorunlulukları ile birlikte ulusal hareketlerin büyük bir tepki ile başlamasına neden oluşturmuş. Sosyalist Birliğin dağılması, her ulusun özgür olarak kendi ekonomilerini geliştirme, sömürü ortamından kurtulma istekleri sonucu zorunlu duruma gelmiştir.






İsmail İNCİ,25/05/2010
www.iinci.blogspot.com
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com



11 Mayıs 2010 Salı

YAŞAMIN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ


DEVİNİMİN, ENERJİNİN VE YAŞAMIN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ






MAGNETİK GÜÇ BÖLGELERİ, MAGNETİK GÜÇLERİN DEVİNİM YÖNLERİ VE MAGNETİK GÜÇLERİN ELEKTRİK AKIMI OLARAK ORTAYA ÇIKIŞLARI:

Kutuplar magnetik cisimlerin güçlerinin en zayıf olduğu noktalardır, merkez ise gücün en yoğun bölgesidir. Merkezdeki gücün çıkış ve akış noktaları dönen küresel magnetik cisimlerde kutuplarda, ince dikdörtgen biçimlerde uç noktalardadır. Bir pusulada magnetik özellikteki plakanın veya magnetik özelliği kazandırılmış bir plakanın, küresel magnetik cismin yani dünyanın kutuplarına yönelmesi, mıknatıslanan cismin güç akşınının, güç çizgilerinin en zayıf olduğu kutuplara akması sonucundadır. Dünyanın gücün en zayıf olduğu kutuplarda, gücün dengeye ulaşması, gücün fazla olduğu mıknatıslanan cismin uçlarından gücün akışı ile gerçekleşecektir.


Mıknatıslanma veya elektriklenme olan cisimlerin, küresel kutuplara yönelmesi kutupların güç çizgilerinin etkisi ile değil, cismin güç çizgilerinin oluşturduğu akımın etkisiyledir. Mıknatıslanan magnetik levhaların uçlarının cisimleri toplaması, mıknatıslanma ile oluşan dengesizliği veya eksikliği, daha dengeli ve tam olan cisimlerin tamamlaması eğiliminden veya magnetikleşmesindendir.. Küresel magnetik cisimlerin kutuplarıyla etkileşimde de, daha kararlı ve yoğun güce sahip mıknatıslanan pusulanın ibresi, akımı boşaltmak için kuzey ve güney uçlarını kutuplara doğru yöneltir.


Dönen manyetik veya elektrik yüklü (akım yüklü ) bir cismin, her yöne etki ederek “Magnetik Alan “ oluşturması(=elektrik akımı oluşturması) , içindeki akımın her yönün kutup noktalarına doğru (pusulanın ibresinde olduğu gibi), döndükçe akması sonucu oluşur. Faraday’ın deneyinde oluşan bu olgu, pusulanın ibresinin noktasal etkisinin çember ve dairesel olarak genişletilmesi ve mıknatıslanmış olan ibrenin gücünün her yöne, sürekli dönüşüyle sürekli akışı ile oluşan “Sürekli Akım Gücü” etkisi, diğer tanımlama ile elektromanyetik akım etkisidir.


Elektromanyetik Bobin ile elektrik akımının elde edilmesi olgusu da, mıknatıs özelliğine sahip bir cismin dönmesi ile elde edilen akımın değişik bir görünümüdür. Elektrik kablolarının sarımı, her yönde dönüş etkisi yaratmaktadır. Demir bir çubuğa sarılı iletken tellere mıknatıs etkisinin verilmesi ile her yöne dönen mıknatıslı bir iletken yaratılmış olur. Kablo sarılı mıknatıslı demir çubuk, her yöne dönen mıknatıslı ibre gibi, kutuplarından magnetik etki aktarımı deviniminde bulunur, sonuçta elektrik akımı ortaya çıkar.


“Akım bir kuvvet çizgisine göre devinen bir iletkenin, bizim deyişimizle bu kuvvet çizgisini kesmesiyle oluşur. Öyleyse metal parçalar, manyetik alanı kendi çevresinde kendisiyle birlikte taşısaydı metal çubuk ve manyetik alan birbirine göre sabit kalacaklardı. Bu durumda, hiçbir şekilde akım üretilemezdi.” Büyük Bilimsel Deneyler, Rom HORRE, s.53 Kısaca iki manyetik alan etkileşimi ve bu etkileşimde güçler arasında dengeli duruma geliş için elektron akışı olgusu gerçekleşmesi vardır.


Elektromanyetik akım elde edilirken akımın aralıklarla verilmesiyle, yakın alanlarda magnetik alan etkisinin ortadan kalkması istenir. Yakın alanlarda alan etkisinin bulunması, akımın kendi içinde dengede bulunması demektir, ya da aynı kutuplar birbirine bakmaktadır. Bu güçler dengesinde akım ortaya çıkmaz. Alan etkisi ortadan kalkınca diğer deyişle, denge bozulunca, mıknatısın ibresinin kutuplara doğru yönelmesi (akımını boşaltması) gerçekleşecek, her yöne dönüşle sürekli akım gerçekleşince bir iletken ile yönlendirilerek elektrik akımı elde edilmiş olur.


Her manyetik alan, çekim gücü, kendinden daha büyük alan güçlerine etki eder. Alan gücü büyük olan cisimler, küçük olan cisimlere yönelirler ve çekim alanı içinde alan güçleri birleşir. Devinim ve enerjisi, büyük olan cisimlerin manyetik alanı daha dengesizdir, bu nedenle de çekim güçleri daha fazladır.


Canlıların magnetik alan gücü de katı ve cansız cisimlerle benzer özelliktedir. Canlılar arasında çekim gücü, gereksinim gideren etkilerine bağlıdır. Gereksinim giderme gücü büyük olan canlı veya cansız maddenin alan gücü her zaman küçük olandan daha büyüktür. Gereksinim tamamlayan cansız cisimlerin alan güçleri, canlıların çekim güçlerinden daha büyüktür; bu cansız cisimler, alan güçlerini tamamlamak isteyen canlıların magnetik alanları tarafından çekilirler. Cansız cisimlerin magnetik alanları arasındaki eşitsizlikleri, artı ve eksi güçleri arasındaki etkileşim, devinimi ve canlılığı ortaya çıkarır. Yaşamın ortaya çıkış ilkesi de tek bu ilkedir.

TÜM DEVİNİM VE ENERJİ TÜRLERİNİN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ:

Doğadaki tüm devinimleri ve canlılardaki yaşam devinimini( canlı ve cansız tüm doğadaki enerjiyi) ortaya çıkaran olgu, maddelerin enerji ortamında(manyetik alanda veya canlılık ortamında, konumunda), artı niceliklilikten eksi niceliliğe doğru yapılarındaki ayrımlılığı tümleyerek durağanlaşma eğilimlerinin gerekliliğidir.Fazla enerji, eksik enerji ile karşılaştığı sınırlarda (+)‘dan (-)’ye doğru akışla maddelerin özelliklerine bağlı enerjinin tüm görünümleri ortaya çıkar.(+) yüklü enerjiler (-) yüklü enerjileri tümleme yönünde devinir, (-) enerjili cisimler de (+) enerjili cisimleri kendilerine yönlendirir ve birleşme eğiliminde bulunurlar. (+) enerjiye sahip maddeler akımın( etki alanında bulunduklarında) yönlendiricisi ve belirleyicisidir.(-) enerjili maddeler, sürekli eksik yapılarını tümleme yönünde devinirler ve etki alanlarındaki (+) enerjili maddeleri kendilerine çekerler.


Maddelerin yapılarındaki enerjinin nicelik farklılıkları sonucu ortaya çıkan devinim, tüm canlı ve cansız varlıkların özelliklerinin ortaya çıkışının tek ana ilkesidir. Elektrikle etkilenmiş cisimlerde (+) ve (-) akım yönleri, gökcisimlerinde (+) ve (-) kutuplar, manyetik alanların etkileşimlerinde itme ve çekme devinim farklılıkları, elementler arası enerji potansiyel farklılıkları; canlı maddelerin gereksinimleri yönünde devinimleri, canlıların ve toplumların yaşamlarını sürdürme çabaları, türlerin sürdürülmesi güdüsü, psikolojik eksiklik(aşağılık güdüsü) ruhsal durumunun varlığın tümlenmesini gerektirmesi, en üst, ideal yaşama erişme, sonsuz tümlenme güdüsü…vb tüm bu görünümler devinimi yaratan temel ilkenin görünümleridir.


Cansız doğadan canlı doğanın ortaya çıkışı da, bazı elementlerin bu ilkeye göre etkileşimleri ile gerçekleşir. Temel element silisyumun (+) ve (-) değerler taşıyan diğer elementlerle, diğer enerji türler arası çapraz etkileşimleri, canlılığı ortaya çıkarır.




İsmail İNCİ, 12/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

26 Nisan 2010 Pazartesi

PARANIN, EMİSYON HACMİNİN İŞBÖLÜMÜ VE ÜRETİM ÜZERİNE ETKİLERİ


ORTAK KULLANIM BİRİMİ(PARA) İLE İŞBÖLÜMLERİ VE ÜRETİM ARASINDAKİ BAĞLANTILAR



“ (Aristoteles’in) Nikomakhos Ahlakı adlı eserde de belirtildiği gibi,… kentlerde değiş tokuş işlemlerinin zorluğundan dolayı altına ve gümüşe ihtiyaç duyulur…İşlem zorluğuna şöyle bir örnek verebiliriz. Bir çiftçi, örneğin saban yaptırmak istediğinde bunun karşılığında demirciye vermek için yanında erzaktan başka bir şey bulunmayabilir. Bu durumda onlar kendi aralarında yapacak oldukları işlemi tamamlayamazlar. Dolayısıyla, potansiyel olarak her şeyin yerine geçecek bir şeyin ortaya konulması zorunludur. Öyle ki, çiftçi aldığı sabanın karşılığı olarak bir şeyi demirciye verir, demirci de ihtiyaç duyduğu ve istediği her şeyi bununla elde eder.”(s.85) Siyasete Dair Temel Bilgiler.

Ünlü düşünür İbn Rüşt’ün yukarıdaki sözleri takas ekonomisinden, para ekonomisine geçişin zorunlu, toplumsal-ekonomik gelişimini anlatır. Ortak bir kullanım biriminin kullanılması zorunluluğu, gereksinmelerin zamanında, tam ve kolaylıkla karşılanabilmesini olanaklı kılmasındandır. Gereksinmelerin, doğrudan ilk elden alışveriş ile karşılanabiliyor olması, değişimde bulunmak isteyen üreticilerin kendi mesleklerini daha rahat yerine getirmelerini de sağlar.

Bir çalışanın tüm meslekleri öğrenmesi ve en iyi biçimde yerine getirmesi zor ve hatta olanaksızdır. Bu olanaksızlık ussal yeteneklerin farklı oluşundan, eğitim ve öğrenim için zaman yetersizliğinden anlaşıla bilinir. Herkes her işi yapabilecek yeteneğe sahibi olamaz ve her işi yapmak için çalışmak kesinlikle verimsiz bir iş ile sonlanır. Bir toplumda tüm işlerin verimli olarak yapılarak yerine getiriliyor olması gerekir. Her bireyin bir iş alanında uzmanlaşmanın önemi bu düşüncenin gereğidir.

Ürünlerin değişimini kolaylaştıran ortak bir değişim aracının kullanılmaya başlanması,gereksinmelerin karşılanmasında doğal olarak ortaya çıkan işbölümlerinin, bölünerek çeşitlenmesinde, uzmanlık alanları durumuna gelerek gelişmelerinde, doğrudan, hızlandırıcı etkide bulunduğu görülür. Ortak kullanım birimi ile ürünler arası takas koşulları, doğrudan erişimli(etkileşimli), yer ve kişileri, zamanı ortadan kaldırarak olanaklı duruma gelir; her mesleğin kendi alanında çalışarak üretme hız ve yeteneğini geliştirir, hacmini arttırır. Bütün işbölümlerinde küçük ve dev şirketlerin salt kendi alanlarında odaklanarak üretimde bulunmaları ortak kullanım biriminin dolaşımda olması ile gerçekleşebilir.

Tersinden bu ekonomik olguya bakacak olursak; ortak kullanım biriminin bulunmadığı bir ekonomide üreticiler, ürettikleri mal ve hizmetleri gereksinim duydukları mal ve hizmetlerle takas için , uygun zaman, yer ve kişi araştırması yapacağından, buna bağımlı olduğundan, üretim yetenek ve verimleri yavaşlayacak hatta olanaksızlaşacaktır. Mal ve hizmet ürünlerinin birebir, karşılıklı, aynı zaman ve pazarda takas edilmesi sonucu gereksinmelerin karşılanması ve bu gereksinmelere bağlı bir üretimin ortaya çıkması üretimin yavaşlamasına ve durmasına neden olur.

Ortak kullanım(değişim) biriminin yokluğu işbölümlerinin ve işbölümlerinde uzmanlaşmanın oluşmasını engellediği gibi, miktarındaki yetersizlik de üretim ve verimin düşmesine neden olur.

Ortak kullanım aracının, kullanımdaki(dolaşımdaki) miktarı, piyasadaki mal ve hizmet ürününe karşılık gelecek miktarlarda (üretimi devindiren tüketim araçlarının kapasitesi ile eşit miktarlarda)olması gerekir, çünkü; ortak kullanım aracı ile dolaşımı sağlanamayarak, takaslaşamayan ürünlerin koşullarının içine düşer. Ortak kullanım aracının yetersizliği meslekleri, ürünlerin ticaretini(= tüketimi) yavaşlatarak, engelleyerek, üretmez duruma getirecek, durgunluğa ve iflaslara neden olacaktır.

O halde üretim hacmi kadar, üretimin dolaşımının sağlanabilmesi için ortak kullanım aracının hacminin olması gerekir. Bu değerde bulunmayan emisyon hacmi ekonomilerin gelişmesini, üretimi yavaşlatacaktır.

Emisyon hacminin belirlenmesinde işbölümlerinin özelliklerinin önemle üzerinde durulması gerekir. Çünkü bazı işbölümleri doğrudan takaslanarak tüketilen somut ürünler üretir ki bunların dolaşımdaki karşılığı emisyon hacmi kolaylıkla gözlemlenerek belirlenir. Hizmet olarak üretilen ürünlerin değişiminin ortaya çıkışı doğrudan ortak kullanım biriminin ödeniyor olmasına bağlıdır. Öğretmenlik, doktorluk, mühendislik, vb birçok önemli ‘hizmet mesleklerinin’ dolaşımdaki hizmet üretim hacimlerini belirlemek ve dolaşımını sağlayacak emisyonu sağlamak daha ince ,dikkatli hesaplar gerektirir. Hizmet ürünlerinin dolaşımının devinimi gerekli emisyon hacimlerinin dolaşımına bağlıdır. Bu nedenle atıl, boş(=işsiz) durumdaki bu ürünlerin dolaşımı, yeterli somut tüketim ürünlerini yeterince üretme yeteneğine sahip bir ekonomide gerekli ortak kullanım aracının piyasalara sunumu ile gerçekleştirilir. Tersi durumda toplumlar bu yeteneklerini kullanamazlar. Genelde ‘boş zamanlarda üretilme niteliğine sahip olan bu üretim olguları, ekonomilerin zenginleşmesini, uygarlığın gelişmesini sağlar.

Emisyon hacminin nüfusla bağlantısı hizmet işbölümlerinin bu özel durumundan ileri gelir. Ancak bunu, salt toplumun birey sayının basit artışına bağlamak yanlış olur. Eğitim kurumlarından çıkan, hizmet üretme yeteneğine sahip bu işbölümlerindeki birey sayısına bağlı olarak emisyon sağlanması gerekir. Atıl durumda bulunan bu üretim işbölümlerinin(= İşsizliğin çözümü), somut üretme yeteneği bulunan (=temel gereksinimleri her durumda üreten, üretme kapasitesi bulunan) ekonomilerde hazırlanan zenginleşme, uygarlaşma projeleri ile gerekli dolaşım birimi ile sağlanır.

Ortak kullanım aracı üretimde verimliliği ve işbölümünü getirdiği gibi, yeni işbölümlerinin oluşmasını, yaratılmasını ; zenginleşmeyi uygarlaşmayı etkiler. Gerek zorunlu, gerekse refah ürünlerinden pay almak isteyen, ürün ve hizmetlerden daha çok satın almak isteyen bireyler, yeni ürün ve işbölümleri geliştirirler. Kişinin yetenek ve kolaylıklarına göre takaslanabilecek yeni işbölümleri yaratması, ortak kullanım biriminin etkisi ile hızlandırılmış olmaktadır.

İşbölümü ve ürünler özgülleştikçe, ürünlerin tümüne erişme çabası ile bireyler ivmelerini arttırırlar.(Ürünlerin özgülleşmesi-zenginliğin artması istekleri ve tutkuları arttırır.) Bu ivme üretimi ve gelişmeyi hızlandırır. Bir işbölümü kendi alt işbölümlerini zorunlu kılarak istihdamı arttırır. (Otomobil üretimi otomobili oluşturan parçaların alt iş kollarını, meslekleri, işbölümlerini ortaya çıkarır). Ürün ve dolaşımdaki ortak kullanım biriminin fazlalık vermesi(Gelir fazlası), eşzamanlı birbirini izlemesi gerekir. Gelir fazlası üretimin durması, işsizlik olgularını(=boş zaman) yaratır. Bu aşamada üretim ve tüketim boş zamanla dengelenerek, ekonomik yaşamın sürekliliği sağlanır. Eşzamanlı olarak tüm işbölümlerinin fazlalık vermesi sorun yaratmaz, sorun bazı alanlarda gereksinim varken üretimin sürüyor olması, bazı alanlarda ise gereksinimin doyması ile üretimin durması ve bu alanların işsizlikle gereksinmelerini karşılayacak üretimde bulunma yeteneklerini kullanamamalarıdır.

Ortak kullanım biriminin ahlaki sorunlara neden olması olumsuz yanını oluşturmaktadır. Ancak ürünlerin doğrudan kendileri de ahlaki sorun olabilmektedir. Üretmeden, üretenlerin ürünlerini kullanarak yaşamak yani hırsızlık, kullanım biriminin doğası gereği kişileri etkilemektedir. Kolay taşınabilir oluşu hırsızlık ve hilekarlığı özendirebilmektedir. Ancak bu paranın zorunluluğunu ortadan kaldırmaz, bu yönde girişim uygarlıkta geri gitmektir. Toplumların gelişmesini kolaylaştıran yöntemleri ortadan kaldırmak toplumsal yasaları ortadan kaldırmaya girişmek olur, bu ise olanaklı değildir.








İsmail İNCİ 26/04/Balıkesir
www.iinci.blogspot.com
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com



23 Nisan 2010 Cuma

KENDİ KENDİNE YETERLİ EKONOMİK SİSTEMLER VE BAĞIMLI EKONOMİK SİSTEMLER



Gereksinmeleri için mal veya hizmet türünde ürün dışalımında bulunmayan, ticari ilişki kurma zorunluluğunda kalmayan ekonomiler, “kendi kendilerine yeterli ekonomik güce” sahip olan ülkelerin ekonomik sistemleridir. Bu ekonomik sistemlerin nitelikleri, yetişmiş insan gücü, hammadde kaynakları, üretim için ara malları ve tarımsal ürünlerde kendi gereksinmelerini karşılayacak güçte olmalarıdır. Ayrıca yeterli ölçüde bilgi ve teknolojiye, yeterince genişlikte toprağa sahiptirler. Kendi kendine yeter ekonomik sisteme sahip ülkeler gereksinmelerini, ekonomik yaşamın ulaşmış olduğu son aşamasında karşılayabilecek güçte bulunurlar.

Dünyada tam olarak kendine yeterli ekonomik sisteme sahip ülkeler ABD, Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu, gibi birleşik ekonomiye sahip birkaç endüstrileşmiş ülke dışında bulunmamaktadır. Bu örnekteki ülke ekonomileri bir ekonomik krizde sahip oldukları nitelikleri iyi organize ederek kendi kendilerinde yeterli olabilirler. Diğer ülkelerle, “Ticari İlişkilere” bağlı üretim planlaması veya denetimsiz-plansız üretim yapmayabilirler; üretim fazlalığı nedeniyle ticari ilişki kendi kendine yeterli ekonomilerde zorunlu değildir. Diğer tüm ülkeler gerek insan gücü, gerek tarım ürünleri, gerekse enerji kaynakları yönünden birbirlerine bağımlı olarak varlıklarını sürdürme zorunluluğundadır.

Kendi kendine yeterli ekonomik sistemlere sahip ülkeler, kendi kendilerine yetersiz veya yeterli olan diğer ülkelerle, daha güçlü bir ekonomiye sahip olmak için(daha çok zenginleşmek için) ticari ilişkilerde bulunurlar. Bu ticari ilişkilerin varlığıyla oluşan ekonomi, iyi organize edilemeyen üretim güçleri, planlamadan ve öngörmeden yapılan üretim ile kendi kendine yeterli ekonomileri de, diğer ülke ekonomilerine bağımlı, sonuçta yetersiz ekonomiler durumuna getirir: üretim fazlalığı ticari ilişkileri zorunlu durumuna getirir.

Bağımlı ekonomik sistemlere sahip ülkelerin tümü, birbirleriyle ve bağımsız ekonomik sistemlere sahip ülkelerle zorunlu ticari ilişkilerde bulunurlar. Zorunlu gereksinmeleri karşılayabilmek, gelişerek refah içinde yaşayabilmek için ticari ilişkilerin varlığı ve bu ilişkilerin geliştirilerek zenginleştirilmesi gerekir. Ulusal ekonomilerini bu ilişkilerle geliştirip korumak zorundadırlar. Birbirlerine ve bağımsız ekonomilere bağımlı olan bu ekonomiler bu bağımlı ilişkilerini sürdürürken her biri kendi ulusal ekonomilerini, “bağımsız ekonomik sistemlere” sahip olma yönünde geliştirme amacı güder. Bireyler gibi toplumlar da kendi kendine yeterli, bağımsız, güvenceli yaşamak isterler.

Kendi kendilerine yeterli olmayan ekonomik sistemlerin, ekonomik gereksinmelerini karşılayabilmeleri için, “Uzmanlık Ekonomilerine” yönelmeleri gerekebilir. Ekonominin iye olduğu öğelere bağlı olarak bir veya birden fazla Uzmanlık ekonomilerine sahip olmaları ussal çözüm yoludur. (Finlandiya’nın mobil telefon alanında Nokıa modeli ile uzmanlaşması, İrlanda ekonomisinin bilgisayar yazılımı üretiminde uzmanlaşması bu ekonomilerin bilinene örnekleridir.)

Kendi kendine yeterli ekonomik yapıya yakın olmak veya, ağırlıklı alanlarda üretim ekonomilerine sahip olarak bağımlılığın ve ekonomik zayıflığın azaltılması çabası da ussal ekonomik çabalardır. Ağırlığı olan ekonomik sektörlerde uzmanlaşmak veya kendi kendine yeterli olmak, uzmanlaşma gerektiren ekonomik etkinliklerde bulunmayı gerektirir. Sonuçta tüm ülkeler, aralarında ekonomik-ticari ilişkileri zenginleştirmek zorundadırlar.

Bağımlılığı ve ekonomik zaafları azaltmak için uzmanlık ekonomisine sahip olma, doğal olarak salt, doğal kaynakları ortaya koyarak satmak yönünde olmayacaktır. Uzmanlaşma endüstri alanlarının birinde, insan kaynaklarının gücünde , tarımsal ürünlerde olabilir. Uzmanlaşılan ekonomik alanın ticari ilişkileri ile elde edilen sabit ve devingen anamal birikimi ile de diğer ekonomik gereksinmeler karşılanır; finans kaynakları oluşturularak diğer sektörlerde kendi kendine yeterli olacak üretim yatırımları yapılır. Kendi kendine yeterli ekonomik sistemler durumuna gelinmeye çalışılır. Burada üzerinde durulması gereken, uzmanlık alanlarının ekonomik koşullarla uyumlu olması ve öncelikli alanlara yönelmedir.

Yabancı sermaye ile tüm alanlarda kalkınmak düşüncesi, hem bu sermayenin gücüne bağımlılık yaratır, hem de çok güçtür. Yabancı sermaye ile ortaklıklar biçiminde yapılacak yabancı anamal girişi ile kalkınma, ulusal ekonomik amaçlar ve ilkelerle daha uyumludur. Bu ortaklıklar için gerekli anamal ve finans kaynakları da, uzmanlık ekonomilerinin gelirleri ile elde edilebilinir.

Tüm ülkelerin bağımsız birer ekonomi olmak istekleri ve çabalarına karşın, ekonomik gerçekler göstermektedir ki ulusların yüzde doksanı birbirine bağımlı olmak zorunluluğundadır ve birbirleriyle ekonomik ilişkilerden kesinlikle vazgeçemeyecek yapıdadır. Bağımsız ulusal ekonomilere sahip olmak, kendi kendine yeterli ekonomik güce sahip olan ülkeler için de olmak üzere tüm ülkeler için olanaksız olarak görünmektedir. Bu ekonomik zorunluluk nedeniyle, katı ulusalcı ve soyutlayıcı ekonomik kararlar, planlar yerine ülkeler arası işbirliğine dayanan ekonomik kararlar ve planlamalar yapmak (küresel ekonomik kararlar almak), ekonomik ilişkileri geliştirmek, insan varlığının çevreyle olan uyum ve dengesinin korunması açısından ortak kararların alınması gerekliliğiyle birlikte kendini göstermektedir. 2007 yılında başlayan son dünya ekonomik krizinden tüm ülkelerin etkilenmiş olmasıyla bu gerçekliği gözlemledik.




23/04/2010, İsmail İNCİ
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com.
Bgi.inci@hotmail.com






8 Nisan 2010 Perşembe

NICCOLO MACHİAVELLİ'NİN SİYASAL GÖRÜŞLERİNİN SİYASAL DÜŞÜNCE SÜRECİNDEKİ YERİ



NICCOLO MACHİAVELLİ’NİN SİYASAL GÖRÜŞLERİNİN YANLIŞ YORUMLANMASI VE SİYASAL DÜŞÜNCE SÜRECİNDEKİ YERİ



“…insanlar öylesine saftırlar ve anlık ihtiyaçlara öylesine çabuk boyun eğerler ki, aldatmayı alışkanlık edinmiş biri aldatacağı birilerini her zaman bulabilir…VI. Alexander, insanları aldatmaktan başka hiçbir şey yapmadı ve düşünmedi…Bir şeyi onun kadar ateşli savunan, sözlerini büyük yeminlerle destekleyen ve sonra da bunları unutup giden başka hiç kimse görünmemiştir…aldatmacaları ve sahtekarlıkları onu hep hedefe ulaştırmıştır…bir prens için yukarıda belirtilen bütün iyi niteliklere sahip olmak şart değildir, ama bunlara sahipmiş gibi görünmesi gerekir…”(s.133)

“Herkes senin neye benzediğini görür, ama senin ne olduğunu pek az kişi bilir ve bu pek az kişi kendilerini koruyan devletin kudretini kendi yanlarında hisseden çoğunluğun fikrine karşı çıkmayı göze alamaz ve insanların özellikle kararlarına karşı başvurulacak bir mahkemenin bulunmadığı prenslerin eylemlerinde sonuçtaki başarıya bakılır.” (s.134

Machiavelli’nin Prens adlı araştırmasında yazdığı, yukarıdaki alıntılardaki düşüncelerini okuyan birçok sıradan yurttaşın yanısıra, tanınmış siyasetçi ve düşünür, onun siyasal tüm yaşantıda etik dışı bu görüşleri ileri sürdüğünü ve doğruluğunun tarihsel örneklerle de kanıtlanmış olduğunu düşünmüş ve kabul etmiştir. Gerçekteyse araştırmanın bütünü göz önüne alınarak incelendiğinde, bu görüşlerin yanlış olduğunu görürüz.

Cumhuriyet yönetimlerinde de görülmekle birlikte özellikle Hükümdarlık yönetimlerinde, bir prensin çevresinde bulunan ileri gelen devlet adamları ve halkın içinde bulunan bazı kişiler, kendilerini yöneten hükümdar ve yöneticilerine övücü ve yerici bazı nitelikler yüklerler: Cimri, açgözlü, eli açık, zalim, merhametli, yürekli, korkak, kibirli, alçakgönüllü, sert, uysal…vb. Bu niteliklerin yüklenmesinin, sürekli olarak dedikodu üretilmesinin temel amacı iktidardan pay almak, iktidarı ele geçirmek içindir. Bir prens de bu söylentilere karşı, prensliğini koruyabilmek için gerektiğinde yalancı ve sahtekar, acımasız, hoşgörüsüz olabilir ve olmak zorundadır. Machiavelli’nin, genel ahlak ilkeleri ile çelişen siyasal düşüncelerinin, yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi; “kararlarına karşı başvurulacak bir mahkemenin bulunmadığı”, prenslik yönetimlerinde geçerli olabileceği anlaşılır. Kendisi de bu araştırmasının önsözünde, Cumhuriyet yönetimini daha önce incelediğini ve yazdığını, buradaki araştırmasına ilişkin görüşlerinin Prenslik yönetimlerine ilişkin olduğunu yazar.

Cumhuriyet yönetimlerinde-demokrasilerde yalan ve sahtekarlık yoktur. Cumhuriyet daha erdemli bir yönetim biçimidir. Yönetenler seçimle yönetime gelirler, yasalara bağlı olarak, kişisel istek ve amaçları için değil, halkın istek ve amaçları yönünde yönetim görevini yerine getirirler, bunun için ‘doğruluktan’ ayrılamazlar. Yasaların karşısında herkes eşittir ve yasalara karşı uygulamalar, sıradan yurttaşlar veya iktidarı elinde bulunduranlar ayrım gözetilmeden mahkemelerde yargılanarak cezalandırılır. Suç işleyen kişi ve kurumlar , temel ilke olarak bütün yurttaşların hak ve özgürlüklerini korumakla görevlendirilen bağımsız yargı sistemi tarafından yargılanarak, cezalandırılır.

Özellikle de günümüzde, iletişim ve bilişimin sınırsız boyutta gelişmesi, gerek monarşi gerekse de cumhuriyet yönetimlerinde sahtekarlığı olanaksız duruma getirmiştir. Sahtekarlıkların, yalanların, aldatmaların ortaya çıkışı güvensizlikle birlikte iktidarların sonunu hazırlar. Machiavelli’nin sonuçta savunduğu da, bir prensin halkını erdemli olarak yönetmesidir. Prens çevresini, iktidar mücadelesi ile dolu kadrolarla değil, erdemli kadrolarla ve ileri gelenlerle oluşturabilmeli, halkına da erdemli olmasını davranışları ile öğretmeli, genel ahlak kurallarına uygun olarak ülkesini yönetebilmelidir.

ETİK DIŞI YÖNTEMLERLE İKTİDARI ELE GEÇİRENLERİN TARİHSEL DURUMU:
Machiavelli’nin kendi çağında, IV Alexander’ın hükümdarlığı üzerine yapmış olduğu gözleminde görüldüğü gibi, bazı Hükümdarlık veya Cumhuriyet yönetimlerinde, doğruluktan uzak, ahlaki değerler çiğnenerek iktidarların ele geçirildiği ve bu iktidarların, kısa veya uzun bir süre sürdürüldüğü örneklerini tarihte görmekteyiz. Yahudi dönmesi Abdullah İbn-i Meymun’un Davetçiler (dailer) gizli-kabalist örgütlenmesi ile iktidarı ele geçirdiği Fatımiler Hanedanlığı ve Hasan el Sabah’ın yine dailer sistemi ile ele geçirdiği Haşşaşiler iktidarı bu örneklerin en çarpıcı ikisidir. Hasan El Sabah da gerçekte Abdullah bin Meymun’un bir daisidir (davetçisidir) ve Kuzey Afrika’da kurulan Fatımilerin halifeliğini savunmuştur. Beş bin yıllık basit bir bilgi felsefesine sahip olan, sahte cennetler muştulayan; bir yandan dinsel inançları savunan, diğer yandan dinsel tüm inanç ve otoritelere karşı çıkan, kendi içinde dengesiz, düzensiz, çelişik düşünlerle yoğrulmuş, varolduğu toplum ve çağlarda kargaşa ve terörden başka bir düzen getirememiş kabalist bu ve benzeri kişilerin her türlü ahlaki değeri çiğneyerek iktidar sahibi olabildiklerini görmekteyiz.( İlginçtir ki Hz.Ali’yi halifeliğin tek varisi kabul ederek Hz.Osman’ın suikastla öldürülmesini sağlayan ve Şiiliğin ortaya çıkarak İslamiyet’in bölünmesine neden olan Abdullah İbn-i Saba da Yahudi -kabalist kültür kökenlidir.) Ancak bu kişiler iktidarlarını bazen uzun genelde kısa süreler sonunda yerini, halkın değerlerine bırakmaktadır. Kişisel varlıkları için bazı isteklerine kavuşmuşlardır fakat, insanlığın genel yararına hiçbir yararları olmamıştır. Bu yöntemle ele geçirilen siyasal iktidarları da her zaman için tehlikede altındadır, çünkü, zulüm ve adaletsizlik, insanların haklarının baskı altına alınması üzerine kurulmuştur.

SİYASAL DÜŞÜNCE SÜRECİNİN BİREYLERİN SİYASAL YÖNETİME KATILMA-CUMHURİYET YÖNETİMİ BİÇİMİ YÖNÜNDE GELİŞMESİ:
Bir toplumun düzeni ve huzuru için adaletli bir yönetimin toplumu yönetiyor olması gerekir. Sık sık yönetimlerin devrilerek yeni bir yönetimin kurulması toplumda huzur ve güvenin bozulmasına, kargaşaya neden olur. Doğal bir eğilimle (korunma, güven altında olma isteği ile) veya zorla bir hükümdarın sahip olduğu iktidarını koruyabilmesi için düzenli bir orduya sahip olmasından önce halkın sevgisini kazanmış olması ve yakınlarının nefretine neden olmamış olması gerekir. İç düşmanlardan yani kendine komplo hazırlayanlardan korunmasının en güvenilir yolu da budur.

. “…bir prens halk tarafından düşman gibi görülüyor ve halk ondan nefret ediyorsa her şeyden ve herkesten korkması gerekir. İyi örgütlenmiş devletler ve bilge prensler, soylu kişilerin umudunu kırmamaya çalışmış, halkın arzularını yerine getirerek onu mutlu etmek için her türlü özeni göstermişlerdir.” (s.141)

Bu örgütlenmeye zamanın en güzel örnek devleti Fransa’dır. Bu ülkede kralın iktidarını ve güvenliğini korumak için birçok kurum oluşturulmuştur. Bunların en büyüğü parlamentodur.

“ Fransa’da bu düzeni veren kimse bir yandan büyük kişilerin mevki hırsını ve küstahlığa varan kibrini görüp, bunların mutlaka burnunun sürtülmesi gerektiğini anlamış, öbür yandan da bu kişilerin yüreklere saldıkları bu korku yüzünden halk katında kin ve nefret uyandırdıklarını ve dolayısıyla güvenceye alınmaları gerektiğini fark etmiş, ama bu durumların sağlanması işini doğrudan doğruya krala bırakmanın doğru olmayacağını, çünkü bu taktirde kralın halkı kayıracak olsa büyüklerin, büyükleri kayıracak olsa halkın kinini üzerine çekeceğini düşünmüştür Bu nedenle düzenlemeyi getirenler…üçüncü otorite oluşturan bir mahkeme kurarak, kral için kötü olabilecek bir sonuca yol açmadan büyükleri dizginleme, küçükleri koruma yoluna gitmişlerdir.”(s.141)

Machiavelli’nin de önerdiği gibi bir prensin iktidarını koruyup sürdürebilmesi için iktidarı paylaştığı ileri gelen devlet adamlarının ve halkın haklarını koruması bunun içinse adaletli, doğru kararlarla devleti yönetmesi gerekir. Gerçekte de, tarihte az veya çok bütün prenslik yönetimlerinin kararlarını alırken danıştıkları kişi ve gruplar, kişiler hakkında yargılamada bulunurken adaletli kararlar alınabilmesi için mahkemeleri olmuştur, ancak bunların tümünün son yargıda prenslerin ( veya dinsel otoritenin) istek ve kararlarına bağımlı olduğu görülür. Hakları sağlayıp haksızlıkların önlenmesi düşüncesi sonuçta yargılama kurumlarının daha bağımsız yargılarda bulunmaları ( yasama, yargı ve yürütme Güçleri ayrılığı) ve tüm tarafların görüşlerinin alınması; genel onayla kararların alınması sürecini getirir. Bu gelişen son hukukta temel ilke, tüm bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Hükümdarlar ancak bu yolla yönetimlerini sürdürebilir, toplumda düzen ve huzuru sağlamak olası olur.
Bu gerçeği benimseyen krallıkların, meşruti birer yönetim olarak, yetkilerini halkın içinde oluşan yönetim kurumlarına bırakarak (demokratikleşerek) varlıklarını sürdürdüklerini görürüz. (Büyük Britanya Krallığı, Hollanda Krallığı…vb) Bu görüşü benimsemeyerek baskıyla, zorla ve hile ile varlığını sürdürmek isteyen krallıkların cumhuriyet yönetimlerine dönüşmeleri zorunlu olur.
Antik çağda demokratik yönetimlerin varlığının sürmemesi ve krallık yönetimlerine dönüşmesi olgusu, çağdaş süreçle ters olduğu görülür. Antik çağdaki bu süreç, henüz bir veya birkaç iyi yetişmiş savaşçı kişinin küçük kent halklarına zorla egemenliklerini kabul ettirebildikleri gerçeğinden ileri gelir. Çağımızda halkın gücünden büyük bir güç bulunmamaktadır.


İsmail İNCİ, 08/04/2010
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com
www.iinci.blogspot.com


SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...