26 Nisan 2019 Cuma

EKONOMİK DURGUNLUK-RESESYON- VE EKONOMİK DEPRESYON






EKONOMİK DURGUNLUK—RESESYON-VE EKONOMİLERİN ÇÖKÜŞÜ

     Türkiye’nin, Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) tarafından yayımlanan istatistik verilerine baktığımızda, global standartlara göre oldukça yüksek seyreden %7,3 ve %7,4’ lük ekonomik büyümesinin 2017’nin 3.çeyreğinden (Ekim 2017) itibaren, yavaşlamaya başladığı ve 2018’in 2.çeyreğinde büyümenin  %5,2 ye gerilediği görülür. 2018’in 3.çeyreğindeki ekonomik büyüme ise kurlardaki ani yükselişe bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik durgunluk nedeniyle %2,1 olarak gerçekleşebilmiştir.
     TÜİK’in enflasyon oranı verilerine göre aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi Türkiye’de enflasyon 2018 yılının 2. çeyreğinden itibaren bir önceki yıla göre hızla yükselmeye devam etti ve Ekim ayında yıllık TÜFE bir önceki yıla göre ikiye katlanarak %25,24’e yükseldi. Satın alma gücünün erimeye devam etmesi karşısında iç talepte de büyük düşüş olmuştur ve düşüş sürmektedir.


      Türkiye ekonomisinde yüksek seyreden enflasyon, faiz ve TL’nin ani ve hızlı değer kaybı ekonomik durgunluğa, ekonomide düşüş ve çöküntülere neden olmaya başlamıştır.  
      Türk ekonomisinin ünlü şirketlerinin konkordato ilan etmelerinden, iflaslarını açıklamalarından, işçi çıkartmalarından ekonomideki bu durgunluk ve düşüşü her gün hep birlikte yaşamaktayız. Özellikle işsiz kalan yurttaşlarımız ve kapılarını kapatan işyerlerimiz bu ekonomik olaylarının etkilerini acı şekilde yaşamaktadır:
     “Net bir veri bilinmemekle birlikte uzmanlar daha önce yılda ortalama 300 şirketin iflas ertelemeye başvurduğunu, Mart ayından sonra bu rakamın şimdiden en az üçe katlandığını söylüyorlar.
     Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, 27 Aralık'ta yaptığı açıklamasında devlet kayıtlarına göre 979 firmanın konkordato ilan ettiğini belirtti.”
(Konkordato, şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması için başvurdukları hukuki bir yoldur.)
    “ -Üç ay önce konkordato başvurusunda bulunan Hedef Yapı'nın iflasına karar verildi. Şirket, Çamlıca Camii İnşaatı, İstanbul Atatürk Havalimanı ve Dünya Ticaret Merkezi inşaatlarında görev almıştı
    - Konkordatolar sonrası ilk büyük iflas kararı Pamukkale Turizm için verildi. 26 Ekim'de nakit akışındaki problemler ve borçların ödenebilmesi için 3 ay geçici mühlet alan şirketin konkordato ile başarıya ulaşamayacağını belirlenmesi üzerine Pamukkale Turizm ve konforlu yolcu taşımacılığı şirketi Pamukyol'un konkordato talebi reddedilerek iflasına karar verildi. Pamukkale Turizm 56 yıl önce kurulmuştu ve yaklaşık 600 otobüsüyle hizmet veriyordu. (16 Ocak 2019)
    -Tekstil sektöründe bir asrı aşan faaliyetleriyle Türkiye'nin en eski tekstil ve moda markalarından Çift Geyik Karaca konkordato ilan etti. Türkiye genelinde 750’e yakın çalışanı, 200’e yakın satış noktası ve yıllık 10 milyona yakın ziyaretçisiyle hizmet veren Çift Geyik Karaca, konkordato gerekçesi olarak likidite sıkışıklığı, döviz kurundaki artış ve yüksek faizi gösterdi. (17 Aralık 2018)
     -Daha önce ticari faaliyetlerinin kesintiye uğramaması için konkordato başvurusu yapan beyaz et ve yumurta üreticisi Keskinoğlu konkordato başvurusu ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Kısa vadeli borçlar nedeniyle konkordatoya başvurduk" ifadeleri yer aldı.
     -Hotiç ve Yeşil Kundura'nın ardından Türkiye genelinde 50 mağazası bulunan Beta Ayakkabı da konkordato başvurusunda bulundu. Yeniden yapılandırma sürecini başlattığını açıklayan şirket, konkordatoya gerekçe olarak AVM'lerde döviz ile ödenen kiraları ve fabrikalarında gerçekleşen yangını gerekçe gösterdi.” . https://www.haberturk.com/bir-musibet-bin-nasihatten-iyi-geldi-2393857-ekonomi

      -…..organize sanayi bölgesinde işçi alımları durdurulduğu öne sürülüyor. Birçok üretim yapan firmanın, üretim yapmama kararı aldığı iddiaları dolaşıyor. Yarış Kabin Sanayi 100 kişiyi işten çıkarttı http://www.balikesirhaberajansi.com/haber-11-8-2018
     -Soma Kömürleri A.Ş ‘ye ait Işıklar Ocağının yanında bulunan Kömür yıkama tesislerinde çalışan 60 işçi işten çıkarıldı. Gerekçenin ise iş potansiyelinin düşmesi olarak açıklandığı belirtildi. 02 Ekim 2018https://www.evrensel.net/haber/
     -İzmir Kemalpaşa'daki organize sanayi bölgesinde kurulu bulunan, pasta, dondurma ve tatlı üretilen Özsüt Fabrikası'nda bu sabah yeni işten çıkarmalar ve ücretsiz izne göndermeler yaşandı. Elden çıkarılmak istenen fabrikada işçilerin maaşları 6 aydır düzenli ödenmiyor. Üretimin durma noktasına geldiği fabrikada, Ocak ayının sonuna gelinmiş olmasına rağmen Aralık maaşları dahi yatırılmamış durumda.  31 Ocak 2019   https://www.evrensel.net/haber/
     -Bursa TOFAŞ fabrikasında nakliye ve park işlerini yapan Mepar Nakliyat’ta çalışan 97 işçi ekonomik kriz bahane edilerek işten çıkarıldı. http://siyasihaber4.org/e/isten-cikarma
     Türk Ekonomisinin durgunluğa, düşüş ve ekonomik krize doğru gitmekte olduğunu gösteren bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür:
      -Sanko: En az 300 işçinin işten çıkarıldığı söyleniyor. Kimi işçiler bu sayının katbekat fazla olduğunu söylüyor. Sanko, kendisine ait birkaç işletmesini kapattı.
      - Naksan Holding: 100’e yakın işçi çıkartıldı.
      -Cemre Tekstil: 50 kişi çıkarıldı. Geri kalanlar ücretsiz izne gönderildi.
      -Merinos: Bir bölümünün kapatıldığı, 250 işçinin çıkarıldığı söyleniyor.

Ekonomik Durgunluk-Resesyon- Nedir:
      Daralma veya küçülmeyi ifade eden resesyon, ekonominin genelinde toplam talebin düşmesine bağlı olarak, en az altışar aylık iki dönemde üst üste ekonomik büyümenin eksi oranlarda gerçekleşmesidir. Bir anlamda ekonomideki faaliyetlerin önce durması, sonrasında düşüşe geçmesi durumudur. Bu ekonomik düşüş çok şiddetli olup tüm ekonomik faaliyetler durması noktasına gelirse buna ekonomik çöküntü veya depresyon adı verilir. Diğer bir deyimle de ekonomik bunalım-kriz- olarak adlandırılır.  
      Bazı makro ekonomik göstergelere bakılarak ekonominin resesyona girme tehlikesi içinde olup olmadığı izlenebilir: Tüketici talebinde görülen düşüşler, imalat sanayi üretiminde ve inşaat sektöründe azalışlar, perakende satışlar ve istihdam düzeyinde gerileme, günden güne fiyatlardaki artışlar ve günden güne ulusal para biriminin değer kaybetmesi ekonomik durgunluğa girildiğinin ve ekonomik düşüşün başladığının göstergeleridir. Ne yazık ki,  özellikle 2017 yılı başından beri görülen bu belirtiler dikkate alınarak gerekli ekonomik önlemler alınmadığından ekonomik durgunlukta bugünkü noktaya gelinmiştir.

Resesyonun Nedenleri:
     Resesyonun ortaya çıkmasında toplam talebi oluşturan çok sayıda faktör etkili olmaktadır. Bu faktörler her ülkenin ekonomik durumuna bağlı olarak değişebilmektedir. Toplam talebi etkileyen faktörler ise şunlardır: Faiz oranlarında yükseliş, varlık değerlerinin fiyatlarındaki düşüş, kredi darlığı, ekonomik güvende gerileme, ulusal paranın aşırı değerlenmesi veya düşmesi, kamu harcamalarının artışı veya kısılması, finansal kriz, yüksek enflasyon, ücretlerde gerileme ve istihdamda düşüş.
        Resesyonun etkileri, resesyonun süresine ve derinliğine bağlı olarak değişir. Ekonomideki büyümenin üst üste iki çeyrek boyunca gerilediği durgun bir ekonomide:
Reel GSYİH gerileme eğilimine girer, işsizlik artar, ücretler reel olarak geriler, gelir dağılımı bozulur, üretim seviyesi düşer, şirketler küçülür, vergi gelirleri düşer, ulusal para birimi değer kaybeder.

     Resesyona giren ekonomiler küçülme eğilimine girer, toplam talepteki gerilemeye bağlı olarak üretim yavaşlar ve yukarıda belirtilen makroekonomik verilerde bozulmalar meydana gelir. İşsizlik oranındaki artış ise resesyon derinleştikçe hızlanır. Para biriminin temel para birimleri karşısında değer kaybetmesi sonucu enflasyon hızlanır. Reel gelir düzeyindeki gerileme ve artan enflasyon toplam talebin daha da gerilemesine ve resesyonun derinleşmesine neden olur. Yükselen faizler ve borçlanmanın maliyetinin artması tüketim ve yatırım harcamalarının gerilemesine, banka ve finans sektörünün geri ödenmeyen krediler ve dış kaynak sıkıntısı nedeniyle kredi verme olanağının büyük ölçüde azalmasına neden olur. Artan finansman maliyetleri ve nakit sıkıntısıyla daralmaya başlayan reel sektörde şirketler küçülmeye veya kapanmaya başlar. Resesyona giren ekonomilerde piyasalarda belirsizliğin hakim olması nedeniyle, ekonominin yavaşlamasından fazla etkilenmeyen işletmeler, yatırımcılar ve tüketicilerin ise,  geleceğe yönelik endişelerle beklemeyi tercih edecekleri için ekonomik faaliyetler daha da yavaşlar.
Türk Ekonomisinin Durgunluğa Girmesinin Nedenleri:
     Büyümek isteyen özellikle de hızla büyümek isteyen şirketler, dışarıdan borç almak zorunda kalmaktadır. Yurtiçinden TL kredi kullanarak yatırım yapmak isteyen şirketler özellikle faizlerin yüksek oluşu nedeniyle yüzde 25-30’luk maliyetlere razı gelmek zorunda kalıyorlar. Yüksek enflasyon ve yüksek faizle yaşayan Türkiye’de şirketler genelde döviz kredisi kullanarak yatırım yapıyorlar. Çünkü döviz kredilerinin faizi düşük olduğu gibi, uzun vadeli de kullandırılabiliyor.
     Şirketlerin büyümek için döviz ile borçlanmaları, döviz kurunun yavaş yavaş yükselmesine neden olmaktadır. Ani aşırı kur artışı karşısında, döviz borcu yüksek şirketler borçlarını ödeyememe gerçeği ile karşı karşıya kalmaktadırlar:
     “Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan döviz borçlu şirketlerin borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer taraftan da enflasyonun yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün düşmesine neden oluyor. Borç yükü artan şirketler ödemelerini yapabilmek için yatırımlarını kısma yoluna gidiyor. Satın alma gücü düşen hane halkı da mecburen tüketimini kısıyor. Bu sürecin sonucunda da canlanması hedeflenen ekonomide tam tersine daralma yaşanıyor.” (Dr. Orhan KARACA , s.35, Capital Dergisi, Ocak 2019)
    Bu günün ekonomilerinin ilerlemesinin, şirketlerin ve ülkelerin zenginleşmesinin kaynağı hızlı ve dinamik olarak üretim merkezleri, finans şirketleri, bankalar, yeni teknoloji laboratuarları ile veri alışverişine, iletişim ağı kurmalarına ve bunları dinamik olarak yatırıma dönüştürmelerine bağlıdır. Bu dinamizmin gerisinde kalan ekonomilerin gelişmesi yavaş olmaktadır. Ülkeler gelişen ekonomilere ayak uydurmak için yatırımlarını hızlandırmak zorunda kalmakta, bu durum dış kaynaklardan borçlanmayı gerektirmektedir. Ancak devletin döviz borcu yükünün günden güne artışı ulusal paranın değerini düşürmektedir.
     Ve Paul Kruger’in  de tespit etmiş  olduğu gibi;  Borç olarak alınmış döviz kaynaklarının verimsiz alanlara yatırılması, israf edilmesi, kişilerin servetleri olarak saklanması döviz kurlarının daha da yükselmesine neden olmuştur: “Benzer biçimde, Tayland'ın da kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla borçlanmış ve bu paraları çok kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü)

     Hükümetin ve şirketlerin, paranın devalüe edilmemesi için, döviz rezervlerini arttırma çabaları ise kısa sürede olanaklı olmamaktadır. Uygun faiz koşulları ile döviz borçlanmasını gerçekleştirmek olanağı, ekonomiye duyulan güvenin sarsılması nedeni ile saygınlığını yitiren bir hükümet için çok zordur. Sonuçta paranın yüksek oranlarda devalüe olması kaçınılmazdır.  Ulusal para biriminin aşırı değer kaybı karşısında ekonomiler, bir dönem sonrasında yavaşlamakta ve düşüşe geçerek krize girmektedir. Doğu Asya ülkelerinin dış yatırımcılar tarafından tercih edilerek çok büyük finans kaynakları akıtmaları, bu finans kaynaklarının ise rekabet ürünlerine yatırım yapılmaması, daha çok bina ve alt yapı yatırımlarına yapılması, bu yatırım süreci sonunda, ülke ekonomilerinin büyük miktarlarda borçlanarak, döviz rezervlerinin erimesi, yabancı yatırımcıların dışarıya çıkması sonunda 1997 yılında Büyük Asya krizine neden olmuştur.
      Bu dönemsel olaylar, ülkemizde olduğu gibi birçok gelişmekte olan ülkelerde, yaşanan olaylardan ders alınmadığından defalarca yaşanmıştır ve yine bugünkü ekonomik ortamda yaşanmak zorunda kalınmaktadır.

Ekonomik Durgunluk ve Düşüşten Çıkış Yolları:
     Nobel ödüllü Ünlü ekonomist Paul Kruger’e göre, 2008 yılındaki mortgage finans krizi de dahil bütün ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerden kurtulmanın yolu  “Keynesyen sözleşme ile”, gelişmiş veya gelişmekte nasıl olursa olsun, bütün devletlerin piyasalara müdahale ederek, hatta aşırı devletçi uygulamalarla piyasaları kontrol ederek, likiditeyi arttırmaları ile olanaklıdır:
     “….1990’ların başında İsveç’te baş gösteren finans krizinde hükümet devreye girdi ve kısmi ortaklık karşılığında bankalara ülke GSYİH’ sının yüzde 4’üne eşit -bugün ABD’de yaklaşık 600 milyar dolara karşılık gelen- ilave sermaye temin etti. 1998’de Japonya bankalarını kurtarmak için harekete geçtiğinde 500 milyar doların üzerinde tercihli hisse satın aldı, bu GSYİH’ya göre ABD’de yaklaşık 2 trilyon dolarlık sermaye akıtmasına denkti. Her iki vakada da sermaye tedariki bankaların kredi verme kabiliyetine yeniden kavuşmasına yardımcı oldu ve kredi piyasalarını tekrar harekete geçirdi.”(s.171, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
     “…. en nihayetinde devlet denetiminin çok daha fazla artacağı, hatta neredeyse finans sisteminin önemli bir kısmının geçici olarak bütünlüklü kamulaştırmaya yakınlaşacağı yönünde. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu uzun vadeli bir hedef değil, ekonominin erişebileceği yüksekliğin kontrol altında tutulması meselesi: Tıpkı İsveç’in doksanların başındaki büyük kurtarma harekâtından sonra bankacılığı yeniden özel sektöre devretmesi gibi, bunu yapmak güvenli hale gelir gelmez finans sektörünün yeniden özelleştirilmesi gerekir.”( s.171)
     “Finans sistemini kurtarmak için yapılacakların biraz “sosyalistçe” olacağı korkusuyla yapılması gerekenleri yapmamaktan daha kötü hiçbir şey olamaz.”( s.172)
    Paul Kruger’e göre ekonomik kriz sonucu iflas eden banka ve şirketler devletleştirilerek kurtarılmalı, ekonomi düzelince yine özel sektöre devredilmeli, diğer bir deyişle serbest piyasa ekonomisine dönülmelidir.

     A- Ekonomik durgunluğa ve düşüşe neden olan ana etken toplam talepteki düşüş olduğuna göre çözüm yolu talebi arttırmaktır. Talep artınca kapanan üretim yapan sektörler ve firmalar yeniden üretim faaliyetlerine dönecek, istihdam artacak, ekonomik büyüme yeniden başlayacaktır. Ancak bu genel kuralın, her ülke ekonomisinin koşullarına, her şirketin kendi yapısındaki özelliklerine göre ince ayrıntılara uzanan uygulama yolları vardır. Gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunluktan çıkış yolları ile gelişmekte olan ülkelerin çıkış yolları farklıdır.
     Gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunluğu, isteğe bağlı aşırı tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden çok, gereksinmelerin doyum noktasına ulaşmış olması ile zorunlu tasarruftan doğan toplam talep yetersizliğinden ortaya çıkar.  Bu gelişmiş ekonomilerin karşısında rekabet edecek ekonomiler azdır ve bu ekonomilerin getirileri daima diğer ekonomilerden her zaman için fazla gerçekleşmektedir. Durgunluğun aşılması ise kendi iç pazarının yanında, gelişmemiş veya gelişmekte olan dış pazarlarda talep oluşturarak, üretim yapabilmesi ile mümkün olabilir. Bunun için Paul Kruger’in doğru bulduğu ekonomik yöntem ise, durgunluktan kurtulup ekonomiler olağan çalışma düzenine girinceye kadar bir yatırım Balonu bulmaktır.( “Konut balonunun yerini alacak beklenmedik yeni bir balon oluşmadıkça hızlı bir ekonomik toparlanma olacağını söylemek zor. “ s.173 ) Bir aldatıcı ve geçici şişirilmiş ekonomik yatırım, toplam talep oluşturarak durgunluğun aşılmasını sağlayacaktır. Balon patlayınca, yani toplam talep çökünce durgunluğa giren ekonomi için yeni bir Balon yeniden bulunacaktır. Bu böyle sürüp gidecektir. Bu Balonların birisi 1990’ yıllarda Gelişen Piyasara yönelik Altın Piyasalar yatırımı olmuş, Asya krizi ile bu balon patlamıştır. 2000 yılından sonra gayrimenkul yatırımı balonu şişirilmiş, Mortgage krizi ile bu balon da patlamıştır. Bundan sonra başka bir balon bulunmalıdır.
     Sağlıklı gelişen bir ekonomide ise balonlara gerek yoktur. Toplam talep ancak, talebin biri biterken, yerine Yeni veya Gelişmiş bir mal ve hizmet ürünü koyarak yeniden talep oluşumu sağlanarak olur. Gelişmiş ülke ekonomilerinin canlılık ve büyüme dürtülerinin altında temel ihtiyaçların karşılanması amacından çok, oyun oynama psikolojisinin altındaki ihtiyaç vardır: keyif alma, hoşnut olma, haz alma, daha fazla rahat yaşama..vb isteklerinin karşılanması vardır.
     Gerçekte ise temel düzeyde gıda, barınma, giyim ve güvenlik ihtiyaçları karşılanan bir toplum başka hiçbir ürüne gereksinim duymadan dünyada yaşamını sürdürüp tamamlayabilir. Hatta insanın mutluluğunun bu şekilde bir yaşam anlayışında olması gerektiğini söyleyen felsefi dünya görüşleri olmuştur. Stoa ve Knik felsefesinin dünya görüşüne göre mutluluk için dünya nimetleri ve hazları karşısında bağımsız olmalıdır. Knikler, karakter bağımsızlığı, dünya nimetlerinden uzak durma tavrı ve kendine yeter olmayı en yüksek ideal olarak değerlendirirler. Gelişmiş bir ekonomide Stoa ve Knik felsefesinin aniden ortaya çıkıp yaygınlaştığını düşündüğümüzde büyük bir ekonomik krizin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ancak insan doğası, temel gereksinmeleri karşılandığı taktirde daha yeni ve gelişmiş ürünleri tüketmeye yönelmek üzere kurulmuştur. Kendisine tanıtımı yapılan, sunulan, bir başkaları tarafından tüketimi,  kullanımı sergilenen ürünleri talep etmek ve gereksinim duymak olarak yapılanmıştır.
     Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik durgunluğu ise, yetersiz döviz kaynakları ve büyük miktarlarda dış borç sonucu ürünlerinin fiyatlarındaki artışlar, fiyat artışlarına bağlı olarak talep azalması, yatırımların durması… vb. sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenlerle, gelişmekte olan piyasalar bir yandan yeni üretim alanları için yeni üretim harcamaları yaparken bir yandan da talep oluşturarak var olan ve oluşturdukları taleplere bağlı olarak yatırımlarını sürdürmek zorundadırlar. Ekonomist Dr.Orhan Karaca’nın Kapital dergisindeki makalesinde yazmış olduğu gibi, para politikasının gevşetilmesi ters sonuçlar ortaya çıkaracaktır:
     “ Bizimki gibi aşırı dış borçlu ve dolayısıyla döviz girişlerine hassas dışa açık ekonomilerde para politikasının gevşetilmesi beklenenin tersi sonuçlar veriyor. Böyle ekonomilerde para politikasının gevşetilmesi yabancı sermaye girişlerinin azalmasına ve çıkışlarının artmasına yol açıyor. Bunun sonucunda döviz kurlarında yükseliş yaşanıyor. Döviz kurlarındaki yükseliş bir taraftan döviz borçlu şirketlerin borç yüklerinin artmasına(bilanço etkisi), diğer taraftan da enflasyonun yükselmesine ve dolayısıyla satın alma gücünün düşmesine neden oluyor…….sıkı para
politikasının ise tam tersine genişletici sonuçlar vermesi mümkün. Tabii bunun için biraz sabretmek gerekiyor. Ayrıca sıkı para politikasına kamu maliyesinde disiplinin eşlik etmesi de şart.”(Dr. Orhan KARACA, s.35, Capital Dergisi, Ocak 2019)


      B-  Paul Kruger talep oluşmasını sağlayarak ekonomik durgunluktan çıkmaları için gelişmiş ülke ekonomilerine, gelişmekte olan ülke ekonomileri ile birlikte hareket etmelerini ve gelişen piyasalara olan yatırımları arttırmaları gerekliliğini ileri sürer:
     “Bir şey daha: Finans krizinin gelişmekte olan piyasalara yayılmış olması gelişmekte olan ülkelerde uygulanacak küresel bir kurtarma planını krizin çözümünün bir parçası haline getirmektedir…(s.172, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
     “Bir sonraki plan devlet harcamalarını sürdürmeye ve genişletmeye odaklanmalıdır; eyaletlere ve yerel yönetimlere yardım sağlanarak sürdürülmeli, yollara, köprülere ve diğer altyapı türlerine harcama yapılarak genişletilmelidir.” (s.173, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü,)
     Gelişmiş ülke ekonomileri 2008 yılındaki küresel finans krizinden, likiditeyi artırarak ve gelişen ülke piyasalarında, arttırdıkları likiditeleri daha çok otoyol, köprü, kanal..vb yapılması için düşük faizle kredi olarak veya uygun sözleşmelerle ortak yatırımlar olarak kullandırmalarına bağlı talep yaratarak çıkmayı başarmışlardır. Ancak, gelişen piyasaların ulusal paralarının devalüe olması ile ekonomik durgunluğa, düşüşe, çöküşe geçmesine neden olmuşlardır. “Benzer biçimde, Tayland'ın da kötü yönetilen bir ekonomisi vardı, çok fazla borçlanmış ve bu paraları çok kuşkulu projelere yatırmıştı.” (s.83, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü)
     Gelişmekte olan ülkeler para birimlerinin değer kaybından doğan ekonomik durgunluk ve düşüşe geçmek istemiyorlarsa, borçlandıkları dövizleri en verimli şekilde yatırıma dönüştürmek zorundadırlar. En kısa sürede döviz girdisi elde edecekleri ve sonraki yatırımlarında döviz borçlanması gerektirmeyecekleri yeni, gelişmiş teknolojilere, ürünlere yatırım yapmak zorundadırlar. Yol, köprü, kanal, gösterişli alışveriş binaları…vb yatırımlara harcanan ve taahhüt edilen döviz harcamaları, borçlanmaları, döviz kaynaklarının özkaynaklarla sağlanıyor olmaması nedeniyle sonunda, zorunlu ödeme sorunu ile karşı karşıya kalınmakta ve ekonomileri durma noktasına getirerek çöküşe kadar giden süreçlere neden olmaktadır. 1991, 1997, 2001..vb yıllarında yaşanan ekonomik krizlerin temel nedenleri bunlardır ve bu nedenlerden ders alınmadığı sürece ekonomik durgunluk, düşüş ve çöküşlerin yinelenmesi kaçınılmazdır. Kapital dergisinin Mart 2019 sayısında, 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan döviz kurundaki aşırı değerlenme sonunda ortaya çıkan ekonomik tablo karşısında ünlü holdinglerin yönetim kurulu başkanlarının da aynı görüşe vardıklarını görüyoruz:
      2018 yılında nakit akış yönetimi de kritik bir alan olarak ön plana çıktı. Bunun dışında markalaşma ve katma değerli üretim de üzerine düşülmeyen alanlar olarak dikkat çekti. Sun Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, tekstil ve hazır giyim sektörlerinde katma değerli ürünlerin payının yükseltilememesini büyük hata olarak görüyor. Ünlütürk, “2019 ve sonrasında özellikle katma değerli, tasarım ve Ar-Ge içeren ürünlerin sayısının artırılması önemli. Şirketlerimizde, fiyat politikasını iyi yönetmeye ve katma değerli ürünlerin sayısını artırmaya odaklandık. Bunun yanında titiz bir bütçe ve nakit akış yönetimi yapmaya özen göstereceğiz” diyor. Yeşim Tekstil CEO’su Şenol Şankaya, Ünlütürk’le hemfikir. Şankaya, “Önemli ihracat pazarlarına bu denli yakın olup genel anlamda modayı ve kaliteyi üretememek önemli bir handikap. Bugüne dek çok daha fazla uluslararası marka çıkarabilmemiz gerekirdi” diyor. Şankaya bu krizden ders çıkarmanın hala mümkün olduğunu düşünüyor. Ona göre Türkiye, gerekli Ar-Ge çalışmalarından elde edeceği kazanımları tabana yayabilir, daha katma değerli ürün üretmeyi ana misyon ve vizyon haline dönüştürebilir.” (s. 174, Capital Dergisi, Mart 2019)
     Dr. Orhan Karaca da aynı görüştedir: “…kaynağın ihracata yönelik üretken
yatırımlara yönlendirilmesi halinde ekonomide yapısal bir dönüşümün gerçekleştirilmesi ve dış kaynak ihtiyacının azaltılması mümkün olabilir. Gelen kaynağın yine inşaat gibi üretken olmayan yatırımlara yönlendirilmesi halinde ise ekonomi çok geçmeden yeniden tıkanabilir.

    C-  Döviz kurlarının aşırı yükselmesi ile ortaya çıkan borç ödemelerinin olanaksız duruma gelmesi ve şirketlerin konkordatoya başvurmaları veya iflas durumu ile baş başa kalmaları şirketlere; yatırım ve harcamalarını ekonomik varlıklarına zarar vermeyecek ölçülerde dövizle borçlanarak yapmaları zorunluluğunu bir kez daha anımsatmıştır. Yatırım planlamalarını yaparken öncelikle kendi özvarlıklarına, sonra da, ne kadar maliyeti yüksek olsa da, yerli para birimi ile borçlanarak yapmaları gerekliliğini ortaya koymuştur. Uzmanların çoğu aynı görüştedir:
    “… 2018’de en önemli yönetim hataları finansal alanda yapıldı. Örneğin araç kiralama sektöründe ölçüsüzce alınan kur riski ve borçlanma yapısının Euro cinsinden olması sektör oyuncularını zora soktu. Garenta ve ikinciyeni.com Genel Müdürü Emre Ayyıldız, Türkiye’de mevcut konjonktürde finansman maliyeti artışının kiralama sektörünü sıkıntıya soktuğunu söylüyor ve “Kur riski alınması, sektörün borçlanma yapısının Euro ağırlıklı olması, bilançoları olumsuz yönde etkiledi” diyor.

    D- “Evet, durgunluklar şimdi var olduğu gibi gelecekte de olacak. Ancak bir durgunluk oluştuğunda herkes Federal Reserve’in 1975, 1982 ve 1991’de yaptıklarını tekrarlayarak faiz oranlarını ekonomiyi ayağa kaldıracak ölçüde düşürmesini bekliyor. Ayrıca, eğer sürece yardımcı olacaksa Başkanın ve Kongrenin vergileri azaltıp harcamaları artırmasını da bekliyoruz. Bir durgunluğun Herbert Hoover tarzıyla, vergileri artırıp harcamaları kısarak ve faiz oranlarını yükselterek karşılanmasını kesinlikle beklemiyoruz”(s.171, Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul)
      Ekonomik durgunlukların kendisini yinelemesi kader değildir. Dengeli olarak kalkınan, büyüyen ve geçmişten ders alan ekonomilerde durgunluk yaşanmayacaktır. Plansız olarak, aynı sektörlerde aşırı yoğunlaşan ve aynı zamanda kapasite arttıran yatırımlar sonunda bu sektörlerin talep yetersizlikleri ile karşı karşıya kalarak iflaslarına neden olmaktadır. 2018’de özellikle perakende, inşaat, eğitim gibi çok sayıda kişiyi istihdam eden sektörlerde önemli kayıplar olmuştur. Sektör liderleri kontrolsüz ve hızlı büyümenin bunun en büyük nedeni olduğunu düşünüyor.  Bu iflasların ülke ekonomisinde önemli ölçeklerde olması bir yandan istihdamı düşürerek, diğer yandan kaynakları israf ederek, ekonominin durağanlaşmasına neden olmaktadır. Planlamadan uzak aynı sektörlerdeki bu yatırımlar ekonominin nitelikçe düşük olarak büyümesinin de nedenidir. Şirketlerin büyümeden çok verimliliğe, kaliteye, yeniliğe ve teknolojik gelişmeye önem vermeleri hem kendi varlıkları için hem de ülke ekonomisin niteliğinin yüksek olması için gereklidir.   
       Ekonomik durgunluk, faizlerin ekonomik büyümeyi aştığı noktada talebi azaltmış olduğu için ortaya çıkmaz; özellikle döviz kurlarının yükselmesi, fiyatların artması gibi ekonominin çok yönlü nedenlerden ileri gelen toplam talebin düşmesi ile ortaya çıkar. Bu nedenle salt faizlerin düşmesi toplam talebi arttırmayacaktır. Faizlerin düşüşü, ekonomik durgunluğu ortadan kaldırmadığı gibi nedeni de değildir.
       Ancak bireylerin zaten yetersiz olan gelirlerini daha düşüren bazı uygulamalar talebi ikincil derecede olarak etkilemektedir. Hükümetin sık sık uygulamış olduğu vergi affı, imar affı, askerlik borçlanmalı gibi mali uygulamaları bir çeşit vergilendirme yaratmaktadır. Bu vergilendirme de yurttaşların gelirlerini artan fiyatlarla birlikte düşürerek toplam talebin büyük ölçüde azalmasına neden olmaktadır. Fiyatların yükselmesi karşısında gelirlerdeki düşüşün en alt düzeylerde kalması önem taşımaktadır. Çünkü bugünkü ekonomik koşullarda bireyler ancak temel gereksinmeleri için para harcayacak durumda bulunmakta, bu da birçok sektörde talep olmadığı için üretimin durmasına, işyerlerinin kapanmasına neden olmaktadır.
      Bu arada,  üretim yapamayarak kapanan, işçi çıkaran özel şirketlerden kur etkisi az olanlarının, likidite sağlanarak üretime devamlarının sağlanması, atıl durumda olan makine ve insan gücünün üretime katılması, ekonomik durgunluğu ve bunalımı aşmak yönünden büyük önem taşır.

     E- Ülkeleri ekonomik durgunluğa sürükleyen önemli bir etken de, toplam talebin düşmesine neden olan, komşu ülkelerle ve daha önce ekonomik ilişkileri yoğun olan ülkelerle ticari ve ekonomik ilişkilerinin azalması ve yok denecek düzeylere inmesidir. Ticari ilişkilerin bozulmasının nedeni bu ülkelerle siyasi ilişkilerin bozulması olduğu gibi,  bu ülkelerin ekonomilerindeki durgunluk ve krizler, iç siyasi kargaşa ve çatışmalar olmaktadır. Avrupa birliği ülkeleri ile ekonomik ve siyasal ilişkilerin bozulması ticari ve ekonomik ilişkilerimizi etkilemektedir. Yakın ve komşu ülkeler olan Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır..vb ile olan ticari ilişkilerimiz, bu ülkelerin kendi iç kargaşa ve çatışmaları ve siyasi ilişkilerimizdeki sorunlar nedeni ile zayıflamıştır.  1997 yılında ortaya çıkan Doğu Asya krizinde, komşu ülkelerdeki ekonomik krizlerin birbirlerini etkileyerek tüm Asya’ya yayılması gibi, ülkemizin içinde bulundukları siyasi yapı ve koşullar, diğer ülkelerle olan siyasi ilişkililerle birlikte ekonomik ve ticari ilişkileri etkileyerek ekonomik durgunluğa, düşüşe ve krize neden olmaktadır.   

KAYNAKÇA:
1. Paul KRUGMAN, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, 6. Basım- Şubat 2010, İstanbul
2. Capital Dergisi, Ocak 2019
3. Capital Dergisi, Mart 2019
4.Sanayi Dergisi,Ocak 2019


 İsmail İNCİ,  26/04/2019




ÖZGÜN METNİNİ YUKARIDA YAYIMLADIĞIM BU MAKALE BALYALILAR DERGİMİZİN NİSAN 2019 
SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.

































4 Şubat 2019 Pazartesi

ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE EKONOMİLERİNİN ŞİFRELERİ




 SÖMÜRGE EKONOMİSİ-2 
ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE EKONOMİSİ VE ŞİFRELERİ

     Çağdaş sömürge ekonomilerinin izlemiş olduğu sömürgecilik tarzı, strateji ve ilkeleri ile geçmiş tarihteki sömürge ekonomilerinin hareketleri arasında değişmeyen büyük uyumluluklar görülür. Avrupalı sömürgecilerin başarısında, sömürgelerdeki yerli halkın sömürge ekonomilerinin işleyiş tarz ve ilkeleri hakkında gerekli bilince ve bilişe sahip olmaması büyük bir etkendir. Bu nedenle sömürgecilerin tarihsel olarak karakterlerinin, sömürgeci yapılarının ortaya çıkarılması, bilinç ve bilişsel olarak kavranılması sömürgecilik girişimlerinin başarısızlıkla sonlanmasında büyük önem taşır.
     Sömürge ekonomilerinin çağdaş şifrelerini aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz.

ETNİK VE İNANÇLARA GÖRE TOPLUMLARI BÖLEREK ZAYIFLATMAK:
       Etnik ve dinsel katılılıkları, ayrışmaları destekleyerek toplumları bölmek, bölerek zayıflayan halkları yönetimleri altına alarak sömürgeleştirmek, sömürge ekonomilerinin geçmiş tarihte uyguladıklarına benzer olarak başvurdukları çağdaş sömürge yöntemlerindendir. Sömürge ülkelerin Afrika ve Hint halkının çok çeşitli kabile inançlarından gelen topluluklarını, inanç,  gelenek ve ırksal farklılıklarını kullanarak bölmeleri, bu kıtaların halklarını birbirine düşman ederek parçalamaları, sonrasında da bu kıtaları sömürge durumuna getirmeleri, sömürgeciliğin önemli kodlarından olmuştur. Sömürge egemenliğinden önce toplumda, borçlanma, servetlerin yitirilmesi, skandallar yaratılması, kargaşa, dağılma ve asimilasyon süreci sömürge ekonomilerinin çağdaş stratejilerindendir.
     “ Yeni katılıklar, hareketsizleşmeler ve etnik özdeşleşmeler Avrupalıların çok acil çıkarlarına hizmet ederken, beyazlarca tamamıyla geleneksel ve bu yüzden de meşru olarak görülüyordu. ..Göreneksel yasa, göreneksel toprak hakları, göreneksel siyasal yapı..vb denilen herşey, aslında kolonyal nitelikli kodların oluşturulması ile icat edilmişti.” (s.290, Geleneğin İcadı, Eric J. Hobsbawn)
     Sömürgeci ülkelerin bu karakterini iyi bilen, başlatmış olduğu ulusal kurtuluş savaşı ile dünyanın en büyük sömürgeci ülkelerine karşı zafer kazanarak, sömürgecilerin egemenliğinden bağımsız yeni bir devlet kuran Mustafa Kemal ATATÜRK, ulusal birliğin önemini : “ Ulusal birlik Tanrısal güçten başka bütün güçleri yener”, sözleri ile dile getirmiştir. 

DOGMATİK DÜŞÜNCELERİN DESTEKLENEREK BİLİMSEL-AKILCI DÜŞÜNCENİN GELİŞMESİNİN ÖNLENMESİ:
    Güney Amerika’da İnka İmparatorluğunun 80.000 kişilik ordusunu 168 kişilik İspanyol askeri ile ortadan kaldırarak tonlarca altının İspanya Krallığına geçmesini sağlayan “Pizarro 'nun başarısında etkili olan nedenler arasında tüfeklere, çelik silahlara ve atlara dayanan askeri teknoloji vardır; Avrasya' da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar vardır; Avrupa'nın denizcilik teknolojisi vardır; Avrupa'daki devletlerin merkezi siyasal örgütü vardır; yazı vardır…Avrupalıların başka kıtalardaki halkları egemenlikleri altına almalarına olanak tanıyan yakın nedenlerin kısaca ifadesi… (s.89, Jaret Diamont, Tüfek, Mikrop ve Çelik; TUBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174, 21.Basım- Kasım 2010- Ankara )

      Kendi teknoloji ve uygarlıklarının altında bir uygarlığa sahip olan başka kıtalardaki halkları egemenlikleri altına alarak bu halkların değerli maden, yer altı kaynakları ve insan kaynaklarını kendi ülkelerine aktaran Avrupalı sömürgeci ülkeler ekonomilerinin zenginleşmesine bağlı olarak bilim ve teknolojilerini geliştirmişler, bu gelişmeye bağlı olarak askeri üstünlüklerini pekiştirmişlerdir. Pekiştirilen askeri güç, karşılıklı etkileşim sonucu sömürgecilik güçlerini büyüterek ekonomik zenginliklerini daha da arttırmıştır.
 Avrupalı insanı bilimde ve teknolojide dünyanın lideri durumuna getiren de sorgulayıcı, özgür, akılcı düşünce yapısına sahip olarak gözlem ve deneylerlerle bilgi ve görgüsünü arttırma istek ve inancı olmuştur. Kültür ve düşünce alanında tutuculuktan, geleneksel inanış ve dogmalardan bağımsız, özgür düşünme ve tartışma ortamı, karşılıklı gözlem ve deneyimlerin paylaşılması Avrupa mucizesini yaratmıştır. Dogmaların, yanlış inanç ve geleneklerin etkisi altında özgür ve akılcı düşüncenin oluşmadığı Çin, Ortadoğu ve Asya ülkelerinde bilim, teknoloji, uygarlık donup kalırken, Avrupa her yıl ekonomik, bilimsel, teknolojik ve askeri güç olarak dev bir güç olarak büyümüştür. 
       Büyük bir olasılıkla Batı uygarlığı ilerleme ritmi ve gücünü, Doğu’nun zamanında gelişmesini sağlayan ilkelerden aldı ve bu gelişmenin Doğu ülkelerinde ortaya çıkmaması, donması için ülkelerin siyasi otoritelerinde gerekli hile, düzen ve entrikalar oluşturularak yanlış düşünceler aşılandı. Akılcı, özgür, deneyci düşüncenin gelişmemesi için dogmatik, yanlış inanç ve gelenekler desteklendi, yayıldı. Bu yanlış düşünceler sürekli empoze edilerek halklar kandırıldı. Doğu ülkelerinin alt uygarlık düzeyinde kalmaları için her türlü siyasi entrikalar, casusluk faaliyetleri organize edildi. Avrupalı ülkeler bu faaliyetleri ile geçmişte Sömürgeci Ekonomik Hedeflerine ulaşmakta her zaman başarılı oldular ve bugün de bu başarılarının devamı için her şeyi yapmaktadırlar.


          Akılcı düşüncenin ve bilimin gelişmesinin önlenmesinin ekonomik sonuçları düşünülmüştür.  Bilim ve teknolojisi gelişmemiş bir ülkenin, üretim araç ve gereçleri ilkel düzeyde kalacak, gelişmiş sanayi ürünleri üretemediğinden, sanayileşmiş sömürgeci ekonomilere hammadde olarak ürünlerini satmak zorunda kalacaklardır. Sanayi mallarının değeri (Katma Değer) her zaman için hammadde durumundaki ürünlerin değerinden yüksek olduğundan, bilim ve teknolojide kalan ülkeler her zaman için ekonomik olarak sanayileşmiş ülkelere bağımlı olacaklardır. Bu durum ise çağdaş sömürge ekonomilerinin en önemli amaç ve hedeflerindendir. Çağdaş sanayileşmiş ülkelerin bu görünümleri ile Üçüncü Dünya Ülkeleri olarak adlandırdığımız gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini önlemek için çağdaş sömürgecilik faaliyetlerini sürdürdükleri görülür.
 
      Avrupa harfiyen Üçüncü Dünya'nın yaratımıdır; Avrupa'nın yüzeyinde görülen"bereketin" altında, kolonilerden akan maddi zenginlik ve emek, "Zencilerin, Arapların, Hintlilerin ve sarı ırkların alın teri ve cesetleri" yatmaktadır ( 1 963: 76-8 1). Theodor Adorno, Walter Benjamin ve Hannah Arendt gibi Batılı entelektüeller de kolonyal (sömürge) dünyanın düşünsel üretimi ile artan küresel tahakkümü arasındaki bağlantıları araştırmışlardır” (s.67, Ania Loomba, Kolonyalizm Post Kolonyalizm )
     İslam’ın olağanüstü "içtihat" geleneğinin yavaş yavaş kaybolması, zamanımızın en büyük kültürel felaketlerinden biri oldu; bunun sonucunda, eleştirel düşünce ve bireyin modern dünyanın sorunlarıyla cebelleşmesi de son buldu. Bunların yerine bağnazlık ve dogma hüküm sürüyor artık.” (s.XI, Şarkiyatçılık, Edward W.Said)

TAHAKKÜM ETME-EGEMEN OLMA (PAZAR OLUŞTURMA) YÖNÜNDE DÜŞÜNCE VE İNANÇLARIN OLUŞTURULMASI İÇİN BİLGİ TOPLAMA:
       Sömürge ekonomilerinin sömürge ülkelerde tahakkümlerini sürdürme hedeflerinde düşünce ve inançların oluşturulması süreci merkezi bir yer tutmuştur.
       Sömürge egemenliğinin sürmesi, sömürülen ülke hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirir. Çünkü sahip olunan bilgi ile ancak doğru yönetim siyasi stratejileri belirlenebilir. Bilgi bu anlamda, sahip olunan ateşli silahlar kadar büyük bir güçtür. Bilgi arttıkça güç, güç artıkça da bilgi artar. Bilgi, bağımlı ırkların yönetimini kolay ve kazançlı kılar. Büyük pazarların ele geçirilmesinin yolunu açar.
     “ Sömürge hâkimiyeti, dolaysız kontrol kurumları kadar, bilgi formlarına da dayalıydı. 1784’te Sir William Jones ve diğer Avrupalı bilimcilerce Bengal Asyatik Topluluğu kurulmasından sonra Hindistan’ın tarihi, düşünce sistemleri, dini inançları ve pratikleri, topluluk ve kurumları hakkında bilgi birikiminde süregelen bir gelişme gözlendi.”
      “Ekonomik talan, bilgi üretimi ve temsil stratejileri herhangi bir kolonyal bağlamda birbirlerine büyük ölçüde bağımlı oldu. Irksal, kültürel ve toplumsal farklılıkları görme ve temsil etme/yeniden sunmanın (represent) özgül tarzları kolonyal denetim kurumlarının oluşturulması açısından zaruri bir rol oynamış ve bunlar aynı zamanda Avrupalı sivil toplumun hemen her boyutunu dönüştürmüştü. Silahlar ve salgın hastalıklar, işin aslına bakılırsa, kolonyal halkların "ötekileştirildikleri" ideolojik süreçlerden yalıtılamaz. Avrupalı-olmayan ülke ve halklara ilişkin "enformasyon"
toplanması ve bunların çeşitli yollardan "sınıflandırılma"sı, bu ülke ve halkları denetleme stratejilerini belirledi. "Mülayim Hindu", "savaşçı Zulu", "barbar Türk", "Yeni Dünya yamyamı" ya da "siyah ırz düşmanı" şeklindeki farklı klişeler tikel kolonyal durumlarda ortaya çıktı…”(s.121, Ania Loomba, Kolonyalizm Post Kolonyalizm )

DOĞRUDAN EGEMEN OLMA DEĞİL TİCARİ ŞİRKETLER ARACILIĞI İLE SÖMÜRGE EGEMENLİKLERİ OLUŞTURMA:
     Hindistan’da İngiliz donanma gücünün koruması ve gücünün desteği ile Doğu Hindistan Şirketi (East İndia Company) birçok bölgede denetim ve egemenlik kurar.
Şirketin Hindistan’da egemenlik kurduğu bölgelerin yönetiminin İngiliz Kraliyet yönetimine devredilmesi önerilir ancak Kraliçe bu öneriyi kabul etmez.

       İngiltere Sarayı,  sömürgelerden elde edilen gelirin bir ülkenin diğer ülkeyi tahakkümü ve egemenliği altına alması anlayışını ortaya çıkararak, isyanlara neden olacağı ve egemenlik savaşları ortaya çıkaracağını düşündüğünden, doğrudan İngiltere’nin egemenliği altında görülmesini reddetmiştir.  Ortaya çıkan halkın özgürlük,  bağımsızlık başkaldırıları Londra’nın ticari çıkarlarını ortadan kaldıran en büyük endişe kaynaklarıdır. Dışarıdan doğrudan bir egemen gücün yönetimi gizlenmeye çalışılarak özellikle, kolektif Büyük Ticari Şirketlerin ekonomik güçleri aracılığı ile egemenlikler ve ekonomik çıkarlar kurulmuştur.
     İngilizler Hindistan’da sömürü ekonomilerini halkın sessiz, tepkisiz kalarak sürdürmeleri için kendilerine dostane, içten bağlamak isterler. Bunun için İngiltere ve Hindistan’ı iki kardeş, birbirine bağlı bir vatan gibi göstermek için ellerinden geleni yaparlar. Hindistan, Doğu Hindistan Şirketi tarafından tam bir ticari şirket şeklinde düşünülerek siyasi olarak yönetilmeye çalışılır. Bu anlamda Hindistan’da kurulan Sömürgecilik ekonomisi Hindistan’ı ticari bir şirket gibi çalıştırarak kar getiren bir işletmeye çevirmiş,  bu işletmeyi en yüksek kar elde edecek şekilde acımasızca yönetmiştir. Bu sömürgecilik tarzı çağdaş sömürgelik anlayışında da sürmektedir ve Çağdaş Sömürgeciliğin en belirgin karakterlerindendir.
       “Genellikle hep aynı kişiler olan İngiliz tüccarların, korsanların ve hükümet tarafından görevlendirilen özel savaş gemilerinin katkısı olmasaydı İngiliz deniz gücünün bu hızlı büyümesi mümkün olamazdı. Bu özel güçler "yabancı sömürge imparatorlukları için çok uzaklardaki deniz rotalarına doğru akın ettiler, olağanüstü ganimet topladılar ve denizcilikte ve gemi yapımcılığında kendilerini Vikinglerin gerçek mirasçısı haline getiren bir üstünlüğe ulaştılar. Gayet dikkatli bir biçimde hareket eden Elizabeth, gemicilerin amaçlarını sessizce daha da ötelere taşırken ihtiyaç baş gösterdiğinde onları reddetti" (Dehio 1962: 54-56).” ”(s.253)
      Onaltıncı yüzyılda Cenevizlilerin oluşturduğu ticari mali ağ ile on dokuzuncu yüzyıl sonunda Londra merkezli Rothschildlerin Alman-Yahudî malî ağı aynı sömürgeci faaliyetleri ifade eder.
      “Her iki grup da "imparatorluk makinesinin" değil, fakat imparatorluk makinesinin finansmanının "yöneticileri" durumundaydılar. Bunlar kâr yapma niyetiyle ve kozmopolit iş ağları yardımıyla bir imparatorluk örgütünün -sırasıyla Britanya İmparatorluğu'nun ve İspanya İmparatorluğu’nun- "görünmez eli" olarak hareket eden iş gruplarıydı. Bu "görünmez el" aracılığıyla her iki imparatorluk örgütü de imparatorluklarının yalnızca devlet-kurma ve savaş- yapma aygıtlarının "görünür elini" kullanarak, ulaşma olanağı bulabileceklerinden daha çok sayıda ve türde güç ve kredi ağlarına ulaşıp onları denetimleri altına alabildiler….“Nobili vecchihin bir yüz yıl sonra imparatorluk İspanyası'nın "merkezi bankerleri" halinde ortaya çıkmak üzere İberya'nın okyanuslarda genişleme gemisine atlayan daha geniş bir Cenevizli tüccar bankerler grubunun bir parçası olması gibi, Rothschildler de yarım yüzyıl sonra Britanya İmparatorluğu’nun "merkezi bankerleri" olarak ortaya çıkmak üzere İngiliz sınai genişlemesi gemisine atlayan daha büyük bir Alman-Yahudi tüccar bankerler grubunun üyeleriydi. ”(s.253, Uzun Yirminci Yüzyıl, Giovanni Arrighi)

      Günümüzde de Rothschiller gibi uluslar arası finans şirketleri ve uluslar arası sanayi şirketleri, sahip oldukları ekonomik güçlerini kullanarak özellikle üçüncü dünya ülkelerinin devlet yöneticileri kuklalaştırmakta ve bu ülkelerin ekonomilerini sömürgeleştirmektedir. 

DOĞRUDAN EGEMENLİK KURMADAN KUKLA KİŞİ VE YÖNETİMLER KURARAK SÖMÜRGE EKONOMİLER OLUŞTURMA:
       Sömürgeciliğin geçmiş tarihinde görülen sömürgeleri yönetme tarzı; işgal ile ele geçirdikten sonra, uzun yıllar denetim ve yönetiminde tutabilmesinin ussal yolu, sömürge ülkenin özellikle ülkelerinin yönetiminde sözü geçenlerini kuklalaştırarak sömürge ülkeyi yönetmek olmuştur. Bunun için bu kukla insanlara paye, makam, ödül vermek; sömüren ülkenin anavatanına göndererek kendi devlet memurları gibi eğitimden geçirmek ve bu suretle yönlendirilebilirliklerini ve niteliklerini arttırarak sömürge ülkelerin yönetimini sorunsuzca sürdürmek amaçları hedeflenmiştir.
“Lord Lake’in Babürlülerin başkenti Delhi’yi ele geçirmesiyle1803’te Babür İmparatorunun hamiliğini üstlenmeleri….Babürlüleri tahttan indirmek ve kendilerini Babür İmparatorluğunun ardından Hindistan’ın yöneticileri olarak ilan etmekten ziyade Britanyalılar, genel idarecileri Lord Wellesley’in talimatlarıyla, Babürlülere  “her türlü ihram, hürmet ve ihtimamı göstermekle yetindiler. Welles ve zamanın diğer idarecileri Babür İmparatorunun hamisi olarak tasarladıkları East İndia Company’yi kurarak “ Babürlülerin fiili otoritesine sahip olacaklarını düşünüyorlardı.”

      Sömürge gelirlerinin tehlikeye düşürülmesine yol açacağı için, uzaktan bir merkezden, kukla olan yerli yöneticiler aracılığı ile ancak tam bir egemenlik gücüne sahip olan genel valiler ve bu valilerin koyduğu yasalarla sömürgelerin yönetilmesine devam edilmiştir. Dışarıdan doğrudan bir egemen gücün yönetimi gizlenmeye çalışılmıştır.
     Napolyon, Mısır’ı işgal ederek Fransa’nın bu ülkedeki egemenliğini sürdürmek için aynı sömürge yönetim tarzına başvurmuştur: “Bu amaçla, ulemadan El-Ezher'de hocalık yapan altmış kişi Napolyon'un karargâhına davet edilip Grande Arnlee nişanlar verildi; Napolyon'un, İslam ile Hz. Muhammet'e duyduğu hayranlıkla, çok iyi bilir gibi göründüğü Kuran'a duyduğu, açıkça da gösterdiği saygıyla kendilerini pohpohlamasına izin verdiler. Taktik işe yaradı; Kahire halkı kısa sürede işgalcilere
duyduğu güvensizlikten kurtulmaya başladı. Napolyon vekili KIeber' e, kendisi ayrıldıktan sonra Mısır'ın hep Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Müslüman dini liderler aracılığıyla yönetilmesi konusunda kesin bir talimat verdi; başka bir siyaset fazlasıyla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu.” (s.92)

     Çağdaş Sömürge ekonomilerinin sömürge yönetim anlayışları da bu yönetim tarzlarından hareket eder. Ülke yönetiminde etkili olan iktidar parti ve kişilerin, ana muhalefet parti ve kişilerin ele geçirilerek yönetilmesi, denetlenmesi; kuklalaştırılmaları; siyasi iktidar olarak önlerinin açılması  veya komplolarla önünün kesilmesi..vb. Bu uygulamaların bütünü çağdaş sömürgeciliğin başlıca yönetim şifreleridendir.

SÖMÜRÜ ARAÇLARI OLARAK HASTALIKLARIN YAYILMASI, TIPBIN ÇARPITILMASI, MEDYA GÜÇLERİNİN VE  ELEKTRONİK SİLAHLARIN KULLANILMASI:
      Sömürgecilerin sömürge ülkelerdeki başarılarından birisi de, bugün biyolojik savaş olarak adlandırdığımız bulaşıcı hastalıklara neden olan mikropları kullanmaları olmuştur. Sömürge ülkeler, ülkelerinde ortaya çıkan salgın hastalık mikroplarına karşı buldukları aşılarla bağışıklık kazanmış oldukları hastalıkları sömürgelerdeki halka bilinçli olarak bulaştırmışlardır. Bu salgın hastalıklarla yerli halkı ve silahlı güçlerini,  silahlı çatışmaya girmeden, tek bir kayıp vermeden yok etme yoluna gitmişler, yerli halkın geniş coğrafyaları önlerine serbestçe açılmıştır. Ünlü fizyoloji profesörü Jaret Diamont “ Tüfek, Mikrop ve Çelik “ adlı bilimsel araştırma kitabında, Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin sömürgeleri işgal ederken uyguladıkları bu yöntemi şöyle yazmıştır:  “Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar.”
     Sömürge ülkeler tarihteki bu yöntemlerini çağımızda da,  tedavisi kendilerince bilinen ancak hastalığın tedavi yollarını gizledikleri hastalıkları yayarak, sonrasında bu hastalıkların tedavi araç gereç ve bilgilerini pazarlayarak büyük kazançlar sağlayarak sürdürmektedirler. Bu gelişmekte olan ülkelerin, uygarlıkta gelişme çabalarının önüne çıkarılan önemli bir sömürgecilik faaliyetidir. EBOLA, AIDS ve benzeri sonradan ortaya çıkan hastalıklar, gittikçe yaygınlaşan şeker, tansiyon, kolesterol, kalp damar hastalıklarının çarpıtılan tedavi yolları büyük pazarlar ve büyük karlar getiren kaynaklar oluşturmaktadır.

       “ Batı tıbbı, hile üzerine inşa edilmiştir. Doyurulamayan bir paragözlülükle motive olmaktadır. Sağlık endüstrisinin saklamaya çalıştığı gerçek, FDA, Amerikan Tıp Birliği, Ulusal Sağlık Enstitüsü ve Hastalık Kontrol Merkezleri gibi güçlü sağlık kuruluşları tarafından son derece iyi bilinmekteydi…bunun nedeni büyük ölçüce, bu kuruluşlar içindeki önemli bilim insanları ve araştırıcıların çıkar ilişkileridir. Batı tıbbındaki bu aldatma ve kazanç hırsı günlük gazeteler, radyo ve televizyon reklamları aracılığıyla pekiştirilen sayısız sağlık efsanesinin doğmasına neden olmaktadır….” (s.15, Shane Ellison, Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar)

       Hastalıkların iyileştirilmesinde tüketilen ilaçlar ile tedavisinde kullanılan araç ve gereçlerin piyasaya sürülmesi onayı yasalarla Amerikan Gıda ve İlaç Dairesine (Food and Drug Administration/FDA) verilmiştir. Ancak FDA’nın onayını almasını sağlayan gerçekten ilaçların ve hastalıklarda kullanılan araç gereçlerin tedavi edici nitelikleri değil, FDA kurumunu oluşturan üyelerinin mali çıkarları, ve Amerikan hükümetlerinin dünya çapındaki ekonomik çıkarlarıdır. Onaylamak için oy verenlerin çoğu ilaçları ve makine ve araçları üreten şirketlerle mali çıkar ilişkileri içindedir. Bunlar ödenekli danışmanlar, şirkete ait hisse senedi sahipleri..vb.dirler.

      Medya ile büyülenerek yönlendirilen kitleleri ekonomik amaçlar için kullanmak, yine elektronik gizli silahlar ile kitlelerin kontrolü ve yönlendirilmesi ile ülkelere egemen olmak, çağdaş sömürge ekonomilerinin yaygın olarak kullandıkları yöntemlerdir. Özellikle yüksek elektronik teknolojiye dayanan elektronik dalgaların ve uzay teknolojisinin birleşiminden doğan yeni teknolojik güç, çağdaş sömürge ülkelerinin diğer ülkeler ve insanlar üzerindeki kontrol ve egemenliğini arttırmıştır. Önümüzdeki bir yazımızda bu çağdaş sömürü ve egemenlik aracını,  belge ve kaynakları ile birlikte ayrıntıları ile yazacağım.
   
     Çağdaş sömürüden korunmak için çağdaş sömürgeciliğin uygulama ve yöntemleri hakkında üst bilince ve çağdaş sömürgecilerin ellerindeki üstün teknolojilere sahip olarak onları bertaraf etmek gerekir. 



KAYNAKLAR:
1-  Jaret DİAMONT, Tüfek, Mikrop ve Çelik; TUBİTAK Popüler Bilim Kitapları 174,  21.Basım- Kasım 2010- Ankara )
2-  Ania LOOMBA, Kolonyalizm Postkolonyalizm, Ayrıntı Yayınları İnceleme Dizisi 149, 1. Basım 2000, İstanbul)
3-  Eric HOBSBAWM-Terence RANGER, Geleneğin İcadı, Agora Kitaplığı Siyaset –İnceleme 22, Birinci Basım Eylül 2006, İstanbul
4-  Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, Kültür İncelemeleri, 7. Basım Ekim 2013, İstanbul)


İsmail İNCİ,  03/02/2019





 BU MAKALE BALYA İLÇESİ VE KÖYLERİ YARDIMLAMA DERNEĞİNİN BALYALILAR (MADEN) DERGİSİNİN OCAK 2019 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.







SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...