5 Ekim 2010 Salı

CİSİMLERİN BEŞİNCİ BOYUTU: DÖNGÜSELLİK-SONSUZLUK BOYUTU

BEŞİNCİ BOYUT (DÜZLEMSEL CİSİMLERLE KÜRESEL CİSİMLERİN İLKELERİ)




Bir doğru üzerinde ve üç doğrunun oluşturduğu düzlem üzerinde cisimleri üç boyutu ile tanır ve tanımlarız. Uzunluk, genişlik ve yükseklik düzlemsel evrende cisimlerin biçimini verir, bu biçimler cisimlerin ayırt edilmesinde, varlık kazanmasında temel ilkelerdir.

Cisimlerin üç boyutlu olarak tanınması bize varlıkların sabit durumlarındaki niteliklerini tanımaya olanak verir. Gerçekte ise tüm cisimler devinim durumundadır. Cisimlerin kavranmasında bu eksikliği gidermek için üç boyutun yanına zaman boyutunu eklemek gereği ortaya çıkmıştır.

ZAMAN BOYUTU: VARLIKLARIN DEVİNİM-DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM BOYUTU:
Düzlemsel evrende, cisimler bir başlangıç noktasından çizilen üç doğru ile belirlenmiştir. Cisimlerin bir başlangıcı ve sonu ( başlangıç noktası ve kesişen bitiş noktaları) vardır. Sonlu olan bu dünyada, başlangıç ve son noktaları arasında doğruyu oluşturan ara başlangıçlar ve sonlar bulunur. Bu noktaların (üç boyutun) birbirleri ile olan uzaklık yakınlık ilişkilerini,diğer deyişle devinim ilişkilerini ile ele aldığımızda zaman boyutunu düşünmüş ve gözlemlemiş oluruz.

Ancak zaman, bir cismin salt mekanik olarak, bir noktadan bir noktaya olan yer değiştirmesi, devinimi ve iki devinim arasındaki ilişki ve bu ilişkinin ölçülme birimi değildir. Devinim ve devinim ile birlikte ortaya çıkan ancak özünde ayrılmaz bir bütün olarak bulunan değişim ve dönüşümdür. Doğasında devinim ve değişme olmayan varlığın zaman ile bağıntısı, bütünlüğü yoktur ve doğasında devinim ve değişme olan varlığı zamandan soyutlamak olanaksızdır.

“… zaman öncesiz ise hareketin de öncesiz olması gerekir.Çünkü, hareket olmaksızın zamanı anlamak olanaksızdır…..evrenin doğası zaman içinde bulunmaktadır.”(s.71)
“Yine, kesin kanıta göre, doğasında hareket bulunan varlık, zamandan soyutlanamadığı gibi, doğasında hareket bulunmayan varlıkta da zaman bağıntısı yoktur.” (s.72), İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı

Tarihi olanın geçmiş zamanı, şimdiki zamanı, tarihsel sürecin sürdürülmesi ile geleceği( zamanı) vardır. Zaman akışını oluşturan ise varlıkların ve cisimlerin devinimi, değişimi ve dönüşümüdür. Bu değişim ve dönüşümlerin toplamı tarih bilgisini ortaya koyar.

Zamanın dördüncü bir boyut olarak kabul eden ve bu yönde en büyük çalışmaları yapanlardan olan Genel İlişkinlik Kuramı, zamanı salt devinim olarak görür. Her biri devingen olan referans cisimlerinin, devingenlikleri içinde, birbirleri ile hız ve çekim güçleri ilişkilerinde ele alınması evreni ve varlıkları açıklamaya yeterli olamamaktadır.

“…diskimizin üstünde, ya da daha genelleştirirsek her çekim alanında, bir saat, yerleştirildiği duruma göre daha hızlı, ya da daha yavaş ilerleyecektir. Bu nedenden, referans cismine göre durağan olarak yerleştirilen saatlerin yardımıyla mantıklı bir zaman tarifi elde etmek olanaksızdır.”(s.94, Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, 1976, İstanbul)

Cisimlerin çekim alanlarının gücü kütlesel çaplarının büyüklüğünden önce kütlesel yoğunluk (iç yapılarındaki enerjinin, magmanın) çaplarının büyüklüğüne bağlıdır. Kütlesel çapları büyük olan gökcisimlerinin yerçekimlerinin küçük olması bu nitelikten ileri gelir. Maddenin parçalanması ile ortaya çıkan enerjinin büyüklüğü de bu yoğunluğa bağlıdır. Yoğunluğu büyük olan maddelerin, parçalanması ile büyük enerjiler ortaya çıkar. Yoğunluğu çok küçük olan maddelerde, çok büyük hızlarla parçalansalar da büyük enerjiler açığa çıkmaz.

Zamanın mekanik olarak, cisimlerin, çekim alanlarının farklı güçlerinin etkilediği ortamlarda bir noktadan bir noktaya yer değiştirmeleri olarak ele alınması, doğal olarak farklı saat ölçümlerine neden olur. Çekim güçlerinin farklı güçleri, akrep ve yelkovanları farklı etkileyeceğinden, saatlerin göstergeleri birbirlerine eşit olmayacaktır, zaman uzayıp kısalacaktır. Ancak Bu uzayıp kısalma mecaz deyimlerle anlamdaş bir deyimdir. Çünkü gerçekte, genel referans cisme göre zaman daima eşit ölçümdedir.

Bu referans cisim güneş sistemimizde güneşin ve üzerinde yaşadığımız dünyanın devinim ilişkileridir. Gündeş sisteminde Zaman ölçümü dünyanın kendi çevresinde bir tur dönüşü ve güneş çevresinde bir tur dolaşımı temel alınarak gün ve yıl ve saat zaman birimlerinin belirlenmesine göre ölçülür. Bu referans noktalara göreli olarak diğer referans noktalarının zamanlarını ölçerek kesin bilgisine ulaşırız. Her referans cisme göre zamanı ölçmek genel referans cismi ortadan kaldırarak, her devinimi ilişkisi içindeki devinimle göreceli olarak ölçmek demektir. Bu da bizim genel referans cisminde de zamanın uzayıp kısaldığı yanlış,boş, saçma verilerine gitmemize neden olur. Gerçekte ise güneş ve dünyanın devinimlerinde bir değişme yoktur. Bu davranış zamanı ölçme olanağımızı ortadan kaldırır. Her varlık ve olgunun niteliği, her varlık ve olguya görece değiştiğinden hiçbir bilgi kesinlik taşımaz.

Gerçekte Albert Einstein bilginin ölçülebilmesi için referans bir cismin belirlenmesi zorunluluğunun bilincindedir.“…uzayda her olayın tarifi, bu tür olayların kendine göre tariflendiği sabit bir cismin kullanılmasını içerir.” ( s.19, Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, İstanbul, 1976)


BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN TEMEL İLKELERİNDEN BİRİ: ÖLÇÜMLEME NOKTASI (REFERANS CİSMİ, ODAKLANMA OLGUSU):
Bilim felsefesinin, bilimsel yöntemin temel ilkelerinden birisi bilginin ölçülebilir olması için bir ölçüm noktasının(referans cismin, odaklanma cisminin) belirlenmesi zorunluluğudur. Ölçüm noktasının belirlenmediği her alandaki bilgi birbirine sonsuz göreli olarak değişeceğinden doğru bilgiye ulaşılamaz. Matematikteki 0 (sıfır) bir ölçüm noktasıdır; suyun donma noktası, dünyanın kendi çevresindeki bir tur dönüşü, güneş çevresindeki bir tur dolanımı, Ekvator enlem için, Greenwich Gözlem Evi Boylam için…vb birer referans noktalarıdır. Küresel ve düzlemsel tüm cisimler ve olgular için, kesin bilgiye ulaşabilmek için bir ölçüm noktasının (referans cismin, odaklanma cisminin) belirlenmesi zorunluluktur. Kesin bilgi ölçülebilen bilgidir ve ölçüm, bir ölçüm noktasının belirlenmesine bağlıdır.

“Doğada bütün varlıklar (canlı ve cansız tüm varlıklar) sürekli devinim, değişim ve dönüşüm içinde, varoluş ve yokoluş durumundadırlar. Bugün ile yarınki varlık ( akan ırmak, yaşayan bir kelebek…) aynı değildir. Bu sonsuz değişim ve dönüşüm nedeniyle ve varlıkların birbirlerine göreli olarak nitelikleri sonsuz ayrılıklar taşıdığından , ilk çağın filozofları kesin bilgiye büyük soyutlamalarla ve matematikle ulaşılabileceğini anlamışlardır.

Bu gerçeklik nedeniyle bir nesnenin nitelikleri, özellikleri bağlı olarak bilgisi, göreli olduğu nesnelere bağlı olarak sayısız değişimler, varoluş ve yok oluşlar gösterir. Asıl bilim yapmak, görelilikleri içinde, nesnelerin kesin bilgisine usun ulaşmasının sağlanmasıdır. Bu aşamada kesin bilginin yöntemi, sayısız görelilikleri içinde, nesnenin niteliklerini, özelliklerini, kural ve bağlı olduğu ilkeleri usun belirlemesini sağlayacak “ Ölçüt” olan odak bir nesne veya olguyu kabul etmektir. Antik çağlardan itibaren bu sorun üzerinde insan düşüncesi çok oyalanmış, sonunda varlıkların nicelikleri, matematikte önce bir sayısı sonra da sıfır sayısı ölçüt olarak kabul edilerek kesin olarak belirlenebilmiştir. 

Varlık ve olguların uzaklık yakınlık nitelikleri ve niteliklerin nicelik değişimleri de yine matematik ve geometri sayesinde kesin olarak bilgilerinin gerçeklikleri kabul edilmiş, bu nedenle önce bu bilimlerin geliştirilmesi ve öğretilmesi amaçlanmıştır. Matematik bilimlerinde rakamlardan oluşan işaret sisteminin kullanış düzeyi ve biçimi ölçeği, belli bir nesneye uygun bir rakamı seçme ise ölçme işlemini oluşturur. Ölçülen şey nesnenin kendisi nesneye ilişkin bir niteliktir. Ölçüt kabul ederek kesin bilgiye ulaşmak düşüncesini, diğer bilimlerde de görüyoruz. Astronomide dünyanın güneş çevresindeki bir dolaşımının yaş ve yıl olarak kabulü, günün dünyanın kendi çevresindeki dolaşımıyla oluşması, coğrafyada enlem ve boylamların birer odak noktalar göre niceliklerinin belirlenmesi…vb Doğa bilimleri olsun, toplumbilimleri olsun olguların nesnel yargılarına varırken, duyuların ölçülebilen yanlarının belirlenerek bir ölçüm aleti ile özelliklerinin, belirlenen bir odak noktadan sapmalarının ölçülmesi gerekir. Olgunun temel özellikleri bu ölçme yöntemi ile öznellikten uzak ortaya çıkarılır. Olgunun yüzeysel özellikleri diğer olgularla farklılıklarında, evriminde, genelliğinde, sürekliliğinde aranır ve ortaya çıkarılır.
Özgün olgu olarak kendini ortaya çıkaran temel özellikleri, “özünü” ortaya koyan temel değerlerdir. Bu ölçümlerle elde edilen temel niteliklerden sapma olgunun özünün sapmasını gösterir. “ Toplumsal olgular, onları görünür kılan tekil tezahürlerinden ne kadar yalıtılabilirlerse , nesnel olarak temsil edilmeye o oranda elverişli olacakları ilkece ileri sürülebilir.” (s.116) E..DURKHEİM, Sosyolojik Yöntemin Kuralları.

Toplumsal olaylarda olsun, doğal olaylarda olsun nesnelliğin ölçütü, kendini yineleyen, nesnel olgulardır. Kendini nesnel olarak ortaya koyan böyle olguların temel özellikleri ile özünün ortaya konması “referans” bir özelliğe göre ölçülebilir yanının ortaya çıkarılması ile gerçekleşir.”(Bknz, www.iinci.blogspot.com., Sürekli Değişen, Dönüşen Ve Göreli Olarak Değişken Olan Varlık Ve Olguların Bilgisine Erişmenin İlkeleri)

Referans cisimleri, olguları; olgu ve niteliklerin ölçülmesine en elverişli ölçüm noktalarıdır. Referans cisimleri durağan kabul edildiğinden, öncelikli olarak durağan olan bu niteliklerin belirlenip kabul edilmesi gerekir. Diğer cisimlerin devinim, değişim ve dönüşümsel tüm nitelik ve durumları ölçüm cismine göreli belirlenerek kesin bilgilerine ulaşılır.

REFERANS CİSME GÖRE ÜÇ BOYUTUN ZAMAN BOYUTUNDA DEĞİŞMESİ:
Hız arttıkça üç boyut arasındaki uzaklık erişimleri daha kısa zaman aralıklarında gerçekleşecektir. Ancak hızın artmasından dolayı bitiş noktasına olan zamanın kısalması, referans cismin (dünyanın kendi çevresinde bir tur dönüşünün, güneşin çevresinde bir tur dönüşünün) zamanında ve yolunda kısalma oluşturmaz. Referans cisimler referans niteliklerini bağımsız olarak sürdürürler. Burada değişen, hızdan dolayı cismin yolundaki sürenin fiziksel değişmesidir.

Maddelerin (canlıların) yapılarında, varolan değişim, dönüşüm de hızlanıp yavaşlayabilir, ancak bu fiziksel hıza bağlı zaman kısalması ile ilgili değildir, etkilenme ile ortaya çıkan kimyasal bir değişimdir. Bu durumda genel referans cismin zamanında da bir değişme oluşmaz. Cisimlerin değişik alan etkilerindeki bu nitelik değişimlerinin, genel referans ölçüm noktası dışına çıkılarak, kendi ortam özelliklerini ölçen yeni referans cisimlere göre yeniden ölçümlerinin yapılması uygun olur. Bu durum cisimlerin bu ilişkinlikleri kimyasal değişimlere yol açan alan-ortam etkilerinden ileri gelir.

Işık hızının ölçümü matematiksel ve belirlenen metrik bir sisteme dayanan bir ölçüm olduğundan göreceli bir bilgi değildir ve kesinlik taşır. Önemli olan burada ölçüm tekniğidir, referans bir cisim değildir. Matematiksel olarak ölçülebilen ve metrik sistemle, ağırlık, sıcaklık ..vb ölçümleri ile belirlenen tüm nitelikler birer ölçüm noktasına sahip olduklarından kesin bilgilerine ulaşılır.


ZAMAN BOYUTUNUN SINIRLARI VE ZAMANLAR ARASINDAKİ YOLCULUĞUN OLANAKSIZLIĞI:
Geçmiş zaman içinde kalan varlık ve olguların enerjileri, formları uzayda, sınırlandıkları cisimlerle çarpışma ve soğurulma etkileri ile dağılarak tükenirler ve yok olurlar. Bu nedenle varlık ve olguların geçmiş zamanlarına gitmek olanaksızdır. Geçmiş zaman yokluk, hiçliktir; varlığın değişim ve dönüşümle yoklaştığı ve şimdiki zamana varlığını aktardığı bir devinimdir.

Geleceğe gitmekse, geleceğin enerji ve formları henüz özlerini gerçekleştirmediğinden, varlık ve olgular yokluk durumunda bulunduğundan olanaksızdır.

Zamanın bu niteliklerinin oluşturduğu zorunluluklar nedeni ile, zamanlar arası yolculuk düşüncesi gerçeğe aykırıdır, ussal bir vargı değil düşsel bir imgelemdir. Zaman makinesi tasarım ve çalışmaları da büyük bir yanılgıdır.

Zamansal geçişler ve gezintiler ancak sanal olarak olanaklıdır. Soyut dolarak, imgelemde, kurgulanarak, tasarımlanarak, geçmiş zamanın bilgisinden ve gelecek zamanların oranlamalarından esinlenerek, zamanlar arası yolculuklar düşlenebilir, gerçekleştirilemez.

BEŞİNCİ BOYUT: DÖNGÜLÜK BOYUTU (DÖNGÜSELLİK-SONSUZLUK BOYUTU):
Üç boyut (uzunluk, genişlik, yükseklik) ile düzlemsel cisimleri tanıyabiliriz. Ancak üç boyutlu bir dünya ile, bu dünyaya zaman boyutunu eklesek de cisimlerin geometrik yapılarını ve varlıklarının özlerini tam olarak bilemeyiz. Küresel bir dünyada varoluşumuzun gereği olarak, küresel cisimlerin geometrik yapılarını ve varlıkları bilerek kavrayabilmemiz için, küresel cisimlerin döngülük boyutunu kavramış olmamız gerekir.

Döngülük boyutu devinim niteliği ile zaman boyutunun niteliklerine benzer ancak salt geometrik dairedeki yay uzunluğu değildir, küresel şekildeki devingen yaylardan, döngülük uzunluklarından oluşur. Döngülük uzunlukları devinimin yanında değişmeyi, dönüşmeye ve bu enerji yapıları ile varlığı, gücü sonsuz iletme özelliklerine sahiptirler. Zaman boyutu , üç boyutlu düzlemsel cisimlerin salt devinime bağlı ilişkilerini, ele alırken döngülük boyutu tüm varlıkların niteliklerini belirlemeye olanak verir. Küresel cisimlerin geometrik yapı özelliklerinin bilinmesi için, döngülük boyutunun ilkelerinin göz önünde bulundurulması gerekir.

Eukleides’in iki noktadan sadece bir doğru geçer önermesi düzlemsel cisimler için geçerlidir, küresel cisimler için bu önerme bir eğri ( yay parçası, eğri, döngülük çizgisi) olarak doğrulanır.

Küresel cisimler üzerinde varolan cisimlerin uzamsal biçim ve devinimleri düz çizgi biçimindedir. Küresel cisimlerin uzamsal geometrileri ve devinimleri paraboller, eğriler, yaylar biçimindedir. Bu olgu, döngülük boyutunu oluşturur ve bu boyut kavranılmadan küresel cisimleri, uzam zaman ilişkilerini anlamak olanaksızdır.

Kartezyen koordinat sistemi üç boyutlu cisimlerin bulundukları konumu belirlemeye yarar. Küresel cisimlerin, döngüsel uzaklıklarının konumunu belirlemek için Gauss yeni bir koordinat sisteminin geliştirilmesini zorunlu görmüştür. “ Gauss, genel olarak süreklilerin matematiksel çözümlemeleri için bir yöntem buldu. Bu yöntemde boyut ilişkileri (…iki nokta arasındaki uzaklık) tarif edilmiştir. Süreklideki her noktaya süreklinin boyut sayısı kadar sayı verilir…birbirlerinden sonsuz küçük farklı olan bu sayılar birbirlerine çok yakın noktalara verilirler.” (s.103, Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, İstanbul, 1976

Döngülük boyutu(döngüsellik, sonsuzluk boyutu), gök cisimlerinin ve bu cisimler üzerindeki varlıkların fiziksel ve kimyasal özelliklerinin anlaşılabilmesi için zorunludur.
Galile-Newton mekaniği Atalet yasasına göre bir cisim düz bir çizgi üzerinde devinimini sürdürür veya durur, küresel cisimler için bu yasa döngüsel bir çizgi üzerinde devinimini sürdürür olarak değişir.

“ K Galile referans cismine göre …bir ışık ışını c hızıyla düzgün olarak yayılır. Aynı ışık ışının izlediği yolun ivmelendirilmiş K’ referans cismine göre artık düz bir çizgi olmadığı kolaylıkla gösterilebilir. Bundan genel olarak ışık ışınlarının çekim alanlarında eğrisel olarak yayıldıkları sonucunu çıkartırız.” (s.88, Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, İstanbul, 1976). Küresel cisimler üzerinde ve uzayda düz bir çizgi üzerinde yayılan ışığın çekim alanlarında küresel bir yol izlediği görülür.

Küresel cisimlerin üzerinde başlangıç olarak seçilen bir nokta aynı zamanda bitiş noktasıdır. Bitiş noktasında başlangıç noktası başlar ve bu başlangıç ve bitiş noktası sonsuza uzar. Uzayda uzayıp giden bu sonsuzluk döngüsellikten(küresel cisimlerin özünden) doğar. Devinim ve enerji döngüsel, sonsuz olarak varlığını (dönüşümlerle) sürdürür.

“ Başlangıçta bir noktadan çıkan düz çizgiler birbirinden gittikçe uzaklaşır, ama daha sonra tekrar birbirine yaklaşırlar ve en sonunda başlangıç noktasına karşı noktada tekrar birleşirler. Böylesine koşullar altında tüm küresel uzayı baştan başa kat etmişlerdir… Sonludur (yani sonlu bir hacmi vardır) ve sınırları yoktur.”(s.125, Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, İstanbul, 1976). Döngülük boyutu sonsuzluğu nitelik olarak üzerinde taşır.

Üç boyut (x,y,z) düzlemsel cisimlerde, koordinatlar sisteminde bir tek noktayı,uzaklığı, cismi belirler. Zaman boyutu (t), bu sistem içinde bu üç boyutun hıza (devinime) bağlı dönüşümlerini (uzaklığın zamana bağlı uzama ve kısalması) belirler. Döngüsel (d) boyut bu boyutların dönüşümlerini 360 derecelik açıda tüm noktalarının belirlendiği (x, y,z,t; x1,y1,z1,t1; x2,z2,z2,t2; x3,z3,y3,t3…. -,+ Sonsuz) koordinatlarının toplamından oluşur.
Enlem, boylam, derece, dakikadan oluşan tüm koordinat noktalarının toplamı döngülük boyutunu ortaya çıkarır.

Döngülük boyutu, dört boyutlu sistemle bir nokta-cismin belirlenmesine karşı, sonsuz sayıda noktaların ve bu noktaların birbirleri ile ilişkilerinin belirlenmesini sağlar.

Döngülük boyutunun (sonsuzluk boyutunun) kavranılmış olması ile salt küresel cisimlerin geometrik niteliklerini değil, varlıkların özsel niteliklerini de kavramamız olanaklıdır.

Her devinim ve devinen cisim bir direnişle (uzam-atom yeli) karşılaşır. Bu olur. (cisimlerin büzüşme etkisi). Devinim ve devinen cisimde bu değişime rağmen, cisimler döngüsel devinerek varlıklarını sonsuz sürdürürler. Bu döngüsel içsel etki, varlığın en küçük parçalarında niteliklerini sürdürme gücünü taşır.

Babadan oğula geçen insandaki ve diğer bitki ve hayvanlardaki biyolojik sonsuzluk, döngülük boyutunun varlığını gökcisimlerinden ayrı olarak canlılardaki varlığını kanıtlar. Baba ve oğul (ana ve yavru) arasındaki döngülük boyutunun bir niteliği, sonsuzluk deviniminin bilinci olan içgüdüsel özveri devinimi (duygusu) olarak kendini gösterir.

“…filozoflar, birinin bozulması, ikincisinin varlık nedeni koşulu olarak, sınırlı ve sonlu maddeden sürekli yenilenme biçiminde olsa bile, ilintili olarak sonradan olandan varlığını olanaklı görürler. Örneğin…, önceki insanın bozulup kendisinden bir diğer insanın oluşabileceği çözülmüş madde duruma gelmesi koşuluyla, insanın diğer bir insandan türemesi zorunludur…Etkin(fail) varlığını korudukça, etki(fiil)nin, bir olanaksızlıkla karşılaşmaksızın, iki madde üzerinde sonsuza kadar yinelenmesi düşünülebilir…Doğası bu şekilde tanımlanan her şey , öncesiz bir etkine dayandığı zaman, döngüsel bir doğa durumundadır.” s.64-65, İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı.

İnsan örneğinde olduğu gibi, küresel tüm cisimler (gök cisimleri veya tohum benzerliğinde olduğu gibi diğer küresel nitelikli cisimler), döngüsel bir devinim sistemine (yaşama) sahiptirler. Varlıklarını döngüsel sistem içinde sonsuz iletme gücü taşırlar. Bu güç, canlı varlıklarda içgüdüsel bilinç (alt bilinç) olarak bulunur; sonsuzluk boyutu içgüdüsel olarak canlıların yapısıyla kaynaşmıştır


BEŞİNCİ BOYUTUN (SONSUZLUK BOYUTUNUN) BİREYSEL VE TOPLUMSAL GÖRÜNÜMLERİ:
Sonsuzluk boyutu, bireysel olarak bütün canlılarda olduğu gibi tüm insanlarda da, içgüdülerinde devindirici bir güç olarak bulunur. Ancak bu devindirici güç kör, bilisiz bir güç değildir, Bu nedenle bu devinimi alt bilinç olarak kavramlaştırmak yerinde olur. İçgüdüsel devinimin toplumsal yaşamla gelişen ancak henüz içgüdüsel bilinçten kopamamış ve alt bilinci kavrayamamış bilincine, yalın bilinç diyebiliriz. Yalın bilinci, daha çok kendi istekleri ile devinen, genel isteklerle sürekli çatışma, savaşma durumunda bulunan, sonsuzluk boyutunu kavrayamamış bilinç olarak görürüz. Gelişen, uygarlaşan insanda varolması gereken bilinç, yalın bilinç düzeyini aşmış, alt bilincin ve yalın bilincin varlığını kavramış, bireysel ve toplumsal isteklerinin bilincinde olan Üst-bilinçtir. Üst-Bilinç salt bireysel istekleri yönünde düşünmez ve devinmez. Bazı isteklerinden ve tüm isteklerinden, genel isteklerin gerçekleşmesi için vazgeçer. Gerekli olduğunda varlığından , toplumun genel istekleri ve amaçları için vazgeçer, çünkü öz varlığının sonsuz gerçekleşmesi bu bilinçli davranış ile olanaklıdır.

Üst-Bilince sahip olan toplumlar yapıları sağlam, güçlü, huzurlu, toplumlardır. Gereksinmelerini karşılayan, zenginleşen, gelişme yeteneği olana toplumlardır. Siyaset, bilim ve toplumda etki alanları geniş diğer kurum ve kuruluş yönetici insanları standart insan formuna(üst-bilince) ulaşmıştır. Bu toplumlarda bilim insanı, bilimi doğayı ve diğer insanları kendi çıkarları yönünde egemen olmak için, siyaset insanı siyaseti kendi çıkarları yönünde diğer insanlara egemen olmak için kullanmaz. Bu toplumlarda bilim insanı, bilimi doğayı ve diğer insanları kendi çıkarları yönünde egemen olmak için kullanmaz, siyaset insanı siyaseti kendi çıkarları yönünde diğer insanlara egemen olmak için kullanmaz. Sahip oldukları insansal nitelikleri yitirmeyen, geliştiren yapıdadırlar. Bu nedenle Kabalizm Nihilizm, Anarşizm, Egoizm..vb düşünüşler yanlış anlayışlardır.

Döngüsellik, sonsuzluk boyutu (döngülük boyutu) kavranılmadan evreni ve varlıkları anlamamız olanaklı değildir.


İsmail İNCİ, 05//10/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com













30 Eylül 2010 Perşembe

SÜREÇ MANTIĞI VE CİSİMLERİN ÖLÇÜMLENME NOKTASI

SÜREKLİ DEĞİŞEN, DÖNÜŞEN VE GÖRELİ OLARAK DEĞİŞKEN OLAN VARLIK VE OLGULARIN BİLGİSİNE ERİŞMENİN İLKELERİ




Doğada bütün varlıklar (canlı ve cansız tüm varlıklar) sürekli devinim, değişim ve dönüşüm içinde, varoluş ve yokoluş durumundadırlar. Bugün ile yarınki varlık ( akan ırmak, yaşayan bir kelebek…) aynı değildir. Bu sonsuz değişim ve dönüşüm nedeniyle ve varlıkların birbirlerine göreli olarak nitelikleri sonsuz ayrılıklar taşıdığından , ilk çağın filozofları kesin bilgiye büyük soyutlamalarla, matematikle ve matematiksel ölçümlerle ulaşılabileceğini anlamışlardır.

KAVRAMSAL BİLGİ.:
Varlık ve olguların bilgisine, sayısız nitelikleri deneyimlerle, duyumlarla algılanarak tanınarak ulaşılır. Bu bilgiye ulaşırken, ortak nitelikler, değişmeyen, durağan olan yanlar varlıklardan soyutlanarak algılanır ve kavramlaştırılır. Kavramlardan daha genel ve tümel kavramlar, tümel kavramlardan ilkeler ortaya konulur. Varlık ve olguların bilgileri düzenlenerek sınıflandırılır, kategorilere ayrılır. Düzenlenmeyen, ilke ve kategorilere ayrılmayan bilgi kesin değildir.

Değişme, oluşma belli kurallara, ilkelere göre gerçekleşir. “ …aynı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişmenin kuralsız değil de, belli bir düzene, belli bir ölçü ve kanuna göre oluşması yüzündendir. Evrende egemen olan kanundur, düzen ve akıldır.(logos)” (s.32) Felsefe Tarihi, Macit Gökberk.

Evrende oluşa zorunluluk egemendir.Bütün olup bitenler nedenlerden zorunlu olarak oluşmuşlardır. Bu oluşu duyu algılarımız bir erek, bir düşünce gibi algılar değişme ve oluşmanın bu kurallığı ve zorunluluğu varlık ve olguları sınıflandırma, kategorilere ayırma olanağını verir.

Kendi içinde kümelenen, grup oluşturan ortak niteliklerdeki gerçekliklerin zorunlulukları, nedenleri özdeştir. Ortak, benzer, özdeş nedenler oluşun ilkeleridir. Benzer, ortak olan ilkeler tek bir ilkeden çıkarlar. Ortak genel ilke genel zorunluluk, yasa demektir. Usun amacı, ortak ilkeye nesnelerin bilgisinden ulaşarak, bu ortak ilkeden nesnelerin açıklamasını yapabilecek duruma gelmektir.


Tüm niteliklerin bilgisine ulaşırken, düşüncenin nesnelerin yinelenen ve benzer olan yönlerini sınıflandırdığını, gruplandırdığını, sonuçta kavramlaştırdığını görürüz. Bir varlık ve olgunun, sürecin bilgisini kabul ederken, bu kavramlardan ve özlerden yola çıkarız. Yinelenen bu nitelikler herkes tarafından kabul edilen kesin bilgilerdir. Kavramlar (idealar), bölünmez, değişmez, tüm zamanlarda kendine eşit bilgidir.(süreç içinde anlam genişlemesi kabul edilmelidir) Duyumlanan tek tek nesneler ise, Herakleitos’un akışındaki gibi boyuna oluşur, değişir ve yok olur. Usun yapısı, varlıkların ve olguların tek tek her birinin, süreçlerini, zamanın her anında izleyerek bilgisine ulaşacak biçim ve kapasitede değildir, ve gerek de yoktur. Teklerin, bireylerin ortak niteliklerinden gerektiğinde, bilinmeyen tek tek varlık ve olguların da bilgisine ulaşır. Kavramlardan, tümdengelimle ve duyu araçları ile nesneleri çözümleyerek elde ettiği bilgileri birleştirerek kesin bilgi elde edilir.

Sınıflanan, kategorileştirilen, tümel kavramlara ve ilkelere bağlanan bilgi kesin bilgidir ve uslamlama ile kesin bilgiye ulaşmak ancak bu yöntemle olanaklı duruma gelir. İlke ve Tümel kavramlardan önermeler kurularak tekil varlıkların bilgisine varılır. Zorunlu bilgi çıkarsamaları yapılır.

Cins ve tür kavramları bütünüyle tek varlıkların, güncel varlık gerçekliklerini karşılamayabilir, ancak, tek varlığın gerçekliğini kavrayıp bilgisine ulaşmamızda gerekli temel ilkeleri verdiklerinden zorunludurlar. Temel form kalıplarının bilgisinden yararlanarak tek varlıkların bilgisine ulaşmamızı olanaklı kılar. Varlıkların göreceli bilgisine ulaşılması veya kendi tür ve cinsi içinde bilgisine ulaşılması, bu temel formların anlıkta varolması ile olasıdır.

Varlık ve olguların  zorunlu kesin bilgilerine tümdengelimle, önermelerle ulaşmamız bize çok yeni bir bilgi vermez. Tümellerden, kavramlardan (idealardan) elde edilen bilgiler yabancı bilgiler değildir. Varılan yargı ve kavramlar, genel kavramların sınırları içinde kaldığından “özgün değer” taşımazlar. Özellikle varlıkların nitelik, nicelik ve edilgileri aynı sınırlar içinde kalır. Ancak Tümdengelimsel-Deneyim Bilgi Bileşik Önermelerinden çıkarılan bilgiler özgün nitelik taşırlar. Bu özgün bilgiler de duyumlarla algılanmadıkça varsayımsaldır.

ODAKLANMA CİSMİ (REFERANS CİSMİ, ÖLÇÜMLEME NOKTASI:
Bir nesnenin nitelikleri, özellikleri bağlı olarak bilgisi, göreli olarak gözlemlendiği nesnelere bağlı olarak sayısız değişimler, varoluş ve yok oluşlar gösterir. Bilginin bu aşamasında, asıl bilim yapmak, görelilikleri içinde, nesnelerin kesin bilgisine usun ulaşmasının sağlanmasıdır. Bu aşamada kesin bilginin yöntemi, sayısız görelilikleri içinde, nesnenin niteliklerini, özelliklerini, kural ve bağlı olduğu ilkeleri usun belirlemesini sağlayacak “ Ölçüt” olan odak bir nesne veya olguyu kabul etmektir. Antik çağlardan itibaren bu sorun üzerinde insan düşüncesi çok oyalanmış, sonunda varlıkların nicelikleri, matematikte önce bir sayısı sonra da sıfır sayısı ölçüt olarak kabul edilerek kesin olarak belirlenebilmiştir.

Varlık ve olguların uzaklık yakınlık nitelikleri ve niteliklerin nicelik değişimleri de yine matematik ve geometri sayesinde kesin olarak bilgilerinin gerçeklikleri kabul edilmiş, bu nedenle önce bu bilimlerin geliştirilmesi ve öğretilmesi amaçlanmıştır. Matematik bilimlerinde rakamlardan oluşan işaret sisteminin kullanış düzeyi ve biçimi ölçeği, belli bir nesneye uygun bir rakamı seçme ise ölçme işlemini oluşturur. Ölçülen şey nesnenin kendisi nesneye ilişkin bir niteliktir. Ölçüt kabul ederek kesin bilgiye ulaşmak düşüncesini, diğer bilimlerde de görüyoruz. Astronomide dünyanın güneş çevresindeki bir dolaşımının yaş ve yıl olarak kabulü, günün dünyanın kendi çevresindeki dolaşımıyla oluşması, coğrafyada enlem ve boylamların birer odak noktaya göre niceliklerinin belirlenmesi…vb. Doğa bilimleri olsun, toplumbilimleri olsun olguların nesnel yargılarına varırken, varlıkların ölçülebilen yanlarının belirlenerek bir ölçüm aleti ile özelliklerinin, belirlenen bir odak noktadan sapmalarının ölçülmesi gerekir. Olgunun temel özellikleri bu ölçme yöntemi ile öznellikten uzak ortaya çıkarılır. Olgunun yüzeysel özellikleri diğer olgularla farklılıklarında, evriminde, genelliğinde, sürekliliğinde aranır ve ortaya çıkarılır.

Özgün olgu olarak kendini ortaya çıkaran temel özellikleri, “özünü” ortaya koyan temel değerlerdir. Bu ölçümlerle elde edilen temel niteliklerden sapma olgunun özünün sapmasını gösterir. “ Toplumsal olgular, onları görünür kılan tekil tezahürlerinden ne kadar yalıtılabilirlerse , nesnel olarak temsil edilmeye o oranda elverişli olacakları ilkece ileri sürülebilir.” (s.116) E..DURKHEİM, Sosyolojik Yöntemin Kuralları.

Toplumsal olaylarda olsun, doğal olaylarda olsun nesnelliğin ölçütü, kendini yineleyen, nesnel olgulardır. Kendini nesnel olarak ortaya koyan böyle olguların temel özellikleri ile özünün ortaya konması “referans” bir özelliğe göre ölçülebilir yanının ortaya çıkarılması ile gerçekleşir. Ancak toplumsal olgular doğal olgulara göre, daha dinamik, esnek, değişkendirler. Bu olguların kavramları da daha hızlı, kısa evrelerde değişim gösterirler. Bu nitelikleri nedeniyle daha geniş zaman dilimlerinde, tüm evrelerinde değişimlerinin kesin varlığını kabul ederek araştırmak gerekir. Hukuk ve ahlak kuralları, gelenek ve görenekler, toplumsal eşya ve yapıtlar…vb bu bakış açısına göre araştırılır. Bu nitelikleri gereği bu olgu ve nesnelerin referans noktalarının değişimleri de hızlı gerçekleşir. Değişen referans noktalarının nitelikleri sık sık yeniden belirlenerek, olguların bu noktalara göre sapmaları her zaman gözlem altında bulundurulmalı ve daha geniş zamanları, süreçleri kapsayan daha genel referans noktası bulunmalıdır.


SÜREÇ MANTIĞI:
Özgün bilginin ilk birinci kaynağı yeni algılarla, doğal ve yapay( deneyler) gözlemlerle edinilen kavramlardadır. Ancak salt yalın gözleme, betimlemeye dayanan bilgi düzeyi “tanıma” derecesinde kalır. Gerçek bilginin düzeyine ulaşmak için, varlık ve olgunun süreç içindeki bilgisine iye olmak gerekir. Bu da tanıdığımız varlık ve olguların geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman bütünlüğü içindeki nitelik ve özelliklerini, ilişki ve bağıntılarını, etkileşimlerini, koşullarını gözlemleyip deneyimine erişebilmemiz ile olasıdır. Geçmiş zaman içindeki nitelik ve özelliklerini, eldeki yazılı ve görsel kaynaklardan, şimdiki zamandaki ortam ve ilişkilerini, niteliklerini gözlem ve duyumla algılayarak, gelecek zamandaki nitelik ve özelliklerini de ilke ve kavramlardan tümdengelimle önermelerle çıkarsayarak edinebiliriz.
Süreç içindeki varlığın bilgisini “Süreç Mantığı” adını verebileceğimiz yöntemle öğreniriz.

Bu Yöntemin temeli bütün zamanlarda varlığın bilgisini elde etmeye dayanır. Geçmiş zaman içindeki gözlemlerini, bizden önce yaşayan kişilerin yapmış oldukları ve bize ulaştırdıkları gözlemlerini yazdıkları kaynaklardan yararlanarak, öğrenim yolu ile yaparız. Bunun için, varlıkların, olguların geçmişini eldeki belge ve kaynaklardan araştırarak öğrenmemiz gerekir.
Şimdiki zamandaki durum ve nitelikleri, doğrudan istemli eylemlerle gözlem ve deneylerine ulaşarak ortaya çıkarılır. Gelecek bilgileri, varsayımsal bilgi olacaktır ve ilkelerden, tümdengelimle ilişki, etki ve etkilenimleri, nitelikleri çıkarsayarak elde edilir, gelecek zaman içinde uygulamada gözlemle kesinleşir. Bilginin açık ve seçikliği, tüm zamanlardaki bilgilerin sentezlenmesi ile gerçekleşmiş olur. Evrendeki tüm gerçeklik, bütün zaman ve mekanlarda evrenin sürecini görebilen usun bilgisiyle gerçekleşir.



İsmail İNCİ, 30/09/10/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com


















            

6 Ağustos 2010 Cuma

UFO Olgusu ve Gizli Örgüt, Tarikatlar







GİZLİ ÖRGÜTLER, TARİKATLAR VE UFO OLGUSU




Toplumların içinde; taş devrindeki ilkel topluluk ve uygarlıkların aşılarak, işbölümlerinin, üretim tekniklerinin ve araç gereçlerinin geliştiği, üretim ve ürünlerin türselleşip zenginleştiği toplumların büyüdüğü ve zenginleştiği maden devri ve uygarlığı aşamasında, en eski uygarlıklardan olan eski Mısır, Sümer, Babil toplumlarında görüldüğü gibi birçok dinsel ve dinsel olmayan topluluk (cemaat), grup gizli örgütler kurulmuştur. Bu örgütlerin en eskilerinden biri, birtakım doğaüstü güçlere sahip olduklarına kendilerini inandıran Osiris Rahiplerinin kurduğu gizli örgüttür.


GİZLİ ÖRGÜTLERİN KURULUŞ NEDENLERİ VE ORTAK NİTELİKLERİ:
Tüm Gizli Örgütlerin kökeni ve kuruluş nedenleri, nüfus olarak büyüyen, ekonomik olarak gelişen ve zenginleşen toplum içinde, insanlar ve toplumun zenginlikleri üzerinde yönetim ve denetim gücüne sahip olabilmek, egemen güç olmak istekleridir. Toplumun bireyleri ve zenginlikleri üzerinde egemen güç sahibi olma isteği ile kurulan gizli örgütleri taşıdıkları amaçları yönünden iki bölüme ayırmak gerekir: Birinci bölümdeki örgütler doğrudan üyelerine,toplum içindeki diğer bireylere karşı ve zararına olarak toplumun bireyleri ve zenginlikleri üzerinde egemenlik kurmayı, güç, makam ve zenginlik sahibi olmalarını amaçlar. İkinci bölümdeki örgütler, büyüyen ve zenginleşen aynı zamanda kötülük, bozgunluk ve karmaşanın arttığı toplumda düzeni getirmek için egemenlik, güç ve makam sahibi olmayı amaçlarlar.
Sonuçta her iki tip gizli örgüt üyelerinin zengin, egemen, makam ve iktidar sahibi olmalarını amaçlar. Tüm gizli örgütler ortak nitelikler taşırlar. Bu ortak nitelikleri genel olarak aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:


1. Her örgütün, üyelerinin uymak zorunda olduğu, içinde yaşadıkları toplumun yasalarından ayrı ilke ve yasaları ardır. Örgüt içinde yaşadıkları toplumun yasalarını değil kendi yasalarını uygularlar. Yaşadıkları toplumu düzenleyen yasaları önemsemezler. Bu nitelikleri ile birçoğu toplum düzenini bozan çete, mafya durumuna gelir.


2. Üyeleri arasında yardımlaşma ve dayanışma vardır. Üyelerinin toplum içinde güç elde etmeleri, egemen olmaları için çaba gösterirler. Ancak örgütün kendi üyeleri arasında da, içinde bulundukları toplumdan daha büyük bir rekabet vardır.


3. Örgüt içinde sert bir hiyerarşik düzen vardır.


4. Üyeleri arasında gizli bir iletişim ağı kurulmuştur.


5. Örgüte üyelik için özel ayinlere benzer törenler düzenlenir.


6. İçinde bulundukları toplumun yasalarına karşı yapıları üyeleri birbirine yakınlaştırır.


7. Her gizli örgütün kendi cezalandırma sistemi vardır. Bu cezalandırma genellikle ölüm ve toplumdaki bütün hak ve güçlerinin elinden alınmasıyla sonuçlanır.


8. Bütün gizli örgütlerin insanları etkileme ve anlıklarını yönetme yöntemleri vardır. Bu yöntemlerin temel ilkeleri ortaktır.


Gizli örgütler yapıları gereği içindeki toplum yapısına düşman olarak kurulmuşlardır. Açık toplumun yasalarına ve bireylerine karşı düşmandırlar ve çıkarları ile çatışır. Açık toplum üzerinde iktidar sahibi olmak, egemenlik sağlamak, zorunlu olarak onları açık toplumun düşmanı durumuna getirir. Üyeleri de açık toplumun üyelerinin birer düşmanı durumundadır.Dinsel ve dinsel olmayan gizli örgütler sonuçta diğer toplum üyelerini sömürmek için kurulmuşlardır.


Üyelerinin toplumda güç ve iktidar sahibi olması için örgüt içinde yardımlaşma ve dayanışma olmasına karşın, üyeler arasında ve diğer örgütler arasına büyük bir rekabet vardır.Üst yönetimdeki örgüt üyelerinin çıkarları ile alt kademelerdeki üyelerin çıkarları arasında çatışma zamanla, özellikle örgütün toplumdaki etkisi arttıkça artar. Bunun sonucu yardımlaşma ve dayanışmanın yerini güvensizlik ve huzursuzluk alır. İçinde bulundukları toplumla ters ve yasa dışı yapıları bu huzursuzluklarını arttırır.
Gizli örgütlerin üyelerini cezalandırma sistemleri temel insan haklarına aykırıdır. Genel yurttaşlık hukukunun ilkelerine göre yargılama yapılmadan, salt örgütün çıkarları göz önüne alınarak cezalandırma en ağır biçimde gerçekleştirilir.


Bütün bu nitelikler göz önünde bulundurulduğunda, gizli örgütlerin üyelerine mutsuz ve huzursuz bir yaşam verdiğini görürüz.


GİZLİ ÖRGÜTLERİN İNSANLARI ETKİLEME VE ANLIĞI YÖNLENDİRME İLKELERİ:
Eski Mısır’da Osiris Rahiplerinin kurduğu tarikatının etkileme gücü, Rahiplerin doğa üstü güçlere, büyülere sahip oldukları inancını yerleştirmelerinden gelir. Büyü ve doğa üstü güçlere sahip olma, doğaya ve doğadaki güçlere egemen olmak, sınırsız bir güce sahip olmak demektir. Bu ise insanların gereksinmelerinin karşılanması için bir güç sahibi olmak demektir. Büyünün ve büyüyü yapanın insanlar üzerindeki etkisi ve insanların anlığını yönlendirme gücü bu etkilerden gelir.


Bazı topluluklar, gruplar veya toplumlar yaptıkları bilimsel ve teknik araştırma ve çalışmalarla, diğer toplumlardan çok önde olurlar. Bu bilgi ve tekniklere sahip olanlar, sahip olmayan toplum ve topluluklara üstün nitelikler taşırlar. Bu üstünlük, düşük uygarlık düzeyine sahip toplumların üzerinde büyü ve tanrısal güç etkisi yaratır.


“Saba Melikesi Belkıs’ın Allaha inanması, Hz.Süleyman’ın yaptırdığı görkemli Sarayının tekniğindendir.” Saba Melikesi'nden bahseden sure ve ayetlerde aynı zamanda Hz. Süleyman'dan da bahsedilir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın muhteşem sarayı ve hükümranlığı hakkında birçok detay verilir.


Bu bilgilere göre, Hz. Süleyman'a Allah tarafından döneminin en ileri tekniği verilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar vardı. Sarayın giriş bölümünün tabanı da camdan yapılmıştı. Kuran'da, bu estetik yapı ve bunun Saba Melikesi üzerinde yaptığı etki şöyle vurgulanır:


«Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”Kurân-ı Kerîm, Neml Suresi, 44.


Kuranda. Saba Suresi'nde de Hz. Süleyman'ın, Allah'ın yardımıyla inkârcı cinleri kullandığı anlatılır. Böylece Hz. Süleyman, kendi gücünden ve iktidarından korkan şeytanları da hayır yolunda kullanabilmiştir.


Dolayısıyla, Tapınak'ın inşasını üstlenen Hiram ve yanındaki duvarcılar da, Kuran'ın deyimiyle Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş "şeytanlar"dır. Hiram'ı, bu gerçeğin tam tersine Hz. Süleyman'ın en yakını ve yardımcısı olarak gösteren Masonik kaynaklarsa, bu düşünceye Yahudi kaynaklarından varmışlardır. Yahudilerin böyle bir inanca sahip olmaları da, yine Kuran'ın bildirdiği gibi, Hz. Süleyman hakkında "şeytanların uydurduklarına uymaları"ndan (Bakara, 102) kaynaklanıyor. Hz. Süleyman'a böylece "küfür" (inkar) atfeden Yahudiler, onu doğal olarak Tapınak'ı yapan "bina ustası" şeytanlarla bir tutmuşlardır.” ( Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templigue Salomonis, Temple of Jerusalem), Mehmet Akif Ardıç, www.gizliilimler.tr.gg.Admin)


Masonluğun kurucularından olan duvar ustası Hiram Abiff’in ve yanında çalışan bina ustalarının, sahip oldukları mimari bilgi ve tekniklerin üstünlükleri, bu üstünlükten doğan gücün uygulamaları ve aynı zamanda Yahudi dinine inanmadıkları için şeytan olarak algılanmalarına ve nitelenmelerine neden olmuştur. Musa Peygamberin Firavun’a ve İsrailoğullarına yaptığı bazı gösteriler de büyü etkisi yaratan tekniklerdir. Bazı gizli bilgilere dayanan uygulamalar, bilgisine erişmemiş olan insanlar için büyü etkisi yaratır ve bu teknik uygulamaları yapan kişileri büyük gücün sahibi kişiler, tanrısal güce sahip veya tanrı tarafından kendilerine güç verilen kişiler olarak görünmelerine neden olurlar.

Sanatın Büyü Etkisi Niteliği:
İnsanlar üzerinde sanatçıların, özellikle müzik yapan sanatçıların dinleyenler üzerindeki hayranlık uyandırdığı etki bir büyü etkisi niteliği taşır. Bu hayranlık etkisinin gücünün arttığı kişilerde bu etki tanrısal etkiye dönüşür. Ezgilerin alt biliçte uyandırdığı nedeni ve sonucu üst bilinçte kavranamayan duygulanımları ve imgelemleri, etkiyi yapana karşı hoşnutluk, bağlılık, isteklilik oluşturur. Sonuçta, büyü niteliğinde etkilenilir ve Tanrısal güç karşısında duyulan bağlılık ve bağımlılık duygulanım ve imgelemi, altbilinci-güdüsü oluşur.Gerçekte ise tanrısal bir güç değil basit bir teknik ve uygulama bilgisinden başka bir gerçeklik değildir.


İngiliz yazar Nesta H. Webster "Ancient Secret Tradition" (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:


“Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin'in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası'nda (Tevrat'ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalası'nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, neo-Platonizm'den ve yeni Pisagorculuk'tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala'nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.”


Brigadier A. C. F. Jackson'un yazdığı Rose Croix adlı kitapta, Haçlı Seferlerinin ardından Avrupa'ya dönen Tapınakçılar'ın "Diver's lodge" (Dalgıç locaları) adıyla anılan localar kurulduğu bildiriliyor. (Sad Suresi'nin 37. ayetine göre, Hz. Süleyman'ın emrindeki "şeytanların" bazılarının da "dalgıç" olduğunu hatırlarsak, "Diver's lodge"in nereden esinlendiğini daha iyi anlayabiliriz.


Tapınak şövalyeleri tarikatının dağılmasından sonra üyelerinin Mason Loncalarında varlıklarını sürdürmeleri, toplumda güç elde etme ve egemenlik kurma amaçlarını gerçekleştirmek için bilgisini edindikleri kabala ilke ve büyü tekniklerine sahip olmaları itici neden olmuştur. Tapınak Şövalyeleri tarikatıyla sahip oldukları insanları yönlendirme ve kendilerine hizmet ettirme kabala ve büyü teknikleri Mason Localarında yeniden örgütlenmelerine ve bu örgütlerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Anlaşılan odur ki, Tapınakçılar, Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olan ve Kuran'da bina ustaları ve dalgıçlar olarak tanımlanan şeytanların sahip oldukları geleneği sürdürmeye karar vermişlerdir.
Masonik sır ise, bu şeytanların Yahudi inancına göre Hz. Süleyman'la paylaştıkları büyü ve benzeri yöntemleri kullanma geleneğidir ki, Kabala bu geleneğin ta kendisidir. Kabalacılarla masonlar arasındaki ilişkinin kaynağı da budur. Dolayısıyla, masonluğun kökenini oluşturan gelenek, Kuran'ın ifâdesiyle "şeytânî"dir.


Kabala Öğretisi ve Büyük Yanılgıları:
Kabala öğretisi egoizmi, kişisel istekleri varlığın ve evrimin temel yasası sayar. Bu yasa Üst Güçleri temsil eder ve bu Üst Güçler nedeni ile insan varlığı gelişir, ilerler. İnsan Üst güçlerin etkisi ile öğrenirken ve bilgiye ulaşırken beş duyunun algılamalarını kullanır.


Kabalanın insanın gelişimi ve evrimi için arzuları temel ve olağan insan güçleri olarak gören bu ilkesi nedeni ile insanlarda ve toplumlarda sınırsız isteklerin, tutkuların gelişmesine neden olmuş, bencilliği, kibirliliği yaşamın öğesi durumuna getirmiştir.” Ürünlerin özgüllünün” artması nedeni ile isteklerin sayısı, tutkular ve bencillik daha da artar ve bu olağan bir gelişmedir. Tüm isteklerin, tutku ve bencilliğin insan varlığının gelişmesinin, öğrenmesinin ve mutluluğunun temel Üst Gücü olarak görülmesi ve toplumda bu anlayışta bireylerin sayısının artması, toplumların uyum içinde yaşamasına olanaksız kılar. İnsan bireylerinin ve toplulukların toplumsal yaşamaları ile çelişir. Çünkü toplumsal yaşam Özveri Gücü ile gerçekleşir. Özveri Gücü toplumsal gerçekliğin temel yasasıdır. Bu yasa ise kişisel isteklerle yani Üst Güçle çelişir.

Toplumsal yaşama bireysel isteklerden arınmayı, toplumsal istekler temelinde yaşamayı gerektirir. İnsan varlığı, toplumsal istekler temelinde, kişisel istekleri diğer kişisel ve toplumsal isteklerle çelişmeyecek biçimde ve toplumsal dayanışma içinde gerçekleştirdiği sürece gelişmesini gerçekleştirir. 

Bu açıdan bakıldığında gelişmede Üst Güç Üst Özveridir. Toplum için varlığını ve tüm isteklerini yok sayma, geri çevirme insan evriminin temelidir. Orta Güç kişisel isteklerdir. Alt Güç ise altbilinçte yatan (içgüdüsel bilinç) Özveridir. Soyun sürekliliği için canlıların yavrularının koruma güdüsü bu gücün temelini oluşturur.

Bu Temel Güçler ayrılığı nedeni ile kabala öğretisi yaşamın hiçbir yasasının bilincine varamamış, tarikat ve örgütlenmeleri de toplumları kaosa sürüklemekten başka bir etkiyi yerine getirememiştir.

Tek tanrılı dinlerde Büyünün Yeri:
Tek tanrılı-ilahi dinlerde büyü teknikleri az da olsa, özellikle Hz.Musa’nın dinini yaymasında görülür. Hz. İsa’nın dininde de ölüleri canlandırdığı, körlerin gözlerini açtığı olaylarda görülür. Az da olsa ve büyüye şiddetle karşı çıksalar da dinin yayılabilmesi için insanları inanç sahibi yapmak ve etkilemek için büyü tekniklerinin kullanıldığı görülür. Ancak tek tanrılı dinlerin dolaysız, açık olarak insanları doğruluğa ve adalete, tek tanrıya inanmaya davet eden yöntemleri ile gizli kabalist-büyü teknikleri ile insanları etkileyerek hizmetlerinde kullanmayı amaç edinen, Osiris Rahiplerinin, Mason tarikatlarının ve diğer tüm gizli ve açık tarikatların bilim-dışı yöntemleri birbirinin karşıtıdır. Tek tanrılı-ilahi dinlerin tümü şiddetle büyü ve büyücülere karşıdır ve onların ortadan kaldırılması için bilimi, usu savunur. “Masonluğun tarih boyunca dinle çatışmış ve her türlü din-karşıtı hareketin arkasında yer almış olmasının, sanırız bundan daha anlamlı bir sembolik kökeni de olamaz” ( Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templigue Salomonis, Temple of Jerusalem), Mehmet Akif Ardıç, www.gizliilimler.tr.gg.Admin)

UFO OLGUSU VE GİZLİ ÖRGÜTLERLE BAĞLANTILARI:
Son yüzyıl içinde, havacılık ve uzay bilgi ve teknolojisinin gelişmesine koşut olarak varlığı ve etkileri gözlenen UFO ve uzaylı varlıkların ortaya çıkışı, anlatılan nitelikleri ile büyü etkisi yaratarak insanları idealleri yönünde etkilemeyi amaçlamaktadır. Bazı topluluklar veya gruplar yaptıkları araştırmalar ve bilimsel çalışmalarıyla çok önde olurlar. Bu bilgi ve tekniklere sahip olanlar, sahip olmayan topluluklara üstün nitelikler taşırlar. Bu üstünlük, düşük uygarlık düzeyine sahip toplumun göz önünde tanrısal güç ve büyü olarak gözükür.


UFO olgusunun arkasındaki topluluk ve tarikatlar, Tapınak Şövalyeleri tarikatı gibi toplumda kendi egemenlik ve iktidarlarını , üyelerinin çıkarlarını sağlamak için kurulmuş, açık toplumlara karşı ve açık toplumun düşmanı gizli örgütlerdir. Yöntemleri tüm gizli örgütlerde olduğu gibi büyü etkisi yaratarak amaçlarına ulaşma biçimindeki yöntemdir: UFO gözlemleri ve sansasyonel iletileri, büyü etkisi uyandırma tekniklerinden başka bir şey değildir. UFO olgusu ve iletilerinin, düşünen ve biraz çağdaş bilim ve teknik bilgiye sahip insanların kavrayabileceği gibi , basit çağdaş bilim ve teknik yeni gelişmelerden başka bir gelişmenin olmadığı görülür. UFO olgularının arkasındaki topluluğun CIA ve benzeri istihbarat ve askeri güçlerle bağlantısının olduğunun söyleyebiliriz Bununla kalmadığını, satanizm gibi sapık tarikatlarla, uzay araştırmalarında bilim ve teknik eleman olarak çalışanlarla, birçok toplumların elit kişileri ile bağlantılarının olması olanaklıdır.




“Okült araştırmacısı James Shelby Downard, Assassination, and the Science of Symbolism” (Sihirbazlık, PASAKLI KIZ, Suikast ve Sembolizm Bilimi) adlı kitabında CIA'nın üst kademelerinde Sirius'a tapan bir kült olduğunu iddia eder. Bu CIA kültünün ayin yerlerinden biri, Kaliforniya’daki Palamar Gözlemevi'nin teleskop odasıydı. Downard'a göre, burada Sirius -askeri istihbarat kültü teleksopik olarak odaklandığı “Köpek Yıldızı”nın (Sirius) ışığının odaya gelmesi ile- eski Mısırlı rahipler gibi ritüellere başlamaktaydı. Amerikan Askeri İstihbaratından Albay Michael Aquino (Satanik “Set Tapınağı”nın başı) okültizmde Set'in Sirius'la eş değer bir tanrı olduğunu söylüyordu.


Anton La Vey'in (Asıl adı; Anton Lvey) “Şeytan Kilisesi”nin birçok üyesinin askeri çevrelerden geldiği bir sır değildir. Burada yeniden Sirius, okültizm ve askeri istihbaratın acayip birlikteliğini görüyoruz.”


Bazı araştırmacılar UFO'ların ve mürettebatlarının giysileri üstünde, “Üçgen içindeki göz” amblemine dikkat çekmişlerdir. Bazı “Kara Elbiseli Adamlar” da aynı amblemi taşıyorlardı ve “Üçüncü göz halkından” olduklarını söylüyorlardı.


Son yıllarda Belçika'da çok görülen UFO'lar içinde, her köşesinde bir ışık yanan üçgen şeklindeki uçan araçlar çok gözlenmiştir. Bu belki de 1997'de Phoeinx/ Arizona'da görülen dev gemi ile aynıydı. Medya'da bu “uçan üçgenler” UFO olarak tanımlanmışlardı, ama gerçekte ABD Hava Kuvvetleri tarafından üretilen “çok gizli” bir uçaktı.


Köpek Yıldızı, Sirius-Işık Lortları-Üçgen İçindeki Göz-İlluminati-Set-Isis-Süleyman Tapınağı, Davit Yıldızı-Tanrının İsrail'le ahidi-Kabala ve Föniks, bütün bu semboller dünya kökenlidir.


Başkan Clinton’un Beyaz Saray eski şefi John Podesto UFO dosyalarının halka açılması konusunda çaba göstermiş birisidir.


Eski Beyaz Saray Şefi John Podesta’nın UFO’lar hakkında ki Ulusal görüşü gayet açık. “Düşünüyorum ki uzun zamandır hükümetin UFO araştırmaları ile ilgili olarak karanlıkta bıraktığı soruların cevaplarının açığa çıkması zamanı gelmiştir.”

51. Bölge ile ilgili sorulduğunda , Podesta ; “Benim eğilimim gizlilikten yana deneme ve yanılma yerine açıklık ve şeffaflık tarafında olmak ve daha fazla bilginin başından sonuna kadar gözden geçirilmesinin harcanan emeğe değecek bir girişim olduğunu düşünüyorum.” 51. Bölge’nin UFO’larla ilgili gizli hükümet bilgilerini ve projelerini barındırıp barındırmadığına dair sorusuna ise Podesta; “Buna evet diye cevap verebilirim” dedi.


General Clemence McMullen Forth Worth’ten General DuBose’u arar ve ondan 8. Hava Kuvvetleri Komutanı General Roger Ramey’yle temasa geçmesini ister. Ramey yeni bir hikaye uydurarak uçan daire hikayesini örtbas etmelidir.


Bunun üzerine General Ramey Forth Worth Üssü’nde bir basın toplantısı düzenleyerek Roswell yakınlarında düşen cismin bir uçan daire değil, meteoroloji balonu olduğunu söyler. Binbaşı Marcel’in bulduğu esrarengiz madde meteoroloji balonu parçalarıyla değiştirilir ve Marcel’e bunlarla birlikte basına poz vermesi emredilir.


UFO TOPLULUĞUNUN FİZİKSEL VE ANLIKSAL ETKİLEME YÖNTEMLERİ:
UFO ve uzaydan geldiklerini ileri süren topluluğun insanlar üzerinde doğrudan birtakım deneyler yaptıkları, kendilerini kaçıran kişilerin tanıklıklarıyla anlatılmaktadır. Bu deneylerin amacı bilimsel bilgiye erişmek gibi görünse de, insanların üzerindeki büyü etkileri ile istedikleri gibi her türlü isteklerini elde etme amacı güttükleri görülür. Mikroçiplerle anlığı, anlığa bağlı insanları denetim altına alma çabaları vardır.


“ Kaçırılanların maruz kaldığı fiziksel müdahaleler önemlidir. Bu insanlar , vücutlarında ortaya çıkan kesik , çürük ve yara izlerinin gemide yaşadıkları işlemler sonucu ortaya çıktığından şüpheleri olmadığını söylüyorlar. Ayrıca bir çok kadın tanık , kaçırılmadan önce hamile olduklarını , gemide uygulanan işlemlerden sonra hamileliklerinin sona erdiğini belirtiyor. Bu deneyimleri yaşayan bir çok kişi , sonraki yaşamlarında elektrikli aletlere dokunduklarında bu aletlerin düzgün çalışmamaya başladığını görmüş. 

Kaçırılma olaylarında sıkça rastlanan bir durum da , uzaylıların bir takım izleme aygıtlarını bu insanların vücuduna yerleştirmeleri. Bu aygıtlar özellikle kafatasının içine yada burun gibi bölgelere yerleştiriliyor. Böylece temas kurdukları bu insanları 24 saat izleyebiliyorlar. Bu aygıtlar deri altına yerleştirilen küçük modüllere benziyorlar .Bazı vakalarda bu türden izleme aygıtları bulunmuş ve elektro mikroskobik ortamda analizleri yapılmıştır.”(Yakın Temas, www.siriusufo.org.tr)


Uzaylılar tarafından kaçırılma olaylarıyla ilgili raporlarda bahsedilen ortak noktalardan biri de, uzay gemilerine alınan kişilerin birtakım fiziksel testlerden geçirildikleri ve vücutlarına ince, uzun iğnelerin enjekte edildiğidir. Bu iğnelerin ucunda, kimi zaman 0.25 cm.den daha az bir çapa sahip, ince metalik toplar bulunmaktadır. Vücuda enjekte edilen bu iğneler çıkarıldığında uçlarındaki topların yerinde olmadığı görülmüştür. Kaçırılma deneyimi yaşayan kişiler, “mikroçip” adı verilen bu parçaların burunlarına, kulaklarına, sinir uçlarına ve hatta göz kapaklarına yerleştirildiğini söylemektedirler. “


Elektronik dalgalarla düşünceleri etkileme ve yön verme, insanlar ve toplumlar üzerindeki egemenlik ve iktidarlarını sürdürme amaçlarını, görüştükleri bazı kişilere ileri tekniklerini ve uygarlıklarını amaçlı olarak anlatırken anlamak olanaklı olmaktadır.


“Akon
“Bizler sıvı Işık aracılığıyla iletişim kuran ve tüm Dünyalılara yüksek yapıda bilgiler ve düşünceler yollayan varlıklarız. Yeterince gelişmiş ve algılayıcı bireyler bu yüksek düşünce dalgalarının alıcısı olabilir. Böyle yaparak da, mesajlarımızın başka kimselere psişik, fiziksel, duygusal ve akılsal düzeylerdeki aktarıcısı haline gelirler. Bu, bireylerin özgür iradelerine müdahale etmeyen plandır. Çünkü, her bir birey, bu bilgileri istediği gibi kabul ya da reddetme hakkına sahiptir. Biz yüksek bilincin aktarıcılarıyız ve çağlardır sahip olduğumuz bilinen tüm bilgeliği sizinle paylaşmaktan dolayı mutluyuz. Bu şekilde, Dünya çok ama çok uzun bir zamandır eğitim zeminlerimizden biri olmuştur ve bizim Dünya gezegeninde epey sorumluluğumuz vardır.” .”(Yakın Temas, www.siriusufo.org.tr)


Yukarıdaki anlatılanlar aldatmacalarla birlikte, insan anlığının üzerindeki etki güçlerini ve etkilemelerini apaçık dile getirmektedir. Bu teknikte ileri bir uygarlık ve etkilenecek bir durum yoktur.Bilimsel ve teknik bir bilginin ortaya konmasından başka bir şey değildir. (Bknz Bireysel ve Toplumsal Duygulanımların Nedenleri ve Sonuçları (1), www.iinci.blogspot.com )


Büyük Örgütlerin Diğer örgütler üzerinde etkileri:
Gizli örgütler ve tarikatlar üzerine araştırmalar yapan birçok yazarın ortak görüşünde olduğu gibi, dünya üzerinde egemenliklerini kurmak ve sürdürmek isteyen büyük örgütlerin alt örgütleri denetimleri ve etkileri altında tuttukları ve yönlendirdikleri gerçektir. Bu gerçeğe bağlı olarak İlluminati ve UFO gibi örgütlerin, dünya çapında gizli ve etkili örgütlerin, üzerinde durduğumuz UFO bağlantılı topluluğun NATO gibi askeri kuruluşları, İtalya’da Gladyo, Türkiye’de Ergenekon gibi gizli örgütleri etkilediği ve yönlendirdiğini görebiliriz.


Bu tip gizli örgütler sınırsız güç arayışında oldukları için, parasal kaynakları denetimleri altına alacaklar, kaçınılmaz olarak kendi mafyalarını kendileri kurarlar veya varolan mafyayı kullanırlar. Varlıklarının nedeni olan gizlilik, toplumun yasalarını değil kendi yasalarını uygulamaları, onları yasa dışı eylemlere yöneltir, çeteleşir, mafyalaşırlar ve toplum dışı topluluk olarak varlıklarını sürdürür duruma gelirler.


“ Bu teşkilatlar kara paranın ve uyuşturucu ticaretinin de tamamen içindedirler. Önemli makamları ve sınırlar ötesi kilit noktaları kontrol ettikten sonra uyuşturucu trafiğini yönlendirmek hiç de zor değildir. Var olan mafya ve büyük işadamlarının bu gizli örgütlerden sıcak kara para nedeni ile yardım istemeleri de kaçınılmazdı: sonuçta tüm ekonomiyi bu gizli mafyöz örgütler yönetir. Bu örgütler dünyada artmakta olan 1 – 1.5 trilyon dolar uyuşturucu parasını kayıtsız şartsız kontrol ederler. Ayrıca bu para, beyaz kadın ticareti, silah ticareti, ilaç endüstrisi,petrol endüstrisi ile iç içedir. Tıpkı dizide anlatıldığı gibi mafya piyondur, bu örgütler ise sistemin patronlarıdırlar.”

TOPLULUK(CEMAAT) BİLİNCİ VE TOPLUM BİLİNCİ:
Doğa üstü, doğa ötesi ve doğaya egemen gizli bir güç ve olgu yoktur. Tüm bilinmeyen, gizli ve gizil olgular bilimsel araştırma ve çabalarla açıklanabilir. Bu nedenle, gizli güçlere, doğa üstü olgulara birtakım usa, mantığa, bilimsel bilgiye aykırı ayin ve törenlerle ulaşmak büyük bir yanılgıdır. Doğanın güçlerinin sırlarına ve doğaya egemen olmak ancak bilimsel bilgiye ulaşarak olanaklıdır.


Kurulan tüm gizli ve açık örgütler ve tarikatlar, topluluklar toplum içinde, topluma karşı kuruluşlardır. Açık toplumların birer düşmanı durumundadırlar. Bireylerde Topluluk bilinci yerine Toplum bilincinin geliştirilmesi gerekir. Tersi durumda toplumsal yaşama biçiminin bozulması, karmaşanın egemen olması bir sonuç olarak kaçınılmazdır. (Bknz. Topluluk (Cemaat) Bilinci ve Toplum Bilinci, www.iinci.blogspot.com )






İsmail İNCİ, 06/08/10/2010
www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com






                                          Efes Meryem Ana. Dilek duvarı









11 Temmuz 2010 Pazar

KÜRT SORUNU VE TERÖRÜNÜN OLASILIK DÜZEYİNDE DEĞİL NEDEN-SONUÇ, ZORUNSALLIK (BİLİMSEL) DÜZEYDE ELE ALINMASI ÇALIŞMASI

SİYASAL BİR OLGU OLARAK KÜRT TERÖRÜ VE KÜRT SORUNU





Yirmi beş yıldan fazla bir süredir süren Kürt terörü ve Kürt sorunu, bizim dışımızda, bize baskı uygulayan ve değiştiremeyeceğimiz, varlığı bağımsız, bitmeyecek sosyolojik bir olgu mudur, yoksa siyasal bir hareket olarak siyasal ve ekonomik yönleri olan bir olgu mudur?


Toplumsal fenomenler asla bütünü ile yok edilemez gerçeklerdir. “ Birey üzerinde dışarıdan bir baskı uygulama yetisine sahip veya bireysel tezahürlerinden bağımsız olarak kendisine ait bir varoluşa sahip olup toplumun bütününde yaygınlık kazanıp genelleşmiş, sabit veya değil her eyleyiş biçimi toplumsal olgudur”.(s.67), Emile DURKHEİM, Sosyolojik Yöntemin Kuralları.


Toplumsal olgu, bireye dışarıdan kendini kabul ettirmek için baskı uygular, ancak birey bu olguyu benimsemiş ise bu baskıyı hissetmeyebilir. Bu nitelik toplumsal olguların diğer bilimlerin özellikle de doğal bilimlerin olguları ile önemli ayırıcı özelliğidir. Bu bağlamda toplumsal olgularla mücadele ederek onları değiştirme yeteneğini birey ortaya koyabilir. Diğer bilimsel olgular da bu nitelik görünmez. Doğal bilimlere ilişkin yasalar ve ilkeler değiştirilemezler, onlara ancak uyum sağlanır. Toplumsal ilke ve yasalar ise insanın istencine bağlıdır, niteliklerinin bilincine ulaşılarak değiştirilebilirler. Bütünü ile toplumdan yok edilemezler ise de yok denilecek değin azaltılarak değiştirilebilirler. Suç olgusu örneğinde olduğu gibi.


“(insanın)…şeyler üzerindeki gerçek saltanatının ancak bu şeylerin kendilerine ait bir doğası olduğunu kabul ettiğinde ve şeylerin ne olduğunu bizzat kendilerinden öğrenmeye kalktığında kurulabileceğini göstermiştir.”(s.39), Emile DURKHEİM, sosyolojik Yöntemin Kuralları.


Toplumsal olguların özgüllüğü vardır ve kendi içinde araştırılıp açığa çıkarılması gerekir. Toplumsal olguların özgüllüğü içinde ele alınması önemli ise de bu olguların temel nedenleri diğer bilimsel disiplinlerin ilkeleri ile de açıklanması gerekebilir. Ekonomik ve psikolojik,tarihsel, siyasal ve hukuksal ağırlıklı toplumsal olgular, bu disiplinlerin toplum ile bağıntılı ilkeleri ile açıklanması doğru bilgiye götürür. Bu toplumbilimin kendine özgü ayırıcı özelliğinden ileri gelir. Burada toplumsal olgu gerçeği dışlanmamalı, ancak diğer insansal bilimlerin yasa, kuram ve ilkeleri içinde kalıyorsa, bu doğrultuda uygun yöntemlerle akıl yürüterek gerçeği araştırmak gerekir.


Kürt Terörü ve yarattığı Kürt Sorunu sonradan ortaya çıkan, yakın geçmişte bir başlangıcı olan ve başlangıcı olan her şeyin sonunun da olması kaçınılmaz olduğu için, sosyolojik bir olgu değildir. Ancak Kürt toplumunun varlığı sosyolojik bir olgu olarak ele alınabilir. Kürt terörü ve Kürt sorunu olgusu daha çok siyasal bir olgudur. Ekonomik ve eğitim yönleri de olan, sosyolojik varlığı yadsınamayan siyasal bir olgudur. Siyasal istençle de çözümlenecek bir olgudur. Kürt toplumu olgusu bütünü ile yok edilemez ise de, terörü ve yarattığı sorunları yok edilebilir.





KÜRT TERÖRÜNÜN VE SORUNUNUN NEDENİ:
a) İç Nedenler:

Kürt terörünü yaratan PKK adlı bir Kürt örgütüdür. Bu örgütün isteği ve amacı “demokratik özerklik” ve federatif bir yönetim elde etmektir. Bu istek ve amacının tüm Kürt halkının amaç ve isteği olduğunu ileri sürmekte, bölgede yaşayan tüm Kürt toplumu ile bu siyasal olguyu özdeşleştirmek istemekte, bu yönde bir çelişki olarak, bölgede kendi halkı üzerinde de terör uygulamaktadır. Bu yapısı ile siyasal bir Kürt hareketi olarak, kendi halkı tarafından benimsenmediğinden Kürt terörü ve sorununun temel nedeni olarak
görülmektedir. Bu niteliği ile örgüt ve neden olduğu sorunlar bugün tüm Avrupa ülkelerinde de kabul edildiği gibi, siyasal bir hareket değil terör olarak görülmektedir. Bu niteliği ile, hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyen bir siyasal hareketin varolması olası değildir. Diğer ülkeler daha çok Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt Yönetimini savunup korunuyor görünümdedir.

Bir toplumun ulusal devlet kimliği ile ortaya çıkabilmesi için, tarihsel bir geleneğinin ve tarihinin olması gerekir. Böyle bir yeteneğin varlığı çok yaşamsal önem taşır. Şimdiye değin böyle bir tarihi olmamışsa ne olur, önemli değil diyerek önemsenemez. Salt şiddetle, vahşi, inatçı bir doğa ile devlet kurulamaz ve olunamaz. Devlet olabilmek için, devlet olduğunu kabul edecek, varlığına karşı koymayacak diğer devletler gerekir. Güney Afrika, Nijerya, Gana, Angola..vb gibi bir Afrika ülkesi ulus devlet olma yeteneğini, göstermişse bu niteliklere sahip koşulları yaratma beceri, yetenek ve güce sahip olmuş olmasındandır. Bu siyasal gerçeklikler göz önüne alındığında İsrail devletinin dahi henüz bir devlet olma yeteneği, 2000 yıl öncesi böyle bir tarihe, deneyim ve yeteneğe sahip olmuş olmasına karşın, ortaya çıkmış değildir. Çünkü o topraklarda tutunacak devlet olma yeteneği, 2000 yıl mason örgütlenme yaşama biçimi nedeni ile körelmiş gözükmektedir.
Bu aşamada Kürt siyasal olgusunun başarılı olabilmesi bölgede İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bu olguyu olumlamasına bağlıdı


b) Dış Nedenler:


Kürt ve Türk halklarının bin yıllık ortak yaşamdan, ortak ve benzer kültürden, din birliğinden gelen kaynaşmışlığını bozmak isteyen dış düşman güçler vardır. Bölgenin jeopolitik önemi, su ve yer altı kaynaklarının zenginliği, bu bölgede yapılan dünya çapında bir proje olan GAP projesi ve yatırımları, bölgenin önemini çok arttırmıştır.

1940’tan 1970’e kadar yatırım yapılmayan bu bölgeye GAP projesi ile birlikte 1970’ten sonra yatırımların da projelendirilmesi ile birlikte Kürt sorunu ve terörünün ortaya çıkması rastlantı değildir. Bölgede kışkırtma ve ayaklandırma çalışmalarının bir sonucudur. Atalarının Türk soyadını benimsediği kişilerin Kürt sorununun başını çekmesi de olayların rastlantısal olmadığını gösterir.


Kürt terörünün tüm halkı ve tüm yurttaşları etkileyen olayları, Kürt kimliğinin bir niteliği, ilineği olarak ortaya çıktığından, iki toplum arasında ortak yaşama, dayanışma istekleri, güveni kalmamaktadır. Bunun sonucu etnik bir ayrışma, soyutlama ve dışlama kendini göstermektedir. Bu ise Türk halkının olduğu kadar, Kürt halkının da zararına bir gelişmedir. Türkiye ve dostlarının düşmanlığını kazanan Kürt toplumu Kuzey Irak’taki varlığını da tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle terör ve yarattığı sorunlar, kendine yaşama alanı bulmuş olan Kuzey Irak Kürt Yönetiminin varlığını da tehlikeye sokmaktadır.


Türkiye Cumhuriyeti devleti diğer azınlık yurttaşları ile birlikte bir bütün olarak bu istek ve amaca şiddetle karşıdır. Demokratik özerklik ve Federatif yönetim istekleri ve amaçlarının sonucunda daha genişletilmiş isteklerin ortaya çıkması mantıklı bir sonuçtur. Taraflar arasında ortak ilkelerde (ortak öncüllerde) hiçbir anlaşma bulunmadığı için tartışma ve görüşme olanağının (mantıksal çözümlemelerde bulunmanın ve sonuca gitmenin) olanağı bulunmamaktadır.


KÜRT TERÖRÜ VE SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN ALINMASI GEREKEN TUTUMLAR:  
Kendisi aynı zamanda yıllarca devlet yönetiminde görev almış deneyimli bir siyaset insanı olan Niccolo MACHİAVELLİ’NİN, “Prens” adlı araştırmasında, bir siyasetçinin devleti yönetirken, yönetmekte olduğu toplumun ayrı uyruklarından, dili ayrı fakat geleneği, göreneği, dini inancı aynı olanlar üzerine düşünceleri şöyledir:


Uyrukların başarılı yönetimi genel dışında özel koşullarında” savaş koşullarını” taşır. Uyrukların dili ayrı, geleneği, göreneği, inancı(dini) aynı ise, yönetimi, ve bağlanmaları ve egemenlikleri kısmen daha kolaydır.


a) Halkın eski alışkanlıklarına dayalı adaletli, normal yaşamlarının sürmesi sağlanmalıdır.


b) Yönetimin gücünü aşan güç kazanmalarının ve başka güçlerin korumacılığının ortamına izin verilmemelidir.


c) Egemenlikten ayrılış kalkışmalarının elebaşları yok edilmelidir. Yönetimin gücüne zarar verecek biçimde ayaklanmadan ezilmeleri gerekir.


Machiavelli’nin bu siyasal çözümleri, sorunu siyasal çözmek için önemli deneyimlerdir. Bu deneyimlerden, “eski alışkanlıklarına dayalı adaletli, normal yaşamlarının sürmesi sağlanmalıdır maddesi, demokratik, insan hak ve özgürlükleri ile koşut bir koşuldur. Bu maddede belirtilen siyasal deneyim, şu anki hükümetin “ Demokratik Açılım” siyaseti ile uygun düşmektedir. Ancak bu siyasetin salt bir uyruk (azınlık)için ele alınıp, hedef dolarak gösterilmesi, hem diğer uyruklar(azınlıklar) için adaletsizliktir, hem de, b) maddesindeki deneyim ile çelişki içerir.


Tüm azınlıklar toplum içinde, diğer azınlıklarla aynı haklara sahip olmalıdır. Yurttaş olarak devletin diğer tüm yurttaşları ile aynı haklara sahip olmalıdır.” Demokratik bir açılım yapılacaksa “ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle” uyumlu tüm toplum için “demokratik açılım” gerçekleştirilmelidir.
Kürt toplumunun bireyleri toplumun diğer bireyleri ile aynı haklara sahiptir: Seçilebilmekte, en üst makamlara gelebilmektedirler, istediği yöneticiyi seçebilmektedirler…


Ancak bu siyasal haklar; ayrı, özerk bir yönetim hakkı tanımak, vermek demek değildir. Bu açıdan bakıldığında her azınlığın özerk bölgesi olması gerekir bu kabul edilmeyen tutumdur. Türklerin Yunanistan, Bulgaristan, İran, son yıllarda Avrupa’da işçi olarak giderek oluşturduğu azınlık nüfusunun federatif yönetim isteğinin bulunmaması gibi.


Buradaki ayrımlılık, Kürt nüfusunun kendi özyaşam alanın hiçbir coğrafyada bulunmamasıdır. Her topluluk kendinin varlığını sürdüreceği bir özyurdunun olmasını ister. Ancak buna gücü yetmez. Tarih bazen fırsatlar verebilir. Kuzey Irak bölgesel yönetimi Kürt toplumu için büyük bir fırsattır. Ancak bu bölgede de ulus devlet olarak yaşama tarihsel fırsatını, Irak’ın işgalinden sonraki dağınık, düzensiz yapısı, bölge ülkelerinde yaptığı terör hareketleri ile elinden kaçırmış bulunmaktadır. Türk devletinin Irak’ın işgalinde bu bölgeye girmeyi reddederek Kürt terör ve sorununu bütünü ile yok etme fırsatı ve yeteneğini çok daha önceden göstermediği gibi.


KÜRT SORUNUN SOSYOLOJİK VE EKONOMİK OLGU OLARAK ÇÖZÜMLERİ:
Kürt sorununu salt siyasal bir sorun olarak görerek çözüm yollarını uygulamak yetersizdir, toplumsal (Sosyolojik) bir olgu olarak da inceleyerek çözmek gerekir. Sorun sosyolojik olarak ele alınarak çözüm aranırken, olgunun toplumun hangi evrim aşamasında hangi toplum türü içinde olduğunun belirlenmesi gerekir.


Kürt olgusu, toplumsal biçim olarak türü içinde incelendiğinde, eğitimsiz, ekonomik gelişmesi tarımsal düzeyde, aşiret toplumu türünün özelliklerine bağlı olduğu görülür. Bu belirlemeye, gözleme bağlı olarak sorunun toplumbilimsel olarak çözümü için:


Bölgenin aşiret yapısı ortadan kaldırılmalıdır.


Bölge halkının eğitim düzeyinin yükseltilmesi gerekir.


Ailelerin ekonomik yaşamlarını sürdürecek durumda olmaları gerekir.


Terör örgütüne eleman bulmada engeller oluşturmak için eğitim ve iş olanaklarının bölgede oluşturulması gerekir. Diğer bölgelerde ekonomik zayıflıkları kullanan bir terör örgütünün bulunmaması bu bölgede bölgenin yapısına uygun ekonomik gelişmelerin hızlandırılmasını gerektirmektedir.


Bölgenin ekonomik yapısına uygun olarak hayvancılığı bağlı ekonomik yatırımlar yapılabilir; tarım ve hayvancılık ürünlerine dayalı sanayinin geliştirilmesi için çalışılabilir.


TERÖRÜN VE SORUNUN SON AŞAMASI:
Kürt terörünün tüm halkı ve tüm yurttaşları etkileyen olayları, Kürt kimliğinin bir niteliği, ilineği olarak ortaya çıktığından, iki toplum arasında ortak yaşama, dayanışma istekleri, güveni kalmamaktadır. Bunun sonucu etnik bir ayrışma, soyutlama ve dışlama kendini göstermektedir.


Terörün halkın içinde de iyice yayıldığı son aşamasında etnik ayrışma ve temizlenme de son aşamasına varır. Bu aşamada tüm Türk kimliğin Kuzey Irak’ta hapsedileceği bir eylem planı gerçekleşebilir.
Savaş ortamının koşulları ile barış ortamının koşulları birbirine karşıttır. Hak ve adalet kavramlarının yerini, savaş ortamında güç, yetenek, teknik alır. Güçlü ve kazanma yeteneği olan kazanır.
Bu açıdan karşılaştırma yapıldığında TC’nin istek ve istenci yönünde siyasal olguların gerçekleşeceği görülür.


Burada önemle üzerinde durulması gereken algısal gerçeklik (somut gerçeklik), toplumsal ve siyasal olguların, bilincine varılarak onların değiştirilebileceğidir.

İZLENMESİ GEREKEN GENEL İLKELER:
a) Kürt terörü örgütünün örgütleyici ve eylemlendirici tüm örgüt elebaşlarının, siyasal alanda etkinlikte bulunan başkanları da içinde bulunmak üzere ele geçirilerek etkisiz duruma getirilmesi zorunludur.
b) Kürt halkının üzerindeki baskının oradan kaldırılması için devletin varlığının yasalar çerçevesinde kendini kabul ettirmesi, bölge halkının devlete olan güvenin sağlanması gerekir. Kürt yurttaşların kendi kurdukları ve diğer kişilerin kurdukları partilere üye olma, seçilme ve seçme ortamı sağlanmalıdır.
c) İnsan hak ve özgürlüklerini, Kürt ve diğer azınlıklar da dahil tüm yurttaşlar arasında ayırım gözetmeden tüm yurttaşların daha mutlu olacağı yönünde geliştirmek gerekir.
d) Bölgede her türlü yabancı istihbaratın örgütleme ve kışkırtma çalışmalarına karşı önlem alınmalı, duyarlı olarak çalışmalıdır.
e) Federatif-demokratik özerk yönetim isteklerinin Kuzey Irak’taki yerel yönetim bölgesi üzerinde gerçekleşebileceği gerçeği yönünde yönlendirmelerde bulunulmalıdır.






İsmail İNCİ, 11/07/2010


www.iinci.blogspot.com
bgi.inci@mynet.com
bgi.inci@hotmail.com

SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...