19 Mart 2020 Perşembe

CORONA VİRÜSÜNÜN ÇIKIŞI, YAYILIŞI VE ÖNLEMLER





CORONA VİRÜSÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI VE YAYILIŞI ÜZERİNE BİR VARSAYIM




     Corona virüsünün dünya çapında yayılan bulaşıcı bir hastalık olarak kendini göstermesi, gelişen olaylar gözlendiğinde, görülen kanıtlara bağlı olarak, hastalığın ilk ortaya çıktığı zaman diliminde büyük bir komplo olduğu düşüncesinin tersine büyük bir çevre felaketinin sonucu olduğu anlaşılmaktadır.
     Corona Virüsünün ortaya çıkışı ve yayılışı üzerine bir varsayım: Corona virüsü Avustralya’dan,  Eylül 2019’da ortaya çıkan ve altı ay süren orman yangınları sonucunda “bitkisel ve hayvansal” mikroorganizmaların yeni yaşam alanlarına taşınması sonucu ortaya çıkmış ve yayılmıştır.
    Uzmanlar bu orman yangınlarında 6 milyon hektardan fazla alanın kül olduğunu belirtiyor. Bu alan, iki Belçika büyüklüğünde toprak parçası demek.
     Dünya doğayı koruma vakfı (wwf) Avustralya, yaptığı en son açıklamada 1,25 milyar hayvanın hayatını kaybettiğini tahmin ettiklerini belirtti.




NASA'nın yayımladığı uydu fotoğrafları, Avustralya'da soyları tehlike altında olan pek çok hayvan türüne ev sahipliği yapan Kanguru Adası'nın üçte birinin yandığını gösteriyor.


     “Yüksek bir binanın 21’inci katındaki ofisimin doğuya bakan penceresinden, yaklaşık iki kilometre ötede bulunan ve normalde rahatça gördüğüm Sydney Opera Evi’ni günlerdir göremiyorum. Sebebi, Avustralya’da aylardır süren ve karabasan gibi üzerimize çöken orman yangınları… Aşağı inip dışarı çıkıyorum. Sokaklar, hava kirliliğinden etkilenmemek için maske takan insanlarla dolu. dumanlar günün en aydınlık saatlerini turuncuya kaçan bir karanlığa boyuyor… Yanan alanlardan çıkan dumanlar 3 bin kilometre ötedeki Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrini bile etkiliyor. Coğrafyaya sıcak ve kurak hava ile şiddetlenen alevler hükmediyor artık. Yaklaşık 600 derecelik alevlerin yol açtığı bulutlar (pyrocumulonimbus), yıldırım fırtınalarına yol açıyor”.( s. 48,avusturalya yangınları, atlas, şubat 2020)
    Çıkan dumanların etkisi sonucu Aralık ayının başlarında Sydney’de hava kirliliği tehlikeli düzeyin onbir katı düzeyine ulaşmış bulunuyordu. Kasım 2019 ayı ülke tarihinde kayda geçen en kurak ay olmuştur. 2019 yılı hava sıcaklığı ortalaması 1961-1990 yılları arası ortalamasından 1,52 derece daha yüksekti. Avustralya küresel ısınmanın etkisinin en şiddetli hissedildiği bölgelerden biridir. Avustralya’da yangınların kıtanın her yerinde geniş alanlara yayılmasının nedeni bu hava sıcaklığı ortalamasının artışına bağlı olarak yağışların son yıllarda iyice azalarak toprağın çoraklaşması, kuruyan bitki örtüsü ve toprağın yangına karşı direncinin kaybolmasıdır.


Avrupa Uzay Ajansı (ESA) astronotlarından Luca Parmitano, Avustralya’yı felakete sürükleyen yangını Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (ISS) görüntüledi.
Milyonlarca hektar alanı küle çeviren alevlerin dumanları Avustralya semalarını sararken, Parmitano o sahneyi Twitter hesabından paylaştı. Parmitano, facianın boyutunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyan fotoğrafların altına ise, “Kül bulutları Avustralya’yı sardı” notunu düştü.


    Avustralya okaliptüs ağaçlarının tohum keseleri sıcak ve kuru hava şartlarında açılır ve rüzgârlarla kilometrelerce uzaklara taşınarak toprağa düşer. Eylül 2019’da çıkaran tüm kıtaya yayılan ve altı ay süreyle devam eden yangınlarda, Dünya Doğayı     Koruma Vakfı (WWF) Avustralya’nın, yaptığı açıklamada hayatını kaybeden 1,25 milyar hayvandan gökyüzüne savrulan mikroorganizmaların içinde bu bitkisel mikroorganizmalar da vardır.
     ABD'nin uzay kurumu NASA'nın bu sezon Avustralya'da çıkan tüm yangınların görüntülerini birleştirerek oluşturduğu grafik, dünya çapında tüm insanlara "Bir kıta yanıp kavrularak yok oluyor" dedirtti.


Avustralya'nın çeşitli bölgelerinde çıkan orman yangınları aylardır devam ediyor. Queensland, New South Wales, Victoria, Tasmania ve South Australia eyaletlerindeki yangınlar vahşi yaşam alanlarını büyük ölçüde yok etmiş durumda. En büyük yangınların görüldüğü New South Wales eyaletinde milyonlarca hektar alanın kül olduğu belirtiliyor.                                                                                                                       

     Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) bünyesinde çalışmalarını sürdüren bilim insanlarına göre, Avustralya yangınları nedeniyle ortaya çıkan duman bulutu, dünyanın çevresinde en az bir kez dolaşacaktır. Yeni Zelanda'nın ötesinde, 8 ocak'a kadar, duman Dünya’nın yarısını dolaştı, Güney Amerika'ya geçerek gökyüzünü puslu hale getirdi ve renkli gündoğumu ve gün batımlarına neden oldu. 


Avustralya'yı ve de tüm dünyayı kasıp kavuran yangın sezonu uzaydan görülebiliyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) uzay programı NASA'nın uyduları, Eylül ayının başından bu yana Avustralya genelinde bir milyondan fazla kızılötesi ısı işareti (yangın) tespit etti.

     Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsüne bağlı uzaktan algılama birimi,  Twitter'dan Avustralya'daki dumanların 12 bin kilometre katederek Brezilya'nın güneyindeki Rio Grande Do Sul Eyaletine ulaştığını gösteren uydu görüntülerini yayınladı. Meteoroloji şirketi Metsul ise Twitter'dan yaptığı paylaşımla, dumanların eyalet başkenti Porto Alegre'ye ulaştığını bildirdi. Şili meteoroloji servisi de pazartesi günü dumanların Şili ve Arjantin'den de görülebildiğini duyurmuştu.
     Görünmez kimyasal bileşikler Güney Yarımkürede havada dolaşmaya başlıyor.  Avrupa Uzay Ajansına ait bir hava kirliliği uydusu, artan karbonmonoksit seviyeleri tespit edildiğini ve bu atmosferi soluyan çok sayıda insanların zehirlenebileceğini belirtiyor. 

   
  Bu olgu, Güney Amerika kıtasında hiçbir taşıyıcı insan bulunmamasına rağmen Corona Virüsünün görünmesinin en mantıklı açıklamasına kanıt oluşturur: Küresel çapta ortaya çıkan çevre felaketi,  bulutlarla mikroorganizmalar Güney Amerika kıtasına taşınmış ve Corona Virüsü kıtaya bulaşmıştır.
     Dumanın dünya çapında en az bir tam devre yapması ve Avustralya üzerindeki göklere bir kez daha dönmesi bekleniyor. Bu devir nedeniyle, hastalık alınan önlemler ile ortadan kalkmış olsa bile gerekli önlemlerin alınmaya devam edilmesi gerekebilir.
     Dünyanın en büyük kömür ihracatçılarından olan Avustralya, 20 yıldır Çin çelik endüstrisinin bir numaralı fosil yakıt sağlayıcısıdır. Virüsün ilk kitlesel olarak göründüğü Çin’in Wuhan şehri sanayinin gelişmiş olduğu ilk üç şehirden birisidir. Virüsün bir yandan bu fosil yakıtlar aracılığı ile gizlenerek, diğer yandan kıtanın kuzeyinde de çıkan orman yangınları ile taşınmış olduğu düşünülmelidir.
     Avustralya'da çıkan yangınlar, sadece kıtayı değil, tüm dünyayı etkilemektedir, çünkü stratosfere çıkan bulutun binlerce kilometre yol alması fazlasıyla olağan bir durum ve bu bulutlar, bölgesel olarak geçici sera etkilerine neden olabilir.

     Yangınlar nedeniyle stratosfere ulaşan dumanın Dünya’nın çevresini en az bir kere dolanacağı gerçeği, Corona Virüsünün dünya çapında bulaşıcı olma nedenine de tam bir açıklama getirmektedir.
     Corona Virüsünün Orman Yangını Bulutları ile ortaya çıkmış olması, soğuk algınlığı ile ortaya çıkan grip virüsünden niçin farklı olduğunu gösterir. Bu nedenle havaların kısmen ısınması Corona Virüsünün tamamen ortadan kalkmasına neden olmayabilir.
     Hastalığın tedavisi ve hastalıktan korunma yolları, Corona Virüsünün bu çıkış ve yayılış nitelikleri düşünülerek, atmosferdeki bulutların bileşimi üzerinde araştırmalar yapılarak bulunabilir. Ancak ilk adım olarak erken tanıda bulunmak ve erken tanı sonucu güçlü antibiyotik tedavileri uygulamak önem taşır. Polen alerjilerinde uygulanan anti alerjenler ve alerji aşıları etkili olabilir…. 


                              İsmail İNCİ,  18/03/2020
                        ismailinci60@gmail.com
                             www.facebook.com/bgi.inci
                             https://twitter.com/ismailinci



 



   


   






3 Şubat 2020 Pazartesi

EKONOMİK DURGUNLUK VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ



EKONOMİK DURGUNLUĞUN (DARALMANIN-BUHRANIN) TEMEL NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

     Türkiye ekonomisi 2018 yılının Ekim ayından bu yana bir durgunluk-daralma(resesyon) içinde bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), son üç Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında (25 Temmuz, 12 Eylül ve 24 Ekim) para politikası faizini 10 puan

aşağı çekti. Böylece para politikası faizi yüzde 24’ten yüzde 14’e kadar indi. Ancak
bu faiz indirimlerine rağmen iç talepte hala belirgin bir canlanma gözlenmiyor. Bunun nedeni de Tüketici Güven Endeksinin hala çok düşük olması. Tüketici Güven Endeksi, İktisadi birimlerin ekonomiye duydukları güvenin düzeyini anketler yoluyla ölçerek ortaya koyan endekslerdir. Söz konusu olan endekste 100’ün üzerindeki değerler tüketici güveninde iyimser duruma, 100’ün altındaki değerler ise tüketici güveninde kötümser duruma işaret eder. TCMB ile Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksinin değeri Ekim ayında yüzde 57 olarak gerçekleşti. Tüketici Güven Endeksinin ekim ayındaki değeri tüketicinin oldukça kötümser olduğunu gösteriyor. Tüketicideki bu aşırı kötümserlik bir yıldan beri yüzde 60’ın altında bulunuyor. Tüketicinin kötümserliği nedeniyle ekonomideki bu durgunluk önceki yıl 2018-2019 yılındaki ekonomik durgunluktan bile daha kötü durumda bulunmaktadır. Bu durum İç Talebin gerilemesine ve buna bağlı olarak ekonominin yavaşlamasına ve küçülmesine neden oluyor.

                                

      Aslında Ekonomik durgunluğa neden olan bu endekse “ Tüketici Güven Endeksi” deyimi yerine “Tüketici Talep Yetersizliği Endeksi” demek, sorunu açıklayıcı bir terim olarak daha uygun olacaktır*. Çünkü ekonomimizdeki durgunluğun temel nedeni, döviz kurundaki artışlara bağlı olarak toplam mal ve eşya fiyatlarında oluşan büyük artışlar sonucu tüketicilerin satın alım güçlerinin düşmesiyle, talebin çok büyük oranlarda düşmüş olmasıdır.

     Pazar Ticari faaliyetlerin seyri konusunda önemli bir gösterge niteliğinde olan kamyon pazarı,… OSD Yönetim Kurulu Başkanı Haydar Yenigün, “Yılsonunda pazarın 8 bin adet seviyesinde kalacağını tahmin ediyoruz” diyor. Üretim Kamyon ihracatında artış yaşanmasına rağmen iç pazardaki daralma nedeniyle üretim, yılın ilk 8 ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 29, 2015 yılının aynı dönemine göre ise yüzde 43 daraldı. En önemli sorunun iç pazarın ulaştığı vahim tablo olduğunu söyleyen Yenigün, birçok yatırımın sonlandığını belirtiyor. (Sy. 22,  CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019)

      Türkiye genelinde 13 bin üyesi bulunan Makine İhracatçıları Birliği’nin (MAİB) başkanı Kutlu Karavelioğlu: “… iç pazara baktığımızda da birçok sektördeki daralmayı makine sektöründe de görüyoruz”… artan işsizlik oranları ve yüksek enflasyonun alım gücü üzerindeki etkisinin yurt içi tüketimi, üretimi ve yatırımları olumsuz etkilediğini dile getiriyor. Teçhizat yatırımları 5 çeyrektir düşen makine sektöründe iç pazarın yüzde 20-25 oranında daraldığını ifade ediyor. “Kapasite kullanım oranlarındaki düşüklük göz önünde bulundurulursa, teçhizat yatırımları 2020 yılının ilk yarısından önce artmayacak” (Sy. 44, CAPITAL dergisi, sayı: 11 / 2019)
      Ekonomideki durgunluğa (resesyona) ve bunalıma etki eden en önemli etkenler, döviz kurundaki aşırı artışlar ve dalgalanmalar sonrası fiyatlardaki artışlar, yüksek enflasyon, faizlerdeki artışlar; bu etkiler sonucu yurt içi tüketimin düşmesi; tüketimin düşmesinin üretimi ve yatırımları olumsuz etkilemesidir. Talebin düşmesi sonucu satışların düşmesine bağlı olarak şirket gelirlerinin düşmesi, döviz kurundaki artışa bağlı olarak borç miktarlarının yükselmesi ödeme vadesi gelen borçların oranlarını çok büyük miktarlarda arttırdığından konkordato ilan eden şirket sayı çok miktarlarda artmıştır. Tüm bu etkenlere bağlı olarak istihdamın düşmesi, işten çıkarmalar sonucu ortaya çıkan yüksek işsizlik, toplam talebi daha da kötüleştirdiği gibi toplumsal güvenliği, huzuru da tehdit edecek duruma geliyor. Son açıklanan verilerle Temmuz 2019’da da işsiz sayısı 4 milyon 596 bin kişi olarak hesaplanmıştır.

    Doğuş Otomotiv CEO’su Ali Bilaloğlu: “Otomotiv pazarı 2018’in ilk çeyreğini yüzde 2 artışla tamamlarken ikinci çeyrekte yüzde 20’lik, üçüncü çeyrekte ise yüzde 51’lik daralma gerçekleşti” diyor. (sy. 80, CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019, Nilüfer Gözütok Ünal)

    Polat Holding CEO’su Baran Demir, yapı malzemeleri sektöründe kapasite kullanımının yüzde 50-70’e, EBITDA marjının yüzde 10-15’e gerilediğini söylüyor. “Sektörümüzde girmesi kapasite kullanım oranını, dolayısıyla kârlılık ve istihdam talebin bekleme değerlerini düşürdü, bitmiş ürün stok miktarlarını artırdı. Teknolojik yatırımlar minimum düzeye
indi” diyor.   (sy. 80, CAPITAL Dergisi, Sayı: 11 / 2019, Nilüfer Gözütok Ünal)

                            


     EKONOMİK DURGUNLUKTAN ÇIKIŞ VE HIZLI BÜYÜME SÜRECİNE GEÇİŞ:
    Ariş Pırlanta Yönetim Kurulu Başkanı Kerim Güzeliş, sektör oyuncularının çeşitli kampanyalarla cazibe yaratmaya çalıştığını dile getiriyor. “Üründe araştırma, geliştirme çalışmaları hızlandırılırken hizmette farklılaşma yönünde çabalar var. Devletin sağladığı desteklerle uluslararası fuarlara katılarak ürün ve hizmet geliştirmeye çalışılıyor. Yeni pazarlarla ilgili araştırma ve ziyaretler yapılıyor” diye konuşuyor. İbrahim Polat Holding CEO’su Baran Demir, sektörde stok fazlası ürünlerin düşük fiyatlarla yurt içi pazara sunulduğunu söylüyor. “Yurt dışı talep miktarı artırılarak yurt içindeki eksik satışlar azaltılmaya çalışılıyor” diyor.

    “Prontotour Yönetim Kurulu Başkanı Ali Onaran, Suriye sorununun sona ermesiyle pazarda 2 yıla yakın zamandır ertelenen talebin harekete geçeceğini düşünüyor. Sarkuysan Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Çaycı, dahili iç pazardaki talebin hareketlenmesinin ülkenin ekonomik ve politik istikrara kavuşmasıyla mümkün olacağını ifade ediyor. TÜRKBESD yetkilileri, “Beyaz eşya talebinin, ekonominin genel seyrine paralel hareket etmesi bekleniyor” diyor. Silverline CEO’su Mustafa Laçin de beyaz eşya sektörü için 2021’de toparlanma önmotiv görüyor. CMS Yönetim Kurulu Başkanı Ünal Kocaman da, “Talebin hareket geçmesi için Kasım ve Aralık aylarındaki enflasyon rakamları, TCMB’nin faiz indirim oranları (ECB ve FED faiz kararlarıyla beraber) ve Suriye sorunun çözümü öne çıkıyor. Buna baktığımızda talebin 2020 yılının ilk veya ikinci çeyreği ile beraber harekete geçebileceğini tahmin edebiliriz” diye konuşuyor. Alpet Genel Müdürü Ali Murat Yeşilyurt da siyasi gerginliklerden dolayı talebin ne zaman harekete geçeceğini yorumlamanın zor olduğunu dile getiriyor, “Her şeye rağmen kredi faizleri düştükçe ekonomi canlanacak” diyor.

     Birçok şirket, ihracata ağırlık vererek, yurt içindeki satışlarının düşüşünü yurtdışı satışlarla telafi etme çabasına yönelmiştir. Yurt içi düşen talep artışını, artan enflasyon oranlarına direnerek mal fiyatlarında düşük fiyatlar belirleyerek, düzenledikleri değişik kampanyalarda düşük fiyatlarla satışlar yaparak arttırılmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası para politikası faizini 10 puan indirerek, faizleri yüzde 24’lerden yüzde 14 oranlarına düşürmüş, bu yolla enflasyonu,  fiyatları düşürmeyi ve frenlemeyi, bağlı olarak yurt içi talebi arttırmayı amaçlamıştır. Ancak son yapılan endeksler “Reel perakende satışlardaki düşüşün hız kesmekle beraber devam etmesi iç talepteki zayıflığın hala sürdüğünü gösteriyor. İç talep zayıfken sanayi“…üretiminin artışa geçmesi ise ihracattan ve biraz da geçen yıldan
beri eriyen stokların bir bölümünün yerine konulmaya çalışılmasından kaynaklanmış olabilir. Bu gelişmelerin sonucu üçüncü çeyrekte ekonomide sıfır dolayında bir büyüme çıkması olacak gibi görünüyor. Üçüncü çeyrekte ekonomide sıfıra yakın bir küçülme çıkabileceği gibi sıfırın biraz üzerinde bir büyüme de çıkabilir”  ( s.43, Capital Dergisi, Sayı: 12/2019 ) 

     Türkiye’de kriz yıllarından sonra ekonominin hızlı büyümesi alışıldık bir durum. 1994, 2001 ve 2008-2009 krizlerinden sonra böyle olmuştu. Ancak bu seferki durum biraz farklı görünüyor. Siyasi sorunlar yüzünden ekonomik kamuoyundaki geleceğe güvensizlik hala sürüyor. Yurt dışından kaynak girişi de bir türlü hızlanmıyor. İç talebe dayalı ve yurt dışı kaynaklara bağımlı bir yapıya sahip olan Türkiye ekonomisinin bu şartlar altında yeniden hızlı büyümeye geçmesi zor görünüyor…” (sy.32, dr. Orhan Karaca,  Capıtal Dergisi, Sayı: 11 / 2019)
    İç ve dış Ekonomik Birimlerin ekonominin geleceğine olan güven ve inancı yeniden yükselmedikçe, yurt dışından kaynak girişini engelleyen iç ve dış siyasal sorunlar giderilmedikçe yatırım, istihdam, üretim ve talebin yükseltilmesi mümkün değildir.

                                                     

     Döviz kurundaki yükselişlerin önlenmesinin en önemli çözüm yollarından birisi, bol miktarda döviz girişini sağlayan yabancı yatırımların çoğalmasıdır. Yabancı yatırımların hatta yerli yatırımların, sonuçta üretim ve istihdamın artışı bir ülkedeki, “yatırım güveni ortamının” varlığına bağlıdır. “Yatırım güven endeksi”, yerli ve yabancı yatırımcının kendini yasal güven altında kendini hissetmesine bağlı olarak yükselir. Mal, can ve hak arama güvenliğinin bulunmadığı bir ülkede ne yabancı yatırımcı ne de yerli yatırımcı yatırım yapmak ister. Demokratik ilkelerle  yönetilen bir ülkede, yatırımcılar kendilerini tam olarak güvende hissederler. Demokratik yöntemlerin tam olarak uygulandığı ülkelerde ekonomik yatırımlar, bilimsel ve teknolojik gelişmeler sağlanabilir. Demokratik yöntemler uygulanmadığı sürece, yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, kişi ve kurumlara baskı yapma, rüşvet, gasp, hırsızlık kontrol altına alınamaz. Böyle bir ülkeye yabancı yatırımcılar gelerek yatırım yapmaz.
     
     Uzun yıllar iktidarda kalan bütün büyük siyasi partiler, üyelerinin ve kadrolarının yozlaşarak, bozulması sorunları ile  karşı karşıya kalırlar.. Bu yozlaşma ülkenin her alanındaki kurumlarının işleyişine yansıyarak, ülkenin de yozlaşıp bozulmasına, gerilemesine,  güvenliğinin kalmamasına neden olmaktadır.

     Doğru ya da yanlış, hiçbir kişisel görüşe sahip olmayan, bukalemun gibi her renge bürünen, her yöne kayan kişiler, maddi ve manevi kazanç sağlamak için, zaman içerisinde iktidar partisi içine sızarak önemli mevkilere gelmektedirler. Parti'nin geçici olduğuna ve zamanla yok olacağına inanan bu kişiler, önemli mevkilerde kaldığı süre içinde en kısa zamanda ev, değerli eşya ve tarım arazisi satın alarak, emlak spekülasyonu, borsacılık, kaçakçılık gibi kanundışı kazançlar sağlamak için fırsat kollarlar. Bunlar kendi amaçları doğrultusunda ülke ekonomisini Parti ve devlet mekanizmalarını sömürürler. Bu durum yatırımları da etkileyerek ülke ekonomisinin dengelerinin bozulmasına neden olur.

     Mali ve siyasi itibarlarından kuşku duyulan, güven duygusunu yitiren hükümetler uzun vadeli tahvillerini satmakta zorlanır ve çok sık aralıklarla çevrilen, büyük miktarlarda kısa vadeli ve yüksek faizle borç almak zorunda kalırlar. Yüksek faizle borçlanma ileriki zaman diliminde ülkenin mali yapısının bozulmasına neden olarak,  ekonomide daralma ve durgunluk oluşturur. Devlet,  borçlarının ödenmesi için su, elektrik, doğal gaz, benzin, emlak vergisi..vb gibi tüketim mallarına ve vergilere yapmış olduğu yüksek zamlarla tüketicilerin piyasadaki taleplerini düşürür. Ekonomik durgunluğun en önemli etkenlerinden biri de kamunun aşırı, hesapsız, plansız keyfi harcamaları; kamunun değişik mevkilerindeki yolsuzluklar sonucunda ortaya çıkan kamu borçlarıdır. Bu nedenle Fiyat Artışları, enflasyon,  sadece faizlerin düşürülmesi ile düşmeyecektir. Enflasyonun yükselmesine neden olan aynı zamanda kamu açıkları ve kamu hizmetlerine yapılan zamlardır. Kamu açık ve borçları toplam talebi büyük ölçüde düşürerek ekonomik durgunluk ve bunalımların en büyük nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkar.    
      Deflasyon yani paranın değerinin devalüe edilmesi, değerinin düşmesi veya düşürülmesi ile satın alma gücünün düşmesi, ekonomik durgunluğu ortaya çıkarır. Deflasyon ve ekonomik durgunluk birbirine bağlı ekonomik olaylardır.
     Türk ekonomisindeki bugünkü durgunluk, aşırı döviz talebine bağlı olarak dövizin aşırı değerlenmesinin bir sonucudur. Bu durumun sonucu, birtakım sosyal ve siyasal etkenler tarafından da desteklenerek paranın devalüe olması ile satın alma gücünün yüzde yüz oranlarda düşmesi ile ekonomi resesyona ardından da depresyona (bunalıma- krize) girmiştir. Tüketimin düşmesi, üretimin düşmesini, üretimin düşmesi işsizliği ve iflasları zorunlu ekonomik olgular olarak ortaya çıkarmaktadır. Devletin kamu gelirlerini kullanarak ekonomik kriz içindeki her alandaki esnaf ve iş adamlarını kurtarmaya kalkışması ile bu ekonomik krizden çıkılması olası değildir. Bu kamu açıklarını daha fazla arttırarak ekonomiyi stagflasyonun egemen olduğu bir ortama sürükler. Toplam talep artmazken, fiyatlar daha da yükselir. Bugünkü ekonomik bunalıma yol açan önemli bir neden de stratejik olsun olmasın, ürün üretimi yapsın yapmasın, ihracatı desteklesin desteklemesin, zor durumda olan büyük küçük şirketlerin kamu gelirleri ile desteklenmesinin sonucudur. Bu ekonomik uygulamalarla verimlilik ve üretim düşürülmüştür. Dört milyona yaklaşan Suriyeli ve diğer yabancı mülteciler de dahil olmak üzere üretmeden tüketim yapan kesimler çoğaldığından, tarım ve hayvancılık da dahil doğrudan üretim yapan kesimler yeterli ve ağırlıklı olarak desteklenmediğinden, üretim yetersizliğine bağlı olarak enflasyon artışlarına neden olunmuştur.
     Bugünkü ekonomik durgunluk ve ekonomik düşüş, isteğe bağlı tasarruftan ve isteğe bağlı tüketim harcamalarından vazgeçmekten kaynaklanmamaktadır, tersine fazla talep-israf-dengesiz gelir dağılımı…vb. sonucu fiyatların artışı, paranın değerinin düşüşü, tüketimin- talebin zorunlu düşüşünden kaynaklanmaktadır. Burada likiditeyi arttırarak tüketimi arttırmaya çalışmak, daha fazla paranın değerinin düşmesine neden olacağından, fiyat artışları ile birlikte yine tüketimi-talebi frenleyecektir. Kısacası, bugünkü ekonomik durgunluk ve bunalım (kriz, depresyon) ekonomik krizlerin nedenleri kategorisinde, üretim ve kaynak yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik krizler kategorisi içine girmektedir.

      Üretim fazlasından, doymuş talep ekonomisinin durgunluğu ve depresyonundan kurtulmanın en dolaysız ve kesin çaresi, fazla ürünlerin dışsatımının gerçekleştirilmesi ile fazlalığın tüketilerek yeniden üretime geçilmesidir.
Ancak üretim maliyetlerinin yüksekliğinden ve iç piyasanın satın alım gücünün kalmamış olmasından kaynaklanan durgunluk ekonomisinin sorunlarının aşılmasının yolları farklıdır. İç talebin satın alım gücünün yükseltilmesi ve üretim maliyeti fiyatlarının düşürülmesi çözüm yollarıdır.

                                                           
                                               
                         
     Bu nedenle üretimin arttırılması önlemlerinin alınması, üretim artışı sağlanırken verimliliğin sağlanması, düşük maliyetlerle üretimin gerçekleştirilmesi, düşük fiyatlarla ve düşük kar marjları ile talebin canlandırılması gerekir. Diğer yandan Talebin Canlandırılması için tüketicilerin satın alma gelirlerini arttıracak gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Ancak Talep Yetersizliğine neden olan etkenler ortadan kaldırılırken, lüks tüketim mallarının fiyatlarının değil, toplumun genelinin günlük yaşamında tüketmek zorunda olduğu mal ve ürünlerin fiyatlarının düşmesi sağlanmalı ve halkın genelinde bu ürün ve malları satın alacak satın alma gücü arttırılmalıdır.
     İhracatı arttırarak durgunluğun azaltılması girişiminde paranın değerinin düşmüş olması veya düşürülmesi (devalüasyon) her ekonomi için geçerli bir yöntem değildir. Her ekonominin durgunluktan kurtularak hızlı bir büyümeye girmesinin beklenmesi yanlıştır. Paranın devalüe edilmesinin ana koşulu o ülke ekonomisinde döviz rezervlerinin yeterli ve bol düzeyde olması, döviz geliri kaynak ve yollarının çok, açık ve güvenilir olması,  şirketlerin ve devletin döviz cinsi borçlarının düşük düzeylerde bulunmasına bağlıdır. Bu koşullara sahip bir ekonomi, dış ticarette mallarına karşı olan talebi, fiyat düşüklüğü ile arttırmaktan başka ekonomik çözüm bulamıyor ise, bir defaya mahsus olmak üzere ve yeterli düzeyde parasını devalüe edecek yöntemlere başvurabilir. Bu yöntem, döviz spekülatörlerine fırsat vermediği gibi, dış yatırımcıların ülke ekonomisine olan güvenini de zedelemez. Paranın değerinin düşmesi bağlı olarak, ülke ekonomisinin sahip olmuş olduğu ürünlerin iç pazarlardaki fiyatlarında artış, yeterli döviz kaynağına sahip olunduğundan ve yeterli ürün miktarı rezervi bulunduğundan yüksek düzeylerde olmayacak, bireylerin satın alma güçlerinde azalma da yaşanmayacaktır. Bu ekonomik olayların çok fazla değişmemesi, tüketim ve üretimin sağlıklı sürmesi için büyük önem taşır.

     “Paranın değer kaybetmesinin yarattığı ilk sonuçlar tıpkı Asya’dakiler gibi feci oldu. Arjantin’deki çoğu işletme ve birey dolarla borçlandığından, artan dolar maliyeti bilançoları felce uğrattı ve çoğu durumda iflaslara neden oldu. Ekonomi komaya girmişti: 2001’de yüzde 4 düşen reel GSYİH 2002’de yüzde 11 düşüş kaydetti. 1998 ile 2002 arasında Arjantin ekonomisi toplam yüzde 18 geriledi, bu Büyük Bunalım ölçeğinde bir daralmaydı.” “(s.85, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Literatür Yayıncılık, Altıncı Basım 2010, İstanbul )

     Gelişmekte olan ülkelerin içine düşmekte oldukları ekonomik durgunluk ve depresyonların türü genel olarak döviz talebine ve borcuna bağlı olarak, kurların aşırı yükselmesine engel olacak ekonomik önlemleri almamaları, tekrar tekrar bu tuzağa denilecek ekonomik ortama yakalanmalarıdır. Bunun çözümü ise, ekonomiyi hızlı olarak büyütürken döviz arttırıcı ekonomik büyüme modelleri öncülüğünde kalkınmaktır.

   Ekonomik durgunluğun tek çözüm yolu tüketici talep yetersizliğinin aşılmasıdır. Talep yetersizliğinin aşılması ise Fiyatlar genel düzeyinin düşmesine bağlıdır. Şu anki üretici ve tüketici fiyat artışının temel nedeni döviz kurundaki yükseliş olduğuna göre, uzun bir süre dışalıma (ithalata) dayalı üretim ve büyüme yerine, büyük ölçüde ağırlık olarak yerli malı, üretim araç-gereç, makine bilgi ve teknolojisine dayalı üretim ve büyüme modeli uygulanmalı, her türlü döviz tasarruf ve gelirini arttırıcı önlemlerin uygulandığı ekonomik yöntemlere başvurulmalıdır. Bu aşamada yeterince üretim kapasitesine ulaşıldığında gevşek para politikaları uygulanarak satın alma güçleri önemli oranlarda arttırılmalı, üretim ve tüketim döngüsü sağlanmalıdır. Durgunluktan kurtulmak için hükümetlerin gereksinim olmayan yatırımlar yapmaları yanlıştır. Bu yanlışlık devlet bütçeleri için büyük mali açıklar, mali açıklar da vergiler ve fiyat artışları, enflasyon..vb demektir. Ekonomide fiyat, enflasyon, talep yetersizliği, durgunluk, ekonomik kriz çevrimsel kısır döngüsünün içine düşmektir.
     Bu denge istihdam ve sağlıklı ekonomik büyümenin de tek çaresidir. Çünkü, bir ülkenin gerçek ekonomik gücü, yetenek ve kapasitesi  kendi şirketlerinin kendi piyasasına yönelik yapmış oldukları yatırım ve üretimlerle büyümeleri ile ortaya çıkar. İç piyasalardaki talep yetersizliğine bağlı daralma, şirketlerin yatırımlarını durdurarak karlılıklarını, ödeme dengelerini bozar. Üretimlerini durdurmalarına, yetkili servis örgütlerinin, satış firmalarının kapanmasına neden olur. Zincirleme bu ekonomik etki sonuçta, işsizliğe ve devletin vergi gelirlerinde düşüşe neden olarak ekonomik bunalımın temel etkeni olmuş olur.
     Sık sık özellikle devalüasyonla ortaya çıkan gelişen ülke ekonomilerindeki istikrarsızlığı fırsat olarak gören spekülatörler spekülatif  hareketlerde bulunurlar. Bu spekülatif hareketlerin de etkisi ile ortaya çıkan, durgun ve depresyon ekonomilerinden uzak durması için gelişen piyasa ekonomilerinin, özellikle döviz ile borçlanmalarına, kendi özvarlıkları ile ekonomik faaliyetlerini aksatmayacak şekilde sürdürecek güçte borçlanma ile yatırımlarını yapmaları tasarlamalıdır.
            


KAYNAKLAR:
1-    Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Literatür Yayıncılık, Altıncı Basım 2010, İstanbul
2-    Capital Dergisi, Sayı: 11/2019, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş, İstanbul
3-    Capital Dergisi, Sayı: 12/2019, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş, İstanbul
                          
                            İsmail İNCİ,  03/02/2020
                       ismailinci60@gmail.com
                            www.facebook.com/bgi.inci
                            https://twitter.com/ismailinci



       



                                           




































                 





13 Kasım 2019 Çarşamba

FİNANS EKONOMİSİ




FİNANS EKONOMİSİ

     Finans ekonomisinin ana konusunu ve toplumda işleyiş alanını,  tasarruf sahipleri (fon fazlası olanlar) ile bu tasarruflara (fon açığı olanlar) ihtiyaç olanların ekonomik ilişkileri oluşturur.
     Bu tasarrufların ihtiyaç sahiplerine geçişi iki yoldan olur ve buna fon transferi denilir: a) Doğrudan fon transferi: Bir aracı olmaksızın alış ve satışın gerçekleşmesi. b) Dolaylı fon transferi: Bir aracı ile fonların alış-satış işleminin gerçekleşmesidir. Tasarrufların alış ve satışı “menkul kıymet” adı verilen birtakım finansal araçlarla yapılır. Bu finansal araçlardan borçlanmalarda en çok kullanılanlar “Tahvil” ve Bono”dur. Bu finansal araçlar, aracı elinde bulunduran kişi veya kuruma belirli bir tarihe kadar düzenli aralıklarla faiz ödemeyi ve vade bitiminde anaparayı geri ödemeyi taahhüt eden anlaşmalardır.
     Şirketlerin tasarruf sahiplerine ortaklık hakkı verdiği menkul kıymetlere “hisse senedi” adı verilir. Hisse senetleri şirketlerde ortaklık ve oy kullanma hakkı kazandırır. Mülkiyet hakkı sahibi, her zaman kar ve zarar arta kalan alacaklısı olurlar. Arta kalan alacaklısı demek, şirketin ilk borçlularına verip en son ortaklarına kalan karı ve zararı dağıtmasıdır. 

     Finansal araçlar iki ana bölüme ayrılarak incelenirler: A)Para Piyasası araçları B) Sermaye Piyasası Araçları
A-PARA PİYASASI ARAÇLARI
1-Hazine bonosu: En çok kullanılan para piyasası aracıdır. Riski düşüktür, likittir (
bir varlığın bir ödeme aracına dönüşüm hızı), Devlete aittir ve genelde 3 ve 6 aylık vadelerle ihraç edilir.
2-Finansman Bonosu: Anonim ortaklıklar şeklinde kurulmuş şirketler tarafından ihraç edilir, vadesi 30 günden az, 360 günden fazla olamaz
3-Banka Bonoları: Yatırım ve Kalkınma Bankalarının kaynak sağlamak amacıyla çıkardığı menkul kıymetlerdir.
4-Banka Garanti Bonoları: Kalkınma ve yatırım Bankalarından kredi kullanan anonim Şirketlerin bu kredilerin teminatı olarak bankaya verdikleri menkul kıymetlerdir.
5-Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK): İhraç edilen kurumun kendi ticari işlemlerinden doğan veya devraldığı alacakları karşılığında ihraç ettikleri menkul kıymetlerdir. Bankalar Tüketici ve Konut Kredileri karşılığında VDMK ihraç edebilirler
6-Yatırım Fonu Katılım Payı: Katılım Belgeleri sonucu toplanan paralarla belge sahipleri adına ilişkin dağıtılması ilkesine göre menkul kıymetlerden oluşan” portföyü”( yatırımcının yatırım kalemlerinin oluştuğu sepettir
) işletmek amacıyla kurulan mal varlığıdır.
       
    Yatırım fonları bankalar, aracı kurumlar ve sigorta şirketleri tarafından kurulabilirler.
Portföy değerinin en az %25’ni devamlı olarak Türkiye’de kurulmuş Anonim ortaklıkların hisse senetlerine yatırmış olan yatırım fonları A tipi diğerleri ise B tipidir.
B-SERMAYE PİYASASI ARAÇLARI:
1-Hisse Senetleri: Bir şirkete ait sermayenin belli bir oranını temsil eden ve sahiplerine o oranda ortaklık hakkı sağlayan menkul kıymetlerdir.
2-Özel sektör Tahvilleri= Devlet ve Anonim Şirketler tarafından ödünç para bulmak amacıyla üstünde yazılı değerleri eşit ve ibareleri aynı olmak üzere çıkarılan senetlerdir. Kupon ödemeli olabilirler.
Elinde bulunduran kişiye 3 ayda 6 ayda veya yılda ödeme alma hakkı verir.
3-Devlet Tahvilleri: Devletin bütçe açıklarını ve para ihtiyacını karşılamak için çıkarttığı menkul kıymetlerdir.
4-Kar ve Zarar ortaklığı Belgesi:  Anonim Şirketler tarafından kar ve zarara ortak olmak üzere yurtiçi ve yurtdışında satılmak için çıkartılan menkul kıymetlerdir.
5-Katılma İntifa Senedi: Anonim Şirketlerin nakit karşılı ihraç ettiği ve alan kişiye kar payı, tasfiye bakiyesinden yaralanma hakkı veren menkul kıymetlerdir.
6-Gelir Ortaklığı Senedi: Kamu ortaklığı idaresi tarafından çıkarılan bu menkul kıymetler bir kamu alt tesisinin belli bir sürelik gelirine karşılığı gösterilir.
7-Eurobond: Satışa sunulduğu ülkenin para birimi dışında bir para birimi üzerinden ihraç edilen tahvillerdir.
8-Yabancı Tahvil: Yabancı bir ülkede satışa sunulan ve sadece o ülkenin para birimi cinsinden ihraç edilen tahvillerdir.

FİNANSAL ARACILARIN GÖREVLERİ:
Finansal aracılar; Tasarruf sahiplerinden fon borçlanarak daha sonra bu fonları kredi olarak veren aracılardır. Finansal aracılar sayesinde tasarruf sahibi ve fona ihtiyaç duyanlar sistematik bir şekilde işlerini gerçekleştirirler.
Finansal Aracı Kurumlar önemli bazı işlevleri yerine getirdiği için bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmışlardır. Finansal aracı kurumların önemli olan ekonomik hizmetlerini iki ana bölüme ayırabiliriz.
1-İşlem Maliyetini Azaltmak: Finansal işlemlerin gerçekleşmesinde harcanan paraya ve zamana işlem maliyeti denilir. Finansal aracılar bu tür işlemlerde devreye girerek ölçek ekonomisi yaratıp işlem maliyetini azaltırlar. Üretim artar, maliyet düşer.
Ölçek ekonomisi; İşlem hacmi arttıkça işlem maliyetinin düşmesidir.
2- Eksik bilgilenme sorununu ortadan kaldırmak: doğru ve tam bilgilendirme sağlayarak yerinde yatırım kararları alınmasını sağlarlar. Kötü niyetli yanlış bilgiler konusunda uyarırlar.

FİNANS ARACI KURUM VE ŞİRKETLERİN TÜRLERİ:
Mevduatların alım satımını yapan kişilere Broker ve Dealer adı verilir. Broker: Menkul kıymetlerin alıcı ve satıcılarını bir araya getirerek kazanç elde eden kişilerdir.(risk yoktur.)
Dealer:  Menkul kıymeti satıcıdan üstüne alan ve alıcıya satan kişidir.(Risk vardır.)

Finans aracı kurumları ise aşağıda sıraladığımız şekilde sınıflandırabiliriz:

A- Ticari Bankalar: Mevduat toplaya kurumlar içinde en önemlisidir.

 B- Sözleşmeye dayalı Tasarruf Kurumları: 1-Sigorta şirketleri: Hayati sağlık, doğal afet, kaza sigortası gibi konularda sigortacılık hizmeti sunarlar. Bu kurumlar yaptıkları projelerle kişilerden fon toplarlar ve bunları uzun vadeli yatırım araçlarında değerlendirirler.
2-Özel Emeklilik Fonları: Bu fonlara katılanlara belirli koşullarda emeklilik getirisi sağlarlar.

C- Diğer Yatırım Aracı Kurumları:
1-Finansman Şirketleri: Finansman bonosu, hisse senedi ve tahvil çıkartarak fon toplarlar bu fonları mobilya, araba, eşya gibi tüketici ve küçük işletmelere satarlar.
2- Kalkınma ve Yatırım Bankaları: Yatırım bankaları sermaye piyasasında faaliyet göstermek sermaye piyasası araçlarını kullanarak yatırım yapmak, işletmenin mali yapısını düzenlemesine yardımcı olmak ve bu konuda danışmanlık hizmeti vermek yanında mevduat kabulü hariç tüm banka işlemlerini yapan kurumdur.
Kalkınma Bankasının Yatırım Bankasından farklı olarak yaptığı işlem; öz kaynaklarıyla kredi verme faaliyetidir.
3-Yatırım Ortaklıkları; Menkul kıymet pörtföy işletmek için kullanılan anonim şirketidir.


Menkul kıymetlerin alım ve satımında aracı olan kişi ve kurumlar, bu ekonomik hizmetleri yerine getirirken büyük kazançlar sağlarlar.

FİNANS EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ ÇARKLARI:

     Uluslararası Finans şirketlerinin en ağırlıklı ekonomik faaliyetleri, dünyanın her tarafında bulunan ülkelere, yapacakları ekonomik yatırımlar için komisyon ve faiz geliri karşılığında mali kaynak sağlamaktır. Buna “yatırım kredileri “veya bankalar arasında “sendikasyon kredisi “adı verilmektedir.
     Küçük bir emlakçı sabit oranlı bir komisyon karşılığında, yapmış oldu emlak alım satımındaki aracılık hizmetinden mütevazi bir gelir eder. Yatırım için finans sağlayan bir finans şirketi ise yapmış olduğu aracı hizmetlerinden almış olduğu komisyonlarla, çok büyük gelirler elde edebilmektedir. Bunun nedeni,  yatırım yapacak olan ülkelere sağlanan kredilerin yüzmilyon hatta milyar dolar düzeyinde olması, buna bağlı olarak alınan komisyon ve faizlerin de büyük miktarlarda gerçekleşmesidir. 150 milyon dolarlık yatırım finansmanı sağlayan bir bankanın finans bölümü bu finansmanı tek başına üstlendiğinde %2 komisyon bedeli karşılığında üç milyon dolar gelir elde eder.

     Finans şirketleri, yatırım bankacılığı yapan bankalar ve bankaların finans bölümleri ülkelere ve şirketlere yatırım finansmanı sağlarken, yatırım finansmanı talebinde bulunan şirketlerin ve ülkelerin ekonomik yapısına bakarak, gerekli komisyon ve faiz oranlarını belirler. Karlılık yapısı zayıf olanların komisyon ve faizleri yüksek tutulur, çünkü geçerli olan nedene göre yüksek risk ile sermaye sağlanmaktadır.
     Yatırım için finansman isteyen ülke veya şirket birçok bankadan finans şartlarına ilişkin öneri ister. Bu bankalardan birini ana banka olarak belirleyip finans grubu oluşturması için vekâlet verir. Bu Bankaya “Top Left” adı verilmektedir.
      Sendikasyon kredisinde üstlenici bankalar finansman grubu oluşturulmasında söz sahibi bankalar olurlar. Üstlenici bankalar, finansman sorumlusu bankalar anlamına da gelir.
Yetki belgesinin alınmasının ertesi günü üstlenici banka grubunun görüşmesi sonucunda,
sendikasyon aşamasında her bir bankanın rolünün ne olacağı ve komisyonun ne şekilde
dağılacağı belirlenir.
     Bankaların uluslararası finans bölümünün ağırlıklı işi sendikasyon kredileridir.
 Bir bankanın tek başına yüklenemeyeceği büyüklükteki finansmanı, çok sayıda bankanın finans grubu oluşturarak gerçekleştirdikleri finansman yöntemi 1960’lardan itibaren çok büyük ölçülerde geliştirilmiştir. Finansman rakamı normalde yirmi milyon dolarla iki milyar dolar arasında değişir. Piyasa hareketlerini göz önünde bulundurarak, en uygun koşullarla finans grubu oluşturmaya dayanan, yatırım bankacılığı tarzı bir bankacılık tekniğidir.

     Sendikasyon kredisi işlemleri karışık bir iş gibi görülebilir ama yöntemi pek zor değildir.
Öncelikle, borçlu çok sayıda bankadan finans şartlarına ilişkin öneri ister, bunlardan birini ana banka olarak belirleyip, finans gurubu oluşturma vekalet yetkisi verir. Sonra, bu ana banka, çok sayıdaki güçlü banka ile finans grubunu oluşturur. Bu gruba dahil olan bankalar, finansman şartlarının belirtildiği katılım davetini dünyanın dört bir yanındaki bankalara göndererek, işbirliği grubuna girecek bankaları toplar. Finans grubu, ana banka ve beş ila otuz finans grubu bankasından oluşur. Finans grubunun oluşumu tamamlanınca, bu kez finans sözleşmesinin hazırlanması (dökümantasyon) başlar. Sonunda, tüm muhataplar finans sözleşmesi üzerinde harfiyen anlaştığında, imza töreni düzenlenerek sözleşme tamamlanmış olur. Bu bir dizi prosedürün tamamlanması en kısa beş hafta
sürer. Uzadığında bir yılı bulabilir.
    Finans şirketlerinin, yıllık faiz oranları % 50-100 oranlarında olan gelişmekte olan ülke bonolarının satışından ve bu bonolara yapılan yatırımlardan müthiş karlar ettikleri dönemler olmuştur.
     Bankaların hisse senedi alım satımı yapan bölümleri hisse senetleri artışından büyük karlar elde ederler. Aracı simsarlar olan bu bölümde görev yapanlar özellikle hisse senetlerinin değerinin yükseleceğini hesapladıkları şirketlerin hisse senetlerini toplayarak büyük karlar etmişlerdir. Wall Street’te en başarılı aracı simsar “süper alım-satım işlemcisi” Robert Rubin, yatırım bankası Goldman Sachs’ta on yıl boyunca aracı simsarlık bölümünü yönetmiş, banka içerisinde uluslararası yatırım finansmanı bölümünün ardından en yüksek karı elde etmeyi başarmıştı.
     Bu yatırım kredisi hizmetinden elde edilen gelirlerden borsa şirketleri, bu şirketlerin danışmanları, finans bankaları ve bu bankaların danışman ve çalışanları yüzbinlerce dolarlar, hatta milyon dolarlarca gelirler ederler. Gelirin bu büyüklükleri nedeniyle bu finans dünyasında ve bu finans dünyasının çevresinde oluşan ekonomide acımasız ve dürüst olmayan bir rekabet ortaya çıkar. Finans şirketlerinde çalışan elemanlar sürekli başarılı olmak zorundadırlar. En çok başarılı olanlar yükselir, çok büyük primlerle genç yaşlarda yaşamlarını garanti altına alırlar, ülkelerinin ve dünyanın en çok kazananları arasına girerler. Başarılı olamayanlar hemen tasfiye edilirler.
     Yazar Ryo Kuroki bir Japon bankasının çevresinde geçen yatırım şirketlerindeki ekonomik olayları, insan ilişkilerini ve durumlarını “Top Left” adlı romanında yazmıştır:
 “Bu ay işe girenler ve çıkanlar listesi. 70’in üzerine yeni eleman ve 100’e yakın işten çıkan elemanın adı, bölümü ve unvanı tam liste asılmıştı. Yatırım bankasında çalışanların işe girip çıkma trafiği oldukça yoğundur. Zayıf olanlar, göz açıp kapayıncaya kadar fırlatılıp atılır, sadece güçlüler ayakta kalır.” (s.157, Top Left, Ryo Kuroki,)
     “Tatsuhana, kendi kendine; “ Menkul satışı komisyoncusunun yaşamı öyle bir şeydir işte... Bizler bu işe başladığımız anda köşeye sıkıştırılmış boksörleriz. Akan kanlarla iki gözümüz birden kapanır, yere düşmek üzere olduğumuz korkusu içerisinde karanlığa yumruğumuzu savurmak zorunda kalan boksörler. İş bağlamaya devam etmezsem ayakta duracak yerim kalmaz, düşer giderim.” (s.112, Top Left, Ryo Kurokı,)
     “Amerikan yatırım bankalarında iş alınırken, para kazanmak yaşamın en önemli sorunu olurdu. 1 milyon doları aşan yıllık gelire, insanların gözlerinden uzak çekilen sıkıntılar ve ailelerinin gözyaşlarının bedeli de dahildi. Yatırım bankasında bedel biçilemeyecek hiçbir şey yoktu. “(s.94, Top Left, Ryo Kurokı,)
     “Sendikasyon gücü olan Amerikan bankaları, tamamını katılımcı bankalara verdiği faizi
olabildiğince düşük tutar, kendilerinin tamamını götürecekleri üstlenme komisyonunu olabildiğince yüksek tutarlar…Günümüzdeki M&A’da (yatırım finansmanı bölümü) artık mantık arama. Sadece bir para oyunu. Yatırımcılar ve ticaret bankaları para kazandıktan sonra şirketlerin geleceğinin ne olacağına hiç bakmazlar. Onun için de onların gözünün önünde en kalın havucu sallandıran oyunu kazanır.”


      Bu acımasız ve kuralsız rekabete dayanan ekonomik ortam başta gelişen ülkelerin ekonomileri üzerinde olmak üzere,  tüm ülkelerin ekonomileri üzerinde olumlu olduğu kadar çok büyük olumsuz etkilerde bulunur. Devletin diğer siyasi kurumlarını da etkisi altına alan bu sınırsız özgür rekabet dünyası, devleti yöneten siyasi kadroları da kapitalist sisteme uyumlaştırmıştır. Türk siyasetinde rol alan siyasilerin, seçim rekabeti sonucunda yarışı kazanandıklarında elde etmiş oldukları maddi ve sosyal kazanç bunun örneğidir. Yarışı kazanan iki yılda emekli olmakta, görev süresince diğer devlet çalışanlarına göre yüksek maaşlara ve sosyal haklara sahip olarak toplumda ayrıcalıklı bir yer edinmektedir.
       Kapitalist dünya düzeni gerçekte, daha çok, bu finans ekonomisi çevresinde geçen olayları ifade eder, üretim ve istihdam amacı ile bir fabrikaya yatırım yapan ancak aşırı kar elde etme hırsıyla ahlaki-insani değerlerden uzaklaşan bir patronun, bir fabrikatörün ekonomi dünyası kapitalist düzeni ifade etmez.
     Bu ekonomik sistem içinde yüksek komisyon ve menkul varlıklardan elde edilen yüksek gelirlerle zengin daha fazla zenginleşir, fakir ise daha fazla fakirleşir. Bu nedenle Avrupa Birliği ülkelerinde ve birçok ülkede okullarda “Finans Okuryazarlığı” dersi konularak tüm bireylerin tasarruflarını değerlendirerek gelirlerinin artırılması düşünülmüştür. Ancak finansal ekonomi dünyasına adil ve doğru olmayan girişimler egemen olduğundan gelir dağılımı adaletinin düzeltilmesi için “ finans okur-yazarlığı eğitimi “çözüm yolu olamamaktadır.


FİNANS EKONOMİSİ -2-
FİNANS SERMAYESİ VE FİNANSAL OKURYAZARLIK  

     
        Dünya Bankası (World Bank) ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi uluslararası değerlendirmeler yapan kuruluşlar ülkelerin finansal okuryazarlığını devlet politikalarına daha çok dâhil etmesi gereğinin bildirmektedirler. OECD gençlere,   mümkün olduğunca küçük yaşlardan itibaren finansal eğitiminin sağlanması ve finansal eğitimin zorunlu eğitim müfredatı ile bütünleştirilmesi gerektiğini sıklıkla dile getirmektedir. 
         Finansal okuryazarlık en genel haliyle “finansal kavramlar ve risklerin bilgi ve anlayışına sahip olmak, bu bilgi ve anlayışla değişik finansal bağlamlarda etkili kararlar almak, birey ve toplumun finansal iyi olma halini geliştirmek ve ekonomik hayata katılımı sağlamak için kullanma becerisi, motivasyonu ve güveni” oluşturmak, olarak tanımlamaktadır (OECD, 2012)” https://tedmem.org/mem-notlari/degerlendirme/temel-bir-yasam-becerisi-finansal-okuryazarlik (Türk Eğitim Derneğinin internet sitesi)
      PISA (Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı) 2012 değerlendirmesinde, finansal okuryazarlık alanında verisi bulunan 15 ülke ve üç ekonomi bulunmaktadır ve bunların arasında Avustralya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Flaman Bölgesi-Belçika, Yeni Zelanda ve Polonya’dan katılan öğrenciler OECD ortalamasından daha yüksek performans göstermiştir.
      Finansal okuryazarlık, toplumların gelir dağılımında dengenin sağlanmasının,  gelir eşitsizliğini azaltmanın bir yolu ve bireylerin refahının arttırılmasının çaresi olarak görülmektedir. Her türlü spekülasyonlara açık olan, acımasız bir yarışın olduğu menkul kıymetler borsasında bu olası görülmemektedir. Her türlü rekabet anlayışının özgür olduğu serbest ekonomi anlayışı içinde, kredi sermayesi, parasal sermaye, sanayi sermayesi arasındaki rekabet sonucu zengin daha fazla zenginleşmekte, fakir ise daha fazla fakirleşmektedir.
      İlk olarak 1910 yılında Viyana’da yayımlanan düşünür ve siyasetçi Rudof Hilferding’in Finans Kapital adlı banka sermayesi ve finans kapitali analiz ettiği kitabında yazdıkları günümüz borsalarında yaşananları canlı olarak ortaya koymaktadır:  “…Kurucu hissesi ya da karı, anonim şirketlerin kuruluşunu teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda önemli bir servet kaynağı oluyor ve sonraki yatırımlara hazır tutuluyor. Her iki biçimde de bu hisseler sermayenin odaklaşmasına yol açıyor, dev şirketlerin, hatta kartellerin ve tüm sanayi kollarını denetleyen tröstlerin türemesini sağlıyor” (s.23, Rudolf Hilferding, Finans Kapital)   
       Anonim şirketler ekonomik koşulların sermaye gerekliliğine bağlı girişimlerine duyulan gereksinimlerden ortaya çıkmış ve anonim şirket kurucu üyelerine şirketlerin kontrolüne yol açarak, kurucu karı, prim, komisyon, tercihli hisse gelirleri ile büyük parasal sermayelere sahip olmalarının yolunu açmıştır. Salt devletin ekonomik ve örgütlü gücü ile gerçekleştirilebilecek girişimler, kişisel girişimlerle gerçekleştirilme olanağı olmayan alanlardaki girişimler anonim ortaklıklar biçiminde kurulan şirketler sayesinde gerçekleştirilmiştir. Bunların en belirgin örneği demiryolu yatırımlarıdır; ilk büyük örnekleri de İngiltere ve Hollanda’da kurulan ve Doğu Asya ülkeleri ile ticari bağlar kurmayı amaçlayan,  Doğu Hindistan Şirketleridir. (East İndia Company)


        Anonim şirketlerin başında kurucu ve öncü olan girişimci bir oligarşi bulunur. Şirket gelirlerinin kontrolü gizli bilgileri bu oligarşinin elindedir. Adi hisselere sahip olan diğer ortaklar ise işten habersiz, yönetimden hiç anlamayan kalabalıkları oluşur. Kurucu hisse sahiplerinin belli bir geliri vardır. Adi hisselerin belli sabit bir geliri yoktur. Bunların gelirleri ekonomik koşullara bağlı olarak dalgalandığından adi hisseler spekülatörlerce çok sahiplenir. Kurucu üyeler İçerden sahip oldukları bilgilerle çok ucuza ele geçirdikleri bu hisselerle bu şirketleri tam sahiplenirler. Denetimleri altına alarak ekstra büyük kazançlar sağlarlar. 
      “Bir yandan anonim şirketlerin gelişmesi, bir yandan da mülkiyetin genişleyerek odaklaşması sonunda, sermayelerini çeşitli şirketlere yatırmış bulunan dev kapitalistlerin sayısı çoğaldı. Hisse senetleri alanındaki yoğun sahiplenme şirketin yönetiminde yer alma gücünü sağlıyor. Büyük hisse sahibi, yönetim kurulu üyesi olarak hem prim şeklinde kardan hisse alıyor, hem de girişimin yönetimini etkileme olanağını buluyor ya da kendinden önceki yöneticilerin bilgilerini senetlerde spekülasyon yapmak veya başkaca işlemlerde kullanma fırsatını yakalıyor. Kendi kişisel sermaye kaynakları ya da (banka müdürleri halinde) temsil ettikleri dış sermayenin odaklaşmış gücü sayesinde, pek çok şirketin yönetim veya müdürler kurulu üyesi olanlardan meydana gelen bir çevre ortaya çıkıyor. Bu şekilde bir çeşit kimlik birliği (Personalunion) doğuyor bir yandan çeşitli anonim şirketlerin kendi aralarında, öte yanda bunlarla bankalar arasında.(s.194, Rudolf Hilferding, Finans Kapital)

      Anonim şirket tarafından ayrılacak amortismanları, ödenen prim ve ikramiyeleri, ayrılan rezerv payları içerden birer kişi olarak bilen bu kişiler, hisse senetlerinin gelecekteki kar durumunu da bilirler. Bu bilgiye bağlı olarak aldıkları hisse senetleri ile hisse senetleri üzerindeki fiyat değişmeleri de etkileyerek büyük karlar ederler. Dışarıdan borsada alım satım yapan ve hisse senetleri arasındaki farktan kar etme amacını taşıyan diğer oyuncuların bu net karlara ulaşması zordur. 
       Diğer yandan spekülatörlerin, kar elde etmek için hisse senetlerinin arz ve talebi arasında değişiklikler yaratması doğası gereğidir. Çünkü, bir borsa oyuncusu (spekülatör) kar elde etmek için, sadece hisse senetlerinin değer artışından yararlanmaz. Asıl olarak arz ve talebe bağlı ortaya çıkan alış ve satış fiyatları arasındaki farktan kar eder. Bunun için de    
geniş kapsamlı alımlarla yarattıkları yapay taleple hisse fiyatlarını tırmandırıyorlar. Özellikle parasal sermayesi büyük olanlar bu yöntemle büyük karlar elde etme amaçlarını, bir şirketi ele geçirme veya bir şirketi iflasa sürükleme hedeflerini gerçekleştirmektedir. “ … yarattıkları talep sayesinde bu (yapay-y.ö.) hisse fiyatlarını tırmandırıyorlar. Bu eğilim bir kez patlak verince, onların peşinde spekülasyona katılanlar da satın almaya başlıyor ve bu kez (daha az yapay-y.ö.) talepler artıyor ve fiyatlar yeniden yükseliyor. Oysa bu arada büyükler çoktan çekilmiş bulunuyorlar. Şimdi artık yavaş yavaş kar edebilirler ya da yükselen rayici kendi amaçları doğrultusunda az çok sabit tutabilirler. Bu durumda büyük sermaye sahibi olmak piyasada doğrudan üstünlük sağlıyor, çünkü bu sermayenin kullanıldığı yön piyasanın da yönünü belirliyor. Büyük sermayenin üretim alanındaki üstünlüğü, kendini daha ucuz üretimde, yani fiyatların düşürülerek değiştirilmesinde belli ederken, bu üstünlük borsada
doğrudan doğruya fiyatları etkiliyor.”( s.216, Rudolf Hilferding, Finans Kapital )



       Şirket ve banka yönetiminden uzak olan küçük borsa yatırımcıları, fiyatlar üzerindeki etkileri bilmediklerinden ve arz ve talebi etkileme güçleri olmadığından hisse senedi fiyatlarındaki değişmeleri tam olarak bilemez. Bu da elde edecekleri karların zararları telafi edecek düzeyde kalmasına neden olur.
      Spekülasyon fiyat değişikliklerini sömürmeye dayanmaktadır. Şirketin ürettiği mal ve hizmetin fiyatlarının değişmesi Sanayi (üretken) sermaye sahibi kişileri ilgilendirirken,  hisse senetlerinin fiyatlarının değişmesi spekülatörü ilgilendirmektedir. Spekülatör için karın yükselmesi ya da düşmesi önemli değildir, onun için önemli olan şey yalnızca bu değişmeler ve değişmeleri önceden görebilmektir.
     “…spekülatör kazancını hiçbir zaman bu yükselen kardan sağlamaz, çünkü kazancını kar
düşerken de sağlayabilir. O, karın yükselmesini değil, aslında karın yükselme veya alçalması sırasında kar senetlerinin fiyatlarında yükselen karın kendisini cebine atmak için değil - çünkü bunu yatırımcı kapitalist yapıyor- bunların alım satımından kar etmek için elinde tutar. Kazancı kardan pay alma şeklinde değil -çünkü kar azalırken bile kazanabiliyor- fiyat değişmelerinden pay koparna biçimindedir, öyle ki önceden sattıklarını, belirli bir zaman gelince, daha ucuza satın alır. Ya da önceden aldıklarını daha pahalıya satar.”(s.217, Rudolf Hilferding, Finans Kapital )

      Spekülatörlerin diğer bir adıyla parasal sermaye sahiplerinin kar senetlerinden düşerken de yükselirken de kar etmelerine en büyük çağdaş örnek, ünlü spekülatör Soros’un yapmış olduğu spekülatif yatırımlardır. Soros, borçlanma ile(Hedding)  almış olduğu Poundları o günkü kur üzerinden dolara yatırır. Pound devalüe olunca, değeri düştüğünden, almış olduğu pounddan daha az bir borcu ortaya çıkmış olduğundan, aradaki farktan büyük karlar eder.
       Soros önce, hedding yoluyla (borçlanma işlemi) o günkü kurdan dolar ile Pound almıştır. Bu işlemin yapıldığı ekonomik koşullar içinde Pound,  Avrupa birliğinin ortak para birimine katılacağı düşünüldüğünden düşme eğilimindedir ve devalüe edilmesi gerekmektedir veya Pound tedavülden kalkacaktır. Devalüe olma eğilimindeki Poundu hedding yoluyla alan Soros, düşme eğiliminde olan Poundu, elindeki poundların bir kısmını piyasaya sürerek değerinin düşüşünü hızlandırır ve Pound yüzde yüzlere yakın düşer. Düşen Poundlar üzerinden, elde etmiş olduğu dolarları bozdurarak borcunu öder ve arada fark olan kalan bir milyar doları kar olarak cebine koyar. Düşen Pound İngilizlerde, Avrupa birliğinin ortak para birimine girmesi düşüncesinde ters tepkiye neden olur, çünkü ortak para birimi İngiliz vatandaşını yoksullaştırmıştır. İngiltere ortak para birimi Euroya girmez ancak Avrupa birliğinin üyeliğini kabul eder. Pound serbest kur rejimine bağlanarak dalgalanmaya bırakılır ve eski değerinin yüzde onbeş altında değerini bulur.

     Bu olay ekonomik durgunluğa girmekte olan ülkelerde, spekülatörlerin nasıl çalıştığına ve ülke ekonomilerini nasıl düşüşe ve çöküşe sürüklediklerine ilişkin çok somut bir örnektir.  
     Çağdaş finans kapitalizminin yol açtığı krizlere en büyük örneklerden birisi de Uzak Doğu’da ortaya çıkan ve dünyada birçok ülkeyi etkileyen ekonomik krizdir:

“Küçük bir gmp hedge fonu -yetkililer isim vermeseler de bunların Soros’un Quantum Fonu ve Julian Robertson’un daha az tanınan ama aynı ölçüde etkili Tiger Fonu olduğu söyleniyor- Hong Kong’a karşı “ikili oynamaya” başladı. Hong Kong hisse senetlerini short sattılar -yani, hisseleri sahiplerinden ödünç alıp, sonra onları Hong Kong doları karşılığında sattılar (tabii ki, sahiplerine hisselerini yeniden satın alıp onlara iade edeceklerini -ve ayrıca hisse senetlerini bir süre kullanmanın bedeli olarak bir de “kira bedeli” ödeyeceklerini- taahhüt ederek.) Sonra, satın aldıkları Hong Kong dolarlarını ABD dolarına çevirdiler. Aslında iki şeyden birinin gerçekleşeceğini tahmin ediyorlardı. Ya Hong Kong doları devalüe edilecek ve bunun sonucunda yaptıkları döviz spekülasyonundan para kazanacaklardı ya da Hong Kong Para Yetkilileri faiz oranlarını yükselterek parayı korumaya çalışacaktı ki, bu durumda da yerel borsa düşecek ve parayı short hisse senedi pozisyonlarından kazanacaklardı
Fakat Hong Kong yetkililerine göre hedge fonları yalnızca bu iki tahmin üzerine oynamakla kalmıyordu: 1992’de Soros’un yaptığı gibi bunların gerçekleşmesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Hong Kong dolarları düzenli aralıklarla, büyük bloklar halinde göze batacak şekilde satılıyor, böylece piyasada herkesin dikkati çekilmek isteniyordu. Hong Kong yetkilileri yine isim vermeden hedge fonlarının gazetecilere ve dergi editörlerine Hong Kong dolarının ya da Çin renminbisinin veya her ikisinin birden devalüasyonun eşiğinde olduğunu anlatan hikâyeler yazmaları için para verdiklerini de iddia ettiler. Diğer bir deyişle, hedge fonları paraya saldırmak için kasıtlı bir gayret gösteriyorlardı. .. Bu nedenle Hong Kong’un Asya-Pasifik bölgesinin çoğu kısmında oynanan bir oyunun en etkileyici bölümü, hatta büyük olasılıkla tüm zamanların en büyük borsa komplosu olduğu düşünülebilir.” (s.114, Paul Krugman, Bunalım ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz)

      Borsada, üretici olarak kar etmeyen hatta kapanma noktasında olan şirketlerin hisseleri üzerindeki büyük karlar elde edilerek yapılan hisse senetleri spekülasyonu, dünyadaki birçok ekonomik krizin ise temel nedenidir. 2008 yılında Amerika’da ortaya çıkan “ mortgage” krizi bunun en büyük örneğidir.

       Görülüyor ki öğrencilerimize verilecek Finansal okuryazarlık eğitimi ile ülkelerin gelir adaletsizliğini düzeltmeleri, ailelerin refahlarını arttırmaları, aşırı özgür bırakılan, hukuk ve kural tanımayan bir rekabetin yaşandığı ekonomik piyasalarda mümkün değildir. Hukuk ve kurallarla sınırlandırılmamış, vahşi bir rekabet toplumu, orman yasaları ile yaşanan bir ortam durumuna getirmektedir. Sınırsız bir kar hırsı, insanları birbirine ezdirdiği gibi doğanın ve dünyanın hızla tahrip edilmesine, kaynakların büyük bir israfla tüketilmesine neden olmaktadır.

       Bizim görüşümüz, borsada işlem gören mal ve hizmet üreten şirketlerin gerçek piyasa değerleri üzerinde hisselerinin işlem görmesi, şirket bilgilerinin doğru, açık ve erişilebilir olması; serbest rekabet içinde üretim yapan toplumun hukuk kurallarının yeniden konulması, rekabetin hukuklaştırılması, rekabetin toplumsallaştırılması ve her ne kadar rekabet olan bir ekonomik sistemde, gelir dengesizliğini önlemek mümkün değilse de, kurulacak fiyat düzenleme kurumları ve gelirlerin adaletli dağılımı ile gelir dağılımının dengelenmesidir.  


KAYNAKÇA:
1. Ryo Kuroki, Top Left, Çeviren: H.Can Erkin, Bizim Kitaplar, Dünya Edebiyatı 88/Roman, İstanbul- 2010
2. Rudolf Hilferding, Finans Kapital, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları:229-Kuramsal Dizi, İstanbul, Ceylan Ofset, Birinci Basım:Kasım 1995
3. Paul Krugman, Bunalım ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz, Çeviren: Neşenur Domaniç,  Literatür Yayıncılık, 595, Ayhan Matbaası,  Altıncı Basım 2010, İstanbul-Beyoğlu 



 İsmail İNCİ,  12/11/2019


 





 






                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

                                                                                        
                                                                                                                                                                                                                                                                              

SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...