7 Temmuz 2015 Salı

PARANIN BULUŞUNA NEDEN OLAN TOPLUMSAL GEREKSİNMELER VE EKONOMİK GELİŞME ÜZERİNE ETKİLERİ



PARA EKONOMİSİ (1)
 
 NOT:  Balyalılar Derneği Dergisinin Nisan 2015 sayısında yayınlanmış olan makale


     Para, toplumlarda işbölümünün ortaya çıkışına bağlı olarak çok çeşitli türde mal ve hizmetlerin takası ile gereksinmelerin karşılandığı toplumların “takas ekonomisi” evresinde zorunlu gereksinmeden ortaya çıkan bir araçtır. Bu araç önce değerli madenler olan altın ve gümüş, sonra kağıt banknot, günümüzde de giderek yaygınlaşan elektronik ortamda ödemelerin yapıldığı banka kartları şeklinde görülmektedir. Kısaca parayı, tüm mal ve hizmetlerin alım ve satımında kullanılan toplum tarafından kabul edilen ortak bir araç olarak tanımlayabiliriz.

TOPLUMLARDA PARAYI ORTAYA ÇIKARAN GEREKSİNİM:   

“....Kentlerde değiş tokuş işlemlerinin zorluğundan dolayı altına ve gümüşe ihtiyaç duyulur…İşlem zorluğuna şöyle bir örnek verebiliriz. Bir çiftçi, örneğin saban yaptırmak istediğinde bunun karşılığında demirciye vermek için yanında erzaktan başka bir şey bulunmayabilir. Bu durumda onlar kendi aralarında yapacak oldukları işlemi tamamlayamazlar. Dolayısıyla, potansiyel olarak her şeyin yerinde geçecek bir şeyin ortaya konulması zorunludur. Öyle ki, çiftçi aldığı sabanın karşılığı olarak bir şeyi demirciye verir, demirci de ihtiyaç duyduğu ve istediği her şeyi bununla elde eder.”  Ünlü düşünür İbni Rüşt’ün bu sözleri takas ekonomisinden, para ekonomisine geçişin zorunlu, toplumsal-ekonomik gelişimini anlatır. Ortak kullanım aracının kullanılması zorunluluğu, gereksinmelerin zamanında, tam ve kolaylıkla karşılanabilmesini olanaklı kılmasındandır.  Toplum tarafından kabul edilen bir ortak kullanım aracı, mal ve hizmet ürünleri arasında takas ile ortaya çıkan zor alış veriş koşullarını kişilerin yer, zaman, uzaklık gibi zorluklarını ortadan kaldırarak, doğrudan erişimli(etkileşimli) olmasını sağlayarak kolaylaştırır, her türlü mal ve hizmetin alım satımını yapılabilir duruma getirir.

Takas ekonomisinde mal ve hizmetlerin alışverişinin zorluğu hatta olanaksızlığı; takas edilecek kişilerin birbirlerini yer, zaman ve kişi olarak bulmakta ve takas edilecek malların kişiler arasında tesliminde çok ağır koşullar taşıyor olmasındadır. Örneğin buğdayı ayakkabı ile değiştirmek isteyen birisi, peynire ihtiyacı olan bir ayakkabı üreticisinden ayakkabı ihtiyacını karşılayabilmesi için önce bir peynir ile buğdayı takas edecek üreticiyi bulmak zorunda kalmaktadır. Bu arayış zincirleme olarak ürün sayısı arttıkça çok daha zorlaşmaktadır.

Bu zorluğu aşmak için önce toplumlar takas ekonomisinin anlayışının etkisiyle, ortak kabul edilen bir mal ile mal ve hizmetlerin alışverişini yapmayı kabul etmişlerdir. Tarihe bakıldığında fildişi, balina dişi, öküz, inek gibi büyük baş hayvanların, deniz kabuğu, çeşitli baharatlar, papirüs gibi çok çeşitli malların ortak alışveriş araçları olarak kullanıldığı görülmektedir. Ancak bu malların taşınmasının, bölünmesinin zorluğu ve dayanıksız oluşları insanları değerli madenlere yöneltmiş, altın ve gümüşten sikkeleri ortak alışveriş aracı olarak kabul etmeye götürmüştür. Yaşanan alışveriş deneyimlerinden ortak mal ve hizmet alımında kullanılacak olan aracın, paranın kolay taşınabilir, hesaplanabilir bunun için bölünebilir ve dış koşullara karşı dayanıklı olması, paslanmaması, kokuşmaması gerektiği anlaşılmıştır. Altın ve gümüş madenleri bu özellikleri taşıdığından para olarak kullanıma en uygun araçlar olmuştur. İlk olarak altın ve gümüşün para olarak basılarak kullanımına M.Ö 560 yıllarında Batı Anadolu’da Likya Krallığında rastlıyoruz. Kâğıt paranın ilk ortaya çıkışı da ondokuzuncu yılın sonlarında altın karşılığında bankalar tarafından piyasalara sürülmesi ile gerçekleşiyor. Daha sonra kendi değerini taşıyan kâğıt paralar devletlerin merkez bankalarında basılması ile ortak alışveriş aracı olarak piyasalarda yerini alıyor. Bu gün kullanılan paranın kendi dışında bir değeri yoktur. Devletler ülkelerinde yasal değişim aracı ve değeri olarak ilan ettikleri için,  geçmişte altın ve gümüşün değişim aracı olarak basılarak ilan edilmesinde olduğu gibi kâğıt paralar da ortak mal ve hizmet alan araçlar olarak kullanılmaktadır.

PARANIN KULLANIMI  İLE TOPLUMSAL İŞBÖLÜMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ VE PARANIN BULUŞUNUN SANATLARIN GELİŞMESİNE ETKİLERİ:
Bütün ticaretin takas yoluyla gerçekleştiği toplumlarda işbölümünün olmadığı veya gelişmediği, ailelerin kendi ihtiyaçlarını kendi üretimleri ile karşılamak zorunda oldukları görülür. İşbölümünün olmadığı veya yeni başlamış olduğu bu yaşama biçiminde toplumlar da gelişmemiş, küçük köy ve kabileler halinde kendi gereksinmelerini kendileri karşılayarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Adam Smith Milletlerin Zenginliği adlı ünlü eserinde bu durumu şu sözlerle anlatır:

“..Bu iki ulus arasında daha uygarı olan Perulular'ın bile, altın ve gümüşten süs olarak yararlanmakla birlikte, basılmış paraları yoktu. Bütün ticaretleri trampa yolu ile oluyordu. Dolayısıyla da aralarında hemen hiçbir işbölümü yoktu. Toprağı işleyenler evlerini, ev eşyalarını, giyeceklerini, ayakkabılarını, tarım aletlerini kendileri yapmak zorunda idiler. “ (s.119, Milletlerin zenginliği)

Bir çalışanın tüm meslekleri öğrenmesi ve en iyi biçimde yerine getirmesi ussal yeteneklerin farklı oluşundan, bütün mesleklerin öğrenilmesi için gerekli eğitim ve öğrenim için zamanın olmaması, insan ömrünün yetmemesi nedeniyle olanaksızdır. Herkes her işi yapabilecek yetenek sahibi olamaz ve her işi yapmak için çalışmak kesinlikle verimsiz bir iş ile sonlanır. Bu nedenlerle toplumlarda zorunlu olarak toplumsal işbölümü ortaya çıkmıştır ve toplumsal işbölümünün gelişmesine bağlı olarak toplumlar büyümüştür. Bir toplum ancak işbölümünün ortaya çıktığı ve geliştiği aşamada tüm gereksinmelerini karşılayacak işlerini verimli olarak yerine getirebilir.

Toplumlar gereksinmelerin karşılanmasına bağlı olarak yürütmüş oldukları üretim etkinlikleri alanlarında doğal ve zorunlu olarak işbölümlerine gittikleri gibi, takasa dayanan alışverişin güçlükleri karşısında ticarette bir ortak kullanım aracını, diğer deyişle parayı da kullanmaya başlamışlardır. Pratikten gelen zorunlulukla ortaya çıkan işbölümü ve paranın kullanımı, birbirinden ayrılmaz bütünün iki parçasını oluşturur. İşbölümü ve sanatların gelişerek çeşitlenmesi paranın kullanımını zorunlu kıldığı gibi,  ortak bir değişim aracının (paranın) bulunarak kullanılması sanatların gelişip çeşitlenmesinde doğrudan, hızlandırıcı etkide bulunmaktadır. Ortak kullanım aracı ile ürünler arası değişim, doğrudan erişimli(etkileşimli) durumuna gelerek, her mesleğin kendi alanında çalışarak üretme hız ve yeteneğini geliştirir, hacmini arttırır. Bütün işbölümlerinde küçük ve dev şirketlerin salt kendi alanlarında odaklanarak üretimde bulunmaları ortak kullanım aracının dolaşımda olması ile gerçekleşebilir.

Tersinden bu ekonomik olguya bakacak olursak; ortak kullanım biriminin bulunmadığı bir ekonomide üreticiler, ürettikleri mal ve hizmetleri gereksinim duydukları mal ve hizmetlerle takas için, uygun zaman, yer ve kişi araştırması yapacağından, buna bağımlı olduğundan, üretim yetenek ve verimleri yavaşlayacak hatta olanaksızlaşacaktır. Bu nedenlerle, ortak kullanım biriminin yokluğu işbölümlerinin ve işbölümlerinde uzmanlaşmanın oluşmasını engelleyecek, miktarındaki yetersizlik de üretim ve verimi düşmesine neden olacaktır.

Ortak kullanım aracı üretimde verimliliği ve işbölümünü getirdiği gibi, yeni işbölümlerinin oluşmasını, yaratılmasını; zenginleşmeyi uygarlaşmayı etkiler. Gerek zorunlu, gerekse refah ürünlerinden pay almak isteyen, ürün ve hizmetlerden daha çok satın almak isteyen bireyler, yeni ürün ve işbölümleri geliştirirler. Kişinin yetenek ve kolaylıklarına göre gereksinme duyduğu ürünleri temin etmek için yeni işbölümleri yaratması, ortak kullanım biriminin etkisi ile hızlandırılmış olmaktadır.

İşbölümü ve ürünler özgülleştikçe, ürünlerin tümüne erişme çabası ile bireyler ivmelerini arttırırlar. Bu ivme üretimi ve gelişmeyi hızlandırır. Bir işbölümü kendi alt işbölümlerini zorunlu kılarak istihdamı arttırır.

Ortak kullanım biriminin (paranın) ahlaki sorunlara neden olması olumsuz yanını oluşturmaktadır. Ancak ürünlerin doğrudan kendileri de ahlaki sorun olabilmektedir. Üretmeden, üretenlerin ürünlerini kullanarak yaşamak yani hırsızlık, kullanım biriminin doğası gereği kişileri etkilemektedir. Kolay taşınabilir oluşu hırsızlık ve hilekârlığı özendirebilmektedir. Ancak bu paranın zorunluluğunu ortadan kaldırmaz, bu yönde girişim uygarlıkta geri gitmektir. Toplumların gelişmesini kolaylaştıran yöntemleri ortadan kaldırmak, diğer deyişle toplumsal yasaları ortadan kaldırmak olanaklı değildir. İnsan doğadaki yasalara olduğu gibi toplumsal yasalara da uyum sağlayarak yaşamını sürdürebilir.

Bu gerçeklik tarihte M.Ö 9’cu yüzyılda Likurgus’un kral olduğu Sparta devletinde yaşanarak önemli bir toplumsal deneyim olarak ortaya çıkmıştır. Likurgus tüm varsıllığın küçük bir azınlığın elinde toplandığı Sparta halkının, gelirleri arasından bulunan ürkütücü eşitsizliği ortadan kaldırmak için toprak bölüşümünü yasalarla yeniden düzenler ve tüm altın gümüş paranın dolaşımdan çekilmesini sağlar:

Tüm altın ve gümüş paranın dolaşımdan çekilmesini sağladı ve yalnızca büyük ağırlığına karşın değeri çok az olan demirden yapılmış bir tür paranın dolaşımda kalmasına izin verdi. Daha sonra bunun oldukça büyük bir kütlesi için oldukça düşük bir değer saptadı. On mina değerindeki bir parayı saklamak için büyük bir oda ve yerinden kaldırabilmek içinse en az bir çift öküz gerekiyordu. Bu para dolaşıma girer girmez hemen birçok haksızlık türü Isparta’dan sürgüne gitti. Çünkü kim böyle bir para için bir başkasını soyardı?.... Bundan sonra Likurgus tüm gereksiz ve yararsız sanatların yasa dışı olduğunu bildirdi. Aslında böyle bir yasaklama olmaksızın da bunların çoğu altın ve gümüşle birlikte ortadan kalkacaklardı, çünkü şimdi kullanımda olan para bu tür yaratılar için uygun bir ödeme aracı olmaktan çıkmıştı. Demir para Yunanistan’ın geri kalanına taşınabilecek gibi değildi… Dolayısıyla bundan böyle yabancı malları ve ürünleri satın almak için ellerinde herhangi bir araç kalmadı. Tecimciler Lakonya limanlarına yüklü gemi göndermeye son verdiler. Hiçbir diluzluğu öğretmeni, hiçbir gezgin falcı, hiçbir fahişe pazarlayıcı, altın ve gümüş işleyici, oymacı, mücevherci geçerli bir parası olmayan bir ülkeye adımını atmazdı.” ( s.20,21, Petrark, Yaşamlar, Likurgus-Numa Pompilius)

Paranın kullanımdan kalkmasına bağlı olarak Sparta ile hiçbir ülke ticaret yapmayacak, hiçbir tüccar yüklü gemilerini Sparta limanlarına göndermeyecektir. Birçok meslekten kişi de bu ülkede üretim yapmayacaktır. Yurttaşları,  her alanda varolan sanatlar üzerinde özgür olarak çalışan, üreten, ticaret yapan, daha varsıllaşmak için tüm yeteneklerini büyük bir hırsla kullanan bir ülkede, sanat sahiplerinin bazılarının varsıllaşarak,  bazılarının yoksullaşması; gelirleri arasında aşırı dengesizliklerin ortaya çıkması beklenen olgulardır. Bu olguların aşırı artması sonucu toplumsal düzen bozulma eğilimi gösterirse, gelir dağılımı sosyo-ekonomik yasalarla düzenlenir. Bu olguların toplumsal düzeni bozucu yönde gelişmemesi için, adaletsiz ve haksızca yapılan zenginleşmelerin, gelir dağılımlarının sosyo-ekonomik yasalarla denetim altında tutulmaları gerekir.

Para; ürünlerin değişimine dayanan takas ekonomisinin zorluklarını, değişimi olanaksızlaştıran niteliklerini ortadan kaldıran; her türlü yer ve zaman koşullarında değişimi kolaylaştıran niteliği ile üretime, yeni ürünler ortaya koymaya bağlı olarak mesleklerin gelişmesine, üretimin artmasına; ürünlerin çeşitlenmesine,  uygarlığın ve refahın ilerlemesine neden olan en büyük buluşlardan biridir.

Paranın bu önemli işlevlerini yerine getirebilmesinde bir ülke ekonomisinde paranın piyasalardaki dolaşım miktarı, (emisyon hacmi) dengesi çok büyük önem taşır. Dergimizin önümüzdeki sayısında bu önemli konu üzerinde duracağız.
 
 
 
 
İsmail İNCİ, 07/07/2015
 

 
 

16 Haziran 2015 Salı

7 HAZİRAN 2015 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ





7 HAZİRAN 2015 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ


     Cumhuriyet yönetimleri babadan oğla geçen bir ailenin veya bir sınıfın sonsuz olarak iktidarı elinde tuttukları yönetim biçimleri değildir.. Halk uygun görmediği, beğenmediği, başarısız ve kötü gördüğü iktidarları belirli dönemler içinde yapmış olduğu seçimlerle değiştirme hakkına sahiptir. Halkın özgür iradesini kullanarak yapmış olduğu seçimiyle iktidarların değişmesi yönteminin bulunmadığı yönetim biçimine sahip olan  toplumlarda iktidarlar, suikastlarla, darbelerle veya halkın isyanı ile iç savaşlarla değiştirilmek zorunda kalınır.
 Bu niteliği ile cumhuriyet yönetimleri, toplumsal barışın bozulmadığı, başarısız olan yönetimlerin her an değiştirilebilmesi ile başarılı devlet yönetiminin gerçekleşme oranının yüksek olduğu yönetim biçimleridir.
AK Partinin oluşturduğu iktidar da on üç yıl süren bir süreden sonra 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel seçimleri ile sona erdirilmiştir. Giderek özgürlükleri kısıtlayan, yasaları kendi çıkarlarına göre kullanan, özgür basını ortadan kaldıran,  basın ve medyayı kendi propagandasını yapan araç haline getiren, her kesime baskı uygulayan sonuçta iktidarını korumak ve sürdürmek için cumhuriyet yönetimini kendi çıkarları yönünde oligarşik bir yönetim biçimine dönüştüren AK Parti iktidarının, seçimlerle değiştirilmemesi durumunda toplumsal barışın bozulmasına yakın bir zaman içinde neden olma olasılığı çok yükselmiş bulunuyordu. 


AK Parti iktidarı giderek sahip olmuş olduğu nitelikleri ile nefret duyduğu Suriye Lideri Beşir Esat’ın ve ülkesinin niteliklerine ülkesi ile birlikte büründüğünün farkında değildi veya farkında olsa dahi çıkarları ile çatıştığı için Suriye’nin niteliklerine sahip bir ülkede iktidar olmayı tercih ediyordu.
AK Parti iktidarı geçmişte yaşanan siyasal olaylardan ders almadığından aynı hataya düşmüştür. AK partiyi iktidara getiren, 2002 yılından önceki devlet kurumlarındaki rüşvet ve yolsuzluklar, çıkar ve makam kavgaları, bağlı olarak ekonomideki dengelerin bozularak krize dönüşmesi sonucu ANAP, Doğru Yol ve DSP iktidarlarındaki hükümetlerin halk tarafından seçimle iktidardan uzaklaştırılmasıdır.
2001 yılında yaşanan bazı olaylar bu siyasal olgunun kanıtıdır:
“2 Ocak
İstanbul DGM Savcılığı, Bank Ekspres'in hortumlanması olayında Korkmaz Yiğit ve 11 kişiyi, 
Egebank ve İnterbank'ın hortumlanması olayında ise Cavit Çağlar hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkardı.
6 Ocak
Enerji ihalelerinde yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerine başlatılan ''Beyaz Enerji Operasyonu''kapsamında aralarında eski Devlet Bakanı ve TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Birsel Sönmez'in de bulunduğu 6 kişi gözaltına alındı.
2 Şubat
İstanbul DGM, Sümerbank'tan verilen usulsüz kredilerle ilgili olarak, bankanın eski yönetim kurulu üyesi Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Muhittin Fisunoğlu hakkında ek soruşturma başlattı.
7 Mayıs
TEDAŞ Genel Müdür Vekili Osman Nuri Doğan ile Dağıtım ve Hat Şebekeleri Daire Başkanı Hasan Tiftik yolsuzluk yaptıkları belirlenerek tutuklandı.

12 Mayıs
Beyaz Enerji soruşturmasını yürüten Albay Aziz Ergen görevinden alınarak, Bakü'ye atandı.
31 Mayıs
Yüksel Yalova, Devlet Bakanlığı'ndan istifa etti. Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, ''Akrep Operasyonu'' kapsamında eski Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ile dönemin TDK Başkanvekili Prof. Dr. Hamza Zülfikar'ın da aralarında bulunduğu 13 sanık hakkında ''zimmetlerine para geçirdikleri'' gerekçesiyle dava açtı.

6 Haziran
Sadettin Tantan, Devlet Bakanlığı görevinden ve partisi ANAP'tan istifa etti.

7 Haziran
İstanbul Emniyet Müdürü Kazım Abanoz istifa etti. 10 Haziranda da Turan Genç, Emniyet Genel Müdürlüğü görevinden istifa etti. 

20 Haziran
İzmir'de SSK'nın dolandırılmasına yönelik düzenlenen ''Beyaz Önlük Operasyonu'' kapsamında SSK İl Sağlık İşleri Müdürü Dr. Melih İnan, gözaltına alındı.
15 Temmuz
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Meslek Liseleri yönetmeliğinde değişiklik yaparak, öğrencilere ''bekaret zorunluluğu'' getirdi. Bu liselerin ödül ve disiplin yönetmeliğini yeniden düzenleyen bakanlık, daha önce ''iffetsizliği sabit olan'' şeklindeki maddeyi ''fuhuş yapmak ya da cinsel ilişkiye girmiş olduğu tespit edilmek'' diye değiştirdi. Yönetmelik, eğitimcilerin ve sivil toplum örgütlerinin tepkisini çekti.

16 Temmuz
Türkiye'de ilk kez açlıktan bebek ölümü haberi geldi. Manisa'da Berivan isimli bir bebeğin açlıktan öldüğü doktor raporu ile ortaya çıktı. Ailenin tamamının açlık çektiği ortaya çıktı.
[Ak Parti iktidarının mitinglerinde :Açız! Diye bağıranlar olmuştur.]

27 Ağustos
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nda yolsuzluk yapıldığı ortaya çıktı. 6 personel gözaltına alındı. 

5 Eylül
Koray Aydın, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'ndan istifa etti. Aydın, milletvekilliğinden istifa dilekçesi de verdi

6 Eylül
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, yeni adli yılın açılış töreninde, ülkenin bir polis devletine dönüştüğünü söyledi.

2 Ekim
Ankara DGM Başsavcılığı, Bağ-Kur'a yönelik operasyon başlattı. Operasyonda, hayali prim yatırarak çok sayıda kişinin emekli olmasını sağlayan 3'ü memur 6 kişilik bir şebeke ortaya çıkarıldı.

1 Aralık
İşçi ve memur sendikaları ile sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu ''Emek Platformu'' tarafından,''uygulanan ekonomik politikayı protesto'' için Türkiye genelinde kitlesel basın açıklaması yapıldı ve mitingler düzenlendi.

[Ekonomik kalkınmayı, “Yolsuzluk Ekonomisi” (devlet kurumlarında hırsızlık ve yolsuzluğu sermaye birikimi sağladığı için geçerli bir mazeret sayan ve kalkınma için önemli bir ekonomik model olarak gören yanlış anlayış) anlayışına bağlayarak inan ekonomist ve bürokratlar kaçınılmaz olarak ülkeyi büyük bir ekonomik krize sürüklerler. Gerçek kalkınma ve sermaye birikimi daha daha çok üreterek daha çok satarak gelirin arttırılmasıdır. “...Bu sınıflandırmada bir terzinin, diktiği giysilerle binlerce değer üreticine hitap etmesi;  bir ayakkabıcının, bir kitap yazarının, bir sarkıcının, bir sanayicinin..vb ürettikleri binlerce ürününün, diğer onbinlerce değer üreticisinin ürünleri ile değiş-tokuşa girmesi “Bölünerek-artan değere” örneklerdir. Bölünerek sınırsız artan değer, ne kadar çok sayısal olarak artarsa, gelir o oranda artacaktır. Temel anlayış olarak bireylerin zenginliğinin, sermayelerinin artışının ve birikiminin kaynağı Bölünerek-artan değer sahibi olmaktır..” www.iinci.blogspot.com, Ekonomik Değer Kavramı ve Bireylerin Zenginliğinin Kaynağı, 30/07/2014 ]
2 Aralık
Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşandı ve Çevik Kuvvet polisleri maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle protesto eylemi yaptı, yürüyüşe geçti. memur maaşları gecikmeli ödenmeye başladı. Yurt genelinde ise esnaf ayaklanması yaşandı. Ülkenin tüm şehirlerinde "Hükümet istifa"sloganlarıyla milyonlarca esnaf ve memur eylem yaptı.
Bakanlar istifa ediyor, dolar roket gibi fırlıyor, borsa çakılıyor, Başbakan ile Cumhurbaşkanı'nın kavgaları ülkeyi kaosa sürüklüyor. Bu sırada bankalar boşalıyor, hazine hortumlanıyor, milyar dolarlar iç ediliyor. Yüzbinlerce işyeri iflas bayrağı çekerek kapanıyor. Bakanlıklardan kurumlara kadar devletin tüm birimleri rüşvet ve yolsuzluk haberleri ile çalkalanıyor. Tüm ihalelerde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı belgeleniyor. Çocuklar açlıktan ölüyor, anne babalar intihar ediyor. Geçimini sağlamak için fuhuşa yönlenen kadınların sayısında patlama oluyor. “ Süleyman ÖZIŞIK. - www.internethaber.com/ak-partiden-once-turkiye-ne-haldeydi-15264y.htm

On üç yıldan beri ülkeyi yöneten AK parti iktidarı gerçek cumhuriyet yönetimine sahip olan toplumsal güçler tarafından uygulanan siyasal bir strateji ile tek başına iktidar olmaktan uzaklaştırılmıştır. Ak Parti karşısında tek kitle partisi olan CHP’nin, yapılan anketlerde %30 oranlarını aşamadığı ve tek başına iktidar olma olanağı olmadığı görülünce muhalefetteki en çok oy alan iki partinin seçim barajını aşmaları, izlenen seçim kampanyaları ile desteklenmiştir.
07 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerinde barajı aşan   dört partinin almış olduğu oy oranları ve çıkarmış olduğu milletvekilleri kesin olmayan sonuçlara şu şekilde gerçekleşmiştir:

    AKP: Almış olduğu oy miktarı: 18.864.355, Oy Oranı: %40.86, Çıkarmış olduğu milletvekili sayısı: 258
 CHP: Almış olduğu oy miktarı: 11.518.002, Oy Oranı: %24,94, Çıkarmış olduğu milletvekili sayısı:132
 MHP: Almış olduğu oy miktarı: 7.519.034,  Oy Oranı: %16,28,   Çıkarmış olduğu milletvekili sayısı:80 
HDP: Almış olduğu oy miktarı: 6.056.261, Oy Oranı: %13,11, Çıkarmış olduğu milletvekili sayısı:80
Ak Parti iktidarının yönetimden düşürülmesi için izlenen Siyasal Taktik, İrade sonuçta hiçbir partinin tek başına iktidar olamayacağı oy oranlarına sahip olması ile 25. Dönem Genel Milletvekili seçimlerinin sonuçlanmasına neden olmuştur.
Bu sonuç, bir halkın cumhuriyetin kendilerine vermiş olduğu özgür irade ile seçme hakkını  en stratejik biçimde kullanması ile elde edilmiştir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyasal partilerin almış olduğu oy oranları içinde bir partinin program ve ilkelerinin oluşturduğu ideolojinden oluşan ideolojik oylar vardır. Ancak bu ideolojik oy oranları dışında partiler seçmenlerin günlük yaşamlarına yansıyan ekonomik, toplumsal, eğitim, sağlık..vb konularında gereksinmelerine karşılık veren projelerine bağlı olarak oylarını almaktadır. Araştırmalara göre Türkiye’deki her 100 seçmenden 35-40’ı ideolojik nedenlerle oy vermektedir. Geri kalan oy oranları seçmenlerin günlük yaşamlarındaki gereksinmelerini karşılamaya yönelik çalışmaları, tasarılarıdır. Böyle olduğu için örneğin bir parti, bir önceki seçimde iktidar olurken bir sonraki seçimde yüzde 1 oyda kalabiliyor. DSP, 1999 seçimlerinde yüzde 27 ile en çok oyu alırken 2002’de yüzde 1 oy ancak alabilmiştir.
7 Haziran 2015 Milletvekili Genel seçimlerinde HDP %6,5 oranında seçmenlerin günlük yaşamlarına yansıyan gereksinmelerden ki bu Ak Parti İktidarının oluşturduğu baskıcı yönetim tarzıdır, kaynaklanan tercihlerinden oy almıştır. Çünkü HDP’nin ideolojik oy oranı %6,5’u geçmez. CHP’nin ve Ak Parti iktidarına karşıt güçlerin izlediği strateji ve seçim  kampanyaları sonucu, bağlı olarak AK  Parti iktidarının izlemiş olduğu “ Kürt açılımı” politikası ile Kürt kimliğine sahip yurttaşlara vermiş olduğu cesaret, Kürt oylarının tamamının Ak Partiden ayrılarak HDP’ye geçmesine neden olmuştur. Ak Parti 2011 genel seçimlerine göre yüzde dokuz cıvarındaki oy kaybının önemli bir kısmını bu biçimde kaybetmiştir. Bir kısım oylar da HDP’nin barajı kesin olarak aşması için CHP ve diğer küçük sol partilerden HDP’ye geçmiştir.
MHP’nin ideolojik oy oranı %10’lar civarındadır. MHP %6 civarındaki seçmen tercihlerinden kaynaklanan oyu Ak Parti, diğer küçük partilerden gerek barajı aşması, gerek AK Partiden kurtulmak amacıyla, gerekse de HDP’ye tepki olarak almıştır.
Seçim sisteminde yapılacak değişikliklerle seçimlerde baraj oranının düşürülmesi, Ak Parti iktidarı gibi bir faktörünün bulunmaması, “Açılım Politikasının” bulunmadığı durumlarda da bu iki patinin oy oranlarının ideolojik oy sınırlarına çekileceği söylenebilir.
SEÇİM SONRASI HÜKÜMET KURMA AŞAMASINDA CHP İÇİN  İZLENECEK SİYASAL SÜREÇ:
Seçim sonucunda, Ak Parti iktidarının yanlış, iyi olmayan, yurttaşlarını ve ülkesini zora, sıkıntıya düşüren, dünyada saygınlığının kalmamasına, ülkenin Ak Parti ve çevresindeki mali güçler tarafından işgal edilmiş, özgürlükleri alınmış olarak görülmesine neden olan yönetiminden uzaklaştırılarak yeni bir hükümetin kurulması öncelikli olarak düşünülmelidir. Bu amaç ve hedef doğrultusunda mantıklı olarak dışarıdan HDP desteğinde CHP, MHP koalisyonundan oluşan bir hükümet kurulması öncelikli olarak düşünülmelidir.
HDP ile MHP’nin uzlaşamaması durumunda Ak Parti ile koalisyona giderek bir hükümet kurulması alternatifi denenmelidir. Şu durumda toplumun iş adamlarından oluşan bir grubun “Güçlü, istikrarlı, dünya çapında saygın bir Hükümet” düşünce ve girişiminden destek alınmalıdır. Çünkü diğer alternatif koalisyonlarla Ak Partinin yeniden iktidarda kalması ülkeyi çok daha kötü sonuçlara götürebilecektir. Bu durumdan da öncelikle dünyada büyük bir rekabet içinde olan uluslar kendileri için büyük çıkarlar çıkaracaklardır. Uluslar arasındaki rekabet, güç savaşı, Bir Ak Parti HDP iktidarında, etnik bölünmeyi, Ak Partinin yanlış siyasetinden kazanacaktır.
Ak Parti vahşi liberalizmden yana olan siyasetini ve cumhuriyete karşı olan ideolojisini, gerek MHP gerekse HDP ile koalisyon hükümetinde adım adım, sinsi olarak gerçekleştirmeye devam edecektir. Bu alternetifler karşısında CHP’nin bir Ak Parti ile koalisyonda yer alarak hükümete ortak olması büyük bir yurtseverliktir. Tersi durumda Türk ulusalcılığı unutturulacak, dinin devlet tarafından yurttaşların özgürce dini inanç sahibi olmaları yönünde güvencesinin sağlanması ortadan kalkacak, sosyal adalet vahşi liberalizm tarafından ezilecektir. Ak Parti iktidarının toplumun her kesimi üzerinde baskıları devam edecek, özgürlükler kısıtlanacak, basın ve medya özgürlüğü tamamıyla ortadan kaldırılacağı gibi, toplumun bu dördüncü gücü ile  halk uyuşturularak iktidarlarının sürekliliğinin sağlanması yönünde kullanılmaya daha güçlü olarak devam edilecektir.

“. Hükümet ilk iki dönemde liberallerle ittifak yapmasını, demokratik dış dünyanın desteğini almasını sağlayan ve hem kendi seçmenlerinin hem de diğer vatandaşların özgürlük alanını genişleten politikalara devam etmek yerine, kendi dünya görüşünü ve iktidarını tahkim etmeye yönelik politikalara ağırlık verir olmuştur. 2011 genel seçimlerinden bu yana kamuoyunu meşgul eden konu başlıklarına şöyle bir baktığımızda kürtaj meselesi, faiz karşıtı söylem, başkanlık rejimi, alkol satışı sınırlamaları gibi meseleleri görmekteyiz. Bu başlıkların bireylerin özgürlük alanlarını genişletmekten çok kısıtlamaya hizmet eden başlıklar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.... önceliği Türkiye’yi özgür bir ülke haline getirmekten çok siyasi yollarla kendi dünya görüşünü pekiştirmeye verdiğinin düşünülmesine yol açmaktadır. Nitekim, Ak Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun yakın geçmişte verdiği bir demeçte “geçtiğimiz on yılda şartlar icabı liberallerle bir ittifak.... Bundan sonra herkes kendi yoluna gidecek. Gelecek dönem bir inşa dönemi olacaktır” mealindeki sözleri Ak Parti’nin hedef olarak kendisine Türkiye’yi dindar olan olmayan herkes için daha özgür bir yer haline getirmekten ziyade daha dindar bir yer haline getirmeyi seçtiğini düşündürtmektedir. Yine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “dindar nesiller yetiştireceğiz”, “kafası kıyak gençlik istemiyoruz” türünden söylemleri belli bir yaşam tarzı- nın devlet politikası haline getirilmeye çalışıldığına işaret etmektedir. Tabii ki bu durum devletin tarafsızlığı ile çelişmektedir. Bu aynı zamanda özellikle daha seküler yaşam tarzlarına yönelik siyasi hoşgörünün sınırlarının daraltıldığı anlamına gelmektedir...”
Bican Şahin Doç. Dr. | Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi



İsmail İNCİ,  16/06/2015





27 Nisan 2015 Pazartesi

ULUSAL GELİRE ETKİ EDEN ÜRETİM FAKTÖRLERİ VE "SİYASALEKONOMİ" FAKTÖRÜ



ULUSAL GELİRE ETKİ EDEN ÜRETİM FAKTÖRLERİ VE “SİYASALEKONOMİ” FAKTÖRÜNÜN ÜRETİM FAKTÖRLERİ DENGELERİ ÜZERİNE ETKİSİ


     Bir işletmenin üretim faaliyetinde bulunabilmesi için gerekli olan üretim faktörleri: a) üretim faaliyetlerini yerine getiren çalışanlardan oluşan emek gücü, b) üretimde kullanılacak makine, teçhizat, bina, teknoloji, hammadde alımları için gerekli olan sermaye, c) üretimde kullanılacak sermaye ve emek faktörlerini en verimli yöntemle organize ederek firmayı çalıştıracak olan girişimcidir.

     Bu anlamda “Üretim Faktörünü” tanımlarken, üretim çalışmasına doğrudan etki ederek gerçekleşmesini sağlayan etkenler, diyebiliriz. Üretime etki eden emek, sermaye, girişimci faktörlerinin yanında son bir etken olarak doğa da bir üretim faktörü olarak bazı iktisatçılar tarafından sıralansa da, doğa faktörü hammadde olarak sermaye faktörü içinde de değerlendirilmektedir.

   “Bir ulusun” yıllık üretim faaliyetinde bulunabilmesinde ve bu üretimin bol veya kıt olmasında etken olan “üretim faktörleri” ise doğa, emek, sermaye ve girişimcinin yanında bu üretim faktörlerini ülke genelinde en verimli yöntemle koordine eden devlet yönetimindeki sorumlu siyasetçilerden oluşan “siyasalekonomi” faktörüdür. Devlet yönetiminin ülke genelini kapsayan, ulusal ekonomiyi yöneten anlayış ve görüşü “siyasalekonomi” kavramının anlamını oluşturur. Doğa faktörünü ulusal ekonomide ayrı bir faktör olarak ele almak gerekir, çünkü ulusal alanda üretim faaliyetinde doğal kaynaklar çok büyük bir etkendir ve üretimin yönü ile miktarı konusunda doğrudan etkide bulunan bir faktördür.

     Siyasalekonomi faktörü ulusal üretimin çok veya az oluşunda etkide bulunurken koordine ettiği Emek Faktörünün üretim bilgisi, üretim deneyimi, üretim sürecindeki kavrama yeteneği, kullandığı üretim teknolojisi çok önem taşır. Siyasalekonominin yetkilileri emeğin üretim yeteneğinin artırılmasında eğitimine büyük önem verirler. Eğitimi-öğretimi sadece yurttaşların topluma uyum sağlaması açısından değil toplumda yer alacakları üretim çalışmaları açından da programlarlar. Üretimde yerleştirilen sermayenin birikim miktarı, sermayenin organize duruma gelerek emeğin çalıştırılması diğer bir anlamıyla “Girişimcilik Faktörünün” etkinliğinin arttırılması, üreticisi nüfus sayısının üretmeyen nüfus sayısından yüksek olmasının sağlanması siyasalekonominin üretim faaliyetleri arasındadır.


      Hükümetlerin uygulamış oldukları “siyasalekonominin” bir ulusun yıllık üretimi üzerinde etkisi çok önemlidir.  Siyasalekonomi faktörünün ulusal üretimin verimli ve yüksek olmasını sağlayabilmesi, yıllık ulusal üretimin gereksinmeleri karşılayabilmesi,  üretim faktörleri arasında dengeyi sağlamasına bağlıdır.

Yıllık ulusal gelirin artması ve yeterli olması “somut ürünlerin” üretiminin daha fazla olmasına bağlıdır. Elle tutulur ve zorunlu gereksinmelerin karşılanmasına karşılık olan ürünler “somut ürünlerdir”: Tarım ürünleri, giyim-tekstil ürünleri, yapı malzemeleri...vb. somut ürünlerdir.  Sanat eseri, kitap, tiyatro, eğitim…vb ile hizmete yönelik emek ürünleri  “soyut ürünlerdir”.  Adam Smith de dâhil bazı iktisatçılar Soyut Ürünleri üreten emeğe Üretken Emek olarak bakmazlar. Genellikle zorunlu gereksinmeleri karşılayan ele tutulur ürünler üreten emek Üretken Emektir. Gerçekte ise soyut olan ürünler de gereksinmeleri karşılamaya yöneliktir. Ancak bu ürünler dolaylı olarak ve gelecek yıllar içinde üretimi etkilerler. Bu etkiler üretimin çok daha büyük ölçülerde artmasına neden olur. Eğitimi, kitabı, bilimi, sanatı, yöneticilik de dahil çeşitli hizmetleri bu yönlerden değerlendirmek gerekir. Bu ürünlerin nitelikleri gereği, Üretken Emeği, “Soyut Üretken Emek” ve “Somut Üretken Emek” olarak kendi içinde ikiye ayırarak incelemek gerçeği belirlemek için gereklidir. Girişimcinin emeği, bürokrasinin, kamuda hizmet üreten çalışanlarının emeği soyut üretken emektir.


      Siyasalekonominin ekonomik dengeleri planlayarak sağlayabilmesi için, Somut Üretken Emek ile Soyut Üretken Emek ürünlerinin yıllık üretim miktarları arasındaki eşgüdüm, yönetim ve yönlendirme ile dengelenmesini gözetmesi şarttır. Siyasalekonomi üretim faktörü, diğer bütün üretim faktörlerine eşit mesafede olmalı, eşit davranışlarda bulunmalıdır. Kamunun veya girişimcilerin soyut üretken emek ürünlerinin ve gelirlerinin, zenginleşmelerinin fazla olduğu üretim dönemlerinde somut ürünlerin üretiminin yetersiz kalacağı ve zenginliğin artmayacağı açıktır. Somut üretken emeğin ise çok olduğu dönemlerde verimliliğinin az olacağı söylenebilir. Kamu personel giderlerinin ve kamu harcamalarının aşırı artması, bu aşırı artışa bağlı olarak kamuda soyut emeğin zenginleşmesi, artan kamu harcamalarının karşılanması için vergilerin arttırılması, sermayenin azalmasına doğrudan ve dolaylı olarak etki eder, somut üretken emeğin gelirlerini azaltır. Kamu harcamalarındaki aşırı artış veya kamunun aşırı zenginleşmesi, ekonomik dengelerin bozularak diğer üretim faktörlerinin yoksullaşmasına ve üretim yapamamasına neden olur. Sonunda ekonomik sorunlar ortaya çıkarak kronikleşir, krize dönüşür.

     Girişimci faktörünün  (veya kamu ile girişimci her iki faktörün ) aşırı zenginleştiği,  somut üretken emeğin yıllık gelirden çok az gelir aldığı üretim dönemlerinde ise, somut üretken emeğin üretimde bulunamamasına bağlı olarak ulusal üretim giderek azalır ve ülkelerin yoksulluğu artar.

     Bu üretim dengesizliklerinin temelinde “ulusal gelire etki eden Üretim Faktörleri” arasında zenginleşme amacında büyük bir rekabetin bulunması vardır. Özellikle sanayi ve ticaret alanındaki soyut üretken emeğin çıkarları ile somut üretken emek sahipleri (emek faktörü ile girişimci faktörü),  kamudaki soyut üretken emek ile somut üretken emek sahiplerinin (siyasalekonomi faktörü ile emek faktörünün) veya girişimci ile siyasalekonomi faktörü arasındaki çıkar çatışmaları, haksız rekabetlere yol açmaktadır. Kamu çıkarlarına aykırı olan bu rekabetlerin engellenmesi gerekir. Siyasalekonominin planlayıcıları çıkarılan yasalarla toplumdaki bu rekabetleri,  üretim faktörleri arasındaki üretim faaliyetleri ile gelir dağılımı dengelerini sağlayacak sistem içinde düzenler. Özellikle de Adam Smith’in de “Ulusların Zenginliği” adlı kitabında belirttiği gibi tarım ve sanayi alanında somut üretken emeğin çıkarları, siyasalekonominin (kamunun) çıkarları sanayi ve ticaret alanındaki girişimci soyut üretken emeğin çıkarları arasındaki dengenin gözetilmesi ekonomik dengelerin sağlanması açısından çok önemlidir. Sanayi ve ticaret alanında faaliyet gösteren bu kişi ve gruplara, birtakım haklar veren yasalar hükümetler tarafından çıkarılırken çok dikkat edilmelidir: “...  bir ticaret ya da sanayi alanında uğraşanların çıkarı, her zaman için, bazı bakımlardan kamu menfaatinden farklı, hatta buna aykırıdır.... Pazarı genişletip rekabeti daraltmak, her zaman iş adamlarının çıkarınadır. Piyasayı genişletmek, çokluk, kamu çıkarı için yeterince hoş olabilir. Ama rekabeti daraltmak, hep onun aleyhine olmak lazım gelir. Bu yalnızca, iş adamlarının, kârlarını doğal şekilde oluşacak olanın üstüne çıkararak kendi menfaatleri için öteki hemşerileri üzerine yersiz bir vergi koymalarını mümkün kılmaya yarar. Bu tabakadan gelen yeni bir ticaret kanunu ya da karar önergesi, daima büyük bir ihtiyatla dinlenmek; kılı kırk yararak, en kuşkulu bir dikkatle uzun uzadıya, iyiden iyiye incelenmeden hiçbir zaman kabul edilmemelidir. Bu, çıkarı hiçbir zaman kamu menfaatiyle tıpkı tıpkısına bir olmayan; genel olarak, halkı aldatmakta, hatta ezmekte menfaati bulunup, nitekim birçok vesilelerle, onu hem aldatmış hem ezmiş olan, bir insan tabakasından gelmektedir.” (s.146, Adam Smith, Milletlerin Zenginliği)

Ulusal  üretimi sağlayan üretim faktörlerinden üretimi planlayarak  eşgüdümü gerçekleştiren Siyasalekonomi faktörü, ülkelerin devlet yönetiminde bulunan hükümetlerin denetimi ve yönlendirmesi altındadır. Hükümetlerin bu üretim faktörünü, devleti yönetirken çıkarmış olduğu yasalarla,  yukarıda Adam Smith’in de belirttiği gibi yanlı olarak işadamlarından oluşan grubun çıkarına uygun kullanması siyasal yönetim biçimlerini de etkiler.

“Temelde üç yönetim türü vardır. Birin yönetimi olan Monarklık(Krallık veya tyrannosluk), birkaçın yönetimi olan oligarklık, birçok kişinin yani tüm toplum bireylerinin katıldığı yönetim olan demokrasi. Monarklığın devlet yönetimini elinde bulunduran birin niteliklerine bağlı olarak tiranlık ve krallık olarak iki türü, oligarklığın da yönetimde bulunan birkaç kişinin iyi ve kötü niteliklerine göre oligarşi ve aristokrasi olarak iki türü vardır.  

     Oligarklık yönetimlerini devlet bilgisi nitelikleri yanında sahip oldukları sanat kollarının niteliklerine göre de türlerine ayırabiliriz. Mali oligarklık, bürokratik oligarklık, teknokratik oligarklık… vb.

      Bunun yanında, demokratik yönetimler, birçokların yönetimi olmasına rağmen, gizli veya açık olarak oligarkların demokratik  yönetimi ele geçirmiş  bulunmalarına bağlı olarak mali oligarklık etkisinde demokrasi, bürokratik oligarşi demokrasisi..vb türlerinin ortaya çıktığı görülür.

     İdeal yönetim biçimi, yönetim bilimine göre devleti yöneten yönetimdir. Çağımızın ideal yönetim biçimi olarak görülen demokrasi (çokların yönetimi), eğer bir bilimsel yönetim olarak uygulanmıyorsa, uygulayan kadrolar bulunmuyorsa bir tiranlık, monarklık, oligarklık yönetiminden ayrımı azdır.

     Gerekli bilimsel yönetim yeteneğine sahip olmayan bir demokrasinin siyasileri, iktidarı bürokratlarla, teknokratlarla, zenginlerle paylaşmak zorunda kalırlar. Bu durum demokrasilerin oligarşi yönetimlerine teslim edilmesidir.

     Bilimsel yönetim, anlık, geçici, kısa süreli ve belirli, sınırlı olaylara ve kişilere uygulanan (her kişiye ayrı ayrı uyan) yasalarla değil, tüm bireyler için geçerli olan, “ her kişiye yapması gerekeni noktasına noktasına göstermek için, hayatının her anında her bir kişinin”  uyması gereken yasaları bularak uygulayan bir yönetimdir.” (Bk.www.iinci.blogspot.com. ,23/04/2012, Uygulamalı Siyaset ve platon’un Devlet Adamı diyalogunda Devlet Bilimi Anlayışı.)

Bu bilimsel açıklamaların somut, tarihsel, güçlü örneği güncel olan AK Parti yönetimindeki devlet yönetimidir. AK Parti yönetimi, demokratik bir yönetim değil, oligarşi (mali) yönetimdir. Bu oligarşi yönetimi demokrasi ile devleti yönetme yeteneğine ve öngörüsüne sahip olmayan siyasilerin iktidarı mali oligarşi ile paylaşmalarından ileri gelir. Ancak bu biçimde yönetim anlayışı çok yaygın bir anlayıştır ve birçok ülkede gerçek demokratik yönetimlerin yerini almıştır. Rusya, ABD, Arap ülkeler ..vb ülkeler bürokrat veya mali oligarşilerin yönetimleri altındadır.Doğal olarak bu yanlış yönetimler, yanlış ulusal ve uluslar arası ekonomik dengelere neden olmaktadırlar.

NOT: Bu yazı, Balyalılar Derneğinin üç ayda bir yayınlanan "Balyalılar Dergisi"'nin Nisan 2015 sayısında yayınlanan yazının genişletilmiş özgün biçimidir.


 

İsmail İNCİ,  27/04/2015






SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...