13 Haziran 2010 Pazar

DUYGULANIMLARIN NEDENLERİ, BİREYSEL VE TOPLUMSAL ETKİLERİ, TÜRLERİ

-GÖKHAN İNCİ’YE-
DUYGULARIN KÖKENİ VE BÖLÜMLENMESİ [BİREYSEL VE TOPLUMSAL DUYGULANIMLARIN NEDENLERİ VE SONUÇLARI] (1)



İbni Rüşt “istek ve tutkuları” (arzulama ve şevk) incelerken ikiye ayırır. a) İçgüdüden kaynaklanan (hayal=altbilinç), insana özgü olmayan, hayvanlarda ortak özellik olarak bulunan istekler, b) Düşünceden, amaçlı eylemlerden, iradi eylemlerden çıkan istekler: bu eylemler insana özgüdür(bilince, üst bilince bağlıdır), düşüncenin gerektiğinde ölçüsünü, zamanını belirleyip sınırlayabilme niteliğini taşırlar.

İnsan varlığının yapısında iki önemli yön vardır. Birincisi haz ve acı duyumlarından kaynaklanan ve çok “ çeşitli isteklere karşılık” ortaya çıkan; sevgi ,sevinç, hoşnutluk, coşku ile kin, nefret, öç, öfke, korku, endişe, kaygı… vb duyguları olarak açığa çıkan devinimli yön, diğeri ise haz ve acı duymadığımız, bu iki hareketli anın ortasında bir dinlenme, bir durgunluk anı olan duyumsuzluk anı. İnsanın düşünen alanı bu iki yönden etkilenimlerine göreli, işlev yeteneği gösterir.

Çeşitli isteklerin karşılanıp karşılanmamasına bağlı olarak çıkan haz ve acı duyumlarının birer görünümü olarak tanımladığımız duygular, bireysel yönü ile içgüdüsel=hayvansal, toplumsal yönü ile bilinçli, düşünsel, iradi, amaçlı duygulanımlardır. Sevgi, sevinç, öfke, düşmanlık, korku, üzüntü, tasa duyguları toplumsal yaşamda ve bireysel yaşamda ortaya çıkan ortak duygulardır, ancak toplumsal nitelikli duygular içgüdüsel olarak ani ortaya çıkabilecekleri gibi, düşünsel eylemler sonucu iradi olarak da çıkarlar.


DUYGULARIN KAYNAĞI:
Bütün duyguların kaynağı, beş duyu organı aracılığı ile dış uyarımlar sonucu duyumlanan haz ve acı duyuları ile algı ve öğrenme süreçleri ile beyinde depolanan “ iç uyarımları” sonucu duyumlanan haz ve acı duyumlarıdır. Haz ve acı duyumları ise, insanın varlığını bilinçli veya bilinçsiz olarak(içgüdüsel olarak) koruma ve sürdürme; olumlu öğelerle bütünleştirip geliştirme güdü ve algılama çabaları sonucu ortaya çıkar.

Acı duyumuna bağlı duygular: İnsan, varlığına zarar veren(eksilten) etmen ve olgularda acı duyumunu algılar ve bu algının ölçü ve niteliğine bağlı olarak endişe, tasa, kaygı, üzüntü, korku, kin, tiksinti, öfke, öç duygulanımlarını içgüdüsel olarak açığa çıkarır. Açlık ve susuzluk birer duygulanım değil vücutta ortaya çıkan eksiklikten doğan birer uyarımdır.

Haz duyumuna bağlı duygular: İnsan, varlığını olumlu yönde etkileyen; tümleyen ve geliştiren etmen ve olgularda haz duyumunu algılar ve sevgi, sevinç, coşku, hoşnutluk, kıvanç duyguları içgüdüsel olarak ortaya çıkar.

Bu duygular tüm canlılarda doğuştan başlayarak, doğasında bulunur. Bireysel olarak bu duygulanımları doğalarında taşıyarak canlılıklarını koruyup sürdürme çabasında bulunurlar.

BİREYSEL DUYGULANIMLARLA İLİŞKİLİ BAZI KAVRAMLAR:
Haz duyumu algısını veren ve duygulanımları ortaya çıkaran nesne ve olgular “iyi” kavramını oluştururlar. İyiye dayanan bir yaşam( haz duyumunun zaman içinde sürekliliği) mutluluk kavramını oluşturur.

Acı duyumu algısını veren ve duygulanımlarını ortaya çıkaran nesne ve olgular “kötü” kavramını oluşturlar ve bu duygulanımların sürekliliği mutlu olmayan yaşam biçiminin kaynağıdırlar.

Bütün ilk bilgilerimiz antik çağ filozoflarının da dediği gibi “iyi ideasından” gelirler.Ancak bunu “iyi” ve “kötü” ideası olarak kavramak gerekir. Çünkü ilk bilgiler ve sonra edinilen birçok bilgi insanın varlığını koruma ve sürdürme çabasında etkileşimde bulunduğu nesne, olgu ve ortamlardan alınır. Hatta sonraki aşamalarda da birçok nesne ve olgu içinde bilgisini edinirken iyi ve kötü kavramlarını oluşturan nesne ve olguların bilgisini ediniriz. Bizi ilgilendirmeyen nesne olgular ikincil derecelerde kalırlar.

Önce bizi besleyen varlıkları (anne, baba..vb), nesneleri(gıdaları),çevreyi ve çevrenin bütünleştiği cisimleri(eşyaları),olguları tanırız. Varlığımıza iyi ve kötü etkide bulunan nesneleri, sıcağı, soğuğu, yağmuru, güneşi, ışığı, karanlığı hayvanları ve nesneleri tanıyarak bilgisine varırız.

Bilgi birikiminin ileri aşamalarında “merak” duygusu ile, belirlenen bir yöntem ve araştırma ile bilgiler edinilir ki bu aşamada yine “iyi ideasından” kaynaklanır. Çünkü “ merak” bilinmeyenleri bilinmesi için duyulan büyük bir içsel istektir. Bilinmeyenlerin bilinmesi isteği de bilinmeyene karşı duyulan ürkeklik, endişe ve korkudur.

Bilinmeyenin bilinmesi ile güven duygusu bağlı olarak hoşnutluk, sevinç ve kıvanç, mutluluk duyulacaktır. Bu yolla edinilen mutluluk, yeme ve içme ile edinilen hazdan daha büyüktür, nedeni de güven duygusu ile gelen sevinç ve kıvancın (mutluluğun) daha sürekli ve kalıcı etkisi olmasıdır. Bu nedenle de ünlü filozoflar, özellikle de antik çağ düşünürleri en büyük mutluluğun biliye erişmek olduğunu ve doğrunun da bu olduğunu her zaman savunup kanıtlamaya çalışmışlardır.

Aydınlık (ışık, güneş) ve karanlık (gece) olguları nitelikleri ile “merak” güdüsü ile yakınlık gösterirler. Aydınlıkta (ışıkta, güneşte) tüm nesne ve olgular gözlenip gerekli savunma, korunma önlemleri alınabildiğinden güvene bağlı hoşnutluk, kıvanç vardır. Karanlıkta ise (gecenin içinde) her tehlikenin nereden geleceği oranlanamadığından güvensizliğe bağlı olarak ürkeklik kuşku ve korku vardır.


BİREYSEL DUYGULARIN NİTELİKLERİ VE ORTAYA ÇIKIŞ SÜREÇLERİ:
Bireysel duygulanımlar bireyin varlığında; haz ve acı duyumlarını duyumsaması ile varlığını koruması ve sürdürebilmesi için bilinçsiz olarak( içgüdüsel olarak veya Altbilincin tepkisi ile), herhangi bir öğrenim süreci olmadan gösterdiği tepkiyle ortaya çıkan fizyolojik değişimlerdir.

Bireysel duygulanımların temel niteliği, öğrenmeye dayalı bir süreç taşımazlar; reflekslere bağlı, içgüdüsel bir tepki olarak ortaya çıkarlar. Öğrenme ve deneyime dayalı, bilinçlenme sürecine bağlı olarak çıkan duyguların (toplumsal duyguların) olsun, içgüdüsel( bireysel) duyguların olsun, sonuçta ortaya çıkan fizyolojik değişimleri aynıdır. Bütün duygular bedende, otonom sinir sisteminin uyarılması ile fizyolojik değişimlerle ortaya çıkarlar.Otonom sinir sisteminden çıkan sinirler kalp, damar, akciğerler, mide, bağırsak, karaciğer, tükürük bezleri, böbrekler gibi bütün iç organlara yayılırlar. Güçlü bir duygulanımda bu iç organları, kas ve kemikleri uyararak devindirir.

Güçlü bir duygulanım başlayınca adrenalin bezleri iç organların, kaslarla kemiklerin çalışmasını etkileyecek adrenalin salgısını salgılar; karaciğerden kana daha çok şeker salgılanmasını sağlayarak harcanacak güce eşdeğer enerjinin açığa çıkmasını eşzamanlı sonuçlandırır. Kan basıncını yükseltir, kalp atışlarını arttırır, göz bebekleri büyür, bronşlar açılır… vb ile hareketin hız ve şiddetini düzenler. Duygulanımın şiddeti geçip durağanlaşınca, bedende yorgunluk, bitkinlik duyulması, gerekli devinim gösterilmemiş olmasına rağmen, devinimde bulunulacak enerjinin boşluğa salınılmasındandır.


BİREYSEL DUYGULARIN TÜRLERİ İLE POTANSİYEL ORGANİK ENERJİNİN AÇIĞA ÇIKARILMASI ARASINDAKİ BAĞLANTI:
Duyguların; varlığın kendini koruma ve savunmasında, önemli yeri vardır. Özellikle varlığını tehdit eden bir tehlike karşısında, ortaya çıkan öfke duygusu ile kendini savunacak enerji ve güce sahip olur. Duyulan öfke ile içgüdüsel olarak savunma mekanizması harekete geçerek canlı kendini korur. Sevinç, coşku duygusunun da öfke ile eşdeğerde enerji salınımına neden olduğunu duyumsayabiliriz.Ancak bu duygulanımın enerjisi, tehlike yaratan nesnenin yok edilmesi; korku, ürkü ve yılgınlığın yerini alan dengelenen enerjidir. Varlığın gelişmesine, sürmesine dayanan bir enerji açığa çıkışı olduğu için daha az ve olumlu bir yorgunluk duyulduğunu söyleyebiliriz.
Öfke ve sevinç ile bireyde ortaya çıkan devinimden organizmada potansiyel bir enerjinin saklı olarak bulunduğunu görebiliriz. Bu enerjinin miktarı ve hacmi organizmanın kapasitesine bağlı olacaktır. Ancak bu organik potansiyel enerjinin ortaya çıkarılması ve kullanımı bireyin yeteneklerine, içinde bulunduğu ortama bağlı olarak değişir.

Varlığını tehdit eden nesne ve olayları yenerek, ortadan kaldıracak gücü kendinde gören organizma öfke duyacak, gerekli potansiyel enerjisini ortaya çıkararak savaşacak, başarılı olduğunda sevinç duyacaktır. Buradaki potansiyel enerjinin ortaya çıkışı kendine “güvene” ve bağlı olarak “cesarete “bağlıdır. Güven ve cesaret, bireysel yeteneklerinden gelebildiği gibi çevresel organik potansiyel enerjilerden destek görmesinden de gelir. Kendine” güvenen” organizma düşmana karşı öfke duyar, gerekli enerjiyi açığa çıkararak savaşma cesareti ve yiğitliği gösterir.( Eflatun’un Devlet’indeki bekçilerin yiğit olması için öfke duymalıdır demesi bu gerçekliktendir). Organik potansiyel enerjinin ortaya çıkışı, bireyin doğrudan somut olarak kendi yeteneklerinden kaynaklanmasının yanında, çok önemli ölçüde, yaşadığı topluluktan(toplumsal enerjinin iletimi ve toplanması) ve doğada üstün güçlerden aldığı destek(=güç) sanısı ve inancı ile( çok tanrılı ve tek tanrılı tüm dinlerin ortaya çıkış ve varoluşunun temel mantığı budur) soyut olarak da güçlü biçimde açığa çıkar.

Varlığını tehdit eden nesne ve olgulara karşı koyma güç ve cesareti bulamayan insan, gerekli enerjiyi ortaya çıkaramaz, yılgın ve bitkin olarak, enerjisi soğurulmuş olarak gelecek zararı, kabullenir, savaşmaz köleleşir.( İnsanlık tarihinin önemli bir bölümünü kapsayan Kölelik zaman diliminin mantığını, bu savaşma gücünü yitirerek, kendisine bağışlanan sefil bir yaşam karşılığında yaşamını sürdürmeyi kabul etme içsel sözleşmesinde aramak gerekir.) Korku duygulanımında enerjinin iki yönlü devinimi de görebiliriz. Kendini korku uyandıran nesneden kurtaracak enerjiyi bulabilecek güven duygusu var ise kaçış için gerekli enerji ortaya çıkar, tersi durumda ve üzüntü, kaygı, tasa; yılgınlık bıkkınlık durumunda gerekli organik enerji, gerçekte potansiyel olarak bulunmasına karşın ortaya çıkmaz.


DUYGULANIMLARIN DOĞRUDAN FİZYOLOJİK KISIMLARIN UYARILMASI İLE ORTAYA ÇIKARILMASI:
Duyguların ve bağlı olarak bireylerdeki bedensel devinim değişimlerinin; dışarıdan uyarıcı bir nesne ile ilişkisi olmadan, doğrudan otonom sinir sisteminin sempatik bölümü uyarılarak ortaya çıkarıldığı yapılan deneylerle gözlemlenmiştir.
Talamus, hipotalamus ve birtakım çekirdeklerden oluşan limbik sistemin uyarılması ile öfke, korku, haz gibi duygular ortaya çıkarılmaktadır. Burada duygulanım veren nesne, altbiliçte içsel olarak uyarıcı ile algılanmakta, gerekli duygusal tepkiler ortaya çıkarılmaktadır.

Bu içsel uyarıcılar, ilaç ve elektrik dalgalarıdır. Özellikle elektrik dalgaların uyarıcı etkisi ile altbilinçte yapay nesneler oluşturularak gerekli duygulanımlar ve duygulanımların niteliklerine bağlı davranış biçimleri( özellikle öğrenme sürecine bağlı duygulanımlarda eylemler, etkiler) ortaya çıkar.


ELEKTRONİK DALGALARIN DUYGUSAL VE DÜŞÜNSEL ETKİLERİ:
Uzay çalışmalarında bulunan uzay insanlarının fizyolojik değişimleri vücutları üzerine bağlanan elektronik devrelerdeki iletişimle izlenebilmektedir. Bu fizyolojik değişimler duygusal değişimleri de kapsar. Bu değişimler üzerine yine aynı yöntem ile etkide bulunulabilir.

İnsan başı üzerine bağlanan elektronik devrelerle bir elektrik tümleşik devreler-bilgisayar sistemi özelliklerine sahip beynin fonksiyonları izlenebilmekte ve bu fonksiyonlara etkide bulunulmaktadır. Bilgisayar üzerindeki kopyala, yapıştır yöntemi ile beynin duygusal ve düşünsel işlevleri üzerine etkide bulunulur. Bu yöntem ile duyguların ve düşüncelerin izlenmesi ve denetlenmesi, yönlendirilmesi olanaklıdır.

TOPLUMSAL(ÖĞRENMEYE-ÜSTBİLİNCE BAĞLI) DUYGULANIMLAR:
İnsan toplumsal bir varlıktır, yani toplumla varolan, toplum durumunda varlığını sürdüren bir varlıktır. İnsanın bu doğası, birçok yetenekleri ortaya çıkarma olanağı sağlamıştır. Gereksinimlerini karşılayacak birçok sanatları(çiftçilik, demircilik, mimarlık, tabiplik…) ve bunlara ilişkin ürünleri üretme yeteneğini, toplumsal yaşam içinde, bireylerin her birinin çok sıkı bağlarla birbirine bağlanması ile elde etmiştir. Yine doğaya ve içinde bulunduğu topluma ilişkin bilgileri, toplumsal durumda yaşayarak elde etmiş, bilimsel sanatlarla ilgili yeteneklerini kazanmıştır.

Gelişen toplumsal yaşam içinde, insan ilişkilerinden doğan, ürünlerin türleşip çeşitlenmesinden ortaya çıkan isteklerin de sayısal ve yoğunluk olarak arttığını görürüz. Bu isteklere bağlı olarak, toplumsal yaşamaya özgü duygulanımlar ortaya çıkar, bu duygulanımların bireysel duygulanımlardan ayırıcı niteliği, düşünceye dayalı amaçlı istekler =duygulanımlar olmalarıdır.

İbni Rüşt istek ve tutkuları (arzulama ve şevk) incelerken ikiye ayırtır. a) İçgüdüden kaynaklanan (hayal=altbilinç), insana özgü olmayan, hayvanlarda ortak özellik olarak bulunan istekler, b) Düşünceden, amaçlı eylemlerden, iradi eylemlerden çıkan istekler: bu eylemler insana özgüdür(bilince, üst bilince bağlıdır), düşüncenin gerektiğinde ölçüsünü, zamanını belirleyip sınırlayabilme niteliğini taşırlar.

Çeşitli isteklerin karşılanıp karşılanmamasına bağlı olarak çıkan haz ve acı duyumlarının birer görünümü olarak tanımladığımız duygular, bireysel yönü ile içgüdüsel=hayvansal, toplumsal yönü ile bilinçli, düşünsel, iradi, amaçlı duygulanımlardır. Sevgi, sevinç, öfke, düşmanlık, korku, üzüntü, tasa duyguları toplumsal yaşamda ve bireysel yaşamda ortaya çıkan ortak duygulardır, ancak toplumsal nitelikli duygular içgüdüsel olarak ani ortaya çıkabilecekleri gibi, düşünsel eylemler sonucu iradi olarak da çıkarlar.

Salt toplumsal yaşamdan gelen isteklere dayanan duygular da vardır. Gurur, yücelme duygusu, üstün olma duygusu, övünme duygusu, kıskançlık duygusu, aşağılık duygusu, sahip olma duygusu, namus duygusu, sevi duygusu, yurt ve toplum sevgi duygusu, din duygusu, düşünsel bağlılık duygusu (ideolojik bağlılık), özveri duygusu.

Toplumsal duyguların kaynağı, toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan, karşılanamayan isteklerin sonucudur ve bu isteklerin karşılanma ölçülerine bağlı olarak duyulan haz ile acıdır.

Toplumda üretilen ürünlerin talep edilmesi ve taleplerin karşılanması ölçülerine göreli olarak ortaya çıkan duyguları temel olarak” stres”(toplumsal yaşama bağlı üzgü, kaygı, tasa duygularının bileşimi duygulanım) kavramı içinde değerlendirmek ve bu haz ile acı duyumlarını ekonomik istemler olarak bölümlememiz doğru olacaktır. Ekonomik istekler, ürünlerin çeşitliliği, taleplerin karşılanması eylemi artacak, karşılanmama durumunda ürünlerin (bağlı olarak isteklerin) doyuma ulaşmaması ölçüsünde “stres” ruhsal durumunun şiddeti ortaya çıkacaktır. Stresi toplumsal duygulanımlardan ayrı, ekonomi biliminin ortaya çıkardığı ilişkiler içinde ele almak , kavranması açısından uygun olacaktır.

Özveri duygusu ve ulus, yurt, düşünsel dizge sevgi ve sevi duygusu, bireysel olarak görünen sevi, sevgi ve özveri duygularından ayrı nitelikler taşırlar. Dinsel duygu, namus duygulanımları bireysel yaşam( hayvansal yaşam)da görünmez. Övünme, gururlanma, yücelme, üstün olma, aşağılık duygusuna kapılma,melankoli, tasa, kaygı bireysel yaşamdan çok toplumsal yaşamla ortaya çıkan duygulanımladır. Şimdi bu duygulanımlardan başlıcaları üzerinde duralım.


SEVİ, ÖZVERİ VE NAMUS DUYGULARI:
Bu duygulanımlar, yokluğu varlığın yokluğunu gerekli kılacak değin önemli olan varlıklara duyulan isteklerden ortaya çıkar. Sevi duygusu, çiftleşme içgüdüsü, cinsel güdü veya aynı anlamda soyunu sürdürme güdüsü ile birlikte toplumsal ilişkilerle gelen yakınlık, güzellik, güven, ilgililik ve sonuçta hoşlantı ile ortaya çıkan bağlılık, kopamazlık olguları ile kendini ortaya koyar. Varlığın, bütünü ile sevgi duygusu ile diğer varlığı değerlendirmesi sonucu, düşünce ve usun içgüdüsel devinimin yani Altbilincin etkisi altında kaldığı bir durumdur. Altbilinç ile kendi varlığının sürmesi, diğer varlığın varlığına dayandırılır.

Özveri de sevinin bu, varlığın diğer varlığın varoluşundan daha değersiz olduğu alt bilincine erişiminin bir sonucudur. Karşı değer verilen varlığın varlığı, kendi varlığından daha değerlidir ve kendi varlığı o varlığın varoluşu ve iyi oluşu ile daha iyi ve değerli olacaktır. Bu altbilinç nedeni ile bir anne, baba, arkadaş, sevgili, yurttaş, militan, değerlendirdiği varlıklar için özveride bulunur, yaşamını hiçe sayarak özveride bulunduklarını korur, iyileştirir; her türlü zorluk ve tehlikelere karşı koyar.

Namus duygusu, ilk ve arınmış anlamı ile, soyun temiz yani belirlenmiş kimliklerle sürmesinin sağlanması için özellikle kadının cinsel ilişkisinde tek bir erkeğe bağlanması ve bunun için onun yabancı her türlü cinsel ilişkiden korunmasıdır. Bu duygunun içinde karşı cinse duyulan sevgi ve sahiplik, özel mülklük düşünceleri de vardır. Bu özel sahiplik anlayışı, insanın başkaları ile paylaşmamak isteğinden gelir ki bu kıskançlık duygusunun ortaya çıkışıdır.

Kıskançlık ve çekememezlik, bireysel yaşamlarda da görülse de daha çok toplumsal bir duygudur. İçgüdüsel olarak hayvanların yiyeceklerini paylaşmamaları kıskançlık duygusunu andırsa da bu daha çok sahip olduklarını paylaşmama veya zorla isteklerini gerçekleştirme isteklerine yakın davranış biçimleridir.

Kıskançlık ve çekememezlik, daha çok toplumsal ortamda ortaya çıkar ve varlığının, diğer insanların güçlenmesi, üstün duruma gelmeleri karşısında güvensiz duruma düşmesi altbilincini bir değerlendirmesidir. Usun ve düşüncenin değerlendirmeleri dışında bir vargı olduğu için genelde yanlış davranış biçimleri, özellikle düşmanlıklar olarak kendini gösterir.

Namus duygu ve eyleminin cinsel görünümü yanında toplumsal yaşam ilişkilerinde doğruluk, dürüstlük, adalet çalışkanlık gibi ahlaki değerleri temsil eden görünümü vardır. Gerek cinsel gerekse toplumsal düzeni korumaya yönelik namus duygulanımı zaman içinde toplumların bireylerince benimsenip uygulanmış, alışkanlık, alışkanlığın süreğenliği sonucu gelenek, görenekleşerek toplumların altbilinçlerine (genetik yapılarına) yerleşmiştir. Gelişen ve değişen toplumsal koşullarla zaman içinde karşıt toplumsal sağlıklı ilişkilerle ters düşmesine karşın, bu duygulanımların sürdüğü ve büyük toplumsal sorunlar oluşturduğu görülür. Özellikle cinsel görünümlü namus duygulanımının us dışı davranışları, namus cinayet ve kan davalarında görülür. Duygulanımın davranışları usun önünde olduğu için, yanlış karar ve eylemlerle toplumda büyük acı ve zararlara olduğunu görürüz. Namus duygulanımının, gelişen toplumsal ortamlar içinde yeniden usun ve düşüncenin gücü kullanılarak gerçek ilişkilerine oturtulması gerekir.


KISKANÇLIK , ÇEKEMEMEZLİK, GURUR, ŞEREF, ÖVÜNME, YÜCELME, MAKAM SAHİBİ, ÜSTÜN OLMA VE AŞAĞILIK DUYGUSU:
Bu duygulanımlar, toplum içinde, bireylerin iş eylemlerinde ve ilişkilerinde bulunurken, üretilen mal ve hizmetlerden öncelikle ve en üst düzeylerde yararlanabilmeleri çabaları sonucunda ortaya çıkar. İnsanın daha genel olarak tüm canlıların yapısında, daha az yorularak, varlığının tüketebileceği tüm ürünlere diğer canlılardan önce ve çok sahip olma güdüsü, canlılığının ve dirimliliğinin gereği olarak vardır. Bu amacı gerçekleştirebilmiş olmak, onun varlığının güven ve sağlık içinde olduğu algısını da benliğine yerleşmesini sağlar. Bu güven ve rahat ortama sahip olmak için diğer bireylerin ona saygı göstermesi ve hizmet etmesi gerekir. Saygı ve hizmet görme, toplumsal ilişkilerin niteliklerine göre, üstünlük duygusu, makam, şeref sahibi olma amaç, eylem ve duygulanımları olarak ortaya çıkar.

Başkaları tarafından tanınarak saygı ve hizmet görme, istek ve buyruklarının yerine getirilmesi makam ve şeref sahibi olmaya tüm insanları yöneltir. Bu toplumsal ilişkiye ulaşırken, diğer insanların kendinden önce veya sonra bu duruma ulaşmasını istemez, çünkü hizmet ediyor duruma düşme kuşku ve kaygısı taşır. Kendini güvende duymaz, kıskanır.

Belirli derecede üstünlüğe, makama sahip olduğu toplumsal durumunda, diğer bireylerden kendini güçlü duyması, gururlanma duygulanımı ve eylemini ortaya çıkarır. Toplum içinde diğer bireylerin kendinden her zaman üstün olduğunu duyma, kendini zayıf, başarısız, beceriksiz değersiz olarak görme, aşağılık duygulanımı olarak ortaya çıkar.

Toplum içinde, doğrudan iş ilişkilerinden, üretim ve tüketim ilişkilerinden ortaya çıkan bu duygulanımlar, usun denetiminden uzaklaştıkça çok zararlı bireysel ve toplumsal ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Toplumsal düzeni sağlayan yasaların bozulmasına, çıkar kavgalarına neden olur. Bireysel psikolojik hastalıkların ortaya çıkması bu duygulanımların etkisinde gerçekleşir. Özellikle, toplumda iş eylemi edinerek, üretim ve tüketim ilişkilerinde, kendine yer edinmemiş olmak, toplumun diğer bireylerinin ilgi ve sevgisinden uzak kalmış, toplumdışı kalmışlık algısına bu algı da kaygı, tasa, korku, melankoli duygulanımlarına neden olur….

Toplum içinde ortaya çıkan bu bireysel duygulanımların yanında, topluluk ve toplumsal olarak görünen duygulanımlar vardır ki bu duygulanımlar şiddetli sevgi ve özveri duygulanımlarının bileşimi ile ortaya çıkan duygulanımlardır. Bu duygulanımların temel ayırıcı yönünün usun ve mantığın disiplini ile ortaya konan sözsel etkileme gücü olduğudur. Sonuçta somut istekleri canlandırarak bu istekleri hedef edinme üzerinde dursalar da, düşünce dizgesine, yani sözün etkileme gücüne dayanırlar. İdeolojik duygulanımlar olarak adlandırabileceğimiz bu toplumsal etkili duygulanımların başlıcaları dinsel duygulanımı, ulusal duygulanım, emek duygulanımı veya ideolojileridir. Bunların dışında düşünce dizgeleri içinde, erdemliliğe, yurt sevgisine, ideal toplum düşüncelerine dayanan istek ve duygulanımlar (ideolojiler) varsa da, dinsel, ulusal ve emek duygulanımlar kadar öne çıkmazlar.





İsmail İNCİ, 13/06/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

29 Mayıs 2010 Cumartesi

GİZLİ ÖRGÜT VE TARİKATLARDA TOPLULUK BİLİNCİ


TOPLULUK(CEMAAT) BİLİNCİ VE TOPLUM BİLİNCİ




Topluluk(cemaat) bilinci: bireylerin aralarındaki görev, sorumluluk ve hakların farksızlaştığı, ayrım gözetilmediği; her bireyin diğerini, hak ve sorumluluklar, ödevler konusunda kendinde gördüğü (kardeşlik) durumlarıdır. Yetki ve buyruk vardır ancak bunu kendi öz sorumluluğu olarak görür ve özgürce, içsel iradesi ile yerine getirir.
Topluluk(cemaat) bilinci duygusal (kardeşlik duygusu) bir birlik niteliğindedir, çünkü bireylerin birbirlerine bağlılığı (kardeşlik) sevgi ve inanç öğelerine dayanır. Bireylerin birbirlerine büyük bir sevgi ve inançla bağlılıkları aralarında çok güçlü bir dayanışma oluşturur. Bu dayanışmanın parçalanmayan, yüksek enerjisi ile çok büyük zorlukları ve düşmanlıkları aşmak kolay ve olanaklı olur. Topluluk (cemaat ) bilincinde toplumlara sahip olmak bütün iktidar sahiplerinin, siyasetçilerinin ve bireylerin ideal amaçlarıdır.


Bu bağlamda tüm şiddetli ulusal duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, aşırı dinsel duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, şiddetli ideal toplum hedefi duyguları ile birbirine bağlı toplum ve siyasal gruplar topluluk bilinci taşırlar; toplumsallık bilincinin, ortam ve koşullarla uyumlu bulundukları ve bireylerine yararlı oldukları sürece olumlu görünümleridir. Ancak topluluk (cemaat) bilincinin ve örgütlenmesinin, toplumsal süreç içinde genelde olumluluğunu sürdüremedikleri görülür. Duygusal ağırlıklı bir toplum olduklarından ortam ve koşullara, çevreye uyum sağlayamazlar ve bilinçli bir toplum değildirler.


Bazı topluluk örgütlenmeleri ve bilinçlilikleri ise doğrudan topluma karşı olarak kuruldukları görülür. Bunlar doğrudan açık toplumun düşmanıdırlar ve kendi örgütlerine çıkar sağlamak için kurulmuşlardır. Genel olarak gizli olarak kurulan tüm örgüt ve tarikatların yapılanmaları bu nitelikleri taşırlar. Bazıları toplumun yararına, üstün iyiye sahip ideal topluma ulaşmak amacı ile kurulmuş olsalar da sonuçta içindeki toplumun düşmanı durumundadırlar. Genelde ise üyelerine çıkar sağlamak için kurulmuş, toplum bilincine karşı topluluk bilinci taşıyan örgütlenmelerdir. Bağlılıkları topluluk üyelerinedir, açık toplumun ise her bireyinin düşmanıdır.


Topluluk bilincinde bireylerin birbirine duyulan sevgiyi, inancı, güveni ortaya çıkaran ortak yüksek düşünsel hedeflere, amaçlara ulaşmak için zorlukları yenmede birbirlerine inanmak ve güvenmiş olmaktan ileri gelir. Topluluk bilinci, toplumun diğer gruplarına karşı çıkan karşı bir grubun eylemidir. Çeteleşme, ayrımlaşma, sınıflaşma ve çatışma bu düzenin nitelikleridir. Bir düşmana karşı olarak ortaya çıktıklarından, bir düşmanla çatışma durumunda varlıklarını sürdürebilmektedirler, bu da toplumsal yaşamda çatışma ortamı yaratan ve toplumla çatışma durumunda olan bir grup olarak kendilerini ortaya koyar.




Her topluluk (cemaat) bilinci zaman içinde, ortaya çıkan yeni ortamlara bağlı olarak değişir; ilişkilerin zorunluluğu katı kural ve yetkilerle donatılı düzenlere dönüşür. Yaşamın katı ve sınırsız çeşitlilikteki ilişkileri duyguların ötesinde sistemli yasalarla düzenlenmesini gerektirir, ödev ve sorumlulukların yerine getirilmesini gelenekleştirir ve alışkanlık durumuna getirir.


Bu zorunlu eylemler toplum durumunda yaşamanın gerekli bilincini oluşturur. Toplumsal yaşama bilinci, yaşamın gerçek anlamda sürdürülmesi için topluluk bilincinden daha kapsamlı ve zorunludur. Topluluk (cemaat) bilincinde ilişkilerin zamanla düşmanlığa dönüşmesi ve iç çatışmaların çıkması olasılığı daha fazladır, nedeni zorunlu, nesnel yasalarla ilişkilerin düzenlenmemiş olması, duygusal kural ve isteklere bırakılmış olmasındandır.


Toplumsal bilince ne değin kısa süre de ulaşabilirlerse, toplumsal yaşam o değin kısa sürede dinginliğe ulaşmış olur.






İsmail İNCİ, 29/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com



TAPINAKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÜRECİ


TAPINAKLARIN DEĞİŞİM SÜREÇLERİ




İnsan, dini inançlarla varlaşan bir varlıktır. İlkel yaşantısını sürdürürken çok tanrılı bir dini inanç sistemi oluşturmuştur. Varlığının ilk evrelerinden başlayarak geliştirdiği bu inanç sistemi yer ve zaman olarak birbirinden çok ayrı konumlarda, coğrafyalarda olmalarına rağmen her toplumda görülür. İnsan düşünce birikim ve uygarlığının gelişmesi ile birlikte dini öğeler de gelişir. Dinsel inancın gelişmiş biçimi olan tek tanrılı dinlerin inanç ve törenlerinde tüm dinsel süreç içinde oluşan düşünce ve inançların etkileri ve unsurları vardır. İnsan türünün varlığı sürdüğü sürece, dinsel inanışın varolacağını görebiliriz: Din insan yapısının ayrılmaz bir parçası durumundadır.


İlkel insan, varlığının ilk yıllarından başlayarak tanrılara tapınmak için, yer ve zaman kavramı düşünmeden, içgüdüsel davranış biçimleri ile tapınmasını yapar. Tapınmak için özel bir törene ve bu törenleri düzenleyip yönetecek din adamlarına gerek yoktur. Arap kabileleri de tapınmak için bir yer ve zamana gereksinim duymamışlardır. “Allah, bizim gibi bir şahsiyete sahiptir ve kendisine az çok boyun eğen canlılar alanının dışında bulunur. O’na gök yüzünün ve yeryüzünün yaratıcısı ve son derecede yüce ve akıllı bir kimse gözüyle bakılırdı; yağmuru o gönderir, dünyayı o yönetirdi. Rahipleri yoktu ve O’nun için tapınaklar inşa edilmezdi.” İslam Tarihi, Reinhart Pieter Anne DOZY, s.12


Tanrıları memnun ederek hoşuna gitmek, böylece öfke ve felaketlerinden ve diğer kötülük yapan doğa ve varlıklardan korunmak; tanrıların yardımlarını sağlamak için özel tapınma törenlerinin düzenlenmesi ve bu törenleri düzenleyecek aracı kişilere (din adamlarına) gereksinim duyulması ile tapınaklar yapılmaya başlanır.


Antik çağda mitolojinin egemen olduğu dini inançlara sahip toplumlarda ve bu toplumlarda yerleşen dinsel geleneklerle ortaya çıkan tek tanrılı dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) tapınak inşaatına büyük önem verildiği görülür. Antik çağda Mitolojideki tanrılara inanan ve tapan insanlar yerleşim yerlerinin merkezlerine, inandıkları ve tapındıkları her tanrı için ayrı ayrı tapınaklar inşa etmişlerdir. Özellikle Apollon adına ülkenin her yerine çok büyük tapınakların yapıldığı görülür. Tek tanrılı dinler, tek bir tanrıya tapınıldığı için bir çok ad altında değil de tek bir ad altında tapınaklarını inşa etmişlerdir: Ülkelerin yerleşim yerlerine Apollon, Artemis..vb ad altında tapınaklar inşa edilirken, Kilise, camii vb ad altında tapınaklar inşa edilmeye başlanmıştır.


Tapınak yapıtları salt tapınma yerleri değildir; inananların korunduğu sığınaklardır, birbirleri ile yardımlaştıkları yerlerdir. Özellikle tek tanrılı dinlerin inşa ettiği tapınaklar tapınma törenlerinin yanında, topluluğun toplanma, bir araya gelme, görüşme, danışma, eğitimleşme alanları olarak örgütlendiği görülür. Tapınaklar dinsel inancın ve birliğin vazgeçilmez temellerini oluştururlar. Dinlerin inançlarının ayakta kalması ve sürekliliği her dine özgü tapınakların varlığı ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle her din kurucusu ve yerleşmesini sağlayıcı önder tapınaklarının inşasına hemen başlamış ve dini yaygınlaştıkça tapınaklar da dinin yayıldığı bölgelerde inşa edilmiştir.


İsmail İNCİ,28/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com





25 Mayıs 2010 Salı

SSCB'NİN DAĞILMASININ EKONOMİK VE SİYASAL NEDENLERİ


SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNÜN TEMEL NEDENLERİ




1980’lere değin dünyanın önemli bir bölümüne yayılan ve birçok ülkede yayılma eğilimi gösteren SSCB sisteminin yıkılışının siyasal ve ekonomik olarak iki temel nedeni vardır.

EKONOMİK NEDEN:
Birliğin ekonomik sistemi, üretimin arttırılması,yeni ürünler üretilmesi ve geliştirilmesi, ürünlerin topluma yaygınlaştırılması yeteneğinden yoksundur. Gelişme sürecini temel ilke alan bir ekonomik anlayışa sahip olmasına karşın bunun tersi bir yapılanmaya sahiptir ve bu bilimsel gerçeklikten uzak yapının varlığının bilinci oluşmaya başlamıştır. Bireylerin üretim ve yaratıcılık enerjilerini, yeteneklerini, tüm kapasite ile ortaya çıkaracak; özgür girişimciliğe, ödüllenmeye(primlemeye) dayanarak üretimde bulunan (yarışma, rekabet) bir ekonomik sistemin zorunluluğu ve bu ekonomik sistemin özgür düşünüş ve işleyişin bulunduğu toplumsal ortam içinde gerçekleşeceği bilgi ve bilimsel gerçeği anlaşılır duruma gelmektedir. Yurttaşların baskı ve yoksulluğa karşı tepkilerinin artması sonucunda yöneticilerin sistemin yasalarının bilimsel olmadığı, arz-talep, özellikle ürünlerin türselleşmesi ve gelişmesi ekonomik yasalarıyla çelişen ekonomik sistemin bilincinin uyanışı ile sistemin değişiminin zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

SİYASAL NEDEN:
Sistemin siyasi ideolojisi, dogmatikliğe karşı olmasına rağmen dogmatik bir yapıdadır. Düşünce özgürlüğü yoktur, yaşam baskı altındadır. Sistemin hedefleri ve mantığı dışında hiçbir hak ve özgürlük yoktur. Sistemin yurttaşlarının yaşama haklarına saygıda bulunmayan bir yapıda olması, insan haklarına aykırı bir toplumsal sistemle karşı karşıya bulunulduğu bilincini uyandırmıştır. Böyle bir sistem toplumda sınıfları ortadan kaldıracağına iki büyük ana sınıfı ortaya çıkardığı görülür : Yönetenler ve yönetilenler. Yönetenler de kendi aralarında bürokratik hiyerarşik bir piramit oluşturmuştur.


Bu katı bürokratik sınıflanmada üst yönetimdeki bürokratik-aristokratik sınıflar, yurttaşların ve birliği oluşturan diğer toplumların temel hak ve özgürlüklerine karşı, Nasyonal sosyalistlerin bakış açılarına eşit mantığa sahiptirler ve bu mantıksal sonuçlara uygun uygulamaları gizli olarak yürütmektedirler: Yanlış ve çarpık bir gelişme mantığının sonuçlarını bilimsel sonuçlar kabul ederek insanları ”Üstün İnsan” ve “Alt İnsan” formları olarak bölümlemektedirler. Gerçek gelişmenin yönü ve nitelikleri, yeni biçimlenmeleri çok daha farklıdır…


29/12/2006 tarihli Zaman Gazetesindeki makalesinde Alev ALATLI’ İsveç’te 1932 yılında iktidara gelen ve 65 yıl süre ile iktidarda olan İsveç Sosyal Demokrat Parti yönetiminde, 1980 yılları başına kadar ırkçı politikaların uygulandığını açıklar.
“… 62 bin İsveçli, İsveç halkının kalitesini iyileştirmek amacıyla kısırlaştırılmıştır.” (Bunlar bilinen rakamlar olsa gerek). “ …Kimler? Karışık ırklar, düşük zekalılar, sakatlar. İstenmeyen genlerin gelecek nesillere transfer edilmesini önlemek için zorla kısırlaştırıldılar…” “…eugenics yani insanın olumlu niteliklerini yüceltmek, olumsuz niteliklerini bastırmakla iştigal eden bilimde hayli ustalaşmış bir ülke olup, İsveç’te Irksal Biyoloji Enstitüsü Stockholm’de 1920’de açılmış…” “…Samilerin genetik mirasları, Saf Irk düşüncesine meftun Aryanist Alman meslektaşları ile sıkı işbirliği içinde olan İsveçli genetikçiler tarafından uzun uzun incelenmiş…” “…Vurgulamaya çalıştığım, İsveç Sosyal Demokratlarının ideolojilerinin ırkçılıktan azade olmadıkları ve folkhemmet’in sadece belirli bir ırka den Svenska folkstammen’e yani İsveç ırkına dahil olanları kapsadığı, Tomedal Finlileri gibi azınlıkları kapsamadığıdır.”


Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya), 1946 yılında Alman Sosyal Demokrat ve Komünist Partilerinin yerine kurulan Sosyalist Birlik Partisi’nin, bütün sosyalist partilerle olduğu gibi İsveç Sosyal Demokrat Partisi ile bağları ve düşünüş birlikleri vardır. Bu ideolojik yakınlıklarının sonucu( aynı ırktan geliyor olmanın yakınlığı ile de) Doğu Alman Sosyalistlerinin-komünistlerinin dünyaya bakış açıları: İnsanın gelişme süreci incelendiğinde, Slavlar da dahil diğer tüm uluslar bir antitezdir. Sentez olarak ” Üst İnsan” formunu oluşturacak olan, Batı uyarlığını, bilimi, felsefeyi ve teknolojisini yaratan Cermen ırkından gelen insanlardır. Tüm insanları yönetecek olanlar bu ırktan gelenlerdir, diğer tüm ırklar aşağıdır, köledir, yönetilendir…


Doğal olarak bütün bu düşünceler yanlıştır: Ussal yetenekler genetik olarak taşınmazlar, biyolojik özelliklerin de bir kısmı genetik olarak iletilir. Eksik olan biyolojik yetenekler ise insanın ussal yeteneklerinin gelişmesine neden olur. Batı uygarlığını yaratan sadece Anglo-Sakson Cermen ırkı olmamıştır, Latin uluslarının büyük katkısı vardır. Bilim ve teknolojiyi, uygarlığı geliştirme yeteneği her toplumda vardır, zaman ve koşullar gerektiğinde bu yetenek ortaya çıkar. Japonya’da gelişen teknoloji ve uygarlık Batı uygarlığından aşağı bir düzeyde us ve yetenekte değildir. Sarı ırk aşağı bir insan topluluğu oluşturmaz.


Ancak ırkçı düşüncenin sonucu olarak, Sosyalist Birlik içindeki diğer toplumlar alt toplumlardır ve verilen buyrukları yerine getirmeleri gerekir. Bunlar “Üst İnsanın” isteklerini yerine getirmek için vardır.


İnsanlar arasında eşitliği ve sosyal adaleti ilke edinen bir ideolojinin bu ırkçı dünya görüşü sonucu diğer insan ve toplumları, kendi istek ve hevesleri yönünde yönetme düşünce ve çabası, sistemin varolan ekonomik sorunları ile birlikte diğer toplumlarda bağımsızlık, özgürlük düşüncelerini uyandırır. Özellikle bu yanlış siyasal mantık, ekonomik yasaların zorunlulukları ile birlikte ulusal hareketlerin büyük bir tepki ile başlamasına neden oluşturmuş. Sosyalist Birliğin dağılması, her ulusun özgür olarak kendi ekonomilerini geliştirme, sömürü ortamından kurtulma istekleri sonucu zorunlu duruma gelmiştir.






İsmail İNCİ,25/05/2010
www.iinci.blogspot.com
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com



11 Mayıs 2010 Salı

YAŞAMIN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ


DEVİNİMİN, ENERJİNİN VE YAŞAMIN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ






MAGNETİK GÜÇ BÖLGELERİ, MAGNETİK GÜÇLERİN DEVİNİM YÖNLERİ VE MAGNETİK GÜÇLERİN ELEKTRİK AKIMI OLARAK ORTAYA ÇIKIŞLARI:

Kutuplar magnetik cisimlerin güçlerinin en zayıf olduğu noktalardır, merkez ise gücün en yoğun bölgesidir. Merkezdeki gücün çıkış ve akış noktaları dönen küresel magnetik cisimlerde kutuplarda, ince dikdörtgen biçimlerde uç noktalardadır. Bir pusulada magnetik özellikteki plakanın veya magnetik özelliği kazandırılmış bir plakanın, küresel magnetik cismin yani dünyanın kutuplarına yönelmesi, mıknatıslanan cismin güç akşınının, güç çizgilerinin en zayıf olduğu kutuplara akması sonucundadır. Dünyanın gücün en zayıf olduğu kutuplarda, gücün dengeye ulaşması, gücün fazla olduğu mıknatıslanan cismin uçlarından gücün akışı ile gerçekleşecektir.


Mıknatıslanma veya elektriklenme olan cisimlerin, küresel kutuplara yönelmesi kutupların güç çizgilerinin etkisi ile değil, cismin güç çizgilerinin oluşturduğu akımın etkisiyledir. Mıknatıslanan magnetik levhaların uçlarının cisimleri toplaması, mıknatıslanma ile oluşan dengesizliği veya eksikliği, daha dengeli ve tam olan cisimlerin tamamlaması eğiliminden veya magnetikleşmesindendir.. Küresel magnetik cisimlerin kutuplarıyla etkileşimde de, daha kararlı ve yoğun güce sahip mıknatıslanan pusulanın ibresi, akımı boşaltmak için kuzey ve güney uçlarını kutuplara doğru yöneltir.


Dönen manyetik veya elektrik yüklü (akım yüklü ) bir cismin, her yöne etki ederek “Magnetik Alan “ oluşturması(=elektrik akımı oluşturması) , içindeki akımın her yönün kutup noktalarına doğru (pusulanın ibresinde olduğu gibi), döndükçe akması sonucu oluşur. Faraday’ın deneyinde oluşan bu olgu, pusulanın ibresinin noktasal etkisinin çember ve dairesel olarak genişletilmesi ve mıknatıslanmış olan ibrenin gücünün her yöne, sürekli dönüşüyle sürekli akışı ile oluşan “Sürekli Akım Gücü” etkisi, diğer tanımlama ile elektromanyetik akım etkisidir.


Elektromanyetik Bobin ile elektrik akımının elde edilmesi olgusu da, mıknatıs özelliğine sahip bir cismin dönmesi ile elde edilen akımın değişik bir görünümüdür. Elektrik kablolarının sarımı, her yönde dönüş etkisi yaratmaktadır. Demir bir çubuğa sarılı iletken tellere mıknatıs etkisinin verilmesi ile her yöne dönen mıknatıslı bir iletken yaratılmış olur. Kablo sarılı mıknatıslı demir çubuk, her yöne dönen mıknatıslı ibre gibi, kutuplarından magnetik etki aktarımı deviniminde bulunur, sonuçta elektrik akımı ortaya çıkar.


“Akım bir kuvvet çizgisine göre devinen bir iletkenin, bizim deyişimizle bu kuvvet çizgisini kesmesiyle oluşur. Öyleyse metal parçalar, manyetik alanı kendi çevresinde kendisiyle birlikte taşısaydı metal çubuk ve manyetik alan birbirine göre sabit kalacaklardı. Bu durumda, hiçbir şekilde akım üretilemezdi.” Büyük Bilimsel Deneyler, Rom HORRE, s.53 Kısaca iki manyetik alan etkileşimi ve bu etkileşimde güçler arasında dengeli duruma geliş için elektron akışı olgusu gerçekleşmesi vardır.


Elektromanyetik akım elde edilirken akımın aralıklarla verilmesiyle, yakın alanlarda magnetik alan etkisinin ortadan kalkması istenir. Yakın alanlarda alan etkisinin bulunması, akımın kendi içinde dengede bulunması demektir, ya da aynı kutuplar birbirine bakmaktadır. Bu güçler dengesinde akım ortaya çıkmaz. Alan etkisi ortadan kalkınca diğer deyişle, denge bozulunca, mıknatısın ibresinin kutuplara doğru yönelmesi (akımını boşaltması) gerçekleşecek, her yöne dönüşle sürekli akım gerçekleşince bir iletken ile yönlendirilerek elektrik akımı elde edilmiş olur.


Her manyetik alan, çekim gücü, kendinden daha büyük alan güçlerine etki eder. Alan gücü büyük olan cisimler, küçük olan cisimlere yönelirler ve çekim alanı içinde alan güçleri birleşir. Devinim ve enerjisi, büyük olan cisimlerin manyetik alanı daha dengesizdir, bu nedenle de çekim güçleri daha fazladır.


Canlıların magnetik alan gücü de katı ve cansız cisimlerle benzer özelliktedir. Canlılar arasında çekim gücü, gereksinim gideren etkilerine bağlıdır. Gereksinim giderme gücü büyük olan canlı veya cansız maddenin alan gücü her zaman küçük olandan daha büyüktür. Gereksinim tamamlayan cansız cisimlerin alan güçleri, canlıların çekim güçlerinden daha büyüktür; bu cansız cisimler, alan güçlerini tamamlamak isteyen canlıların magnetik alanları tarafından çekilirler. Cansız cisimlerin magnetik alanları arasındaki eşitsizlikleri, artı ve eksi güçleri arasındaki etkileşim, devinimi ve canlılığı ortaya çıkarır. Yaşamın ortaya çıkış ilkesi de tek bu ilkedir.

TÜM DEVİNİM VE ENERJİ TÜRLERİNİN ORTAYA ÇIKIŞ İLKELERİ:

Doğadaki tüm devinimleri ve canlılardaki yaşam devinimini( canlı ve cansız tüm doğadaki enerjiyi) ortaya çıkaran olgu, maddelerin enerji ortamında(manyetik alanda veya canlılık ortamında, konumunda), artı niceliklilikten eksi niceliliğe doğru yapılarındaki ayrımlılığı tümleyerek durağanlaşma eğilimlerinin gerekliliğidir.Fazla enerji, eksik enerji ile karşılaştığı sınırlarda (+)‘dan (-)’ye doğru akışla maddelerin özelliklerine bağlı enerjinin tüm görünümleri ortaya çıkar.(+) yüklü enerjiler (-) yüklü enerjileri tümleme yönünde devinir, (-) enerjili cisimler de (+) enerjili cisimleri kendilerine yönlendirir ve birleşme eğiliminde bulunurlar. (+) enerjiye sahip maddeler akımın( etki alanında bulunduklarında) yönlendiricisi ve belirleyicisidir.(-) enerjili maddeler, sürekli eksik yapılarını tümleme yönünde devinirler ve etki alanlarındaki (+) enerjili maddeleri kendilerine çekerler.


Maddelerin yapılarındaki enerjinin nicelik farklılıkları sonucu ortaya çıkan devinim, tüm canlı ve cansız varlıkların özelliklerinin ortaya çıkışının tek ana ilkesidir. Elektrikle etkilenmiş cisimlerde (+) ve (-) akım yönleri, gökcisimlerinde (+) ve (-) kutuplar, manyetik alanların etkileşimlerinde itme ve çekme devinim farklılıkları, elementler arası enerji potansiyel farklılıkları; canlı maddelerin gereksinimleri yönünde devinimleri, canlıların ve toplumların yaşamlarını sürdürme çabaları, türlerin sürdürülmesi güdüsü, psikolojik eksiklik(aşağılık güdüsü) ruhsal durumunun varlığın tümlenmesini gerektirmesi, en üst, ideal yaşama erişme, sonsuz tümlenme güdüsü…vb tüm bu görünümler devinimi yaratan temel ilkenin görünümleridir.


Cansız doğadan canlı doğanın ortaya çıkışı da, bazı elementlerin bu ilkeye göre etkileşimleri ile gerçekleşir. Temel element silisyumun (+) ve (-) değerler taşıyan diğer elementlerle, diğer enerji türler arası çapraz etkileşimleri, canlılığı ortaya çıkarır.




İsmail İNCİ, 12/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

26 Nisan 2010 Pazartesi

PARANIN, EMİSYON HACMİNİN İŞBÖLÜMÜ VE ÜRETİM ÜZERİNE ETKİLERİ


ORTAK KULLANIM BİRİMİ(PARA) İLE İŞBÖLÜMLERİ VE ÜRETİM ARASINDAKİ BAĞLANTILAR



“ (Aristoteles’in) Nikomakhos Ahlakı adlı eserde de belirtildiği gibi,… kentlerde değiş tokuş işlemlerinin zorluğundan dolayı altına ve gümüşe ihtiyaç duyulur…İşlem zorluğuna şöyle bir örnek verebiliriz. Bir çiftçi, örneğin saban yaptırmak istediğinde bunun karşılığında demirciye vermek için yanında erzaktan başka bir şey bulunmayabilir. Bu durumda onlar kendi aralarında yapacak oldukları işlemi tamamlayamazlar. Dolayısıyla, potansiyel olarak her şeyin yerine geçecek bir şeyin ortaya konulması zorunludur. Öyle ki, çiftçi aldığı sabanın karşılığı olarak bir şeyi demirciye verir, demirci de ihtiyaç duyduğu ve istediği her şeyi bununla elde eder.”(s.85) Siyasete Dair Temel Bilgiler.

Ünlü düşünür İbn Rüşt’ün yukarıdaki sözleri takas ekonomisinden, para ekonomisine geçişin zorunlu, toplumsal-ekonomik gelişimini anlatır. Ortak bir kullanım biriminin kullanılması zorunluluğu, gereksinmelerin zamanında, tam ve kolaylıkla karşılanabilmesini olanaklı kılmasındandır. Gereksinmelerin, doğrudan ilk elden alışveriş ile karşılanabiliyor olması, değişimde bulunmak isteyen üreticilerin kendi mesleklerini daha rahat yerine getirmelerini de sağlar.

Bir çalışanın tüm meslekleri öğrenmesi ve en iyi biçimde yerine getirmesi zor ve hatta olanaksızdır. Bu olanaksızlık ussal yeteneklerin farklı oluşundan, eğitim ve öğrenim için zaman yetersizliğinden anlaşıla bilinir. Herkes her işi yapabilecek yeteneğe sahibi olamaz ve her işi yapmak için çalışmak kesinlikle verimsiz bir iş ile sonlanır. Bir toplumda tüm işlerin verimli olarak yapılarak yerine getiriliyor olması gerekir. Her bireyin bir iş alanında uzmanlaşmanın önemi bu düşüncenin gereğidir.

Ürünlerin değişimini kolaylaştıran ortak bir değişim aracının kullanılmaya başlanması,gereksinmelerin karşılanmasında doğal olarak ortaya çıkan işbölümlerinin, bölünerek çeşitlenmesinde, uzmanlık alanları durumuna gelerek gelişmelerinde, doğrudan, hızlandırıcı etkide bulunduğu görülür. Ortak kullanım birimi ile ürünler arası takas koşulları, doğrudan erişimli(etkileşimli), yer ve kişileri, zamanı ortadan kaldırarak olanaklı duruma gelir; her mesleğin kendi alanında çalışarak üretme hız ve yeteneğini geliştirir, hacmini arttırır. Bütün işbölümlerinde küçük ve dev şirketlerin salt kendi alanlarında odaklanarak üretimde bulunmaları ortak kullanım biriminin dolaşımda olması ile gerçekleşebilir.

Tersinden bu ekonomik olguya bakacak olursak; ortak kullanım biriminin bulunmadığı bir ekonomide üreticiler, ürettikleri mal ve hizmetleri gereksinim duydukları mal ve hizmetlerle takas için , uygun zaman, yer ve kişi araştırması yapacağından, buna bağımlı olduğundan, üretim yetenek ve verimleri yavaşlayacak hatta olanaksızlaşacaktır. Mal ve hizmet ürünlerinin birebir, karşılıklı, aynı zaman ve pazarda takas edilmesi sonucu gereksinmelerin karşılanması ve bu gereksinmelere bağlı bir üretimin ortaya çıkması üretimin yavaşlamasına ve durmasına neden olur.

Ortak kullanım(değişim) biriminin yokluğu işbölümlerinin ve işbölümlerinde uzmanlaşmanın oluşmasını engellediği gibi, miktarındaki yetersizlik de üretim ve verimin düşmesine neden olur.

Ortak kullanım aracının, kullanımdaki(dolaşımdaki) miktarı, piyasadaki mal ve hizmet ürününe karşılık gelecek miktarlarda (üretimi devindiren tüketim araçlarının kapasitesi ile eşit miktarlarda)olması gerekir, çünkü; ortak kullanım aracı ile dolaşımı sağlanamayarak, takaslaşamayan ürünlerin koşullarının içine düşer. Ortak kullanım aracının yetersizliği meslekleri, ürünlerin ticaretini(= tüketimi) yavaşlatarak, engelleyerek, üretmez duruma getirecek, durgunluğa ve iflaslara neden olacaktır.

O halde üretim hacmi kadar, üretimin dolaşımının sağlanabilmesi için ortak kullanım aracının hacminin olması gerekir. Bu değerde bulunmayan emisyon hacmi ekonomilerin gelişmesini, üretimi yavaşlatacaktır.

Emisyon hacminin belirlenmesinde işbölümlerinin özelliklerinin önemle üzerinde durulması gerekir. Çünkü bazı işbölümleri doğrudan takaslanarak tüketilen somut ürünler üretir ki bunların dolaşımdaki karşılığı emisyon hacmi kolaylıkla gözlemlenerek belirlenir. Hizmet olarak üretilen ürünlerin değişiminin ortaya çıkışı doğrudan ortak kullanım biriminin ödeniyor olmasına bağlıdır. Öğretmenlik, doktorluk, mühendislik, vb birçok önemli ‘hizmet mesleklerinin’ dolaşımdaki hizmet üretim hacimlerini belirlemek ve dolaşımını sağlayacak emisyonu sağlamak daha ince ,dikkatli hesaplar gerektirir. Hizmet ürünlerinin dolaşımının devinimi gerekli emisyon hacimlerinin dolaşımına bağlıdır. Bu nedenle atıl, boş(=işsiz) durumdaki bu ürünlerin dolaşımı, yeterli somut tüketim ürünlerini yeterince üretme yeteneğine sahip bir ekonomide gerekli ortak kullanım aracının piyasalara sunumu ile gerçekleştirilir. Tersi durumda toplumlar bu yeteneklerini kullanamazlar. Genelde ‘boş zamanlarda üretilme niteliğine sahip olan bu üretim olguları, ekonomilerin zenginleşmesini, uygarlığın gelişmesini sağlar.

Emisyon hacminin nüfusla bağlantısı hizmet işbölümlerinin bu özel durumundan ileri gelir. Ancak bunu, salt toplumun birey sayının basit artışına bağlamak yanlış olur. Eğitim kurumlarından çıkan, hizmet üretme yeteneğine sahip bu işbölümlerindeki birey sayısına bağlı olarak emisyon sağlanması gerekir. Atıl durumda bulunan bu üretim işbölümlerinin(= İşsizliğin çözümü), somut üretme yeteneği bulunan (=temel gereksinimleri her durumda üreten, üretme kapasitesi bulunan) ekonomilerde hazırlanan zenginleşme, uygarlaşma projeleri ile gerekli dolaşım birimi ile sağlanır.

Ortak kullanım aracı üretimde verimliliği ve işbölümünü getirdiği gibi, yeni işbölümlerinin oluşmasını, yaratılmasını ; zenginleşmeyi uygarlaşmayı etkiler. Gerek zorunlu, gerekse refah ürünlerinden pay almak isteyen, ürün ve hizmetlerden daha çok satın almak isteyen bireyler, yeni ürün ve işbölümleri geliştirirler. Kişinin yetenek ve kolaylıklarına göre takaslanabilecek yeni işbölümleri yaratması, ortak kullanım biriminin etkisi ile hızlandırılmış olmaktadır.

İşbölümü ve ürünler özgülleştikçe, ürünlerin tümüne erişme çabası ile bireyler ivmelerini arttırırlar.(Ürünlerin özgülleşmesi-zenginliğin artması istekleri ve tutkuları arttırır.) Bu ivme üretimi ve gelişmeyi hızlandırır. Bir işbölümü kendi alt işbölümlerini zorunlu kılarak istihdamı arttırır. (Otomobil üretimi otomobili oluşturan parçaların alt iş kollarını, meslekleri, işbölümlerini ortaya çıkarır). Ürün ve dolaşımdaki ortak kullanım biriminin fazlalık vermesi(Gelir fazlası), eşzamanlı birbirini izlemesi gerekir. Gelir fazlası üretimin durması, işsizlik olgularını(=boş zaman) yaratır. Bu aşamada üretim ve tüketim boş zamanla dengelenerek, ekonomik yaşamın sürekliliği sağlanır. Eşzamanlı olarak tüm işbölümlerinin fazlalık vermesi sorun yaratmaz, sorun bazı alanlarda gereksinim varken üretimin sürüyor olması, bazı alanlarda ise gereksinimin doyması ile üretimin durması ve bu alanların işsizlikle gereksinmelerini karşılayacak üretimde bulunma yeteneklerini kullanamamalarıdır.

Ortak kullanım biriminin ahlaki sorunlara neden olması olumsuz yanını oluşturmaktadır. Ancak ürünlerin doğrudan kendileri de ahlaki sorun olabilmektedir. Üretmeden, üretenlerin ürünlerini kullanarak yaşamak yani hırsızlık, kullanım biriminin doğası gereği kişileri etkilemektedir. Kolay taşınabilir oluşu hırsızlık ve hilekarlığı özendirebilmektedir. Ancak bu paranın zorunluluğunu ortadan kaldırmaz, bu yönde girişim uygarlıkta geri gitmektir. Toplumların gelişmesini kolaylaştıran yöntemleri ortadan kaldırmak toplumsal yasaları ortadan kaldırmaya girişmek olur, bu ise olanaklı değildir.








İsmail İNCİ 26/04/Balıkesir
www.iinci.blogspot.com
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com



23 Nisan 2010 Cuma

KENDİ KENDİNE YETERLİ EKONOMİK SİSTEMLER VE BAĞIMLI EKONOMİK SİSTEMLER



Gereksinmeleri için mal veya hizmet türünde ürün dışalımında bulunmayan, ticari ilişki kurma zorunluluğunda kalmayan ekonomiler, “kendi kendilerine yeterli ekonomik güce” sahip olan ülkelerin ekonomik sistemleridir. Bu ekonomik sistemlerin nitelikleri, yetişmiş insan gücü, hammadde kaynakları, üretim için ara malları ve tarımsal ürünlerde kendi gereksinmelerini karşılayacak güçte olmalarıdır. Ayrıca yeterli ölçüde bilgi ve teknolojiye, yeterince genişlikte toprağa sahiptirler. Kendi kendine yeter ekonomik sisteme sahip ülkeler gereksinmelerini, ekonomik yaşamın ulaşmış olduğu son aşamasında karşılayabilecek güçte bulunurlar.

Dünyada tam olarak kendine yeterli ekonomik sisteme sahip ülkeler ABD, Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu, gibi birleşik ekonomiye sahip birkaç endüstrileşmiş ülke dışında bulunmamaktadır. Bu örnekteki ülke ekonomileri bir ekonomik krizde sahip oldukları nitelikleri iyi organize ederek kendi kendilerinde yeterli olabilirler. Diğer ülkelerle, “Ticari İlişkilere” bağlı üretim planlaması veya denetimsiz-plansız üretim yapmayabilirler; üretim fazlalığı nedeniyle ticari ilişki kendi kendine yeterli ekonomilerde zorunlu değildir. Diğer tüm ülkeler gerek insan gücü, gerek tarım ürünleri, gerekse enerji kaynakları yönünden birbirlerine bağımlı olarak varlıklarını sürdürme zorunluluğundadır.

Kendi kendine yeterli ekonomik sistemlere sahip ülkeler, kendi kendilerine yetersiz veya yeterli olan diğer ülkelerle, daha güçlü bir ekonomiye sahip olmak için(daha çok zenginleşmek için) ticari ilişkilerde bulunurlar. Bu ticari ilişkilerin varlığıyla oluşan ekonomi, iyi organize edilemeyen üretim güçleri, planlamadan ve öngörmeden yapılan üretim ile kendi kendine yeterli ekonomileri de, diğer ülke ekonomilerine bağımlı, sonuçta yetersiz ekonomiler durumuna getirir: üretim fazlalığı ticari ilişkileri zorunlu durumuna getirir.

Bağımlı ekonomik sistemlere sahip ülkelerin tümü, birbirleriyle ve bağımsız ekonomik sistemlere sahip ülkelerle zorunlu ticari ilişkilerde bulunurlar. Zorunlu gereksinmeleri karşılayabilmek, gelişerek refah içinde yaşayabilmek için ticari ilişkilerin varlığı ve bu ilişkilerin geliştirilerek zenginleştirilmesi gerekir. Ulusal ekonomilerini bu ilişkilerle geliştirip korumak zorundadırlar. Birbirlerine ve bağımsız ekonomilere bağımlı olan bu ekonomiler bu bağımlı ilişkilerini sürdürürken her biri kendi ulusal ekonomilerini, “bağımsız ekonomik sistemlere” sahip olma yönünde geliştirme amacı güder. Bireyler gibi toplumlar da kendi kendine yeterli, bağımsız, güvenceli yaşamak isterler.

Kendi kendilerine yeterli olmayan ekonomik sistemlerin, ekonomik gereksinmelerini karşılayabilmeleri için, “Uzmanlık Ekonomilerine” yönelmeleri gerekebilir. Ekonominin iye olduğu öğelere bağlı olarak bir veya birden fazla Uzmanlık ekonomilerine sahip olmaları ussal çözüm yoludur. (Finlandiya’nın mobil telefon alanında Nokıa modeli ile uzmanlaşması, İrlanda ekonomisinin bilgisayar yazılımı üretiminde uzmanlaşması bu ekonomilerin bilinene örnekleridir.)

Kendi kendine yeterli ekonomik yapıya yakın olmak veya, ağırlıklı alanlarda üretim ekonomilerine sahip olarak bağımlılığın ve ekonomik zayıflığın azaltılması çabası da ussal ekonomik çabalardır. Ağırlığı olan ekonomik sektörlerde uzmanlaşmak veya kendi kendine yeterli olmak, uzmanlaşma gerektiren ekonomik etkinliklerde bulunmayı gerektirir. Sonuçta tüm ülkeler, aralarında ekonomik-ticari ilişkileri zenginleştirmek zorundadırlar.

Bağımlılığı ve ekonomik zaafları azaltmak için uzmanlık ekonomisine sahip olma, doğal olarak salt, doğal kaynakları ortaya koyarak satmak yönünde olmayacaktır. Uzmanlaşma endüstri alanlarının birinde, insan kaynaklarının gücünde , tarımsal ürünlerde olabilir. Uzmanlaşılan ekonomik alanın ticari ilişkileri ile elde edilen sabit ve devingen anamal birikimi ile de diğer ekonomik gereksinmeler karşılanır; finans kaynakları oluşturularak diğer sektörlerde kendi kendine yeterli olacak üretim yatırımları yapılır. Kendi kendine yeterli ekonomik sistemler durumuna gelinmeye çalışılır. Burada üzerinde durulması gereken, uzmanlık alanlarının ekonomik koşullarla uyumlu olması ve öncelikli alanlara yönelmedir.

Yabancı sermaye ile tüm alanlarda kalkınmak düşüncesi, hem bu sermayenin gücüne bağımlılık yaratır, hem de çok güçtür. Yabancı sermaye ile ortaklıklar biçiminde yapılacak yabancı anamal girişi ile kalkınma, ulusal ekonomik amaçlar ve ilkelerle daha uyumludur. Bu ortaklıklar için gerekli anamal ve finans kaynakları da, uzmanlık ekonomilerinin gelirleri ile elde edilebilinir.

Tüm ülkelerin bağımsız birer ekonomi olmak istekleri ve çabalarına karşın, ekonomik gerçekler göstermektedir ki ulusların yüzde doksanı birbirine bağımlı olmak zorunluluğundadır ve birbirleriyle ekonomik ilişkilerden kesinlikle vazgeçemeyecek yapıdadır. Bağımsız ulusal ekonomilere sahip olmak, kendi kendine yeterli ekonomik güce sahip olan ülkeler için de olmak üzere tüm ülkeler için olanaksız olarak görünmektedir. Bu ekonomik zorunluluk nedeniyle, katı ulusalcı ve soyutlayıcı ekonomik kararlar, planlar yerine ülkeler arası işbirliğine dayanan ekonomik kararlar ve planlamalar yapmak (küresel ekonomik kararlar almak), ekonomik ilişkileri geliştirmek, insan varlığının çevreyle olan uyum ve dengesinin korunması açısından ortak kararların alınması gerekliliğiyle birlikte kendini göstermektedir. 2007 yılında başlayan son dünya ekonomik krizinden tüm ülkelerin etkilenmiş olmasıyla bu gerçekliği gözlemledik.




23/04/2010, İsmail İNCİ
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com.
Bgi.inci@hotmail.com






SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...