25 Nisan 2013 Perşembe

ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE YÜKSELİŞİ



ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİ




 “Son yıllarda kimyacılar laboratuarlarında en karmaşık organik maddelerin yüzlerce ve binlercesini yapmaktadırlar. Bunların bazısı o kadar karmaşıktır ki yapısal formüllerini yazmayı düşünmek bile kolay değildir.”(s.113, L.Vlasov D.Trifonov, 107 Kimya Öyküsü, Tubitak Popüler Bilim Kitapları)

“Günümüzde, yerküre üzerindeki yaklaşık laboratuarlarda her gün on tane yeni madde sentezlenmekte ve bu günlük verim yıldan yıla artmaktadır. Kimyasal bilgilendirme servisi bize aşağı yukarı iki milyon kimyasal bileşiğin doğal hammaddelerden izole edildiğini veya yapay olarak üretildiğini söyler.”(s.119, L.Vlasov D.Trifonov, 107 Kimya Öyküsü, Tubitak Popüler Bilim Kitapları)
ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİNİN DOĞUŞU:

İnsanlığın refahını arttırmak, artan nüfusla birlikte gelecekte ortaya çıkabilecek açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmamak ve yoksulluğu önlemek için birim üretimden en yüksek verim alınmak istenilmiş, özellikle kimya bilimi ve teknolojisinde yapılan idealist ve özverili çalışmalarla çok büyük ilerlemeler sağlanmıştır.  




Kimya Bilimindeki İlerlemeler Sonucu Yapay Ürünlerin Yaşamın Her Alanında Kullanıma Girmesi:
Bitkilerin klorofil yapılarında bulunan demir ve magnezyum elementlerinin bitkiye orantılı olarak verilmesi çok önemlidir. Bitkilerin iyi fotosentez yapmaları için bu iki elementle birlikte mikroelement adı verilen diğer elementlere; bakır, çinko, manganez, molibdene gereksinimleri vardır. Bir bitki çok az miktarda da olsa demir içermeyen toprakta yetiştirilirse, yaprakları ve sapı kâğıt gibi beyaz olacaktır. Bu bitkiye bir demir tuzu çözeltisi püskürtülürse, doğal yeşil rengini hemen kazanır.

Molibden yetersizliği, bitkinin molibdensiz özümleyemediği nitratların aşırı birikmesi yüzünden, yaprak hastalığına neden olur.
Bitkinin fotosentez yapabilmesi için bakır da gereklidir; bakır azotun bitki
organizması tarafından özümlenmesini sağlar. Bakır bu etkisi ile azotun bitki tarafından alınarak protein oluşmasına, sonuçta bitkinin büyümesine etkide bulunur. Azot, bitki ve hayvan kökenli tüm protein moleküllerinin yapı taşıdır. Azotsuz protein oluşumu olmaz. Bitki ve hayvanlarda büyüme için bu kadar önemli olan azot toprakta çok yetersizdir. Atmosferde ise çok fazla serbest durumda azot vardır ve hesaplamalara göre atmosferdeki tüm azot gübreye dönüştürülse dünyadaki tüm bitkileri bir milyon yıl beslemeye yeterlidir. 1903'de iki Norveçli, bilim adamı Kristian Birkeland ve mühendis Samuel Eyde, atmosfer azotunu elektroliz yardımıyla elde etmeyi endüstriyel verimlilikte başardılar. 

Bitkilerle hayvanların büyüme ve gelişmesinde, yaşamlarını sürdürebilmelerinde karbon, hidrojen, oksijen azot, kalsiyum, potasyum, fosfor, kükürt, magnezyum, demir, bakır,  çinko, manganez, magnezyum ve molibden elementlerini özümlemeleri zorunludur. Topraktan özümledikleri bu maddeleri, toprak yitirdiğinde toprağa geri vermek gerektiği kimya ve biyoloji bilimlerinin ortaya koyduğu önemli bir bilimsel aşamadır. Bu gerçek kimya biliminin, araştırmalarını bu alanda yoğunlaştırarak yapay gübre üretimini endüstriyel düzeyinde başarması ile sonuçlanmıştır. Bugün düzinelerle farklı gübrenin kimyasal yöntemlerle üretimi bilgisine ulaşılmış ve endüstriyel düzeyde üretimine geçilmiştir. Bu gübrelerin en önemlileri potasyumlu, azotlu ve fosfatlı gübrelerdir.

Almanya'daki Stassfurt tuz yatakları Antik Çağ'dan beri bilinmekteydi. Bu yataklar başta potasyum ve sodyumunkiler olmak üzere pek çok tuz içeriyordu.. Bilim tarihçileri, potasyum tuzlarını işleyen ilk fabrikanın 1811'de Almanya'da kurulduğunu yazar. Bir yıl sonra dört fabrika daha kuruldu ve 1872'de otuz üç Alman fabrikası, yılda yarım milyon tondan fazla saf olmayan tuz işliyordu. Potasyumlu gübre fabrikaları kısa sürede birçok ülkeye yayıldı.

Mikroelementler, hayvan organizmasında da önemli bir rol oynar. Hayvan yeminde hiç vanadyum bulunmamasının iştahsızlığa, hatta ölüme yol açabileceği saptanmıştır. Öte yandan, domuz yemindeki vanadyum miktarının arttırılması, hızlı büyümeye ve kalın bir yağ tabakası oluşumuna neden olur.

At sineğinin Rusya'da her yıl milyonlarca ruble kayba yol açtığı hesaplanmıştır. Yaban otlarının her yıl Amerika'ya dört milyar dolara mal olmaktadır. Çekirgeler, çiçekli alanları çıplak ve cansız çöllere dönüştüren gerçek bir felakettir. Kimyacılar Böcek öldürücü olarak insektisidleri, kemirgenleri öldürmek için zoosidleri, yabani otlan yok etmek için herbisidleri yapmışlardır. Bütün bu kimyasal maddeler organik bileşiklerden laboratuarlarda üretilmiştir. Doğa, birçok bileşik maddelerde üstünlüğü laboratuarlarda insan eliyle üretilen ürünlere bırakmıştır.

Doğanın bileşiminde bulunmayan, İnsanlar tarafından laboratuarlarda üretilen florokarbon bileşiklerinin ürünleri yalıtkan ve yapı malzemesi, motorlarda soğutucu akışkan, uzun ömürlü makine yağı olarak kullanılır.

Organik maddelerle metalik elementlerin kimya laboratuarlarında oluşturulan bileşiklerinin ürünlerinin kullanım alanları çok çeşitlidir ve tükenmek bilmez. Hetero-organik bileşikleri Plastik ve lastik hazırlanmasında, yarı iletken ve süper saf metal üretiminde, tıbbi ilaç ve tarımsal böcek öldürücü olarak, roket ve motor yakıtı bileşeni olarak kullanılırlar.

Poliüretan lastiklerin kauçuktan elde edilmiş olan doğal lastiklere göre gerilmeye karşı dirençleri fazladır ve hemen hemen hiç eskimezler. Poliüretan elastomerler, döşemecilikte, lastik kopuk yapımında kullanılır. Son yıllarda, bilim adamlarının önceleri hayal bile edemeyeceği lastikler geliştirilmiştir. Bunlar esas olarak organosilisyum ve florokarbon bileşiklerinden türetilen elastomerlerdir. Bu elastomerlerin ısıl kararlılığı, doğal lastiğinin iki katıdır, Ozona,  dumanlı sülfürik ve nitrik asitlere dayanıklıdırlar.

Nükleer enerjinin temel elementi olan Uranyumun nükleer enerji üretiminde ancak %5’i kullanılır, geri kalan %95’i atık uranyumdur. Enerji üretimi sonucunda yığılan atık uranyumlar, bazı metal ürünlerle, birçok organik ürünlerin gelişiminde değerlendirilmektedir. Uranyum bazı meyvelerin yanı sıra

havuç ve pancarın şeker oranını önemli ölçüde arttırmaktadır. Uranyum, değerli toprak mikroorganizmalarının gelişmesine yardım eder. Yapılan bir denemede bir yıl boyunca küçük miktarlarda uranyum tuzları verilen farelerin ağırlıkları iki katına çıkmıştır. Araştırmacılar, en önemli yaşamsal elementler olan fosfor, azot ve potasyumun özümlenmesinde uranyumun büyük ölçüde yardımcı olduğuna inanırlar.

Uranyumun metalürjide kullanımı yaygındır. Demirle oluşturduğu alaşımı(ferrouranyum), oksijen ve azotu ayırmak için çeliğe katılarak kullanılır. Ferrouranyumla yapılan çelikle çok düşük sıcaklıklarda çalışılabilir. Uranyum nikel çelikler "kral suyu" (nitrik ve hidroklorik asit karışımı) gibi en etkin kimyasal ayraçlara karşı bile dayanıklıdır. Uranyum ve bileşiklerinin diğer çok önemli kullanımı da pek

çok kimyasal tepkimede katalizör oluşlarıdır.  Uranyum oksit, metanın oksijenle oksitlenmesini, karbon monoksit ve hidrojenden metil ve etil alkollerin üretimini, asetik asidin hazırlanmasını hızlandırır. Radyoaktif ışınları polietilenin elde edilmesinde katalizör olarak kullanılarak maliyetleri yarı yarıya düşürür. Uranyum katalizörlerinin yardımıyla elde edilen organik kimya ürünleri hiç de az değildir.

 Başlangıçta kimya, hekimlere yalnızca doğada bulunan maddelerden yararlanarak ve sınırlı çeşitlerde ilaç üretiminde yararlı olabiliyordu. Ama tıp hastalılarla mücadele edebilmek için bu kadarla yetinmeyerek kimyanın oluşturduğu sentetik ilaç kullanımına geçmek gerekliliğini duymuştur.

Modern bir reçete el kitabına bakıldığında, ilaçların sadece yüzde 25'inin doğal maddelerden hazırlandığı görülür. Bunlar, çeşitli bitkilerden hazırlanmış özütler, esanslar ve şuruplardır. Tüm diğer ilaçlar doğada bilinmeyen, kimyanın yardımıyla oluşturulan sentetik ilaçlardır. Günümüzde birçok ilacın temelini oluşturan, romatizmayı iyileştirici özelliği olan, bitkisel hammaddelerden hazırlanması çok zor ve pahalı salisilik asit ilk sentetik ilaç olarak 1874 yılında üretilmiştir.

Tarımsal ürünlerin yapay yöntemlerle verimliliğini artırmanın diğer bir yöntemi genetik yapılarının değiştirilmesi (GDO’lu ürünler) uygulamasıdır. Bu uygulamayla, doğa koşullarına ve hastalıklara dayanıklı, ürün verimi yüksek bitki türleri elde edilerek tarım yapılmakta ve üretim büyük ölçeklerde arttırılmaktadır. Örneğin mısıra zehir salgılayan bir bakteriden gen transfer edilerek mısırın böcek öldüren zehir üretmesi sağlanır.

Yapay (kimyasal) Ürünlerin Yaşam Üzerine Olumsuz Etkileri:
Yukarıda birçok örneğiyle birlikte gördüğümüz kimya bilimindeki buluşlarla yapay olarak üretilen ürünlerin günlük yaşamda yaygınlaşmasıyla insan refahında büyük bir gelişme olmuştur. Ancak insan refahının artışıyla ters orantılı olarak bu yapay (doğal olmayan, kimyasal) ürünlerin insan sağlığına olan zararları ortaya çıkmış ve giderek yayılmaya başlamıştır.

Tarım ürünlerine büyük zararlar veren çeşitli kemirgenler, böcekler ve yabani otlar arsenik, kükürt, bakır, baryum, flor ve pek çok zehirli bileşikle öldürülürler. Bilinen en iyi böcek öldürücüler, fosfamid ya da M-81 gibi organofosforlu bileşiklerdir.

Şiddetli bir yağmur veya kuvvetli bir rüzgâr ile tarım ürünlerini koruyucu olan bu kimyasal maddeler yıkanarak ya da uçarak çevreye yayılmakta ve insanlara solunum yoluyla, deri yoluyla bulaşmaktadır.

Bilim adamlarının,  zararlı böcek ve bitki organizmalarının yapı farkından yararlanarak geliştirmiş oldukları kimyasal maddelerin bazıları bitkilere zarar vermediği halde böcekleri zehirleyerek öldürücü etkide bulunur. Bu kimyasal etki böcekleri olduğu kadar, bitkilerde kullanım dozu aşıldığında bu bitkileri gıda olarak tüketen insanları da zehirlemektedir.

Genetiği değiştirilmiş tarım ve hayvansal organizmalar(GDO’lu ürünler) insanlar üzerinde toksit etki ve hormonal dengeyi bozma riskleri taşımaktadır. Bu ürünleri tüketen hayvan ve insanlarda antibiyotiklerin etkisi azalmakta, hücre bölünmesi dengesi bozulmaktadır.

Sanayi ürünleri üreten kuruluşların çevreye yaydığı atıklar ve ulaşımda kullanılan milyonlarca değişik tür ve kapasitede motorlu araçların atık ve gazları, günlük yaşamda kullanılan yapay ürünler ve yapay olarak üretilen besin ürünlerinin tüketimi ile birleşince, insan organizmasının doğal yapısı da(sağlık sistemi) bozularak, başta kanser olmak üzere çok çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.

Kimyasal ürünlerin yaygınlaşması ile ortaya çıkan kanser hastalıklarının tedavisinde onkoloji servisleri,  bugün yatarak tedavi görmesi gereken hastalarına yer bulamayacak duruma gelmiştir.

Şeker hastalığının yaygınlaşmasının nedeni salt şekerli gıdaların yaygınlaşması ve yaygın tüketimi değildir. Eksoz dumanının yoğun olduğu oto terminallerinde, ana ulaşım caddeleri üzerinde, oksijen-asetilen kaynağı yapılan işyerlerinde, boyahanelerde…vb de çalışanlarda, genetiğe bağlı olmayan şeker hastalıklarının yaygın gözlemlenmesi kana karışan zehirli atıkları işleme fonksiyonunu yerine getiremeyen karaciğerin  yapısının bozulması sonucudur. Bu bozulma sonucu karaciğerde tümör oluşumu, tüketilen anorganik ürünlerle daha duyarlı ve yaygın duruma gelmektedir. Akciğer kanserinin, kan kanserinin, beyin tümörlerinin, kolon kanserlerinin artışı, kalp ve damar hastalıklarının yaygınlaşması sanayi ve motorlu ulaşım araçları atıklarının artışı ile birlikte yapay(anorganik) gıda ürünlerinin tüketimi ve yapay (anorganik] kullanım eşyalarının günlük yaşamda yaygın olarak kullanımı ile etkileşerek, insanının doğal yapısının, hormonal dengesinin bozulmasına,  bağışıklık sisteminin zayıflamasına, neden olmaktadır.

İnsanlığın gelişmesinin zorunlu sonucu olarak gün geçtikçe üretim miktarı ve çeşitleri artan, bu kimyasal veya yapay veya anorganik ürün olarak adlandırdığımız ürünlerin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak ve azaltmak için, doğal veya Organik Ürünlere duyulan gereksinim, talep sonucu Organik Ürün Piyasaları ve Organik Ürün ekonomisi ortaya çıkmıştır.

ORGANİK ÜRÜNÜN TANIMI:

Organik sözcüğü,  “doğal”, “ekolojik" ve "biyolojik"  sözcükleriyle eşdeğer anlamı ifade eder.
Organik ürün, doğal ürün, ekolojik ürün veya biyolojik ürün;  üretimlerinde kullanılan temel girdileri kimyasal işlemlerle elde edilen maddelerden oluşmayan, doğal maddelerden üretilen ürün olarak tanımlayabiliriz. Bir organik ürün tarımsal, hayvansal olabildiği gibi, günlük yaşamda kullandığımız birçok eşyadan biri de olabilir.

Organik Ürün Piyasaları, 1 Aralık 2004 yılında kabul edilen 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu'nuyla düzenlenmiştir, ancak bu yasa salt bitkisel ve hayvansal organik ürünleri kapsadığından yetersiz bir yasadır. Günlük yaşamda kullanılan ürünleri kapsamamaktadır.

Organik Tarım ve Hayvansal ürünlerin üretimi 1 Aralık 2004 yılında kabul edilen 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu'nuyla düzenlenmiştir.

Organik tarım faaliyetleri; Organik Tarım Kanununun ( 2004 ),3b maddesinde şu
şekilde tanımlanır:”Toprak, su, bitki, hayvan ve doğal kaynaklar kullanılarak organik ürün veya girdi üretilmesi ya da yetiştirilmesi, doğal olan ve kaynaklardan ürün
toplanması, hasat, kesim, işleme, tasnif, ambalajlama, etiketleme, muhafaza, depolama, taşıma pazarlama, ithalat, ihracat ve ürün veya girdinin tüketiciye ulaşıncaya kadar olan işlemleridir”. Organik ürün ise aynı yasada yer alan 3p maddesinde şu şekilde ifade edilir:

”Organik tarım faaliyetleri esaslarına uygun olarak üretilmiş ham, yarı mamul veya
mamul haldeki sertifikalı ürün”.
Kanunda geçen ifadelerden de anlaşıldığı üzere organik tarım kendine ait kuralları ve standartları olan bir tarım sistemidir.

Başka bir deyişle Organik tarım; tarımsal üretimi doğanın dengesini bozmadan yapmak amacıyla uygun ekolojiler seçerek, yapay kimyasal girdi kullanmadan yalnızca kültürel önlemler, biyolojik mücadele ve organik girdiler kullanılarak yapılan bir tarım şeklidir.  Organik tarımın amacı,  toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Bu üretim yönteminde sentetik olarak üretilen azot, fosfor, potasyum vb gübreleri, ilaç, büyüme hormonları, genetik yapısı bozulmuş organizmalar (GDO) kullanılmadan, modern tarım aletleri ile toprak işlenerek, teknik bilgiye dayanan budama, aşılama yapılarak verim ve kalite elde edilir ve sürekliliği sağlanır.

Organik Tarımın Temel İlkeleri:
ETO Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO) Derneği'nin web sitesinde yapılan tanıma göre;
Ekolojik Tarımın Temel İlkeleri
Doğal çevre ile uyumlu üretim,
Çiftlik veya yerel kaynakların kullanımına dayanan kendine yeterli kapalı bir sistemin oluşturulması  
Nihai ürün yerine tüm üretim sürecinin kontrol edilip ürünün sertifikalandırılması,
Bitkisel Üretimde;
Gerektiğinde ve uygun yöntemlerle toprak işleme,
Topraktaki organik madde ve verimliliğinin korunması,
Kimyasal gübre yerine toprak verimliliğinin ekim nöbeti, yeşil ve organik gübrelerle sağlaması,
Dayanıklı, sağlıklı tohum ve bitki çeşitlerinin seçimi,
Uygun ekim-dikim yöntemleri ve zamanı,
Bitki direncinin arttırılması, hastalık ve zararlılara karşı gerektiğinde kültürel ve biyolojik yöntemler ile organik kökenli prepatların kullanımı,
Yabancı ot kontrolünde ekim nöbeti, bitkilerinin morfolojik özellikleri gibi yöntemlerin ele alınıp gerektiğinde mekanik yöntemlerin kullanımı,
Ekolojik yöntemlere uygun hasat, depolama ve dağıtım,
Ekolojik işletme esasları,

Hayvansal Üretimde
- Sağlıklı hayvan yetiştiriciliği,
- Hayvan barınaklarında uygun yaşam koşulları,
- İşletmede yemlerin üretilmesi ve organik yemlerden yararlanma,
- Damızlık ve ırk seçiminde ekolojik uygunluk.

Organik Tarımda Bitkilerin Korunması: Organik tarımda, sentetik kimyasal maddelerin (örn. genelde gübreler, ot ilaçları, bitki koruma ürünleri, insektisitler ve pestisitler) kullanımı yasaklanmıştır. Bitkiler öncelikle hastalıklara dirençli türlerin seçilmesi ve uygun toprak işleme metotları vasıtasıyla korunmaktadır. Bunlar:
Ürün rotasyonu, örn. aynı arazide ardışık olarak aynı ürün yetiştirilemez. Bu metodun temelini oluşturan mantık, parazitler gelişemez ve bitki besinleri aşırı tüketilmez.
Sıra çalıları ve ağaçların dikilmesi, sadece peyzajı daha hoş yapmaz, aynı zamanda parazitlerin doğal predatörleri için barınak sağlar ve komşu alanlardan gelen kirlilik maddelerine karşı fiziksel bir bariyer oluşturur.
Ara ürün yetiştirme, örn. bir ürün diğerlerinin parazitleri tarafından seviliyorsa, farklı ürünlerin paralel işlenmesi.
Organik tarım, iyi-bozunmuş gübre ve organik kompostlar (örn. çimen vb.) ve yeşil gübre gibi doğal gübreleri kullanır. Örn. bu amaç için dikilmiş yonca ve hardal gibi bitkilerin toprağa karıştırılması.
Bitkileri hastalık ve zararlılardan korumak gerektiğinde, bitkisel, hayvansal veya mineral orijinli doğal maddeler kullanılır, örn. bitki ekstraktları, faydalı predatörler, kaya unu veya toprak yapısını ve kimyasal kompozisyonunu ıslah eden ve bitkileri kriptogamik saldırıdan koruyan doğal mineral maddeler.

Toprağımızın bozulan dengesinin tekrar kurulabilmesi için organik gübreleme şarttır. Organik gübreleme ile toprağa verilen organik madde toprakta hava- nem dengesinin kurularak, fiziksel yapının düzelmesine, organik madde takviyesi ile mikroorganizma faaliyeti artacağından, biyolojik aktivitenin hızlanmasına, hızlanan biyolojik aktivite sayesinde besin elementlerinin alınabilir hale gelmesiyle kimyasal yapının düzelmesine neden olacaktır.

Böylece toprakta fiziksel, kimyasal ve biyolojik denge kurulacaktır. Kurulan vazgeçip, organik gübrelemenin daha fazla olmasını sağlamalıyız. İşte burada organik tarımın önemi ön plana çıkmaktadır. Organik tarımda kimyasal gübre kullanılmaması tarım topraklarının korunması açısından son derece önemlidir. (www.itmturhol.com OCAK,2011 )

ORGANİK ÜRÜN PİYASALARININ YÜKSELİŞİ:

Günümüzde organik sektörü dünya genelinde 63 milyar dolarlık bir pazara ulaşmış durumda. Organik ürünler konusunda dünyanın en büyük fuarı olan BioFach bu yıl 26. Kez düzenlendi. Fuarda organik normlara uygun olarak üretilen her türlü gıda, ekolojik mobilya, dekorasyon malzemeleri, kağıt ve kağıt ürünleri, bahçe ürünleri, tarımsal ve hayvansal ürünler, deri, takı-mücevherat, el işleri, hediyelik eşyalar, müzik enstrümanları gibi ürünler sergilenirken başta Almanya olmak üzere; belli başlı Avrupa ülkeleri, ABD, Japonya, Güney Afrika, Hindistan, Endonezya gibi dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçi geldi.”  http://www.haberler.com/turkiye-nin-organik-tarim-urunleri-almanya-da-4353660-haberi/


Almanya’da düzenlenen dünyanın en büyük organik ürünler fuarı 'BioFach 2013 Dünya Organik Ticaret Fuarı'nda da görüldüğü gibi her tür organik ürüne büyük bir talep vardır. Dünyanın her tarafından fuara katılımın olması ve başta Avrupa ülkeleri ve ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçilerin gelmesi organik ürünlerin büyük bir gereksinim durumuna geldiğini göstermektedir. Organik ürün piyasalarının 63 milyar dolara ulaşması, gelecekte bu sektörün, doğal gaz, petrol ürünleri gibi büyük bir Pazar olacağını gösterir.

 Fuarda Türk organik ürünleri dünyanın dört bir tarafından gelen organik ürün ithalatçılarının gözdesi olmuştur.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Mustafa TÜRKMENOĞLU’nun da belirttiği gibi organik üretim ve ihracatında yıllık 250 milyon dolar ihracat yapan ülkemiz,  2023 yılında 2,5 milyar dolar ihracat hedeflemektedir. Ancak, bu sektöre olan talebin artışına koşut olarak organik ürün üretimine yapılacak olan yatırımın önemi üreticilere kavratılacak olursa, bu gelirin çok daha yüksek miktarlarda gerçekleşmesi olanağı vardır. Ülkemizin anorganik ürün piyasalarına (sanayi ülkelerine) yakın ve geçiş yolu üzerinde olması ve organik ürün üretme koşul ve potansiyelinin yüksek olması bu olanağı gerçekleştirecektir.

 ORGANİK TARIMIN YAPILDIĞI ARAZİLERİN ÖZELLİKLERİ VE BALYA VE ÇEVRESİNİN ORGANİK TARIMA ELVERİŞLİLİĞİ:
Organik üretim yapılacak bölgelerin ve arazilerin; geleneksel üretim yapılan bölgelerden, eksoz atıklarının yoğunlaştığı işlek anayollardan, ağır sanayi tesislerinden, çevreye salınan zehirleyici atıkları yoğun maden işletmelerinden, kentsel atıkların toplu olarak bırakıldığı alanlardan, kirletici atıklar içeren akarsu ve yeraltı sularından etkilenmeyecek bir uzaklıkta olması gerekir.
Bu bölgelerde, büyük bir gereksinim olacak olan her tür organik ürünün, tam organik yapıda veya yarı organik yapıda da olsa teşvik edilmesi, üretiminin yapılması büyük önem taşır. Ekolojik niteliklere sahip olan ve olmayan bölgelerin tamamında bütünü ile organik üretim yapılması olanaksızdır. Gereksinmelerin karşılanabilmesi için her tür bilimsel yöntem ve girdiler üretimde kullanılmak zorundadır. Amaç, insan sağlığını koruyabilmek için ve özellikle hastalık riski taşıyan kişi ve bölgelerde organik ürün tüketimini olanaklı olduğu ölçüde arttırmaktır.
 Kanser tedavisi gören hastaların organik ürün üretimi yapılacak niteliklere sahip olan bölgelerde kurulacak ekolojik hastanelerde, organik ürünlerle gereksinimlerinin karşılanarak, organik eşyalarla donatılı onkoloji servislerinde tedavilerinin yapılması, sağlıkta daha büyük oranlarda başarılı sonuçlar alınmasına neden olacaktır.
Bu koşullara sahip olan bölgelerden birisi de Balya ve çevresinde bulunan arazilerdir. Bu bölgelerde Organik Bitki, Hayvan ve Organik eşya ürünlerinin üretiminin teşvik edilmesi, tanıtımı ve eğitiminin yapılması önem taşır. Balya’nın gelişmesinde varolan bu büyük potansiyelin değerlendirilmesi ile çok yakın bir bağ vardır. Gerek ekolojik hastaneler kurulabilmesi açısından, gerekse sanayi kuruluşlarından, hava ve su kirliliğinden uzak, tam ve yarı organik ürünlerin üretimine çok elverişli bir bölge olarak, Balya’nın Organik Ürün Üretiminde bir marka olarak piyasalarda yer alması gerekir. Balya üreticisi bu alanda yurt ve dünya çapında bir Ürün Markası haline geleblir.
ORGANİK ÜRÜN ÜRETİMİNİN SERTİFİKALANDIRILMASI VE DENETİMİ:

Organik ürünlerin üretimi, organik tarım ürünleri dışında da büyük yaşamsal öneme sahiptir.  03/12/2004 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren 5262 Sayılı  Organik Tarım Yasası’nın alanının genişletilerek yeniden düzenlenmesi gerekir.

03/12/2004 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren 5262 Numaralı Organik Tarım Yasası’nın kapsamı ikinci maddede tanımlanmıştır.

Madde 2- Bu Kanun, organik tarım faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin yerine getirilmesi ve Bakanlığın denetim usul ve esasları ile yetki, görev ve sorumluluklara dair hususları kapsar.

Beşinci maddede organik ürün yapan üreticilerin sertifikalandırılması ve denetimi ele alınmıştır.

Madde 5-Kontrol ve sertifikasyon kuruluşu veya sertifikasyon kuruluşu tarafından sertifikalandırılmamış ürünler, organik ürün veya organik girdi adı altında satılamaz.

Organik ürünlerin ve üreticilerin sertifikalandırılması süreci kısaca aşağıda tanımlandığı gibi işler.

“Sertifikasyon; organik tarım standartlarının belirlediği bütün kontrol yöntemlerinin uygulanması sonucu işletmenin, ürünün ve girdinin mevzuata uygunluğunun değerlendirilerek belgelendirilmesidir.

Kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının, kuruluş tarihlerinden itibaren en geç 2 yıl içerisinde ISO Guide 65’e göre akredite olmaları gerekmektedir. Uluslararası Standardizasyon Organizasyonu (ISO) tarafından 1996 yılında hazırlanan Guide 65, bir ürünün sertifikasyon sistemi ile ilgili olarak çalışmakta olan organların genel kriterlerini belirlemektedir.

Türkiye’de organik tarımın başlangıcından itibaren kontrol ve sertifikasyon firmaları faaliyetlerini sürdürmektedir. T.C Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetki verilen kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının sayısı artış göstermektedir.

 Organik tarımda sertifikasyon süreci müteşebbisin kontrol ve sertifikasyon kuruluşuna başvuru yapması ile başlamaktadır. Kontrol ve sertifikasyon firması gerekli değerlendirmeleri yaparak, başvurunun uygunluğu durumunda müteşebbis ile ilgili standartlar kapsamında üretim yapacağını taahhüt eden bir sözleşme yapar. Üretimdeki her bir aşamaya göre kontrol planı hazırlanır. T.C Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetki verilen bir kontrolör tayin edilerek müteşebbise bildirimde bulunulur. Kontrolün yılda en az bir kez yapılması zorunludur. Bu sayı ürün ve üretim ile ilgili riskler değerlendirilerek arttırılabilir. Risk değerlendirmesine göre kontroller; tarımsal üretim birimleri, hasat ve hasat sonu işlemler, depolama, taşıma, işleme ve paketleme ve satış gibi her aşamada yürütülür. Şüpheli durumlarda kontrol ve sertifikasyon kuruluşu önceden belirtilen kontrol programı dışında habersiz kontroller yaparak düzeltme faaliyetlerini izleyebilir. Bir sonraki aşamada tespit edilen risklere göre ve şüpheli durumlarda örnekler alınarak analizler yaptırılmaktadır. Analizler ISO-17025 standartlarına göre akredite edilmiş laboratuarlarda yapılır ve ancak bu laboratuarlarda yapılan sonuçlar kabul edilir. Kontrolör yaptığı kontrolün sonuçlarını belirten detaylı bir rapor hazırlar. Sertifikasyon birimi kontrol raporunu inceleyerek değerlendirir ve faaliyetin sertifika alıp alamayacağı, eğer sertifikalandırılma söz konusu ise ilave koşulları ve sertifikalandırma statüsü belirler. Karar kontrol raporu ile birlikte onay için müteşebbise gönderilir. Müteşebbis onayından sonra, sertifikasyon için kararda belirtilen koşullar yerine getirildiğinde “Organik Tarım Müteşebbis Sertifikası” (master sertifika) hazırlanarak müteşebbise iletilir. Her bir organik ürün için ise “ürün sertifikası” düzenlenir. Ürün sertifikasında organik ürünün izlenebilirliği açısından; kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun adı, kod numarası, adresi, sertifika numarası, ürünün adı ve özelliği, sertifikalanma statüsü, ürün miktarı, hasat yılı, üretim yılı, ürünün kaynağı, sözleşme numarası, fatura ve sevk irsaliye numara ve tarihileri, ambalaj tipi ve adedi, parti numara ve kalibresi, G.T.İ.P numarası, alıcı ülke alıcı müteşebbis adı ve adresi, gönderen ülke, gönderen müteşebbis adı ve adresi, sertifika onay tarihinin bulunması gerekmektedir.

Kontrol ve sertifikasyon işlemlerinin organik üretimin her yılında yenilenmesi gerekmektedir.” (http://www.tugem.gov.tr).







NOT: BU YAZININ BİR BÖLÜMÜ BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ KÜLTÜR, YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ DERGİSİNİN NİSAN 2013 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.


İsmail İNCİ,  25/04//2013


16 Mart 2013 Cumartesi

LİKURGUS'UN SPARTA DEVLET YÖNETİM MODELİ VE EKONOMİK TOPLUMSAL SİSTEMİ




SOLON’UN AĞIR ZİNA YASASININ NEDENLERİ, ROMA VE SPARTA YASALARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI VE LİKURGUS’UN ISPARTA DEVLET YÖNETİM MODELİ (2)


 

LİKURGUS’UN SPARTA DEVLET MODELİ:


Likurgus Sparta’ya döndüğünde ülke yine büyük bir karışıklı içindeydi: halkın krallara güveni ve inancı, saygısı yoktu; kral da halkı yönetmede zor durumdaydı. Salt bir iki yasa değişikliği ile düzenin sağlanamayacağını bildiğinden “ varolan düzeni baştan sona yeniden değiştirecek yasal değişiklikler” in yapılması zorunlu görünüyordu. Isparta’nın ileri gelenlerini ve kralı da yanına alarak yasalarını uygulamaya başlar.  Likurgus’un Isparta yönetim biçimi, bugün Krallıkla yönetilen Avrupa ülkelerinin monarşik demokrasi yönetimlerinin bir örneğidir.
 
Likurgus’un devlet yönetiminde getirdiği yeniliklerin önde geleni, kralın gücüne eşit bir gücü olan bir Yaşlılar Konseyinin (Senatonun) kurulmasıdır. Böylece Likurgus Platon’un da anlattığı gibi, devlete güvenlik ve ılımlılık getirmiş oldu. “Çünkü demokrasiyi dizginlemek gerektiği zaman yirmi sekiz senatör her zaman krallardan yana çıkarken, öte yandan saltık tekerkliğin getirilmesine karşı halkın gücünü desteklediler.” (s.16) Likurgus’tan sonra gelen krallar Likurgus’un modelini daha demokratikleştirerek halkla yönetim sorumluluğunu paylaşırlar. Bu düzenleme ile halkın tepkisinden uzaklaşan yönetimleri daha güvenli duruma gelmiştir. Ardılı krallar yönetimlerini daha ılımlı duruma, ” oligarşik öğenin getirdiği yasaları atanan eforların gücü ile denetlemeyi” getirerek sağlarlar. Atama ile gelen Eforların gücü, bugün varolan anayasa mahkemelerinin gücü olarak düşünülebilir. İktidarlarını korumak isteyen krallar, halkının görüşünü almak, adaletli olmak, yönetimi halkla paylaşmak zorundadır. Adaletli olabilmek için, yargılarında, kararlarında tarafsız olmalıdır. Yönetimde bu demokratikleşme ile İleriki tarihlerde Messene ve Argos halklarının başına gelen yıkımlar, Sparta krallarının başına gelmemiş ve Likurgus’un yönetim düzenlemesinin ne kadar öngörüce ve bilgece olduğunu göstermiştir:
“ Likurgus’un ölümünden yaklaşık yüz otuz yıl sonra, Theopompos’un hükümranlığı sırasında Elatos ve meslektaşları ilk eforlar olarak atandılar. Theopompos bir gün kraliçesi onu kraliyet gücünü çocuklarına onu atalarından kalıt aldığından daha küçük bir ölçekte bırakacağı için kınadığı zaman: ‘Hayır’, diye yanıtladı. ‘ daha büyük, Çünkü daha uzun sürecek. Çünkü gerçekten de aşırı istemlerin ılımlı sınırlara indirgenmesiyle, Sparta krallarının tüm daha öte kıskançlıklardan ve her zaman bunlara eşlik eden tehlikelerden kurtuldular ve hiçbir zaman Messene ve Argos’ta kralların başına gelen yıkımları yaşamadılar. Çünkü bunlar erklerini çok katı olarak sürdürdükleri ve halka birazını bile bırakmadıkları için sonunda tümünü yitirdiler.”
Petrark’ın her ne kadar her alanda övgüyle anlatmasına rağmen, Likurgus’un ekonomik- toplumsal sistemde getirmiş olduğu yeniliklerden başarı ile sözetmek olası değildir.
Likurgus’un Ekonomik Toplumsal Modeli:
Roma kralı Numa Pompilius, Likurgus’un askeri baskıya dayanarak varsıllık ve yoksulluk arasındaki ayrımlılığı, eşitsizliği önleyen yönetiminin tersine,  varsıllık elde etmenin her türlü yoluna özgürlük tanımıştır. Bu özgürlükle gelen, kişilerin yeteneklerinin ayrımlılığı sonucu ortaya çıkan büyük eşitsizlikleri, varsıllık-yoksulluk arasındaki ayrımlılıkları azaltmaya çalışmamış, tersine varsıllık kazanmayı bütünüyle kısıtlamasız bırakarak, yoksulluğun büyük ölçüde ülkede aşamalı olarak artışını hiçbir biçimde dikkate almamıştır.
Petrark, insancıl bir bakışla ancak ülkelerin gelişmelerini, refahlarının artışını bütün zamanlarda göz önünde gözlemlemeden Likurgus’un bu modelinden övgüyle söz eder: “Henüz insanların geçim araçlarında hiçbir genel ya da büyük eşitsizlik yokken ve insanlar aşağı yukarı aynı düzlemde yaşamayı sürdürürken, Likurgus’un yaptığı gibi hırsa karşı çıkması ve zararlarına karşı önlemleri onun alması gerekiyordu. Çünkü bunlar önemsiz şeyler değillerdi ve sonraki zamanların en yaygın ve en büyük kötülüklerinin tohum ve kaynağını oluşturuyordu.” (s.95)
 
 
Likurgus’un askeri güçle, başka toplumları köleleştirerek onları sömürmeye dayanan, halkına başka mesleklerde çalışmayı hor gören toplumsal sisteminde,  askeri eşitlik baskısı ile yurttaşlar arasında ayrı ayrı zenginleşmenin olması olanaksızdır. Ancak, askeri baskıyla başka toplumu sömürmeye dayanan sistemden, diğer tüm sanatlarla üretim yapmak için özgürlükler tanınırsa, sanatları yerine getirmede yeteneklerin farklılığı nedeniyle varsıllıklarla yoksulluklar arasında ayrımların ortaya çıkması önlenemez. Bu ayrımın isteklendirme (motivasyon) gücü toplumların ilerlemesinin, gelişmesinin formülünü oluşturur. Her alandaki sanatlarda yurttaşların özgür olarak üretim yapma ve ürettikleri ürünleri birbirleri ile değişim yapma yollarını açan bir toplumda sanatlar gelişir; gelişen sanatlara bağlı olarak uygarlık ve refah düzeyleri de gelişir. 
Likurgus devletin yönetim biçimini düzenlemesinden sonra en tehlikeli olan düzenlemeyi yapmak için harekete geçer. Bu düzenleme, halkın gelirlerinin eşitlenmesidir. Isparta’da halkın gelirleri arasında ürkütücü bir eşitsizlik olup, tüm varsıllı küçük bir azınlığın elinde toplanmıştır.
“Buna göre, devletten kibir ve haset, lüks ve suç, yoksulluk varsıllık gibi daha da derinlere kök salarak birer alışkanlığa dönmüş hastalıkları uzaklaştırabilmek için ve tümünün bir arada eşit bir koşulda yaşamalarını sağlayabilmek için yurttaşları mülkiyetlerinden vazgeçmeye inandırdı ve toprağın yeniden bölüşülmesi için onay aldı…Isparta kentine bağlı parçayı dokuz bin eşit parçaya böldü. Bunları yine o sayıda eşit Spartalı arasında dağıttı…
“Bununla yetinmeyerek, aralarında geriye istenmeyen hiçbir ayrım ya da eşitsizlik kalmasın diye taşınmaz mülklerini de bölüştürmeye karar verdi. Ama bunu açıkça yapmasının çok tehlikeli olacağını anlayarak bir başka yol seçti ve yurttaşlarının hırslarının üstesinden politik yöntemlerle gelmeyi başardı. Tüm altın ve gümüş paranın dolaşımdan çekilmesini sağladı ve yalnızca büyük ağırlığına karşın değeri çok az olan demirden yapılmış bir tür paranın dolaşımda kalmasına izin verdi. Daha sonra bunun oldukça büyük bir kütlesi için oldukça düşük bir değer saptadı. On mina değerindeki bir parayı saklamak için büyük bir oda ve yerinden kaldırabilmek içinse en az bir çift öküz gerekiyordu. Bu para dolaşıma girer girmez hemen birçok haksızlık türü Isparta’dan sürgüne gitti. Çünkü kim böyle bir para için bir başkasını soyardı?”(s.20)
“Bundan sonra Likurgus tüm gereksiz ve yararsız sanatların yasa dışı olduğunu bildirdi. Aslında böyle bir yasaklama olmaksızın da bunların çoğu altın ve gümüşle birlikte ortadan kalkacaklardı, çünkü şimdi kullanımda olan para bu tür yaratılar için uygun bir ödeme aracı olmaktan çıkmıştı.
Demir para Yunanistan’ın geri kalanına taşınabilecek gibi değildi…Dolayısıyla bundan böyle yabancı malları ve ürünleri satın almak için ellerinde herhangi bir araç kalmadı. Tecimciler Lakonya limanlarına yüklü gemi göndermeye son verdiler. Hiçbir diluzluğu öğretmeni, hiçbir gezgin falcı, hiçbir fahişe pazarlayıcı, altın ve gümüş işleyici, oymacı, mücevherci geçerli bir parası olmayan bir ülkeye adımını atmazdı.
Böylece yavaş yavaş onu besleyen ve kışkırtan şeyden yoksun kalan lüks de değersizleşti ve kendiliğinden ölüp gitti… Böylece gündelik ve zorunlu şeylerin yapımında oldukça becerikli sanatçılar oldular. Yatak odası mobilyaları, iskemleler ve masalar ve daha başka ev eşyaları gibi şeyler ülkede hayranlık bir düzeyde iyi yapılır oldu.” (s.21)
Petrark’ın övdüğü birkaç mobilya ev eşyası sanatı dışında Sparta’da hiçbir sanat kalmıyor ve bir daha hiçbir sanat ortaya çıkmıyor ve hiçbir sanat gelişmiyor. Çünkü Petrark, kendi gözlemi ile de gözlemlemiş olduğu gibi: ”Likurgus tüm gereksiz ve yararsız sanatların yasa dışı olduğunu bildirdi. Aslında böyle bir yasaklama olmaksızın da bunların çoğu altın ve gümüşle birlikte ortadan kalkacaklardı, çünkü şimdi kullanımda olan para bu tür yaratılar için uygun bir ödeme aracı olmaktan çıkmıştı.
 
 Para; ürünlerin değişimine dayanan takas ekonomisinin zorluklarını, değişimi olanaksızlaştıran niteliklerini ortadan kaldıran; her türlü yer ve zaman koşullarında değişimi kolaylaştıran niteliği ile üretime, yeni takas ürünler ortaya koymaya bağlı olarak mesleklerin gelişmesine, üretimin artmasına; ürünlerin çeşitlenmesine,  uygarlığın ve refahın ilerlemesine neden olan en büyük buluşlardan biridir. Paranın bu önemli işlevlerini yerine getirebilmesinde bir ülke ekonomisinde paranın piyasalardaki dolaşım hacmi, (emisyon hacmi) dengesi çok büyük önem taşır. (Bkz. “ Ortak Kullanım Birimi (Para) İle İşbölümleri ve Üretim Arasındaki Bağlantılar, www.iinci.blogspot.com, 26/04/2010)
Paranın kullanımdan kalkmasına bağlı olarak Sparta ile hiçbir ülke ticaret yapmayacak, hiçbir tüccar yüklü gemilerini Sparta limanlarına göndermeyecektir. Birçok meslekten kişi de bu ülkede üretim yapmayacaktır. Sanatlarda ve üretimde bu durumu ile Sparta çok büyük bir yoksulluk içine düşmüş olması gerekir. Ancak bu yoksulluktan bir yandan, takas ekonomisinin kıt ve zor koşullarını yerine getirirken diğer yandan ve daha çok olarak, başka toplumları, özellikle Helotlar halkını sömürerek kurtulacaktır. Sparta bu ekonomik modelini yüzyıllarca sürdürmeyi, Antik çağın askeri gücünün, teknik güçten çok insanların fiziki kas gücüne dayanan yapısına bağlı olarak başarmıştır.
“…[Likurgs’u] lükse ve varsıllık tutkusuna karşı daha da etkili bir vuruş yapmaya götüren üçüncü ve en büyük başarısı herkesin hep birlikte aynı ekmeği ve aynı eti yemeleri ve bunların daha önceden belirlenmiş türlerde olması konusunda getirdiği kural oldu. Bundan böyle yaşamlarını pahalı koltuklara uzanarak ve pahalı masalara oturarak evlerinde geçirmeyecekler, kendilerini tıpkı yaban hayvanları gibi…”(s.22)
“[Spartalıların] eğitimleri yetişkinlik çağında da sürerdi. Hiç kimseye kendi keyfine göre yaşama izni verilmezdi. Kent bir tür askeri kamp gibiydi. Orada herkes gereksinmelerini ve üzerine düşen payını saptanmış bulur, kendini kişisel ereklere olmaktan çok ülkesinin çıkarına hizmet etmek için doğmuş görürdü. ..Likurgus’un halkına sağladığı en büyük ve en yüksek armağanlardan biri özgür zamanın bolluğuydu. Bu onlara ne türden olursa olsun bayağı ve mekanik işler yapmayı yasaklamasından geliyordu. Sıkıntı içinde uğraşıp didinerek para kazanma ve varsıllık biriktirme konusuna gelinde, böyle bir şeye hiç gerek yoktu, çünkü ülkelerinde varsıllık onlara ne onur ne de saygınlık kazandırıyordu. Bunun yanı sıra Helotlar topraklarını onlar için ekiyor ve onlar için saptanan miktarı onlara payına hiçbir sıkıntı olmaksızın her yıl ürün olarak ödüyorlardı.
…Birinin kendini mekanik sanatlara ve para kazanma işine vermesini tam bir kölelik olarak görüyorlardı…durum herkesin gereksinmelerinin karşılanmasında tam bir eşitlik ve o gereksinmeler çok küçük olduğu için, bir bağımsızlık durumuydu. Tarlalarda geçirdiklerinin dışında tüm zamanları koral danslar, ziyafetler ve şenlikler tarafından dolduruluyor, avcılıkla ilgileniyorlar ve yaşamları beden eğitimi alanlarında ve kamusal söyleşi yerlerinde geçiyordu.”(s.44)
“…krupteia ya da ‘gizli servis’ Aristoteles’in dediği gibi Likurgus’un kurumlarından biriydi…Gizli servisin doğası şöyleydi…özel olarak en yetenekli genç erkeklerin bir bölümünü kırsal alana gönderiyorlar…[bunlar] geceleri yollara çıkıyor ve yakaladıkları tüm Helotları öldürüyorlardı. Kimi zaman onlara tarlalarda çalışırken güpe gündüz saldırdıkları da oluyor ve içlerinden en gürbüz ve en iyi olanları öldürüyorlardı…Spartalıların onlara başka bakımlardan da çok sert davrandıkları herkes tarafından kabul edilir. ..Sparta'da özgür kişi dünyadaki başka herkesten daha özgürken, orada köle olansa dünyadaki en tam köleydi.”(s.48-49)
“Onlara ülke dışında yaşamayı, yabancı ülkelerde dolaşarak tuhaf ahlak kurallarına bağlanmayı, kötü eğitimli insanların alışkanlıklarına öykünmeyi ve değişik hükümet görüşlerini benimsemeyi yasaklamasının nedeni buydu.” (s.48) 
 
 
Isparta Devlet Yönetim Modelinin ekonomik toplumsal yapısı,  Isparta yurttaşlarının yaşamlarını sürdürebilmek için gereksinmelerinin karşılanmasını kendi yurttaşlarının üretimine değil, köle olan Helotların ve diğer halkların üretim çalışmalarına bağlayan bir yapıdır. Gereksinimlerinin karşılanması Helot halkının köleliklerinin sürmesine bağlı olduğundan, bu halkın kendilerine karşı güçlenmemeleri için en ağır ve korkunç baskıyı,  kıyımı yapmak zorundadır. Bu baskıyı açık olarak yaparak, tepkileri arttırmamak için gizli bir askeri örgüt kurarlar. Sparta devlet yönetim modeli, Sparta halkının askerlik mesleği dışında başka mesleklerle uğraşmasını gereksiz kıldığından, Sparta halkının gerçekten boş zamanı çoktur. Bu boş zamanlarını zorunlu olarak ağır askeri eğitimlerle ve avcılıkla, eğlencelerle meşgul olarak geçirirler. Boş zamanlarında bilimle,  teknolojik buluşlarla ilgilenmek,  yeni buluşlara bağlı olarak teknik mesleklerde üretimde bulunmak ve bu alanlarda ilerlemek yoktur. Daha çok ve salt bedensel güçlerini ve yeteneklerini geliştirme uğraşısı vardır. Bu ilkel, basit kendini geliştirme uğraşısı onların,  zamanla teknik güç ve uygarlık olarak diğer halkların gerisinde kalmalarına neden olacaktır. Yaşamları da bilimle, sanatlarla, ticaretle uğraşan toplumlar kadar da iyi olmayacaktır.
Petrark,  eşitlikçi olan Likurgus’un devlet yönetim modelini yeri geldikçe övmesine rağmen, Sparta devlet yönetim modeli yurttaşlarını yabanileştiren,  halkını kaçınılmaz olarak uygarlığın gerisine iten bir modeldir. Petrark, Sparta Devlet Yönetim Modelinin başarılı bir devlet yönetimi olduğunu, beş yüz yıl ayakta kaldığını söyler. Bu doğru olsa bile, Sparta bu yönetim biçimi ile genişleyememiş, dar bir alanda kalmış ve bir refah ülkesi olamamıştır. Uygarlığın gerisinde kalarak sonunda ortadan kalkmıştır. Bu kadar uzun süre varlığını uygarlığın gücünden uzak olarak sürdürmesini, Antik Çağda teknolojik uygarlığın yavaş ilerleyen yapısında bulabiliriz. Sparta Devletinin varlığını uzun sürdürmesi, egemenliğin, o günkü koşullarda bedensel, fiziksel güce, dayanıklılığa bağlı askeri örgütlenmeyle gerçekleşmesinden ve bu niteliğin yüzyıllarca sürmesindendir. Yirminci yüzyılda böyle bir devlet modeli uygarlığın, teknoloji ve bilimin çok hızlı ilerleyen özelliği karşısında uzun ömürlü olamazdı. Bilim ve teknolojide gösterilen büyük ve hızlı ilerlemelerle çok büyük askeri güce ve yaşama düzeyine ulaşan devletler karşısında, böyle bir yönetim modelinin ve devletin varlığını sürmesi olanaksızdır. Bu gerçeğin somut bir örneği yüzyılımızda yaşanarak test edilmiştir. Devlet yönetim biçimi ile Isparta modeline yakın olan SSCB Devlet ve yönetim modeli,  bir yüzyıl bile varlığını sürdürememiştir. Diğer ülkelerin uygarlıklarını gerisinde kalmalarına neden olan sistemin yanlışlığının bilincine varan yurttaşların tepkisi ile yönetim;  demokratik, özgür, bireysel yeteneklerin girişimine dayalı ekonomik sistemli bir yönetim modelini benimsemek zorunda kalmıştır.
Yurttaşları,  her alanda varolan sanatlar üzerinde özgür olarak çalışan, üreten, ticaret yapan,  daha varsıllaşmak için tüm yeteneklerini büyük bir hırsla kullanan bir ülkede, sanat sahiplerinin bazılarının varsıllaşarak,  bazılarının yoksullaşması; gelirleri arasında aşırı dengesizliklerin ortaya çıkması beklenen olgulardır. Bu olguların aşırı artması sonucu toplumsal düzen bozulma eğilimi gösterirse, gelir dağılımı sosyo-ekonomik yasalarla düzenlenir. Bu olguların toplumsal düzeni bozucu yönde gelişmemesi için, adaletsiz ve haksızca yapılan zenginleşmelerin, gelir dağılımlarının sosyo-ekonomik yasalarla denetim altında tutulmaları gerekir.

 

İsmail İNCİ,  15/03//2013
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 


 

 

 

 

 

4 Mart 2013 Pazartesi

SOLON'UN KARŞILAŞTIRMALI ZİNA YASASI, PLATON'UN İDEAL DEVLETİNDE AİLE



SOLON’UN AĞIR ZİNA YASASININ NEDENLERİ, ROMA VE SPARTA YASALARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI VE LİKURGUS’UN ISPARTA DEVLET YÖNETİM MODELİ (1)


 


Petrark’ın çok saçma bir yasa olarak gördüğü Solon’un zina ile ilgili olan yasası gerçekte Solon’un yasaları içinde tutarlı ve mantıklı bir yasadır.
“Ama genel olarak Solon’un kadınlar üzerine yasaları çok saçma görünür. Örneğin zinada yakalanan birinin öldürülmesine izin verdi; ama eğer bir erkek özgür bir kadının ırzına geçmişse, yalnızca yüz drahmalık para cezası ile cezalandırılacaktı ve eğer amacına ikna yoluyla ulaşmışsa ve eğer bu kendini açıkça satan biri ile, eşdeyişle bir fahişe ile olmamışsa, yirmi drahma ödeyecekti. “ (s.36, Petrark, Yaşamlar: Solon-Poplıcola)

Solon’un yasalarını çıkarırken izlediği temel ilke, her yasanın toplum ve aile düzenini sağlayacak yönde etkili olabilmesi ereğidir. Atinalılar ona toplumsal düzeni sağlama yönünde güvenmiş ve her türlü yetkiyi de vermişlerdir. Solon’un Toplumsal Düzeni Yasalarla Sağlama ilkesini, zina suçunu ölüm cezası ile cezalandırılması, ırza geçme suçunu ise para cezası ile cezalandırılması yasasında da açık olarak görmek gerekir. Zina, aile, bağlı olarak toplum düzenini bozan bir davranış bozukluğu-suçudur; ırza geçme ise bireysel bir suçtur ve aile yapısını bozmaz, kişilerin içgüdüsel irade zayıflıklarına bağlı, kişilik bozukluklarıdır, toplumsal nitelik taşımaz ve para cezaları ile bu bozukluklar düzeltilebilir. Ancak ırza geçme davranış bozuklukları toplumsal nitelik alma eğilimi gösterirse cezasının da arttırılması gerekir.
Solon’nun zina yasalarının ölüm ile cezalandıran yargısının etkileri tek tanrılı dinlerin yasalarında da etkili olarak kabul edildiği görülür.
 
 
Toplumsal düzeni korumak için varolan bazı yasaların yaptırım güçleri toplumsal koşullara bağlı olarak değişmektedir. Aile içinde kadın erkek arasında şiddet artmışsa, Hindistan’da olduğu gibi ırza geçme suçları toplumsal düzeni bozma eğilimi gösteriyorsa cezalarının arttırılması gerekir.
Toplumsal koşulları farklı olan Roma’nın kurucusu Romulus zamanında zina suçu Solon’un yasaları kadar ağır değildir. Çünkü kadınların ailede özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır.

Romulus, büyük bir olasılıkla, tutsak, kaçak, suçlu ayaktakımından oluşan ve kadınsız olan yurttaşlarına eş bulmak için Sabinlerden kimilerine göre altı yüz bakire kızı kaçırarak tutsak alır. Ancak Sabinler ile savaşın ortaya çıkmasını ne kaçırılan kızlar ne de Romulus ister. Bu nedenle Sabinlere kızlarına bir tutsak gibi değil, hanım efendi gibi davranacaklarına, ağır işlerde çalıştırmayacaklarına söz verirler. Romalılarda kadına önem vererek ve saygı göstererek aile kurma geleneği buradan gelir. Romalılara ait olan bu geleneklerin diğer toplumlara da geçerek zamanımıza kadar geldiği görülür.

“…Sabinler, Romalılara karşı savaştan sonra anlaşmayı kabul edince, kadınlarını ilgilendiren koşullar saptandı ve buna göre kocalarına eğirme ile ilgili olanlar dışında hiçbir kölelik hizmetinde bulunmayacaklarına karar verildi…Yine, gelinin yeni eve girerken eşikten kendisinin geçmemesi ama kocası tarafından kucaklanıp üzerinden atlatılması bugün bile töre olarak sürer. Bu kendi istençleri ile gitmeyip zorla kaçırılan Sabin bakirelerinin anısınadır.” (s.68, Petrark, Yaşamlar: Theseus-Romulus )
Roma toplumunun içinde bulunduğu aile koşulları, kadın erkek ilişkileri Romulus’un yasamasına da yansır ve aile yaşamını düzenleyen yasasını kadını kocasına, ailesine bağlı kalacak, ailesini terk etmeyecek şekilde çıkarır.
“Romulus ayrıca belli yasalar da getirdi ve bunlardan bir kadının kocasını bırakmasına izin vermeyen, ama çocuklarını zehirlemesi ya da anahtarların çalması ya da zina üzerine kocanın karısından uzaklaşmasını kabul eden biri oldukça ağırdı. Ama eğer erkek başka herhangi bir nedenle karısını bırakacak olursa, mülkünün yarısını karısına, öteki yarıyı ise tanrıça Serez’e verecekti.” (s.79, Petrark, Yaşamlar: Theseus-Romulus )
 Roma Hukukunu ve Yunan hukukunu oluşturan aileye ilişkin yasaların etkileri ilerleyen çağlarda değişik toplumlar üzerinde değişik etkilerde görüldüğü gibi günümüzdeki toplumlarda da görülür. Şeriat yasaları zinayı ölümle cezalandırırken, çağdaş yurttaşlık hukuku boşanma nedeni sayar.
Ancak Isparta kralı Likurgus’un devlet yönetiminde aile hukuku çok farklıdır. Likurgus’un yasalarında zina diye bir suç yoktur, çünkü Sparta ülkesinde zina yoktur.
 

LİKURGUS’UN SPARTA DEVLETİNDE AİLE HUKUKU VE PLATON’UN İDEAL DEVLETİNDE YERİ:


Likurgus’un Isparta Devletinin yönetim biçimi, Platon’un Devlet adlı diyaloglarında ele aldığı ideal devlet yönetimi ile savunulan devlet yönetimi biçimi benzer özellikler taşır. Platon’un ideal devletini tasarlarken Likurgus’un yasalarından esinlendiği söylenebilir. Eflatun savaşçıların, bekçilerin eğitiminde kadın erkek ayrımının bulunmadığını, bir kadının da aynı ussal yeteneklere sahip olduğunu söylüyor. Doğru yönetilen bir devlette bekçilerin kadın ve erkekleri ortak olmalıdır. Çünkü hangi çocuğun kimin babası ve annesi olduğu bilinmeyeceğinden herkes birbirine anne, baba, çocuk, kardeş sevgisi bağı ile bağlanacak, böyle bir toplumun tümü tek bir beden gibi olacaktır. Yurttaşların arasında kıskançlıktan, kadınlardan doğan namus duygularından dolayı çatışma, kavga olmayacaktır. Truva savaşları örneğinde olduğu gibi toplumlar birbirleri ile savaşmayacaklardır.
 

 Kocaların çocukları başka erkekten olmuş olsa dahi devletin ortak mülkiyeti olarak görmesi düşüncesini Likurgus ailelere benimsetir ve kadınlardan dolayı doğan kıskançlıklar ve zina olayı Sparta ‘da ortadan kalkar.
“Likurgus kadınların durumunda da tüm olanaklı özeni gösterir. Genç kızlara koşu, güreş, disk atma ve mızrak fırlatma gibi alıştırmalar yapma kuralını getirdi.  Bu yolla taşıdıkları çocuklar güçlü ve sağlıklı büyüyebileceklerdi…Aşırı narinliklerini ve yumuşaklıklarını giderebilmek için, genç kadınların da geçit törenlerine genç erkekler gibi çıplak katılmalarını ve belli şenliklerde de yine çıplak dans etmelerini…bir kurala bağladı.” (s.28, Petrark, Yaşamlar: Likurgus-Numa Pompilius)
 
“…Erkekten kadına iyelik konusunda boş ve kadınsı kıskançlığı uzaklaştırmak için de eşit ölçüde özen gösterdi. Bu amaçla, evlilik ilişkilerinin tüm ahlaksız davranışlardan özgür tutulmasına karşın, karılarının onlardan çocukları olsun diye uygun buldukları kişilerle paylaşmanın erkekler için onurlu görülmesini sağladı. Böyle ortak ayrıcalıkları dayanılmaz kılan ve bunları kabul etmektense kavgaya ve kan dökmeye başvuran ve bu uğurda savaşmayı göze alan kişileri alay konusu yaptı… Yine,  evli bir kadını kocasına doğurduğu güzel çocuklar ve bir eş olarak davranışındaki alçakgönüllülük nedeniyle seven dürüst ve değerli bir erkek, eğer koca onayını verecek olursa, bir bakıma bu iyi toprak parçasından kendisi için değerli ve soylu çocuklar yetiştirebilmek amacıyla kadınla birlikte olmayı isteyebilirdi. Ve gerçektende Likurgus çocukların kendi anne ve babalarının olmaktan çok bütün devletin mülkiyeti oldukları kanısındaydı ve buna göre yurttaşlarının rastgele anne ve babalar tarafından değil, ama bulunabilecek en iyi insanlar tarafından doğurulmasını istedi. Başka ulusların yasaları ona çok saçma ve tutarsız görünüyordu, çünkü onlarda erkekler köpeklerine ve atlarına onlardan güzel soylar üretebilmek için büyük paralar harcayacak denli kaygı gösterirken, karılarını aptal, zayıf ya da hastalıklı bile olsalar yalnızca kendilerinden çocuklar doğurmaları için kilit altında tutuyorlardı…Doğal ve politik nedenler göz önünde tutularak saptanan bu tür özgürlükler daha sonra Sparta kadınlarına yüklenen o utanç verici serbestliklerden öylesine uzaktı ki, zinanın ne olduğunu bile bilmezlerdi.” (s.31, Petrark, Yaşamlar: Likurgus-Numa Pompilius )
Likurgus ve Eflatun çocukların devletin ortak malı görülerek en iyi ırkların yetiştirilmesi için kadın ve erkeklerin seçiminde özel evliliklere değil de kadın erkek ortaklığına dayanan düşünceleri genetik yapıdaki yakınlaşmaların türlerin soylarının bozulmasına neden olduğu gerçeğini görmediklerinden olumlu sonuçlanmayacaktır. Devleti bedensel olarak en sağlam bekçilere bırakmayı tasarlarken, en zayıflara ve sakatlara terk etme durumu ile karşı karşıya kaldıklarında da sakat bedenlerle doğanları ölüme terk ederek ortadan kaldırmayı çare olarak görmüşlerdir. İkinci büyük yanılgıları da insan doğasında, içgüdüsel (altbilinçsel) olarak varolan, kendi varlığını özdeşleştirdiği bir kadını ve çocuğu başka bir insan ile paylaşma düşünce ve isteğindenken vazgeçirebileceklerini tasarlamalarıdır. Gerçekçi olarak düşünüldüğünde yüzde yüz insanın bu yöndeki doğasını ortadan kaldırmak tasarısı gerçekleştirilemeyecek bir düştür. İnsanlar arasında kadın ve çocuk sevgisi, bu sevginin çalınması çatışma ve savaşların temel nedenlerindendir.
Platon’un ve Likurgus’un oldukça yüksek oranda olan zayıf ve sakat doğan çocuklarla ilgili düşünceleri hiç insani değerler taşımaz.
“...ve eğer onu sağlam ve iyi yapılı bulmuşlarsa babaya onu yetiştirmesini bildirir ve yukarıda sözü edilen dokuz bin toprak payından birini verirlerdi. Ama eğer zayıf ve çelimsiz bulmuşlarsa, Taygetus dağının eteğinde bir tür toprak yarığı olan Apothetas’a götürülmesi buyruğunu çıkarırlardı,… yetiştirilmesini ne çocuğun kendisi için ne de kamu çıkarına uygun görürlerdi.”(s.32, Petrark, Yaşamlar: Likurgus-Numa Pompilius )
Platon’a göre de zayıf ve sakat doğanlar ölüme terk edilmelidir. İbn-i Rüşt Platon’un Devlet açımlamasında da Platon’un ideal devletinde aynı tasarıda bulunduğunu söyler ancak aynı görüşte değildir. .”Kendisi için var olduğu amaca uygunluğunu kaybeden herhangi bir varlığın, var olması ile yok olması arasında ayırım yoktur”…”Yani, herhangi bir işi yaparak orada (kentte) varlığını sürdürmesi amacı ile yaratıldığı içindir ki bu yararlılığını yitirdiği zaman onun ölümü yaşamasından daha üstün bir hale gelir”.(s.72, İbn Rüşt, Siyasete Dair Temel Bilgiler) Bu durumda tembel olarak varlığını sürdürmeyi düşünmeyenlerin, varlığına son vermeleri beklenir. Ancak Tedavi olmadan yaşamını sürdürebilenlerin halka bir zararı yoktur. Hatta tabibin varlığının gerekliliğini gösterdiği ve tıp ile ilgili araştırmalarda denendiği için yararlıdırlar.

Likurgus cinselliğin, kadın ve erkeğin birbirine olan sevgi ve hazzın azalmaması, üremenin canlılığının yitirilmemesi için eşlerin birbirleriyle mümkün olduğunca az ilişkide bulunmalarını tasarlar.
“Görüşmeleri böyle güç ve seyrek olunca, bu yalnızca öz denetimlerini sürekli diri tutmalarını sağlamakla kalmaz, ama bu yolla bedenlerini de dinç ve sağlıklı tutarlardı. Duyguları yenilik ve diriliğini korur kolay buluşma ve sürekli birliktelik tarafından doyurulmamış ve köreltilmemiş kalırdı. Ayrılmaları her zaman arkada her birinde birbirlerine duydukları özlemden ve karşılıklı haz ateşinden sönmemiş bir parça bırakacak denli erken olurdu.” (s.30, , Petrark, Yaşamlar: Likurgus-Numa Pompilius )
 
Likurgus, cinsellik ateşinin sönmemesi için eşleri birbirinden ayrı yaşamaya tutuyor. Daha sonraki düşünür ve siyasetçiler özellikle tek tanrılı dinlerin devlet yöneticileri insandaki bu niteliği kadınların örtü altına alınması ile çözümlemeye tercih etmiş gibi görünüyor. Ancak bu çözüm erkeklerin egemen olduğu bir toplum düzenini gerektirir. Anaerkin bir düzende bu tersi bir çözüm düşündürür. Kadın nüfusunun oran olarak erkek nüfusa göre çok fazla olduğu çağlarda anaerkil bir toplum yapısını zorunlu kılar. Erkek nüfus oranının fazla ve iki oranın eşite yakın olduğu çağlarda ataerkil bir toplum yapısının kurulması, kadının biyolojik yapısı gereği zorunlu olarak görünüyor. İki türün toplum içinde erk çatışması, birbirinin nüfusunu azaltıcı yönde olabiliyor. Arap yarımadasında bir dönem kız çocuklarının doğar doğmaz gömülmesi toplumda varolan erki elinde tutma kaygısını taşır. Bu düşüncelerin doğruluğunun yapılacak araştırmalarla ortaya konulması gerekir. Bu gerçeklerin ortaya çıkarılması, önümüzdeki zaman dilimlerinde aile içinde ortaya çıkan şiddet olaylarının, iki türün çatışmasının azaltılmasına katkıda bulunabilir.

 
 
 

İsmail İNCİ,  03/03//2013


 

SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...