6 Ağustos 2010 Cuma

UFO Olgusu ve Gizli Örgüt, Tarikatlar







GİZLİ ÖRGÜTLER, TARİKATLAR VE UFO OLGUSU




Toplumların içinde; taş devrindeki ilkel topluluk ve uygarlıkların aşılarak, işbölümlerinin, üretim tekniklerinin ve araç gereçlerinin geliştiği, üretim ve ürünlerin türselleşip zenginleştiği toplumların büyüdüğü ve zenginleştiği maden devri ve uygarlığı aşamasında, en eski uygarlıklardan olan eski Mısır, Sümer, Babil toplumlarında görüldüğü gibi birçok dinsel ve dinsel olmayan topluluk (cemaat), grup gizli örgütler kurulmuştur. Bu örgütlerin en eskilerinden biri, birtakım doğaüstü güçlere sahip olduklarına kendilerini inandıran Osiris Rahiplerinin kurduğu gizli örgüttür.


GİZLİ ÖRGÜTLERİN KURULUŞ NEDENLERİ VE ORTAK NİTELİKLERİ:
Tüm Gizli Örgütlerin kökeni ve kuruluş nedenleri, nüfus olarak büyüyen, ekonomik olarak gelişen ve zenginleşen toplum içinde, insanlar ve toplumun zenginlikleri üzerinde yönetim ve denetim gücüne sahip olabilmek, egemen güç olmak istekleridir. Toplumun bireyleri ve zenginlikleri üzerinde egemen güç sahibi olma isteği ile kurulan gizli örgütleri taşıdıkları amaçları yönünden iki bölüme ayırmak gerekir: Birinci bölümdeki örgütler doğrudan üyelerine,toplum içindeki diğer bireylere karşı ve zararına olarak toplumun bireyleri ve zenginlikleri üzerinde egemenlik kurmayı, güç, makam ve zenginlik sahibi olmalarını amaçlar. İkinci bölümdeki örgütler, büyüyen ve zenginleşen aynı zamanda kötülük, bozgunluk ve karmaşanın arttığı toplumda düzeni getirmek için egemenlik, güç ve makam sahibi olmayı amaçlarlar.
Sonuçta her iki tip gizli örgüt üyelerinin zengin, egemen, makam ve iktidar sahibi olmalarını amaçlar. Tüm gizli örgütler ortak nitelikler taşırlar. Bu ortak nitelikleri genel olarak aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:


1. Her örgütün, üyelerinin uymak zorunda olduğu, içinde yaşadıkları toplumun yasalarından ayrı ilke ve yasaları ardır. Örgüt içinde yaşadıkları toplumun yasalarını değil kendi yasalarını uygularlar. Yaşadıkları toplumu düzenleyen yasaları önemsemezler. Bu nitelikleri ile birçoğu toplum düzenini bozan çete, mafya durumuna gelir.


2. Üyeleri arasında yardımlaşma ve dayanışma vardır. Üyelerinin toplum içinde güç elde etmeleri, egemen olmaları için çaba gösterirler. Ancak örgütün kendi üyeleri arasında da, içinde bulundukları toplumdan daha büyük bir rekabet vardır.


3. Örgüt içinde sert bir hiyerarşik düzen vardır.


4. Üyeleri arasında gizli bir iletişim ağı kurulmuştur.


5. Örgüte üyelik için özel ayinlere benzer törenler düzenlenir.


6. İçinde bulundukları toplumun yasalarına karşı yapıları üyeleri birbirine yakınlaştırır.


7. Her gizli örgütün kendi cezalandırma sistemi vardır. Bu cezalandırma genellikle ölüm ve toplumdaki bütün hak ve güçlerinin elinden alınmasıyla sonuçlanır.


8. Bütün gizli örgütlerin insanları etkileme ve anlıklarını yönetme yöntemleri vardır. Bu yöntemlerin temel ilkeleri ortaktır.


Gizli örgütler yapıları gereği içindeki toplum yapısına düşman olarak kurulmuşlardır. Açık toplumun yasalarına ve bireylerine karşı düşmandırlar ve çıkarları ile çatışır. Açık toplum üzerinde iktidar sahibi olmak, egemenlik sağlamak, zorunlu olarak onları açık toplumun düşmanı durumuna getirir. Üyeleri de açık toplumun üyelerinin birer düşmanı durumundadır.Dinsel ve dinsel olmayan gizli örgütler sonuçta diğer toplum üyelerini sömürmek için kurulmuşlardır.


Üyelerinin toplumda güç ve iktidar sahibi olması için örgüt içinde yardımlaşma ve dayanışma olmasına karşın, üyeler arasında ve diğer örgütler arasına büyük bir rekabet vardır.Üst yönetimdeki örgüt üyelerinin çıkarları ile alt kademelerdeki üyelerin çıkarları arasında çatışma zamanla, özellikle örgütün toplumdaki etkisi arttıkça artar. Bunun sonucu yardımlaşma ve dayanışmanın yerini güvensizlik ve huzursuzluk alır. İçinde bulundukları toplumla ters ve yasa dışı yapıları bu huzursuzluklarını arttırır.
Gizli örgütlerin üyelerini cezalandırma sistemleri temel insan haklarına aykırıdır. Genel yurttaşlık hukukunun ilkelerine göre yargılama yapılmadan, salt örgütün çıkarları göz önüne alınarak cezalandırma en ağır biçimde gerçekleştirilir.


Bütün bu nitelikler göz önünde bulundurulduğunda, gizli örgütlerin üyelerine mutsuz ve huzursuz bir yaşam verdiğini görürüz.


GİZLİ ÖRGÜTLERİN İNSANLARI ETKİLEME VE ANLIĞI YÖNLENDİRME İLKELERİ:
Eski Mısır’da Osiris Rahiplerinin kurduğu tarikatının etkileme gücü, Rahiplerin doğa üstü güçlere, büyülere sahip oldukları inancını yerleştirmelerinden gelir. Büyü ve doğa üstü güçlere sahip olma, doğaya ve doğadaki güçlere egemen olmak, sınırsız bir güce sahip olmak demektir. Bu ise insanların gereksinmelerinin karşılanması için bir güç sahibi olmak demektir. Büyünün ve büyüyü yapanın insanlar üzerindeki etkisi ve insanların anlığını yönlendirme gücü bu etkilerden gelir.


Bazı topluluklar, gruplar veya toplumlar yaptıkları bilimsel ve teknik araştırma ve çalışmalarla, diğer toplumlardan çok önde olurlar. Bu bilgi ve tekniklere sahip olanlar, sahip olmayan toplum ve topluluklara üstün nitelikler taşırlar. Bu üstünlük, düşük uygarlık düzeyine sahip toplumların üzerinde büyü ve tanrısal güç etkisi yaratır.


“Saba Melikesi Belkıs’ın Allaha inanması, Hz.Süleyman’ın yaptırdığı görkemli Sarayının tekniğindendir.” Saba Melikesi'nden bahseden sure ve ayetlerde aynı zamanda Hz. Süleyman'dan da bahsedilir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın muhteşem sarayı ve hükümranlığı hakkında birçok detay verilir.


Bu bilgilere göre, Hz. Süleyman'a Allah tarafından döneminin en ileri tekniği verilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar vardı. Sarayın giriş bölümünün tabanı da camdan yapılmıştı. Kuran'da, bu estetik yapı ve bunun Saba Melikesi üzerinde yaptığı etki şöyle vurgulanır:


«Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”Kurân-ı Kerîm, Neml Suresi, 44.


Kuranda. Saba Suresi'nde de Hz. Süleyman'ın, Allah'ın yardımıyla inkârcı cinleri kullandığı anlatılır. Böylece Hz. Süleyman, kendi gücünden ve iktidarından korkan şeytanları da hayır yolunda kullanabilmiştir.


Dolayısıyla, Tapınak'ın inşasını üstlenen Hiram ve yanındaki duvarcılar da, Kuran'ın deyimiyle Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş "şeytanlar"dır. Hiram'ı, bu gerçeğin tam tersine Hz. Süleyman'ın en yakını ve yardımcısı olarak gösteren Masonik kaynaklarsa, bu düşünceye Yahudi kaynaklarından varmışlardır. Yahudilerin böyle bir inanca sahip olmaları da, yine Kuran'ın bildirdiği gibi, Hz. Süleyman hakkında "şeytanların uydurduklarına uymaları"ndan (Bakara, 102) kaynaklanıyor. Hz. Süleyman'a böylece "küfür" (inkar) atfeden Yahudiler, onu doğal olarak Tapınak'ı yapan "bina ustası" şeytanlarla bir tutmuşlardır.” ( Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templigue Salomonis, Temple of Jerusalem), Mehmet Akif Ardıç, www.gizliilimler.tr.gg.Admin)


Masonluğun kurucularından olan duvar ustası Hiram Abiff’in ve yanında çalışan bina ustalarının, sahip oldukları mimari bilgi ve tekniklerin üstünlükleri, bu üstünlükten doğan gücün uygulamaları ve aynı zamanda Yahudi dinine inanmadıkları için şeytan olarak algılanmalarına ve nitelenmelerine neden olmuştur. Musa Peygamberin Firavun’a ve İsrailoğullarına yaptığı bazı gösteriler de büyü etkisi yaratan tekniklerdir. Bazı gizli bilgilere dayanan uygulamalar, bilgisine erişmemiş olan insanlar için büyü etkisi yaratır ve bu teknik uygulamaları yapan kişileri büyük gücün sahibi kişiler, tanrısal güce sahip veya tanrı tarafından kendilerine güç verilen kişiler olarak görünmelerine neden olurlar.

Sanatın Büyü Etkisi Niteliği:
İnsanlar üzerinde sanatçıların, özellikle müzik yapan sanatçıların dinleyenler üzerindeki hayranlık uyandırdığı etki bir büyü etkisi niteliği taşır. Bu hayranlık etkisinin gücünün arttığı kişilerde bu etki tanrısal etkiye dönüşür. Ezgilerin alt biliçte uyandırdığı nedeni ve sonucu üst bilinçte kavranamayan duygulanımları ve imgelemleri, etkiyi yapana karşı hoşnutluk, bağlılık, isteklilik oluşturur. Sonuçta, büyü niteliğinde etkilenilir ve Tanrısal güç karşısında duyulan bağlılık ve bağımlılık duygulanım ve imgelemi, altbilinci-güdüsü oluşur.Gerçekte ise tanrısal bir güç değil basit bir teknik ve uygulama bilgisinden başka bir gerçeklik değildir.


İngiliz yazar Nesta H. Webster "Ancient Secret Tradition" (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:


“Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin'in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası'nda (Tevrat'ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalası'nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, neo-Platonizm'den ve yeni Pisagorculuk'tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala'nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.”


Brigadier A. C. F. Jackson'un yazdığı Rose Croix adlı kitapta, Haçlı Seferlerinin ardından Avrupa'ya dönen Tapınakçılar'ın "Diver's lodge" (Dalgıç locaları) adıyla anılan localar kurulduğu bildiriliyor. (Sad Suresi'nin 37. ayetine göre, Hz. Süleyman'ın emrindeki "şeytanların" bazılarının da "dalgıç" olduğunu hatırlarsak, "Diver's lodge"in nereden esinlendiğini daha iyi anlayabiliriz.


Tapınak şövalyeleri tarikatının dağılmasından sonra üyelerinin Mason Loncalarında varlıklarını sürdürmeleri, toplumda güç elde etme ve egemenlik kurma amaçlarını gerçekleştirmek için bilgisini edindikleri kabala ilke ve büyü tekniklerine sahip olmaları itici neden olmuştur. Tapınak Şövalyeleri tarikatıyla sahip oldukları insanları yönlendirme ve kendilerine hizmet ettirme kabala ve büyü teknikleri Mason Localarında yeniden örgütlenmelerine ve bu örgütlerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Anlaşılan odur ki, Tapınakçılar, Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olan ve Kuran'da bina ustaları ve dalgıçlar olarak tanımlanan şeytanların sahip oldukları geleneği sürdürmeye karar vermişlerdir.
Masonik sır ise, bu şeytanların Yahudi inancına göre Hz. Süleyman'la paylaştıkları büyü ve benzeri yöntemleri kullanma geleneğidir ki, Kabala bu geleneğin ta kendisidir. Kabalacılarla masonlar arasındaki ilişkinin kaynağı da budur. Dolayısıyla, masonluğun kökenini oluşturan gelenek, Kuran'ın ifâdesiyle "şeytânî"dir.


Kabala Öğretisi ve Büyük Yanılgıları:
Kabala öğretisi egoizmi, kişisel istekleri varlığın ve evrimin temel yasası sayar. Bu yasa Üst Güçleri temsil eder ve bu Üst Güçler nedeni ile insan varlığı gelişir, ilerler. İnsan Üst güçlerin etkisi ile öğrenirken ve bilgiye ulaşırken beş duyunun algılamalarını kullanır.


Kabalanın insanın gelişimi ve evrimi için arzuları temel ve olağan insan güçleri olarak gören bu ilkesi nedeni ile insanlarda ve toplumlarda sınırsız isteklerin, tutkuların gelişmesine neden olmuş, bencilliği, kibirliliği yaşamın öğesi durumuna getirmiştir.” Ürünlerin özgüllünün” artması nedeni ile isteklerin sayısı, tutkular ve bencillik daha da artar ve bu olağan bir gelişmedir. Tüm isteklerin, tutku ve bencilliğin insan varlığının gelişmesinin, öğrenmesinin ve mutluluğunun temel Üst Gücü olarak görülmesi ve toplumda bu anlayışta bireylerin sayısının artması, toplumların uyum içinde yaşamasına olanaksız kılar. İnsan bireylerinin ve toplulukların toplumsal yaşamaları ile çelişir. Çünkü toplumsal yaşam Özveri Gücü ile gerçekleşir. Özveri Gücü toplumsal gerçekliğin temel yasasıdır. Bu yasa ise kişisel isteklerle yani Üst Güçle çelişir.

Toplumsal yaşama bireysel isteklerden arınmayı, toplumsal istekler temelinde yaşamayı gerektirir. İnsan varlığı, toplumsal istekler temelinde, kişisel istekleri diğer kişisel ve toplumsal isteklerle çelişmeyecek biçimde ve toplumsal dayanışma içinde gerçekleştirdiği sürece gelişmesini gerçekleştirir. 

Bu açıdan bakıldığında gelişmede Üst Güç Üst Özveridir. Toplum için varlığını ve tüm isteklerini yok sayma, geri çevirme insan evriminin temelidir. Orta Güç kişisel isteklerdir. Alt Güç ise altbilinçte yatan (içgüdüsel bilinç) Özveridir. Soyun sürekliliği için canlıların yavrularının koruma güdüsü bu gücün temelini oluşturur.

Bu Temel Güçler ayrılığı nedeni ile kabala öğretisi yaşamın hiçbir yasasının bilincine varamamış, tarikat ve örgütlenmeleri de toplumları kaosa sürüklemekten başka bir etkiyi yerine getirememiştir.

Tek tanrılı dinlerde Büyünün Yeri:
Tek tanrılı-ilahi dinlerde büyü teknikleri az da olsa, özellikle Hz.Musa’nın dinini yaymasında görülür. Hz. İsa’nın dininde de ölüleri canlandırdığı, körlerin gözlerini açtığı olaylarda görülür. Az da olsa ve büyüye şiddetle karşı çıksalar da dinin yayılabilmesi için insanları inanç sahibi yapmak ve etkilemek için büyü tekniklerinin kullanıldığı görülür. Ancak tek tanrılı dinlerin dolaysız, açık olarak insanları doğruluğa ve adalete, tek tanrıya inanmaya davet eden yöntemleri ile gizli kabalist-büyü teknikleri ile insanları etkileyerek hizmetlerinde kullanmayı amaç edinen, Osiris Rahiplerinin, Mason tarikatlarının ve diğer tüm gizli ve açık tarikatların bilim-dışı yöntemleri birbirinin karşıtıdır. Tek tanrılı-ilahi dinlerin tümü şiddetle büyü ve büyücülere karşıdır ve onların ortadan kaldırılması için bilimi, usu savunur. “Masonluğun tarih boyunca dinle çatışmış ve her türlü din-karşıtı hareketin arkasında yer almış olmasının, sanırız bundan daha anlamlı bir sembolik kökeni de olamaz” ( Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templigue Salomonis, Temple of Jerusalem), Mehmet Akif Ardıç, www.gizliilimler.tr.gg.Admin)

UFO OLGUSU VE GİZLİ ÖRGÜTLERLE BAĞLANTILARI:
Son yüzyıl içinde, havacılık ve uzay bilgi ve teknolojisinin gelişmesine koşut olarak varlığı ve etkileri gözlenen UFO ve uzaylı varlıkların ortaya çıkışı, anlatılan nitelikleri ile büyü etkisi yaratarak insanları idealleri yönünde etkilemeyi amaçlamaktadır. Bazı topluluklar veya gruplar yaptıkları araştırmalar ve bilimsel çalışmalarıyla çok önde olurlar. Bu bilgi ve tekniklere sahip olanlar, sahip olmayan topluluklara üstün nitelikler taşırlar. Bu üstünlük, düşük uygarlık düzeyine sahip toplumun göz önünde tanrısal güç ve büyü olarak gözükür.


UFO olgusunun arkasındaki topluluk ve tarikatlar, Tapınak Şövalyeleri tarikatı gibi toplumda kendi egemenlik ve iktidarlarını , üyelerinin çıkarlarını sağlamak için kurulmuş, açık toplumlara karşı ve açık toplumun düşmanı gizli örgütlerdir. Yöntemleri tüm gizli örgütlerde olduğu gibi büyü etkisi yaratarak amaçlarına ulaşma biçimindeki yöntemdir: UFO gözlemleri ve sansasyonel iletileri, büyü etkisi uyandırma tekniklerinden başka bir şey değildir. UFO olgusu ve iletilerinin, düşünen ve biraz çağdaş bilim ve teknik bilgiye sahip insanların kavrayabileceği gibi , basit çağdaş bilim ve teknik yeni gelişmelerden başka bir gelişmenin olmadığı görülür. UFO olgularının arkasındaki topluluğun CIA ve benzeri istihbarat ve askeri güçlerle bağlantısının olduğunun söyleyebiliriz Bununla kalmadığını, satanizm gibi sapık tarikatlarla, uzay araştırmalarında bilim ve teknik eleman olarak çalışanlarla, birçok toplumların elit kişileri ile bağlantılarının olması olanaklıdır.




“Okült araştırmacısı James Shelby Downard, Assassination, and the Science of Symbolism” (Sihirbazlık, PASAKLI KIZ, Suikast ve Sembolizm Bilimi) adlı kitabında CIA'nın üst kademelerinde Sirius'a tapan bir kült olduğunu iddia eder. Bu CIA kültünün ayin yerlerinden biri, Kaliforniya’daki Palamar Gözlemevi'nin teleskop odasıydı. Downard'a göre, burada Sirius -askeri istihbarat kültü teleksopik olarak odaklandığı “Köpek Yıldızı”nın (Sirius) ışığının odaya gelmesi ile- eski Mısırlı rahipler gibi ritüellere başlamaktaydı. Amerikan Askeri İstihbaratından Albay Michael Aquino (Satanik “Set Tapınağı”nın başı) okültizmde Set'in Sirius'la eş değer bir tanrı olduğunu söylüyordu.


Anton La Vey'in (Asıl adı; Anton Lvey) “Şeytan Kilisesi”nin birçok üyesinin askeri çevrelerden geldiği bir sır değildir. Burada yeniden Sirius, okültizm ve askeri istihbaratın acayip birlikteliğini görüyoruz.”


Bazı araştırmacılar UFO'ların ve mürettebatlarının giysileri üstünde, “Üçgen içindeki göz” amblemine dikkat çekmişlerdir. Bazı “Kara Elbiseli Adamlar” da aynı amblemi taşıyorlardı ve “Üçüncü göz halkından” olduklarını söylüyorlardı.


Son yıllarda Belçika'da çok görülen UFO'lar içinde, her köşesinde bir ışık yanan üçgen şeklindeki uçan araçlar çok gözlenmiştir. Bu belki de 1997'de Phoeinx/ Arizona'da görülen dev gemi ile aynıydı. Medya'da bu “uçan üçgenler” UFO olarak tanımlanmışlardı, ama gerçekte ABD Hava Kuvvetleri tarafından üretilen “çok gizli” bir uçaktı.


Köpek Yıldızı, Sirius-Işık Lortları-Üçgen İçindeki Göz-İlluminati-Set-Isis-Süleyman Tapınağı, Davit Yıldızı-Tanrının İsrail'le ahidi-Kabala ve Föniks, bütün bu semboller dünya kökenlidir.


Başkan Clinton’un Beyaz Saray eski şefi John Podesto UFO dosyalarının halka açılması konusunda çaba göstermiş birisidir.


Eski Beyaz Saray Şefi John Podesta’nın UFO’lar hakkında ki Ulusal görüşü gayet açık. “Düşünüyorum ki uzun zamandır hükümetin UFO araştırmaları ile ilgili olarak karanlıkta bıraktığı soruların cevaplarının açığa çıkması zamanı gelmiştir.”

51. Bölge ile ilgili sorulduğunda , Podesta ; “Benim eğilimim gizlilikten yana deneme ve yanılma yerine açıklık ve şeffaflık tarafında olmak ve daha fazla bilginin başından sonuna kadar gözden geçirilmesinin harcanan emeğe değecek bir girişim olduğunu düşünüyorum.” 51. Bölge’nin UFO’larla ilgili gizli hükümet bilgilerini ve projelerini barındırıp barındırmadığına dair sorusuna ise Podesta; “Buna evet diye cevap verebilirim” dedi.


General Clemence McMullen Forth Worth’ten General DuBose’u arar ve ondan 8. Hava Kuvvetleri Komutanı General Roger Ramey’yle temasa geçmesini ister. Ramey yeni bir hikaye uydurarak uçan daire hikayesini örtbas etmelidir.


Bunun üzerine General Ramey Forth Worth Üssü’nde bir basın toplantısı düzenleyerek Roswell yakınlarında düşen cismin bir uçan daire değil, meteoroloji balonu olduğunu söyler. Binbaşı Marcel’in bulduğu esrarengiz madde meteoroloji balonu parçalarıyla değiştirilir ve Marcel’e bunlarla birlikte basına poz vermesi emredilir.


UFO TOPLULUĞUNUN FİZİKSEL VE ANLIKSAL ETKİLEME YÖNTEMLERİ:
UFO ve uzaydan geldiklerini ileri süren topluluğun insanlar üzerinde doğrudan birtakım deneyler yaptıkları, kendilerini kaçıran kişilerin tanıklıklarıyla anlatılmaktadır. Bu deneylerin amacı bilimsel bilgiye erişmek gibi görünse de, insanların üzerindeki büyü etkileri ile istedikleri gibi her türlü isteklerini elde etme amacı güttükleri görülür. Mikroçiplerle anlığı, anlığa bağlı insanları denetim altına alma çabaları vardır.


“ Kaçırılanların maruz kaldığı fiziksel müdahaleler önemlidir. Bu insanlar , vücutlarında ortaya çıkan kesik , çürük ve yara izlerinin gemide yaşadıkları işlemler sonucu ortaya çıktığından şüpheleri olmadığını söylüyorlar. Ayrıca bir çok kadın tanık , kaçırılmadan önce hamile olduklarını , gemide uygulanan işlemlerden sonra hamileliklerinin sona erdiğini belirtiyor. Bu deneyimleri yaşayan bir çok kişi , sonraki yaşamlarında elektrikli aletlere dokunduklarında bu aletlerin düzgün çalışmamaya başladığını görmüş. 

Kaçırılma olaylarında sıkça rastlanan bir durum da , uzaylıların bir takım izleme aygıtlarını bu insanların vücuduna yerleştirmeleri. Bu aygıtlar özellikle kafatasının içine yada burun gibi bölgelere yerleştiriliyor. Böylece temas kurdukları bu insanları 24 saat izleyebiliyorlar. Bu aygıtlar deri altına yerleştirilen küçük modüllere benziyorlar .Bazı vakalarda bu türden izleme aygıtları bulunmuş ve elektro mikroskobik ortamda analizleri yapılmıştır.”(Yakın Temas, www.siriusufo.org.tr)


Uzaylılar tarafından kaçırılma olaylarıyla ilgili raporlarda bahsedilen ortak noktalardan biri de, uzay gemilerine alınan kişilerin birtakım fiziksel testlerden geçirildikleri ve vücutlarına ince, uzun iğnelerin enjekte edildiğidir. Bu iğnelerin ucunda, kimi zaman 0.25 cm.den daha az bir çapa sahip, ince metalik toplar bulunmaktadır. Vücuda enjekte edilen bu iğneler çıkarıldığında uçlarındaki topların yerinde olmadığı görülmüştür. Kaçırılma deneyimi yaşayan kişiler, “mikroçip” adı verilen bu parçaların burunlarına, kulaklarına, sinir uçlarına ve hatta göz kapaklarına yerleştirildiğini söylemektedirler. “


Elektronik dalgalarla düşünceleri etkileme ve yön verme, insanlar ve toplumlar üzerindeki egemenlik ve iktidarlarını sürdürme amaçlarını, görüştükleri bazı kişilere ileri tekniklerini ve uygarlıklarını amaçlı olarak anlatırken anlamak olanaklı olmaktadır.


“Akon
“Bizler sıvı Işık aracılığıyla iletişim kuran ve tüm Dünyalılara yüksek yapıda bilgiler ve düşünceler yollayan varlıklarız. Yeterince gelişmiş ve algılayıcı bireyler bu yüksek düşünce dalgalarının alıcısı olabilir. Böyle yaparak da, mesajlarımızın başka kimselere psişik, fiziksel, duygusal ve akılsal düzeylerdeki aktarıcısı haline gelirler. Bu, bireylerin özgür iradelerine müdahale etmeyen plandır. Çünkü, her bir birey, bu bilgileri istediği gibi kabul ya da reddetme hakkına sahiptir. Biz yüksek bilincin aktarıcılarıyız ve çağlardır sahip olduğumuz bilinen tüm bilgeliği sizinle paylaşmaktan dolayı mutluyuz. Bu şekilde, Dünya çok ama çok uzun bir zamandır eğitim zeminlerimizden biri olmuştur ve bizim Dünya gezegeninde epey sorumluluğumuz vardır.” .”(Yakın Temas, www.siriusufo.org.tr)


Yukarıdaki anlatılanlar aldatmacalarla birlikte, insan anlığının üzerindeki etki güçlerini ve etkilemelerini apaçık dile getirmektedir. Bu teknikte ileri bir uygarlık ve etkilenecek bir durum yoktur.Bilimsel ve teknik bir bilginin ortaya konmasından başka bir şey değildir. (Bknz Bireysel ve Toplumsal Duygulanımların Nedenleri ve Sonuçları (1), www.iinci.blogspot.com )


Büyük Örgütlerin Diğer örgütler üzerinde etkileri:
Gizli örgütler ve tarikatlar üzerine araştırmalar yapan birçok yazarın ortak görüşünde olduğu gibi, dünya üzerinde egemenliklerini kurmak ve sürdürmek isteyen büyük örgütlerin alt örgütleri denetimleri ve etkileri altında tuttukları ve yönlendirdikleri gerçektir. Bu gerçeğe bağlı olarak İlluminati ve UFO gibi örgütlerin, dünya çapında gizli ve etkili örgütlerin, üzerinde durduğumuz UFO bağlantılı topluluğun NATO gibi askeri kuruluşları, İtalya’da Gladyo, Türkiye’de Ergenekon gibi gizli örgütleri etkilediği ve yönlendirdiğini görebiliriz.


Bu tip gizli örgütler sınırsız güç arayışında oldukları için, parasal kaynakları denetimleri altına alacaklar, kaçınılmaz olarak kendi mafyalarını kendileri kurarlar veya varolan mafyayı kullanırlar. Varlıklarının nedeni olan gizlilik, toplumun yasalarını değil kendi yasalarını uygulamaları, onları yasa dışı eylemlere yöneltir, çeteleşir, mafyalaşırlar ve toplum dışı topluluk olarak varlıklarını sürdürür duruma gelirler.


“ Bu teşkilatlar kara paranın ve uyuşturucu ticaretinin de tamamen içindedirler. Önemli makamları ve sınırlar ötesi kilit noktaları kontrol ettikten sonra uyuşturucu trafiğini yönlendirmek hiç de zor değildir. Var olan mafya ve büyük işadamlarının bu gizli örgütlerden sıcak kara para nedeni ile yardım istemeleri de kaçınılmazdı: sonuçta tüm ekonomiyi bu gizli mafyöz örgütler yönetir. Bu örgütler dünyada artmakta olan 1 – 1.5 trilyon dolar uyuşturucu parasını kayıtsız şartsız kontrol ederler. Ayrıca bu para, beyaz kadın ticareti, silah ticareti, ilaç endüstrisi,petrol endüstrisi ile iç içedir. Tıpkı dizide anlatıldığı gibi mafya piyondur, bu örgütler ise sistemin patronlarıdırlar.”

TOPLULUK(CEMAAT) BİLİNCİ VE TOPLUM BİLİNCİ:
Doğa üstü, doğa ötesi ve doğaya egemen gizli bir güç ve olgu yoktur. Tüm bilinmeyen, gizli ve gizil olgular bilimsel araştırma ve çabalarla açıklanabilir. Bu nedenle, gizli güçlere, doğa üstü olgulara birtakım usa, mantığa, bilimsel bilgiye aykırı ayin ve törenlerle ulaşmak büyük bir yanılgıdır. Doğanın güçlerinin sırlarına ve doğaya egemen olmak ancak bilimsel bilgiye ulaşarak olanaklıdır.


Kurulan tüm gizli ve açık örgütler ve tarikatlar, topluluklar toplum içinde, topluma karşı kuruluşlardır. Açık toplumların birer düşmanı durumundadırlar. Bireylerde Topluluk bilinci yerine Toplum bilincinin geliştirilmesi gerekir. Tersi durumda toplumsal yaşama biçiminin bozulması, karmaşanın egemen olması bir sonuç olarak kaçınılmazdır. (Bknz. Topluluk (Cemaat) Bilinci ve Toplum Bilinci, www.iinci.blogspot.com )






İsmail İNCİ, 06/08/10/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com






                                          Efes Meryem Ana. Dilek duvarı









11 Temmuz 2010 Pazar

KÜRT SORUNU VE TERÖRÜNÜN OLASILIK DÜZEYİNDE DEĞİL NEDEN-SONUÇ, ZORUNSALLIK (BİLİMSEL) DÜZEYDE ELE ALINMASI ÇALIŞMASI

SİYASAL BİR OLGU OLARAK KÜRT TERÖRÜ VE KÜRT SORUNU





Yirmi beş yıldan fazla bir süredir süren Kürt terörü ve Kürt sorunu, bizim dışımızda, bize baskı uygulayan ve değiştiremeyeceğimiz, varlığı bağımsız, bitmeyecek sosyolojik bir olgu mudur, yoksa siyasal bir hareket olarak siyasal ve ekonomik yönleri olan bir olgu mudur?


Toplumsal fenomenler asla bütünü ile yok edilemez gerçeklerdir. “ Birey üzerinde dışarıdan bir baskı uygulama yetisine sahip veya bireysel tezahürlerinden bağımsız olarak kendisine ait bir varoluşa sahip olup toplumun bütününde yaygınlık kazanıp genelleşmiş, sabit veya değil her eyleyiş biçimi toplumsal olgudur”.(s.67), Emile DURKHEİM, Sosyolojik Yöntemin Kuralları.


Toplumsal olgu, bireye dışarıdan kendini kabul ettirmek için baskı uygular, ancak birey bu olguyu benimsemiş ise bu baskıyı hissetmeyebilir. Bu nitelik toplumsal olguların diğer bilimlerin özellikle de doğal bilimlerin olguları ile önemli ayırıcı özelliğidir. Bu bağlamda toplumsal olgularla mücadele ederek onları değiştirme yeteneğini birey ortaya koyabilir. Diğer bilimsel olgular da bu nitelik görünmez. Doğal bilimlere ilişkin yasalar ve ilkeler değiştirilemezler, onlara ancak uyum sağlanır. Toplumsal ilke ve yasalar ise insanın istencine bağlıdır, niteliklerinin bilincine ulaşılarak değiştirilebilirler. Bütünü ile toplumdan yok edilemezler ise de yok denilecek değin azaltılarak değiştirilebilirler. Suç olgusu örneğinde olduğu gibi.


“(insanın)…şeyler üzerindeki gerçek saltanatının ancak bu şeylerin kendilerine ait bir doğası olduğunu kabul ettiğinde ve şeylerin ne olduğunu bizzat kendilerinden öğrenmeye kalktığında kurulabileceğini göstermiştir.”(s.39), Emile DURKHEİM, sosyolojik Yöntemin Kuralları.


Toplumsal olguların özgüllüğü vardır ve kendi içinde araştırılıp açığa çıkarılması gerekir. Toplumsal olguların özgüllüğü içinde ele alınması önemli ise de bu olguların temel nedenleri diğer bilimsel disiplinlerin ilkeleri ile de açıklanması gerekebilir. Ekonomik ve psikolojik,tarihsel, siyasal ve hukuksal ağırlıklı toplumsal olgular, bu disiplinlerin toplum ile bağıntılı ilkeleri ile açıklanması doğru bilgiye götürür. Bu toplumbilimin kendine özgü ayırıcı özelliğinden ileri gelir. Burada toplumsal olgu gerçeği dışlanmamalı, ancak diğer insansal bilimlerin yasa, kuram ve ilkeleri içinde kalıyorsa, bu doğrultuda uygun yöntemlerle akıl yürüterek gerçeği araştırmak gerekir.


Kürt Terörü ve yarattığı Kürt Sorunu sonradan ortaya çıkan, yakın geçmişte bir başlangıcı olan ve başlangıcı olan her şeyin sonunun da olması kaçınılmaz olduğu için, sosyolojik bir olgu değildir. Ancak Kürt toplumunun varlığı sosyolojik bir olgu olarak ele alınabilir. Kürt terörü ve Kürt sorunu olgusu daha çok siyasal bir olgudur. Ekonomik ve eğitim yönleri de olan, sosyolojik varlığı yadsınamayan siyasal bir olgudur. Siyasal istençle de çözümlenecek bir olgudur. Kürt toplumu olgusu bütünü ile yok edilemez ise de, terörü ve yarattığı sorunları yok edilebilir.





KÜRT TERÖRÜNÜN VE SORUNUNUN NEDENİ:
a) İç Nedenler:

Kürt terörünü yaratan PKK adlı bir Kürt örgütüdür. Bu örgütün isteği ve amacı “demokratik özerklik” ve federatif bir yönetim elde etmektir. Bu istek ve amacının tüm Kürt halkının amaç ve isteği olduğunu ileri sürmekte, bölgede yaşayan tüm Kürt toplumu ile bu siyasal olguyu özdeşleştirmek istemekte, bu yönde bir çelişki olarak, bölgede kendi halkı üzerinde de terör uygulamaktadır. Bu yapısı ile siyasal bir Kürt hareketi olarak, kendi halkı tarafından benimsenmediğinden Kürt terörü ve sorununun temel nedeni olarak
görülmektedir. Bu niteliği ile örgüt ve neden olduğu sorunlar bugün tüm Avrupa ülkelerinde de kabul edildiği gibi, siyasal bir hareket değil terör olarak görülmektedir. Bu niteliği ile, hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyen bir siyasal hareketin varolması olası değildir. Diğer ülkeler daha çok Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt Yönetimini savunup korunuyor görünümdedir.

Bir toplumun ulusal devlet kimliği ile ortaya çıkabilmesi için, tarihsel bir geleneğinin ve tarihinin olması gerekir. Böyle bir yeteneğin varlığı çok yaşamsal önem taşır. Şimdiye değin böyle bir tarihi olmamışsa ne olur, önemli değil diyerek önemsenemez. Salt şiddetle, vahşi, inatçı bir doğa ile devlet kurulamaz ve olunamaz. Devlet olabilmek için, devlet olduğunu kabul edecek, varlığına karşı koymayacak diğer devletler gerekir. Güney Afrika, Nijerya, Gana, Angola..vb gibi bir Afrika ülkesi ulus devlet olma yeteneğini, göstermişse bu niteliklere sahip koşulları yaratma beceri, yetenek ve güce sahip olmuş olmasındandır. Bu siyasal gerçeklikler göz önüne alındığında İsrail devletinin dahi henüz bir devlet olma yeteneği, 2000 yıl öncesi böyle bir tarihe, deneyim ve yeteneğe sahip olmuş olmasına karşın, ortaya çıkmış değildir. Çünkü o topraklarda tutunacak devlet olma yeteneği, 2000 yıl mason örgütlenme yaşama biçimi nedeni ile körelmiş gözükmektedir.
Bu aşamada Kürt siyasal olgusunun başarılı olabilmesi bölgede İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bu olguyu olumlamasına bağlıdı


b) Dış Nedenler:


Kürt ve Türk halklarının bin yıllık ortak yaşamdan, ortak ve benzer kültürden, din birliğinden gelen kaynaşmışlığını bozmak isteyen dış düşman güçler vardır. Bölgenin jeopolitik önemi, su ve yer altı kaynaklarının zenginliği, bu bölgede yapılan dünya çapında bir proje olan GAP projesi ve yatırımları, bölgenin önemini çok arttırmıştır.

1940’tan 1970’e kadar yatırım yapılmayan bu bölgeye GAP projesi ile birlikte 1970’ten sonra yatırımların da projelendirilmesi ile birlikte Kürt sorunu ve terörünün ortaya çıkması rastlantı değildir. Bölgede kışkırtma ve ayaklandırma çalışmalarının bir sonucudur. Atalarının Türk soyadını benimsediği kişilerin Kürt sorununun başını çekmesi de olayların rastlantısal olmadığını gösterir.


Kürt terörünün tüm halkı ve tüm yurttaşları etkileyen olayları, Kürt kimliğinin bir niteliği, ilineği olarak ortaya çıktığından, iki toplum arasında ortak yaşama, dayanışma istekleri, güveni kalmamaktadır. Bunun sonucu etnik bir ayrışma, soyutlama ve dışlama kendini göstermektedir. Bu ise Türk halkının olduğu kadar, Kürt halkının da zararına bir gelişmedir. Türkiye ve dostlarının düşmanlığını kazanan Kürt toplumu Kuzey Irak’taki varlığını da tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle terör ve yarattığı sorunlar, kendine yaşama alanı bulmuş olan Kuzey Irak Kürt Yönetiminin varlığını da tehlikeye sokmaktadır.


Türkiye Cumhuriyeti devleti diğer azınlık yurttaşları ile birlikte bir bütün olarak bu istek ve amaca şiddetle karşıdır. Demokratik özerklik ve Federatif yönetim istekleri ve amaçlarının sonucunda daha genişletilmiş isteklerin ortaya çıkması mantıklı bir sonuçtur. Taraflar arasında ortak ilkelerde (ortak öncüllerde) hiçbir anlaşma bulunmadığı için tartışma ve görüşme olanağının (mantıksal çözümlemelerde bulunmanın ve sonuca gitmenin) olanağı bulunmamaktadır.


KÜRT TERÖRÜ VE SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN ALINMASI GEREKEN TUTUMLAR:  
Kendisi aynı zamanda yıllarca devlet yönetiminde görev almış deneyimli bir siyaset insanı olan Niccolo MACHİAVELLİ’NİN, “Prens” adlı araştırmasında, bir siyasetçinin devleti yönetirken, yönetmekte olduğu toplumun ayrı uyruklarından, dili ayrı fakat geleneği, göreneği, dini inancı aynı olanlar üzerine düşünceleri şöyledir:


Uyrukların başarılı yönetimi genel dışında özel koşullarında” savaş koşullarını” taşır. Uyrukların dili ayrı, geleneği, göreneği, inancı(dini) aynı ise, yönetimi, ve bağlanmaları ve egemenlikleri kısmen daha kolaydır.


a) Halkın eski alışkanlıklarına dayalı adaletli, normal yaşamlarının sürmesi sağlanmalıdır.


b) Yönetimin gücünü aşan güç kazanmalarının ve başka güçlerin korumacılığının ortamına izin verilmemelidir.


c) Egemenlikten ayrılış kalkışmalarının elebaşları yok edilmelidir. Yönetimin gücüne zarar verecek biçimde ayaklanmadan ezilmeleri gerekir.


Machiavelli’nin bu siyasal çözümleri, sorunu siyasal çözmek için önemli deneyimlerdir. Bu deneyimlerden, “eski alışkanlıklarına dayalı adaletli, normal yaşamlarının sürmesi sağlanmalıdır maddesi, demokratik, insan hak ve özgürlükleri ile koşut bir koşuldur. Bu maddede belirtilen siyasal deneyim, şu anki hükümetin “ Demokratik Açılım” siyaseti ile uygun düşmektedir. Ancak bu siyasetin salt bir uyruk (azınlık)için ele alınıp, hedef dolarak gösterilmesi, hem diğer uyruklar(azınlıklar) için adaletsizliktir, hem de, b) maddesindeki deneyim ile çelişki içerir.


Tüm azınlıklar toplum içinde, diğer azınlıklarla aynı haklara sahip olmalıdır. Yurttaş olarak devletin diğer tüm yurttaşları ile aynı haklara sahip olmalıdır.” Demokratik bir açılım yapılacaksa “ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle” uyumlu tüm toplum için “demokratik açılım” gerçekleştirilmelidir.
Kürt toplumunun bireyleri toplumun diğer bireyleri ile aynı haklara sahiptir: Seçilebilmekte, en üst makamlara gelebilmektedirler, istediği yöneticiyi seçebilmektedirler…


Ancak bu siyasal haklar; ayrı, özerk bir yönetim hakkı tanımak, vermek demek değildir. Bu açıdan bakıldığında her azınlığın özerk bölgesi olması gerekir bu kabul edilmeyen tutumdur. Türklerin Yunanistan, Bulgaristan, İran, son yıllarda Avrupa’da işçi olarak giderek oluşturduğu azınlık nüfusunun federatif yönetim isteğinin bulunmaması gibi.


Buradaki ayrımlılık, Kürt nüfusunun kendi özyaşam alanın hiçbir coğrafyada bulunmamasıdır. Her topluluk kendinin varlığını sürdüreceği bir özyurdunun olmasını ister. Ancak buna gücü yetmez. Tarih bazen fırsatlar verebilir. Kuzey Irak bölgesel yönetimi Kürt toplumu için büyük bir fırsattır. Ancak bu bölgede de ulus devlet olarak yaşama tarihsel fırsatını, Irak’ın işgalinden sonraki dağınık, düzensiz yapısı, bölge ülkelerinde yaptığı terör hareketleri ile elinden kaçırmış bulunmaktadır. Türk devletinin Irak’ın işgalinde bu bölgeye girmeyi reddederek Kürt terör ve sorununu bütünü ile yok etme fırsatı ve yeteneğini çok daha önceden göstermediği gibi.


KÜRT SORUNUN SOSYOLOJİK VE EKONOMİK OLGU OLARAK ÇÖZÜMLERİ:
Kürt sorununu salt siyasal bir sorun olarak görerek çözüm yollarını uygulamak yetersizdir, toplumsal (Sosyolojik) bir olgu olarak da inceleyerek çözmek gerekir. Sorun sosyolojik olarak ele alınarak çözüm aranırken, olgunun toplumun hangi evrim aşamasında hangi toplum türü içinde olduğunun belirlenmesi gerekir.


Kürt olgusu, toplumsal biçim olarak türü içinde incelendiğinde, eğitimsiz, ekonomik gelişmesi tarımsal düzeyde, aşiret toplumu türünün özelliklerine bağlı olduğu görülür. Bu belirlemeye, gözleme bağlı olarak sorunun toplumbilimsel olarak çözümü için:


Bölgenin aşiret yapısı ortadan kaldırılmalıdır.


Bölge halkının eğitim düzeyinin yükseltilmesi gerekir.


Ailelerin ekonomik yaşamlarını sürdürecek durumda olmaları gerekir.


Terör örgütüne eleman bulmada engeller oluşturmak için eğitim ve iş olanaklarının bölgede oluşturulması gerekir. Diğer bölgelerde ekonomik zayıflıkları kullanan bir terör örgütünün bulunmaması bu bölgede bölgenin yapısına uygun ekonomik gelişmelerin hızlandırılmasını gerektirmektedir.


Bölgenin ekonomik yapısına uygun olarak hayvancılığı bağlı ekonomik yatırımlar yapılabilir; tarım ve hayvancılık ürünlerine dayalı sanayinin geliştirilmesi için çalışılabilir.


TERÖRÜN VE SORUNUN SON AŞAMASI:
Kürt terörünün tüm halkı ve tüm yurttaşları etkileyen olayları, Kürt kimliğinin bir niteliği, ilineği olarak ortaya çıktığından, iki toplum arasında ortak yaşama, dayanışma istekleri, güveni kalmamaktadır. Bunun sonucu etnik bir ayrışma, soyutlama ve dışlama kendini göstermektedir.


Terörün halkın içinde de iyice yayıldığı son aşamasında etnik ayrışma ve temizlenme de son aşamasına varır. Bu aşamada tüm Türk kimliğin Kuzey Irak’ta hapsedileceği bir eylem planı gerçekleşebilir.
Savaş ortamının koşulları ile barış ortamının koşulları birbirine karşıttır. Hak ve adalet kavramlarının yerini, savaş ortamında güç, yetenek, teknik alır. Güçlü ve kazanma yeteneği olan kazanır.
Bu açıdan karşılaştırma yapıldığında TC’nin istek ve istenci yönünde siyasal olguların gerçekleşeceği görülür.


Burada önemle üzerinde durulması gereken algısal gerçeklik (somut gerçeklik), toplumsal ve siyasal olguların, bilincine varılarak onların değiştirilebileceğidir.

İZLENMESİ GEREKEN GENEL İLKELER:
a) Kürt terörü örgütünün örgütleyici ve eylemlendirici tüm örgüt elebaşlarının, siyasal alanda etkinlikte bulunan başkanları da içinde bulunmak üzere ele geçirilerek etkisiz duruma getirilmesi zorunludur.
b) Kürt halkının üzerindeki baskının oradan kaldırılması için devletin varlığının yasalar çerçevesinde kendini kabul ettirmesi, bölge halkının devlete olan güvenin sağlanması gerekir. Kürt yurttaşların kendi kurdukları ve diğer kişilerin kurdukları partilere üye olma, seçilme ve seçme ortamı sağlanmalıdır.
c) İnsan hak ve özgürlüklerini, Kürt ve diğer azınlıklar da dahil tüm yurttaşlar arasında ayırım gözetmeden tüm yurttaşların daha mutlu olacağı yönünde geliştirmek gerekir.
d) Bölgede her türlü yabancı istihbaratın örgütleme ve kışkırtma çalışmalarına karşı önlem alınmalı, duyarlı olarak çalışmalıdır.
e) Federatif-demokratik özerk yönetim isteklerinin Kuzey Irak’taki yerel yönetim bölgesi üzerinde gerçekleşebileceği gerçeği yönünde yönlendirmelerde bulunulmalıdır.






İsmail İNCİ, 11/07/2010


www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

13 Haziran 2010 Pazar

DUYGULANIMLARIN NEDENLERİ, BİREYSEL VE TOPLUMSAL ETKİLERİ, TÜRLERİ

-GÖKHAN İNCİ’YE-
DUYGULARIN KÖKENİ VE BÖLÜMLENMESİ [BİREYSEL VE TOPLUMSAL DUYGULANIMLARIN NEDENLERİ VE SONUÇLARI] (1)



İbni Rüşt “istek ve tutkuları” (arzulama ve şevk) incelerken ikiye ayırır. a) İçgüdüden kaynaklanan (hayal=altbilinç), insana özgü olmayan, hayvanlarda ortak özellik olarak bulunan istekler, b) Düşünceden, amaçlı eylemlerden, iradi eylemlerden çıkan istekler: bu eylemler insana özgüdür(bilince, üst bilince bağlıdır), düşüncenin gerektiğinde ölçüsünü, zamanını belirleyip sınırlayabilme niteliğini taşırlar.

İnsan varlığının yapısında iki önemli yön vardır. Birincisi haz ve acı duyumlarından kaynaklanan ve çok “ çeşitli isteklere karşılık” ortaya çıkan; sevgi ,sevinç, hoşnutluk, coşku ile kin, nefret, öç, öfke, korku, endişe, kaygı… vb duyguları olarak açığa çıkan devinimli yön, diğeri ise haz ve acı duymadığımız, bu iki hareketli anın ortasında bir dinlenme, bir durgunluk anı olan duyumsuzluk anı. İnsanın düşünen alanı bu iki yönden etkilenimlerine göreli, işlev yeteneği gösterir.

Çeşitli isteklerin karşılanıp karşılanmamasına bağlı olarak çıkan haz ve acı duyumlarının birer görünümü olarak tanımladığımız duygular, bireysel yönü ile içgüdüsel=hayvansal, toplumsal yönü ile bilinçli, düşünsel, iradi, amaçlı duygulanımlardır. Sevgi, sevinç, öfke, düşmanlık, korku, üzüntü, tasa duyguları toplumsal yaşamda ve bireysel yaşamda ortaya çıkan ortak duygulardır, ancak toplumsal nitelikli duygular içgüdüsel olarak ani ortaya çıkabilecekleri gibi, düşünsel eylemler sonucu iradi olarak da çıkarlar.


DUYGULARIN KAYNAĞI:
Bütün duyguların kaynağı, beş duyu organı aracılığı ile dış uyarımlar sonucu duyumlanan haz ve acı duyuları ile algı ve öğrenme süreçleri ile beyinde depolanan “ iç uyarımları” sonucu duyumlanan haz ve acı duyumlarıdır. Haz ve acı duyumları ise, insanın varlığını bilinçli veya bilinçsiz olarak(içgüdüsel olarak) koruma ve sürdürme; olumlu öğelerle bütünleştirip geliştirme güdü ve algılama çabaları sonucu ortaya çıkar.

Acı duyumuna bağlı duygular: İnsan, varlığına zarar veren(eksilten) etmen ve olgularda acı duyumunu algılar ve bu algının ölçü ve niteliğine bağlı olarak endişe, tasa, kaygı, üzüntü, korku, kin, tiksinti, öfke, öç duygulanımlarını içgüdüsel olarak açığa çıkarır. Açlık ve susuzluk birer duygulanım değil vücutta ortaya çıkan eksiklikten doğan birer uyarımdır.

Haz duyumuna bağlı duygular: İnsan, varlığını olumlu yönde etkileyen; tümleyen ve geliştiren etmen ve olgularda haz duyumunu algılar ve sevgi, sevinç, coşku, hoşnutluk, kıvanç duyguları içgüdüsel olarak ortaya çıkar.

Bu duygular tüm canlılarda doğuştan başlayarak, doğasında bulunur. Bireysel olarak bu duygulanımları doğalarında taşıyarak canlılıklarını koruyup sürdürme çabasında bulunurlar.

BİREYSEL DUYGULANIMLARLA İLİŞKİLİ BAZI KAVRAMLAR:
Haz duyumu algısını veren ve duygulanımları ortaya çıkaran nesne ve olgular “iyi” kavramını oluştururlar. İyiye dayanan bir yaşam( haz duyumunun zaman içinde sürekliliği) mutluluk kavramını oluşturur.

Acı duyumu algısını veren ve duygulanımlarını ortaya çıkaran nesne ve olgular “kötü” kavramını oluşturlar ve bu duygulanımların sürekliliği mutlu olmayan yaşam biçiminin kaynağıdırlar.

Bütün ilk bilgilerimiz antik çağ filozoflarının da dediği gibi “iyi ideasından” gelirler.Ancak bunu “iyi” ve “kötü” ideası olarak kavramak gerekir. Çünkü ilk bilgiler ve sonra edinilen birçok bilgi insanın varlığını koruma ve sürdürme çabasında etkileşimde bulunduğu nesne, olgu ve ortamlardan alınır. Hatta sonraki aşamalarda da birçok nesne ve olgu içinde bilgisini edinirken iyi ve kötü kavramlarını oluşturan nesne ve olguların bilgisini ediniriz. Bizi ilgilendirmeyen nesne olgular ikincil derecelerde kalırlar.

Önce bizi besleyen varlıkları (anne, baba..vb), nesneleri(gıdaları),çevreyi ve çevrenin bütünleştiği cisimleri(eşyaları),olguları tanırız. Varlığımıza iyi ve kötü etkide bulunan nesneleri, sıcağı, soğuğu, yağmuru, güneşi, ışığı, karanlığı hayvanları ve nesneleri tanıyarak bilgisine varırız.

Bilgi birikiminin ileri aşamalarında “merak” duygusu ile, belirlenen bir yöntem ve araştırma ile bilgiler edinilir ki bu aşamada yine “iyi ideasından” kaynaklanır. Çünkü “ merak” bilinmeyenleri bilinmesi için duyulan büyük bir içsel istektir. Bilinmeyenlerin bilinmesi isteği de bilinmeyene karşı duyulan ürkeklik, endişe ve korkudur.

Bilinmeyenin bilinmesi ile güven duygusu bağlı olarak hoşnutluk, sevinç ve kıvanç, mutluluk duyulacaktır. Bu yolla edinilen mutluluk, yeme ve içme ile edinilen hazdan daha büyüktür, nedeni de güven duygusu ile gelen sevinç ve kıvancın (mutluluğun) daha sürekli ve kalıcı etkisi olmasıdır. Bu nedenle de ünlü filozoflar, özellikle de antik çağ düşünürleri en büyük mutluluğun biliye erişmek olduğunu ve doğrunun da bu olduğunu her zaman savunup kanıtlamaya çalışmışlardır.

Aydınlık (ışık, güneş) ve karanlık (gece) olguları nitelikleri ile “merak” güdüsü ile yakınlık gösterirler. Aydınlıkta (ışıkta, güneşte) tüm nesne ve olgular gözlenip gerekli savunma, korunma önlemleri alınabildiğinden güvene bağlı hoşnutluk, kıvanç vardır. Karanlıkta ise (gecenin içinde) her tehlikenin nereden geleceği oranlanamadığından güvensizliğe bağlı olarak ürkeklik kuşku ve korku vardır.


BİREYSEL DUYGULARIN NİTELİKLERİ VE ORTAYA ÇIKIŞ SÜREÇLERİ:
Bireysel duygulanımlar bireyin varlığında; haz ve acı duyumlarını duyumsaması ile varlığını koruması ve sürdürebilmesi için bilinçsiz olarak( içgüdüsel olarak veya Altbilincin tepkisi ile), herhangi bir öğrenim süreci olmadan gösterdiği tepkiyle ortaya çıkan fizyolojik değişimlerdir.

Bireysel duygulanımların temel niteliği, öğrenmeye dayalı bir süreç taşımazlar; reflekslere bağlı, içgüdüsel bir tepki olarak ortaya çıkarlar. Öğrenme ve deneyime dayalı, bilinçlenme sürecine bağlı olarak çıkan duyguların (toplumsal duyguların) olsun, içgüdüsel( bireysel) duyguların olsun, sonuçta ortaya çıkan fizyolojik değişimleri aynıdır. Bütün duygular bedende, otonom sinir sisteminin uyarılması ile fizyolojik değişimlerle ortaya çıkarlar.Otonom sinir sisteminden çıkan sinirler kalp, damar, akciğerler, mide, bağırsak, karaciğer, tükürük bezleri, böbrekler gibi bütün iç organlara yayılırlar. Güçlü bir duygulanımda bu iç organları, kas ve kemikleri uyararak devindirir.

Güçlü bir duygulanım başlayınca adrenalin bezleri iç organların, kaslarla kemiklerin çalışmasını etkileyecek adrenalin salgısını salgılar; karaciğerden kana daha çok şeker salgılanmasını sağlayarak harcanacak güce eşdeğer enerjinin açığa çıkmasını eşzamanlı sonuçlandırır. Kan basıncını yükseltir, kalp atışlarını arttırır, göz bebekleri büyür, bronşlar açılır… vb ile hareketin hız ve şiddetini düzenler. Duygulanımın şiddeti geçip durağanlaşınca, bedende yorgunluk, bitkinlik duyulması, gerekli devinim gösterilmemiş olmasına rağmen, devinimde bulunulacak enerjinin boşluğa salınılmasındandır.


BİREYSEL DUYGULARIN TÜRLERİ İLE POTANSİYEL ORGANİK ENERJİNİN AÇIĞA ÇIKARILMASI ARASINDAKİ BAĞLANTI:
Duyguların; varlığın kendini koruma ve savunmasında, önemli yeri vardır. Özellikle varlığını tehdit eden bir tehlike karşısında, ortaya çıkan öfke duygusu ile kendini savunacak enerji ve güce sahip olur. Duyulan öfke ile içgüdüsel olarak savunma mekanizması harekete geçerek canlı kendini korur. Sevinç, coşku duygusunun da öfke ile eşdeğerde enerji salınımına neden olduğunu duyumsayabiliriz.Ancak bu duygulanımın enerjisi, tehlike yaratan nesnenin yok edilmesi; korku, ürkü ve yılgınlığın yerini alan dengelenen enerjidir. Varlığın gelişmesine, sürmesine dayanan bir enerji açığa çıkışı olduğu için daha az ve olumlu bir yorgunluk duyulduğunu söyleyebiliriz.
Öfke ve sevinç ile bireyde ortaya çıkan devinimden organizmada potansiyel bir enerjinin saklı olarak bulunduğunu görebiliriz. Bu enerjinin miktarı ve hacmi organizmanın kapasitesine bağlı olacaktır. Ancak bu organik potansiyel enerjinin ortaya çıkarılması ve kullanımı bireyin yeteneklerine, içinde bulunduğu ortama bağlı olarak değişir.

Varlığını tehdit eden nesne ve olayları yenerek, ortadan kaldıracak gücü kendinde gören organizma öfke duyacak, gerekli potansiyel enerjisini ortaya çıkararak savaşacak, başarılı olduğunda sevinç duyacaktır. Buradaki potansiyel enerjinin ortaya çıkışı kendine “güvene” ve bağlı olarak “cesarete “bağlıdır. Güven ve cesaret, bireysel yeteneklerinden gelebildiği gibi çevresel organik potansiyel enerjilerden destek görmesinden de gelir. Kendine” güvenen” organizma düşmana karşı öfke duyar, gerekli enerjiyi açığa çıkararak savaşma cesareti ve yiğitliği gösterir.( Eflatun’un Devlet’indeki bekçilerin yiğit olması için öfke duymalıdır demesi bu gerçekliktendir). Organik potansiyel enerjinin ortaya çıkışı, bireyin doğrudan somut olarak kendi yeteneklerinden kaynaklanmasının yanında, çok önemli ölçüde, yaşadığı topluluktan(toplumsal enerjinin iletimi ve toplanması) ve doğada üstün güçlerden aldığı destek(=güç) sanısı ve inancı ile( çok tanrılı ve tek tanrılı tüm dinlerin ortaya çıkış ve varoluşunun temel mantığı budur) soyut olarak da güçlü biçimde açığa çıkar.

Varlığını tehdit eden nesne ve olgulara karşı koyma güç ve cesareti bulamayan insan, gerekli enerjiyi ortaya çıkaramaz, yılgın ve bitkin olarak, enerjisi soğurulmuş olarak gelecek zararı, kabullenir, savaşmaz köleleşir.( İnsanlık tarihinin önemli bir bölümünü kapsayan Kölelik zaman diliminin mantığını, bu savaşma gücünü yitirerek, kendisine bağışlanan sefil bir yaşam karşılığında yaşamını sürdürmeyi kabul etme içsel sözleşmesinde aramak gerekir.) Korku duygulanımında enerjinin iki yönlü devinimi de görebiliriz. Kendini korku uyandıran nesneden kurtaracak enerjiyi bulabilecek güven duygusu var ise kaçış için gerekli enerji ortaya çıkar, tersi durumda ve üzüntü, kaygı, tasa; yılgınlık bıkkınlık durumunda gerekli organik enerji, gerçekte potansiyel olarak bulunmasına karşın ortaya çıkmaz.


DUYGULANIMLARIN DOĞRUDAN FİZYOLOJİK KISIMLARIN UYARILMASI İLE ORTAYA ÇIKARILMASI:
Duyguların ve bağlı olarak bireylerdeki bedensel devinim değişimlerinin; dışarıdan uyarıcı bir nesne ile ilişkisi olmadan, doğrudan otonom sinir sisteminin sempatik bölümü uyarılarak ortaya çıkarıldığı yapılan deneylerle gözlemlenmiştir.
Talamus, hipotalamus ve birtakım çekirdeklerden oluşan limbik sistemin uyarılması ile öfke, korku, haz gibi duygular ortaya çıkarılmaktadır. Burada duygulanım veren nesne, altbiliçte içsel olarak uyarıcı ile algılanmakta, gerekli duygusal tepkiler ortaya çıkarılmaktadır.

Bu içsel uyarıcılar, ilaç ve elektrik dalgalarıdır. Özellikle elektrik dalgaların uyarıcı etkisi ile altbilinçte yapay nesneler oluşturularak gerekli duygulanımlar ve duygulanımların niteliklerine bağlı davranış biçimleri( özellikle öğrenme sürecine bağlı duygulanımlarda eylemler, etkiler) ortaya çıkar.


ELEKTRONİK DALGALARIN DUYGUSAL VE DÜŞÜNSEL ETKİLERİ:
Uzay çalışmalarında bulunan uzay insanlarının fizyolojik değişimleri vücutları üzerine bağlanan elektronik devrelerdeki iletişimle izlenebilmektedir. Bu fizyolojik değişimler duygusal değişimleri de kapsar. Bu değişimler üzerine yine aynı yöntem ile etkide bulunulabilir.

İnsan başı üzerine bağlanan elektronik devrelerle bir elektrik tümleşik devreler-bilgisayar sistemi özelliklerine sahip beynin fonksiyonları izlenebilmekte ve bu fonksiyonlara etkide bulunulmaktadır. Bilgisayar üzerindeki kopyala, yapıştır yöntemi ile beynin duygusal ve düşünsel işlevleri üzerine etkide bulunulur. Bu yöntem ile duyguların ve düşüncelerin izlenmesi ve denetlenmesi, yönlendirilmesi olanaklıdır.

TOPLUMSAL(ÖĞRENMEYE-ÜSTBİLİNCE BAĞLI) DUYGULANIMLAR:
İnsan toplumsal bir varlıktır, yani toplumla varolan, toplum durumunda varlığını sürdüren bir varlıktır. İnsanın bu doğası, birçok yetenekleri ortaya çıkarma olanağı sağlamıştır. Gereksinimlerini karşılayacak birçok sanatları(çiftçilik, demircilik, mimarlık, tabiplik…) ve bunlara ilişkin ürünleri üretme yeteneğini, toplumsal yaşam içinde, bireylerin her birinin çok sıkı bağlarla birbirine bağlanması ile elde etmiştir. Yine doğaya ve içinde bulunduğu topluma ilişkin bilgileri, toplumsal durumda yaşayarak elde etmiş, bilimsel sanatlarla ilgili yeteneklerini kazanmıştır.

Gelişen toplumsal yaşam içinde, insan ilişkilerinden doğan, ürünlerin türleşip çeşitlenmesinden ortaya çıkan isteklerin de sayısal ve yoğunluk olarak arttığını görürüz. Bu isteklere bağlı olarak, toplumsal yaşamaya özgü duygulanımlar ortaya çıkar, bu duygulanımların bireysel duygulanımlardan ayırıcı niteliği, düşünceye dayalı amaçlı istekler =duygulanımlar olmalarıdır.

İbni Rüşt istek ve tutkuları (arzulama ve şevk) incelerken ikiye ayırtır. a) İçgüdüden kaynaklanan (hayal=altbilinç), insana özgü olmayan, hayvanlarda ortak özellik olarak bulunan istekler, b) Düşünceden, amaçlı eylemlerden, iradi eylemlerden çıkan istekler: bu eylemler insana özgüdür(bilince, üst bilince bağlıdır), düşüncenin gerektiğinde ölçüsünü, zamanını belirleyip sınırlayabilme niteliğini taşırlar.

Çeşitli isteklerin karşılanıp karşılanmamasına bağlı olarak çıkan haz ve acı duyumlarının birer görünümü olarak tanımladığımız duygular, bireysel yönü ile içgüdüsel=hayvansal, toplumsal yönü ile bilinçli, düşünsel, iradi, amaçlı duygulanımlardır. Sevgi, sevinç, öfke, düşmanlık, korku, üzüntü, tasa duyguları toplumsal yaşamda ve bireysel yaşamda ortaya çıkan ortak duygulardır, ancak toplumsal nitelikli duygular içgüdüsel olarak ani ortaya çıkabilecekleri gibi, düşünsel eylemler sonucu iradi olarak da çıkarlar.

Salt toplumsal yaşamdan gelen isteklere dayanan duygular da vardır. Gurur, yücelme duygusu, üstün olma duygusu, övünme duygusu, kıskançlık duygusu, aşağılık duygusu, sahip olma duygusu, namus duygusu, sevi duygusu, yurt ve toplum sevgi duygusu, din duygusu, düşünsel bağlılık duygusu (ideolojik bağlılık), özveri duygusu.

Toplumsal duyguların kaynağı, toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan, karşılanamayan isteklerin sonucudur ve bu isteklerin karşılanma ölçülerine bağlı olarak duyulan haz ile acıdır.

Toplumda üretilen ürünlerin talep edilmesi ve taleplerin karşılanması ölçülerine göreli olarak ortaya çıkan duyguları temel olarak” stres”(toplumsal yaşama bağlı üzgü, kaygı, tasa duygularının bileşimi duygulanım) kavramı içinde değerlendirmek ve bu haz ile acı duyumlarını ekonomik istemler olarak bölümlememiz doğru olacaktır. Ekonomik istekler, ürünlerin çeşitliliği, taleplerin karşılanması eylemi artacak, karşılanmama durumunda ürünlerin (bağlı olarak isteklerin) doyuma ulaşmaması ölçüsünde “stres” ruhsal durumunun şiddeti ortaya çıkacaktır. Stresi toplumsal duygulanımlardan ayrı, ekonomi biliminin ortaya çıkardığı ilişkiler içinde ele almak , kavranması açısından uygun olacaktır.

Özveri duygusu ve ulus, yurt, düşünsel dizge sevgi ve sevi duygusu, bireysel olarak görünen sevi, sevgi ve özveri duygularından ayrı nitelikler taşırlar. Dinsel duygu, namus duygulanımları bireysel yaşam( hayvansal yaşam)da görünmez. Övünme, gururlanma, yücelme, üstün olma, aşağılık duygusuna kapılma,melankoli, tasa, kaygı bireysel yaşamdan çok toplumsal yaşamla ortaya çıkan duygulanımladır. Şimdi bu duygulanımlardan başlıcaları üzerinde duralım.


SEVİ, ÖZVERİ VE NAMUS DUYGULARI:
Bu duygulanımlar, yokluğu varlığın yokluğunu gerekli kılacak değin önemli olan varlıklara duyulan isteklerden ortaya çıkar. Sevi duygusu, çiftleşme içgüdüsü, cinsel güdü veya aynı anlamda soyunu sürdürme güdüsü ile birlikte toplumsal ilişkilerle gelen yakınlık, güzellik, güven, ilgililik ve sonuçta hoşlantı ile ortaya çıkan bağlılık, kopamazlık olguları ile kendini ortaya koyar. Varlığın, bütünü ile sevgi duygusu ile diğer varlığı değerlendirmesi sonucu, düşünce ve usun içgüdüsel devinimin yani Altbilincin etkisi altında kaldığı bir durumdur. Altbilinç ile kendi varlığının sürmesi, diğer varlığın varlığına dayandırılır.

Özveri de sevinin bu, varlığın diğer varlığın varoluşundan daha değersiz olduğu alt bilincine erişiminin bir sonucudur. Karşı değer verilen varlığın varlığı, kendi varlığından daha değerlidir ve kendi varlığı o varlığın varoluşu ve iyi oluşu ile daha iyi ve değerli olacaktır. Bu altbilinç nedeni ile bir anne, baba, arkadaş, sevgili, yurttaş, militan, değerlendirdiği varlıklar için özveride bulunur, yaşamını hiçe sayarak özveride bulunduklarını korur, iyileştirir; her türlü zorluk ve tehlikelere karşı koyar.

Namus duygusu, ilk ve arınmış anlamı ile, soyun temiz yani belirlenmiş kimliklerle sürmesinin sağlanması için özellikle kadının cinsel ilişkisinde tek bir erkeğe bağlanması ve bunun için onun yabancı her türlü cinsel ilişkiden korunmasıdır. Bu duygunun içinde karşı cinse duyulan sevgi ve sahiplik, özel mülklük düşünceleri de vardır. Bu özel sahiplik anlayışı, insanın başkaları ile paylaşmamak isteğinden gelir ki bu kıskançlık duygusunun ortaya çıkışıdır.

Kıskançlık ve çekememezlik, bireysel yaşamlarda da görülse de daha çok toplumsal bir duygudur. İçgüdüsel olarak hayvanların yiyeceklerini paylaşmamaları kıskançlık duygusunu andırsa da bu daha çok sahip olduklarını paylaşmama veya zorla isteklerini gerçekleştirme isteklerine yakın davranış biçimleridir.

Kıskançlık ve çekememezlik, daha çok toplumsal ortamda ortaya çıkar ve varlığının, diğer insanların güçlenmesi, üstün duruma gelmeleri karşısında güvensiz duruma düşmesi altbilincini bir değerlendirmesidir. Usun ve düşüncenin değerlendirmeleri dışında bir vargı olduğu için genelde yanlış davranış biçimleri, özellikle düşmanlıklar olarak kendini gösterir.

Namus duygu ve eyleminin cinsel görünümü yanında toplumsal yaşam ilişkilerinde doğruluk, dürüstlük, adalet çalışkanlık gibi ahlaki değerleri temsil eden görünümü vardır. Gerek cinsel gerekse toplumsal düzeni korumaya yönelik namus duygulanımı zaman içinde toplumların bireylerince benimsenip uygulanmış, alışkanlık, alışkanlığın süreğenliği sonucu gelenek, görenekleşerek toplumların altbilinçlerine (genetik yapılarına) yerleşmiştir. Gelişen ve değişen toplumsal koşullarla zaman içinde karşıt toplumsal sağlıklı ilişkilerle ters düşmesine karşın, bu duygulanımların sürdüğü ve büyük toplumsal sorunlar oluşturduğu görülür. Özellikle cinsel görünümlü namus duygulanımının us dışı davranışları, namus cinayet ve kan davalarında görülür. Duygulanımın davranışları usun önünde olduğu için, yanlış karar ve eylemlerle toplumda büyük acı ve zararlara olduğunu görürüz. Namus duygulanımının, gelişen toplumsal ortamlar içinde yeniden usun ve düşüncenin gücü kullanılarak gerçek ilişkilerine oturtulması gerekir.


KISKANÇLIK , ÇEKEMEMEZLİK, GURUR, ŞEREF, ÖVÜNME, YÜCELME, MAKAM SAHİBİ, ÜSTÜN OLMA VE AŞAĞILIK DUYGUSU:
Bu duygulanımlar, toplum içinde, bireylerin iş eylemlerinde ve ilişkilerinde bulunurken, üretilen mal ve hizmetlerden öncelikle ve en üst düzeylerde yararlanabilmeleri çabaları sonucunda ortaya çıkar. İnsanın daha genel olarak tüm canlıların yapısında, daha az yorularak, varlığının tüketebileceği tüm ürünlere diğer canlılardan önce ve çok sahip olma güdüsü, canlılığının ve dirimliliğinin gereği olarak vardır. Bu amacı gerçekleştirebilmiş olmak, onun varlığının güven ve sağlık içinde olduğu algısını da benliğine yerleşmesini sağlar. Bu güven ve rahat ortama sahip olmak için diğer bireylerin ona saygı göstermesi ve hizmet etmesi gerekir. Saygı ve hizmet görme, toplumsal ilişkilerin niteliklerine göre, üstünlük duygusu, makam, şeref sahibi olma amaç, eylem ve duygulanımları olarak ortaya çıkar.

Başkaları tarafından tanınarak saygı ve hizmet görme, istek ve buyruklarının yerine getirilmesi makam ve şeref sahibi olmaya tüm insanları yöneltir. Bu toplumsal ilişkiye ulaşırken, diğer insanların kendinden önce veya sonra bu duruma ulaşmasını istemez, çünkü hizmet ediyor duruma düşme kuşku ve kaygısı taşır. Kendini güvende duymaz, kıskanır.

Belirli derecede üstünlüğe, makama sahip olduğu toplumsal durumunda, diğer bireylerden kendini güçlü duyması, gururlanma duygulanımı ve eylemini ortaya çıkarır. Toplum içinde diğer bireylerin kendinden her zaman üstün olduğunu duyma, kendini zayıf, başarısız, beceriksiz değersiz olarak görme, aşağılık duygulanımı olarak ortaya çıkar.

Toplum içinde, doğrudan iş ilişkilerinden, üretim ve tüketim ilişkilerinden ortaya çıkan bu duygulanımlar, usun denetiminden uzaklaştıkça çok zararlı bireysel ve toplumsal ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Toplumsal düzeni sağlayan yasaların bozulmasına, çıkar kavgalarına neden olur. Bireysel psikolojik hastalıkların ortaya çıkması bu duygulanımların etkisinde gerçekleşir. Özellikle, toplumda iş eylemi edinerek, üretim ve tüketim ilişkilerinde, kendine yer edinmemiş olmak, toplumun diğer bireylerinin ilgi ve sevgisinden uzak kalmış, toplumdışı kalmışlık algısına bu algı da kaygı, tasa, korku, melankoli duygulanımlarına neden olur….

Toplum içinde ortaya çıkan bu bireysel duygulanımların yanında, topluluk ve toplumsal olarak görünen duygulanımlar vardır ki bu duygulanımlar şiddetli sevgi ve özveri duygulanımlarının bileşimi ile ortaya çıkan duygulanımlardır. Bu duygulanımların temel ayırıcı yönünün usun ve mantığın disiplini ile ortaya konan sözsel etkileme gücü olduğudur. Sonuçta somut istekleri canlandırarak bu istekleri hedef edinme üzerinde dursalar da, düşünce dizgesine, yani sözün etkileme gücüne dayanırlar. İdeolojik duygulanımlar olarak adlandırabileceğimiz bu toplumsal etkili duygulanımların başlıcaları dinsel duygulanımı, ulusal duygulanım, emek duygulanımı veya ideolojileridir. Bunların dışında düşünce dizgeleri içinde, erdemliliğe, yurt sevgisine, ideal toplum düşüncelerine dayanan istek ve duygulanımlar (ideolojiler) varsa da, dinsel, ulusal ve emek duygulanımlar kadar öne çıkmazlar.





İsmail İNCİ, 13/06/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

29 Mayıs 2010 Cumartesi

GİZLİ ÖRGÜT VE TARİKATLARDA TOPLULUK BİLİNCİ


TOPLULUK(CEMAAT) BİLİNCİ VE TOPLUM BİLİNCİ




Topluluk(cemaat) bilinci: bireylerin aralarındaki görev, sorumluluk ve hakların farksızlaştığı, ayrım gözetilmediği; her bireyin diğerini, hak ve sorumluluklar, ödevler konusunda kendinde gördüğü (kardeşlik) durumlarıdır. Yetki ve buyruk vardır ancak bunu kendi öz sorumluluğu olarak görür ve özgürce, içsel iradesi ile yerine getirir.
Topluluk(cemaat) bilinci duygusal (kardeşlik duygusu) bir birlik niteliğindedir, çünkü bireylerin birbirlerine bağlılığı (kardeşlik) sevgi ve inanç öğelerine dayanır. Bireylerin birbirlerine büyük bir sevgi ve inançla bağlılıkları aralarında çok güçlü bir dayanışma oluşturur. Bu dayanışmanın parçalanmayan, yüksek enerjisi ile çok büyük zorlukları ve düşmanlıkları aşmak kolay ve olanaklı olur. Topluluk (cemaat ) bilincinde toplumlara sahip olmak bütün iktidar sahiplerinin, siyasetçilerinin ve bireylerin ideal amaçlarıdır.


Bu bağlamda tüm şiddetli ulusal duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, aşırı dinsel duygu bağı ile birbirine bağlı toplumlar, şiddetli ideal toplum hedefi duyguları ile birbirine bağlı toplum ve siyasal gruplar topluluk bilinci taşırlar; toplumsallık bilincinin, ortam ve koşullarla uyumlu bulundukları ve bireylerine yararlı oldukları sürece olumlu görünümleridir. Ancak topluluk (cemaat) bilincinin ve örgütlenmesinin, toplumsal süreç içinde genelde olumluluğunu sürdüremedikleri görülür. Duygusal ağırlıklı bir toplum olduklarından ortam ve koşullara, çevreye uyum sağlayamazlar ve bilinçli bir toplum değildirler.


Bazı topluluk örgütlenmeleri ve bilinçlilikleri ise doğrudan topluma karşı olarak kuruldukları görülür. Bunlar doğrudan açık toplumun düşmanıdırlar ve kendi örgütlerine çıkar sağlamak için kurulmuşlardır. Genel olarak gizli olarak kurulan tüm örgüt ve tarikatların yapılanmaları bu nitelikleri taşırlar. Bazıları toplumun yararına, üstün iyiye sahip ideal topluma ulaşmak amacı ile kurulmuş olsalar da sonuçta içindeki toplumun düşmanı durumundadırlar. Genelde ise üyelerine çıkar sağlamak için kurulmuş, toplum bilincine karşı topluluk bilinci taşıyan örgütlenmelerdir. Bağlılıkları topluluk üyelerinedir, açık toplumun ise her bireyinin düşmanıdır.


Topluluk bilincinde bireylerin birbirine duyulan sevgiyi, inancı, güveni ortaya çıkaran ortak yüksek düşünsel hedeflere, amaçlara ulaşmak için zorlukları yenmede birbirlerine inanmak ve güvenmiş olmaktan ileri gelir. Topluluk bilinci, toplumun diğer gruplarına karşı çıkan karşı bir grubun eylemidir. Çeteleşme, ayrımlaşma, sınıflaşma ve çatışma bu düzenin nitelikleridir. Bir düşmana karşı olarak ortaya çıktıklarından, bir düşmanla çatışma durumunda varlıklarını sürdürebilmektedirler, bu da toplumsal yaşamda çatışma ortamı yaratan ve toplumla çatışma durumunda olan bir grup olarak kendilerini ortaya koyar.




Her topluluk (cemaat) bilinci zaman içinde, ortaya çıkan yeni ortamlara bağlı olarak değişir; ilişkilerin zorunluluğu katı kural ve yetkilerle donatılı düzenlere dönüşür. Yaşamın katı ve sınırsız çeşitlilikteki ilişkileri duyguların ötesinde sistemli yasalarla düzenlenmesini gerektirir, ödev ve sorumlulukların yerine getirilmesini gelenekleştirir ve alışkanlık durumuna getirir.


Bu zorunlu eylemler toplum durumunda yaşamanın gerekli bilincini oluşturur. Toplumsal yaşama bilinci, yaşamın gerçek anlamda sürdürülmesi için topluluk bilincinden daha kapsamlı ve zorunludur. Topluluk (cemaat) bilincinde ilişkilerin zamanla düşmanlığa dönüşmesi ve iç çatışmaların çıkması olasılığı daha fazladır, nedeni zorunlu, nesnel yasalarla ilişkilerin düzenlenmemiş olması, duygusal kural ve isteklere bırakılmış olmasındandır.


Toplumsal bilince ne değin kısa süre de ulaşabilirlerse, toplumsal yaşam o değin kısa sürede dinginliğe ulaşmış olur.






İsmail İNCİ, 29/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com



TAPINAKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÜRECİ


TAPINAKLARIN DEĞİŞİM SÜREÇLERİ




İnsan, dini inançlarla varlaşan bir varlıktır. İlkel yaşantısını sürdürürken çok tanrılı bir dini inanç sistemi oluşturmuştur. Varlığının ilk evrelerinden başlayarak geliştirdiği bu inanç sistemi yer ve zaman olarak birbirinden çok ayrı konumlarda, coğrafyalarda olmalarına rağmen her toplumda görülür. İnsan düşünce birikim ve uygarlığının gelişmesi ile birlikte dini öğeler de gelişir. Dinsel inancın gelişmiş biçimi olan tek tanrılı dinlerin inanç ve törenlerinde tüm dinsel süreç içinde oluşan düşünce ve inançların etkileri ve unsurları vardır. İnsan türünün varlığı sürdüğü sürece, dinsel inanışın varolacağını görebiliriz: Din insan yapısının ayrılmaz bir parçası durumundadır.


İlkel insan, varlığının ilk yıllarından başlayarak tanrılara tapınmak için, yer ve zaman kavramı düşünmeden, içgüdüsel davranış biçimleri ile tapınmasını yapar. Tapınmak için özel bir törene ve bu törenleri düzenleyip yönetecek din adamlarına gerek yoktur. Arap kabileleri de tapınmak için bir yer ve zamana gereksinim duymamışlardır. “Allah, bizim gibi bir şahsiyete sahiptir ve kendisine az çok boyun eğen canlılar alanının dışında bulunur. O’na gök yüzünün ve yeryüzünün yaratıcısı ve son derecede yüce ve akıllı bir kimse gözüyle bakılırdı; yağmuru o gönderir, dünyayı o yönetirdi. Rahipleri yoktu ve O’nun için tapınaklar inşa edilmezdi.” İslam Tarihi, Reinhart Pieter Anne DOZY, s.12


Tanrıları memnun ederek hoşuna gitmek, böylece öfke ve felaketlerinden ve diğer kötülük yapan doğa ve varlıklardan korunmak; tanrıların yardımlarını sağlamak için özel tapınma törenlerinin düzenlenmesi ve bu törenleri düzenleyecek aracı kişilere (din adamlarına) gereksinim duyulması ile tapınaklar yapılmaya başlanır.


Antik çağda mitolojinin egemen olduğu dini inançlara sahip toplumlarda ve bu toplumlarda yerleşen dinsel geleneklerle ortaya çıkan tek tanrılı dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) tapınak inşaatına büyük önem verildiği görülür. Antik çağda Mitolojideki tanrılara inanan ve tapan insanlar yerleşim yerlerinin merkezlerine, inandıkları ve tapındıkları her tanrı için ayrı ayrı tapınaklar inşa etmişlerdir. Özellikle Apollon adına ülkenin her yerine çok büyük tapınakların yapıldığı görülür. Tek tanrılı dinler, tek bir tanrıya tapınıldığı için bir çok ad altında değil de tek bir ad altında tapınaklarını inşa etmişlerdir: Ülkelerin yerleşim yerlerine Apollon, Artemis..vb ad altında tapınaklar inşa edilirken, Kilise, camii vb ad altında tapınaklar inşa edilmeye başlanmıştır.


Tapınak yapıtları salt tapınma yerleri değildir; inananların korunduğu sığınaklardır, birbirleri ile yardımlaştıkları yerlerdir. Özellikle tek tanrılı dinlerin inşa ettiği tapınaklar tapınma törenlerinin yanında, topluluğun toplanma, bir araya gelme, görüşme, danışma, eğitimleşme alanları olarak örgütlendiği görülür. Tapınaklar dinsel inancın ve birliğin vazgeçilmez temellerini oluştururlar. Dinlerin inançlarının ayakta kalması ve sürekliliği her dine özgü tapınakların varlığı ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle her din kurucusu ve yerleşmesini sağlayıcı önder tapınaklarının inşasına hemen başlamış ve dini yaygınlaştıkça tapınaklar da dinin yayıldığı bölgelerde inşa edilmiştir.


İsmail İNCİ,28/05/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com





25 Mayıs 2010 Salı

SSCB'NİN DAĞILMASININ EKONOMİK VE SİYASAL NEDENLERİ


SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNÜN TEMEL NEDENLERİ




1980’lere değin dünyanın önemli bir bölümüne yayılan ve birçok ülkede yayılma eğilimi gösteren SSCB sisteminin yıkılışının siyasal ve ekonomik olarak iki temel nedeni vardır.

EKONOMİK NEDEN:
Birliğin ekonomik sistemi, üretimin arttırılması,yeni ürünler üretilmesi ve geliştirilmesi, ürünlerin topluma yaygınlaştırılması yeteneğinden yoksundur. Gelişme sürecini temel ilke alan bir ekonomik anlayışa sahip olmasına karşın bunun tersi bir yapılanmaya sahiptir ve bu bilimsel gerçeklikten uzak yapının varlığının bilinci oluşmaya başlamıştır. Bireylerin üretim ve yaratıcılık enerjilerini, yeteneklerini, tüm kapasite ile ortaya çıkaracak; özgür girişimciliğe, ödüllenmeye(primlemeye) dayanarak üretimde bulunan (yarışma, rekabet) bir ekonomik sistemin zorunluluğu ve bu ekonomik sistemin özgür düşünüş ve işleyişin bulunduğu toplumsal ortam içinde gerçekleşeceği bilgi ve bilimsel gerçeği anlaşılır duruma gelmektedir. Yurttaşların baskı ve yoksulluğa karşı tepkilerinin artması sonucunda yöneticilerin sistemin yasalarının bilimsel olmadığı, arz-talep, özellikle ürünlerin türselleşmesi ve gelişmesi ekonomik yasalarıyla çelişen ekonomik sistemin bilincinin uyanışı ile sistemin değişiminin zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

SİYASAL NEDEN:
Sistemin siyasi ideolojisi, dogmatikliğe karşı olmasına rağmen dogmatik bir yapıdadır. Düşünce özgürlüğü yoktur, yaşam baskı altındadır. Sistemin hedefleri ve mantığı dışında hiçbir hak ve özgürlük yoktur. Sistemin yurttaşlarının yaşama haklarına saygıda bulunmayan bir yapıda olması, insan haklarına aykırı bir toplumsal sistemle karşı karşıya bulunulduğu bilincini uyandırmıştır. Böyle bir sistem toplumda sınıfları ortadan kaldıracağına iki büyük ana sınıfı ortaya çıkardığı görülür : Yönetenler ve yönetilenler. Yönetenler de kendi aralarında bürokratik hiyerarşik bir piramit oluşturmuştur.


Bu katı bürokratik sınıflanmada üst yönetimdeki bürokratik-aristokratik sınıflar, yurttaşların ve birliği oluşturan diğer toplumların temel hak ve özgürlüklerine karşı, Nasyonal sosyalistlerin bakış açılarına eşit mantığa sahiptirler ve bu mantıksal sonuçlara uygun uygulamaları gizli olarak yürütmektedirler: Yanlış ve çarpık bir gelişme mantığının sonuçlarını bilimsel sonuçlar kabul ederek insanları ”Üstün İnsan” ve “Alt İnsan” formları olarak bölümlemektedirler. Gerçek gelişmenin yönü ve nitelikleri, yeni biçimlenmeleri çok daha farklıdır…


29/12/2006 tarihli Zaman Gazetesindeki makalesinde Alev ALATLI’ İsveç’te 1932 yılında iktidara gelen ve 65 yıl süre ile iktidarda olan İsveç Sosyal Demokrat Parti yönetiminde, 1980 yılları başına kadar ırkçı politikaların uygulandığını açıklar.
“… 62 bin İsveçli, İsveç halkının kalitesini iyileştirmek amacıyla kısırlaştırılmıştır.” (Bunlar bilinen rakamlar olsa gerek). “ …Kimler? Karışık ırklar, düşük zekalılar, sakatlar. İstenmeyen genlerin gelecek nesillere transfer edilmesini önlemek için zorla kısırlaştırıldılar…” “…eugenics yani insanın olumlu niteliklerini yüceltmek, olumsuz niteliklerini bastırmakla iştigal eden bilimde hayli ustalaşmış bir ülke olup, İsveç’te Irksal Biyoloji Enstitüsü Stockholm’de 1920’de açılmış…” “…Samilerin genetik mirasları, Saf Irk düşüncesine meftun Aryanist Alman meslektaşları ile sıkı işbirliği içinde olan İsveçli genetikçiler tarafından uzun uzun incelenmiş…” “…Vurgulamaya çalıştığım, İsveç Sosyal Demokratlarının ideolojilerinin ırkçılıktan azade olmadıkları ve folkhemmet’in sadece belirli bir ırka den Svenska folkstammen’e yani İsveç ırkına dahil olanları kapsadığı, Tomedal Finlileri gibi azınlıkları kapsamadığıdır.”


Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya), 1946 yılında Alman Sosyal Demokrat ve Komünist Partilerinin yerine kurulan Sosyalist Birlik Partisi’nin, bütün sosyalist partilerle olduğu gibi İsveç Sosyal Demokrat Partisi ile bağları ve düşünüş birlikleri vardır. Bu ideolojik yakınlıklarının sonucu( aynı ırktan geliyor olmanın yakınlığı ile de) Doğu Alman Sosyalistlerinin-komünistlerinin dünyaya bakış açıları: İnsanın gelişme süreci incelendiğinde, Slavlar da dahil diğer tüm uluslar bir antitezdir. Sentez olarak ” Üst İnsan” formunu oluşturacak olan, Batı uyarlığını, bilimi, felsefeyi ve teknolojisini yaratan Cermen ırkından gelen insanlardır. Tüm insanları yönetecek olanlar bu ırktan gelenlerdir, diğer tüm ırklar aşağıdır, köledir, yönetilendir…


Doğal olarak bütün bu düşünceler yanlıştır: Ussal yetenekler genetik olarak taşınmazlar, biyolojik özelliklerin de bir kısmı genetik olarak iletilir. Eksik olan biyolojik yetenekler ise insanın ussal yeteneklerinin gelişmesine neden olur. Batı uygarlığını yaratan sadece Anglo-Sakson Cermen ırkı olmamıştır, Latin uluslarının büyük katkısı vardır. Bilim ve teknolojiyi, uygarlığı geliştirme yeteneği her toplumda vardır, zaman ve koşullar gerektiğinde bu yetenek ortaya çıkar. Japonya’da gelişen teknoloji ve uygarlık Batı uygarlığından aşağı bir düzeyde us ve yetenekte değildir. Sarı ırk aşağı bir insan topluluğu oluşturmaz.


Ancak ırkçı düşüncenin sonucu olarak, Sosyalist Birlik içindeki diğer toplumlar alt toplumlardır ve verilen buyrukları yerine getirmeleri gerekir. Bunlar “Üst İnsanın” isteklerini yerine getirmek için vardır.


İnsanlar arasında eşitliği ve sosyal adaleti ilke edinen bir ideolojinin bu ırkçı dünya görüşü sonucu diğer insan ve toplumları, kendi istek ve hevesleri yönünde yönetme düşünce ve çabası, sistemin varolan ekonomik sorunları ile birlikte diğer toplumlarda bağımsızlık, özgürlük düşüncelerini uyandırır. Özellikle bu yanlış siyasal mantık, ekonomik yasaların zorunlulukları ile birlikte ulusal hareketlerin büyük bir tepki ile başlamasına neden oluşturmuş. Sosyalist Birliğin dağılması, her ulusun özgür olarak kendi ekonomilerini geliştirme, sömürü ortamından kurtulma istekleri sonucu zorunlu duruma gelmiştir.






İsmail İNCİ,25/05/2010
www.iinci.blogspot.com
Bgi.inci@mynet.com
Bgi.inci@hotmail.com



SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...