4 Şubat 2019 Pazartesi

ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE EKONOMİLERİNİN ŞİFRELERİ




 SÖMÜRGE EKONOMİSİ-2 
ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE EKONOMİSİ VE ŞİFRELERİ

     Çağdaş sömürge ekonomilerinin izlemiş olduğu sömürgecilik tarzı, strateji ve ilkeleri ile geçmiş tarihteki sömürge ekonomilerinin hareketleri arasında değişmeyen büyük uyumluluklar görülür. Avrupalı sömürgecilerin başarısında, sömürgelerdeki yerli halkın sömürge ekonomilerinin işleyiş tarz ve ilkeleri hakkında gerekli bilince ve bilişe sahip olmaması büyük bir etkendir. Bu nedenle sömürgecilerin tarihsel olarak karakterlerinin, sömürgeci yapılarının ortaya çıkarılması, bilinç ve bilişsel olarak kavranılması sömürgecilik girişimlerinin başarısızlıkla sonlanmasında büyük önem taşır.
     Sömürge ekonomilerinin çağdaş şifrelerini aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz.

ETNİK VE İNANÇLARA GÖRE TOPLUMLARI BÖLEREK ZAYIFLATMAK:
       Etnik ve dinsel katılılıkları, ayrışmaları destekleyerek toplumları bölmek, bölerek zayıflayan halkları yönetimleri altına alarak sömürgeleştirmek, sömürge ekonomilerinin geçmiş tarihte uyguladıklarına benzer olarak başvurdukları çağdaş sömürge yöntemlerindendir. Sömürge ülkelerin Afrika ve Hint halkının çok çeşitli kabile inançlarından gelen topluluklarını, inanç,  gelenek ve ırksal farklılıklarını kullanarak bölmeleri, bu kıtaların halklarını birbirine düşman ederek parçalamaları, sonrasında da bu kıtaları sömürge durumuna getirmeleri, sömürgeciliğin önemli kodlarından olmuştur. Sömürge egemenliğinden önce toplumda, borçlanma, servetlerin yitirilmesi, skandallar yaratılması, kargaşa, dağılma ve asimilasyon süreci sömürge ekonomilerinin çağdaş stratejilerindendir.
     “ Yeni katılıklar, hareketsizleşmeler ve etnik özdeşleşmeler Avrupalıların çok acil çıkarlarına hizmet ederken, beyazlarca tamamıyla geleneksel ve bu yüzden de meşru olarak görülüyordu. ..Göreneksel yasa, göreneksel toprak hakları, göreneksel siyasal yapı..vb denilen herşey, aslında kolonyal nitelikli kodların oluşturulması ile icat edilmişti.” (s.290, Geleneğin İcadı, Eric J. Hobsbawn)
     Sömürgeci ülkelerin bu karakterini iyi bilen, başlatmış olduğu ulusal kurtuluş savaşı ile dünyanın en büyük sömürgeci ülkelerine karşı zafer kazanarak, sömürgecilerin egemenliğinden bağımsız yeni bir devlet kuran Mustafa Kemal ATATÜRK, ulusal birliğin önemini : “ Ulusal birlik Tanrısal güçten başka bütün güçleri yener”, sözleri ile dile getirmiştir. 

DOGMATİK DÜŞÜNCELERİN DESTEKLENEREK BİLİMSEL-AKILCI DÜŞÜNCENİN GELİŞMESİNİN ÖNLENMESİ:
    Güney Amerika’da İnka İmparatorluğunun 80.000 kişilik ordusunu 168 kişilik İspanyol askeri ile ortadan kaldırarak tonlarca altının İspanya Krallığına geçmesini sağlayan “Pizarro 'nun başarısında etkili olan nedenler arasında tüfeklere, çelik silahlara ve atlara dayanan askeri teknoloji vardır; Avrasya' da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar vardır; Avrupa'nın denizcilik teknolojisi vardır; Avrupa'daki devletlerin merkezi siyasal örgütü vardır; yazı vardır…Avrupalıların başka kıtalardaki halkları egemenlikleri altına almalarına olanak tanıyan yakın nedenlerin kısaca ifadesi… (s.89, Jaret Diamont, Tüfek, Mikrop ve Çelik; TUBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174, 21.Basım- Kasım 2010- Ankara )

      Kendi teknoloji ve uygarlıklarının altında bir uygarlığa sahip olan başka kıtalardaki halkları egemenlikleri altına alarak bu halkların değerli maden, yer altı kaynakları ve insan kaynaklarını kendi ülkelerine aktaran Avrupalı sömürgeci ülkeler ekonomilerinin zenginleşmesine bağlı olarak bilim ve teknolojilerini geliştirmişler, bu gelişmeye bağlı olarak askeri üstünlüklerini pekiştirmişlerdir. Pekiştirilen askeri güç, karşılıklı etkileşim sonucu sömürgecilik güçlerini büyüterek ekonomik zenginliklerini daha da arttırmıştır.
 Avrupalı insanı bilimde ve teknolojide dünyanın lideri durumuna getiren de sorgulayıcı, özgür, akılcı düşünce yapısına sahip olarak gözlem ve deneylerlerle bilgi ve görgüsünü arttırma istek ve inancı olmuştur. Kültür ve düşünce alanında tutuculuktan, geleneksel inanış ve dogmalardan bağımsız, özgür düşünme ve tartışma ortamı, karşılıklı gözlem ve deneyimlerin paylaşılması Avrupa mucizesini yaratmıştır. Dogmaların, yanlış inanç ve geleneklerin etkisi altında özgür ve akılcı düşüncenin oluşmadığı Çin, Ortadoğu ve Asya ülkelerinde bilim, teknoloji, uygarlık donup kalırken, Avrupa her yıl ekonomik, bilimsel, teknolojik ve askeri güç olarak dev bir güç olarak büyümüştür. 
       Büyük bir olasılıkla Batı uygarlığı ilerleme ritmi ve gücünü, Doğu’nun zamanında gelişmesini sağlayan ilkelerden aldı ve bu gelişmenin Doğu ülkelerinde ortaya çıkmaması, donması için ülkelerin siyasi otoritelerinde gerekli hile, düzen ve entrikalar oluşturularak yanlış düşünceler aşılandı. Akılcı, özgür, deneyci düşüncenin gelişmemesi için dogmatik, yanlış inanç ve gelenekler desteklendi, yayıldı. Bu yanlış düşünceler sürekli empoze edilerek halklar kandırıldı. Doğu ülkelerinin alt uygarlık düzeyinde kalmaları için her türlü siyasi entrikalar, casusluk faaliyetleri organize edildi. Avrupalı ülkeler bu faaliyetleri ile geçmişte Sömürgeci Ekonomik Hedeflerine ulaşmakta her zaman başarılı oldular ve bugün de bu başarılarının devamı için her şeyi yapmaktadırlar.


          Akılcı düşüncenin ve bilimin gelişmesinin önlenmesinin ekonomik sonuçları düşünülmüştür.  Bilim ve teknolojisi gelişmemiş bir ülkenin, üretim araç ve gereçleri ilkel düzeyde kalacak, gelişmiş sanayi ürünleri üretemediğinden, sanayileşmiş sömürgeci ekonomilere hammadde olarak ürünlerini satmak zorunda kalacaklardır. Sanayi mallarının değeri (Katma Değer) her zaman için hammadde durumundaki ürünlerin değerinden yüksek olduğundan, bilim ve teknolojide kalan ülkeler her zaman için ekonomik olarak sanayileşmiş ülkelere bağımlı olacaklardır. Bu durum ise çağdaş sömürge ekonomilerinin en önemli amaç ve hedeflerindendir. Çağdaş sanayileşmiş ülkelerin bu görünümleri ile Üçüncü Dünya Ülkeleri olarak adlandırdığımız gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini önlemek için çağdaş sömürgecilik faaliyetlerini sürdürdükleri görülür.
 
      Avrupa harfiyen Üçüncü Dünya'nın yaratımıdır; Avrupa'nın yüzeyinde görülen"bereketin" altında, kolonilerden akan maddi zenginlik ve emek, "Zencilerin, Arapların, Hintlilerin ve sarı ırkların alın teri ve cesetleri" yatmaktadır ( 1 963: 76-8 1). Theodor Adorno, Walter Benjamin ve Hannah Arendt gibi Batılı entelektüeller de kolonyal (sömürge) dünyanın düşünsel üretimi ile artan küresel tahakkümü arasındaki bağlantıları araştırmışlardır” (s.67, Ania Loomba, Kolonyalizm Post Kolonyalizm )
     İslam’ın olağanüstü "içtihat" geleneğinin yavaş yavaş kaybolması, zamanımızın en büyük kültürel felaketlerinden biri oldu; bunun sonucunda, eleştirel düşünce ve bireyin modern dünyanın sorunlarıyla cebelleşmesi de son buldu. Bunların yerine bağnazlık ve dogma hüküm sürüyor artık.” (s.XI, Şarkiyatçılık, Edward W.Said)

TAHAKKÜM ETME-EGEMEN OLMA (PAZAR OLUŞTURMA) YÖNÜNDE DÜŞÜNCE VE İNANÇLARIN OLUŞTURULMASI İÇİN BİLGİ TOPLAMA:
       Sömürge ekonomilerinin sömürge ülkelerde tahakkümlerini sürdürme hedeflerinde düşünce ve inançların oluşturulması süreci merkezi bir yer tutmuştur.
       Sömürge egemenliğinin sürmesi, sömürülen ülke hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirir. Çünkü sahip olunan bilgi ile ancak doğru yönetim siyasi stratejileri belirlenebilir. Bilgi bu anlamda, sahip olunan ateşli silahlar kadar büyük bir güçtür. Bilgi arttıkça güç, güç artıkça da bilgi artar. Bilgi, bağımlı ırkların yönetimini kolay ve kazançlı kılar. Büyük pazarların ele geçirilmesinin yolunu açar.
     “ Sömürge hâkimiyeti, dolaysız kontrol kurumları kadar, bilgi formlarına da dayalıydı. 1784’te Sir William Jones ve diğer Avrupalı bilimcilerce Bengal Asyatik Topluluğu kurulmasından sonra Hindistan’ın tarihi, düşünce sistemleri, dini inançları ve pratikleri, topluluk ve kurumları hakkında bilgi birikiminde süregelen bir gelişme gözlendi.”
      “Ekonomik talan, bilgi üretimi ve temsil stratejileri herhangi bir kolonyal bağlamda birbirlerine büyük ölçüde bağımlı oldu. Irksal, kültürel ve toplumsal farklılıkları görme ve temsil etme/yeniden sunmanın (represent) özgül tarzları kolonyal denetim kurumlarının oluşturulması açısından zaruri bir rol oynamış ve bunlar aynı zamanda Avrupalı sivil toplumun hemen her boyutunu dönüştürmüştü. Silahlar ve salgın hastalıklar, işin aslına bakılırsa, kolonyal halkların "ötekileştirildikleri" ideolojik süreçlerden yalıtılamaz. Avrupalı-olmayan ülke ve halklara ilişkin "enformasyon"
toplanması ve bunların çeşitli yollardan "sınıflandırılma"sı, bu ülke ve halkları denetleme stratejilerini belirledi. "Mülayim Hindu", "savaşçı Zulu", "barbar Türk", "Yeni Dünya yamyamı" ya da "siyah ırz düşmanı" şeklindeki farklı klişeler tikel kolonyal durumlarda ortaya çıktı…”(s.121, Ania Loomba, Kolonyalizm Post Kolonyalizm )

DOĞRUDAN EGEMEN OLMA DEĞİL TİCARİ ŞİRKETLER ARACILIĞI İLE SÖMÜRGE EGEMENLİKLERİ OLUŞTURMA:
     Hindistan’da İngiliz donanma gücünün koruması ve gücünün desteği ile Doğu Hindistan Şirketi (East İndia Company) birçok bölgede denetim ve egemenlik kurar.
Şirketin Hindistan’da egemenlik kurduğu bölgelerin yönetiminin İngiliz Kraliyet yönetimine devredilmesi önerilir ancak Kraliçe bu öneriyi kabul etmez.

       İngiltere Sarayı,  sömürgelerden elde edilen gelirin bir ülkenin diğer ülkeyi tahakkümü ve egemenliği altına alması anlayışını ortaya çıkararak, isyanlara neden olacağı ve egemenlik savaşları ortaya çıkaracağını düşündüğünden, doğrudan İngiltere’nin egemenliği altında görülmesini reddetmiştir.  Ortaya çıkan halkın özgürlük,  bağımsızlık başkaldırıları Londra’nın ticari çıkarlarını ortadan kaldıran en büyük endişe kaynaklarıdır. Dışarıdan doğrudan bir egemen gücün yönetimi gizlenmeye çalışılarak özellikle, kolektif Büyük Ticari Şirketlerin ekonomik güçleri aracılığı ile egemenlikler ve ekonomik çıkarlar kurulmuştur.
     İngilizler Hindistan’da sömürü ekonomilerini halkın sessiz, tepkisiz kalarak sürdürmeleri için kendilerine dostane, içten bağlamak isterler. Bunun için İngiltere ve Hindistan’ı iki kardeş, birbirine bağlı bir vatan gibi göstermek için ellerinden geleni yaparlar. Hindistan, Doğu Hindistan Şirketi tarafından tam bir ticari şirket şeklinde düşünülerek siyasi olarak yönetilmeye çalışılır. Bu anlamda Hindistan’da kurulan Sömürgecilik ekonomisi Hindistan’ı ticari bir şirket gibi çalıştırarak kar getiren bir işletmeye çevirmiş,  bu işletmeyi en yüksek kar elde edecek şekilde acımasızca yönetmiştir. Bu sömürgecilik tarzı çağdaş sömürgelik anlayışında da sürmektedir ve Çağdaş Sömürgeciliğin en belirgin karakterlerindendir.
       “Genellikle hep aynı kişiler olan İngiliz tüccarların, korsanların ve hükümet tarafından görevlendirilen özel savaş gemilerinin katkısı olmasaydı İngiliz deniz gücünün bu hızlı büyümesi mümkün olamazdı. Bu özel güçler "yabancı sömürge imparatorlukları için çok uzaklardaki deniz rotalarına doğru akın ettiler, olağanüstü ganimet topladılar ve denizcilikte ve gemi yapımcılığında kendilerini Vikinglerin gerçek mirasçısı haline getiren bir üstünlüğe ulaştılar. Gayet dikkatli bir biçimde hareket eden Elizabeth, gemicilerin amaçlarını sessizce daha da ötelere taşırken ihtiyaç baş gösterdiğinde onları reddetti" (Dehio 1962: 54-56).” ”(s.253)
      Onaltıncı yüzyılda Cenevizlilerin oluşturduğu ticari mali ağ ile on dokuzuncu yüzyıl sonunda Londra merkezli Rothschildlerin Alman-Yahudî malî ağı aynı sömürgeci faaliyetleri ifade eder.
      “Her iki grup da "imparatorluk makinesinin" değil, fakat imparatorluk makinesinin finansmanının "yöneticileri" durumundaydılar. Bunlar kâr yapma niyetiyle ve kozmopolit iş ağları yardımıyla bir imparatorluk örgütünün -sırasıyla Britanya İmparatorluğu'nun ve İspanya İmparatorluğu’nun- "görünmez eli" olarak hareket eden iş gruplarıydı. Bu "görünmez el" aracılığıyla her iki imparatorluk örgütü de imparatorluklarının yalnızca devlet-kurma ve savaş- yapma aygıtlarının "görünür elini" kullanarak, ulaşma olanağı bulabileceklerinden daha çok sayıda ve türde güç ve kredi ağlarına ulaşıp onları denetimleri altına alabildiler….“Nobili vecchihin bir yüz yıl sonra imparatorluk İspanyası'nın "merkezi bankerleri" halinde ortaya çıkmak üzere İberya'nın okyanuslarda genişleme gemisine atlayan daha geniş bir Cenevizli tüccar bankerler grubunun bir parçası olması gibi, Rothschildler de yarım yüzyıl sonra Britanya İmparatorluğu’nun "merkezi bankerleri" olarak ortaya çıkmak üzere İngiliz sınai genişlemesi gemisine atlayan daha büyük bir Alman-Yahudi tüccar bankerler grubunun üyeleriydi. ”(s.253, Uzun Yirminci Yüzyıl, Giovanni Arrighi)

      Günümüzde de Rothschiller gibi uluslar arası finans şirketleri ve uluslar arası sanayi şirketleri, sahip oldukları ekonomik güçlerini kullanarak özellikle üçüncü dünya ülkelerinin devlet yöneticileri kuklalaştırmakta ve bu ülkelerin ekonomilerini sömürgeleştirmektedir. 

DOĞRUDAN EGEMENLİK KURMADAN KUKLA KİŞİ VE YÖNETİMLER KURARAK SÖMÜRGE EKONOMİLER OLUŞTURMA:
       Sömürgeciliğin geçmiş tarihinde görülen sömürgeleri yönetme tarzı; işgal ile ele geçirdikten sonra, uzun yıllar denetim ve yönetiminde tutabilmesinin ussal yolu, sömürge ülkenin özellikle ülkelerinin yönetiminde sözü geçenlerini kuklalaştırarak sömürge ülkeyi yönetmek olmuştur. Bunun için bu kukla insanlara paye, makam, ödül vermek; sömüren ülkenin anavatanına göndererek kendi devlet memurları gibi eğitimden geçirmek ve bu suretle yönlendirilebilirliklerini ve niteliklerini arttırarak sömürge ülkelerin yönetimini sorunsuzca sürdürmek amaçları hedeflenmiştir.
“Lord Lake’in Babürlülerin başkenti Delhi’yi ele geçirmesiyle1803’te Babür İmparatorunun hamiliğini üstlenmeleri….Babürlüleri tahttan indirmek ve kendilerini Babür İmparatorluğunun ardından Hindistan’ın yöneticileri olarak ilan etmekten ziyade Britanyalılar, genel idarecileri Lord Wellesley’in talimatlarıyla, Babürlülere  “her türlü ihram, hürmet ve ihtimamı göstermekle yetindiler. Welles ve zamanın diğer idarecileri Babür İmparatorunun hamisi olarak tasarladıkları East İndia Company’yi kurarak “ Babürlülerin fiili otoritesine sahip olacaklarını düşünüyorlardı.”

      Sömürge gelirlerinin tehlikeye düşürülmesine yol açacağı için, uzaktan bir merkezden, kukla olan yerli yöneticiler aracılığı ile ancak tam bir egemenlik gücüne sahip olan genel valiler ve bu valilerin koyduğu yasalarla sömürgelerin yönetilmesine devam edilmiştir. Dışarıdan doğrudan bir egemen gücün yönetimi gizlenmeye çalışılmıştır.
     Napolyon, Mısır’ı işgal ederek Fransa’nın bu ülkedeki egemenliğini sürdürmek için aynı sömürge yönetim tarzına başvurmuştur: “Bu amaçla, ulemadan El-Ezher'de hocalık yapan altmış kişi Napolyon'un karargâhına davet edilip Grande Arnlee nişanlar verildi; Napolyon'un, İslam ile Hz. Muhammet'e duyduğu hayranlıkla, çok iyi bilir gibi göründüğü Kuran'a duyduğu, açıkça da gösterdiği saygıyla kendilerini pohpohlamasına izin verdiler. Taktik işe yaradı; Kahire halkı kısa sürede işgalcilere
duyduğu güvensizlikten kurtulmaya başladı. Napolyon vekili KIeber' e, kendisi ayrıldıktan sonra Mısır'ın hep Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Müslüman dini liderler aracılığıyla yönetilmesi konusunda kesin bir talimat verdi; başka bir siyaset fazlasıyla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu.” (s.92)

     Çağdaş Sömürge ekonomilerinin sömürge yönetim anlayışları da bu yönetim tarzlarından hareket eder. Ülke yönetiminde etkili olan iktidar parti ve kişilerin, ana muhalefet parti ve kişilerin ele geçirilerek yönetilmesi, denetlenmesi; kuklalaştırılmaları; siyasi iktidar olarak önlerinin açılması  veya komplolarla önünün kesilmesi..vb. Bu uygulamaların bütünü çağdaş sömürgeciliğin başlıca yönetim şifreleridendir.

SÖMÜRÜ ARAÇLARI OLARAK HASTALIKLARIN YAYILMASI, TIPBIN ÇARPITILMASI, MEDYA GÜÇLERİNİN VE  ELEKTRONİK SİLAHLARIN KULLANILMASI:
      Sömürgecilerin sömürge ülkelerdeki başarılarından birisi de, bugün biyolojik savaş olarak adlandırdığımız bulaşıcı hastalıklara neden olan mikropları kullanmaları olmuştur. Sömürge ülkeler, ülkelerinde ortaya çıkan salgın hastalık mikroplarına karşı buldukları aşılarla bağışıklık kazanmış oldukları hastalıkları sömürgelerdeki halka bilinçli olarak bulaştırmışlardır. Bu salgın hastalıklarla yerli halkı ve silahlı güçlerini,  silahlı çatışmaya girmeden, tek bir kayıp vermeden yok etme yoluna gitmişler, yerli halkın geniş coğrafyaları önlerine serbestçe açılmıştır. Ünlü fizyoloji profesörü Jaret Diamont “ Tüfek, Mikrop ve Çelik “ adlı bilimsel araştırma kitabında, Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin sömürgeleri işgal ederken uyguladıkları bu yöntemi şöyle yazmıştır:  “Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar.”
     Sömürge ülkeler tarihteki bu yöntemlerini çağımızda da,  tedavisi kendilerince bilinen ancak hastalığın tedavi yollarını gizledikleri hastalıkları yayarak, sonrasında bu hastalıkların tedavi araç gereç ve bilgilerini pazarlayarak büyük kazançlar sağlayarak sürdürmektedirler. Bu gelişmekte olan ülkelerin, uygarlıkta gelişme çabalarının önüne çıkarılan önemli bir sömürgecilik faaliyetidir. EBOLA, AIDS ve benzeri sonradan ortaya çıkan hastalıklar, gittikçe yaygınlaşan şeker, tansiyon, kolesterol, kalp damar hastalıklarının çarpıtılan tedavi yolları büyük pazarlar ve büyük karlar getiren kaynaklar oluşturmaktadır.

       “ Batı tıbbı, hile üzerine inşa edilmiştir. Doyurulamayan bir paragözlülükle motive olmaktadır. Sağlık endüstrisinin saklamaya çalıştığı gerçek, FDA, Amerikan Tıp Birliği, Ulusal Sağlık Enstitüsü ve Hastalık Kontrol Merkezleri gibi güçlü sağlık kuruluşları tarafından son derece iyi bilinmekteydi…bunun nedeni büyük ölçüce, bu kuruluşlar içindeki önemli bilim insanları ve araştırıcıların çıkar ilişkileridir. Batı tıbbındaki bu aldatma ve kazanç hırsı günlük gazeteler, radyo ve televizyon reklamları aracılığıyla pekiştirilen sayısız sağlık efsanesinin doğmasına neden olmaktadır….” (s.15, Shane Ellison, Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar)

       Hastalıkların iyileştirilmesinde tüketilen ilaçlar ile tedavisinde kullanılan araç ve gereçlerin piyasaya sürülmesi onayı yasalarla Amerikan Gıda ve İlaç Dairesine (Food and Drug Administration/FDA) verilmiştir. Ancak FDA’nın onayını almasını sağlayan gerçekten ilaçların ve hastalıklarda kullanılan araç gereçlerin tedavi edici nitelikleri değil, FDA kurumunu oluşturan üyelerinin mali çıkarları, ve Amerikan hükümetlerinin dünya çapındaki ekonomik çıkarlarıdır. Onaylamak için oy verenlerin çoğu ilaçları ve makine ve araçları üreten şirketlerle mali çıkar ilişkileri içindedir. Bunlar ödenekli danışmanlar, şirkete ait hisse senedi sahipleri..vb.dirler.

      Medya ile büyülenerek yönlendirilen kitleleri ekonomik amaçlar için kullanmak, yine elektronik gizli silahlar ile kitlelerin kontrolü ve yönlendirilmesi ile ülkelere egemen olmak, çağdaş sömürge ekonomilerinin yaygın olarak kullandıkları yöntemlerdir. Özellikle yüksek elektronik teknolojiye dayanan elektronik dalgaların ve uzay teknolojisinin birleşiminden doğan yeni teknolojik güç, çağdaş sömürge ülkelerinin diğer ülkeler ve insanlar üzerindeki kontrol ve egemenliğini arttırmıştır. Önümüzdeki bir yazımızda bu çağdaş sömürü ve egemenlik aracını,  belge ve kaynakları ile birlikte ayrıntıları ile yazacağım.
   
     Çağdaş sömürüden korunmak için çağdaş sömürgeciliğin uygulama ve yöntemleri hakkında üst bilince ve çağdaş sömürgecilerin ellerindeki üstün teknolojilere sahip olarak onları bertaraf etmek gerekir. 



KAYNAKLAR:
1-  Jaret DİAMONT, Tüfek, Mikrop ve Çelik; TUBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174,  21.Basım- Kasım 2010- Ankara )
2-  Ania LOOMBA, Kolonyalizm Postkolonyalizm, Ayrıntı Yayınları İnceleme Dizisi 149, 1. Basım 2000, İstanbul)
3-  Eric HOBSBAWM-Terence RANGER, Geleneğin İcadı, Agora Kitaplığı Siyaset –İnceleme 22, Birinci Basım Eylül 2006, İstanbul
4-  Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, Kültür İncelemeleri, 7. Basım Ekim 2013, İstanbul)


İsmail İNCİ,  03/02/2019





 BU MAKALE BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ YARDIMLAMA DERNEĞİNİN BALYALILAR (MADEN) DERGİSİNİN OCAK 2019 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.







1 Kasım 2018 Perşembe

SÖMÜRGE EKONOMİSİ (BATI UYGARLIĞININ EKONOMİK GÜCÜNÜN DAYANAĞI)



SÖMÜRGE EKONOMİSİ
-TANIMI, OLGULAR VE GELİŞME SÜRECİ-

     Dünya tarihinde sömürgeciliğe bağlı olarak gelişen olayların, tarihsel ve toplumsal olarak geniş olarak ele alınmasına karşın iktisatçılar tarafından ekonomik olarak yeterince ele alınmadığı görülür. Konunun özünün ekonomik olmasına ve dünyada çok yaygın olmasına rağmen gerekli araştırmaların yapılması, neden ve sonuçlarının ortaya konulması büyük önem taşımaktadır.

“…Çin, sömürgecilerin boyunduruğu altına girmeye mahkûm bütün uluslar gibi, tarım ve zanaata dayalı bir ekonomik temeli korumaktaydı ve bu durum, İngiltere gibi çok ileri bir endüstri düzeyine varmış ülke karşısında kendini zayıf düşürüyordu.
…Yüzyıllar boyu, Batılılar, Çin'den ipek, çay, tütün, reçine, porselen satın almışlar ve Avrupa' da yüksek karlarla satmışlardı; buna karşılık Çin, Batılılar’dan hemen hemen hiç bir şey satın almıyordu. Oysa sanayi devrimi, satın alma zorunluluğunu ikinci plana itti ve satma gerekliliğini ön plana çıkardı. Bunu yapabilmek için, ayak direyen Çinlileri "ticaret özgürlüğüne" inandırmak gerekiyordu. Ve de İngilizler, Çin'de büyük karla satılabilecek bir mal bulmuşlardı, bu da afyondu. Hindistan'daki İngiliz Kumpanyası, büyük çapta, afyon üretmeye koyuldu. İmparatorluk hükümeti afyonun ithalini 'yasaklamakta gecikmedi, ama İngiliz tüccarların, çoğunluk silahlandırılmış olan kaçakçı gemileriyle el altından Çin'e afyon sokmayı becerdiler. … Bir grup İngiliz denizcisiyle Çinliler arasında kavga başladı ve bu kavga sırasında da bir Çinli öldürüldü. Lin suçlunun teslim edilmesini istedi ve İngiliz gemilerine Kanton'dan çekilme emri verdi. Çin savaş gemilerinin emri uygulatmak üzere yaklaştıklarını gören İngilizler, uyarıda bulunmadan ateş açtılar ve Çin savaş gemilerini batırdılar…
 …[İmparator Lin] Afyon satışının İngiltere’de yasaklanmasıyla bunun Çin'de satılmak istemesini bağdaştırmanın zor olduğunu belirterek Kraliçe Viktoria'ya mektup yazdı…Her dürüst insan için olduğu gibi Lin için de böyle bir davranışı tutarlı bulma olasılığı yoktu. Ama zavallı Lin, Avrupalı sömürgecilerin tutarsızlığı hiç umursamadıklarını bilmiyordu. Bunun üzerine 1842'de "Afyon Savaşı" patlak verdi.”

     29 Ağustos 1842’de imzalanan Nankin antlaşması ile İngilizler Kong Hong dahil beş limanda ticaret üslerinin kurulmasını ve her türlü ticaretin serbest bırakılmasını Çin’e kabul ettirirler. Nankin antlaşmasına göre:

 “…Bu limanlarda, yabancı tüccarlar, kendileri ya da ekonomik faaliyetleri "engellenmeden" aileleri ve memurlarıyla birlikte oturabileceklerdi; bu limanlarda ayrıca, İngiliz konsolosluk temsilcileri de oturabileceklerdi; ayrıca, Çin hükümeti, bu
limanlarda, "hakkaniyete uygun ve normal" bir liman resmi tahsil etmeyi de kabul ediyordu…imparatorluk, ülkesi üzerinde kara ve deniz üsleri kurulmasına izin vermek zorundaydı; el koyma ve denetleme hakkından vazgeçerek, Avrupalıların getirmek istedikleri bütün mallara ( afyon ve daha beterleri de dahil) limanlarını açmak zorundaydı; bu limanlar, imparatorluk nüfuzu dışında kalacak gerçek kolonilerin kurulmasını da kabul etmek zorunda kalıyordu. Bu yarı sömürge rejimiydi,
bir ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini kağıt üzerinde koruduğu, ama gerçekte yitirdiği bir rejim; öyle bir rejim ki, özerklik görünüşü korumakla birlikte,
bazı yönleriyle tam bir sömürgeden daha kötü; çünkü Avrupalıların kendi sömürgelerinde, hiç değilse yönetmek ve düzeni korumak gibi ödevleri vardı ve genellikle İngilizler bu ödevlerini gereği gibi yapıyorlardı. Ama yarı-sömürge olan bir ülkede sömürmekten başka şey düşünmüyorlar, başlarını daha az ağrıtması ve
karanlık dalaverelerinin engellenmemesi için yerel yönetimi gitgide etkisiz kılmaya çalışıyorlardı. (s.178-179, Sömürgecilik Tarihi, Raimondo LURAGHİ, E Yayınları Belge İnceleme Dizisi, Aralık 2000)


     Çin’in yarı sömürgeleşmiş bir ülke durumuna getirilerek sömürgeciliğe dayanan bir ekonomiye kaynak olması olgusu 15.yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz ile başlayan ve diğer Avrupalı sömürge ekonomilerine sahip ülkelerin sömürgeleştirme hareketlerinde izlemiş oldukları tipik bir ekonomik örnektir. Bu örnekte izlenen sömürge yol ve yöntem, çağımıza kadar, sömürge durumundaki toplumların ulusal kurtuluş savaşları ile bağımsızlıklarına kavuşana kadar sürmüştür. Bu yazımızda bu yol ve yöntemleri göreceğiz. Yaşanan olgular,  çağımızda bu yol ve yöntemin değişerek, eski sömürge kurallarının yeni gelişen teknolojilere bağlı olarak yeni stratejilerle birleştirilmesi ile çok gizli, sessiz ve derinden uygulanması şeklinde sürdürülmeye çalışıldığını, bu yeni yöntemlerle yine bazı ülkelerin yarı sömürge durumuna düşürülerek sömürge ekonomilerinin devam etmekte olduğunu göstermektedir. İkinci yazımızda sömürge ekonomilerinin devamı için sömürülen ülkelerin hammadde satıcısı durumunda kalmalarının sağlanması; endüstrilerinin, teknolojilerinin gelişmesinin önlenmesi; bu amaç için aklın, bilimin gelişmesinin engellenmesi, aklın ve bilimin gelişmesinin engellemesi için de yine her türlü afyon, eroin vb..uyuşturucu maddenin kullanımının yaygınlaştırılması, eski inanç, gelenek ve göreneklerin canlı tutularak gelişmesinin desteklenmesi ve sömürge durumuna getirilecek toplumun dinsel ve etnik birbirine düşürülerek bölünmesi,  tüm bunları yaparken en yeni iletişim teknolojilerini kullanarak sessiz, derinden hedeflere gidilmesi..vb şeklindeki yol ve izlerini ele alacağız.

SÖMÜRGE EKONOMİSİ TANIM VE İÇERİĞİ:
    Bir toplumun doğal ve insan kaynaklarının, zenginliklerinin, özellikle teknolojik üstünlüğe sahip bir ülke tarafından doğrudan doğruya, zor kullanılarak veya ticari ve toplumsal ilişkiler gibi dolaylı, gizli yollarla kendi ülke ekonomilerine kazandırılması ekonomik faaliyetlerini “ Sömürge Ekonomisi” olarak tanımlayabiliriz.


     Sömürge ekonomilerini, yağmacılık, korsanlık, yeni yerleşim yeri olarak kurulan ticari kolonilerle karıştırmamak gerekir. Sömürge ekonomileri, sömürge olarak ilişkide bulundukları coğrafya ve ülkelerde ekonomik kaynakları kendi ülkelerine aktarmak için kendilerine özgü uzun yıllar sürecek ekonomik ve toplumsal bir sistem kurarlar. Bu sisteme bağlı olarak doğrudan doğruya o ülke ve bölgede, ülkelerinden göndermiş oldukları yöneticilerle kendi ülkelerine bağlı yeni yönetimler oluşturulduğu gibi, kurulu olan yönetimleri kendi ülkelerinin ekonomik çıkarlarına hizmet edecek yönetim biçimlerine getirirler. Fransızlar 1718 yılında Mississippi'nin yüz kilometre kadar kuzeyinde, sömürge yerleşim merkezlerinin çok küçük bir birimini New Orleans'da kurdular. Buraya gelen bir Fransız rahibesi yerlilerin değil, sömürgeci Hıristiyanların ahlaki durumunu gördükten sonra şu sözü etmiştir: “Burada yalnızca inançsızlık, düzenbazlık ve ahlaksızlık kol gezmekle kalmıyor, her tür kötülük de
bulunuyor.” İngilizler Hindistan'ı prensler, Malaya'yı sultanlar, Afrika'yı kabile reisleri aracılığıyla yönetmişlerdi. Buna 'dolaylı yönetim' adını veriyorlardı.

SÖMÜRGE EKONOMİLERİNİN DAYANDIĞI GÜÇ:
     Çin örneğinde olduğu gibi, sömürge ülkeler, kendileri ile aynı düzeyde teknolojik güce, orduya, uygarlığa sahip ülkelerle normal ticari ilişkiler içinde bulunmaya çalışmışlar, ancak alt bir uygarlığa ve gelişmemiş teknolojiye sahip toplumlarla karşı karşıya kalınca, bu toplumların zenginliklerini sömürme arayışına girerek, bu ülkelerin zenginliklerini zor kullanarak kendi ülkelerin aktarmışlardır.
     Gelişmiş teknolojiye ve silahlara sahip uygar bir ülke sahip olduğu küçük bir askeri güçle;  ilkel düzeyde, geri kalmış uygarlığa sahip bir ülkeyi kolaylıkla ele geçirerek sömürgeleştirebilir. Batı uygarlığı Yeni Dünyayı ve Eski Dünyanın geri kalmış uygarlıklara sahip ülkelerini bu geçerli ilke sonucuna bağlı olarak sömürgeleştirmiştir. Devletlerarasında yükselen güçler olarak ortaya çıkanlar, tüfekleri ve topları olan askeri güçlere sahip ülkeler olmuştur. Top ve tüfeklere sahip olan ülkeler; ok, kılıç ve mızrak gibi ilkel silahlara sahip olan ülkeleri kolaylıkla ezip geçerek “insana sanki dünya dışından gelen insanüstü bir güç, talihsiz düşmanlarının tepesine inmiş izlenimi”  vermiş, bu devletler büyük “Barut İmparatorlukları” kurmuşlardır. Toplarla donatılmış uzun mesafeli gemilere sahip olan İspanyollar, “hiçbir zaman bordalamadan, topçu ateşiyle savaş" biçimindeki yeni taktiklerini uygulayan Portekizli gemiciler deniz üzerinde neredeyse yenilmez hale gelmişlerdir. . İspanyol askerleri Hispaniola ve Küba'daki ilk yerleşim birimlerinden hareketle kıtanın içlerine doğru saldırarak 1520'lerde Meksika'yı, 1530'larda da Peru'yu fethettiler.
     İspanyollar Cortes komutasında Meksika’da Aztek uygarlığı ile karşılaştığında, zaman olarak Aztekler Roma çağında ve uygarlığında bulunuyorlar, İspanyollar ise teknolojinin gelişmeye başladığı yeni bir çağda bulunuyorlardı. Arada İ.Ö. 100 yıl ve sonrası 1500 yıl toplamda binaltıyüz yıllık bir zaman farkı bulunuyordu. Ve beş-altı yüzbin nüfusu ile Azteklerin başkenti, Roma şehrine çok benzemektedir. Cortes yedi top, dört yüz adamı ve kendine bağladığı bin kadar yerli ile Aztek imparatorluğuna karşı egemenliklerini koruyan Meksika’daki Tlascala uygarlığını yok ettiği gibi, Meksika’da büyük bir İmparatorluk kurmuş olan Aztek uygarlığını da yok etmiştir. Bu yerliler kalabalık olmalarına rağmen, İspanyolların zırhları, topları, ateşli silahları karşısında yok olmaktan kurtulamamıştır. Gemilerinde taşıdıkları topları, tüfekleri ile İspanyollar,  Avrupa’da sınırlı bir nüfusa ve kaynaklara sahip olan Portekizliler, binlerce mil uzakta olan bu yerlere erişerek, bu ülkelerdeki tüm zenginliklere sahip olmuşlardır.

     Batılılardan öğrendikleri top ve tüfekler sayesinde Ruslar İsveçli ve Polonyalıların aynı silahlara sahip olduklarını hesaba katarak, batıya saldırmak yerine doğuda ve güneyde yer alan ilkel silahlara sahip kavimlere, hanlıklara saldırmışlar, buraları sömürgeleştirerek “Barut İmparatorluklarını” kurmuşlardır. Ruslar 1556’da Hazar Denizine ulaşmışlar, Uralların doğusuna, Sibirya içlerine doğru ilerleyerek 1638 'de fiilen Pasifik Okyanusu'na ulaştılar. Rusya'nın bugünkü dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olmasına dayanak olan, Avrupa'nın diğer ülkelerine göre coğrafya olarak uygun olmayan uzaklıktaki Asya'nın zengin yeraltı doğal kaynaklarını ve insan kaynaklarını sömürgeleştirmesi olmuştur.

     “1500 dolaylarına gelindiğinde, Fransa ve İngiltere kralları ülkelerindeki toplar üzerinde tekel kurmuşlardı ve bu sayede çok güçlü uyruklarını, kale duvarlarının ardına sığınsalar bile ezebilecek durumdaydı.” (s.47, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri)

     Bu tarihsel olgular kanıtlamaktadır ki “Alt Uygarlığa” sahip ülkeler “Üst Bir Uygarlığa” sahip olan ülkelerin sömürgesi olmaya mahkûmdur. Ekonomisi tarıma ve zanaata dayanan, teknik yönden geri kalmış insanların, daha ilerlemiş tekniğe sahip uluslar tarafından boyunduruk altına alınmaları hatta köleleştirilmeleri kaçınılmaz olmuştur.


SÖMÜRGE EKONOMİSİ ÜLKELERİN ZENGİNLİKLERİNİN KAYNAĞI
   Kristof Kolomb, yeni bulmuş olduğu kıtaya ikinci seferine gönderilirken artık temel amaç açıktı: İspanya’ya köle ve altın getirilecekti, çünkü altın devletlerin en büyük zenginliği olarak kabul ediliyordu.

“…Haiti'de1495 yılında büyük bir köle avına çıktılar, kadın erkek, çocuk bin beş yüz Arawak yerlisini kuşattılar; bunları İspanyolların ve köpeklerin gözetimindeki kafeslere kapatarak aralarından en sağlıklı görünen beş yüzünü seçip gemilere doldurdular. Bunlardan iki yüzü yolda öldü. Kalanlar İspanya'ya ulaştılar. Kentin başdiyakosu bunları satışa çıkardı…Orada, on dört yaş ve üstündeki herkese, üç ayda bir belli bir miktar altın getirmelerini emrettiler. Altın getirenlere birer bakır marka verip boyunlarına astırıyorlardı. Bakır markası olmayan yerlilerin ellerini kesip kan kaybından ölmeye terk ediyorlardı. Yerlilerin altın bulmaları mümkün değildi. Çevrede bulunabilecek tek altın, derelerin yığdığı toz parçacıklarıydı. Bu nedenle yerliler için kaçmaktan başka çare yoktu; fakat kaçanlar köpeklerle bulunup öldürüldüler. Arawaklar bir direniş ordusu oluşturmaya çalışarak zırhlı, tüfekli, kılıçlı, atlı İspanyolların karşısına çıktılar. İspanyollar bunları derhal tutsak edip ya astılar ya da yakarak öldürdüler. Arawaklar arasında topyaka zehiriyle toplu intiharlar başladı. İspanyollardan kurtarmak için çocuklarını öldürdüler. İki yıl içinde ölümler, sakatlamalar ya da intiharlarla Haiti adasında yaşayan 250,000 yerlinin yansı yok oldu….bu yerlilerin çalışma koşullan korkunçtu, binlercesi bu şekilde öldüler. 1515 yılına kadar kala kala elli bin yerli kalmıştı. 1550 yılında ise beş yüz yerli yaşıyordu. 1650 yılında hazırlanan bir rapora göre, artık adada Arawak yerlilerinden ya da torunlarından hiçbir iz kalmamıştı.” (s.10, Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi)
Yüzbinlerce insanın öldürülmesine, uygarlıkların yok edilmesine dayanan sömürge ekonomisi, İspanya, Portekiz, İngiltere vb. ülkelere zenginlik getiriyordu.


     İspanyollar, fethettikleri bu yeni ülkelerin hammadde kaynaklarını, tarım( şeker) ve hayvancılık ürünlerini (hayvan postu), yerli işgücünü (köleler) ve hepsinden önemlisi de, o yıllarda ülkelerin en büyük zenginlik ve güç kaynağı olan altın ve gümüşü ülkelerine yolluyorlardı. Potosi madeninden çıkarılan gümüş, yüzyılı aşkın bir süre dünyadaki en büyük gümüş kaynağı olarak kalmıştır. Altın Avrupa'da yılda 1000, Afrika’da 2000 kilo üretildiği halde, Amerika’da 5400 kilo üretiyordu.
     İspanya’ya gönderilen altın ve gümüş miktarı o kadar çoktu ki, İspanyollar sömürge ülkelerinin İspanya’ya gönderilmesini zorunlu tuttukları maden ve tarım ürünlerinin hammaddelerini işleme gereği duymamış, hükümet merkezi bile hammadde ihraç eder duruma gelmişti. Bu olgu İspanya’da sanayinin gelişmesini önlemiştir.
     İngiltere’de ise durum tersine gerçekleşmekteydi: “Amerika'daki İngiliz yurttaşları, işlenmiş ürünleri İngiltere piyasasından başka yerden satın alamıyorlar ve hammaddelerini de İngiltere’den başkasına satamıyorlardı. Sömürgecilik, ilerde en iğrenç özelliklerinden biri halini alacak yanıyla üzerlerinde baskı yapıyordu: İngiltere’nin sanayi ürünleriyle rekabet edebilecek yerel bir sanayinin sömürgelerde geliştirilmesi yasaklanmıştı. Amerika her zaman geri kalmış bir tarım ülkesi olarak kalmak zorundaydı.”(s.116, Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi)

İngiliz sömürgelerinde sanayi ürünleri imalatının yasaklanması ile kolonilerin güçlenmesinin, zenginleşmesinin engellenerek merkezi yönetime bağlılığın artması, merkezi yönetimin otoritesinin sağlanması amaçlanırken sonuçta İngiltere’nin zenginlik ve refahının arttırılması sağlanmış olmaktadır. İngilizlerin Amerika’daki sömürgelerinde yapmış oldukları yasal düzenlemeler,  vergilerin konulması ve vergi kaçakçılığının önlenmesi için askeri idareye geniş yetkilerin verilmesi, bu merkezi otoritenin tam olarak sağlanmasının baskıya dayanarak da olsa gerçekleşmesi için yapmış oldukları yasal düzenlemelerdir. Bu siyaset, sömürge ekonomilerinin her dönemde sömürge ülkeler üzerinde de uygulamaya çalıştıkları bir yol olmuş, bu ülkelerin hammadde satan ülke konumunda kalmaları için çalışılmış, kendileri üzerinde bir güç olmamaları için sanayileşmelerinin önü kesilmiştir.
     “Amerika'da çıkarılan altın ve gümüşten alınan "beşte bir krallık payı" ve bunun yanında satış vergisi, gümrük vergileri ve Yeni Dünya'daki kilisenin topladığı paralar, İspanya krallarına muazzam bir ek gelir getiriyor ve bu gelirin sağlanması yalnızca dolaysız yoldan değil, dolaylı yoldan da oluyordu; çünkü Amerika'nın özel kişilerin eline geçen hazineleri, ister İspanyol ister Flaman ister İtalyan olsunlar, bu kimselere ve ticari kuruluşlara, kendilerinden giderek daha büyük oranlarda istenen devlet vergilerini ödemeleri için yardımcı oluyordu; ayrıca kral, acil durumlarda geri ödemesini gümüş taşıyan gemiler geldiğinde yapmak üzere bankerlerden her zaman için büyük miktarlarda borç alabiliyordu.”(s.72, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri). Güçlü bir ordu güçlü, bir ekonomi kurarak Avrupa’nın ilk en büyük devleti olarak İspanya’nın ortaya çıkışında sömürgelerden elde edilen değerli madenlerin etkisi temel etken olmuştur. 150 bin askeri donatarak doyuracak bir gelire sahip olabilmek için büyük bir hazineye gereksinim vardır. Bu zenginlik de Amerika’daki sömürgelerden elde edilen altın ve gümüşle gerçekleşmiştir.

     Sömürge ekonomilerinin ( İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya…vb) zenginleşmelerinin,  endüstrileşmelerinin ve  birer dünya devleti olarak ortaya çıkmalarının arkasındaki etkenin sömürdükleri ülkelerin zenginliklerini en iyi şekilde kullanmaları olduğunu görürüz. Sömürgelerden ele geçirdikleri parasal, doğal ve insan kaynakları zenginlikleri ile teknik bilimsel bilgiyi satın almışlar,  ardından teknoloji ve bilgi üretimi ile sömürge ekonomilerinin zenginlik alanlarını daha da geliştirmişlerdir.  Kolonilerdeki çok büyük ürün, mal, hammadde, altın ve gümüş kaynakları ile bu ülkelerin zenginleşmesi, bu kolonilerdeki nüfus ile büyük bir insan gücüne ulaşmaları, Avrupa’da küçük bir alanda faaliyet gösteren bu ülkeleri dünya çapında birer ülke ve devlet durumuna yükseltmiştir. 1800 yılında dünyadaki karaların yüzde 35’i, Avrupalıların işgali ya da denetimi altında bulunuyordu. Bu oran 1878’de yüzde 67’ye, 1914’te yüzde 84’ün üzerine çıkmıştı.” Buhar makinelerinin ve makineyle yapılmış aletlerin sağladığı ileri teknoloji Avrupa'ya ekonomik ve askeri alanlarda kesin avantajlar kazandırdı. Ağızdan dolma silahlarda kaydedilen gelişmeler (tüfek kapsülü, yiv açma vb.) zaten yeterince ürkütücüydü; ateş hızını çok fazla artıran kuyruktan dolma silahların ortaya çıkışı daha da büyük bir ilerlemeoldu; Gatling silahları, Maxirnler, eski tip silahlara bağımlı yerli halkların başarıyla direnme şanslarını hemen tümüyle yok eden yeni bir" ateş kudreti devrimi "ni tamamlayan son düzeltmeler oldu.”(s.192 Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri),



   Sömürge ekonomileri ile dünya çapında büyük bir güç haline gelen bu ülkeler karşısında, Osmanlı İmparatorluğu da dahil Doğunun büyük ülkeleri, imparatorlukları küçük, zayıf devletler olarak kalıyorlar ve yapılan savaşlarda yenilmeleri kaçınılmaz oluyordu.

     SÖMÜRGECİ GÜÇLERİN BİYOLOJİK SAVAŞ HİLESİ :
      Sömürgecilerin sömürge ülkelerdeki başarılarından birisi de, bugün biyolojik savaş olarak adlandırdığımız bulaşıcı hastalıklara neden olan mikropları kullanmaları olmuştur. Sömürge ülkeler, ülkelerinde ortaya çıkan salgın hastalık mikroplarına karşı buldukları aşılarla bağışıklık kazanmış oldukları hastalıkları sömürgelerdeki halka bilinçli olarak bulaştırmışlardır. Bu salgın hastalıklarla yerli halkı ve silahlı güçlerini,  silahlı çatışmaya girmeden, tek bir kayıp vermeden yok etme yoluna gitmişler, yerli halkın geniş coğrafyaları önlerine serbestçe açılmıştır. Ünlü fizyoloji profesörü Jaret Diamont “ Tüfek, Mikrop ve Çelik “ adlı bilimsel araştırma kitabında, Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin sömürgeleri işgal ederken uyguladıkları bu yöntemi şöyle yazmıştır:  “Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar… Örneğin, ilk İspanyol saldırısı 1520'de başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Aztekler çiçek hastalığından kırıldılar ve Monteznma'dan sonra tahta çıkan Cuitlahuac da kısa sürede öldü. Avrupalılardan gelen hastalıklar Avrupalıların kendilerinden çok önce kabileden kabileye bütün Amerika kıtalarına yayılmış, Kolomb öncesi dönemdeki Amerika'nın yerli nüfusunun, hesaplamalara göre % 95 'inin ölümüne yol açmıştı. Kuzey Amerika kıtasında en yoğun nüfuslu, son derecede örgütlü yerli toplulukları, Mississippi şeflikleri 1492 ile 1600 tarihleri arasında, hatta ilk Avrupalılar gelip Mississippi lrmağı kıyısına yerleşmeden önce böylece yok olup gitmişlerdi. Avrupalı göçmenlerin 1713'te Güney Afrika'nın yerli San halkını yok etmelerinde en büyük rol oynayan tek şey çiçek hastalığıdır. İngilizler 1788 'de Sidney'e yerleştikten hemen sonra Avustralya yerlilerini kırıp geçiren salgın hastalıkların birincisi başlamıştı…”(s.84)

      Bugün bu sömürge yöntemi, istila için değil ama zayıflatmak, geriletmek, aşı ticareti sayesinde zenginleşmek için kullanılmaktadır.

     Dergimizin önümüzdeki sayısında bu biyolojik istila yöntemi de dahil,  sömürge ekonomisinin günümüzdeki davranış ve eylemlerini izlemeye, açıklamaya çalışacağız.

KAYNAKLAR:
1- Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi, E Yayınları Belge İnceleme Dizisi , Aralık 2000, Cağaloğlu-İstanbul.
2- Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-Tarih Dizisi 22, Mayıs 2001, 8. Baskı, İstanbul 
3- Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi, Doğu Batı Yayınları10- Tarih Kızılay-Ankara, 6.Baskı, Mart 2014
4-Jaret Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174, 21. Basım Kasım 2010, Ankara

İsmail İNCİ,  01/11/2018



 BU MAKALE BALYALILAR (MADEN) DERGİSİNİN EKİM 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.





SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...