28 Mart 2015 Cumartesi

UYGULAMALI SİYASET 3-MİLLETVEKİLİ ADAYLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİ




UYGULAMALI SİYASET-3

 

MİLLETVEKİLİ ADAYLARININ BELİRLENMESİ SÜREÇLERİ

 

     7 Haziran 2015 Pazar günü yapılacak olan milletvekili “genel seçimleri” için her parti önce, yerel seçim adaylarının belirlenmesinde olduğu gibi milletvekili adaylarını da belirlerken önce almış olduğu taleplerle aday adayları listelerini oluşturmaktadır. Bir bölgeden örnek olarak 9 milletvekili seçilecek ise, bu sayının beş katı (45), sekiz katı (72)na varan başvurularla aday adayı listeleri ortaya çıkabilmektedir. Bu listelerden milletvekili adayların belirlenmesini siyasi partiler, 22/04/1983 tarihinde kabul edilen 2820 Sayılı “Siyasi Partiler Kanunun” Parti Adaylarının Tesbiti Konulu Madde 37 – (Değişik: 28/3/1986 - 3270/9 md.)’nde belirtildiği üzere: “…adayların tespitini; serbest, eşit, gizli oy, açık tasnif esasları çerçevesinde, tüzüklerinde belirleyecekleri usul ve esaslardan herhangi biri veya birkaçı ile” yapabilmektedirler.

CHP’sinin 26 Şubat 2012 tarihli Olağanüstü Kurultayında kabul edilen son değişikliklerin de yer aldığı Tüzüğünün TBMM Üyeliği İçin Adayların Belirlenmesi Konulu  58’nci maddesine göre Milletvekilleri adaylarının belirlenme usul ve esasları şöyledir:

"Madde-58

TBMM seçimleri için adayların belirlenmesinde yöntemler, önseçim, aday yoklaması ve merkez yoklamasıdır.  Önseçim veya aday yoklaması, öncelikli yöntemlerdir.

     Aday saptamada hangi seçim çevresinde hangi yöntemin uygulanacağına Parti Meclisi karar verir. Parti Meclisi, önseçim veya aday yoklaması yapılan bir seçim çevresindeki aday listesinde, merkez adaylığı için yeteri kadar sıra ayırabilir.

a) Önseçim, partiye yazılı üyelerin katılımı ile yapılır.
b) Aday yoklaması partide belli görevlere seçilmiş olan delegelerin katılımı ile yapılır.
    Aday yoklamasında seçmen olacak parti görevlileri ve üyeleri yönetmelikle belirlenir.
c) Merkez yoklamasında adaylar Parti Meclisi’nce saptanır
   Önseçim veya aday yoklaması yargı yönetimi ve denetiminde yapılır.

    Merkez yoklaması yöntemi uygulanarak belirlenecek adayların toplam sayısı, Genel Merkezce Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına sunulan Partinin gösterdiği milletvekili adaylarının %25’inden fazla olamaz. Önseçim veya aday yoklamasına katılanlar, merkez yoklaması yoluyla aday olamazlar.

    Merkez yoklaması yönteminde adayların belirlenmesinde Parti Meclisi, meslek kuruluşlarıyla, sendikalarla ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla istişare eder."

Kısaca ve diğer bir adlandırma ile aday adayları içinden milletvekili adaylarının belirlenmesi  yönteminde a) Parti Genel Merkez Eğilim Yoklaması, b) Parti Merkez Yoklaması, c) Parti Ön Seçimi d) Genel Merkez kontenjan adayı  uygulanır.

Bu yöntemler içinde demokratik cumhuriyete en uygun olanı Parti Ön Seçimi, ya da kısaca “Ön Seçimdir”. Bunun nedeni, milletvekili adaylarının partinin kayıtlı tüm üyelerinin oyları ile, yüksek seçim kurulunun denetiminde resmi olarak yapılan bir seçimle belirlenmesidir. Parti Merkez Yoklaması yöntemi de resmi ve yargı denetiminde yapılan bir seçim yöntemidir ancak bu yöntemde oy kullananlar salt parti içinde delege olan üyeler olduğundan, partinin üyelerinin tam iradesini yansıtmaz.

Parti Genel Merkez Eğilim Yoklaması ya da kısaca “Merkez Eğilim Yoklaması” yöntemi, partilerin genel merkezleri tarafından yapılan, anket anlamında olan  ve tüm yetki ve kararların genel merkezlerin eline bırakan bir seçimdir. Resmi hiçbir nitelik taşımaz. Parti üyelerinin iradesinin bulunmadığı bir seçim yöntemidir.
 

 2820 Sayılı “Siyasi Partiler Kanunun Madde 37- Değişik: 28/3/1986 - 3270/12 md.) bu açıkça belirtilmiştir:
 ”….. partilerin tüzüklerinde gösterilen merkez yoklaması dışındaki parti aday seçimleri seçim kurullarının yönetim ve denetimi altında yapılır.
Partilerin tüzüklerinde herhangi bir seçim çevresinde bütün üyelerin iştiraki ile yapacakları ön seçimde bu Kanunun ön seçimlerle ilgili hükümleri uygulanır. Aday tespitinin yapılacağı gün, Yüksek Seçim Kurulu tarafından genel seçimlerden en az yetmişbeş gün önceki bir tarih olarak belirlenip ilan edilir. Seçime katılacak bütün siyasi partilerin tüzüklerindeki usullere göre il ve ilçelerde yapacakları aday tespitleri bütün yurtta aynı günde yapılır.
Yargı denetiminde ve resmi olarak yapılan “Ön Seçim” yöntemi ile milletvekili adaylarının belirlenmesinde , resmi olarak yapılan genel ve yerel seçimlerde olduğu gibi İlçe seçim kurullarında “Önseçim İlçe seçim kurulları” ve “Önseçim sandık Kurulları” oluşturulur.

Madde 41 – Önseçimde:
a) İlçe seçim kurulu; ilçe seçim kurulu başkanı ile dört üyeden oluşur.
(Değişik: 28/3/1986 - 3270/12 md.) Üyelerden ikisi o ilçede görev yapan Devlet memurları arasından seçilir. Bunlar
kurulun devamlı üyesidirler. İki üye ise aday adayı olmayan parti üyeleri arasından belirlenir. Bunlar, üyesi bulundukları
parti adına o parti adayları için yapılacak önseçim işlemleri ile ilgili olarak kurula katılırlar.
Aynı usulle ikişer yedek üye de seçilir
b) Sandık kurulu; bir başkan ile dört asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Sandık başkanı ile iki asıl, iki yedek üye
Devlet memurları arasından, iki asıl iki yedek üye de partiler tarafından yukarıdaki fıkra esaslarına göre belirlenir.
Kurullardaki üyelerin gelmemesi halinde yedekleri alınır; noksanlık yedeklerle giderilemiyorsa durum bir tutanakla
tespit edilir ve kurul başkanı tarafından yukarıda nitelikleri açıklanan kimselerden seçilmek suretiyle tamamlanır.
Önseçimlere hangi siyasi partilerin hangi seçim çevrelerinden katılacakları, partilerin aday adayları listelerinin
Yüksek Seçim Kuruluna bildirildiği tarihten itibaren üç gün içinde ilan edilir. İlçe seçim kurulunca siyasi partilerin her biri
için parti seçmen listesinde kayıtlı her bin seçmene bir sandık ve kapalı hücre bulundurulur ve sandıkların yerleri tespit
edilerek mutat vasıtalarla ilan olunur. Bu husus ayrıca ilgili siyasi partilere de duyurulur.
Madde 42 – (Değişik: 31/3/1988 - 3420/5 md.) Üye Kayıt Defterinde Parti üyesi olarak kayıtlı bulunan ve CumhuriyetBaşsavcılığınca seçim kurullarına gönderilen listelerde yer alan üyeler önseçimde oy kullanabilir.
(Değişik: 31/3/1988 - 3420/5 md.) Önseçimlerin yapılacağı tarih itibariyle bir önceki yılın son gününe kadar bu
Kanunun 10 uncu maddesine göre Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilen üyeler önseçimde oy kullanabilir.
(Değişik: 31/3/1988 - 3420/5 md.) İlçe Seçim Kurulları üye listelerini önseçimden en az otuz gün evvel elind
olacak şekilde Cumhuriyet Başsavcılığından temin eder.
(Değişik: 31/3/1988 - 3420/5 md.) Siyasi Partiler kayıtlı üyelerin tamamı dışında başka bir usulle aday yoklaması
yapacaksa bu halde oy kullanacak seçmen listelerini önseçimden en az otuz gün önce ilçe seçim kurulu başkanlığına üye
kayıt defterleri ile birlikte vermek zorundadırlar.
(Değişik: 31/3/1988 - 3420/5 md.) Bu listeler önseçim tarihinden 25 gün önce parti yönetim kurulu ve ilçe seçim
kurulu binaları önüne asılır. Sekizinci fıkradaki itiraz süresinden sonra kesinleşen listelere göre parti seçmen kartları ilçe
seçim kurulu başkanlığınca her üyeye dağıtılır.
Önseçimde propaganda ile ilgili hükümler:
Madde 43 – Aday yoklamalarına katılan aday adayları için propaganda yapmak amacı ile açık hava toplantıları, örf
ve adete göre sohbet toplantısı sayılanlar hariç olmak üzere kapalı salon toplantıları tertiplenemez, duvar ilanı, el ilanı ve her
nevi matbua, ses ve görüntü bantlarıyla propaganda yapılamaz. Bu tür toplantılarda başka aday adaylarına karşı kötüleyici
beyanlarda bulunulması yasaktır.
Siyasi partiler, tüzüklerinde gösterilmek kaydıyla aday adayları için bunların vereceği bilgileri de esas alarak aday
adaylarının meslek veya sanat hayatlarındaki derece, başarı ve eserlerini, memlekete yaptığı hizmetleri gösterir, vesikalık
fotoğraflarını taşıyan matbualar bastırıp dağıtabilir. Aday adaylarının soyadı alfabe sırasına göre düzenlenecek benzer
bilgileri içeren matbualar sandık başlarına asılabilir.
Aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile
partinin seçim bildirisi dışında, milli, mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaadde bulunamazlar ve Türkçe'den başka dil
ve yazı kullanamazlar.
Aday adayları, önseçimlerde oy kullanacak partili üyelere veya yakınlarına maddi çıkar sağlama amacı güdemezler;
önseçimlerde oy kullanacakları etkilemek maksadıyla meşru ve hukuka uygun olmayan davranışlarda bulunamazlar.
Oy pusulası:
Madde 46 – Siyasi partiler, 40 ıncı maddeye göre bildirdikleri aday adayları listelerini içeren oy pusulalarını
çoğaltarak il ve ilçe seçim kurulu başkanlıklarına yeteri kadar zarf ile birlikte verirler. İlçe seçim kurulu başkanlıkları oy
pusulalarını ve zarfları mühürledikten sonra, seçim günü sandık başkanlıklarında hazır bulundururlar.”
 
“Ön Seçim” yöntemi ile Aday belirleme sürecinde partiler, milletvekili aday adaylarının listesini ilçe seçim kurullarına verirler.  İlçe Seçim kurulları Önseçim Kurulu üyelerini oluşturmak üzere iki asil ve iki yedek üyeyi siyasi partilerden bir yazı ile kendilerine bildirmelerini ister. Partiler iki asil ve iki yedek önseçim Kurulu üyesini milletvekili aday adayı olmayan üyeleri arasından belirleyerek kimlik ve iletişim bilgileri ile birlikte seçim kurullarına bildirir. İlçe Önseçim kurulları  ön seçim yapan partinin ilçe örgütlerinin üye kayıt defterini ister, Yargıtay cumhuriyet başsavcılığından gelen partilerin önseçimlerde oy kullanacak üye listesini üye kayıt defteri ile karşılaştırır. Yargıtay cumhuriyet başsavcılığından gelen resmi oy kullanacak üye listeleri partiler tarafından askıya çıkarılır, itirazlar değerlendirilir. Oy kullanacak üye listelerinin kesinleşmesi ile üye “seçmen kartları” üye dağıtım listeleri ile ön seçim yapan parti ilçe örgütlerine teslim edilir. İlçe örgütleri seçmen kartlarını, üye dağıtım listelerindeki imza hanesini üyelere imzalatarak dağıtır.
Önseçim yöntemi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu üyelerinin işlerini biraz arttırmaktadır ancak üyelerinin iradesi ile gerçekleşen bu aday belirleme yöntemi partide başarı azmini, çalışma motivasyonunu, dayanışmayı, inancı, birbirine güveni arttırmaktadır.  Üyelere aidatlarını ödemeyi teşvik ederek parasal açıdan partiye, parti örgütlerine destek sağlamaktadır. Üyelerin genelinin kararının alınması ile daha doğru seçimlerin yapılmış olmasının yolu açılmaktadır.
 Merkez Eğilim Yoklaması yöntemi ile yapılan aday seçimlerinde üye iradesi önemsenmediğinden doğru karar alma yolu kapatılmış olduğu gibi, üyeler arasında küskünlükler, genel merkeze karşı dargınlıklar, kırgınlıklar, güvensizlikler oluşmasına neden olmakta sonuçta, partilerin bölünmesine, dağılmasına neden olmaktadır. Bu açıdan adayların seçiminde salt Merkez Eğilim Yoklaması yöntemini kullanan, genel merkezin iradesi karşısında üyelerinin iradesini hiçe sayan AK Parti ve benzeri partilerin bölünmesi ve dağılması kaçınılmaz olarak gözükmektedir.
 
Ön Seçim yöntemi ile adayların belirlenmesinin önemli bir yönü de, partilerle seçim kurullarının denetimi ve gözetimi altında resmi olarak yapılan bir seçim olduğundan, yüksek seçim kurulunca partilerin sahte üye kaydı yapmaları önlenmektedir. Kendi parti örgütlerine güvenen, yasalara saygılı olan partilerin bu yöntemi seçmelerinde bir sakınca yoktur. AK partinin bu konuda sicili temiz değildir. Sahte üye kayıtları ile adı anılmaktadır. Bu nedenle bu partinin üyelerinin bilmesi gereken önemli bir konu, Genel Merkezlerinin adayların belirlenmesinde Önseçim yöntemi kararını alamayacağıdır.
Parti içinde bazı üyelerin, Ön Seçim yöntemi ile partilerin istenilen kadrolarda adayları belirleyemeyeceği eleştirisi vardır. Bu eleştiri ve sakınca partilerin genel merkezlerinin kontenjan aday belirleme hakkı ile önlenmektedir. Partilerin Genel Merkezleri kontenjan aday belirleme hakları ile birlikte çalışacağı kadroları büyük oranlarda sağlamaktadır. Bu nedenle Parti Ön Seçimi ve kontenjan ile bazı adayların belirlenmesi, demokratik cumhuriyet ile yönetilen ülkelerde en doğru, akılcı yöntemdir. Yerel ve genel seçimlerde adayların belirlenmesinde Önseçim yönteminin kullanılması, partilerin tüzüklerinde yerleşmesi, bu yöntemin genel kural haline getirilmesi, parti programlarında ilke olarak alınması gerekir.

 

 

İsmail İNCİ,  28/03/2015

 

 

3 Mart 2015 Salı

SİYASAL REJİMLERLE(YÖNETİM BİÇİMLERİ) TOPLUMSAL YAŞAM BİÇİMİ TÜRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI



YÖNETİM BİÇİMLERİ (SİYASAL REJİMLER) İLE TOPLUMSAL YAŞAM BİÇİMİ TÜRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

 

 
Eşit haklara dayalı adalete sahip olan toplumlar, toplumsal barışın koşullarına da sahip olmuş olurlar. Toplumu bir araya getiren işbölümü, bireylerin tüm gereksinmelerini karşılamak, bireylerin tüm yeteneklerinden yararlanarak yetkinleşmek için zorunlu olarak toplumsal yaşamla birlikte ortaya çıkar. İşbölümü toplumda her bireye eşit haklar verilmesini gerektirir, çünkü her bireyin işbölümü ile toplumda önemli bir değeri vardır. Bu değer nedeniyle her birey birbirine karşı kendini zayıf ve aynı zamanda güçlü duyar. Toplumsal işbölümü, toplumu oluşturan her bireyin eşit haklara sahip olması zorunluluğunu ortaya koyar. Karşılıklı yardımlaşma gereksinimi, işbölümünün gerektirdiği görevlerin yerine getirilmesi zorunluluğu bireylerin birbirleri ile mücadelesi durumunda toplumsal düzenin, adaletin bozulmasına neden olur. Ünlü düşünür Farabi’nin deyimi ile  “birbirlerine karşı zorbalık ettikleri takdirde mücadelenin sonsuz uzaması ve her birinin bu yüzden çekilmez ıstıraplara katlanması lâzım gelir” (El Medinetül Fazıla, s. 111) Toplumsal uyumun, dinginliğin, barışın sağlanması tüm bireylerin eşit haklara sahip olduğu adalet sistemiyle gerçekleşir.

YÖNETİM BİÇİMLERİ VE TOPLUMSAL YAŞAM TÜRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI:

Yönetim biçimleri (siyasal rejimler) toplumların her birinde diğerinden farklı olabilir. Üstün niteliklere sahip olan (Erdemli olan) toplumlar, üstün niteliklerini kazanırken yönetim biçimlerinden etkilenirler. Özellikle demokratik cumhuriyet rejimleri, özgürlükçü, istibdata, zorbalığa karşı olması, yurttaşlarını iyiliğe yöneltme özellikleri ile erdemli bir toplum oluşturulmasına daha yakındır.  Ancak Farabi’nin “El Medinetül Fazıla”(Erdemli Devlet) kitabında araştırmış olduğu gibi, Erdemli bir kentin varlığı, siyasal rejimden önce toplumun, toplumsal Yaşam Felsefesinin oluşturduğu toplumsal yaşama biçimi türü ile bağlantılıdır. Bu anlayışa bağlı olarak Farabi toplumları siyasal yönetim biçimlerine göre değil, toplumlarda egemen olan yaşayış biçimi ile bölümlere (türlere) ayırır. Farabi’ye göre Yaşama anlayışlarının niteliklerine göre devletler Erdemli kent, Cahil Şehir, Fasık Şehir, Şaşkın Şehir, Değişmiş Şehir olarak türlere ayrılır ve bu şehirlerin bireyleri de özellikle devlet yöneticilerinin niteliklerine bağlı olarak bu içinde yaşadıkları toplumun yaşama türü niteliklerine sahiptirler.

Günümüzde olduğu gibi siyasal rejimlere bağlı olarak toplumlar tam mutlu toplum amacına ulaşamamışlardır.Cumhuriyet ve demokratik cumhuriyet rejimi ile yönetilen devletler de bu yetersizliğe dahildir. Demokratik ilkelere sahip olmalarına rağmen birçok toplumun kaos içinde yaşadığı görülür. Cumhuriyet rejimleri ile yönetilmelerine rağmen ABD, Rusya, Fransa gibi birçok ülkede baskılar, kötülükler, adaletsizlikler, çatışmalar sürmekte, ideal bir toplumsal yaşama düzeninin kurulamadığı görülmektedir.

TOPLUMLARIN YAŞAM BİÇİMLERİNE GÖRE TÜRLERE AYRILMALARININ NEDENLERİ:

Toplumların yaşama anlayışlarına göre türlere ayrılmalarında devlet başkanlarının, liderinin, yönetici kadrolarının yaşayışları, ahlak, kişilik ve karakterleri bireylere birer yaşama modeli oluşturduğundan önemi çok büyüktür. Çünkü, insanlar toplumda üstün bir yere sahip olan kişilerin üstün niteliklerine sahip olmak için onları taklit ederler. İnsanlarda bu zincirleme etkilenme toplumsal yaşama biçimi olarak ortaya çıkar. Lider, devlet başkanı, devlet yöneticileri soyguncu, dolandırıcı, baskıcı, yalancı,  maddi zevklere düşkün, bilgi ve bilime önem vermeyen…vb ise toplum da benzer niteliklere sahip olur.

Erdemli, üstün niteliklere sahip olan toplumlarda, toplumsal yönetim biçimleri ne olursa olsun, yöneticileri erdemli nitelikleri ile topluma model oluşturmuştur. Bu model ile toplumlarının bireyleri de yöneticilerinin kişilik ve karakterlerine bürünerek üstün niteliklere sahiptir; yaşamları, toplumsal yaşam felsefeleri buna göre biçimlenmiştir.
 

TOPLUMSAL YAŞAM TÜRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI:

Erdemli bir toplumun belirgin niteliklerini sıralarsak:

Erdemli kentin insanları uyanıktır, zekidir. Öğrenmeyi öğretmeyi sever. Yemeye, içmeye cinsel istek ve tutkulara düşkün, bağımlı değildir. Yalan söylemez ve yalancılardan hoşlanmaz. Doğruluğu ve doğru söyleyenleri sever. Daima yüce duygular, amaçlar peşinde koşar; iyiliği, doğruluğu amaçlar; bilim ve bilgiye düşkündür; para, altın, mal tutkunu değildir.  Adaleti, adaletten yana olanları sever; istibdattan, zulümden ve zalimden nefret eder. Yumuşak huyludur, kendinden adalet istendiğinde, aman dilendiğinde şiddet göstermez. İyiden, adaletten, güzel olandan yanadır. Azimli ve iradesi güçlüdür. Gerçekleştirmeyi düşündüğü, yapılmasının zorunlu olduğu işlerde cesaretli azimli, çalışkandır.

Toplumların Yönetim biçimleri (siyasal rejimleri) cumhuriyet, demokratik cumhuriyet, meşrutiyet, krallık, oligarşik..vb olabilir. Yönetim biçimleri, erdemli bir yaşama anlayışına sahip toplumun niteliklerine sahip olmayan toplumları üstün niteliklere sahip kılmaz, yaşama biçimleri ve yaşama anlayışları toplumların niteliklerini, yönetim biçimlerinden ayırır.

Erdemli kentin dışında yaşama anlayışlarının niteliklerine göre toplumlar Cahil Şehir, Fasık Şehir, Şaşkın Şehir, Değişmiş Şehir olarak türlere ayrılmıştır. Bu toplumların erdemlerden uzak toplum olmalarının nedenlerini cahil, şaşkın, eski, yanlış yaşam felsefelerine sahip olmaları oluşturur. Cahil ve Şaşkın Şehirler arabozucu, saçma, bozuk düşünceler taşıyan mezheplerin düşüncelerine sahiptirler. Bu topluluklar, yaşamın sadece güçlü olan varlıklar tarafından sahiplendiğini, yaşamın zıt kuvvetlerin çatışması ve güçlü olanın kazanması, diğer varlıkların güçlü olanların yararlanmaları için yaratıldığını düşünürler.

Yaşam düşünüş, anlayış ve felsefelerinin oluşturduğu yaşam biçimlerine göre toplumların türlerini Farabi El Medinetül Fazıla”(Erdemli Devlet) adlı kitabında aşağıdaki gibi belirler:

“Câhil şehir öyle bir şehirdir ki, halkı, saadeti ne tanırlar ne düşünürler. Kendilerine öğretilse bile ne onu kabul ederler ne de ona inanırlar. Onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serbest ve özgür olmak, saygı ve itibar kazanmak...[isterler] İşte bu şeylerin her biri cahil şehir halkınca birer saadet sayılır.... Onlara göre saadetin zıdlan, bedbahtlık, hastalık, fakirlik, lezzetlerden mahrum olmak, istediklerini yapamamak ve itibarsız kalmaktadır. Bu şehir bir sürü başka şehirlere ayrılır. Zarurî şehir: bunun halkı yaşamak için içecekten, giyecekten, evden ve kadından ancak yiyecekten, zarurî olan miktarla iktifa ederler ve bu şeyleri elde etmek için birbirlerine yardım ederler. Değiştirici (beddâle) sarraf şehir: bunun halkı, ancak servet ve mallarını artırmağa çalışırlar. Topladıkları serveti başka uğurda kullanmayıp onu hayatın gayesi addederler....Bayağılık ve bedbahtlık (sisset ve şikvet) şehri; bunun halkı, hayatın maddî zevklerine düşkündürler. Yemek, içmek, şehvet peşinde koşmak, tahayyüle dalmak gibi şeyleri, hele eğlenti ve şakayı, her bakımdan ve her şeyden üstün tutarlar. Haysiyet (kerâmet) şehri; bunun halkı başka milletler arasında ün ve itibar kazanmak, övülmek, saygı görmek, şan ve şöhretlerim artırmak için el ele verirler. Yabancılar arasında ve kendi aralarında büyük tanınmak isterler. Her fert dilediği veya elinden geldiği kadar izzet ve ikram görmek ister Zorbalık şehri; bunun halkı başkalarını ezmeye fakat başkaları tarafından ezilmemeye çalışırlar. Bütün zevkleri zafer ve zorbalıktan ibarettir. Cimaî (cinsel haz) şehir; bunun halkı, serbest, başıboş, özgür yaşamak gayesini güderler. Yalnız diledikleri gibi yaşar ve dilediklerini yaparlar. Bu cahil şehirler umumiyetle mutlak olan krallarının istedikleri şekilde idare edilirler. Biz bu şehirlerin gayelerini cahiliye halkının arzu ve davranışlarına göre tasnif ettik.

Fâsık (Sapkın) şehir ise düşüncesi itibariyle fazıl şehirden fark edilmez. Ulu ve aziz Allahı, seva’niyi,(‘) fa’âl aklı ve fazıl şehir halkının bildikleri, inandıktan her şeyi bilirler. Fakat işleri, cahil şehir halkının işleridir. Değişmiş şehir ise, bunun halkı, eskiden fazıl şehir halkı gibi düşünüp işlerken başka fikirlerin tesiriyle değişmiş ve başka türlü çalışmaya başlamışlardır. Şaşkın şehir halkı ise, dünya hayatından sonra saadete kavuşacaklarını zannetmekle beraber ulu ve aziz Allah hakkında, sevânî (İkinciler) ve fa’âl akıl hakkında bozuk fikirler güderler... Ancak şehrin birinci reisi, kendisine vahiy nâzil olduğunu kuruntuya düşüp bu uğurda yalan söylemekten ve aldatıp aldanmaktan çekinmez.” (s.91-92)

Erdemli kentin insanları, sahip oldukları niteliklerle birbirine bağlıdır. Aralarında büyük bir toplumsal birlik, dayanışma, yardımlaşma; bu özelliklere bağlı olarak toplumsal uyum, dingin ve barış vardır. Bu nedenlerle erdemli toplum mutluluğa erişmiş olan bir toplumdur.

Demokratik cumhuriyetler, toplumda gerekli yardımlaşma, dayanışma, birlik ve bütünlüğü sağlamaya en elverişli siyasal rejimler oldukları için faziletli toplumlara en yakın yönetim biçimleridir. Buna rağmen, çağımızda da görüldüğü gibi cumhuriyetle ile yönetilen birçok toplumda yaşama anlayış ve düşüncesindeki etkilerle soygunculuk, dolandırıcılık, şiddet, cinayetler, gruplar arasında çatışmalar..vb yaygındır. Güncel olarak Kadına Şiddet, demokratik cumhuriyet rejimine rağmen toplumumuzda ve birçok toplumda yayılmış olarak görülmektedir.
 

TOPLUMLARIN ERDEMLİ TOPLUM YAŞAMA BİÇİMİNE SAHİP OLAMAMALARININ NEDENLERİ:

Erdemli kentin karakter niteliklerine toplumların sahip olamamasının iç ve dış nedenleri vardır. İç nedenler uygarlığın getirdiği, üretim türselleşmesinin bireyler arasında ortaya çıkardığı para, mal, makam tutkusu, düşkünlüğü; bağlı olarak adaletsizlik, hoşgörüsüzlük; bilgi ve bilime değer vermeme, maddi yaşama sahibi olma tutkusu, şiddet eğilimi, kötülüğü övme…vb yönünde değişen niteliklerdir. Dış nedenler; toplumların birbirleri üzerinde kötülüğü, zülmü, adaletsizliği, mal düşkünlüğünü..vb ortaya çıkaran, bireyleri birbirine düşman eden,iç çatışmaları çıkaran, aile yapılarını bozarak toplumları zayıf düşüren çalışmalarıdır.

Dış etkilerin toplumların yaşama biçimlerindeki bozucu etkileri, ülkeler arasındaki açık ve gizli büyük bir savaşın sürmesinin sonucudur. Günümüzde silah teknolojisindeki gelişme insan zihnini etkileyerek, insanları ve toplumları kendi istek ve amaçları doğrultusunda kullanacak yönde yönetip yönlendirmeye odaklanmıştır ve bu amaç yönünde büyük aşamalar gerçekleştirilmiştir. Toplumların yaşama biçimlerindeki büyük karmaşaların ortaya çıkması, bu savaş teknolojilerinin etkilerinin bir sonucudur. Aynı savaş teknolojiler, iyi yönde kullanıldığında dünya toplumlarında erdemli yaşama biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek güce ve yeteneğe sahiptir. Toplumlar iyi yaşama anlayış ve düşüncesine, toplumsal yaşama biçimine, bütün çağlardan daha kolay olarak yönlendirilerek sahip kılınabilir. Önümüzdeki yazının konusu bu teknolojiler olacaktır.

 


İsmail İNCİ,  03/03/201

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

14 Şubat 2015 Cumartesi

GÜÇLÜDEN YANA ADALET İLE EŞİT GÜÇLERE DAYALI ADALET ÇELİŞKİSİ



DİNGİN, UYUMLU (EŞİT GÜÇLERE DAYALI) DEVLET VE TOPLUM YAPISININ GÜÇLÜDEN YANA ADALET MANTIĞI İLE ÇELİŞMESİ



Savaş sonrası ortaya çıkan savaşın galibi ile mağlubu arasında barışa dayalı yaşama biçimi koşullarının oluşturduğu adaletin nitelikleri ile barış içinde eşit kuvvetlere (haklara) sahip bireylerden oluşan toplumda adaletin nitelikleri, birbirinden çok farklıdır. Bu ayrımı görmemek dingin, huzurlu, uyumlu bir toplumda adalete karşı inancı toplumlarda ortadan kaldırarak toplumsal barışın, huzurun, uyumun bozulmasına neden olur. Güçlüden yana adalet mantığının doğal ve doğru adalet olarak algılanmasına neden olan bu durum aynı zamanda toplumda savaş ortamının koşullarının oluşmasına, sonuçta kaosa neden olur.

Barış içinde, dingin, uyumlu bir toplumsal ve devlet yapısında adalet; birey ve toplulukların (dernek, parti, sendika, birlik, kuruluş…vb)  toplumda eşit güçlere (haklara) sahip olmasıyla gerçekleşir. Çünkü, “Gerçek Adalet” bu güçlerden bazılarının bazıları üzerinde baskın güce sahip olmasıyla gerçekleşmez. Tam tersine “Gerçek Adalet”, birey ve kurumların birbirleri karşısındaki zaaf ve korkularına dayanır. Bu gerçekliğin nedeni Farabi’nin el- Medinetül Fazıla adlı kitabında yazdığı gibi :”... alış verişte, emanetlerin iadesinde, öfke ve zorbalığın terkinde ve buna benzer işlerde korku, zâaf veya dış zaruret hâkimdir. Öyle ki, şahıs olsun taife olsun, her iki taraf kuvvetçe birbirine eşit olup birbirlerine karşı zorbalık ettikleri takdirde mücadelenin sonsuz uzaması ve her birinin bu yüzden çekilmez ıstıraplara katlanması lâzım gelir” (s. 111)

Barış içinde bir toplum, savaş ortamında birbiriyle güç yarışında ve kavgasında olup, birbirine galip gelmeye çalışan güçlerden oluşmuş değildir. Savaş ortamında ve savaş sonrasında galip ile mağlup arasında barış sonucunda kurulan toplumda adalet güçlüden yanadır ve Adalet, Farabi’nin de deyimi ile başkasını ezmektir: “Her doğal şey adalete uyduğundan dövüş te adaletin tâ kendisidir. Adalet başkasını ezmektir. Mağlup ise ya vücudunun selâmetini muhafaza etmek şartıyla mağlup olur; veya mahiv ve telef olarak galibe hayat alanını boş bırakır; ve yahut kötü bir durumda yaşamak şartıyla galip tarafından bir köle gibi menfaatine çalışmak zorunda olur. Bu itibarla galibince istismar edilir ve böylece galibin hayır ve mağlubu istismar etmesi adalet sayıldığı gibi, mağlubun galibe hizmet etmesi de adalet sayılır. Bu koşullarda tabi’î adalet faziletin tâ kendisidir. Bu suretle hareket etmek de faziletli fi’illerden sayılır Gâlip taife mezkûr kazançları eline geçirince onların istihsalinde en büyük yararlığı gösterene en büyük pay verilir.”(s.110)

Güçlünün adaletinden oluşan faziletli toplum görünüşte ve geçici dingin, barışçı, uyumlu bir toplum ve devlet yapısına sahiptir. Sürekli bir savaş, baskı, kuşku, korku altında bir toplumdur.

Toplumun içinde bireyler ve toplumsal örgütler arasında, değişik toplumların oluşturduğu uluslar arasında eşit güçlere (haklara) dayalı adalet, en doğru ve gerçek doğal adalettir. Eşit olmayan haklara dayalı adalet, bir bireyin veya toplumlar arasında bir toplumun eşit olmayan gücünün etkisiyle ortaya çıkar. Eşit olmayan haklara dayalı bir adalet o toplumda, sürmekte olan savaşın koşullarının bulunmasını gerektirir. Eşit haklara dayalı adalet, barışın koşullarının oluştuğu bir adalettir.

Siyasal iktidarların siyasi güçlerini kullanarak, temsil ettikleri birey, topluluk ve örgütler lehine yargıyı ve yürütmeyi etkileyerek güç kazandırmaları, toplumda dinginliği, uyumu, barışı bozar. Toplumda savaşın ve karmaşanın koşullarını hazırlar. Buna benzer olarak bir siyasal felsefenin etkisinde kalan yargının almış olduğu kararlar ile yürütmenin gücünün bazı birey, topluluk ve örgütlere güç kazandırması toplumda uyum ve dinginliği bozar. Gerçek adalet değişik düşünce sistemleri ve bu felsefi sistemlerin etkisinde toplumda oluşan yönetim biçimlerinden önce toplumdaki tüm bireylerin hak ve ödevlerinin korunmasından, eşit hak ve ödevlerinden ortaya çıkan bireylerin eşit güçlerinin korunup savunulması kurallarından oluşur. Bu nedenle, krallıkla, meşrutiyetle, oligarşi ile, cumhuriyetle vb…yönetim biçimleri ile yönetilen toplumlarda,  devletin kuruluş felsefesini de korumak zorunda olan hukuk ve yargı sistemi, toplumda “gerçek adaleti” sağlamak için devletin kuruluş felsefesi veya herhangi bir örgütün felsefi görüşünden önce toplumun bireylerinin eşit hak ve ödevlere sahip olmasını sağlamak ve korumak zorundadır. Bu zorunluluk yargının tam bağımsız karar verebilmesinin temel ilkesi olduğu gibi aynı zamanda toplumun bireylerini birbirine bağlayarak bir arada tutabilmeyi sağlamasının temel koşuludur.

Toplumlarda ve değişik toplumlardan oluşan uluslararasında dinginliği, uyumu, barışı sağlayacak, birlikte yaşama biçiminin ilkelerini bir sonraki yazıda ele almaya çalışacağız. Daha sonra da,  iletişim teknolojileri ile dünya da insanlar arasında uyumlu, dingin bir arada yaşamanın çağımızda çok daha kolay olarak gerçekleşebileceğini bilimsel olarak ortaya koymaya çalışacağız.




 
İsmail İNCİ,  14/02/2015









5 Ocak 2015 Pazartesi

TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ İLE ADALET ARASINDAKİ BAĞLAR




TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ İLE ADALET ARASINDAKİ ZORUNLU BAĞLAR

 

İnsanların toplumda birden fazla sanatı (mesleği) tam anlamıyla öğrenmesi ve o sanatta çalışması çok zor hatta olanaksızdır. Bunun nedeni insan yeteneklerinin bireylere göre farklılıklar göstermesi ve bireylerin tüm sanatları öğrenmeye ve yerine getirmeye zamanlarının olmamasıdır. Bu nedenle “toplumsal işbölümü”, bir toplumun yıllık tüketim için gereksinim duyduğu tüm mal ve hizmet ürünlerinin üretimini sağlayan ana temel yol ve tekniktir. Öyle ki toplumsal yaşama geçişin mi toplumsal işbölümüne neden olduğu yoksa toplumsal işbölümünün mü toplumsal yaşama geçişe neden olduğu sorusu, insanlık tarihinde her iki yaşam biçiminin önemi nedeniyle, çözülmesi zor bir sorudur. Ancak tüm toplumların, gereksinim duydukları yıllık mal ve hizmet ürünü üretimlerini gerçekleştirebilmek ve bu üretimin kolay, nitelikli ve bol olmasını sağlamak için zorunlu olarak “Toplumsal İşbölümüne” gitmiş oldukları gözlemlenmiş bir gerçekliktir. Bu toplumsal gerçekliğin, en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar, coğrafik yere ve zamana bağlı kalmadan, toplumsal yaşama geçiş koşulları ortaya çıktığında rastlantısal olarak değil zorunlu olarak ortaya çıktığı görülür Emile Durkheim’e göre insanların daha çok birliktelik içinde olmalarının nedeni kolektif bilinç değildir. Çünkü toplumsal olarak insanları bir arada tutan bağ, ortak inanç ve duygulardan çok, bireylerin birbirlerine olan ihtiyaçlarıdır. Diğer bir değişle, işbölümü sonucu birbirlerine yükledikleri ve birbirlerinden bekledikleri gereksinmeleri karşılama ortak anlayış ve görüşü daha çok bir arada tutmaktadır. Toplumdaki düzen ve dayanışmanın kaynağı da işbölümü ve uzmanlaşmadır.

Toplumsal işbölümü, toplumda üretim alanları olan sanatlara karşılık gelir. Çiftçilik, denizcilik, fırıncılık, berberlik, doktorluk, askerlik..vb  Bu sanatların her biri toplumların üretimlerinin yetkinlik alanlarıdır. Bu yetkinliklerin her biri toplumlarda bir toplumsal kesime, (tabakaya, sınıfa) karşılık gelir. Her toplumsal tabakanın, üretimden almış olduğu pay, özellikle teorik akıla dayanan bilimsel, yönetimsel sanatlarla, pratik akıla dayanan bedenin eylemine dayanan sanatların toplumsal gelirden almış oldukları pay arasında farklılıklar bulunur. Bunun nedeni de Pratik Sanatlar (meslekler) yaşam için gereklidir ve genelde insan doğasında vardır:  “Teorik akıl” ise zor bulunan bir yetenek ve erdemliliktir. Pratik sanatlar zorunluluktandır ve insanların çoğunda bulunan bir yetkinlik (meslek) tir, oysa teorik akıl daha üst bir duruma( yaşama biçimine) geçmek içindir.

 İnsanların istek ve tutkularını engelleyememeleri ve daha çok toplumsal gelirlerden pay sahibi olmak istemeleri,  bağlı olarak meslekler arasında geliri daha yüksek sanatları ele geçirmek istemeleri, yasaları çiğnemelerine neden olmaktadır. Adalet, toplumsal düzeni sağlayan yasalara saygı duymaktır, ancak bu anlamda, herkesin toplumsal işbölümüne, üretimine, sanatına makamına, rütbesine saygı duymasıdır.

Platon “Devlet” adlı ünlü kitabında devletin yapısını işleyiş mekanizmasını ele alırken önce adaleti (doğruluğu) araştırır. Platon, “Doğruluğun iyi olduğunu savunanlarla, eğriliğin iyi olduğunu savunanlar çoktur”, der.  Eğrilikten zarar görmekten bıkanlar, eğriliği iyi olarak savunurlar. Eğrilik cezalandırıldığında da kötü olarak savunurlar. Eğrilik de, doğruluk da kişinin iyiliği ve yararına eylemlerdir. Ancak özünde yararlı olan doğruluktur.  Doğruluğu savunabilmek, en büyük İyi olduğunu tanıtlayabilmek için en iyi yol, toplumdaki eğrilik ve doğruluğun nasıl ortaya çıktığını araştırmaktır. Toplumlar, tek kişilerin gereksinmelerini karşılayamamalarından doğmuşlardır. Her bireyin ayrı bir sanatla uğraşmasıyla gereksinmeler daha kolay karşılanır. Çiftçilik, kunduracılık, hekimlik,denizcilik..vb. böylece ortaya çıkar. Toplumda herkesin tek bir sanatı vardır, çünkü işbölümü zorunluluktur.

Zorunlu gereksinmelere karşılık gelen sanatların yanı sıra toplumların refahı arttıkça, zorunlu olmayan sanatlar da ortaya çıkar. Bekçilik: savaşçıların mesleği, aşırı mal edinme isteğinden değil, yaşamak zorunluluğundan ortaya çıkmıştır. Hangi sanatta olursa olsun, kişilerin işbölümünde üzerinde düşen en aşağı görülen bir iş olsa da en iyi biçimde o işi yapması, diğer işleri ele geçirmek için çabalamaması hırslanmaması gerekir.

Platon Doğruluk (adalet) üzerine yapmış olduğu araştırmasının sonunda toplumda adaletin sağlanmasını, herkesin üzerine düşen işi en iyi biçimde yapmasında, ayrı yetenek sahibi olarak işlerini yapan kişilerin birbirlerinin işlerine karışmamasında görür. Kitaptaki ilgili olan önemli diyalog şöyledir:

"…Buna karşılık, doğuştan zanaatçı olan ya da başka bir işle para kazanan kimse,
sonradan zenginliği, yandaşlarının çokluğu, gücü veya bunun gibi başka bir şeyle
gururlanarak askerlik rütbesine yükselmeye kalkışırsa ya da askerin biri, kentte
öğütçü ve koruyucu rütbesine, layık olmadığı halde çıkmak isterse, bunlar da
araçlarını, işlerini değiştirirlerse veya bir adam bütün bunları bir arada yapmaya
kalkışırsa, o zaman bu değişimin ve başka başka işlerle uğraşmanın kent için yıkıcı
olduğunu, sanırım, benim gibi sen de düşünürsün.''
"Tümüyle.''
"O halde kent için en büyük yıkım, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması,
işlerini değiştirmesidir. Buna da gayet haklı olarak en büyük suç denilebilir.''
"Kesinlikle."
"Kendi kentine karşı en büyük suçu işlemeye de adaletsizlik demez misin?''
"Nasıl denmez?'
"Demek, adaletsizlik işte budur.'
" Şimdi düşüncemizi tersine çevirip şunu söyleyelim: Para kazanan yardımcı,
koruyucu sınıflarının, deminkinin aksine, meslekte kalışına, yani her sınıfın
kentte yalnızca kendi işiyle uğraşmasına adalet denilebilir. Kenti adaletli yapan
da budur.''

İnsanda şu üç yanı görürüz: istekler, usun istekleri düzenlemesi, bu düzenleme eyleminde ortaya çıkan enerji. Öfke=yiğitlik, akıl yanı=bilgelik. İsteklerin usun denetiminde dengelenmesi=ölçülülük. Doğruluk ise, bu üç öğenin kendi alanlarına giren işleri yapması, birbirlerinin işlerine karışmaması. Adalet, büyüklere ve yasalara saygı(makam ve rütbeye itaat, yasaları çiğnememe)dır. Bu da herkesin üzerine düşen işi yapması, başka doğaların işlerine karışmamak ile olur. Kentteki adalet de bireylerin sahip oldukları adalet ile gerçekleşir. Kişisel düzeyde adaletin gerçekleşmesi kişilerin öfke, istek ve ölçülülüklerini denetim altında bulundurmalarına bağlıdır.

"Gerçekten adaletin bunun gibi bir şey olduğu anlaşıldı; ama bu, insanın dış
edimlerine değil, iç edimlerine, yani gerçek benliğine ve kendinin olan şeylere
uygulanır. Adaletli insan kendindeki her kısmın kendine yabancı işler görmesine,
ruhundaki kısımların birbirinin işini yüklenmesine izin vermez; tersine, sözcüğün
gerçek anlamıyla kendi evini pek güzel düzene kor, kendi kendine egemen olur, bir
düzen kurar, kendi kendine dost olur, tıpkı müzikteki pes, tiz, orta ve aradaki
bütün öteki perdelerin uyumu gibi, kendindeki üç kısmı uyumlaştırır. Bunları
birbirine bağlar, birçok öğeden oluşmuşken bir birlik haline gelir, ölçülü, uyumlu
olur. Ancak bu duruma geldikten sonra, ister para kazanmakta, ister vücut
bakımında, ister bir devlet işinde ya da özel işlerinde eyleme geçer. Bütün bu
işlerde bu durumu koruyan, bu durumun sağlanmasına yardım eden eylemleri adaletli
ve iyi eylemler sayar, bunları bu biçimde niteler, bu eylemleri yöneten bilgiye
bilgelik, bu durumu çözüp bozan eyleme de adaletsizlik, bu eylemi yöneten yargıya
bilgisizlik der.''

Platon’un sözünü ettiği adalet durumu özetle; herkesin kendi işiyle uğraşması ve en iyi biçimde toplumsal işbölümünde üzerine düşen işi yapmasıdır.     Adaletin gerçekleşmesi ve uygulanması ise toplumun tümel bilgisine(teorik) sahip liderlerin (ve takım arkadaşlarının) başta bulunmasına bağlıdır. Toplum bireylerinin bir meslekte kendi işlerini yapmalarının, kendi zanaatlarını benimsemelerinin, başka zanaatların gelirlerine imrenmemeleri ve uzanmamalarının;  hırsızlık ve sahtekârlık, yalancılık yapmamalarının;  bireylerin zanaat sahip olacak eğitim ve meslek alanlarının koşullarının hazırlanmasının sağlanması liderin ve iktidarının görevleridir.

Toplumun her kesiminde en alt gruptaki meslekleri yapacak olanlar çıktığı gibi, en üst gruptaki meslekleri (bilimsel ve yönetimsel, teorik akıla dayanan meslekler) yapacaklar da bulunur. Önemli olan bu meslekleri yapacak olan yeteneğe sahip olanların önünün açılmasıdır. Ünlü filozof İbni Rüşt, Platon’un Devlet’inin çok önemli bir şerhi olan ve toplumbiliminin ilk temellerini attığı ünlü eseri  “Siyasete Dair Temel Bilgiler” adlı kitabında bu konuya çok önem verir. Çünkü, toplumda gerçekten her bireyin yetenekli olduğu işi yapması bir yandan adaletin sağlanması için zorunludur, diğer yandan da, toplumun gereksinmelerinin karşılanması için büyük bir zorunluluktur. Herkesin gerekli öğrenim ve eğitimi alarak yetenekli olduğu alanda çalışması, toplumların tüketimleri için yeterli üretimin ve üretimde verimliliğin sağlanmasının temel ilkesidir: “…çocuklar, genellikle sınıf olarak size [ailelerine] benzerler. Ne var ki, gümüşten altın, altından da gümüş türeyebilir ve diğer sınıflar da böyledir. Allah yöneticileri, koruyucuların dikkate alınması konusunda [siyasal kadroların en yeteneklilerden oluşturulmasında], onların doğalarını güçlendirmekten, (farklı) karışım malzemelerinden oluşması muhtemel olanları araştırmaktan başka bir şey ile görevlendirmemiştir… Eğer bunlar (:alt düzeydeki sınıflar) arasında altın ve gümüş doğası üzere tasarlanmış birine rastlarlarsa onu da saygın bir konuma getirirler.” (s.79)


 
 
 Bireysel akıl ve yetenekten gelen yatkınlıktan çok, ailenin istek ve zorlaması üst meslek gruplarına yönelme ve bağlı olarak gelire dayanan bu statünün korunma çabası her devirde olduğu gibi günümüzde de görülmektedir. Geçmiş devirlerde, kastlaşma biçiminde korunan bu durumun, günümüzde, eğitimin devletlerin temel görevi olarak ele alması ile eğitimin toplumsal tabakalar arası geçişler için temel kaynak olması ile önem ve değeri kalmamış, toplumsal-ulusal eğitim, anlayış ve kavrayış olarak da toplumların yararına bir durum dolarak görülmeye başlanmıştır. Eğitimin genelleşip toplumsallaştığı çağımızda, alt sınıflarda üst sınıfların işlerini yapabilecek yaratılışta insanlar, büyük oranlarda varlığını gösterir: Toplumsal katmanlar arasında bu geçişler toplumların ilerlemesinin, uygarlaşmasının, zorunlu koşulu durumuna gelmiştir. Çoban bir aileden gelen çocuk, devlet yönetiminin en üst kademelerine, cumhurbaşkanlığına kadar gelebilmektedir. Demokratik yönetimlerin vazgeçilmez yönetim biçimi olarak kabul edilmesinin temel nedenlerinden birisi de adaletin,  üretimin, üretimde verimliliğin zorunlu koşulu olan işbölümleri arasındaki geçişleri kolaylaştırmış ve yasal düzenlemelerle toplumda kabul edilir duruma getirmiş olmasındandır



İsmail İNCİ,  05/01/2015
 



SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...