14 Şubat 2015 Cumartesi

GÜÇLÜDEN YANA ADALET İLE EŞİT GÜÇLERE DAYALI ADALET ÇELİŞKİSİ



DİNGİN, UYUMLU (EŞİT GÜÇLERE DAYALI) DEVLET VE TOPLUM YAPISININ GÜÇLÜDEN YANA ADALET MANTIĞI İLE ÇELİŞMESİ



Savaş sonrası ortaya çıkan savaşın galibi ile mağlubu arasında barışa dayalı yaşama biçimi koşullarının oluşturduğu adaletin nitelikleri ile barış içinde eşit kuvvetlere (haklara) sahip bireylerden oluşan toplumda adaletin nitelikleri, birbirinden çok farklıdır. Bu ayrımı görmemek dingin, huzurlu, uyumlu bir toplumda adalete karşı inancı toplumlarda ortadan kaldırarak toplumsal barışın, huzurun, uyumun bozulmasına neden olur. Güçlüden yana adalet mantığının doğal ve doğru adalet olarak algılanmasına neden olan bu durum aynı zamanda toplumda savaş ortamının koşullarının oluşmasına, sonuçta kaosa neden olur.

Barış içinde, dingin, uyumlu bir toplumsal ve devlet yapısında adalet; birey ve toplulukların (dernek, parti, sendika, birlik, kuruluş…vb)  toplumda eşit güçlere (haklara) sahip olmasıyla gerçekleşir. Çünkü, “Gerçek Adalet” bu güçlerden bazılarının bazıları üzerinde baskın güce sahip olmasıyla gerçekleşmez. Tam tersine “Gerçek Adalet”, birey ve kurumların birbirleri karşısındaki zaaf ve korkularına dayanır. Bu gerçekliğin nedeni Farabi’nin el- Medinetül Fazıla adlı kitabında yazdığı gibi :”... alış verişte, emanetlerin iadesinde, öfke ve zorbalığın terkinde ve buna benzer işlerde korku, zâaf veya dış zaruret hâkimdir. Öyle ki, şahıs olsun taife olsun, her iki taraf kuvvetçe birbirine eşit olup birbirlerine karşı zorbalık ettikleri takdirde mücadelenin sonsuz uzaması ve her birinin bu yüzden çekilmez ıstıraplara katlanması lâzım gelir” (s. 111)

Barış içinde bir toplum, savaş ortamında birbiriyle güç yarışında ve kavgasında olup, birbirine galip gelmeye çalışan güçlerden oluşmuş değildir. Savaş ortamında ve savaş sonrasında galip ile mağlup arasında barış sonucunda kurulan toplumda adalet güçlüden yanadır ve Adalet, Farabi’nin de deyimi ile başkasını ezmektir: “Her doğal şey adalete uyduğundan dövüş te adaletin tâ kendisidir. Adalet başkasını ezmektir. Mağlup ise ya vücudunun selâmetini muhafaza etmek şartıyla mağlup olur; veya mahiv ve telef olarak galibe hayat alanını boş bırakır; ve yahut kötü bir durumda yaşamak şartıyla galip tarafından bir köle gibi menfaatine çalışmak zorunda olur. Bu itibarla galibince istismar edilir ve böylece galibin hayır ve mağlubu istismar etmesi adalet sayıldığı gibi, mağlubun galibe hizmet etmesi de adalet sayılır. Bu koşullarda tabi’î adalet faziletin tâ kendisidir. Bu suretle hareket etmek de faziletli fi’illerden sayılır Gâlip taife mezkûr kazançları eline geçirince onların istihsalinde en büyük yararlığı gösterene en büyük pay verilir.”(s.110)

Güçlünün adaletinden oluşan faziletli toplum görünüşte ve geçici dingin, barışçı, uyumlu bir toplum ve devlet yapısına sahiptir. Sürekli bir savaş, baskı, kuşku, korku altında bir toplumdur.

Toplumun içinde bireyler ve toplumsal örgütler arasında, değişik toplumların oluşturduğu uluslar arasında eşit güçlere (haklara) dayalı adalet, en doğru ve gerçek doğal adalettir. Eşit olmayan haklara dayalı adalet, bir bireyin veya toplumlar arasında bir toplumun eşit olmayan gücünün etkisiyle ortaya çıkar. Eşit olmayan haklara dayalı bir adalet o toplumda, sürmekte olan savaşın koşullarının bulunmasını gerektirir. Eşit haklara dayalı adalet, barışın koşullarının oluştuğu bir adalettir.

Siyasal iktidarların siyasi güçlerini kullanarak, temsil ettikleri birey, topluluk ve örgütler lehine yargıyı ve yürütmeyi etkileyerek güç kazandırmaları, toplumda dinginliği, uyumu, barışı bozar. Toplumda savaşın ve karmaşanın koşullarını hazırlar. Buna benzer olarak bir siyasal felsefenin etkisinde kalan yargının almış olduğu kararlar ile yürütmenin gücünün bazı birey, topluluk ve örgütlere güç kazandırması toplumda uyum ve dinginliği bozar. Gerçek adalet değişik düşünce sistemleri ve bu felsefi sistemlerin etkisinde toplumda oluşan yönetim biçimlerinden önce toplumdaki tüm bireylerin hak ve ödevlerinin korunmasından, eşit hak ve ödevlerinden ortaya çıkan bireylerin eşit güçlerinin korunup savunulması kurallarından oluşur. Bu nedenle, krallıkla, meşrutiyetle, oligarşi ile, cumhuriyetle vb…yönetim biçimleri ile yönetilen toplumlarda,  devletin kuruluş felsefesini de korumak zorunda olan hukuk ve yargı sistemi, toplumda “gerçek adaleti” sağlamak için devletin kuruluş felsefesi veya herhangi bir örgütün felsefi görüşünden önce toplumun bireylerinin eşit hak ve ödevlere sahip olmasını sağlamak ve korumak zorundadır. Bu zorunluluk yargının tam bağımsız karar verebilmesinin temel ilkesi olduğu gibi aynı zamanda toplumun bireylerini birbirine bağlayarak bir arada tutabilmeyi sağlamasının temel koşuludur.

Toplumlarda ve değişik toplumlardan oluşan uluslararasında dinginliği, uyumu, barışı sağlayacak, birlikte yaşama biçiminin ilkelerini bir sonraki yazıda ele almaya çalışacağız. Daha sonra da,  iletişim teknolojileri ile dünya da insanlar arasında uyumlu, dingin bir arada yaşamanın çağımızda çok daha kolay olarak gerçekleşebileceğini bilimsel olarak ortaya koymaya çalışacağız.




 
İsmail İNCİ,  14/02/2015









5 Ocak 2015 Pazartesi

TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ İLE ADALET ARASINDAKİ BAĞLAR




TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ İLE ADALET ARASINDAKİ ZORUNLU BAĞLAR

 

İnsanların toplumda birden fazla sanatı (mesleği) tam anlamıyla öğrenmesi ve o sanatta çalışması çok zor hatta olanaksızdır. Bunun nedeni insan yeteneklerinin bireylere göre farklılıklar göstermesi ve bireylerin tüm sanatları öğrenmeye ve yerine getirmeye zamanlarının olmamasıdır. Bu nedenle “toplumsal işbölümü”, bir toplumun yıllık tüketim için gereksinim duyduğu tüm mal ve hizmet ürünlerinin üretimini sağlayan ana temel yol ve tekniktir. Öyle ki toplumsal yaşama geçişin mi toplumsal işbölümüne neden olduğu yoksa toplumsal işbölümünün mü toplumsal yaşama geçişe neden olduğu sorusu, insanlık tarihinde her iki yaşam biçiminin önemi nedeniyle, çözülmesi zor bir sorudur. Ancak tüm toplumların, gereksinim duydukları yıllık mal ve hizmet ürünü üretimlerini gerçekleştirebilmek ve bu üretimin kolay, nitelikli ve bol olmasını sağlamak için zorunlu olarak “Toplumsal İşbölümüne” gitmiş oldukları gözlemlenmiş bir gerçekliktir. Bu toplumsal gerçekliğin, en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar, coğrafik yere ve zamana bağlı kalmadan, toplumsal yaşama geçiş koşulları ortaya çıktığında rastlantısal olarak değil zorunlu olarak ortaya çıktığı görülür Emile Durkheim’e göre insanların daha çok birliktelik içinde olmalarının nedeni kolektif bilinç değildir. Çünkü toplumsal olarak insanları bir arada tutan bağ, ortak inanç ve duygulardan çok, bireylerin birbirlerine olan ihtiyaçlarıdır. Diğer bir değişle, işbölümü sonucu birbirlerine yükledikleri ve birbirlerinden bekledikleri gereksinmeleri karşılama ortak anlayış ve görüşü daha çok bir arada tutmaktadır. Toplumdaki düzen ve dayanışmanın kaynağı da işbölümü ve uzmanlaşmadır.

Toplumsal işbölümü, toplumda üretim alanları olan sanatlara karşılık gelir. Çiftçilik, denizcilik, fırıncılık, berberlik, doktorluk, askerlik..vb  Bu sanatların her biri toplumların üretimlerinin yetkinlik alanlarıdır. Bu yetkinliklerin her biri toplumlarda bir toplumsal kesime, (tabakaya, sınıfa) karşılık gelir. Her toplumsal tabakanın, üretimden almış olduğu pay, özellikle teorik akıla dayanan bilimsel, yönetimsel sanatlarla, pratik akıla dayanan bedenin eylemine dayanan sanatların toplumsal gelirden almış oldukları pay arasında farklılıklar bulunur. Bunun nedeni de Pratik Sanatlar (meslekler) yaşam için gereklidir ve genelde insan doğasında vardır:  “Teorik akıl” ise zor bulunan bir yetenek ve erdemliliktir. Pratik sanatlar zorunluluktandır ve insanların çoğunda bulunan bir yetkinlik (meslek) tir, oysa teorik akıl daha üst bir duruma( yaşama biçimine) geçmek içindir.

 İnsanların istek ve tutkularını engelleyememeleri ve daha çok toplumsal gelirlerden pay sahibi olmak istemeleri,  bağlı olarak meslekler arasında geliri daha yüksek sanatları ele geçirmek istemeleri, yasaları çiğnemelerine neden olmaktadır. Adalet, toplumsal düzeni sağlayan yasalara saygı duymaktır, ancak bu anlamda, herkesin toplumsal işbölümüne, üretimine, sanatına makamına, rütbesine saygı duymasıdır.

Platon “Devlet” adlı ünlü kitabında devletin yapısını işleyiş mekanizmasını ele alırken önce adaleti (doğruluğu) araştırır. Platon, “Doğruluğun iyi olduğunu savunanlarla, eğriliğin iyi olduğunu savunanlar çoktur”, der.  Eğrilikten zarar görmekten bıkanlar, eğriliği iyi olarak savunurlar. Eğrilik cezalandırıldığında da kötü olarak savunurlar. Eğrilik de, doğruluk da kişinin iyiliği ve yararına eylemlerdir. Ancak özünde yararlı olan doğruluktur.  Doğruluğu savunabilmek, en büyük İyi olduğunu tanıtlayabilmek için en iyi yol, toplumdaki eğrilik ve doğruluğun nasıl ortaya çıktığını araştırmaktır. Toplumlar, tek kişilerin gereksinmelerini karşılayamamalarından doğmuşlardır. Her bireyin ayrı bir sanatla uğraşmasıyla gereksinmeler daha kolay karşılanır. Çiftçilik, kunduracılık, hekimlik,denizcilik..vb. böylece ortaya çıkar. Toplumda herkesin tek bir sanatı vardır, çünkü işbölümü zorunluluktur.

Zorunlu gereksinmelere karşılık gelen sanatların yanı sıra toplumların refahı arttıkça, zorunlu olmayan sanatlar da ortaya çıkar. Bekçilik: savaşçıların mesleği, aşırı mal edinme isteğinden değil, yaşamak zorunluluğundan ortaya çıkmıştır. Hangi sanatta olursa olsun, kişilerin işbölümünde üzerinde düşen en aşağı görülen bir iş olsa da en iyi biçimde o işi yapması, diğer işleri ele geçirmek için çabalamaması hırslanmaması gerekir.

Platon Doğruluk (adalet) üzerine yapmış olduğu araştırmasının sonunda toplumda adaletin sağlanmasını, herkesin üzerine düşen işi en iyi biçimde yapmasında, ayrı yetenek sahibi olarak işlerini yapan kişilerin birbirlerinin işlerine karışmamasında görür. Kitaptaki ilgili olan önemli diyalog şöyledir:

"…Buna karşılık, doğuştan zanaatçı olan ya da başka bir işle para kazanan kimse,
sonradan zenginliği, yandaşlarının çokluğu, gücü veya bunun gibi başka bir şeyle
gururlanarak askerlik rütbesine yükselmeye kalkışırsa ya da askerin biri, kentte
öğütçü ve koruyucu rütbesine, layık olmadığı halde çıkmak isterse, bunlar da
araçlarını, işlerini değiştirirlerse veya bir adam bütün bunları bir arada yapmaya
kalkışırsa, o zaman bu değişimin ve başka başka işlerle uğraşmanın kent için yıkıcı
olduğunu, sanırım, benim gibi sen de düşünürsün.''
"Tümüyle.''
"O halde kent için en büyük yıkım, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması,
işlerini değiştirmesidir. Buna da gayet haklı olarak en büyük suç denilebilir.''
"Kesinlikle."
"Kendi kentine karşı en büyük suçu işlemeye de adaletsizlik demez misin?''
"Nasıl denmez?'
"Demek, adaletsizlik işte budur.'
" Şimdi düşüncemizi tersine çevirip şunu söyleyelim: Para kazanan yardımcı,
koruyucu sınıflarının, deminkinin aksine, meslekte kalışına, yani her sınıfın
kentte yalnızca kendi işiyle uğraşmasına adalet denilebilir. Kenti adaletli yapan
da budur.''

İnsanda şu üç yanı görürüz: istekler, usun istekleri düzenlemesi, bu düzenleme eyleminde ortaya çıkan enerji. Öfke=yiğitlik, akıl yanı=bilgelik. İsteklerin usun denetiminde dengelenmesi=ölçülülük. Doğruluk ise, bu üç öğenin kendi alanlarına giren işleri yapması, birbirlerinin işlerine karışmaması. Adalet, büyüklere ve yasalara saygı(makam ve rütbeye itaat, yasaları çiğnememe)dır. Bu da herkesin üzerine düşen işi yapması, başka doğaların işlerine karışmamak ile olur. Kentteki adalet de bireylerin sahip oldukları adalet ile gerçekleşir. Kişisel düzeyde adaletin gerçekleşmesi kişilerin öfke, istek ve ölçülülüklerini denetim altında bulundurmalarına bağlıdır.

"Gerçekten adaletin bunun gibi bir şey olduğu anlaşıldı; ama bu, insanın dış
edimlerine değil, iç edimlerine, yani gerçek benliğine ve kendinin olan şeylere
uygulanır. Adaletli insan kendindeki her kısmın kendine yabancı işler görmesine,
ruhundaki kısımların birbirinin işini yüklenmesine izin vermez; tersine, sözcüğün
gerçek anlamıyla kendi evini pek güzel düzene kor, kendi kendine egemen olur, bir
düzen kurar, kendi kendine dost olur, tıpkı müzikteki pes, tiz, orta ve aradaki
bütün öteki perdelerin uyumu gibi, kendindeki üç kısmı uyumlaştırır. Bunları
birbirine bağlar, birçok öğeden oluşmuşken bir birlik haline gelir, ölçülü, uyumlu
olur. Ancak bu duruma geldikten sonra, ister para kazanmakta, ister vücut
bakımında, ister bir devlet işinde ya da özel işlerinde eyleme geçer. Bütün bu
işlerde bu durumu koruyan, bu durumun sağlanmasına yardım eden eylemleri adaletli
ve iyi eylemler sayar, bunları bu biçimde niteler, bu eylemleri yöneten bilgiye
bilgelik, bu durumu çözüp bozan eyleme de adaletsizlik, bu eylemi yöneten yargıya
bilgisizlik der.''

Platon’un sözünü ettiği adalet durumu özetle; herkesin kendi işiyle uğraşması ve en iyi biçimde toplumsal işbölümünde üzerine düşen işi yapmasıdır.     Adaletin gerçekleşmesi ve uygulanması ise toplumun tümel bilgisine(teorik) sahip liderlerin (ve takım arkadaşlarının) başta bulunmasına bağlıdır. Toplum bireylerinin bir meslekte kendi işlerini yapmalarının, kendi zanaatlarını benimsemelerinin, başka zanaatların gelirlerine imrenmemeleri ve uzanmamalarının;  hırsızlık ve sahtekârlık, yalancılık yapmamalarının;  bireylerin zanaat sahip olacak eğitim ve meslek alanlarının koşullarının hazırlanmasının sağlanması liderin ve iktidarının görevleridir.

Toplumun her kesiminde en alt gruptaki meslekleri yapacak olanlar çıktığı gibi, en üst gruptaki meslekleri (bilimsel ve yönetimsel, teorik akıla dayanan meslekler) yapacaklar da bulunur. Önemli olan bu meslekleri yapacak olan yeteneğe sahip olanların önünün açılmasıdır. Ünlü filozof İbni Rüşt, Platon’un Devlet’inin çok önemli bir şerhi olan ve toplumbiliminin ilk temellerini attığı ünlü eseri  “Siyasete Dair Temel Bilgiler” adlı kitabında bu konuya çok önem verir. Çünkü, toplumda gerçekten her bireyin yetenekli olduğu işi yapması bir yandan adaletin sağlanması için zorunludur, diğer yandan da, toplumun gereksinmelerinin karşılanması için büyük bir zorunluluktur. Herkesin gerekli öğrenim ve eğitimi alarak yetenekli olduğu alanda çalışması, toplumların tüketimleri için yeterli üretimin ve üretimde verimliliğin sağlanmasının temel ilkesidir: “…çocuklar, genellikle sınıf olarak size [ailelerine] benzerler. Ne var ki, gümüşten altın, altından da gümüş türeyebilir ve diğer sınıflar da böyledir. Allah yöneticileri, koruyucuların dikkate alınması konusunda [siyasal kadroların en yeteneklilerden oluşturulmasında], onların doğalarını güçlendirmekten, (farklı) karışım malzemelerinden oluşması muhtemel olanları araştırmaktan başka bir şey ile görevlendirmemiştir… Eğer bunlar (:alt düzeydeki sınıflar) arasında altın ve gümüş doğası üzere tasarlanmış birine rastlarlarsa onu da saygın bir konuma getirirler.” (s.79)


 
 
 Bireysel akıl ve yetenekten gelen yatkınlıktan çok, ailenin istek ve zorlaması üst meslek gruplarına yönelme ve bağlı olarak gelire dayanan bu statünün korunma çabası her devirde olduğu gibi günümüzde de görülmektedir. Geçmiş devirlerde, kastlaşma biçiminde korunan bu durumun, günümüzde, eğitimin devletlerin temel görevi olarak ele alması ile eğitimin toplumsal tabakalar arası geçişler için temel kaynak olması ile önem ve değeri kalmamış, toplumsal-ulusal eğitim, anlayış ve kavrayış olarak da toplumların yararına bir durum dolarak görülmeye başlanmıştır. Eğitimin genelleşip toplumsallaştığı çağımızda, alt sınıflarda üst sınıfların işlerini yapabilecek yaratılışta insanlar, büyük oranlarda varlığını gösterir: Toplumsal katmanlar arasında bu geçişler toplumların ilerlemesinin, uygarlaşmasının, zorunlu koşulu durumuna gelmiştir. Çoban bir aileden gelen çocuk, devlet yönetiminin en üst kademelerine, cumhurbaşkanlığına kadar gelebilmektedir. Demokratik yönetimlerin vazgeçilmez yönetim biçimi olarak kabul edilmesinin temel nedenlerinden birisi de adaletin,  üretimin, üretimde verimliliğin zorunlu koşulu olan işbölümleri arasındaki geçişleri kolaylaştırmış ve yasal düzenlemelerle toplumda kabul edilir duruma getirmiş olmasındandır



İsmail İNCİ,  05/01/2015
 



SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...