10 Ekim 2014 Cuma

İŞBÖLÜMÜNÜN ÜRETİM VE VERİMLİLİK ÜZERİNE ETKİLERİ


 
 
İŞBÖLÜMÜNÜN ÜRETİM VE VERİMLİLİK ÜZERİNE ETKİLERİ

 (BALYALILAR DERGİSİNİN EKİM 2014 SAYISINDA YAYIMLANAN MAKALE) 

Bir ülkenin yıllık tükettiği toplam ürünlerinin karşılanmasında yapmış olduğu üretim çalışmaları içinde üretim artışı sağlayan üretim teknik ve usullerinden birisi de “İşbölümüdür”
İnsanların toplumda birden fazla sanatı tam anlamıyla öğrenmesi ve o sanatta çalışması çok zor hatta olanaksızdır. Bunun nedeni insan yeteneklerinin bireylere göre farklılıklar göstermesi ve bireylerin tüm sanatları öğrenmeye ve yerine getirmeye zamanlarının olmamasıdır. Bu nedenle insanlar toplumsal yaşama geçerek bu eksikliklerini tamamlamışlardır.
Farabi, El Medinetül Fazila, adlı yazdığı kitapta bu konu ile ilgili olarak
“Böylece her ferd, tabiatındaki mükemmelleşme ihtiyacını, ancak muhtelif insanların - yardımlaşma maksadıyla - bir araya gelmeleriyle elde edilebilir”, yazar.
 İbni Rüşt de “ Siyasete Dair Temel Bilgiler”, adlı kitabında bu gerçeği dile getirir:
“Toplum içinde bu yeteneklerin bireylere dağıtılmış biçimde bulunması ile bireylerin doğa ve yaratılışı da bu yönde biçimlenir ve birbirlerinden farklılaşırlar…. Durum böyle olunca insanlar arasında, insana özgü yetkinlik türlerinin tümünün kendilerinde yetkinleştiği bir topluluk bulunması gerekir.”(s.32)
 
Toplumlar gereksinimi duydukları yıllık mal ve hizmet ürünü üretimlerini gerçekleştirebilmek ve bu üretimin kolay, nitelikli ve bol olmasını sağlamak için zorunlu olarak “Toplumsal İşbölümüne” gitmişlerdir. Bu toplumsal gerçeklik, en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar, coğrafik yere ve zamana bağlı kalmadan, toplumsal yaşama geçiş koşulları ortaya çıktığında rastlantısal olarak değil zorunlu olarak ortaya çıkar.
Platon toplumsal işbölümü ile ilgili olarak Devlet adlı kitabında şöyle der:
"Böylece, bir adam başka işlerle uğraşmaksızın doğasına uygun olan işi zamanında
görürse, iş gelişir; hem daha güzel, hem daha kolay olur"…çünkü pek doğal olarak çiftçi, aletlerinin iyi olmasını istiyorsa, ne kendi sapanını, ne belini, ne çiftçilikte kullanılan öbür aletleri kendi yapacak değildir... Mimar da öyle; ona da birçok alet gerekir. Dokumacı, ayakkabıcı için de böyledir (s.58)
Toplumlar, tek kişilerin gereksinmelerini karşılayamamalarından doğmuşlardır. Her bireyin ayrı bir sanatla uğraşmasıyla gereksinmeler daha kolay karşılanır. Çiftçilik, kunduracılık, hekimlik,denizcilik..vb. böylece ortaya çıkar.  Büyümüş toplumda sanatlar daha da çeşitlenmiş durumdadır. Askerlik de bir sanattır. Toplumun kendisini koruması, bu sanatta yetişenler tarafından bir kunduracıya, bir denizciye göre askerlik sanatı ile daha olanaklıdır. Çünkü bir kunduracı bir asker gibi kalkan kullanamaz, ok atamaz.
 
İŞBÖLÜMÜNÜN SÖZLÜK ANLAMI:
İşbölümü sözlük anlamı ile şöyle tanımlanır: bir işi, iki ya da daha çok kişi arasında bölme. herkesin bir iş dalında ustalaşması için işleri ayırma ya da herkese belirli bir işi verme. bir toplumsal üretim düzeni içindeki değişik görev ve hizmetlerin toplumun üyeleri, kümeleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bölünmesi.
Ancak bu tanımda Toplumsal İşbölümü ile İşyerinde İşbölümünün anlamları birbirinden ayrılmamış, işbölümünün ortak nitelikleri alınarak tanım yapılmıştır. Gerçekte ise Toplumsal İşbölümü ile İşyerinde İşbölümünün kavramları birbirinden ayrı nitelikler taşırlar.
 TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ VE İŞYERİ İŞBÖLÜMÜ:
Toplumlarda işbölümünün ortaya çıkış koşulları ile işyerlerinde işbölümünün ortaya çıkış koşulları birbirinden farklıdır. Ancak her işbölümünün ortaya çıkış amacı üretimde daha fazla ve kolay emek harcayarak ürün elde edebilmektir.
 
Toplumsal işbölümlerinin ortaya çıkışına toplumsal gereksinmelerin karşılanması, bilim ve teknolojideki buluşlarla bu gereksinmelerin üretime dönüştürülmesi ve sanatlarda herkesin işine yarayan malların ve bunların üretim tekniklerinin bulunması isteği neden olur. Üretilen malların dolaşımında paranın bulunuşu, kullanımı, toplumsal işbölümüne yol açan mesleklerin ortaya çıkışında hızlandırıcı etkide bulunmuştur.
İşyerinde ortaya çıkan işbölümünün ortaya çıkış nedeni ise,  bir işin bir kişi tarafından yapılmasının zorluğu karşısında, işin bazı bölümlerinin başka çalışanların yardımı ile yapılması zorunluluğunun görülmüş olmasındadır. İşyerinde işin birden fazla çalışan ile yapılması, bu birlik içinde çalışma sırasında, her çalışanın işini yerine getirirken o meslekle ilgili daha verimli ve bol üretim yapacağı bazı üretim teknik ve yollarının gelişmesini sağlar.
Toplumsal işbölümü toplumdaki bütün bilim ve teknolojideki gelişmelere etki ederken, aynı zamanda bu gelişmelerden etkilenir. İşyerindeki işbölümü ise ancak, işyerindeki üretim teknik ve yöntemlerinin ve ürünlerin geliştirilmesine etki eder.
Toplumsal işbölümünde, işbölümünde çalışan bireyler kendi meslek alanlarında kalan işi en iyi şekilde yapmazlarsa, başka işbölümlerinde kalan işleri kendi yetenekleri alanı dışında olmasına rağmen yapmaya kalkarlarsa toplumda adalet ve doğruluk kalmaz. Toplumda hırsızlık, yolsuzluk, adaletsizlikler ve sonuçta karmaşa çıkar.
Eflatun Devlet adlı eserinde “doğruluğu ve adaleti ararken” işbölümü üzerinde durur ve  araştırmasının sonunda  doğruluğun (adaletin) herkesin kendi sanatını en iyi biçimde yapması, bilmediği sanatı yapmaması, çalışanın toplumsal işbölümünde üzerinde düşen meslek, en aşağı görülen bir iş olsa da en iyi biçimde o işi yapması, diğer işleri ele geçirmek için çabalamaması, hırslanmaması gerektiğinde görür. " …yani her sınıfın kentte yalnızca kendi işiyle uğraşmasına adalet denilebilir. Kenti adaletli yapan da budur.'' (Platon, Devlet, Kitap IV
Dergimizin bir sonraki sayısında toplumların üretimlerinde zorunlu bir olgu olan toplumsal işbölümünün Adalet ile ilişkisini geniş olarak ele alacağız.
 İşyerindeki işbölümünde ise çalışanlar işlerini gerekli şekilde yapmazlarsa iş akışı bozulur, üretim bozulur, verim düşer: şirketlerin zarar görmesine neden olur. Bu durumda işveren çalışanı işten çıkarmak zorunda kalır.
İŞYERİNDE İŞBÖLÜMÜ:
İşyerinde İşbölümü, bir işletmede üretim artışı ve verimliliğinin zorunlu uygulamasıdır.
İşyerinde ortaya çıkan İşbölümünü, salt bir işin birden fazla işçi arasında paylaştırılması olarak görmek büyük yanlışlık olur. İşbölümü, değişik üretim alanlarında üretim yapmak üzere kendine özgü üretim bina ve üretim teknolojilerinin birleştirilmesi ile bir işletmede işçilerin üretim yeteneklerini, kavrayışlarını ve çalışmalarını hızlandıran bir üretim uygulamasıdır. Ve her üretim alanında, uygun üretim teknolojilerini uygun üretim binaları ile birleştirerek ve çalışanların işlerini küçük bölümlere ayırarak işbölümüne gitmekte büyük yararlar vardır.
 
Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı ünlü eserinde üzerinde durduğu İşbölümü İşyerinde varolan İşbölümüdür ve yer yer Toplumsal İşbölümü ile karıştırdığından, işyerindeki bazı  gözlemlerini açıklarken çelişkiye düştüğü görülür. Bir yandan: “ İşi bunca kısaltıp kolaylaştıran bütün makinelerin icadı, anlaşılan, kökeninle de işbölümünden ileri gelmiştir”, (s.15), derken, diğer yandan: “Bununla birlikte, makinelerdeki bütün ilerlemeler, onları kullanma fırsatını bulanların türetmesi olmaktan çok uzaktır”, der. Toplumlarda Makinelerin bulunuşunun, geliştirilmesinin ve mesleklerin, mesleklere bağlı olarak işbölümünün ortaya çıkışının temel nedeni bilim ve teknolojideki ilerlemeler; fizik, kimya, makine mühendisliği bilimi…vb.deki  buluşlar sayesinde olmuştur.
Ancak  Adam Smith’in,  İşyerindeki İşbölümünün üretim üzerindeki olumlu etkisi üzerine örneği çok ünlüdür
bir işçi, son kertesine dek çalışmakla, günde belki bir iğneyi güç yapar; yirmi iğneyi ise hiç yapamaz. Ama, şimdiki yapılış şekliyle bu iş, başlı başına bir zanaat olduktan başka, çoğu yine ayrı birer iş olan bir sürü kollara ayrılmıştır. İşçinin biri teli çekip gerer; bir başkası bunu düzeltir; bir üçüncüsü keser; bir dördüncüsü ucunu sivriltir; bir beşincisi baş geçebilmesi için tepesini ezer. Başı yapmak iki üç ayrı işlemi gerektirir. Başı tepeye takmak ayrı bir iştir. İğneleri ağartmak bir başka iştir. İğneleri kâğıda sıralamak bile, başlı başına bir zanaattır. Önem taşıyan iğne yapma işi böylece aşağı yukarı on sekiz ayrı işleme bölünmüştür. Kimi fabrikalarda bütün bunları başka başka işçiler yapar. Ötekilerde ise aynı işçi, bunların kimi zaman ikisini üçünü birden yapar. Ben, yalnız on işçi çalıştırdığı için, bir kısım işçilerin bu işlemlerden ikisini üçünü birden yaptıkları bu tür küçük bir fabrika gördüm. Pek yoksul ve bu yüzden gerekli aletler bakımından kötü donatılmış olmasına karşın, işçiler sıkı çalışınca, aralarında günde 12 libre kadar iğne yapabiliyorlardı. Her librede, 4000’den çok orta boy iğne bulunmaktadır. Demek, bu 12 kişi bir arada, günde 48000’i aşkın iğne yapabilmekte idi. Şu halde, 48000’in 1/10’nu  (onda birini) yapan her adam, günde 4800 iğne yapıyor sayılabilir. Oysa birbirine bağlı olmadan, ayrı ayrı çalışsalar, bu belirli iş için yetişmemiş bulunsalardı, bunlardan her biri, günde teker teker, kuşkusuz 20 iğne, belki bir tek iğne bile yapamayacaktı”.
İşbölümünün üretimi ve çalışanların verimliliğini arttıran bu etkisi Adam Smith’in yine Ulusların Zenginliği” adlı kitabında yazmış olduğu gibi üç ana nedenden ileri gelir:
İşbölümü sonucunda, aynı sayıda adamın, iş miktarında sağlayabildiği bu büyük artış üç ayrı nedenden; birincisi, teker teker her işçide el yatkınlığının artmasından; ikincisi çokluk bir çeşit işten ötekine geçerken yitirilen vaktin tasarruf edilmesinden; sonuncu olarak da, işi kolaylaştırıp kısaltan, bir adama birçoklarının işini yapabilme olanağını veren çok sayıda makinenin icat edilmiş olmasından ileri gelmektedir.” (s.14)
Bir toplumda sanayide olduğu gibi tarımda da üretime ne kadar işbölümü sokulursa, üretimin ve verimliliğin arttırılması o kadar mümkün olmaktadır. Bunun için fabrikalarda olduğu kadar, büyük tarım işletmeleri kurarak işlerin çalışanlar arasında bölümlere ayrılarak yapılması, çalışanların üretkenliğini arttıracaktır. Büyük bir tarımsal işletmede, tarlada çalışanların veya arazide hayvan bakıcılarının ayrılması; ürünün nakli, ambalajlanması, depolanması, pazarlanması… vb.nin .işbölümü olarak ayrılarak yapılması üretimi ve verimi arttıracaktır.
 
 
 İsmail İNCİ,  10/10/2014
 
 
 
 
 
 
 


4 Eylül 2014 Perşembe

10 AĞUSTOS CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ




10 AĞUSTOS 2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Seçim Kurulu tarafından açıklanan 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı resmi seçim sonuçlarına göre Recep Tayyip Erdoğan yüzde 51.79,   Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 38.44, Selahattin Demirtaş yüzde 9.76 oranlarında oy almıştır. YSK'nın açıkladığı verilere göre; 12’nci cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına giden seçmen sayısı 41 milyon 283 bin 627, oy vermeyen seçmen sayısı ise 14 milyon 409 bin 213; geçerli oy sayısı 40 milyon 545 bin 911, geçersiz oy sayısı 737 bin 716 olarak belirlendi. Seçime katılım oranı yüzde 74,13’de kaldı.

Bu seçim sonuçlarına göre R.Tayyip Erdoğan’ın yüzde 1.79 gibi tartışmaya açık bir oranla 12’nci Cumhurbaşkanı seçildiği açıklandı.


SEÇİM SONUÇLARINA İLİŞKİN SİYASİ PARTİLERİN GÖRÜŞLERİ:
Muhalefetin seçimi, doğru aday, politikalar ve söylemle kazanabileceğini belirten LDP Genel Başkanı Cem Toker’in seçim sonuçlarını değerlendirmesi şöyledir: 

"Erdoğan, bütün başbakanlık, medya imkânlarına rağmen yüzde 51 ile seçildiyse bu tabii ki başarı değildir. Algı yönetimi mükemmel yapıldı. Seçimden önce sosyal medyada CHP'ye 'Boş verin Ekmel Bey'i tanıtmayı siz önce ekâbir seçmeniniz sandığa taşımaya odaklanın' dedim. Zira belliydi. Bu sonucu CHP seçmeninin ekâbirliğine bağlıyorum. Bir de MHP'nin tabanını iyi yönetememesi, kontrol edememesi pasif kalması da bu sonucu getirdi.

DSP Genel Başkanı Masum Türker, cumhurbaşkanı seçimini Başbakan Erdoğan'ın kazanmasının nedenlerinden birinin, "kamuoyu araştırmalarıyla Erdoğan'ın yüzde 57-58 alacağının söylenmesi ve bu nedenle bazılarının 'nasıl olsa kazanır' düşüncesiyle oy kullanmaması olduğunu" öne sürmüştür:  " MHP ve CHP yönetimleri, örgütleri, ellerinden geleni yaptılar. Ben de sahada olduğum için bunları gördük. Belki merkezi strateji oluşturulamadığı için bu kamuoyuna daha belirgin yansımadı. Mitingler haline getirilemedi. Bunlar yapılsaydı durum daha farklı olabilirdi." 
Cumhurbaşkanı seçiminde AK Parti'nin yerel yönetimler seçimlerindeki oyunu aldığını, ciddi bir oy artışı sağlayamadığını savunan Türker, "Buna karşı CHP ve MHP ile destek veren diğer partilerin toplam seçmeninin yaklaşık 6 milyonu sandığa gitmedi, önemli bir kısmı 'ikinci turda' dedi.

Hak ve Adalet Partisi (HAP) Genel Başkanı, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde İhsanoğlu'nun aday olarak görevini yaptığını ve halka gereken mesajları verdiğini belirterek "Fakat ne yazık ki çatı partisi olan CHP ve MHP, görevlerini yapmadı. Üyelerini ve bizleri toplayıp halkın huzuruna çıkmadılar, miting yapmadılar. Biz, kendi çapımızda çalışmalar yaptık", demektedir. CHP ve MHP'nin vatandaşları sandığa getiremediğini dile getiren Yiğit Zeki Öztürk : "Bu sizin ayıbınız. Demek ki size inanmıyor vatandaş. Burada Ekmeleddin Bey kaybetmemiştir, CHP ve MHP kaybetmiştir. Çünkü seçmenine söz geçirememiştir. CHP ve MHP, adayı anlatamadı. Seçimin kaybedilmesinin tek nedeni CHP ile MHP'nin oylarına sahip çıkamayışıdır. Miting yapılmadı, halka ulaşılmadı" dedi.


DYP Genel Başkanı Çetin Açıkgöz, cumhurbaşkanı seçimi için MHP ve CHP'nin bir aday üzerinde birleşmiş olmasının, Türkiye'de bir uzlaşma kültürünün başlangıcı olduğunu söyledi.  Bazı CHP'li milletvekillerinin sol görüşlü bir adayın gösterilmesi gerektiği yönündeki değerlendirmelerine katılmadığını dile getiren Açıkgöz: "Buna katılmamız mümkün değil. Eğer sol şeritten bir aday gösterilseydi Başbakan, bu seçimden yüzde 70-75 oy olarak çıkardı. Onların bu değerlendirmeleri sağlıklı değil" görüşünü savundu. 

Ekmeleddin İhsanoğlu'nu başarılı bulduğunu ifade eden Açıkgöz, şunları kaydetti:
"Daha başka bir adayla daha yüksek bir oyun gelmesini beklemiyorduk. CHP içinde Eklemeddin İhsanoğlu’nu içlerine sindirememiş bir grup var. Bizzat CHP milletvekilleri de 'Bu grup çalışmadı' diyor. Bize de öyle geliyor. Çalışmadıkları gibi nereye oy verdikleri de belli değil. İstemediler, asgari müştereklerde birleşilmesi gerekiyordu."

CHP’nin de görüşlerini yansıtan ortak bir metin olduğu anlaşılan Sn. Devlet Bahçeli MHP’nin seçim sonuçlarına ilişkin görüşlerini, resmi olmayan seçim sonuçları ortaya çıktığında biraz da dramatik bir biçimde, halka açıkladı:
“AKP’nin adayı Erdoğan seçim kampanyasını hiçbir adalet hiçbir vicdan hiçbir ahlak gözetmeden icra etmiştir. Devletin tüm imkânları Erdoğan’ın emrine girmiştir. Yandaş medya kiralık kalemler çıkarlarından başka herhangi bir kaygısı olmayan çevreler her tezgâhtan medet ummuşlardır. Demokrasi çiğnenmiştir. Erdoğan ve paralı lejyonları yalan ve ihtiras silahıyla donanmışlar kin ve nefretle hareket etmişlerdir. Haksızlık hukuksuzluk tavan yapmıştır. Bugün rüşvet onay görmüş dürüstlük kaybetmiştir. Yolsuzluk olur almış adalet gerilemiştir. Haram yükselmiş helal düşmüştür. Dik duruş temiz yönetim geriye düşmüştür.
Çirkef sözleri çamur siyaseti vicdanı ve zihnen mahkûm etmiştir. Birliğin huzurun ve kardeşliğin yanında durmuştur….


Ekranlarda muhalefete laf yetiştirmekle görevli olanlar ahlak sahibi iseler önce aday Erdoğan’ın devleti arkasına alarak, rüşvetçileri yanına katarak gerçekleştirdiği kampanyayla ilgili fikir ileri sürmelidir. Türkiye’de muhalefet sorunu var diyerek yaygara koparanlar AKP’nin değirmenine su taşıyanlar kirlenen iktidar karşısında nedense suskundur.
Türkiye ve Türk sevdalısı ülkücü hareketten, bölücülere, müzakerecilere, soygunculara, Osloculara İmralı kapısında nöbet tutan tavizkarlara asla oy gitmez, gitmemiştir. Aday Erdoğan bugün bir zafer kazanmamış, şike ve hileyle Çankaya’ya çıkmıştır. Bu şahıs her ne kadar sandıktan çıksa da vicdanlarımızda cumhurbaşkanı görülemeyecek kadar şaibelidir.
Herkes sussa da biz gerçekleri milletimizin yararına olacak doğruları haykırmayı sürdüreceğiz. Herkes dursa da biz durmayacak herkes vazgeçse de biz yılgınlığa düşmeyeceğiz. AKP’yi iktidar koltuğundan demokrasinin imkânlarıyla indireceğiz.
Bunu kesin olarak izah edebilecek bir bilgiye kamuoyu sahip değildir. Bu konuda erken yorum yapanlar Recep Tayyip Erdoğan’ın hizmetkârlarıdır…

…Kamuoyu araştırmalarına baktığınız vakit Sayın İhsanoğlu başarılı. Başarısız olan Erdoğan. Hepsi yüzde 53-57 arasında şans veriyorlardı, İhsanoğlu’na yüzde 38-36 veriyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan yüzde 57-58’le cumhurbaşkanı olarak parlamenter rejimi değiştirme hayalleri suya düşmüştür.”

Aldıkları oy oranını değerlendiren HDP Genel Başkanı Demirtaş, şöyle konuştu; "Elde ettiğimiz sonuç, oran itibariyle de hemen hemen hedeflerimize yaklaşmış bir orandır. Ama şu hususa dikkat çekmek istiyorum. Sandıklar ilk başta büyük bir hızla açılırken, yaklaşık 45 dakikadır yüzde 98'de tıkalı kalmıştır. Geriye kalan yüzde 2'lik sandıklar, bir türlü açılmıyor, sonuçlar elimize ulaşmıyor. YSK'nın resmi sitesinde oy oranımız şu anda yüzde 9,7 olarak görülmektedir. Halen açılmayan yüzde 10 civarında sandık YSK'nın sonuçlarına yansımamıştır. 45 dakikadır Anadolu Ajansı'nın yüzde 98'lik sandık açılma oranının neden üstüne çıkmadığını merak ediyoruz. Bu durumun nedenlerini araştırıyoruz. Birçok yerde şaibe, hile iddiası var. Her yerden bize şikayet geliyor…”

SEÇİM SONUÇLARINI DEĞERLENDİREN DEĞİŞİK GÖRÜŞLERİN IŞIĞINDA SEÇİM SONUÇLARININ SEÇİMİN YAPILDIĞI DÜNYA VE ÜLKE KOŞULLARINA BAĞLI OLARAK YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Seçim sonuçlarının en önemli değerlendirilmesi, İktidar adayının seçimleri kazanmış olarak açıklanmasına rağmen, muhalefetin Ortak Aday’ın seçimleri kaybetmediği düşüncesidir. Çünkü iktidarın cumhurbaşkanı adayı yasa ve hukuk kurallarını hiçe sayarak, devletin her türlü olanaklarını kullanmaktan çekinmemiş, medyayı değişik yöntemlerle baskı altında tutarak, anket kuruluşlarını algı yaratma yönünde kullanarak,  yapmış olduğu propagandalarla seçmeni istekleri doğrultusunda yönlendirebilmiştir.
İktidarın ve iktidarı destekleyen grupların bütün bu yasa ve hukuk kuralı dinlemeyen çalışmalarına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde 1.76 gibi bir tartışmalı oranla kazanması, seçimlerde hile ve şaibe yapıldığı düşüncesini uyandırmıştır.
Seçimlerin gizli oy, açık sayım ve seçim sonuçlarının bilgisayar destekli sistemle girilmesi aşamalarında, hukuku ve yasaları her şekilde çiğneyen ve kendi çıkarları yönünde değiştirmeyi doğal bir davranış durumuna getiren, hükümetlerinin sürmesi için her türlü çaba içinde olanların seçim sonuçlarının verilerini değiştirmeleri de doğal bir davranıştır. Yarı manuel yarı bilgisayar destekli olan seçim sistemi buna  bir fırsattır.  Doğrudan elektronik ortamda seçimlerin yapılması daha güvenli bir seçim için çözüm yolu olabilir. Daha 5 ay önce yapılan yerel seçimlerde Ortak Adayı temsil eden partilerin almış olduğu oy 20.6 milyon iken cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oyların 15.5 milyonda kalması düşündürücüdür.


Dünya siyasetinde ve uluslar arası ilişkilerde sanayisi gelişmiş, ekonomileri sağlam, bilimsel ve teknoloji açısından üstün olan dünya devletleri, bilim ve teknolojide geri kalmış, ekonomileri zayıf dünya devletlerini kendi siyasetleri etkisi altına almak için açık ve gizli olarak etkide bulunurlar. Etki altında olan ülkeler de bu etkilerden kurtulamayarak, kendi bağımsız siyasetleri yerine bu ülkelerin siyasetlerini güderler.
1950’de iktidara gelen Demokrat parti, Sovyetler Birliğinin getirmiş olduğu tehditlerin de etkisi ile Batı Bloğuna yaklaşarak, Batılı ülkelerin etkisi altında kalan bir siyaset izlemiş, iktidarını sürdürebilmek için son yıllarda muhalefete her türlü baskıyı uygulamıştır. basında muhalefetin odağını oluşturan Vatan, Tan ve Tasviri Efkar gazeteleri süresiz kapatılmıştır. DP hükümetinin basın ve muhalefet üzerindeki baskısı artarak, birçok muhalif gazeteci hapis cezasına çarptırılmaya başlanmış, üniversitelerde öğrenci olayları meydana gelmeye başlamıştır. Ana muhalefet partisi lideri İsmet İnönü’nün 1959’da başlayan Ege gezisinde olaylar çıkmış, İnönü Uşak’ta başına atılan bir taşla yaralanmıştır. Aynı dönemde Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı ise meclise hakaretten hapis cezasına çarptırılmıştır.
1960-1980’li yıllardaki hükümetler Soğuk Savasın etkisi altında kalarak kurulmuş ve siyaset yapmak zorunda kalmışlar, ulusal bir siyaset uygulayamamışlardır.
1985-2000 yıllardaki siyaset anlayışı, Doğu Blok’unun da çökmesine yol açan, dünyadaki Liberal demokrasi düşüncesine dayalı siyasettir. Ancak Bu siyasetin tam olarak nasıl uygulanacağını anlamadan kurulan hükümetler ve uygulanan siyasetler, ülkede zaman içinde yolsuzluk, hukuksuzluklarla birlikte karmaşaya neden olmuştur.

Son yıllarda demokratik sistemle yönetilen ülkelerde, hükümetlerin birkaç dönem iktidarda kalması yönünde, iktidarların desteklenmesi anlayışının egemen olduğu görülmektedir. İngiltere ve Amerika bu anlayışta başa çeken ülkelerdir. Bu anlayışa bağlı kalan işadamları, teknokrat, bürokratlar grubunun oluşturduğu oligarşik yapı ile hükümetler arasında, hükümetlerin sürekliliği için gizli bir sözleşmenin varlığı ve bu sözleşmenin uygulanması için yasal olmayan yollar dahil her türlü çaba içinde oldukları görülmektedir. Bu sözleşmenin sonucu, cumhuriyet-demokratik yönetim sisteminin yerini, bu ülkelerde yönetim sistemi olarak halk demokrasiyi seçmiş olmasına rağmen oligarşik bir yönetim almaktadır. Resmi yönetim biçimi cumhuriyet olan, oligarşik yönetim sistemi uygulanan ülkelerde seçimler birer göstermelik uygulamadır. 


Ancak Cumhuriyet yönetimlerinin erdemi olan doğru, adaletli yönetimleri başa getirme yollarının kapalı olması, zaman içinde oligarşilere karşı halkın içinde zorunlu tepkiler ortaya çıkarmaktadır. Taksimdeki “ Gezi Parkı” olaylarının tüm yurda yayılması bu oligarşik yönetime karşı ortaya çıkan ve her zaman için çıkması kaçınılmaz olan halk tepkileridir.
İbrahim  KÜÇÜKKAYA (http://iyteadt.com/secimlere-bir-degerlendirme/)’nın görüşlerinde de belirttiği gibi,  Sn.Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun adaylığı kötü bir seçim değildir: “Bir tarafta Soma’nın, Uludere’nin, Reyhanlı’nın, Gezi’nin sorumlusu “emri ben verdim” diyen, sınırımızın hemen yanındaki savaşları körükleyen, terör örgütlerini besleyen bir adam varken öteki tarafta yaptığı akademik çalışmalarla kazandığı bir çok ödül olan, yazdığı onlarca kitap ile kendisini dünyaya tanıtmış, Filistin davasında gösterdiği çaba ile takdir toplamış bir adam…” 


Sn.Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun varlığı Tayyip Erdoğan’ın oylarının anket firmalarının halka dayattığı rakamlarını yüzde 57-58’lerden yüzde  51’lere çekmek zorunda bırakmıştır.
Ortak aday etrafında birleşen partiler, Devlet Bahçeli’nin de belirttiği gibi AK Parti ne kadar çalışmışsa, onlar da AK Partiden daha fazla çalışmıştır. Ortak adayda uzlaşan her partide, CHP’de kendine Ulusalcı kanat adını verenlerin içinden küçük bir seçmen grubunda olduğu gibi, çalışmayanlar ve oy vermeyenler olmuş, bu dokuz partinin uzlaşarak ortaya çıkardığı adayın başarısını etkileyecek ölçüde olmamıştır. Ancak seçim öncesinde, İtalya’da Gladyo benzeri yapılanmayı ortaya çıkarma çabalarının bir sonucu olarak Balyoz,  Ergenekon..vb yargılananlardan serbest kalanların oligarşik sistemin sözleşmesine dahil olarak ve aynı usulsüzlüklerle ortak aday aleyhine seçimlerin sonucunu etkileyecek şekilde çalışmalarda bulunanlar varsa, bu etkiyi önemsemek gerekir.


Ortak partilerin içinde ortak adaya karşı çıkan bu küçük grupların, birinci turda her partinin kendi adayını desteklemesi, ikinci turda ortak adayın desteklenmesi düşüncesi de çok mantıksız bir düşüncedir, çünkü ikinci turda yasaya göre en çok oy alan iki aday seçime gireceğinden ortak aday belirlenmesi çalışması yapılması olanaksızdır. Zorunlu olarak Tayyip Erdoğan karşısında kalan muhalefetin adayının dokuz parti tarafından kabul edilmesi ve oy verilmesi, ortak aday olarak uzlaşılmış bir aday olmadığından olanaksızdır. Bu durum İktidarın cumhurbaşkanı adayının yüzde 70-75 oranları ile seçilmesi olasılığı ortaya çıkarırdı.

Bugün halen varolan, hükümetin varlığının her ne şekilde olursa olsun devam ettirilmesi sözleşmesinin etrafında birleşen oligarşik yapı karşısında, CHP’nin başarısızlığının sözkonusu edilmesi ve seçimli Küçük Kurultay düzenlenerek Genel Başkan değişikliğinin yapılması yanlıştır. Sorun Genel Başkanın değiştirlmesinde değildir. Sorunun çözümü, muhalefetteki partilerin cumhurbaşkanlığı seçimindeki uzlaşmaya sürdürerek, Oligarşik sistemi ortadan kaldıracak olan birlik ve bütünlüğü korumak, iktidar karşısında birlik içinde hareket ederek güçlü olmaktır.






İsmail İNCİ,  04/09/2014








10 Ağustos 2014 Pazar

BİREYLERİN ZENGİNLİĞİNİN KAYNAKLARI





BİREYLERİN ZENGİNLİĞİNİN KAYNAKLARI

 

Ekonomik değerlerin üretimini ve piyasada ortaya çıkış sürecini bilmeyen halk arasında: “fazla zenginlik, hırsızlık, yolsuzluk yapmadan, haram yemeden gerçekleşemez; fazla zenginlik mutlaka devleti veya halkı soyarak elde edilebilir”,  düşüncesi yaygındır. Bu yanlış düşüncenin en kötü gelişmesi ise bu anlayışın halkın yanında toplumu yöneten siyasetçiler tarafından da bir kural olarak benimsenerek toplumda soygunculuğu, yolsuzluğu destekleyip kışkırtması, siyasal iktidarların yolsuzluk ve hırsızlıklarını devleti yönetim işlerinde olağan bir davranış olarak karşılamasıdır. Bu anlayış ve hatta ekonomik- siyasal düşünüş biçimi, genel ahlak ve toplum düzeni ilkelerine aykırıdır; toplumu kargaşaya,  iç çatışmalara sürükler.

GENEL OLARAK DEĞER KAVRAMININ ANLAMI:
Değer  kavramı bazen iyi, uygun, yüksek yararlı olarak nitelendirilen somut ve soyut nesneler için kullanılır; para, mücevher, başarı, kuvvet, şöhret…gibi . Bazen de insanların beğendiği,  önem yüklediği, yüksek yararlı nitelikler ve iyilikler gördüğü düşünceler, inançlar, tutumlar ve kurumlar için kullanılır.
 

Antik felsefenin önemli düşünce okullarından olan sofistlere göre değerleri hazlar belirler. Kişilerin mutluluğu,  hazlara bağlıdır ve hazlar kişiseldir, kişilere göre değişir.
Antik felsefenin ünlü düşünürü Herakleitos’a göre ise değer ancak akıl yoluyla kavranabilir. Değerler mutluluk vermelidir ancak asıl mutluluk yalnızca akılla sağlanır, bireysel olarak bedensel ya da psikolojik elde edilen hazlarla değil. Akıl yasadır(logostur), bu nedenle insanların doğanın ve toplumun yasalarını akıl yoluyla, dolayısıyla toplumsal değerler olarak benimsemesi ve koruması gerekir.  Bir toplum değerlerinden yoksunlaştırılmışsa, bağı kopmuşsa o toplumun ayakta durması zorlaşacaktır. Sonuçta değerler, birer davranış (fiil) olarak toplumun üyeleri tarafından izlenen ve benimsenen genel amaçlardır.

Bu düşüncelere bağlı olarak değer kavramını genel anlamıyla şöyle tanımlayabiliriz: Değer,  sıradan olmayan, önemli bir gereksinmeyi karşılayan, yüksek önemde yararlı olan madde ve eylemlerin (fiillerin) tümüdür.

Değerler, somut ve soyut, bireysel ve toplumsal olarak gereksinmelerin doyumunda rol oynarlar. Bireyin birçok değeri, ihtiyaç ve isteklerini doğrudan doğruya tatmin eden objelerin değerlendirilmesi ile ilgilidir.
 

EKONOMİK DEĞER KAVRAMI:
Ekonomik anlamda değer kavramının anlamı genel anlamın içinde barınır: İnsanların gereksinmelerini karşılamak için ürettikleri ürünler ve bu ürünlerin üretimini sağlayan fiiller(eylemler) ekonomik değer olarak adlandırılır. Televizyon, giysi, kitap ekonomik ürün olarak bir değerdir. Bunları üreten güçlerin her biri de eylemsel değerlerdir.

Tüm değerlerin fiyatları vardır ve bir değerin ölçüsüne fiyat denir.
Üretilen ürünlerin değeri fiyatlarla belirlendiği gibi Üretici güçlerin değerleri de fiyatlarla belirlenir.
Üretici güçlerin fiyatları toplumların ekonomik yaşamlarında ayrı kavramlarla belirlenmiştir: Çalışanların (işçinin, memurunun..vb) fiyatına “ücret”, girişimcinin (sanayicinin, tüccarın, imalatçının..vb) fiyatına “kar”, sermayenin fiyatına “faiz”, toprağın gelir getiren fiyatına “rant” adı verilir.
 
 
Fiyatlar ister bir ekonomik ürünün değeri için olsun, isterse üretici güçlerin değerleri için olsun,  toplumların değerlerinin alış-verişinin (değiş-tokuşunun=takasının) yapıldığı piyasalarda ortaya çıkar. Değerlerin arz ve talebinin kesiştiği orta noktada belirlenir.
Ancak bir ürün ne kadar çok takas edilebiliyorsa, o ürüne olan talep o kadar çoktur ve bağlı olarak o kadar çok değer (gelir)  elde eder. Bütün üretici güçlerin amaçları daha çok değer kazanmak eşdeyişle gelir elde etmek için diğer ürünlerden daha fazla kendi ürününü pazarlarda değiş-tokuş edilebilir olmasını sağlamak ve daha çok piyasalara ürün sunmaktır.

SABİT-TÜMLEŞİK DEĞER, BÖLÜNEREK-ARTAN DEĞER:
Bazı değerler, sadece karşılıklı olarak bir ürün ile pazarda alış-verişe girerken bazı değerler, bölünerek sayısı sınırsız ürün ile pazarlarda alış-verişe girme yeteneği gösterirler ve daha çok gelir (ürün) sahibi olarak zenginleşirler.

Kendi gereksinmeleri dışında daha fazla ürün üretme çalışmasında bulunmayanlar, genel olarak hizmet üretiminde bulunanlar, çok fazla sayı ve türde ürün ile alış-veriş yapamayacaklarından, elde ettikleri ürünlerin miktar ve değeri de sınırlı kalmaktadır. Bu tür değerleri ekonomik olarak “ sabit-tümleşik değer” olarak sınıflandırmak (kavramlaştırmak) mümkündür. Bu tür değerler değişimde tektir, bölünerek ve çoğalarak birçok değerle alış-verişe girme özelliği göstermezler.
 

Bölünerek sürekli ve sınırsız artarak pazara sunulan, böylece birçok değer üreticisine hitap edebilen, hatta çağdaş ekonomide milyonlarca ürün olarak bölünebilen değerler ise “Bölünerek-artan değer” olarak kavramlaştırılabilinir. Bu sınıflandırmada bir terzinin, diktiği giysilerle binlerce değer üreticine hitap etmesi;  bir ayakkabıcının, bir kitap yazarının, bir sarkıcının, bir sanayicinin..vb ürettikleri binlerce ürününün, diğer onbinlerce değer üreticisinin ürünleri ile değiş-tokuşa girmesi “Bölünerek-artan değere” örneklerdir. Bölünerek sınırsız artan değer, ne kadar çok sayısal olarak artarsa, gelir o oranda artacaktır. Temel anlayış olarak bireylerin zenginliğinin, sermayelerinin artışının ve birikiminin kaynağı Bölünerek-artan değer sahibi olmaktır.
 

Küçük bir bakkalın günlük her birinden net olarak 2 lira geliri olan 50 müşterisine hitap ettiği varsayıldığında aylık kazancı 2X50X30=3000 TL’dir.

Büyük bir market sahibinin günlük her birinden net olarak 2 lira geliri olan 1000 müşterisine hitap ettiği varsayıldığında aylık kazancı 2X1000X30=60.000TL’dir.

Bu örnek ticaret alanında olduğu kadar, tarım ve hayvancılık alanında, sanayi alanında bölünerek-artan değer sahipleri için de geçerlidir.

Temel gereksinim olmayan insan haz, istek, heves, hoşnutluk..vb psikolojik gereksinmelerine karşılık olan müzik eserleri, spor karşılaşmaları, resim, heykel..gibi sanat eserleri de bölünerek-artan değer sahibi olarak zenginlik yaratmaktadır. 

Bir ürünün nitelikleri değiştirilip geliştirilerek üretildiğinde fiyat yüksekliğinden geliri (kar’ı) artarak zenginliği arttırır, ancak gerçek zenginlik sayısal olarak değerin artması ve çok daha fazla ürünle pazarda yer almayı gerektirir. Ülke ekonomilerinin refahı sonuçta bölünerek-artan değer sahibi olmalarına bağlıdır.
 

Sanayi ürünlerinin üretimi, tarım ürünlerinin üretimi arttıkça fiyatların düşmesi ile kar’ın düşeceği, gelirin azalacağı anlayışı ise yanlıştır. Birim başına düşen maliyetler, ölçek ekonomisinin niteliklerine bağlı olarak zorunlu düşeceğinden fiyatlardaki düşüş karlılığı etkilemeyecektir. Üretim arttıkça, birim ürün başına düşen kar azalıyor görünmesine rağmen, Bölünerek-artan değerden dolayı gelir eskisinden daha çok ve hızlı artmaktadır.

Ancak kar’ın artması, toplumsal ekonomik adaletin sağlanması için ücretlerin artışına yansımalıdır. Çünkü zenginliğin kaynağı olan Bölünerek –artan değer toplumlarda gelir eşitsizliği sorunun da temel nedenidir. Bölünemeyen değer sahipleri (ücretler) ile arasında büyük dengesizlikler (eşitsizlikler) ortaya çıkmaktadır. Toplumların gelir dağılımında uçurumlar oluşturarak büyük kargaşaların ortaya çıkmasına neden olur.

Ücretler (sabit-tümleşik değer) belirlenirken insanın yaşamını sürdürmesi, hayvanların yaşamlarını sürdürecek maliyetlerle eşleştirilmemelidir. İnsanın yaşamını sürdürme maliyetleri içinde toplumsal tüm gereksinmeleri karşılayan, refah maliyetlerinin de olması düşünülmeli,  “asgari ücretler”  bu anlayışa göre hesaplanmalıdır. 

Bireylerin zenginliğinin kaynağı bölünerek artan değere sahip olmaktır. Toplumda devletin kurumlarını hırsızlık, yolsuzlukla soyarak; kişileri dolandırarak zenginlik sağlanamaz, sermaye birikimi ve artışı gerçekleştirilemez.

Toplumların bütün olarak zenginliği ise tüm soyut ve somut “Değerlerin” toplamından oluşur. Bu değerlerin analizi ayrı bir araştırma konusudur.


İsmail İNCİ,  10/08/2014
 
 
 
 

 

26 Temmuz 2014 Cumartesi

İLAHİ DİNLERDE DEĞİŞİM GELENEĞİ VE CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLARININ DEĞİŞİM NİTELİKLERİ





DİNSEL SİSTEMLERDE DEĞİŞİM VE 10 AĞUSTOS 2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ ADAYLARININ NİTELİKLERİ- GÜNCEL İÇ VE DIŞ SİYASAL GELİŞMELER ÜZERİNE GÖRÜŞLER-


İlahi dinlerde (tek tanrılı dinlerde, puta ve mitlere tapınılmayan, inanılmayan dinlerde) bir Peygamberlik geleneği vardır. Bu peygamberlik geleneği veya toplumsal-siyasal düşünüş sisteminde her peygamber, kendinden sonra mutlaka, içinde yaşadığı topluma veya tüm toplumlara, insanlara; unuttukları toplumsal yaşama kurallarını ve o zaman diliminde toplumsal koşullara bağlı değişen insanların adalet içinde uyumlu yaşama kurallarını muştular, bildirir. Toplumların içinde bulundukları çağa bağlı olarak değişen adaletli ve iyi insan ilişkilerine ait kuralları ve ilkeleri, o toplumsal koşullarda varolan önceden muştulanan bir peygamber ortaya çıkarak insanlara bildirir.


Kuran’ı Kerim’de Rad Suresinin 38’nci ve 39’ncu ayetlerinde dinin çağın koşullarına bağlı olarak buyruklarının insanlara bildirildiği açıklanmıştır:
  38. Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar
verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur.
Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.”
“39. Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun
yanındadır. “

Peygamberlik geleneği veya ilahi dinsel sistemlerde zaman içinde bozulan toplumların yeniden doğru toplumsal yaşama yollarını bulabilmesi için her peygamberin kendinden sonra,  büyük özveride bulunarak insanları doğru yolu gösterecek bir peygamberin mutlaka geleceğini müjdelemelerinin nedeni, değişen toplumsal koşullara bağlı olarak insanların değişime uyum sağlamalarını gerçekleştirmek amacıyladır.

Kuran’ı Kerim’in Bakara Suresinin 213’ncü Ayetinde bu açıkça belirtilmiştir:
“213. İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak
peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda
hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi.
Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki
kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman
edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru
yola iletir.”

Yine Nisa Suresinin 163’ncü ayetinde bu peygamberlik geleneğinin açıklanışını görürüz:
“ Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da
vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub'a, esbata (torunlara),
İsa’ya, Eyyub'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman’a vahdettik. Davud'a da Zebur'u
verdik.”


Tevrat’da da (BÖLÜM 21-MISIR’DAN ÇIKIŞ)  çağın toplumunun genel niteliği olan kölelik düzeninin iyi çalışabilmesi için buyrulan buyruklarının getirildiğini görürüz:
1.  İsrailliler'e şu ilkeleri bildir:
2.  İbrani bir köle satın alırsan, altı yıl kölelik edecek, ama yedinci yıl karşılık
ödemeden özgür olacak.
3.  Bekâr geldiyse, yalnız kendisi özgür olacak; evli geldiyse, karısı da özgür olacak.
4.  Efendisi kendisine bir kadın verir ve o kadından çocukları olursa, kadın ve
çocuklar efendisinde kalacak, yalnız kendisi gidecek.
5 . Ama köle açıkça, -Ben efendimi, karımla çocuklarımı seviyorum, özgür olmak
İstemiyorum, derse,
6.  Efendisi onu yargıç huzuruna çıkaracak. Kapıya ya da kapı sövesine yaklaştırıp
kulağını bizle delecek. Böylece köle yaşam boyu efendisine hizmet edecek.
7 . Eğer bir adam kızını cariye olarak satarsa, kız erkek köleler gibi özgür
bırakılmayacak.
8.  Efendisi kızla nişanlanır, sonra kızdan hoşlanmazsa, kızın geri alınmasına izin
vermelidir. Kızı aldattığı için onu yabancılara satamaz.
9.  Eğer cariyeyi oğluna nişanlarsa, ona kendi kızı gibi davranmalıdır.
……………………………………….

20 . Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle döverken öldürürse, kesinlikle
cezalandırılacaktır.
21.  Ama köle hemen ölmez, bir iki gün sonra ölürse, köle sahibi ceza görmeyecektir.
Çünkü köle onun malı sayılır.
26 . Bir adam erkek ya da kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne
karşılık onu özgür bırakacaktır.
27.  Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür
bırakacaktır. 


Bilimsel doğrular sürekli genişleyerek çoğalır. Bazı bilimsel doğrular kesin değildir ve yeni bilgilerle doğruları ortaya konularak ortadan kalkar.. Bazı bilimsel bilgiler doğru olsalar da zaman içinde yeni ortaya konulan bilimsel bilgilerle yetersiz oldukları anlaşılır ve yeni eklenen bilimsel bilgilerle anlamlarında genişleme olur. Daha geniş anlamları ile inanış ve davranış değişikleri ortaya çıkarırlar.
Peygamberlik sistemi bu bilgi kuramının önemli bir temsil edenidir.
Ancak Müslümanlar peygamberleri olan Hz. Muhammet’in, Kuran’ı Kerim’deki bazı ayetlere bakarak son Peygamber olduğunu, O’ndan sonra hiçbir peygamber gelmeyeceğini kabul eder ve inanırlar. Bu düşünüş veya yorum doğru olarak kabul edildiğinde İlahi dinler sisteminde değişimin gerektirdiği kuralların nasıl toplumlara bildirileceği sorunu ortaya çıkar.
Gerçekten Kuran’ı Kerim’in Ahzap Suresinin 40’ncı ayeti ile Maide Suresinin 3’cü ayetinde peygamberlik sisteminin sona erdiği şeklinde yorumlanabilecek ilahi bildiriler-buyruklar vardır:

  Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın
Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.(Ahzap Suresi, 40’cı ayet))”
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve
sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Maide Suresi, 3’cü Ayet)

Ancak bu ayetleri,  Kuran’ı Kerim’in sistem olarak Rad Suresinin 38’nci ayeti de dâhil (Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar
verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur.
Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.) tümü düşünüldüğünde ve Hz. Muhammet’in toplumların değiştiğini ve toplumların değişen koşullarına bağlı olarak adalete dayalı iyi ilişkilerin çağın koşullarına göre belirlenebileceğini düşünemeyecek kadar yeteneksiz bir düşünür-peygamber olduğu kabul edilemeyeceğine göre, sadece bulunduğu çağın toplumunda peygamberlik zincirinin son peygamberi olduğu, bu zincirin bulunduğu çağda son peygamberi ve dininin de çağın en iyi dini olarak tamamlamış olduğu şeklinde yorumlamak gerekir.

Bu yoruma göre Kuran’ı Kerim’de de toplumların değişen koşullarına göre, her türlü özveriyi göz önüne alan peygamberlerin geleceğini, ilahi dinsel sistemin, peygamberlik geleneğinin devam etmekte olduğunu bildiren ilahi sözlerin varlığını kabul etmek gerekir.
Müslümanları peygamberlerinin son peygamber olduğuna inandıran nedenlerden bazıları da Hz.Muhammet’e Kuran’ı Kerim’de, Tevrat ve İncil’de olduğu gibi açık ve sık olarak kendinden sonra bir peygamberin muştulanmaması, bildirilmemesi, belirtilerinin söylenmemesidir. Halbuki Tevrat ve İncil’de sık sık ve açık olarak Musa ve İsa’dan sonra bir peygamberin geleceği muştulanmıştır:


 “Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız.”“Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (İncil, Yuhanna, 16. bab, 12.-13. ayet)
“Benî İsrail’in kardeşleri olan benî İsrail’den senin gibi bir nebi göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım. Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.” (Tevrat, Tekvin, Bab: 21, Ayet :21)
“Ey şan sahibi Peygamber, biz muhakkak ki seni hem şahit, hem müjdeleyici hem de korkutucu olarak ve hem de ümmiler cemaatine dayanak olarak gönderdik. Sen benim kulumsun. Ben seni mütevekkil (tevekkül eden) ismiyle isimlendirdim. Öyle bir mütevekkil ki, ne çok katı kalpli, ne de sokaklarda kibirli kibirli yürüyenlerden yaptım ve ne de o peygamber kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermez. Belki daima affeder ve bağışlar. Cenab-ı Allah onun ruhunu almaz. Ta ki eğriliğe girmiş olan din yolunu doğrultuncaya kadar... Hem ta ki herkes Lailaheillallah deyinceye kadar… Hem o peygamberle kör gözleri açacak, sağır kulakları işitir hale getirecek ve gaflet içinde ölmüş olan kalpleri diriltecektir.” (Tevrat, Eşiya ıshah: 42)

Bu iki ilahi dinin kitaplarında açıkça peygamberlerinden sonra bir peygamberin geleceği muştulanmasına rağmen Yahudiler İsa’ya inanmamışlar,  O’na ve inanlarına büyük zulümler yapmışlardır.Hz. Musa Peygamberin inananları-Yahudiler- ayrı bir dinsel toplum olarak ortaya çıkmıştır. 


Hz.İsa da kendinden sonra açıkça bir peygamberi muştulamasına rağmen Hz. Muhammet’e Hristiyanlar, Yahudiler ile birlikte  peygamberlik geleneğinin sistemini düşünmeyerek inanmamışlar, Hz. Muhammet’in inananları ayrı bir dinsel toplum olarak ortaya çıkmıştır. Hz.Muhammet’e inananlar ise peygamberlik geleneğini inkâr ederek toplumsal değişimin nasıl sağlanacağı sorununu düşünmemişler, kendinden sonra gelecek peygamberleri baştan kabul etmemişlerdir. Her dinsel inanç kendi toplumlarını oluşturarak durağanlaşmıştır.
Ancak her yeni ilahi din, ortaya çıktığı çağda toplumsal koşullara bağlı olarak kendinden sonra gelecek peygamberi beklerken ve beklemezken, koşulları içerdiği toplumsal zaman diliminde inananlarının toplumunda büyük bir düzen, iyilik, mutluluk sağlamıştır. Toplumsal koşulların gerektirdiği kuralları karşılamaktan, insanlarının “ doğru yoldan, hidayet ve rahmetten” uzaklaştığı toplumsal gelişme zamanında inananlarının toplumunda bozulmalara engel olamamıştır.

Toplumsal koşulların gerektirdiği toplumsal-siyasal-hukuksal ve ekonomik ilişkilerdeki ilke ve kurallar, toplumda yetişen kendi alanlarında ve felsefe alanında düşünürler tarafından ortaya konulmak ve uygulanmak zorunda kalınmıştır. Bu bilimsel etkiler ile ilahi dinlerin buyruklarını  sentezleyen toplumlar, uygarlıkta gelişmeyi, huzur, iyilik, toplumsal barış ve mutluluğu sağlayabilmişlerdir.

10 AĞUSTOS CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE ADAYLARIN NİTELİKLERİ:
Birinci aşaması 10 ağustos 2014 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki büyük muhalefet partisinin ve dört ayrı partinin ortak adayı olan Sayın Ekmeleddin   İHSANOĞLU İslam dininin çağın oluşturduğu toplumsal ve siyasal koşullarına göre  değişen, uyum sağlayan yüzünü yansıtmaktadır. Bütün İslam ülkelerini temsil eden İslam Ülkeleri Birliğinin yöneticiliğini başarılı olarak yaparken İslam dininin çağdaş değerlerle uyum sağlayan gücünü göstermiştir. İslam dininin çağdaş toplumsal koşullarla değişimini dış görünümü, yaşam biçimi, rasyonel düşünüşü ile sentezleyen ve temsil eden bir adaydır. 

Cumhurbaşkanı adayı olan iktidardaki rakibi Tayyip Erdoğan, kendini değişimin temsilcisi olarak topluma tanıtmasına rağmen görünümü, yaşayış ve düşünüş  değerleri göz önüne alındığında İslam dininin kendi içinde çağın toplumsal koşullarının bilimsel ilkelerine  sahip bir aday değildir. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başarılı olarak ulaşmış olduğu İslam dininin çağdaş sentezinden uzak bir adaydır.
Tayyip Erdoğan ve onu destekleyen bürokrat , özel iş adamları..vb  topluluğu. çağdaş  devlet adamı ve devlet yönetimi anlayışı ve biliminden uzaktır. Sahip olduğu partisinin ve yöneticilerinin devlet yönetme anlayışı,  sadece kar ve bir an önce zengin olma amacını taşıyan büyük bir holding şirketini işletme anlayışına dayanır. Parti ve iktidarı topluma adaletli ve toplumsal hizmet etme amacından çok kar amacı, toplumsal olarak zenginleşmenin dışında bireysel zenginleşme, bunun için  makam ve iktidar sahibi olma hırsı taşıyan siyasal görüş ve örgütlenme anlayışına sahiptir. Bu amaca yönelik olarak da toplum bireylerini etki altına almak için reklama, tanıtıma  aşırı önem verir; bu amaç için basın ve yayın organlarını, toplumsal etkisi olan kişi ve kurumları parasal gücü ile satın alarak halkı kendi iktidarına bağımlı kılmayı önemli bir siyasal başarı ve örgütlenme anlayışı olarak görür. Para ile satın alamadığı kişi ve kurumları değişik yönlerden baskı altına alarak iktidarına bağımlı kılmayı amaçlar. Bu nitelikleri ile ana muhalefet ve bazı siyasal düşünürler tarafından diktatör olarak ilan edilmiştir.


İktidarın başbakanı hakkında büyük yolsuzluk ve hukuksuzluk suçlamaları vardır. Bu konuda araştırma ve dinleme yapan güvenlik güçlerini, paralel devlet suçlaması ile suçlayarak yargıyı yönlendirmektedir. Büyük yolsuzluklarla zenginleşme toplumu yönetenlerin amacı olduğunda, o toplumda dinsel ilkelere bağlı olan toplumsal düzen de ortadan kalkar; çağdaş hukuka dayalı toplumsal uyum, düzen, huzur da ortadan kalkar. Bireylerin Zenginleşmesi,  devleti, çalışan yurttaşları soymakla gerçekleşmez. Daha çok, miktar ve çeşitte üretimi ve üretilen ürünlerin halk içinde dolaşımını sağlayarak yöneticiler ve şirketler zenginleşebilir. Hırsızlık ve yolsuzlukların toplum için model oluşturduğu iktidar ve çevresindeki topluluklar, toplumda adaletsizliğin, hırsızlığın yayılmasına neden olurlar.

 İktidar izlemiş olduğu dış politika ile uluslar arası alanda ve özellikle birer İslam ülkesi olan Arap ülkeleri ve komşu ülkeler arasında iyi ilişkilerin bozulmasına neden olmaktadır. Daha da kötüsü izlemiş olduğu politika ile komşu ülkenin bölünmesi yönünde dış siyaset güder duruma gelerek, kendi ülkesinin de bölünme tehlikesini hazırlamıştır.
Kürtlerin bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasının desteklenmesi ve tanınması, bu yönde gelişmeleri destekleyen iç ve dış siyaset yapılması ülkeyi böldüğü gibi tüm Arap ülkeleri ile ilişkileri düşmanlaştırmaktadır.
Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma yeteneği yoktur. Irak’ta federasyon olarak varlıklarını sürdürebilmeleri tarihsel bir fırsat olabilir.
Kürtlerin bağımsız bir devlet olmasını savunan, destekleyen İsrail’in de devlet olma ve devlet olarak varlığını sürdürme yeteneği yoktur. Bu siyasal görüşü ile birlikte Arap ülkelerinde kaosu ve şiddeti dış politika olarak gören İsrail, karşısında ortaya çıkan ve büyüyen Arap ülkeleri içindeki karşı tepki ile barışın bozulmasına neden olmuştur. Ortaya çıkan karşı şiddetli tepkiyi, Gazze Operasyonu ile ortadan kaldıracağı düşüncesi yanlıştır. Tam tersine varlığına karşı olan şiddeti büyüterek, IŞİD gibi güçlerin ülkesine olan saldırılarını daha da besleyerek büyütecektir. Çevresindeki savaş ortamını genişleten tepkilerin ve şiddetin artması varlığını sürdüremez duruma getirecek, bir gün Romalılar tarafından ülkeleri yağmalanarak yıkıldığı gibi yıkılma ortamını hazırlamış olacaktır. 


Tayyip Erdoğan’ın ve hükümetinin izlemiş olduğu politika ile iktidarını korumak ve sürekli duruma getirmek için devletin tüm olanaklarını kullanarak ve her türlü hukuksuzluğu yaparak kendi dışında kalan tüm yurttaş ve partilere, kurumlara baskı mekanizması oluşturması,  Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu,  hemen hemen diğer tüm partilerin ortak bir adayı olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İktidarın,  kurmuş olduğu Baskı Mekanizmasının daha fazla güç kazanarak iktidarını korumak için hukuk ve adaleti, devlet kadrolarını bütünü ile kendine bağımlı kılma siyasetine son vermek için halkın önünde, önemli bir fırsat vardır. Bu fırsat  Cumhurbaşkanlığı seçimleridir.

Uzlaşmaya katılan partilerin tüm seçmenlerinin, özellikle de ortak cumhurbaşkanı adayını İslamcı nitelikte görerek tepki gösteren tüm CHP’li seçmenlerin  gerçekleri göz önüne alarak  oyları  bölmeden Ekmeleddin İHSANOĞLU’na kullanmaları zorunluluktur.  





İsmail İNCİ,  26/07/2014


SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...