11 Temmuz 2013 Perşembe

ÖLÇEK EKONOMİSİ VE SOSYO-EKONOMİK ETKİLERİ



ÖLÇEK EKONOMİSİNİN TARIM VE HAYVANCILIKTA MALİYETLERİ AZALTICI ETKİSİ VE DEVLETİN SOSYAL-EKONOMİK İŞLEVİ ÜZERİNDEKİ ÖNEMİ


 

 
Tarım ürünlerinin ve hayvan yetiştiriciliği ile uğraşarak hayvan ve hayvan ürünlerinin üretimi ile yaşamını kazanan çiftçilerini çoğunun en büyük yakınması, tarım ve hayvancılık ürünlerinin üretiminde kullanılan girdilerin fiyatlarının çok yüksek olduğudur. Mazot, gübre, ilaç başta olmak üzere girdilerdeki fiyat yüksekliği çiftçileri, üretimden vazgeçirecek kadar yüksek maliyetler olarak göstermektedir. Tarım ve hayvancılık ürünlerinin üretiminde, ölçek ekonomisinin maliyetleri düşürücü ve geliri arttırıcı niteliklerinin öğrenilerek, ‘ölçek ekonomisinin bilincinin’ oluşması, bu alanda çiftçileri üretime teşvik ve motive edecektir. 

Sanayi ürünlerinin üretiminde de ölçek ekonomisinin maliyetleri düşürücü önemi tarım ve hayvancılık alanındaki üretimle eşit düzeydedir.  Ekonomik yaşamın önemli bir ilkesi olan ölçek ekonomisinin bilgisine sahip olmak ve uygulamak, ekonominin her alanında geçerli olumlu sonuçlar ortaya çıkarır.

ÖLÇEK EKONOMİSİNİN TANIMI VE SANAYİ ÜRÜNLERİ ÜRETİMİNDE GELİRİ ARTTIRICI NİTELİKLERİ:
En yalın tanımı ile Ölçek Ekonomisi; bir fabrika veya bir firmanın üretim kapasitesini daha fazla arttırdığında, birim ürün başına düşen üretim maliyetlerinin azalmasıdır.
Bir fabrikada, sabit maliyet (sabit sermaye) olarak adlandırılan üretim araç ve gereçleri, üretim teknoloji ve bilgisi sabit tutulduğunda, değişken maliyetler dediğimiz sermaye, hammadde, emek, pazarlama…vb.  diğer üretim girdileri artan üretimle arttırıldıklarında birim ürün başına düşen maliyetler düşer.
 
 


Örnek olarak sabit maliyetleri (sabit sermayeyi, üretim araç ve gereçlerini) 1000.000 (bir milyon TL) birim kabul edersek: 100 adet televizyon üretiminde kullanılan değişken maliyet 1000TL ise ortalama maliyet 1000.000+1000/100= 10010 TL  (onbin on TL) olurken üretim 500 adet televizyona yükseltildiğinde, kullanılan değişken maliyet 5000 ise ortalama maliyet 1000.000+5000/500=2010 (ikibin on TL) ye düşer.
 

Üretimde,  üretim ölçeğinin, hacminin diğer deyişle kapasitenin arttırılması ile birim ürün başına maliyetin düşmesinin ekonomik nedenleri vardır. Bu nedenlerin temel mantığı, üretim sürecinde sağlanan tasarruflara ve üretim teknolojinin, bilgisinin maliyetleri azaltıcı etkilerine bağlı olarak firmanın, belirli bir üretim aşamasından sonra, sabit ve değişken türde tüm maliyetler karşılanmış olarak veya ‘yok denecek düzeye’ düşmüş olarak, üretimini sürdürecek yeteneğe erişmiş olmasına dayanır.  (“ İşgücü yerine yüksek kapasiteli makinelerin ikame edildiği, sabit masrafların daha fazla ürüne bölünerek birim maliyetlerin düşürüldüğü durumlarda maliyet tasarrufları sağlanabilmektedir.” Tarımda Ölçek Ekonomisi, Yard. Doç. Dr Şule Işın, Prof. Dr Metin Talim )

Üretim ölçeğinde sağlanan artışlarla firmalar üretimde kullandıkları girdi malları daha avantajlı fiyatlarla temin ederler. Üretimde kullandıkları sermaye, teknoloji, stok…vb maliyetler daha düşüktür.  Üretimin boyutları, kapasitesi arttıkça üretim faktörleri olan araç gereç, işgücü daha rasyonel olarak kullanılarak üretimde bütünlük daha sağlanır. İşletmenin ve üretimin büyümesi ile girdilerin kullanımında ve çıkan ürünlerin pazarlanmasında kolaylıklar ve işletmenin yönetiminde tasarruflar ortaya çıkar. Üretim ve işletmenin büyüklüğünün optimum düzeye çıkması ile maliyetler en alt düzeye iner, kar optimum düzeyde gerçekleşir. Bu düzey arz ve talebin de optimum düzeyidir ve bu düzey korunduğu sürece sürekliliğini korur.  Talebin doyması ve pazarın düşmesi üretimin de düşmesine neden olur. İşletmenin yeni Pazar arayışını veya yeni üretim alanında üretimde bulunma arayışını ortaya çıkarır.

TARIM VE HAYVANCILIKTA ÖLÇEK EKONOMİSİ VE MALİYETLERİ AZALTICI ETKİSİ:
Tarımsal üretimde kullanılan mazot, ilaç, gübre, tohum başta olmak üzere tüm girdilerin fiyatlarının yüksek olması tarım ve hayvansal ürünlerin üreticilerinin gördükleri en büyük sorunlardır. Bu sorunlar pazarlama konusundaki zorluklarla birleştiğinde üreticiler, daha fazla mali zarara uğramamak için ürünlerini pazarlama gereği duymayarak yerinde bırakmakta ve bir daha üretimde bulunmak dahi istememektedirler. Bu olumsuz koşulların ve büyük bir rekabetin bulunduğu ortamda tarım ve hayvansal ürün üreticilerinin, sanayi ürünleri üreticileri gibi ölçek ekonomisi yaratarak, ürünlerinin maliyetlerini düşürmesi gerekir. Ölçek ekonomisi yaratmak üreticilere büyük fiyat avantajları ve piyasalarda rekabet etme gücü kazandıracaktır.

Tarımsal ve hayvansal ürünlerin üretiminde ölçek ekonomisinin sağlanabilmesi için, parçalı arazi yapısının varlığı, üretimin boyut ve hacminin arttırılmasını olumsuz etkilemektedir. Arazilerin toplulaştırılması ölçek ekonomisinin yararlarını yakalayabilmek için önemlidir. Ancak bahçe tarımı olarak niteleyebileceğimiz sebze bahçeciliği, seracılık ve meyve fidancılığına dayanan tarımsal üretimde, ölçek ekonomisinin getirilerinden yararlanmak için geniş arazilerin varlığı koşul değildir. Bu tür tarımsal üretimde ve aynı ortak niteliklere sahip hayvan yetiştiriciliği ve ürünlerinin üretiminde ölçek ekonomisinin yararlarının ortaya çıkması, üretimde kullanılacak teknolojilere (sabit sermaye=sabit maliyetlere) ve insanın sahip olduğu üretim teknik bilgilerine, becerisine dayanır. Tarımsal Teknik Bilgi, deneyim ve üretimde çalışma disiplini, iradesi üretimin kapasitesinin arttırılmasında ve ölçek ekonomisinin yararlarından yararlanılmasında temel koşuldur. Tarım ve hayvancılık alanında birim maliyetlerinin düşmesi bu sahip olunan, yüksek kapasitede üretim yapabilen teknolojik makineler ve teknik bilgiyle üretim yaparak, üretim hacminin artırılmasına bağlıdır.


 Örnek olarak domates üretiminde Sabit Maliyetleri (sabit sermayeyi, üretim araç ve gereçlerini) 100.000 ( yüzbin TL) birim kabul edersek: 1000 Kg domates üretiminde kullanılan değişken maliyet 1000TL ise ortalama maliyet 100.000+1000/1000= 101 TL (yüzbir TL) olurken üretim 10.000kg  domatese yükseltildiğinde değişken maliyet 10.000 ise ortalama maliyet: 100.000+10.000/10.000=11 (onbir TL) olarak gerçekleşir ve bu maliyet fiyatlara yansıtıldığında büyük bir rekabet ve gelir avantajı sağlar.

Küçük çiftçilerin ölçek ekonomi oluşturarak ölçek ekonomisinin avantajlarından yararlanmaları her zaman için olanaklıdır. Bunun için gerekli olan zihinsel değişimin gerçekleşmesidir. Çiftçi ailelerinin köyden kente göç etmeleri ölçek ekonomisine dayanan üretim anlayışını olumsuz etkilemektedir. Ulaşım araçlarının çoğalması, yolların iyileştirilmesi, büyük yerleşim yerleri ile tarımsal üretim alanlarını birbirine yakınlaştırmıştır. Tarımsal alanlarda yaşama koşullarının kent merkezleri ile benzeşmesi bu alanda üretim faaliyetlerini elverişli kılmaktadır. Kent yaşamı ile kırsal alanlardaki yaşamın birbirine yakınlaşması tarımsal ve hayvancılık alanında çalışmayı teşvik edici yöndedir. Bu, her iki bölgede ortak yaşayış anlayışının yerleştirilerek tarım ve hayvancılıkta üretim faaliyetlerinin yaygınlaştırılmasına çalışılmalıdır. Güçlü çiftçi aile birliklerinin ortaya çıkması, üretimde optimum büyüklüğe erişmeyi ve üretimde kapasite artırmayı kolaylaştırır. Ancak işgücü yerine gelişmiş teknolojiye dayanan yüksek kapasitede üretim yapma olanağı veren makinelere sahip olmak ölçek ekonomisine ulaşmada daha etkilidir. 

Ürünlerin pazara ulaştırılarak satılabilir olması tarım ve hayvancılıkta ölçek ekonomisini kolaylaştırmıştır. 
 
 
 Çiftçi ailelerinin tarımsal alanda ve hayvancılıkta güçlü firmalar ve kooperatifler olarak birleşerek üretimde bulunmaları ölçek ekonomisinin yararlarından azami ölçüde yararlanmalarını sağlayacaktır. Böylece piyasalarda girdi fiyatlarını istenilen düzeye çekme güçleri ortaya çıktığı gibi, üretilen ürünlerini istenilen fiyatlara yakın fiyatlarla satma olanağını bulacaklardır. Bu birliklerin pazarlama şirketleri kurarak ürünlerini pazarlamaları hem yerli piyasalarda hem de uluslar arası tarım ürünleri piyasalarında, ölçek ekonomisinin getirdiği avantajlarla birlikte,  rekabet etme koşullarını güçlendirmiş olacaktır.

ÖLÇEK EKONOMİSİ KURALININ DEVLETLERİN SOSYO-EKONOMİK GÖREVLERİNİ YERİNE GETİREBİLMELERİNDEKİ ÖNEMİ:
İşletmelerin ölçek ekonomisinin maliyetleri azaltıcı etkisinden yararlanabilmeleri ve bu yararın süresinin en üst düzeyde uzatılması; bu süreyle ilişkili olarak işletmelerin varlıklarını optimum düzeyde sürdürebilmeleri, talebin optimum düzeyine bağlı olarak üretim faaliyetlerinde bulunabilmeleri koşuluna dayanır. Toplumda yeterli alım gücü bulunmayan toplumsal kesimlerin devlet tarafından sosyo-ekonomik görevini yerine getirerek, alımla desteklenmeleri, işletmelerin ölçek ekonomisi düzeyinde üretim faaliyetlerini sürdürmelerini sağlayacaktır. Bu destek ile devlet, sosyo-ekonomik işlevini yerine getirirken aynı zamanda işletmelere ve ülke ekonomisine de destek sağlamış olmaktadır.

Devletin bu desteğinin getirdiği ekonomide üretim-tüketim dengelerinin üst düzeyde sağlanması ve sürdürülmesi mantığı yine, üretim sürecinde sağlanan tasarruflara ve üretim teknolojinin, bilgisinin maliyetleri azaltıcı etkilerine bağlı olarak firmanın, belirli bir üretim aşamasından sonra, sabit ve değişken türde tüm maliyetler karşılanmış olarak veya ‘yok denecek düzeye’ düşmüş olarak, üretimini sürdürme yeteneğine eriştirmiş olmasına dayanır.

 

 

 

 

İsmail İNCİ,  11/07//2013


My facebook page:https://www.facebook.com/bgi.inci
My twitter page:https://twitter.com/ismailinci

 

 

19 Haziran 2013 Çarşamba

KİTLE PSİKOLOJİSİNİN NİTELİKLERİ VE GEZİ PARKI KİTLESİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI



KİTLE PSİKOLOJİSİNİN NİTELİKLERİ VE GEZİ PARKI KİTLESİ İLE GEZİ PARKI KİTLESİNİ DESTEKLEYEN KİTLENİN PSİKOLOJİSİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI

 

 


Kitlenin eylemindeki başarının ölçüsü, kitleyi oluşturan bireylerin iradelerinin kitlenin iradesi içinde erimesine bağlıdır. Birey kitlesel irade içinde ne değin bireysel iradesini kaynaştırmışsa, kitlesel eylem ve amaçta başarıya ulaşmak o değin üst düzeyde gerçekleşir.

Kitledeki duygulanımların bireye sindirilmesi ve bireyin kitle içinde benliğini yitirişi, Le Bon’a göre Telkin, Me Dougall’a göre İndükleme  olguları ile ortaya çıkar.  Kitleye Öykünme, kitlenin bireyi Etkilemesi veya Telkin, İndükleme olguları sonuçta benzer nedensel anlamlardır ve hepsi de bireyin kitle içindeki ruhsal etkinliklerinin değişimini açıklamakta yetersizdir.

Birey’in kitle içindeki ruhsal etkinliklerini yitirerek, kitle tarafından sindirilmesini (kitlenin iradesi altına girişini),  Freud, bireyin özyaşamını sürdürme güdüsüyle açıklamak istemiş, ancak bu nedenin çok yetersiz kaldığını kabul etmek zorunda kalmıştır. “ Bireydeki özyaşamı sürdürme içgüdüsünün etkinliği, şüphesiz gözlemlenen olayları açıklamaya yetmemektedir”, diyerek sevginin tüm biçimlerini içine alan Libido ile gözlemlenen olayları açıklamaya geçmiştir. ( Libido; “ sevgi adı altında bir araya toplanabilen  ne varsa –ana, baba sevgisi, evlat sevgisi, baba sevgisi, evlat sevgisi, bensevi..vb-  hepsiyle ilişkili içgüdülerin henüz ölçülemeyen ama nicel büyüklük gözüyle bakılan enerjisidir”.)

Kitlenin psikolojinin ortaya çıkış nedeni olarak psikanaliz telkin yerine Libido terimini kullanmaktadır. Libido (sevginin her türü) ile bireyin özyaşamını sürdürme güdüsü nedeni arasında çok büyük bir ayrım yoktur. Her iki neden de çok genel nedenlerdir.  Kitleye ait olan birçok olgunun sonuçlarını,  bu çok genel iki nedenle açıklamaya çalışmak, Freud’un da kabul ettiği gibi yetersiz kalır.

Genel nedenlerin olayları açıklamakta büyük bir kılavuz, büyük bir ışık kaynağı olarak, gözlem alanlarını aydınlatıyor olmakla çok büyük önemi vardır. Ancak çok genel ilke ve nedenlerle, bireylerin ve kitlenin özel durumlarını tam açıklamak olanaksızdır. Özel durumların ve alt olayların sonuçlarını özel nedenlerle, kendine bağlı olan nedenlerle açıklamak zorunludur.
 
 

KİTLE PSİKOLOJİSİNİN NİTELİKLERİ VE ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ:
itle, bireyleri birbirine bağlayan bir bağın varlığının sonucudur. Bu bağ, bireyleri birbirine büyük bir duygusallıkla sımsıkı bağlar. Bireyleri birbirine bağlayan bu duygusal bağ sevgidir (Libido). Kitlelerde bireyler arasında karşılıklı ‘sevgi’ duygusu temeldir. Ancak kitledeki bağı oluşturan Sevgi değil, tersine Sevgiyi oluşturan kitledeki bağdır ve her kitleyi oluşturan her bağın kendine özgü Nedeni vardır. ‘Bağdan’ oluşan ve bu bağın varlığı ile özdeş duruma gelen sevgi duygusu, aynı ideallere ulaşmak için birlikte mücadele ederken biriken duygusal enerji ile oluşur ve bireylere şiddetli biçimde bulaşır. Kitlede bu bağı oluşturan nedenler, kitlenin değişik somut istekleridir. Bir bölgeyi ele geçirme, koruma veya savunma, ülke yönetiminde İktidar olma, iktidardaki yönetimi düşürme, ekonomik olarak refahı artırma.. vb. istekleri gibi sayısız isteklerle ortaya çıkar. Kitlenin bireylerinin duyduğu tüm heyecanlanma duygulanımları (öfkeleri, coşkuları, sevinçler, korkuları..vb) bulaşıcı olarak kitlenin tüm diğer bireylerini şiddetli olarak etkiler. Bireyler arasında ‘telkin’ yoluyla da hızlı olarak yayılır.

Böyle bir kitlede ahlak (birbirine bağlılık, saygı, haklarını koruma, yardımlaşma, iyilik..vb.) çok yüksektir. Tek başına bir birey, kişisel çıkarını düşünürken, kitle içinde bireysel çıkar, kitlenin çıkarıyla özdeşleşir, kitlenin çıkarı öncedir.

Gezi Parkı kitlesini oluşturan, bireyleri birbirine büyük bir bağla bağlayan neden Gezi Parkının istedikleri biçimde bir yaşam alanı olarak kalması isteğidir. Bu ortak istek ve bu isteğe ulaşmak için birlikte mücadele etmelerinin gerekliliği kitleyi oluşturan bağdır. Gezi parkı kitlesinin ortadan kalkması için bu nedenin ve bağın kalkması ile gerekir. Gezi Parkı kitlesini destekleyen kitlelerin ortadan kalkması da Gezi Parkı kitlesini sonuç olarak ortaya çıkaran nedenin ortadan kalkmasına bağlıdır.
 
 

KİTLEDE ÖNDER:
Kitle, varlığını temellendiren ‘Bağ’(istek) a ulaşmak amacıyla kendi liderini benimseyerek ortaya çıkarır. Ve onun aracılığıyla istekleri yönünde duygulanıp kolaylıkla coşkuya kapılır, kolaylıkla eyleme geçer. Önder, kitleyi oluşturan bağı niteleyen düşünceleriyle eşdeyişle kitlenin isteklerini karşılayan sözleriyle kitleyi duygulandırarak yönlendirir.

Önderin kitlenin istekleri doğrultusunda etkileyici konuşması çok önem taşır. Etkili anlatım kitlenin isteklerini canlandıran ve bu isteklere ulaşmasının yolunu gösteren anlatımdır.

Lider kitlenin isteklerini canlandırması yeteneğini kullanarak,  kendi isteklerini de kitlede canlandırabilir;  kendi istek ve amaçlarını kitlenin istekleri durumuna getirerek kitleyi kendi istekleri yönünde eyleme de geçirebilir. Önder, kitlenin bilincinde yatan isteklerini iyi tanıyorsa bu anlatıma ve kitleyi yönlendirme amacına daha kolay ulaşır. Bu durum ise, önderin kitle ile aynı istekleri içten, doğal olarak duyuyor ve duygulanıyor olmasına bağlıdır. Doğal olmayan söylev tüm çabaları boşa çıkarır ve önderlik niteliklerini yok eder.
 
 

Önder kitleyi yaratan bağda, sevgi ve kitlenin ulaşmak istediği istekte kendini yeniden ürettiği sürece ‘Yüce Ben’dir. Önder bu ‘Yüce Ben’i gerçekleştirecek nitelikte kitleye görünümü ile bir Baba ( sevilen, sayılan koruyucu olan; tapılacak derecede idealleştirilen, Tanrısal olan) kişiliği taşır. Ancak önderin, kitlenin isteklerine karşı (Yüce Ben’e) önemli olumsuz ilk tavrında, kitlede öndere karşı düş kırıklığı uyanır. Bu düş kırıklığı ile birlikte kitlede öfke ve hainlik duyguları ile büyük bir kin oluşur ve kendi yarattığı önderi ortadan kaldırır.

Ancak her kitlenin, Gezi Parkı kitlesinde olduğu gibi bir öndere gereksinimi olmayabilir. Burada önder ve amacı gerçekleştirecek büyük güç kitlenin inançlarıdır. Amaç ve amaçların gerçekleştirilmesi iradesi, kitlenin her bireyinde önder olarak bulunur.

KİTLE VE İDEOLOJİ:
Bilinçli bir kitlede ve özellikle de ideolojiye sahip bir kitlede başta gelen önder kişi değil bu ideolojidir. Kişisel önder salt bu ideolojiyi gerçekleştirecek bir araçtır ve bu ideolojiye sahip çıktığı, gerçekleştirdiği ölçüde saygı ve önderlik özellikleri taşır. Yüce Ben ise sahip olunan ideolojidir ve isteklerini karşılayan ideoloji onun varlığıdır. Ona zarar gelmesi, kendi varlığına zarar gelmesi demektir.

Örgütlü kitle, amaca ulaşması planlanmış, düşünce sistemi oluşmuş, diğer deyişle ideolojisi belirlenmiş kitledir. Her kitlede ortak bir bağ, istek ve isteğe ulaşılması için bir yol olmakla birlikte örgütlü kitle, ne istediğinin tümüyle bilincinde olan, amacına ulaşma yolları tüm ayrıntıları ile tasarlanmış, düşünceleri sistemleşmiş bir kitle olduğundan, kişileri dolaylı olarak yüceleştireceğine, ‘haklı’ istekleri ile kendini yüceleştirir. Böyle bir kitlede birey, Haklılıktan gelen güçlü olmanın güveniyle eylemlerinde güvenli ve cesaretlidir.

Kitlede düşünce, ulaşılmak istenen amaç, varlığının yeniden doğuşu olduğundan değişmez. Bu değişmezlik, inanç durumuna gelmiş olan bir düşünce olduğundan eleştiriler gereksiz ve anlamsızdır. Düşünce hedef olarak saptandığından, yeniden düşünce üretimine gerek duymamaktadır. Bu bakış açısında sorun görmediğinden, amaçlar gerçekleşinceye değin, bu temel düşünüş dışında düşünme eylemi olmayacak, yeni düşünce üretimi zayıflayacaktır.

Gezi Parkı kitlesinin sistemli olmasa da büyük bir inanç duyduğu, amacı olan düşüncesi vardır. Bu düşünce ideoloji durumuna geldiğinden varlığı ile özdeşleşmiştir ve kitlenin nedeni olan istek, bağ, amaç gerçekleştiği zaman ancak ortadan kalkabilir ve ortadan kalkarak değişime uğrayabilir.
 
 

Kitledeki bu ideolojik yapı, kitlenin toplumsal türünde, polis, sendika..vb tüm kitlelerde görülür. İdeolojikleşmiş yapının her kitle türünde süreç içinde olumlu ve olumsuz bir çok etkileri görülür. Polis kitlesi ile Gezi Park kitlesinde ve bu kitleleri destekleyen kitlelerde görüldüğü gibi kitlelerin ideolojik yapıları, uzlaşmanın önünde en büyük engel olabilir.

KİTLEDE ÖZGÜRLÜK VE ANARŞİ:
Kitle içinde eylemde,  başarıya götüren eylem kuralları belirlenmemişse, yol ve asıl hedef tam çizilmemişse kitle, kitle olmanın verdiği aşırı güç ve güvenle birlikte ilkel varlıkları gibi davranarak,  hiçbir kural tanımayarak her davranışı uygulayabilir. Bu kural tanımamazlık bireylerin özgürlüğü kitle ile özdeşleştirmelerinden, kitlenin her hareketinin özgürlüğü yasalaştıran hareketler olarak görmelerinden ileri gelir. Özgürlüğün kısıtlandığı bir topluluk içinde değildir. Bizzat özgürlüğü yaratan ve uygulayan kitlenin kendisi olduğundan, kitlenin hedefi belirlenmemişse, hoşa giden her davranışı kitle bireyleri ve kitle uygulayacaktır.

Kitlede anarşi sorunu, Gezi Kitlesinde olduğu kadar Polis Kitlesinde de, hatta daha fazla olarak görülmüştür. Gezi kitlesini oluşturan bireyler arasında yaralı sayısının çok olması ve çok önemli olan ölüm olaylarının ortaya çıkması, Polis kitlesi bireylerinin, güdülerine göre ( bireysel inisiyatiflerin kuralsızca kullanımı) tepkide bulunmalarının sonucudur.
 
 

KİTLENİN GENİŞLEMESİ, YAYILMASI:
Kitle içinde bulunmak bireye güven, kitle dışında bulunmaksa kitleyi oluşturan bağa ters düşülmüş olunduğundan güvensizlik uyandırır. Kitle bağına ters düşmek, kitleye karşı gelmek, kitlenin nefretini, düşmanlığını kazanmak demektir. Bu durumda kitle dışında bulunmak tehlike içinde kalmak olmaktadır. Bu nedenle kitle dışında kalan küçük gruplar, bireyler kendilerini güvenli duruma getirmek için kitlenin bağına katılma kitlenin bireyi olmak isterler. Bu kitleye katılım psikolojisi, kitleyi daha da güçlendirir, büyütür.
 
 

Kitleye içten gelen doğal katılımların yanı sıra, salt güvende olmak için zorunluluktan gelen görünüşte katılımlar da olacaktır. Zorunluluktan gelen görünüşte kitleye katılan bireyler, kitleyle doğal içten bağlar kuruncaya kadar kitleye ilgisiz hatta düşman kalabilirler.

Gezi Kitlesinin yayılması, yaygın bir halk eylemine dönüşmesi, devletin gücüne sahip siyasal iktidarın güvenlik güçlerinin kitlesi ile olayın sorunları çözümleme yöntemini seçmesi, kitleler arasındaki uzlaşmazlığı ve çatışmayı süreklileştirerek toplumda karmaşayı arttırır.

 

 

İsmail İNCİ,  19/06//2013

My facebook page:https://www.facebook.com/bgi.inci
My twitter page:https://twitter.com/ismailinci
 
 

 

 

 

 

6 Haziran 2013 Perşembe

TAKSİM-GEZİ PARKI HALK EYLEMLERİNİN NEDENLERİ VE SONLANMASI İÇİN ÇÖZÜM YOLLARI



 
TAKSİM-GEZİ PARKI HALK TEPKİSİNİN, EYLEMLERİNİN NEDENLERİ VE SONUÇLARI

 
 

Gezi Parkı’nın ve Taksim’in yeniden düzenlenişine karşı halkın başlangıç aşaması tepkisinin nedenini, yerel yönetimlerin görev ve yetki alanına giren bir işin devlet örgütlenmesi alanında ele alınarak çözümlenmesi girişimi oluşturur. Toplumda yerel yönetim örgütlenmesi görev alanına giren işler yerel yönetimlerce, yerel halk tarafından, yerel halkın yararına göre ve görüşlerine uygun olarak yerine getirilir. Devlet örgütlenmesinin görev alanı daha geniş toplumsal görevleri kapsar: Genel eğitim, sağlık, adalet, savunma…vb gibi.

Toplumda bireylerin tek başlarına yerine getiremeyecekleri bazı eylemler-gereksinmeler devlet örgütlenmesini zorunlu olarak ortaya çıkarmıştır. Ülkenin işgallere karşı korunması için Askeri Savunma hizmetinin, toplumun kendi içinde bireyler arasında barış ve güvenliğin sağlanması için Güvenlik güçleri hizmetinin, bireyleri arasında uzlaşmazlıkların barışçı çözümü için adaletin hizmetinin, halkın sağlığının korunması için sağlık hizmetlerinin, her türlü bilginin kuşaklar arasında korunması, iletilmesi için toplumun eğitim hizmetlerinin, genel üretim ve tüketim dengesinin korunması için ekonomik hizmetlerin sağlanması..vb bireylerin toplumsal örgütlenmesi zorunluluğunu,  bu zorunlulukların bütünü de Devlet Örgütlenmesini ortaya çıkarır.

Yerel yönetimlerin varlık nedenini, devlet örgütlenmesinin tüm ülkeyi kapsayan görevlerinin tersine bireylerin yaşam alanları olarak seçtikleri belirli bölgelerde özellikle yiyecek, su gereksinmelerinin karşılanması ve sağlıklı dağıtımı; yol, ulaşım, konut, temizlik..vb uygun yaşama çevresi gereksinmelerinin ortaklaşa yardımlaşma ile karşılanması düşüncesi sonucunda bireylerin yerel örgütlenmeleri gerekliliği oluşturur.

Kimyasal ürünlerin kullanımının yaygınlaşması ile ortaya çıkan başta kanser olmak üzere sağlık sorunlarının büyük önem kazanması,  ekolojik yaşam alanlarına olan duyarlılığı arttırmıştır. Bu duyarlığın yerel yönetimlerin ortaya çıkış amaçlarına uygun olarak düşünülmeden, Gezi Parkının düzenlenmesi ile çiğnenmesi, yerel halkın ilk karşı tepkisini ortaya çıkarmıştır.
 

Yerel yönetim örgütlenmelerin ortaya çıkış amaçlarına uygun olarak, halkın yararına uygun olarak çözümlenmeyen bir sorun karşısında yerel halkın bu küçük tepkisinin büyük bir polis gücüne dayanan devlet otoritesi ile şiddetli olarak bastırılması,  salt yerel halkın adalet ve vicdan duygularını değil tüm ülkenin adalet ve vicdan duygularını inciterek büyük bir tepki, başkaldırı olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur.
 

ABD dışişleri bakanı ve sözcüsü basına vermiş olduğu demeçlerle demokratik ülkelere uygun düşmeyen bu olayı eleştirmişlerdir.  “Psaki, [ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü] "Ancak bazı kaygılar olduğunda da Bakan Kerry ve bakanlıktaki diğer yetkililer çekimser duramaz ve geçtiğimiz birkaç gündür polisin acımasızlığına yönelik kaygılarımız var ve barışçıl gösterilerin onaylanmasına yönelik çağrımıza devam edeceğiz. Bu, bizim dünya genelinde yaptığımız bir şey. Bakan Kerry'nin, yapılması gerekenler noktasındaki inancını dile getirme, olaylarla ilgili sakinlik çağrısına desteğini ifade etme ve Bakan Davutoğlu ile çok pozitif çalışma ilişkisine sürdürme dışında, Türkiye'yi hiçbir şekilde karakterize etme gibi bir çabası yoktu" diye konuştu.” http://www.haberler.com/taksim-gezi-parki-ndaki-olaylar-4703132-haberi/
 
 

Gezi Parkında halka yapılan polis şiddeti, uzun zamandır halkın anlığında kuşkulu olarak yer alan sahip oldukları demokrasinin halkın demokrasisi değil bir baskıcı bir devlet demokrasisi olduğu düşüncesini apaçık olarak ortaya koymuştur. Askeri demokrasilerden kurtulmaya çalışan halkın bir polis demokrasisine, özgürlükçü bir demokrasi isteyen ve öyle olduklarına inanan halkın otoriter bir demokrasi ile yönetilmek istenmesine tahammülü yoktur. (bk. OTORİTER DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ ÇATIŞMASI, 18/05/2013, www.iinci.blogsspot.com. )
 

Gezi Parkı’nda, herkes tarafından gözlemlenen polis şiddeti, Polissel bir demokrasi ve onun hukuksuz  uygulamaları ile karşı karşıya kalındığını gören ülkenin dört bir yanından halk,  gösterdikleri eylemleri ile Gezi Parkı’ndaki yerel halkı desteklemişlerdir ve bu destek eylemleri henüz sona ermiş değildir. Yerel bir sorunla çıkan tepkiler, ülkenin demokratik yönetimini ele alan genel sorun durumuna gelerek, genel bir halk eylemine dönüşmüştür.
 

Aynı nedenler aynı sonuçları, aynı koşullar aynı olguları ortaya çıkarırlar. Ortaya çıkan olgular, koşulları ne kadar özdeş olarak görülmese de Arap Baharı olarak adlandırılan olayların varlığı ile benzeşmektedir.


Çevresel koşulların uygun olduğu olgular varlıklarını sürdürürler ve varlıkları süren olgular çevresel koşulların etkisine bağlı olarak şiddetlerini arttırabilirler. Bu genel pozitif önermenin sonucu olarak, Gezi Parkı eylemlerinin sürmesinde ve şiddetinin artmasında kendileri için çıkarlar bulan her tür uluslar arası güçler; ortaya çıkmış olan bu uygun koşulları amaçları yönünde kullanmak isteyeceklerdir. Ortamın koşullarından yararlanarak Uzaktan Beyin Denetimi sistemlerini ve içeriden provokatörleri kullanma olanağı bulacaklarından, olayları amaçları yönünde yönlendirme çabasına girebileceklerdir. Bazı sivil toplum örgütleri ile siyasi parti örgütleri, doğal bir düşünüş olarak, uygun olarak görmedikleri iktidarı devirmek ve yönetimde gerekli gördükleri reformları yapabilmek ideali ile halkı yanlarına çekerek iktidarı devralabilmek için Gezi Parkı eylemlerinin varlığını korumasını ve sürdürmesini isteyeceklerdir.
 

Taksim-Gezi Parkı eylemlerinin ortadan kalkması, olgunun varlığını ortaya çıkaran koşulların ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Gerekli uygun koşullar bulunmadığında olguların ortaya çıkması çok zordur.

Gittikçe ‘Arap Baharı’ olgusunun koşullarına benzer koşullar taşımaya başlayan ve hem ülke hem de iktidar için hiç iyi sonuçlar taşımayacak olan Gezi Parkı Halk eylemlerinin sona erdirilmesi için, Gezi Parkı’nın düzenlenmesi yerel yönetim örgütlenmelerine bırakılmalıdır.  Yerel örgütlenmelerin görev, yetki, çalışma alanları devlet örgütlenmesi ile karıştırılmamalıdır.  Halkın adalet ve vicdan duygularını inciten Gezi Parkı’nda halka şiddet uygulayan ve uygulatanlar ivedilikle ortaya çıkarılarak yargılanmalı,  görevlerinde gerekli değişikliklerin yapılmalıdır. Özgürlükçü bir demokratik sistemin nitelikleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve ivedi uygulamaya geçilmelidir.
 

Bu koşulların yerine getirilmesi Gezi Parkı Halk eylemi olgusunun koşullarını ortadan kaldırarak varlığını sona erdirir.

 

 

İsmail İNCİ,  06/06//2013


My facebook page:https://www.facebook.com/bgi.inci
My twitter page:https://twitter.com/ismailinci
 
 

 

 

 

  

 

 



 
 
 

 

18 Mayıs 2013 Cumartesi

OTORİTER DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ ÇATIŞMASI



AVRUPA PARLAMENTOSU (AP) SOSYALİST GRUP BAŞKANI HANNES SWOBODA İLE CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU ÇEKİŞMESİ VE OTORİTER DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ ÇATIŞMASI


Chp genel başkanı sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda düzenlediği basın toplantısında Sn. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ile Beşar Esat’ın baskıcı yönetimler olarak birbirine benzediğini, aralarında sadece ton farkı olduğu açıklamalarına  AP Sosyalist Grup başkanı Swoboda:  "KILIÇDAROĞLU'nun bu açıklamayı geri çekmesini veya düzeltmesini istedik. KILIÇDAROĞLU'nun, AP Sosyalist Grubu logosu önünde Esad-Erdoğan kıyaslamasını yapmasını kabul etmemiz mümkün değil, diyerek tepki göstermiştir. Sayın Kılıçdaroğlu da: "Ben fikir özgürlüğünü savunuyorum. Kimse fikrimizi beyan etmemizi engelleyemez. Düşünceyi açıklama özgürlüğünü kabul etmeyene de demokrat denmez. Düşünce özgürlüğünü savunmayan kimseyle görüşmem o görüşmeyi de yapmadım." Demiştir.
"Bize benim yaptığım açıklama nedeniyle rahatsız olduğu söylendi. Benim yaptığım açıklamadan rahatsız olanla ben görüşmem dedim işin özü budur."
Sayın Kılıçdaroğlu, gerçekte Sn. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ile Beşar Esat’ın özdeş olmadığını, birbirlerinin ortak nitelikleri olduğunu belirterek benzer olduklarını ve Reyhanlı’daki terör eyleminden Sn. Başbakanın sorumlu olduğunu söylemiştir.


Faşist ve dikta yönetimlerinin niteliklerini içinde barındıran otoriter bir demokrasiye gidiş ile AK Parti iktidarının Suriye’deki yönetim biçimiyle benzeştiğini, günlük toplumsal olaylardan örneklerle kanıtlamaya çalışmıştır.
Kılıçdaroğlu, basın açıklamasında sözlerine şöyle devam etmiştir:
"(Yasama ve yargı, bizim için ayak bağıdır) diyen bir Başbakanı demokrat olarak tanımlayan kişi çıksın. İster Avrupa'da, ister Amerika'da, ister Çin'de, ister Rusya'da... Böyle bir insana asla demokrat denmez. Şimdi ben o kişilere soruyorum, 'Yasama ve yargı ayak bağıdır' diyen Başbakanın sözü ortada dururken, siz ne yaptınız? Siz ne söylediniz? Çünkü birileri Türkiye'ye üçüncü sınıf demokrasiyi uygun görüyor da ondan. Bu halk birinci sınıf demokrasiye layıktır, üçüncü sınıf demokrasiye değil. Birinci sınıf demokrasiyi savunacağız biz."

Avrupa Parlamentosu (AP) Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda ile görüşmesinin iptal edilmesi konusundaki haberleri okuduğunu belirten Kılıçdaroğlu, "Özellikle bir gazete, manşete çekmiş. O gazetenin, o haberinin gece 11.00'de değiştirildiğini biliyorum. Şimdi merak ediyorum. Gece 11.00'de o talimatı kim verdi? Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz, özgürlük mücadelesi veriyoruz, AKP yalakaları burada her türlü çabayı gösteriyorlar. Ne zaman Brüksel'e gitsem efendim şu oldu, bu oldu ama gideceğim. Türkiye'nin gerçeklerini Mısır'daki sağır sultana kadar anlatacağım. Kararlıyız bu konuda. Hiç dönmeyeceğiz yolumuzdan. Medya ne yazarsa yazsın. Baskı altında kalan medyanın, zaten haberleri bizim için çok önemli değil. Biz inandığımız yoldayız. Düşündüğümüz yoldayız. Diktatörlere izin vermeyeceğiz, bu ülkede. Yasamayı yok edersin. Kendi arka bahçen haline getirirsin. Yargıyı yok edersin, sonra kalkacaksın bana demokrasiden söz edeceksin, batılılar da bize üçüncü sınıf demokrasiyi hak görecekler, 'siz demokrasicilik oynayın' diyecekler. Kabul etmiyoruz. Senin ülkende birinci sınıf demokrasi varsa Türkiye'de de birinci sınıf demokrasi olacak. İşin özü budur"


OTORİTER DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ:

Son dönemlerde demokratik sistemlerle yönetilen ülkelerin devlet anlayışlarında totaliter devlet anlayışının niteliklerinin, güçlü devlet, güçlü iktidar, güçlü siyaset, istikrarlı siyasi yönetim ve siyasi kadrolar anlayışının etkisiyle demokratik yönetim ve siyasete egemen olduğu görülmektedir. Bireyleri, yurttaşların haklarını kenara iten, devletin amaç ve hedefleri birinci plana alan, bu hedeflere ulaşmak için her yolu geçerli sayan bir iktidar yavaş yavaş ortaya çıkmakta ve bu iktidar, günlük her türlü siyasal oyunlarla güvence altına alınmaya çalışılmaktadır.

Bu tip demokrasilerde ütopik bir gelecek vaadi ile bin yıllık bir iktidar düşüncesi parti üyelerine ve topluma aşılanmaya çalışılır. İktidara destek veren yoğun bir propaganda yürütülür. Bu amaçla tüm medyaya baskı uygulanarak tekeline alınmak istenir. Sivil toplum kuruluşları ve muhalif partilerin gösterileri üzerinde güvenlik güçleri ile şiddet ve baskılar kurulur ve bu baskılar gün geçtikçe artar. İktidarın yönetim uygulamalarına karşı olan sivil toplum örgütleri üzerinde baskılar ve yıldırma politikaları uygulanmakta, muhalefet partilerine uygun olmayan yöntemlerle şiddetli biçimde saldırılmaktadır.

Düşünce özgürlüğü, yönetim aleyhine tek bir düşünceye tahammül edilmeyecek şekilde sınırlanmak istenir. Buna bağlı olarak Liderin eleştirilmesine tahammül yoktur. Lider her şeye tek başına karar vermektedir ve otoritesi kesindir.

Tüm bu niteliklerin yanında akraba ve yakın kişilerin kayırılarak yolsuzlukların yapılması, bu yolsuzlukların ortaya çıkmaması için denetim organlarının (Sayıştay'ın)  görev dışı bırakılmaları, demokratik yönetimlerin totaliter niteliklerle ortak niteliklere sahip olarak, diktatörlük rejimlerine benzer otoriter demokrasiler durumuna gelmelerini hızlandırmaktadır.

Doğaya ve topluma ait, oluşarak kendini varlıklaştıran her varlık, varlık olarak kendini ortaya koyduktan sonra varlığını sürdürme eğilimi taşır. İçindeki eğilim ve iç güç ile varlığını sürdürmek için her türlü yola başvurur. Bu doğal ve toplumsal ilkeye bağlı olarak ve aynı zamanda yapılarında var olan otoriter iktidar olma anlayış ve düşünüşünün oluşturduğu istenç ile seçimle iktidara gelen otoriter demokratik yapıdaki iktidarlar, demokratik sistemin iktidarları denetleyici ve değiştirici kuralları ve kurumları ile çatışmaya düşmektedir.

Bu sistemi para ve her türlü zenginlik, ün ve makam sahibi olma tutkuları ile savunan ve sürdürmek isteyenler kendi iş adamları çevrelerini, medyalarını, gazetecilerini, bürokrasilerini oluştururlar. Bu kişi ve kurumlar, iktidarın varlığının sürmesi için en açık ekonomik, siyasal ve toplumsal gerçekliklere saldırır ve çarpıtırlar.

Otoriter demokrasinin iktidarları, bu niteliklere büründüklerinde, toplumların daha iyi yöneticiler bulmasını sağlayan demokrasi yönetimini ortadan kaldırmış olurlar. Bütün dikta rejimlerinde olduğu gibi, seçimlerle yönetimin değiştirilememesiyle toplumda iktidarı ele geçirmek için zora, şiddete dayanan çatışmalar ve savaşlar ortaya çıkar.  Seçimlerle yeni hükümetler kuruluyor görünümüne rağmen, iktidarların değişmeyen siyasi parti ve siyasal kadroları, totaliter yönetimlerin niteliklerini taşır. Özgürlükçü bir demokraside bu nitelikler bulunmaz. İktidar diğer siyasi parti ve kadrolarla paylaşıldığı için iktidar savaşları ortaya çıkmaz. Açık gerçekler, doğrular bazı güçlerin çıkarları için gizlenmediğinden, daha doğru kararlar alınır ve tüm toplumun çıkarları için daha başarılı iktidarlar ortaya çıkar. Özgürlükçü demokrasiler daha erdemli yönetim biçimleridirler.


Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve birçok aydın yazar ve düşünürün, içinde birebir yaşayarak, duyumsadıkları, algıladıkları gerçeklerden, AK Parti yönetimindeki demokratik sistemin, Sn. AP Sosyalist Grup başkanı Swoboda’nın uzaktan belirsiz algılamalarının tersine; güçlü, istikrarlı bir iktidara sahip olmak düşüncesi ile totaliter niteliklere sahip bir otoriter demokrasiye gitmekte olduğu görülmektedir. Bu demokrasinin, siyasal yönetimlerin güçlendirilmesi ile ilgisi yoktur. Arap ülkelerinde, Arap Baharı denilen kanlı dönüşümlere neden olan, Suriye’de de henüz tüm şiddeti ile süren totaliter yönetimlerin niteliklerine benzer durum almaktadır.

Otoriter demokrasinin varlığının sürmesini bilinçli olarak AK Parti yöneticileri mi istemektedir, yoksa Ak Parti iktidarının bilinç denetimini ele geçiren uluslar arası güçler mi istemektedir, sorusu önemlidir. Bu sorunun genel yanıtı, yönetimin çevresini oluşturan güçlerin davranışları üzerindeki gözlemlerle bulunabilir. İktidarı çevreleyen ülke içinde ve dışında bazı iş adamları, medya, güvenlik ve istihbarat güçleri, bürokrasi, iktidarın ele alınması, sürdürülmesi, yönlendirilmesinde her türlü çabayı göstermektedir. Bu çabanın önüne Ak Parti bile geçemeyecek durumdadır.


İsmail İNCİ,  18/05//2013

My facebook page:https://www.facebook.com/bgi.inci
My twitter page:https://twitter.com/ismailinci




 


25 Nisan 2013 Perşembe

ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE YÜKSELİŞİ



ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİ




 “Son yıllarda kimyacılar laboratuarlarında en karmaşık organik maddelerin yüzlerce ve binlercesini yapmaktadırlar. Bunların bazısı o kadar karmaşıktır ki yapısal formüllerini yazmayı düşünmek bile kolay değildir.”(s.113, L.Vlasov D.Trifonov, 107 Kimya Öyküsü, Tubitak Popüler Bilim Kitapları)

“Günümüzde, yerküre üzerindeki yaklaşık laboratuarlarda her gün on tane yeni madde sentezlenmekte ve bu günlük verim yıldan yıla artmaktadır. Kimyasal bilgilendirme servisi bize aşağı yukarı iki milyon kimyasal bileşiğin doğal hammaddelerden izole edildiğini veya yapay olarak üretildiğini söyler.”(s.119, L.Vlasov D.Trifonov, 107 Kimya Öyküsü, Tubitak Popüler Bilim Kitapları)
ORGANİK ÜRÜN EKONOMİSİNİN DOĞUŞU:

İnsanlığın refahını arttırmak, artan nüfusla birlikte gelecekte ortaya çıkabilecek açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmamak ve yoksulluğu önlemek için birim üretimden en yüksek verim alınmak istenilmiş, özellikle kimya bilimi ve teknolojisinde yapılan idealist ve özverili çalışmalarla çok büyük ilerlemeler sağlanmıştır.  




Kimya Bilimindeki İlerlemeler Sonucu Yapay Ürünlerin Yaşamın Her Alanında Kullanıma Girmesi:
Bitkilerin klorofil yapılarında bulunan demir ve magnezyum elementlerinin bitkiye orantılı olarak verilmesi çok önemlidir. Bitkilerin iyi fotosentez yapmaları için bu iki elementle birlikte mikroelement adı verilen diğer elementlere; bakır, çinko, manganez, molibdene gereksinimleri vardır. Bir bitki çok az miktarda da olsa demir içermeyen toprakta yetiştirilirse, yaprakları ve sapı kâğıt gibi beyaz olacaktır. Bu bitkiye bir demir tuzu çözeltisi püskürtülürse, doğal yeşil rengini hemen kazanır.

Molibden yetersizliği, bitkinin molibdensiz özümleyemediği nitratların aşırı birikmesi yüzünden, yaprak hastalığına neden olur.
Bitkinin fotosentez yapabilmesi için bakır da gereklidir; bakır azotun bitki
organizması tarafından özümlenmesini sağlar. Bakır bu etkisi ile azotun bitki tarafından alınarak protein oluşmasına, sonuçta bitkinin büyümesine etkide bulunur. Azot, bitki ve hayvan kökenli tüm protein moleküllerinin yapı taşıdır. Azotsuz protein oluşumu olmaz. Bitki ve hayvanlarda büyüme için bu kadar önemli olan azot toprakta çok yetersizdir. Atmosferde ise çok fazla serbest durumda azot vardır ve hesaplamalara göre atmosferdeki tüm azot gübreye dönüştürülse dünyadaki tüm bitkileri bir milyon yıl beslemeye yeterlidir. 1903'de iki Norveçli, bilim adamı Kristian Birkeland ve mühendis Samuel Eyde, atmosfer azotunu elektroliz yardımıyla elde etmeyi endüstriyel verimlilikte başardılar. 

Bitkilerle hayvanların büyüme ve gelişmesinde, yaşamlarını sürdürebilmelerinde karbon, hidrojen, oksijen azot, kalsiyum, potasyum, fosfor, kükürt, magnezyum, demir, bakır,  çinko, manganez, magnezyum ve molibden elementlerini özümlemeleri zorunludur. Topraktan özümledikleri bu maddeleri, toprak yitirdiğinde toprağa geri vermek gerektiği kimya ve biyoloji bilimlerinin ortaya koyduğu önemli bir bilimsel aşamadır. Bu gerçek kimya biliminin, araştırmalarını bu alanda yoğunlaştırarak yapay gübre üretimini endüstriyel düzeyinde başarması ile sonuçlanmıştır. Bugün düzinelerle farklı gübrenin kimyasal yöntemlerle üretimi bilgisine ulaşılmış ve endüstriyel düzeyde üretimine geçilmiştir. Bu gübrelerin en önemlileri potasyumlu, azotlu ve fosfatlı gübrelerdir.

Almanya'daki Stassfurt tuz yatakları Antik Çağ'dan beri bilinmekteydi. Bu yataklar başta potasyum ve sodyumunkiler olmak üzere pek çok tuz içeriyordu.. Bilim tarihçileri, potasyum tuzlarını işleyen ilk fabrikanın 1811'de Almanya'da kurulduğunu yazar. Bir yıl sonra dört fabrika daha kuruldu ve 1872'de otuz üç Alman fabrikası, yılda yarım milyon tondan fazla saf olmayan tuz işliyordu. Potasyumlu gübre fabrikaları kısa sürede birçok ülkeye yayıldı.

Mikroelementler, hayvan organizmasında da önemli bir rol oynar. Hayvan yeminde hiç vanadyum bulunmamasının iştahsızlığa, hatta ölüme yol açabileceği saptanmıştır. Öte yandan, domuz yemindeki vanadyum miktarının arttırılması, hızlı büyümeye ve kalın bir yağ tabakası oluşumuna neden olur.

At sineğinin Rusya'da her yıl milyonlarca ruble kayba yol açtığı hesaplanmıştır. Yaban otlarının her yıl Amerika'ya dört milyar dolara mal olmaktadır. Çekirgeler, çiçekli alanları çıplak ve cansız çöllere dönüştüren gerçek bir felakettir. Kimyacılar Böcek öldürücü olarak insektisidleri, kemirgenleri öldürmek için zoosidleri, yabani otlan yok etmek için herbisidleri yapmışlardır. Bütün bu kimyasal maddeler organik bileşiklerden laboratuarlarda üretilmiştir. Doğa, birçok bileşik maddelerde üstünlüğü laboratuarlarda insan eliyle üretilen ürünlere bırakmıştır.

Doğanın bileşiminde bulunmayan, İnsanlar tarafından laboratuarlarda üretilen florokarbon bileşiklerinin ürünleri yalıtkan ve yapı malzemesi, motorlarda soğutucu akışkan, uzun ömürlü makine yağı olarak kullanılır.

Organik maddelerle metalik elementlerin kimya laboratuarlarında oluşturulan bileşiklerinin ürünlerinin kullanım alanları çok çeşitlidir ve tükenmek bilmez. Hetero-organik bileşikleri Plastik ve lastik hazırlanmasında, yarı iletken ve süper saf metal üretiminde, tıbbi ilaç ve tarımsal böcek öldürücü olarak, roket ve motor yakıtı bileşeni olarak kullanılırlar.

Poliüretan lastiklerin kauçuktan elde edilmiş olan doğal lastiklere göre gerilmeye karşı dirençleri fazladır ve hemen hemen hiç eskimezler. Poliüretan elastomerler, döşemecilikte, lastik kopuk yapımında kullanılır. Son yıllarda, bilim adamlarının önceleri hayal bile edemeyeceği lastikler geliştirilmiştir. Bunlar esas olarak organosilisyum ve florokarbon bileşiklerinden türetilen elastomerlerdir. Bu elastomerlerin ısıl kararlılığı, doğal lastiğinin iki katıdır, Ozona,  dumanlı sülfürik ve nitrik asitlere dayanıklıdırlar.

Nükleer enerjinin temel elementi olan Uranyumun nükleer enerji üretiminde ancak %5’i kullanılır, geri kalan %95’i atık uranyumdur. Enerji üretimi sonucunda yığılan atık uranyumlar, bazı metal ürünlerle, birçok organik ürünlerin gelişiminde değerlendirilmektedir. Uranyum bazı meyvelerin yanı sıra

havuç ve pancarın şeker oranını önemli ölçüde arttırmaktadır. Uranyum, değerli toprak mikroorganizmalarının gelişmesine yardım eder. Yapılan bir denemede bir yıl boyunca küçük miktarlarda uranyum tuzları verilen farelerin ağırlıkları iki katına çıkmıştır. Araştırmacılar, en önemli yaşamsal elementler olan fosfor, azot ve potasyumun özümlenmesinde uranyumun büyük ölçüde yardımcı olduğuna inanırlar.

Uranyumun metalürjide kullanımı yaygındır. Demirle oluşturduğu alaşımı(ferrouranyum), oksijen ve azotu ayırmak için çeliğe katılarak kullanılır. Ferrouranyumla yapılan çelikle çok düşük sıcaklıklarda çalışılabilir. Uranyum nikel çelikler "kral suyu" (nitrik ve hidroklorik asit karışımı) gibi en etkin kimyasal ayraçlara karşı bile dayanıklıdır. Uranyum ve bileşiklerinin diğer çok önemli kullanımı da pek

çok kimyasal tepkimede katalizör oluşlarıdır.  Uranyum oksit, metanın oksijenle oksitlenmesini, karbon monoksit ve hidrojenden metil ve etil alkollerin üretimini, asetik asidin hazırlanmasını hızlandırır. Radyoaktif ışınları polietilenin elde edilmesinde katalizör olarak kullanılarak maliyetleri yarı yarıya düşürür. Uranyum katalizörlerinin yardımıyla elde edilen organik kimya ürünleri hiç de az değildir.

 Başlangıçta kimya, hekimlere yalnızca doğada bulunan maddelerden yararlanarak ve sınırlı çeşitlerde ilaç üretiminde yararlı olabiliyordu. Ama tıp hastalılarla mücadele edebilmek için bu kadarla yetinmeyerek kimyanın oluşturduğu sentetik ilaç kullanımına geçmek gerekliliğini duymuştur.

Modern bir reçete el kitabına bakıldığında, ilaçların sadece yüzde 25'inin doğal maddelerden hazırlandığı görülür. Bunlar, çeşitli bitkilerden hazırlanmış özütler, esanslar ve şuruplardır. Tüm diğer ilaçlar doğada bilinmeyen, kimyanın yardımıyla oluşturulan sentetik ilaçlardır. Günümüzde birçok ilacın temelini oluşturan, romatizmayı iyileştirici özelliği olan, bitkisel hammaddelerden hazırlanması çok zor ve pahalı salisilik asit ilk sentetik ilaç olarak 1874 yılında üretilmiştir.

Tarımsal ürünlerin yapay yöntemlerle verimliliğini artırmanın diğer bir yöntemi genetik yapılarının değiştirilmesi (GDO’lu ürünler) uygulamasıdır. Bu uygulamayla, doğa koşullarına ve hastalıklara dayanıklı, ürün verimi yüksek bitki türleri elde edilerek tarım yapılmakta ve üretim büyük ölçeklerde arttırılmaktadır. Örneğin mısıra zehir salgılayan bir bakteriden gen transfer edilerek mısırın böcek öldüren zehir üretmesi sağlanır.

Yapay (kimyasal) Ürünlerin Yaşam Üzerine Olumsuz Etkileri:
Yukarıda birçok örneğiyle birlikte gördüğümüz kimya bilimindeki buluşlarla yapay olarak üretilen ürünlerin günlük yaşamda yaygınlaşmasıyla insan refahında büyük bir gelişme olmuştur. Ancak insan refahının artışıyla ters orantılı olarak bu yapay (doğal olmayan, kimyasal) ürünlerin insan sağlığına olan zararları ortaya çıkmış ve giderek yayılmaya başlamıştır.

Tarım ürünlerine büyük zararlar veren çeşitli kemirgenler, böcekler ve yabani otlar arsenik, kükürt, bakır, baryum, flor ve pek çok zehirli bileşikle öldürülürler. Bilinen en iyi böcek öldürücüler, fosfamid ya da M-81 gibi organofosforlu bileşiklerdir.

Şiddetli bir yağmur veya kuvvetli bir rüzgâr ile tarım ürünlerini koruyucu olan bu kimyasal maddeler yıkanarak ya da uçarak çevreye yayılmakta ve insanlara solunum yoluyla, deri yoluyla bulaşmaktadır.

Bilim adamlarının,  zararlı böcek ve bitki organizmalarının yapı farkından yararlanarak geliştirmiş oldukları kimyasal maddelerin bazıları bitkilere zarar vermediği halde böcekleri zehirleyerek öldürücü etkide bulunur. Bu kimyasal etki böcekleri olduğu kadar, bitkilerde kullanım dozu aşıldığında bu bitkileri gıda olarak tüketen insanları da zehirlemektedir.

Genetiği değiştirilmiş tarım ve hayvansal organizmalar(GDO’lu ürünler) insanlar üzerinde toksit etki ve hormonal dengeyi bozma riskleri taşımaktadır. Bu ürünleri tüketen hayvan ve insanlarda antibiyotiklerin etkisi azalmakta, hücre bölünmesi dengesi bozulmaktadır.

Sanayi ürünleri üreten kuruluşların çevreye yaydığı atıklar ve ulaşımda kullanılan milyonlarca değişik tür ve kapasitede motorlu araçların atık ve gazları, günlük yaşamda kullanılan yapay ürünler ve yapay olarak üretilen besin ürünlerinin tüketimi ile birleşince, insan organizmasının doğal yapısı da(sağlık sistemi) bozularak, başta kanser olmak üzere çok çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.

Kimyasal ürünlerin yaygınlaşması ile ortaya çıkan kanser hastalıklarının tedavisinde onkoloji servisleri,  bugün yatarak tedavi görmesi gereken hastalarına yer bulamayacak duruma gelmiştir.

Şeker hastalığının yaygınlaşmasının nedeni salt şekerli gıdaların yaygınlaşması ve yaygın tüketimi değildir. Eksoz dumanının yoğun olduğu oto terminallerinde, ana ulaşım caddeleri üzerinde, oksijen-asetilen kaynağı yapılan işyerlerinde, boyahanelerde…vb de çalışanlarda, genetiğe bağlı olmayan şeker hastalıklarının yaygın gözlemlenmesi kana karışan zehirli atıkları işleme fonksiyonunu yerine getiremeyen karaciğerin  yapısının bozulması sonucudur. Bu bozulma sonucu karaciğerde tümör oluşumu, tüketilen anorganik ürünlerle daha duyarlı ve yaygın duruma gelmektedir. Akciğer kanserinin, kan kanserinin, beyin tümörlerinin, kolon kanserlerinin artışı, kalp ve damar hastalıklarının yaygınlaşması sanayi ve motorlu ulaşım araçları atıklarının artışı ile birlikte yapay(anorganik) gıda ürünlerinin tüketimi ve yapay (anorganik] kullanım eşyalarının günlük yaşamda yaygın olarak kullanımı ile etkileşerek, insanının doğal yapısının, hormonal dengesinin bozulmasına,  bağışıklık sisteminin zayıflamasına, neden olmaktadır.

İnsanlığın gelişmesinin zorunlu sonucu olarak gün geçtikçe üretim miktarı ve çeşitleri artan, bu kimyasal veya yapay veya anorganik ürün olarak adlandırdığımız ürünlerin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak ve azaltmak için, doğal veya Organik Ürünlere duyulan gereksinim, talep sonucu Organik Ürün Piyasaları ve Organik Ürün ekonomisi ortaya çıkmıştır.

ORGANİK ÜRÜNÜN TANIMI:

Organik sözcüğü,  “doğal”, “ekolojik" ve "biyolojik"  sözcükleriyle eşdeğer anlamı ifade eder.
Organik ürün, doğal ürün, ekolojik ürün veya biyolojik ürün;  üretimlerinde kullanılan temel girdileri kimyasal işlemlerle elde edilen maddelerden oluşmayan, doğal maddelerden üretilen ürün olarak tanımlayabiliriz. Bir organik ürün tarımsal, hayvansal olabildiği gibi, günlük yaşamda kullandığımız birçok eşyadan biri de olabilir.

Organik Ürün Piyasaları, 1 Aralık 2004 yılında kabul edilen 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu'nuyla düzenlenmiştir, ancak bu yasa salt bitkisel ve hayvansal organik ürünleri kapsadığından yetersiz bir yasadır. Günlük yaşamda kullanılan ürünleri kapsamamaktadır.

Organik Tarım ve Hayvansal ürünlerin üretimi 1 Aralık 2004 yılında kabul edilen 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu'nuyla düzenlenmiştir.

Organik tarım faaliyetleri; Organik Tarım Kanununun ( 2004 ),3b maddesinde şu
şekilde tanımlanır:”Toprak, su, bitki, hayvan ve doğal kaynaklar kullanılarak organik ürün veya girdi üretilmesi ya da yetiştirilmesi, doğal olan ve kaynaklardan ürün
toplanması, hasat, kesim, işleme, tasnif, ambalajlama, etiketleme, muhafaza, depolama, taşıma pazarlama, ithalat, ihracat ve ürün veya girdinin tüketiciye ulaşıncaya kadar olan işlemleridir”. Organik ürün ise aynı yasada yer alan 3p maddesinde şu şekilde ifade edilir:

”Organik tarım faaliyetleri esaslarına uygun olarak üretilmiş ham, yarı mamul veya
mamul haldeki sertifikalı ürün”.
Kanunda geçen ifadelerden de anlaşıldığı üzere organik tarım kendine ait kuralları ve standartları olan bir tarım sistemidir.

Başka bir deyişle Organik tarım; tarımsal üretimi doğanın dengesini bozmadan yapmak amacıyla uygun ekolojiler seçerek, yapay kimyasal girdi kullanmadan yalnızca kültürel önlemler, biyolojik mücadele ve organik girdiler kullanılarak yapılan bir tarım şeklidir.  Organik tarımın amacı,  toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Bu üretim yönteminde sentetik olarak üretilen azot, fosfor, potasyum vb gübreleri, ilaç, büyüme hormonları, genetik yapısı bozulmuş organizmalar (GDO) kullanılmadan, modern tarım aletleri ile toprak işlenerek, teknik bilgiye dayanan budama, aşılama yapılarak verim ve kalite elde edilir ve sürekliliği sağlanır.

Organik Tarımın Temel İlkeleri:
ETO Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO) Derneği'nin web sitesinde yapılan tanıma göre;
Ekolojik Tarımın Temel İlkeleri
Doğal çevre ile uyumlu üretim,
Çiftlik veya yerel kaynakların kullanımına dayanan kendine yeterli kapalı bir sistemin oluşturulması  
Nihai ürün yerine tüm üretim sürecinin kontrol edilip ürünün sertifikalandırılması,
Bitkisel Üretimde;
Gerektiğinde ve uygun yöntemlerle toprak işleme,
Topraktaki organik madde ve verimliliğinin korunması,
Kimyasal gübre yerine toprak verimliliğinin ekim nöbeti, yeşil ve organik gübrelerle sağlaması,
Dayanıklı, sağlıklı tohum ve bitki çeşitlerinin seçimi,
Uygun ekim-dikim yöntemleri ve zamanı,
Bitki direncinin arttırılması, hastalık ve zararlılara karşı gerektiğinde kültürel ve biyolojik yöntemler ile organik kökenli prepatların kullanımı,
Yabancı ot kontrolünde ekim nöbeti, bitkilerinin morfolojik özellikleri gibi yöntemlerin ele alınıp gerektiğinde mekanik yöntemlerin kullanımı,
Ekolojik yöntemlere uygun hasat, depolama ve dağıtım,
Ekolojik işletme esasları,

Hayvansal Üretimde
- Sağlıklı hayvan yetiştiriciliği,
- Hayvan barınaklarında uygun yaşam koşulları,
- İşletmede yemlerin üretilmesi ve organik yemlerden yararlanma,
- Damızlık ve ırk seçiminde ekolojik uygunluk.

Organik Tarımda Bitkilerin Korunması: Organik tarımda, sentetik kimyasal maddelerin (örn. genelde gübreler, ot ilaçları, bitki koruma ürünleri, insektisitler ve pestisitler) kullanımı yasaklanmıştır. Bitkiler öncelikle hastalıklara dirençli türlerin seçilmesi ve uygun toprak işleme metotları vasıtasıyla korunmaktadır. Bunlar:
Ürün rotasyonu, örn. aynı arazide ardışık olarak aynı ürün yetiştirilemez. Bu metodun temelini oluşturan mantık, parazitler gelişemez ve bitki besinleri aşırı tüketilmez.
Sıra çalıları ve ağaçların dikilmesi, sadece peyzajı daha hoş yapmaz, aynı zamanda parazitlerin doğal predatörleri için barınak sağlar ve komşu alanlardan gelen kirlilik maddelerine karşı fiziksel bir bariyer oluşturur.
Ara ürün yetiştirme, örn. bir ürün diğerlerinin parazitleri tarafından seviliyorsa, farklı ürünlerin paralel işlenmesi.
Organik tarım, iyi-bozunmuş gübre ve organik kompostlar (örn. çimen vb.) ve yeşil gübre gibi doğal gübreleri kullanır. Örn. bu amaç için dikilmiş yonca ve hardal gibi bitkilerin toprağa karıştırılması.
Bitkileri hastalık ve zararlılardan korumak gerektiğinde, bitkisel, hayvansal veya mineral orijinli doğal maddeler kullanılır, örn. bitki ekstraktları, faydalı predatörler, kaya unu veya toprak yapısını ve kimyasal kompozisyonunu ıslah eden ve bitkileri kriptogamik saldırıdan koruyan doğal mineral maddeler.

Toprağımızın bozulan dengesinin tekrar kurulabilmesi için organik gübreleme şarttır. Organik gübreleme ile toprağa verilen organik madde toprakta hava- nem dengesinin kurularak, fiziksel yapının düzelmesine, organik madde takviyesi ile mikroorganizma faaliyeti artacağından, biyolojik aktivitenin hızlanmasına, hızlanan biyolojik aktivite sayesinde besin elementlerinin alınabilir hale gelmesiyle kimyasal yapının düzelmesine neden olacaktır.

Böylece toprakta fiziksel, kimyasal ve biyolojik denge kurulacaktır. Kurulan vazgeçip, organik gübrelemenin daha fazla olmasını sağlamalıyız. İşte burada organik tarımın önemi ön plana çıkmaktadır. Organik tarımda kimyasal gübre kullanılmaması tarım topraklarının korunması açısından son derece önemlidir. (www.itmturhol.com OCAK,2011 )

ORGANİK ÜRÜN PİYASALARININ YÜKSELİŞİ:

Günümüzde organik sektörü dünya genelinde 63 milyar dolarlık bir pazara ulaşmış durumda. Organik ürünler konusunda dünyanın en büyük fuarı olan BioFach bu yıl 26. Kez düzenlendi. Fuarda organik normlara uygun olarak üretilen her türlü gıda, ekolojik mobilya, dekorasyon malzemeleri, kağıt ve kağıt ürünleri, bahçe ürünleri, tarımsal ve hayvansal ürünler, deri, takı-mücevherat, el işleri, hediyelik eşyalar, müzik enstrümanları gibi ürünler sergilenirken başta Almanya olmak üzere; belli başlı Avrupa ülkeleri, ABD, Japonya, Güney Afrika, Hindistan, Endonezya gibi dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçi geldi.”  http://www.haberler.com/turkiye-nin-organik-tarim-urunleri-almanya-da-4353660-haberi/


Almanya’da düzenlenen dünyanın en büyük organik ürünler fuarı 'BioFach 2013 Dünya Organik Ticaret Fuarı'nda da görüldüğü gibi her tür organik ürüne büyük bir talep vardır. Dünyanın her tarafından fuara katılımın olması ve başta Avrupa ülkeleri ve ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçilerin gelmesi organik ürünlerin büyük bir gereksinim durumuna geldiğini göstermektedir. Organik ürün piyasalarının 63 milyar dolara ulaşması, gelecekte bu sektörün, doğal gaz, petrol ürünleri gibi büyük bir Pazar olacağını gösterir.

 Fuarda Türk organik ürünleri dünyanın dört bir tarafından gelen organik ürün ithalatçılarının gözdesi olmuştur.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Mustafa TÜRKMENOĞLU’nun da belirttiği gibi organik üretim ve ihracatında yıllık 250 milyon dolar ihracat yapan ülkemiz,  2023 yılında 2,5 milyar dolar ihracat hedeflemektedir. Ancak, bu sektöre olan talebin artışına koşut olarak organik ürün üretimine yapılacak olan yatırımın önemi üreticilere kavratılacak olursa, bu gelirin çok daha yüksek miktarlarda gerçekleşmesi olanağı vardır. Ülkemizin anorganik ürün piyasalarına (sanayi ülkelerine) yakın ve geçiş yolu üzerinde olması ve organik ürün üretme koşul ve potansiyelinin yüksek olması bu olanağı gerçekleştirecektir.

 ORGANİK TARIMIN YAPILDIĞI ARAZİLERİN ÖZELLİKLERİ VE BALYA VE ÇEVRESİNİN ORGANİK TARIMA ELVERİŞLİLİĞİ:
Organik üretim yapılacak bölgelerin ve arazilerin; geleneksel üretim yapılan bölgelerden, eksoz atıklarının yoğunlaştığı işlek anayollardan, ağır sanayi tesislerinden, çevreye salınan zehirleyici atıkları yoğun maden işletmelerinden, kentsel atıkların toplu olarak bırakıldığı alanlardan, kirletici atıklar içeren akarsu ve yeraltı sularından etkilenmeyecek bir uzaklıkta olması gerekir.
Bu bölgelerde, büyük bir gereksinim olacak olan her tür organik ürünün, tam organik yapıda veya yarı organik yapıda da olsa teşvik edilmesi, üretiminin yapılması büyük önem taşır. Ekolojik niteliklere sahip olan ve olmayan bölgelerin tamamında bütünü ile organik üretim yapılması olanaksızdır. Gereksinmelerin karşılanabilmesi için her tür bilimsel yöntem ve girdiler üretimde kullanılmak zorundadır. Amaç, insan sağlığını koruyabilmek için ve özellikle hastalık riski taşıyan kişi ve bölgelerde organik ürün tüketimini olanaklı olduğu ölçüde arttırmaktır.
 Kanser tedavisi gören hastaların organik ürün üretimi yapılacak niteliklere sahip olan bölgelerde kurulacak ekolojik hastanelerde, organik ürünlerle gereksinimlerinin karşılanarak, organik eşyalarla donatılı onkoloji servislerinde tedavilerinin yapılması, sağlıkta daha büyük oranlarda başarılı sonuçlar alınmasına neden olacaktır.
Bu koşullara sahip olan bölgelerden birisi de Balya ve çevresinde bulunan arazilerdir. Bu bölgelerde Organik Bitki, Hayvan ve Organik eşya ürünlerinin üretiminin teşvik edilmesi, tanıtımı ve eğitiminin yapılması önem taşır. Balya’nın gelişmesinde varolan bu büyük potansiyelin değerlendirilmesi ile çok yakın bir bağ vardır. Gerek ekolojik hastaneler kurulabilmesi açısından, gerekse sanayi kuruluşlarından, hava ve su kirliliğinden uzak, tam ve yarı organik ürünlerin üretimine çok elverişli bir bölge olarak, Balya’nın Organik Ürün Üretiminde bir marka olarak piyasalarda yer alması gerekir. Balya üreticisi bu alanda yurt ve dünya çapında bir Ürün Markası haline geleblir.
ORGANİK ÜRÜN ÜRETİMİNİN SERTİFİKALANDIRILMASI VE DENETİMİ:

Organik ürünlerin üretimi, organik tarım ürünleri dışında da büyük yaşamsal öneme sahiptir.  03/12/2004 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren 5262 Sayılı  Organik Tarım Yasası’nın alanının genişletilerek yeniden düzenlenmesi gerekir.

03/12/2004 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren 5262 Numaralı Organik Tarım Yasası’nın kapsamı ikinci maddede tanımlanmıştır.

Madde 2- Bu Kanun, organik tarım faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin yerine getirilmesi ve Bakanlığın denetim usul ve esasları ile yetki, görev ve sorumluluklara dair hususları kapsar.

Beşinci maddede organik ürün yapan üreticilerin sertifikalandırılması ve denetimi ele alınmıştır.

Madde 5-Kontrol ve sertifikasyon kuruluşu veya sertifikasyon kuruluşu tarafından sertifikalandırılmamış ürünler, organik ürün veya organik girdi adı altında satılamaz.

Organik ürünlerin ve üreticilerin sertifikalandırılması süreci kısaca aşağıda tanımlandığı gibi işler.

“Sertifikasyon; organik tarım standartlarının belirlediği bütün kontrol yöntemlerinin uygulanması sonucu işletmenin, ürünün ve girdinin mevzuata uygunluğunun değerlendirilerek belgelendirilmesidir.

Kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının, kuruluş tarihlerinden itibaren en geç 2 yıl içerisinde ISO Guide 65’e göre akredite olmaları gerekmektedir. Uluslararası Standardizasyon Organizasyonu (ISO) tarafından 1996 yılında hazırlanan Guide 65, bir ürünün sertifikasyon sistemi ile ilgili olarak çalışmakta olan organların genel kriterlerini belirlemektedir.

Türkiye’de organik tarımın başlangıcından itibaren kontrol ve sertifikasyon firmaları faaliyetlerini sürdürmektedir. T.C Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetki verilen kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının sayısı artış göstermektedir.

 Organik tarımda sertifikasyon süreci müteşebbisin kontrol ve sertifikasyon kuruluşuna başvuru yapması ile başlamaktadır. Kontrol ve sertifikasyon firması gerekli değerlendirmeleri yaparak, başvurunun uygunluğu durumunda müteşebbis ile ilgili standartlar kapsamında üretim yapacağını taahhüt eden bir sözleşme yapar. Üretimdeki her bir aşamaya göre kontrol planı hazırlanır. T.C Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetki verilen bir kontrolör tayin edilerek müteşebbise bildirimde bulunulur. Kontrolün yılda en az bir kez yapılması zorunludur. Bu sayı ürün ve üretim ile ilgili riskler değerlendirilerek arttırılabilir. Risk değerlendirmesine göre kontroller; tarımsal üretim birimleri, hasat ve hasat sonu işlemler, depolama, taşıma, işleme ve paketleme ve satış gibi her aşamada yürütülür. Şüpheli durumlarda kontrol ve sertifikasyon kuruluşu önceden belirtilen kontrol programı dışında habersiz kontroller yaparak düzeltme faaliyetlerini izleyebilir. Bir sonraki aşamada tespit edilen risklere göre ve şüpheli durumlarda örnekler alınarak analizler yaptırılmaktadır. Analizler ISO-17025 standartlarına göre akredite edilmiş laboratuarlarda yapılır ve ancak bu laboratuarlarda yapılan sonuçlar kabul edilir. Kontrolör yaptığı kontrolün sonuçlarını belirten detaylı bir rapor hazırlar. Sertifikasyon birimi kontrol raporunu inceleyerek değerlendirir ve faaliyetin sertifika alıp alamayacağı, eğer sertifikalandırılma söz konusu ise ilave koşulları ve sertifikalandırma statüsü belirler. Karar kontrol raporu ile birlikte onay için müteşebbise gönderilir. Müteşebbis onayından sonra, sertifikasyon için kararda belirtilen koşullar yerine getirildiğinde “Organik Tarım Müteşebbis Sertifikası” (master sertifika) hazırlanarak müteşebbise iletilir. Her bir organik ürün için ise “ürün sertifikası” düzenlenir. Ürün sertifikasında organik ürünün izlenebilirliği açısından; kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun adı, kod numarası, adresi, sertifika numarası, ürünün adı ve özelliği, sertifikalanma statüsü, ürün miktarı, hasat yılı, üretim yılı, ürünün kaynağı, sözleşme numarası, fatura ve sevk irsaliye numara ve tarihileri, ambalaj tipi ve adedi, parti numara ve kalibresi, G.T.İ.P numarası, alıcı ülke alıcı müteşebbis adı ve adresi, gönderen ülke, gönderen müteşebbis adı ve adresi, sertifika onay tarihinin bulunması gerekmektedir.

Kontrol ve sertifikasyon işlemlerinin organik üretimin her yılında yenilenmesi gerekmektedir.” (http://www.tugem.gov.tr).







NOT: BU YAZININ BİR BÖLÜMÜ BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ KÜLTÜR, YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ DERGİSİNİN NİSAN 2013 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.


İsmail İNCİ,  25/04//2013


SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...