30 Eylül 2011 Cuma

DOLAR VE ALTININ GELECEKTEKİ DEĞER DEĞİŞİMLERİ




ALTIN VE DOLARIN DEĞERİNDE 

ALÇALIŞ VE YÜKSELİŞLER: DOLAR VE 

ALTININ KÜRESEL DEĞİŞİM ARACI 

OLARAK DEĞERİNİN BELİRLENMESİ VE 

DÜNYA EKONOMİSİNE ETKİLERİ 




Ekonomik Değerlerin Piyasa Türleri:
Ekonomik değerler üç tür piyasa oluştururlar. a) Mal ve hizmetlerin oluşturduğu, ürün piyasaları, b) Arazi, konut..vb taşınmazların  oluşturduğu gayrimenkul veya emlak piyasaları, c) Bu iki piyasa değerlerini kaydi olarak temsil eden değerlerin oluşturduğu mali piyasalar. Mali piyasalar da, piyasa içinde kullanılan araçların varlıklarına bağlı olarak para piyasaları (döviz piyasası) ve  menkul değerlerin oluşturduğu menkul değerler (hisse senedi, tahvil, bono..vb) piyasalarıdır .

Piyasaların Reel ve Spekülatif Değerlenmeleri:
Tüm adı geçen bu piyasalarda gerçek(reel) değerin oluşması, gereksinmelere bağlı olarak ortaya çıkan arz ve taleplerin toplamına bağlıdır. Ancak, aşırı kar ve çıkar eylemleri tüm piyasalarda yapay(spekülatif ) arz ve talep toplamları oluşturarak gerçek değerin yerine spekülatif değerin piyasalara egemen olmasına neden olurlar.

Ürün piyasalarında ürünlerin gerçek değerlerini ortaya çıkaran arz ve talep yapısının piyasada egemen olmasını sağlayacak koşullar yasalarla düzenlenmiştir. Özellikle haksız kazançların büyük ölçüde nedenleri olan karaborsacılık ve tekelcilik çağdaş piyasalarda yasalarla yasaklanmıştır. Toplumun ekonomik yapısını, düzenini bozan ve toplumsal adaletin yerine getirilmesinde sorunlara yol açan bu ticari eylemleri önleyecek hukuk düzeni kurulmuştur.

Ürün piyasalarında reel piyasanın oluşumu yasalarla sıkı olarak disipline edilerek düzenlenebilmiş olmasına karşın, çağdaş toplumlarda çok genişlemiş olan ve çok büyük ölçülerde işlemler yapılarak ekonomik yapının çok büyük bölümünü oluşturan mali piyasaları-menkul değerler piyasaları- disipline edebilmek çok büyük zorluklar taşımaktadır. Bu piyasalarda spekülasyon yaparak arz ve talep toplamlarının değiştirilmesini önlemek, piyasanın reel olarak değerinin oluşumunu engelleyen spekülatörlerin eylemlerini yasal sınırlarla engellemek çok güçtür.

 Mali piyasalarda, özellikle şirketlere kaynak sağlayan hisse senetlerinin menkul değerler piyasasında alım satımları, şirketlerin ürünlerinin ürün piyasalarındaki değerlerinin gereksinmeleri karşılama kapasitelerinin çok üstünde veya çok altında, menkul değerleri yönlendirilerek oluştuğu görülür. Bu piyasalar, şirketlerin ürün piyasaları ve gayrimenkul piyasaların reel değerlerinden uzaklaştığı, rekabetin kurallarının salt daha fazla kar elde etmek olduğu, apayrı bir dünyalardır.

Mali Piyasaların Spekülatif Değerlerinin Ekonomi Üzerindeki Olumsuzlukları:
Denetimi tam olarak sağlanamamış, kuralları konularak disipline edilememiş bu piyasaların ekonomilerin zenginliklerinin ölçüsü olarak görülmesi büyük yanılgıdır. Bu piyasalar, ürün piyasaları ile bütünleşik olarak kendi reel değerlerini yansıtabildikleri ölçüde ekonomilerin gücünün göstergesi olurlar. Bu piyasalarda spekülatif değer oluşumları, çoğu zaman ekonomilerde finans krizi olarak ortaya çıkar. Menkul değerler piyasasına bağlı olarak elde edilen karlarla yapılan harcamalara dayanan ekonomiler, gerçek ürün üretmeyen piyasalar durumuna gelme gerçeği ile yüz yüze kalırlar.  Üretmeyen, salt menkul değerlere dayanan gelirler, ani borçluluk durumlarına, ani yoksullaşmalara, ekonomik çöküntülere neden olurlar. Menkul değerler piyasalarında oluşan ürünlerin (araçların) değer değişmelerinin etkileri, mal ve hizmet ürün piyasalarında olduğu gibi kısa süreler içinde, aşamalarla kendini toplumda göstermez. Bu nedenle önlem alınmasında gecikmeler olur, ekonomileri bozucu etkileri ekonomik kriz niteliği taşır.

ABD ‘de ipotekli konut kredilerine(mortgage) bağlı olarak çıkan, 2006 yılından başlayarak Avrupa ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz mali piyasalarda oluşan bir krizdir ve sonuçta ürün piyasalarını da etkilemiştir. Menkul değerlerin, aşırı ve daha fazla kar elde etmek için spekülatif olarak reel değerlerinden uzaklaştırılması, çok güçlü görünümde alan bu piyasanın gerçek değeri ile yüzleşmesi sonucu, üretmeden aşırı tüketen bir ekonomik sistemin iflasıdır. Mortgage mali piyasalarında menkul değerlerin spekülatif olarak değerlerinin oluşturulduğu analizlerle açık olarak ortaya konulmuştur. Abartılan, gerçeği (reel değeri) yansıtmayan değerlemeler, komisyoncular ve ekspertizler tarafından artırılan komisyon primleri, kredi başvurularında yapılan değişikler, sahte kredi belgeleri, yapılan dolandırıcılıkların, sahtekârlıkların bazılarıdır. Spekülatörler tarafından 20.000 dolara satın alınan konut, değerlemesi hileli şekilde 80.000 dolara yapılmış, bu değerleme sonucunda sahte satış işlemiyle konut bedelinin % 80’i olan 64.000 dolar kredi kullanan spekülatör 44.000 dolar kar etmiştir. Kriz çıktıktan sonra icra yoluyla gerçek değeri 20.000 dolara satılan bu konuttan banka 64.000 dolar kredi kullandırdığından 44.000 dolar zarar etmiştir. 

Bugün Avrupa Birliği ülkelerinin bir çok ekonomisinde görülen durgunluk ve kamu açıklarının önemli nedenleri arasında, menkul değerler piyasalarında yapılan spekülatif değerlemeler, bu değerlemelerin yapıldığı açığa satış işlemleri, sonuçta üretmeden yapılan aşırı harcamalardır.

Menkul Değerler Piyasalarında Alınacak Önlemler:
Ülkeler ekonomik faaliyetlerini reel değerleri ile yürütebilmek için, mali piyasalarında, ürün piyasalarının reel değerleri ile uyumlu reel değerin oluşmasını sağlamaları gerekir. Ortaya çıkan reel değere göre üretim ve harcamalarını düzenlemeleri, faaliyetlerde bulunmaları, ekonomik krizlerden çıkmak için izlenmesi gereken yoldur.

Ekonomilerin gerçek değerinin oluşabilmesi ve doğru çalışabilmesi, sonuçta ortaya çıkacak ekonomik krizlerin önlenebilmesi için, ürünlerin değerlerinin oluştuğu piyasalardaki sıkı ekonomik faaliyetleri düzenleyen hukuki düzenlemelerin bu piyasalarda da yapılması gerekir.

Para Piyasalarında Spekülatif Hareketler ve ABD Doları:
Para piyasalarında da spekülatif değerlemeler çok görülür. Özellikle ABD doları üzerinde yapılan spekülatif değerlemeler çok sık yapılmakta, bunun sonucunda dünya ekonomilerinin üzerindeki dengeler bozulmaktadır.

Amerikan dolarının değerinin son günlerde yine aşırı olarak değer kazandığı görülmektedir. Dünyanın en çok borçlu ülkesi olan, cari açığı GSYİH’nın %6’ nı bulmuş olan bir ülkenin parasının değerlenmesi doğrudan, açık olarak yapılan spekülatif bir değer kazandırmadır. Dünya piyasalarında da aşırı olarak bollaşan doların değerinin devalüe edilmesi gerekirken, kurunun yükselmesi spekülatif bir hareketten ileri gelir.

1960 yılların başında olduğu gibi zaman zaman ABD’nin spekülatörlere ve sanayileşmiş ülkelere telkinleri ile ABD dolarının altın fiyatları sabitlenerek aşırı değerlenmesi sağlanmaktadır. Zaman zaman da doların piyasalarda bollaştığı ileri sürülerek,  altına yönelişle altın fiyatları artırılarak doların değeri düşürülmekte veya doların aşırı değerlenmesine karşı ABD,  dolar yönünden rezervleri zengin ülkelere telkinde bulunarak doların devalüe edilmesini sağlamaktadır.

Doların Dünya Piyasalarında Ortak Değişim Aracı Olarak Görülmesi:
Doların üzerinde aşırı olarak spekülatif değerlemeler yapılmasının nedeni doların dışsal etkiye sahip olmasındandır. Bir para biriminin dışsal olması, ortak değişim aracı olarak kullanılmasıdır. Bir paranın ortak değişim aracı olarak kullanılmasının temel kuralı: Sanayileşmiş ülke ile sanayileşmemiş veya sanayileşmekte olan ülkeler arasında sanayi malları ticaretinde, ihracat yapan ülkenin para birimi daha yaygın olarak kullanılır. Bu kural gereği dünyanın en büyük sanayisine sahip ABD’nin para birimi dolar, doğal olarak ortak para birimi olarak kullanılma yeteneği taşır.

Doların dış piyasalarda aşırı bollaşmasına rağmen devalüe edilmeyerek, tersine değerinin yükseltilmesi, doların dünya piyasalarında mal ve hizmet dolaşımında ortak para birimi olarak kabul edilmesidir. Altının ise dünya ekonomisinde dolaşım aracı olarak kullanılabilmesi, dünyada sınırlı miktarda oluşu nedeniyle olanaklı değildir.

Doların bu niteliğinin gereği olarak değerlenmesi dünyanın en büyük borçlu ülkesi olan ABD için, borçlarının ödenmesini kolaylıklar getirişinden büyük bir fırsattır. Üretim, dışsatım ve harcamalarının yapısı ile borçlarını ödenme sıkıntısı içinde olan ABD için, dolardaki kur artışının desteklemesi doğru bir karardır. Bu kararların uygulanmasında da dünya şirketleri, sanayileşmiş ülkeler de oy birliği ile ABD’nin yanındadırlar.

Doların Spekülatif Değerinin Oluşmasının Zararları:
Doların dünyada tek bir değişim aracı olarak kabul edilmesi, spekülatiftir ve geçicidir. Bu spekülatif olarak değerleme, dünyanın en borçlu ülkesini, üretmeden, dışsatım yapmadan salt dolar enjekte ederek ekonomisini yürütme alışkanlığına sokar. Bu ise çürük bir ekonomik yapıyı ortaya çıkarır ve ekonomik kriz kaçınılmazdır.

Doların reel (gerçek)değerinin üretime, ülkelerin ABD mal ve hizmetlerine olan taleplerine bağlı olarak oluşması gerekir. Spekülatörlerin yapay değerlendirmeleri geçicidir. Bir paranın gerçek konvertibilitesi temsil ettiği ürünlere olan talep ile ortaya çıkar. Doların gerçek değeri de, geçmişte ABD’nin sanayileşmedeki gücü ile ortaya çıkmıştır.

Dolardaki spekülatif kur artışları diğer ülkelerin harcamalarında, borç ödemelerinde, gelirlerinde, dışsatımlarında dengelerin bozulmasına ve ekonomilerinde enflasyon artışına neden olur. Dünya şirketlerinin aldığı kararlarla, spekülatif hareketlerle oluşan bu ekonomik olgunun doğru yönde değiştirilmesi gerekir.

Gelişen Ülkelerin Para Birimlerinin Değişim Aracı Olarak Kullanılması:
Sanayileşen, gelişen her ülke, ticaretinin bir kısmını, kendi para birimi ile gerçekleştirebilir; kendi para birimi karşısında doları devalüe ederek, aşırı değer artışını önlemesi gerekir. Dünyada tek bir para biriminin ortak kullanım aracı olarak kabul edilmesi, gelişmekte olan, sanayileşen ülkelerin para birimlerinin varlığını yadsımaktır, bu doğru bir tutum değildir.



İsmail İNCİ, 30/09/2011






31 Ağustos 2011 Çarşamba

YENİ MANTIK İLKELERİ (ANLIĞIN BİLGİYE ERİŞİM İLKELERİ)



ANLIĞIN BİLGİYE ERİŞİM VE BİLGİYİ 

İŞLEYİŞ İLKELERİ (BİLİMLİĞİN-

MANTIĞIN-İLKELERİ) [1]



Varlık ve olgular tek bir nitelik olan varlık (varolma) niteliğinden oluşmamıştır, diğer bir anlatımla ile ilk madde ve tanrı dışında tüm maddeler bileşik durumdadır. Salt ilk madde ve tanrı basit maddeden oluşabilir.

Varlıkların değişik görünüm ve ilişkilerini ortaya çıkaran varlıkta bulunan devinim ve sükunettir. Bütün cinslerde bulunan kendi özü ve başkasının özü, varlığı ve yokluğu ortaya çıkaran bu iki ana niteliktendir.

Hareketteki varlığın özü, sükunette varlaşır ve devinimde varlık yoklukla karışır. Özlerin kavranmasında hareketin sükuneti de gerektirmesi, nesneleri duyularımızın algılaması gerekliliğindendir. Hareketin sükunet ile birlikte algılarımıza yansıması ile bu iki olgu kendini belirgin olarak tüm özellikleri ile bize kendilerini gösterir. Bu nedenle tüm cinslerin özleri, durgunluk ve devinim algılanmadan ortaya çıkamaz.
Yokluk, nesnelerin aralarındaki ilişki gerçekliğidir. Yokluğa başka bir varlığın katılamamasının nedeni, yokluğun varlığın kendini diğer nesnelerden ayıran özündendir. Katılma varlığın özünü bozmadan olabilirlidir, bu durum ise her bir özün bir arada bulunma, katışma, birleşmesiyle gerçekleşir. Bileşime giren özler bulunduğunda, varlığa başka varlıkların katılması gerçekleşmiştir. Bu gerçekleşme de bir devinimdir, enerjidir, varlıklılıktır.

Her maddenin, gerçekliğin birden çok özü vardır. Çünkü her madde sonsuz ve sınırsız diğer nesnelere ve dolgulara göreli olarak özünü değiştirir. Ancak, her özün belirli, sabit ortam ve koşullarda, süreç içinde değişmez, varlığı oluşturan kendi özü vardır.

İnsan anlığı da yalın, tek bir varlık ve olgudan oluşmamıştır; bileşik ve sayısız benlerin varlığından oluşmuş bir varlıktır.

BİREYSEL BEN, ÇOKLU BEN VE ETKİLEŞİMLERİ:
İnsan ilk bilinçlenme evresinde, kendisinden bir başkasıymış gibi söz eder. İnsanlar, çocukluklarının, doğduktan sonra yaşamının kısa bir döneminde ve yetişkinliklerinin bilgi birikimi yönünden zengin anlığa sahip oldukları yaşamının bir döneminde,
kendini bir nesne gibi görür ve kendinden daima bir üçüncü şahıstan söz eder gibi söz eder. Bu altbilincin kendi varlığını diğer varlıklar arasında buluşudur.

 Bu durum ilk bilinçlenme aşamasından sonra, bilincin nesnelerin bilgisinin belleklenmesi ile daha genişlemesi , Kendi Ben’inin diğer varlıkların benleri arasındaki ayrımına varması sonucu ortaya çıkar.

Asıl ben bedensellikten olan ben değildir. Öznel ben, asıl varlıksal algılanan ben değil, bilinçli algılamanın oluşturduğu bendir. Bilinçsel Ben bedensel Ben’e bağlıdır, zorunludur.Ancak Öznel Ben’i biz ancak çevremizdeki dış dünya, yaşam, binlerce bölünmüş varlık ve cisimler ile birlikte algılarız. Asıl bu binlerce Ben’in varlığı içinde varlaşan Ben’dir. Bu ise bilinçli olan Ben’den başka bir algılama değildir. Bedensel Ben’imizi bile bu ortamın bir nesnesi olarak algılar ve görürüz; bilinç diğer nesnelerle birlikte kendi bedensel Ben’ini de algılar. Tüm evren ve nesnelerle birlikte bireysel varlık algılanır. Öznel Ben Bendedir ve tüm nesnelerdedir ve öznel varlık tüm nesnelerdedir. Bilinç göstermiş olduğu büyük gelişme-genişleme sonucu kendi benini diğer nesnelerden ayırmaz.  Bu Ben’in her yerde,  nesnede, oluşta ve zamanda varlığının varoluşudur ve aynı zamanda tek bir varlık olan öznel bir varlıkta varoluşudur. Bilinç tüm doğada, tüm doğa da bilinçtedir. Ben tüm doğadır ve tüm doğa öznel bir bedendir. Bir yandan tüm evren olarak ölümsüzlük, sonsuzluk duyar; diğer yandan ise evrenin bir parçası olduğunun bilinci ile varlığının ölümlü, geçici olduğunu duyumsar. Bu zorunluluğa karşı gelemeyiş ile bunalıma girer.  Everenin bir parçası olarak Benini bütünün içinde üçüncü bir şahıs olarak görür ve sözeder.

Bu teklik ve çokluk etkileşimi Ben’i bir düşte yaşıyor olgusuna iter.  Gerçek ve düş birbirine karışır, bileşir.



ANLIĞIN DOĞAL ALGILAMA SÜRECİ:
 İnsanda bulunan anlıksal algılamanın nitelikleri diğer canlılardaki algılamalardan ayrımlıdır. insan anlığı gelişmiş ve ayrı nitelikleri olduğu kadar benzer nitelikleri belleğinde bulunduran bir varlıktır. Bu nedenle karşıtları, benzerlikleri; binlerce olgu ve cisimleri, çeşitli yönleri ve zamanları (değişimleri) ile kendinde bulundurur. Bu nedenle, benzerlikler olduğu kadar, varlıktaki bileşik yapı nedeniyle çelişki ve karşıtlıklar da anlığın yapısında bulunur. Varolan çelişki ve karşıtlıklar, aynı zaman içinde ve zamanın, oluşum süreçlerinde benzerlikleri (cinsleri, türleri, kategorileri) içinde sistemleştirilmiş olarak kavranırlar. Gerek insan anlığı, gerekse daha az gelişmiş olan diğer canlıların anlıkları, olguları ve cisimleri aynı zamanda, aynı yönleri, aynı devimleri algılamaları ile dış dünyaya tepki vererek oluşur. Bu nedenle “karşıtlık ve çelişki” yoktur. Sokrates’in ünlü örneği: Bir topaç hem dönüyor, hem de duruyor olamaz. Ancak bir yönünü ele alırsak duruyor, diğer yanıyla da “birlikte” dönüyor diyebiliriz.
 İnsan anlığı, diğer canlılardan farklı olarak olgu ve cisimlerin bu niteliklerine bağlı algılama etkileşimleri ile gelişir, çoğalır.

 BİLGİNİN TÜRLERİ VE YÖNTEMLERİ:
a) Duyumlara-betimlemeye, açıklamaya dayanan bilgi yöntemi,
b) Betimlemeli bilgilerin yeniden araştırılmasına, karşılaştırılmasına, ilişkileştirilmesine dayanan bilgi,
c)Tüm kavramsal bilgilerin, yeniden mantık kural ve ilkeleri ile düşünceden geçirilerek sonuçlara gidilmesi ile elde edilen bilgi.

Yeni algılara sahip olmak isteyen bir bilim insanı ile öğrenmenin başlangıç evrelerinde olan sıradan öğrenen bir insan, bilgi birikimi sahibi olurken, önce tümdengelim yöntemini kullanır. Bu bilgi sahibi olmanın birinci  yöntemidir ve tüm öğrenilenler duyumlara ve duyumlarla alınan algılamaların betimlenmesine, basit açıklamalarla bilgi olarak belleğe alınmasına dayanır. Sonra ki aşamada bilgiye erişim tümdengelimle edinilen bilgilerin tasarımda karşılaştırılması, yalın ilişkilerinin bulunarak betimlenme ve açıklanması ile gerçekleştirilir. Son aşama olarak da bilgiye erişim, tümdengelim yöntemi ile salt kavramlar kullanılarak, gerçeklikler yeniden kavramlaştırılarak, somut olarak ortaya konularak gerçekleştirilir.

Bu öğrenme sürecinde görüldüğü gibi Tümdengelim yöntemi salt bilinenleri kanıtlamak için başvurulan bir yöntem değildir. Belirli bir düzeyde sahip olunan bilgi birikiminden sonra, sahip olunan bilgilerle somut alanda (duyumsal) algılanan bilgilerin niteliklerini ilişkilendirerek bilinmeyenlerden bilinenlere ulaşma yöntemidir. Çünkü evrenin yapısı tek bir nitelikten oluşan, yalın bir cisim değil, birçok niteliklerden ve varlık ve olgulardan oluşan bileşik bir varlıktır. Bu bileşik varlığın benzer, ortak nitelikleri vardır ve bu ortak-benzer niteliklerin bulunması bizi evrenin ve varlıkların bilgisine ulaştırır. Benzer niteliklerin ortaya çıkarılması, bilimsel genellemeler yapılması yöntemidir. Basit anlamda yapılan genelleme yanlış bilgiye götürür. Doğru düşünme kuralları ile soyut alandaki  bilgilerle somut alandaki yeni bilgilerin öncüllerle ilişkilendirilmesi ile bilinenlerden bilinmeyen yeni varlık bilgilerine ulaşılır.
Salt soyut alanda kavramlar arasında öncüller ile nitelikler arasında ilişkiler kurarak tasarımlar oluşturulur; oluşturulan tasarımlarla yeni, varlığı zorunlu olan gerçekliklere ulaşılır.

Etkinin birliği düşüncesi; türlerin, cinslerin, kategorilerin, ilkelerin, öncüllerin  varlığının da temel mantığını oluşturur. Bu temel mantıksal ilke kabul edilmeden us ve düşüncenin oluşumu gerçekleşmez. İçinde çokluğun etkisini barındıran Bir (yalın cisim) olan varlık (Evren), etkinin (devinimin) erki ile çokluğa dönüşürken (bileşik durumda varlıklardan oluşurken), etkinin birliğini ve bağlı olarak benzerlikleri, tür ve cinsleri, kategorileri de içinde barındıran yapısını ortaya koyar. Bu yapı mantıksal düşünüşün, bilgiye ulaşan ve işleyen anlığın da oluşumunun ilkesidir.

Olgu ve varlıkların ortak nitelik ve özellikleri anımsama, benzetim, çağrışım, andırım, sezgi ve sağgörü düşünce süreç ve edimlerinin ortak yönleridir. Varlıklardaki benzerlik ile olgulardaki benzerliğin veya varlıktaki çeşitli nitelik ve etkiler ile olgular arasındaki  herhangi birinin benzerliğinin bilinen bilgilerinden bilinmeyenlerinin bilgisine ulaşırken benzeşimin özdeşliği ölçü alınır. Varlıkların bazı yönlerden benzer olması (ortak nitelikler taşıması) etkilerinin de benzer olmasını nedenler, özdeş olmasını (kesin) gerektirmez. İnsan ve kurbağanın birer canlı olmasına karşılık kan dolaşım sistemleri veya üreme sistemleri aynı (özdeş) değildir.

Varlık ve olguların benzer ve benzemez nitelik ve koşulları sınırsız sayıda küme ve oluşumlarda olabilir ancak ortak yönleri, yanları ve edimleri; sonul erekleri, devinim ilkeleri sınırlı sayıdadır. Bu ortak yönlerden, kendini yineleyen olgu ve devinimlerden çıkarak olgu ve varlıkların deney ve gözlem konusu olmayan bilgilerine de ulaşabiliriz.

Mantıksal doğrulama veya mantıksal düşünme, tümevarımla edinilen gerçekleri soyutlayıp, bir soyut gerçek yaratmak(gerçeği kavramlaştırmak), bu gerçekliği ortaya koyarken tümdengelimle, o an’a değin edinilen tüm gerçeklikleri birbirinden ayrımlayacak biçimde ortak nitelikleri ile birbirine bağlamak ve bu çıkarımlarda (tümdengelimlerde) doğada o zamana değin algılanmamış olan ancak zorunlulukla çıkarımlanan soyut gerçeklikler (iç algılamalar) bulmakla gerçekleşir. Mantık öğreniminin amacı ve mantığın gerçek görevi de budur.

Usta varlaşan bu bilginin usun denetimi altında, belirli kurallarla düşünülmesi tümdengelim yöntemiyle bilgiye ulaşılması işlevi, deney çalışmaları sonucu bilginin elde edilmesi ile eşdeğer özellikler taşır. Bu nedenle bu bilgi yolu “iç deneyim” olarak da adlandırılır. İçdeneyim ile elde edilen  bilginin dış deneyim ile elde edilen bilgiden ve dış deneyim ile elde edilen bilginin doğrulanması sürecinden farklı nitelikleri vardır. Her üç düşünme sürecinin ayrı nitelikler taşımalarına karşın ortak nitelikleri bizi düşünme sürecinin ilkelerine götürür. İçdeneyim ile bilginin elde edilmesi, anlığın yetenek ve zenginliğine bağlıdır. Kavramlar arasında anımsamalar, bağıntı kurmalar arttıkça yeni bilgiler artar. Burada temel olan “anımsamadır”. Ne değin geriye (geçmiş zamana) ve ne değin geniş alana yayılan kavramlar ve bağlantıları,” benzerlikleri” anımsanırsa iç deneyimin sonuçları o değin başarılı olur. Anımsama işlevi benzerlikler varsa gerçekleşir. Olguların benzerlikleri çağrışımla birbirini çağrıştırarak, birbirini andırarak bağlantılarını getirerek anımsamamızı sağlar. Özdeş olmayan binlerce özgüllükteki nesnelerin benzerliklerini bulup genellemelere varmak, insan düşüncesinin en yalın düşünme biçimidir ve düşünmenin temelini oluşturur. İçdeneyimin dış deneyim ile birleştirilmesi “ çağrışım” etkilenimi ile gerçekleşir.  Anlıkta varolan kavramlar, neden-sonuç, nitelik,  biçim, uzam , zaman …vb yönlerinden benzerlikler taşıdığında anımsama gücü etkinleşir ve kavramları birbirlerine bağlar.

 Gelişigüzel olarak olguların benzer ve benzemez yanlarını bulup ayırtmak insanın doğal yeteneğidir. Bilinçli  gözlemlerle birbiriyle hiçbir benzerliği bulunmayan olgu ve nesneler arasında benzer yan ve ilişkiler gözlemlemek, özel bilgi birikimi ve yeteneği gerektirir. Bu yeteneğin en üst ve belirgin örneklerinden birini Newton’un yerçekimi yasası gözleminde görürüz. Ayın ve gezegenlerin dönüşleri ile elmanın düşüşü arasındaki ilişki benzerliğini görerek yerçekimi yasasını ortaya atmak özel olgu gözlemi birikimi, yani bilgi birikimi ve bu gözlemler arasında ilişkileri bulmak yeteneği ve çabasını gerektirir.

Bir tümevarım yöntemi kullanımı, varolan bilgileri yeniliyorsa, yeni bilgilere götürmüyorsa bu mantığın durağan olarak kullanımıdır. Bir bilim insanının veya düşünürün yeni gerçeği ararken ve ortaya koyarken kullandığı mantık bu durgun mantık değildir. Eğer tümevarımsal yöntem artık yeni bilgiye götürmüyor ise, öğrenme yönteminin başlangıcına dönmek gerekir. Duyumlarla yeni algılamalara dayanan bilgiler edinmek, bu yöntemle edinilen bilgileri mantıksal düşünüşte kullanmak gerekir. Bunun için dış deneye, gözleme, araştırmaya gereksinim vardır.

Düşünür (filozof), soyut bilgilerle mantıksal olarak işlemler kurar, tüm bilimlerin bilgilerini tümel olarak ilişkilendirerek tümel gerçekliklerin soyut bilgilerine iç algısal olarak ulaşır. Yeni gerçekliklere, doğada, toplumda, teknik mesleklerde somut olarak tanık olarak bu öngörü başarısını gösterir.

MANTIKSAL ARGÜMANLARIN İRDELENMESİ:
Bir mantıksal argümanın geçerliliği öncüller ile vargı arasında kurulan zorunluluk düzeyindeki ilişkidedir. Önermelerin doğruluğu argümanın kuruluşu için, yapısının oluşturulması için temel değildir. Öncüllerin bilimsel olarak doğruluğu vargının da bilimsel doğruluğunu ortaya çıkarır. Ancak Biçimsel olarak argümanların kuruluşunun gerçekleştirilmesi çalışması, ayrı kuralların uygulanmasını gerektirir. Mantıksal argüman yapısının kuruluşu bu nedenle ayrı bir bilim alanıdır. Öncelikle argümanın yapısındaki geçerlilik, biçimsel doğruluk gerekir.

Biçimsel doğruluğun temel ilkesi, ana önermenin yardımcı önermelerdeki nitelikleri kapsıyor olması zorunluluğudur. Ana önerme tümel, soyutlanmış olan genel kavramdır. İkincil önermeler, somut, tikel gerçekliklerdir. Tümel, soyut önerme tümdengelim uslamlamayı işler; tikel, somut önermeler ise tümevarım uslamlamayı işletir. Bu iki tip önermeden kurulu mantıksal argüman, tümdengelim ve tümevarım uslamlamayı birlikte işletimleştirir.

Mantığın matematiğe uyumluluğu, yakınlığı, salt tümdengelim yöntemine dayanmasından ileri gelir. Mantığın kesinleşmiş, sınırları çizilmiş kavramlarla konulandırılması, matematiğin niteliklerinden soyulmuş, değişmez varlıkları simgeleyen sayılar arasındaki nicel ilişkilerle konulandırıması ile büyük benzerlik ve ortak özellikler taşıyor olmasındandır.

MATEMATİK NİTELİKLİ ARGÜMANLARIN OLGUSAL ARGUMANLARDAN AYRICALIĞI:

                                    A=A
                                   
                                    A=B
             ____________________
              A=B  ve B=A

Matematiksel olarak, tüm niteliklerinden soyutlanmış olan, niceliksel akıl yürütmeler yönünden bu tip bir argüman biçimsel ve içerek olarak doğrudur. Ancak olgusal olarak, varlıkların bileşiminde varolan tüm nitelikleri ile düşündüğümüzde bu argümandaki akıl yürütme doğru değildir. Varlık ve olgular ise tek bir nitelik olan varlık (varolama) niteliğinden oluşmamıştır, diğer bir anlatımla ile ilk madde ve tanrı dışında tüm maddeler bileşik durumdadır. Salt ilk madde ve tanrı basit maddeden oluşabilir.
“Geçerli argüman biçimleri” arama, varlıkları tüm niteliklerinden soyarak akıl yürütmek olduğundan, matematiksel (sayısal) olmakta ve matematiksel olmayan olguların  argümanları dedüktif yöntemle  geçerli olduğu halde matematiksel olan argüman biçimleri de dedüktif olduğu halde vargı yanış olduğunda argümanlar da yanlış olmaktadır.

Matematiksel dedüktif argümanlarda:
A=A   ve  tüm A’lar=B ise   B=A’dır.
matematiksel olmayan dedüktif argümanlarda :
A=A ‘dır. Ancak  A=B değildir. Bu A=B önermesi yanlış olduğundan biz tüm A’lar B’dir  önermesini doğru varsayarak ona dedüktif niteliği versek de vargı yanlış olacaktır. B=A ve A=B  olmadığından biz matematiksel olmayan dünyada (basit değil bileşim durumunda var olan nesne ve olgular dünyasında) böyle bir tümevarıma, kavrama ulaşamayacak ve argüman içerik olarak yanlış olacaktır. Tüm argümanların geçerliliği bilinenlerin-kavramların niteliklerinin tüm bireylerde bulunması (tümelin tikelleri kapsaması) nedeniyle dedüktif olmasına bağlıdır. Geçerliliği olmayan dedüktif argümanların geçerlilikleri, sayısal ve olgusal ve  sayısal-olgusal karışımı argümanların her birinin geçerlilik alanları kendi alanları içinde olduğundan, bu argüman alanlarının birbirine karıştırılması, bir alandaki geçerliliğin diğer alanda da geçerliliğinin aranması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Her iki argümanın da dedüktif olmasına rağmen sayısal alanda geçerli olan bir argüman bu nedenle olgular alanında geçersiz olmaktadır.

Bir tümdengelimli bilgi kesin, değişmez, mutlak bir bilgidir ancak her tümdengelimli bilgi tümevarımlı bir bilgidir ve eksik, zayıf, yetkin olmayan bir bilgidir.

Tümdengelim yöntemi salt bilinenleri kanıtlamak için başvurulan bir yöntem değildir. Belirli bir düzeyde sahip olunan bilgi birikiminden sonra, sahip olunan bilgilerle somut alanda algılanan bilgilerin niteliklerini ilişkilendirerek bilinmeyenlerden bilinenlere ulaşma yöntemidir. Soyut alandaki  bilgilerle somut alandaki yeni bilgilerin öncüllerle ilişkilendirilmesi ile bilinenlerden bilinmeyen yeni varlık bilgilerine ulaşma yöntemidir.
Aynı zamanda salt soyut alanda kavramlar arasında öncüller ile nitelikler arasında ilişkiler kurarak tasarımlar oluşturma, oluşturulan tasarımlarla yeni, varlığı zorunlu olan gerçekliklere ulaşma yöntemidir.

Mantıksal doğrulama veya mantıksal düşünme, tümevarımla edinilen gerçekleri soyutlayıp, bir soyut gerçek yaratmak(gerçeği kavramlaştırmak), bu gerçekliği ortaya koyarken tümdengelimle, o an’a değin edinilen tüm gerçeklikleri birbirinden ayrımlayacak biçimde ortak nitelikleri ile birbirine bağlamak ve bu çıkarımlarda (tümdengelimlerde) doğada o zamana değin algılanmamış olan ancak zorunlulukla çıkarımlanan soyut gerçeklikler (iç algılamalar) bulmakla gerçekleşir. Mantık öğreniminin amacı ve mantığın gerçek görevi de budur.

YALIN USLAMLAMADAN KARMAŞIK USLAMLAMAYA GEÇİŞ:
 Newton’un düşünüş biçimi gerçekte karmaşık, bileşik üst bir düşünüş biçimidir. Çağının tüm fizik yasalarını belleklemiş, bilimsel kavramlarının bilgisine sahiptir. Tüm bu olgular üzerinde kendi gözlemlerine dayalı olguları yükselterek, olguları karşılaştırarak yeni olguları tasarımlamıştır. Bu tasarımlar zorunlu olarak ortaya çıkan düşünüşlerdir.

Gerçekte, tüm yalın düşünüşlerde bile çok yalın olgu birikimleri bulunur. Bu birikimler, doğuştan itibaren, duyu alışverişleri ve eğitim ile kazanılır. Kompleks, entelektüel,zengin birikimin sonucu olan bileşik uslamlama gücü,  herkesin sahip olduğu yalın olgu birikiminin, salt ampirik bilimlerde yapılan deneylerle yeni olgulara ulaşabilen yalın düşünüş biçiminin ilerisinde bir düşünüş biçimidir. Bu düşünüş gücünün sonuçlarının, her bilimsel çalışmada olduğu gibi, doğrudan gözlemlenen olgularla kanıtlanması gerekir. Ancak bu bileşik uslamlamanın önermeleri, doğrudan gözlemlenerek doğrulanan önermeler dışında bir önermedir. Bu tür önermeler, doğrudan doğrulanan önermelerle( bilgi birikimi) tümdengelimle (dedüksiyonla) çıkarsanarak doğrulanan önermelerden oluştuğundan(dolaylı olarak, tasarım durumunda) birer varsayım(hipotez) olarak kabul edilirler. Varsayım olarak birçok önerme, aynı öncüllerden çıkarsanabilir, doğruluğu sayısız doğrulanabilir. Bu varsayım durumundaki önermelerin doğruluklarının tartışmadan uzak olarak kabul edilebilmesi, temel doğrulanan olgulardan zorunlu olarak çıkarılmasına bağlıdır. Bu disiplinli bir tümdengelim  mantığı ile ortaya konarak sağlanır. Descartes’in, Spinoza’nın matematiksel kanıtlama mantıkları bu uslamlamaların güçlü örnekleridir. Bu noktada önemli olan, doğruluğu genel-geçerliği olan bilimsel önermeleri belirlemek ve aralarında zorunlu-nedensel ilişkileri dedüktif olarak kurulan öncüllerin sağladığı sayı ve niteliğe göre sonucun doğruluğunun olasılığı, artar veya azalır. 


Kesinlik ve doğrulukları tartışmasız doğa ve toplum yasaları, kuramlar; gözlem ve deney ile elde edinilen olgulardan tümevarımla genellemelere gidilerek yapılır. Newton’un da izlediğini ısrarla söylediği yöntem budur. Ancak bu genellemede düşünce, bellekteki bilgi birikiminden,  kabullenen doğa ve toplum yasalarından, daha doğrusu daha önce gözlemlenmiş ve kanıtlanmış olan olgulardan yararlanır. Bu bilgi birikimi ve birikimin etkinlik ölçüsü(zeka) tümdengelim yapısını oluşturur.

Olgular tümevarımla birleştirilerek genel kavramlara (hipotezlere, yasalara) ulaşılırken, bilgi birikimi olarak insan usunda varolan kavram, yasa, hipotezlerden yararlanılır, tümdengelim ile zorunlu çıkarımları yapılarak kavram, yasa ve kuramlar ortaya konulur.

GERÇEKLİĞİN İLKELERİ:
Düşünüş kalıplarını oluşturan, ilkeleri ortaya çıkaran=gerçekliği bütünü içinde kavratan ilkeler; gelip geçici somut görgü ve duyumsal olan varlıların algıları değil, kavram oluşturan,alınmış duyum ve görgüleridir. Bu kavramsal gerçek, deneyim birikimini oluşturur ve bilimsel bilginin deneylerle elde edilmesinin kaynağıdır.

Yalancı tasarım değil, deneysel algı ve bilinç oluşumudur. Kavramsal bilgi, salt şimdiki zamanı değil,geçmiş zamanı da kapsar ve gelecek zamanı da deneyimsel olarak tasarlamaya olanak verir: Tasarımlama yapan zeka, gelecek için düşüncenin işleyişinde vardır. Deneysel, görgüsel olarak elde edilen bilgi, gerçekliğin küçük bir parçasını bize verir. Diğer kavramlarla birlikte ele alınarak düşünce yürütülmediğinde eksik bilgidir.

Salt kavramlarla düşünülerek ulaşılan bilgi, deneyimlerin tümünü içerir ve gerçekliğin  tümü içinde bilgisine ulaşmamızı sağlar. Kavramlarla ulaşılan bilgi, özde bize özgün deneyim kazandırmaz , ancak özgün kuramsal bilgi kazandırırlar. Somut, görgüsel alanda deneyimle elde edilecek bilgiye ulaştırırlar.

Kuramsal olarak, öğretilerek edinilen, belleklenen kavramlar, daha önceki cisimlerin durumları olduklarından, deneyimden gelmeyen bilgi yoktur.

İsmail İNCİ,     31.08.2011






11 Temmuz 2011 Pazartesi

EMEĞİN VE ÜRÜNLERİN DEĞERİNİN OLUŞUMUNDA TOPLUMSAL YAŞAMIN ZORUNLAYICI ETKİLERİ


İNSANIN EKONOMİK DEĞER OLARAK 

TOPLUMLARDA ORTAYA ÇIKIŞI-

ÜRÜNLERİN VE EMEĞİN TOPLUMSAL

DEĞERİ



Toplumsal Katmanların (soyluluğun, kast sistemlerinin, hanedanlıkların..vb) Toplumsal Değer Olarak Ortaya Çıkışı:
Tarihsel süreç ve günümüz toplumları göstermiştir ki, metaların değerlerini gösteren fiyatların ayrımlaşarak oluşması gibi, insanların sahip oldukları ve işbölümlerindeki yerlerine göre belirlenen değerleri de ayrıdır. Bu gerçeği bazı toplumlarda kast sistemlerinde gözlemleyebilmekteyiz.

Genel olarak alt, üst ve orta olarak katmanlaşan bu değer ayrışması, insanların toplumsal yaşamın getirdiği zorunluluklardan doğmaktadır. İlkel kabilelerden gelişmiş toplumlara kadar, tüm toplumun gücünü elinde tutan, istekleri yasa olarak kabul edilen hükümdarların bu yetkileri bizzat toplumlar tarafından kabul görmüştür. Bu ayrıcalıklı durumun nedeni sahip olduğu ve bizzat toplum tarafından kendisine verilen toplumsal değerdir. Bu değer, toplumun diğer her bir bireyinin sahip olduğu değerden daha üstündür.

Soyluluk ile bu toplumsal değerin bulunduğu toplumsal süreç, soyluluk olarak adlandırılan üstün (bileşik) bir değerin, toplum tarafından verilen veya kabul edilen bir toplumsal katmanın bulunduğu bir süreçtir. Bu zaman diliminde, insanın ekonomik değerinin en üstün olduğu katmanını soylular temsil etmektedir. Soyluluk toplumsal değeri, sürecin ilk aşamalarında fiziksel gücün (savaşçı gücün) varlığı ile ve babadan oğula geçişlerle kazanılırken, ileriki aşamalarda, Keykavus’un da dediği gibi, “asıl ve neseple değil, us ve edebile-eğitimle-“ ele geçirilmeye başlar.

Babadan oğula toplumsal değerlerin geçişi, bu değerlere sahip olanların toplumda daha fazla olanaklara sahip olmaları ve bu olanakla birlikte kişisel bilgi, beceri deneyimlerini salt kendi kuşaklarına aktarma istençleri nedeniyle kolaylıkla gerçekleşmiştir. Doğan çocuklarına sahip oldukları bileşik toplumsal değerleri eğitim ve öğretimle aktararak, kendi değeriyle aynı düzeyde niteliklere sahip bir toplumsal soylular katmanın sürekli bulunmasını sağlamışlardır. Diğer toplumsal katmanların da aynı eğitim ve öğretim yöntemini izleyerek kendi toplumsal-ekonomik değerlerini soylarından olanlara aktardıkları görülür.

Orta sınıftan bir kunduracı, kendi toplumsal değerlerini (mesleğini), kendi soyunu temsil eden çocuklarına öğreterek soya bağlı bir toplum katmanı oluşturup sürdürmüştür.

Geçmişin toplumsal eğitim sisteminin genelde,  her babanın kendi deneyim ve beceri sahibi olduğu toplumsal değeri (meslekleri) çocuklarına aktarmaya dayandığı düşünülürse, toplumsal yapının en verimli çalışmasının doğal bir süreçle, yaşama deneyimleri ile ancak bu sistemle gerçekleşebildiğini insanlar kabullenmiştir.
Bugün hala Hindistan’da görülen katı toplumsal değerler katmanlarının (geleneksel kast toplumsal sisteminin) bu verimli, etkin eğitim temeline dayanarak yüzlerce yıldır sürmesindendir. Eğitim sistemi değişmediği sürece de bu toplumsal değerler yaratma sistemi değişmez.

Bugünkü yaygın, ulusal düzeyde eğitim sistemlerine ancak 19. yüzyılda geçilebildiği düşünülürse bu toplumsal sistemlerin toplumları ne kadar etkilediği görülür. Toplumların doğal süreçlerle sahip oldukları nitelikli (eğitilmiş) insan değerleri ile daha iyi eğitilebilme yeteneklerine sahip insan değerleri arasındaki ayrımın toplumları ne kadar etkilediği bazı düşünürlerce görülmüş olsa da sistemli bir yöntem geliştirilememiş, toplumsal değerler soylar arasında paylaşılmıştır.

Bireysel Emeğin Bireysel ve Toplumsal Değerinin Belirlenimi:
Bireysel insan emeğinin değeri, her bireyin değer yaratmada yeteneklerine ve bu yeteneklerinin gelişmelerine bağlıdır. Yaygın eğitim çağı öncesi bireysel emeğin yetenekleri daha çok bağlı olduğu toplumsal bölüm ve tabakanın koşulları ile sınırlı iken bugün daha çok bireysel emeğin geliştirilen değerlerine bağlıdır. Ancak bireysel emeğin yarattığı ürün çok büyük ve özgün nitelilikler taşımasına rağmen, toplumsal yaşamın tüm evrelerinde olduğu gibi değerinin belirlenimi, toplumsal olarak verilen değer ölçüleri ile ortaya çıkmaktadır.

Değer ile yarar arasında doğrudan bağ vardır. İnsanın toplumsal değeri (emek değeri), toplumda ürettikleri mal ve hizmetlerin yararlarına göreli olarak değer kazanır. Yarar kavramı ise mal ve hizmet üretiminde ortaya konulan ürünlerin gereksinmeleri karşılama yeteneklerine göreli olarak işlev görür ve değer ölçüleri belirlenir. Belirlenen değer ölçüleri fiyatlarla ekonomik pazarda, toplumsal alanda kendini gösterir. Bir televizyon metası ile bir otomobil metasının değerleri karşılaştırıldığında gereksinmeleri karşılayabilme yeteneklerine göre fiyatları belirlenir. Bu değerleri ortaya çıkaran toplumsal değerler (emeğin değerlendirilmesi), bu metaların toplum bölümlerinde gereksinmeleri karşılamasına göreli olarak oluşur.

Toplumsal değerler, toplumsal gereksinmelerin karşılanmasında ortaya konan yararların önemine göreli olarak değişkendir. Bu nedenle sabit ve sürekli olan hiçbir emek değeri yoktur. Sağladığı yararın önemine göreceli olarak değerleri değişir.

Ortalama bir değer, toplumsal yaşamanın gelir ve tüketim işlevlerinin dengelerini sağlama erekleri nedeniyle toplumsal uzlaşma ile kabullenebilinir.

Sonuçta emeğin değeri, ürettiği toplumsal yarara bağlıdır ve yararı yaratan emektir. Ancak değeri yaratan, emeğin yarattığı metaların gereksinmeleri karşılamadaki ölçüsel yararlarıdır.

Arz Talep Yasası ile Ürünlerin ve Emeğin Değerinin Toplumsal Olarak Belirlenmesi İlişkisi:
Bir metanın değer taşıyabilmesi için her şeyden önce yararı içermesi gerekir. Emek taşıyan tüm metalar doyurulmuş toplumsal gereksinmeler durumuna geldikleri anda hiçbir yarar ve değer taşımazlar. İstek ve Sunu ( Arz ve Talep) yasasına göre istemde bulunulmayan tüm ürünler, ne kadar büyüklükte emek içerirse içersin hiçbir toplumsal değer taşımaz. Değerin ölçüsünün salt harcanan Toplumsal Değer (emek) olmadığını, Toplumsal Yarar ve ölçü olduğunu görürüz.

 Değişim değeri (değer) terimleriyle anlatılmaya çalışılan Toplumsal Değer olgusu, değişim değeri taşımayan (doyurulmuş gereksinmeler durumunda bulunan ürünlerin değeri), kullanım değerli (yararlı) metaların ne değin emek içerirse içersin, emeğin değerinin (karşılığının) bir hiçlik durumundan kurtulamayacağını gösterir.

Emeğin ve Ürünlerin Yeniden Değer Kazanması ile Ürünlerin Türselleşmesi ve Gelişmesi Yasası Arasındaki İlişki:
Emek miktarı arttıkça, üretimin artması sonucunda emek değeri artmaz, tersine düşer; belirli bir noktada (doyurulmuş gereksinmeler noktası), değeri sıfıra kadar düşer ve bağlı olduğu iş biriminin kapanması ile emek boşta kalır.

Bu aşamada emeğin yeniden değer kazanabilmesi için yeniden yarar üretmesi gerekir. Bu yararı da ancak yeni bir ürünün üretimine geçerek sağlayabilir. Bu ekonomik faaliyetler “ ürünlerin özgülleşmesini” gerektirir. Ve bu ekonomik olgu karşımıza “ Ürünlerin Özgülleşmesi Yasası; Ürünlerin Gelişmesi ve Türselleşmesi Eğilimi Yasası” olarak çıkar.

İnsan emeğinin değerinin ölçüsü; insanın kendi ve ailesinin yaşamını, geçimini sağlamak için gerekli metalarla, emeğin nitelik değerine göre, bir toplumun ulaştığı (sahip olduğu) ürünlerinin özgüllüklerinin üretiminin düzeyidir. Bu nedenle gelişmiş sanayi üretimine sahip bir ülkede bir otomobil, televizyon emeğin değerinin ölçüsüne katılırken, gelişmemiş tarımsal üretimin egemen olduğu bir ülkede basit bir radyo katılabilmektedir.

Emek ve Ürünlerin Değerlerinin Eşitliği:
Toplumların bir yıl içinde ürettikleri yıllık net gelirlerinin paylaşımı da bireylerin sahip oldukları toplumsal değerlere göre gerçekleşir. Yıllık üretim hâsılatı bireyler arasında eşit birimlerde dağıtılamaz, çünkü bu eşitsizliğe neden olur. Toplumdaki değerlendirme eşitsizliği üretimin gerilemesine, toplumların yoksullaşmasına neden olur. Bütün gelir türlerinin ücretin, karın, akar ve faizin eşit birimlerde dağıtımını istemek, değerlerin üretim güç ve yeteneklerini ortadan kaldırarak eşitsizliğe yol açar. Üretim yapan ve üretim gücünü tam kapasitede kullanan emeğin değeri ile üretim yapmayan veya kapasitesini tam kullanamayan emeğin değeri ve yalın (basit, niteliksiz) olan emeğin değeri ile bileşik (eğitilmiş nitelikli) emeğin değeri ve sürekli bölünürartan(devingen) emeğin değeri ile tümleşiksabit emeğin değeri aynı değildir.
 
Tüm emek türlerinin insani ve toplumsal yaşamanın gereği saygı duyulan ve önemsenen eşit bir değeri vardır, ancak bu değer psikolojik bir değerdir ve toplumda üretmenin önemini kavramak için gereklidir. Bu psikolojik öğe, emek değerleri arasında eşitsizliğe neden olmamalıdır.  Ancak emek değerleri arasındaki bu eşitsizlik çağımızda, hanedanlıkla, soylulukla soydan soya geçen, toplumsal katmanlar arasında katılaşarak kalan bir toplumsal değer olamaz. Böyle bir anlayış ve toplumsal yapılanış, o toplumun üretimini, verimliliğini düşürür, uygarlıkta gelişmesini engeller. Toplumsal değeri yüksek emek ancak us, eğitim, çalışma erdeminin niteliklerini taşımakla ortaya çıkabilir.

Gelir Dağılımının Eşitliği: Toplumsal Gelirin Dağılımında Adalet ilişkisi:
Toplumun net gelirinden tüm bireylerin yüzde yüz eşit pay alabilmesi için emeğin toplumsal değerlerinin de yüzde yüz eşit olması gerekir. Böyle bir ekonomik ve toplumsal gerçeklik ise, insanın doğal ve bireysel niteliklerinin, istençlerinin eşit olmasını gerektirdiğinden insan yapısına aykırıdır ve olanaklı değildir.

 Hukuksal olarak, toplumu oluşturan bağların eşitliği nedeniyle, toplumda bir arada yaşamın eşit haklar ve görevlerle gerçekleşmesi gerekir. Toplumsal yaşamı ortaya çıkaran toplum durumuna gelerek yaşamı sürdürmek temel olgusu, tüm bireylerin yasalar önünde eşitliğini zorunlu kılar, tersi durumda toplumsal yaşam dağılır. Bu olgu toplumsal yaşamanın eşit hak ve görevlerin yerine getirilmesini de zorunlu kılar.

Toplumlarda, bireylerin ekonomik değerlerinin farklılığından ortaya çıkan toplumsal katmanlar, hukuksal eşitsizliklere neden olamaz. Ve katmanlar arasında katı sınırlar (kast sistemleri) bulunamaz. Her birey bireysel farklılıklarının en iyi biçimde kullanarak, yetenek ve üretim kapasitelerini kullanarak toplumsal ekonomik değerini arttırma hakkına sahiptir. Toplumların ekonomik değer yaratma ve geliştirmeleri, (toplumsal gelişme), üretimlerini arttırmaları için de bu ekonomik ve toplumsal gerçeklik en iyi biçimde çalışıyor olmalıdır. Bu toplumsal gerçekliğin önünü açacak, kolaylaştıracak her türlü yasal önlemlerin alınmış olması ve tüm bireylerin eğitimden eşit olarak yararlanıyor olması gerekir.

İsmail İNCİ, 11/07/2011




      

24 Haziran 2011 Cuma

24.DÖNEM GENEL SEÇİMLERİNDE AK PARTİNİN BAŞARISININ VE CHP'NİN YETERİNCE BAŞARILI OLAMAMASININ NEDENLERİ


24. DÖNEM GENEL MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİNDE CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN BAŞARISININ YETERSİZLİĞİNİN,  ADALET VE KALKINMA PARTİSİNİN BAŞARISININ SÜRMESİNİN NEDENLERİ

24. dönem genel milletvekili seçimlerinde AK Parti süregelen başarısını ekonomide, dünya ekonomisindeki krize rağmen finansal alanda istikrarı koruyarak, reel sektörde ortaya çıkan krizin olumsuzluklarını gizleyerek, ilerleyen süreçte telafi ederek, büyük bir karşı propaganda ve reklamla olumlu hava oluşturarak, insan ve bilgi kaynaklarına en verimli biçimde ulaşarak, verileri koordine etmesi başarısıyla göstermiştir.  

Bu seçimlerde CHP yeterli, beklenen başarıyı gösterememiştir çünkü;  başarısının temel ilkesi olan kendini yenileme süreci seçimlere kısa bir zaman var iken gerçekleşme aşamasına girmiştir. Değişim sürecinin süresinin seçimlerde yetersiz kalmış olması nedeniyle de, seçmene kendini yaygın olarak anlatma fırsat ve olanağı bulamamış,  içinde karşıt güçlerin mücadeleleri verimli bir seçim çalışmasını gerçekleştirmeyi engellemiştir.

CHP’NİN BEKLENEN BAŞARIYI ELDE EDEMEMESİNİN NEDENLERİ:
Genel seçime kısa bir zaman dilimi varken, genel başkanının değişmesi ile başlayan CHP’nin değişim süreci, milletvekili adayları ile de kendini göstermiştir. Seçimlerde hazırladığı ussal projeler büyük heyecan ve ilgi uyandırmış, çağdaş ekonomilere ve özgür girişimci piyasalara güven veren,  toplumsal-ekonomik kalkınma ve toplumsal-adalet (gelir dağılımında denge) projeleri ile oy potansiyelini artırmış, anketlerde büyük bir başarı elde edeceği gözlemlenmiştir. Oy oranının %30-35’lerde anket çalışmaları ile oranlanan başarı çizgisi ise seçim sonuçlarında %26 oranında kalması ile düş kırıklığı yaratmıştır.

  CHP’nin beklenen başarı oranına ulaşamaması, AK partinin toplumsal ve ekonomik başarısı ile rekabet edememesine bağlı olarak seçmenlerin tercihlerini değiştirmemesi sonucunu gerektirmesine rağmen bu sonuçta CHP’nin gerekli istenç ve etkinliği gösteremediği de gözlemlenir.

CHP topluma, ekonomik ve demokratik ilkelerde kendini yenileyen ve geliştiren yüzünü tanıtmakta yeterince başarılı olamamıştır. Bu başarısızlığının nedeni,  halka yaygın olarak yeni varlığını tanıtacak zamanın yetersiz kalması ve yapısındaki değişimi tam olarak tamamlayamamış olmasından ileri gelir.

CHP’nin yapısında, halkın iradesine tam olarak inanan ve güvenen, askeri veya sivil güçlerin yasa dışı-demokratik ilkeler dışı müdahaleleri yadsıyan yapısı oluşmamıştır. Hala, toplumun cahilliğini ve eğitimsizliğini düşünerek askeri müdahalelerin yasal olduğunu düşünen, “dağdaki çobanla şehirdeki bir yurttaşın oyunun eşit olamayacağını” ileri süren düşünceler vardır.
Partinin içinde kişisel başarı ve çıkarı için partinin başarısını geri plana iten, partinin başarısı için çabalamayanlar vardır.  

Partinin yapısında daha ileri aşamada olan çelişki ve çatışmalarıysa, Baykalcı, Önder Savcı..vb adlar altında genel başkanı ve genel iradeyi hiçe sayan, şoven niteliklerin dahi göründüğü grupların  parti içi mücadeleleridir. Bu grupların CHP’nin değişerek kendisini yenilemesi ile gelecek olan başarıya inandıkları kuşkuludur. Bu gerçeği kavrayamamış olan grupların eylemleri partinin beklenen başarısını engellemiş olan en büyük nedenlerdendir.
Sayın K.Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını kabullenemeyen grupların  beklenen başarıya ulaşamamış olmaları bunu somut olarak göstermektedir:  İzmir’in bazı ilçelerinde (Ödemiş, Çeşme, Karabağlar, Seferihisar..)CHP’nin en az oy alması bu ilçelerin  yönetimlerinde Önder Sav’a yakın isimlerin bulunmasından ileri geldiği düşünülmektedir.

CHP’nin beklenen başarının altında bir başarı elde etmesinin en önemli nedenlerinden biri de, bazı kişi ve gruplara, MHP’nin oy oranının barajın altında kalması kaygı ve tasasının düşmesidir. Bu yanlış düşünce ve partinin başarısına karşı çaba, oyların bölünmesi düşüncesini gerçek doğru olarak düşündürmüştür.  Sonuçta gerek İstanbul’da oyların yeterince artmaması, MHP’nin oylarının artması, İzmir’de oyların elli bin düşmesi… vb. bu “ MHP! Tasa, kaygı”sından ileri gelmiştir. Bu yanlış düşünce bazı köşe yazarlarının 2002 seçimleri korkusundan ileri geldiği görülür. Bu seçimlerde AK Parti %34 oy oranı ile 363 milletvekili çıkarmıştır. Ancak bu seçimlerde CHP’nin oy oranı %20 dir. 2011 genel seçimlerinde ise tüm anketler, meydanlar CHP’nin oy oranlarını %30’larda olduğunu göstermiştir. Bu gerçeklerin getirdiği sonuç ise MHP’nin barajın altında kalması kaygısının yanış bir düşünü olduğunu, tersine CHP’nin oylarında büyük bir patlama olabileceğini göstermekteydi. 

 Milletvekili Hesaplama Programında bu sonuçları açık olarak görmekteyiz. MHP’nin barajın altında kaldığı seçim sonuçlarında CHP’nin başarısı daha atmış olacak ve bugünkü seçim sonuçlarına göre daha iyi bir tablo ortaya çıkmış olacaktı:
AK P:                             %50____________________348  Milletvekili                                                                                                                          
CHP:                              %30_____________________165 milletvekili
BDP+bağımsızlar:       %11_____________________37 milletvekili
Toplam:                                                                            500 milletvekili  
AK P:                             %48_____________________335 milletvekili
CHP:                             %32_____________________177 milletvekili
BDP+bağımsızlar      %11______________________38 milletvekili
Toplam:                                                                              500 milletvekili             


Bu yanlış düşünce ve inanış, süreç içinde gelen doğal yanlışları ile birleşince CHP’nin oy sandığına gideceğine, bazı ordu mensupları, güvenlik mensupları, bürokratların ve aydınların oyları yine MHP’ye gitmiştir. 

Anayasa değişikliklerinde gerekli olan oy potansiyelini, tam olarak istekleri yönünde değiştirebilmek için ise AK Parti şimdi daha net olarak elde etmiştir. Çünkü MHP hiçbir zaman için güvenilir ve tutarlı bir parti değildir, olmamıştır ve MHP’nin çizgisi her zaman AK Partiye yakın olmuştur. MHP; ünlü istihbarat ve terör uzmanı  em. yrb.Talat TURHAN’ın da belirtti gibi ABD VE CIA ‘projelerinden ortaya çıkan bir partidir ve süreç içinde tüm zihinsel denetim yönlendirilmelerine açıktır. 

Bu koşullardan oluşan bir ortamda ve ek olarak AK Parti ile seçim yarışında, AK Partinin ortaya koyduğu özel ortam içinde CHP’nin %26’lık oy oranını başarı olarak görebiliriz.

AK PARTİNİN SÜREN BAŞARISININ NEDENLERİ:
Ak Partinin başarısını korumasının ve oylarını arttırarak sürdürmesinin temel nedeni, değişim sürecindeki CHP’nin iktidara henüz alternatif bir parti olarak kendini ortaya koyamaması sonucu, seçmenlerin tek alternatif olarak AK Partiyi tercih etmelerinden ileri gelen bir olgudur.
Alternatif bir parti olarak CHP, AK Partinin yolsuzluk ve cumhuriyetle uyumsuzluklarına rağmen ortaya çıkamamıştır. Bu başarısızlığın içinde CHP’nin günün bilimsel verilerinin gerisinde kalmış olmasının yanında AK partinin çağa ve cumhuriyete uyum sağlayan değişim eylemleri de vardır.
AK Parti, ekonomi alanında tüm veri ve kişisel yetenekleri bilgi ağı ile birleştirerek doğru kararlar almayı başarmış, üretim-tüketim, dışalım-dışsatım; işgücü ve likiditenin dolaşımı dengelerini korumayı başarmıştır. Bu dengeler sayesinde ekonomik kriz, toplumu yaygın olarak etkilemeden geçiştirilmiştir. 

AK Partinin bu başarısı kendisinin ve çıkarlarını AK Parti sayesinde koruyanların zamanında ortaya koydukları düzeltici, olayları kendi yönlerine çevirici eylemlerinin, düşünceleri kendi imgelemleri yönünde değiştiren büyük bir propaganda ve reklamlarının sonucu mu, veya kendilerinin de beklemedikleri bir uzaktan anlıksal denetimin sonucu mudur?  Bu olguyu çözümlemek ancak AK Parti ile iletişim kurularak anlaşılabilir.

CHP’nin İzmir’de oy kaybetmesi sonucunu ortaya koyan nedenlerden birisi de seçim öncesine rastlayan, İzmir Büyük Şehir Belediyesindeki yolsuzluk soruşturmasıdır. Bu zamanlama olarak seçim sonuçlarını etkileme yönünde tasarımlanan önemli bir eylemdir. Bu tür zamanlamalı eylem ve propagandalar, verilere dayalı mitingler, seçmenlerin düşüncelerinin oluşumunda çok etkili olmaktadır.

Her toplumsal olayın arkasında siyonizmi neden olarak gören, Arap İslam rejimlerini model alan dinsel inanç ve duyguların biçimlendirdiği bir Ak Partinin, birçok sol yazar ve düşünce insanında ABD’nin veya Avrupa’nın Türkiye’nin gelişmesini engellemek, sömürmek için projelendirdikleri bir parti olduğu düşüncesi vardır. Benzer deyişle Ak Partiyi iktidar yapan güçler, Sn Obama’yı, Sn. Bill Clinton’u Başkan yapan “dış güçlerdir. Bu düşünüş fantastik, gerçekdışı bir düşünüş olarak görülebilirse de, biraz uzay ve elektroniğin birleştirildi alanlardaki teknolojik gelişmeler düşünüldüğünde, olaylara bu bakış açısı ile bakıldığında, uzaktan zihin denetimi ile yönetilen parti, kişi ve toplulukların olabileceği görülür. (bk. www.iinci.blogspot.com,  Uzayda Yapılan Açık ve Gizli (Askeri) Büyük Bilimsel Deneyler ve Etkileri. Bu denetim mekanizmalarına sahip olan tek bir ülke değildir. Uzaktan denetim teknolojisine sahip olan ülkelerin arasında, diğer ülkeleri denetimleri altında tutma yönünde, büyük bir mücadelenin olduğu her zaman için düşünülmelidir.) 
                                  
Büyük bir propaganda ve reklam, zamanlamalı karşı eylemlerle (dinsel ve ulusal düşünüş ve duygulanımları da kullanarak) yönetilen seçmen ve uzaktan anlık denetimi ile yönetilen bir parti ve seçmen topluluğu kabul etsek de, bu yönetiminin sonuçları, bu günkü AK Parti ve Türkiye için,  uzaktan zihin denetimini gerçekleştiren güçlerin çıkarları kadar olumludur. Bu durumda, uzaktan anlık denetimi olmuş veya olmamış bir sakıncası yoktur. Bu olumlu durumun oluşumunda, kötüye yönelik anlıksal denetim mekanizmaların etkisizleştirilmesinde, toplumun kendi bazı düşünür ve yazarlarının etkileri yadsınamaz.

 Ak Partinin cumhuriyete ve demokrasiye bağlı, dinsel etkilerin düşünceler ve yaşayışlar üzerinde baskısını reddeten yönde değişimi başarısının da bir nedenidir. Ancak AK partinin tabanının zihin yapısı, kendisini statükocu olarak görmese de, statik bir yapıdadır. Bu niteliği ile statik yapısını değiştirmeye çalışan CHP’nin tabanının zihin yapısı statik olmadığından, parti değişim ve gelişime daha yeteneklidir ve toplumsal ilerlemeleri daha yetkin olarak sağlayacak güçtedir.

İsmail İNCİ, 24/06/2011





               

SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...