11 Ağustos 2016 Perşembe

KAMU HARCAMALARININ EKONOMİK KRİZLERİN ÖNLENMESİNDE EKONOMİK DENGELERİN YENİDEN KURULMASI ÜZERİNDEKİ ROLÜ



KAMU HARCAMALARININ EKONOMİK DENGELER ÜZERİNE ETKİLERİ

     Toplumlarda devletin varlığını ortaya çıkaran neden, bireylerin bireysel ve toplumsal gereksinmelerinin karşılanması ortak anlayışı olmuştur. Bu anlayış birliği, toplum üzerinde varolan dış (doğaya ve diğer toplumlara karşı kendini savunma) ve toplumsal olarak yaşamadan doğan iç gereksinmelerin ( güvenlik, adalet, sağlık, gıda ve barınma gereksinimleri…vb) bireysel olarak karşılanamaması zorunluluğunun sonucudur. Devletin varlığı özellikle savaş zamanında toplumsal varlığın bütünlük içinde korunması zorunluluğundan, barış zamanında ise bireylerin toplum içinde kişisel çıkarlarının çatışması sonucu mal ve can güvenliğinin adaletli olarak sağlanması gereksinimlerinden ortaya çıkar.  Devlet varlığını, toplumsal örgütlü bir güç olarak özellikle diğer devletler karşısında bağımsız, egemen oluşu ile belirgin olarak gösterir. Bireyler devlet örgütlenmesi ile toplumsal yaşam içinde kendilerini güven ve özgür kılarlar; mal, can ve namusları devlet örgütlenmesi ile onun ortaya çıkardığı birliğin gücü ile koruma altına alınır. Bu durum insanlarda duygusal olarak devlete karşı ana-baba sevgisi olarak yansır. Devletin amaç ve hedefleri, kendi amaç ve hedefleri ile özdeşleşir.

     Bu zorunluluklara bağlı, ortak çıkarların birliği sonucu devlet örgütlenmesinin oluşumu, bireylere devlete karşı bir yandan toplumsal haklar verirken diğer yandan aynı zamanda toplumsal görevler verir.


     Devlet toplumun savunması, eğitimi, adaletin sağlanması için kamu kurumları kurar. Bu kurumların çalışması için gerekli bayındırlık işlerini yapar. Devletin yurttaşlarının eğitimi, güvenliklerinin yurt içinde ve dışında sağlanması için yapmış olduğu kamu harcamaları bireylerin üretimini olumlu etkilediği gibi, devletin yol, kopru, baraj….vb gibi diğer önemli bayındırlık hizmetleri de toplumun üretimini kolaylaştıracak bayındırlık hizmetleridir.,

     “Eğitim alanındaki kamu harcamaları, öğretmenlere, müdürlere, okul binalarına, bilgisayarlara, yemek ve kitaplara yapılan ödemeleri kapsamaktadır. Beşeri sermayenin ekonomik büyümeye etkisi üzerine yapılan çalışmaların bir çoğunda eğitime ilişkin göstergeler tercih edilmektedir. Webber (2002), eğitim seviyesindeki gelişmelerin bilinci artıracağını ve daha sağlıklı bir toplumun oluşumuna katkıda bulunacağını ileri sürmektedir… Sağlıklı bir toplumda işgücünün verimliliği artacak, işgücü kaybı engellenecektir. Ayrıca artan sağlık harcamaları, bireylerin yaşam
süresini ve beklentisini artırmaktadır (KELL Y, 1997 :64; WANG. 2002: 1634).
“Sosyal Güvenlik Harcamaları Sosyal harcamalar da sosyal barışın sağlanmasına katkıda bulunarak ekonomik genişlemeye neden olabilir ve beşeri ve fiziki sermaye yatırımlarını artırıcı bir atmosferin oluşmasına yol açar. Yoksulluğun azaltılması ve sosyal refahın iyileştirmesi özünde doğru bir politika olmanın yanısıra ekonomik büyiimeye de katkıda bulunmaktadır… Alt Yapı Harcamaları:
özel sektörün yatırımlarını kolaylaştırmakta ve karlılığını arttırmakta ve
dolayısıyla sermaye birikimine de katkıda bulunmaktadır…”
Muhsin Kar - Sami Taban,  Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri , Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, e 58-3 )


 Devletin bütün bu yatırımlarının büyük harcamaları gerektirdiği kuşkusuzdur.
     “Ana yollar, köprüler, gidiş gelişe elverişli kanallar, limanlar vb. gibi bir ülkenin ticaretini kolaylaştıran bayındırlık işlerinin yapımıyla bakımının, topluluğun başka başka dönemlerinde pek değişik derecelerde masrafa lüzum göstermesi gerektiği ispatsız olarak meydandadır.”(s.392, Adam Smith, Milletlerin Zenginliği)
     Devletin bu ödevleri yerine getirebilmesi için yapacağı masrafların karşılanması toplumdaki her bireyin devlete karşı en önemli görevidir. Devlet bu harcamalarını bireylerin en önemli yurttaşlık görevlerinden olan vergi ödemelerinden elde ettiği gelirle karşılar. :” “Dolayısıyla, hükümdara ya da devlete özgü olabilecek iki gelir kaynağı, yani kamu sermayesi ile kamu arazisi, herhangi büyük ve uygar bir devletin gerekli masrafını ödemeye hem yaraşmayan hem yetmeyen mali kaynaklar oldukları için, kala kala bu masrafın büyük kısmı, hükümdar için ya da devlet için kamu geliri vücuda getirmek üzere, halkça özel gelirlerinin bir parçası verilerek şu ya da bu tür vergilerle ödenmek gerekir.” (s.450, Adam     Smith, Milletlerin Zenginliği)
     Bu yönü ile devlet toplumda gelirlerin toplandığı ve harcamaların yapıldığı en büyük örgütlenmedir. Gelir ve harcamalar, toplumda üreten ve tüketen tüm birey ve şirketleri etkiler.


KAMU HARCAMALARININ EKONOMİK GELİŞME ÜZERİNE ETKİLERİ:
     “Dünya bayındırlığının madde ve kaynağı da devlettir. Devlet ve hükümdar mal ve paraya muhtaç olur, geliri eksilir, tükenir, yahut da masrafları kısmazsa, devlet hizmetinde bulunan memur, asker ve devleti koruyanların elindeki para da azalır, bunlar akrabalarına ve hizmetlerinde bulunanlara vermekte oldukları aylıkları keserler. Bu suretle bunların da harcama güçleri azalmış, geçinme vasıtaları kısılmış olur. Halbuki bu kimseler, ahalinin çoğunluğunu teşkil eden diğer sınıflardan ziyade pazarlarda alışveriş ederler. Bunun bir sonucu olarak pazarlarda durgunluk başlar. Ticaret mal ve eşyasından az kâr gelir. Bu durgunluk devletin haraç kabilinden olan gelirini azaltır. Çünkü haraç ve diğer vergilerin kaynağı, yurdun bayındırlığına, alışveriş gibi muamelelere ve ahalinin kâr ve fayda elde etmek üzere çalışmasına bağlıdır. Gelirlerin bu yolla azalmasının bir sonucu olarak devletin parası azaldığı için, bundan devlet zarar görür. Çünkü yukarda anlattığımız gibi, devlet en büyük pazar ve bütün pazarların anası, gelir ve masrafların kaynağıdır. Devletin gelir ve masrafları azaldıktan sonra o nispette pazarlarda alışverişin azalması pek tabiîdir. Belki devletten ziyade pazarlar bundan müteessir olur. Üstelik para ve servet tebaa ile devlet arasında ortak olup, tebaanın elinden devlete, devletin hazinesinden tebaanın eline geçer ve bu suretle ikisinin arasında dolaşır. Devlet paralan saklarsa, tebaanın elinde para kalmaz.” (s.75, İbni Haldun, Mukaddime, Cilt 2)

     Ünlü düşünür İbni Haldun’un dediği gibi devlet en büyük piyasadır. Kamu kurumları ve bu kurumlarda çalışanlar ürettikleri iş ve bayındırlık ürünleri karşılığında, gereksinmelerini karşılamak için gerekli olan mal ve hizmet ürünlerini piyasalardaki tarım, sanayi, ticaret alanlarında üretim yapanlardan karşılar. Devletin dışındaki üreticiler de devletin kendilerine vermiş olduğu zorunlu hizmet ve sabit yatırım ürünlerinden yararlanabilmek için üretimlerini daha çok arttırmalıdır. Bu karşılıklı üretim ürünlerinden yararlanabilmek için devlet örgütünde çalışanlar harcama yapmalıdır; bu ise kamu çalışanlarının gelirlerinin belirli bir dengede olmasına bağlıdır.. Devlet,  hazırladığı projelerle bir yandan okul, yol, köprü,  hastane, sosyal alanlar …vb sabit yatırımlar yaparken, bir yandan da hizmet kolunda çalışanları ile hizmet ürünleri sunar. Bu karşılıklı üretim tüketim dengesi ile devlet örgütü ve devlet dışında kalan üreticiler verimli olarak üretimlerini sürdürürler.

     Devlet dışında kalanların ürettikleri ürünleri satabilmesi için devletin tüketim ve yatırım harcamaları yapması ekonominin genel dengeleri için bir kuraldır. Devletin toplamış olduğu vergilerden elde ettiği gelirleri hazinede tutması, harcama yapmaması veya gelirlerinin düşmesi sonucu harcamalarını azaltması üretim ve tüketim dengesinin bozulmasına neden olur. Devletin dışında üretim yapanların üretimlerini sürdürebilmeleri, ürünlerinin piyasada talep bulmasına bağlıdır. Devlet en büyük talep oluşturan bir üretici olarak, elde ettiği gelirlerini gerek dengeli personel ödemeleri ile gerekse bayındırlık yatırımları ile harcamalıdır.


    Devletin yapmış olduğu kamu harcamalarının ekonominin gelişme rakamları üzerine etkileri konusunda birçok araştırma yapılmış ve bu araştırma sonuçlarında kamu harcamalarının kalkınma üzerinde olumlu etkileri olduğu görülmüştür.

KAMU HARCAMALARININ EKONOMİK DENGELER ÜZERİNE ETKİLERİ:
     Gerçekten de devletin yapmış olduğu  sağlık, eğitim, adalet  ve ticareti kolaylaştıran yol, köprü, liman…vb. bayındırlık  harcamaları  doğrudan yurttaşlarının üretim yapma güç ve yeteneklerini geliştirdiğinden ekonomik kalkınmayı olumlu etkilemektedir. Ancak devletin kamu harcamalarının ekonomik dengeler üzerine etkileri konusunda araştırmalar sınırlıdır.

      Devlet yapmış olduğu kamu harcamaları ile piyasalarda ortaya çıkan arz talep dengesizliklerine etkide bulunarak ekonominin bozulmasına engel olacak güçtedir. Bu gücün arz talep dengesi bozulan sektörleri hedef alarak harcamaları ve tüketimleri planlı, amaçlı yapması dengeleri sağlayacaktır. Eğer tüm ülke ekonomisini kapsayan sektörlerde ekonomik kriz ortaya çıkmış ise sektörlerin tümüne aynı anda etki etmek sonuç vermeyecektir. Bu durumda ekonomiyi yönlendiren inşaat, otomotiv gibi ana sektörlerde ekonomik dengeyi sağlamak hedeflenerek kamu yatırım ve harcamaları yapılması olumlu sonuç verecektir.


      Devletin bu müdahaleleri yaparken iç veya dış borçlanmalar ile elde edeceği gelirlere başvurması görülmüştür ki ekonomik dengelerin kısa zaman içinde yeniden bozulmasına neden olmaktadır. Türkiye’de 1990-2005 yılları arasındaki dönemde görüldüğü gibi kamu borçlanmasının vergi gibi kamu finansman kaynağı gibi düşünülmesi sonucu kamu borçlarının borçlanma karşılığı ödenen faizlerle borç sarmalı içinde kalmasına, neden olmuş, bu da devletin cari açığının artarak makro dengelerin bozulmasına, ekonomide hiper enflasyonlara neden olmuştur. Devlet içine düşmüş olduğu borç sarmalı sonucu olarak zorunlu olan kamu yatırımlarını dahi yapamayacak duruma düşmüştür. Bu durum Özel girişimcinin devleti tek bir fon kaynağı ve en önemli gelir elde ettiği yatırım alanı olarak görmesine yol açtığından üretim yapmak için gerekli yatırımlarda bulunma yeteneklerini kullanmalarını engellemiştir.

     Devlet her şeyden önce yurttaşlarından elde ettiği vergilerin desteği ile ekonomik dengeleri sağlayacak harcama ve yatırımlar yapmalı, bu harcamalarla yurttaşlarının gelirlerini arttırarak, artan gelirlerle vergilerinin de artışını sağlama amacı gütmelidir.

KAYNAK:
1- Yrd. Doç. Dr. Muhsin Kar, Yrd. Doç. Dr. Sami Taban, Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri, , 146 e Ankara Üniversitesı SBF Dergisi e 58-3
2- Cuma ÇATALOLUK, Gaziosmanpasa Üniversitesi Maliye Bölümü, Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 21, Haziran 2009, ss.240-258.
3-İbn Haldun, Mukaddime II, Şark İslam Klasikleri,MEB Yayınları, 1996
4- Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

  
İsmail İNCİ, 10/08/2016

 BU MAKALE ÜÇ AYDA BİR YAYINLANAN BALYALILAR DERGİSİNİN TEMMUZ 2016 SAYISINDA BAZI KÜÇÜK DEĞİŞİKLİKLERLE YAYINLANMIŞTIR.




  





















                        

30 Temmuz 2016 Cumartesi

NECİP HABLEMİTOĞLU SUİKASTİ VE 15 TEMMUZ 2016 ASKERİ DARBE GİRİŞİMİ


SUİKAST SONUCU KATLEDİLEN NECİP HABLEMİTOĞLUNU’NUN FETHULLAH GÜLEN ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

Evinin önünde uğradığı suikast sonucu 18 Aralık 2002 tarihinde öldürülen Necip Halblemitoğlu öldürüldüğü tarihe kadar Ankara Üniversitesi'nde doktor öğretim görevlisi olarak yirmi yıl süresince Atatürk ilkeleri ve devrim tarihi derslerini verdi. Necip Hablemitoğlu'nu öldüren failler henüz ortaya çıkarılamamış, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Ergenekoncu yapılanmanın üstüne yıkılmaya çalışılmıştır. Necip Hablemitoğlu’nun Fethullah GÜLEN örgütlenmesi ile ilgili yazdıkları bugünkü 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi olaylarını açıklamakta,  netleştirmektedir. Ve O’nun failleri konusunda da bir fikir vermektedir.
Şunu öncelikle ve net olarak saptamalıyız: Fethullah Gülen, baştan sona bir Amerikan operasyonudur. Yeni Dünya Düzeni'nin Türkiye'ye dayattığı mafya-Gladyo- tarikat sisteminin bir parçasıdır. Gülen'in önemi, ABD'nin Yeşil Kuşak projesinde üstlendiği rolden kaynaklanmaktadır. Saidi Nursi müritliğiyle Erzurum'dan yola çıkan Gezici Vaiz Fethullah Gülen'i, New York-Vatikan-Kudüs hattına taşıyan sihirli güç, "büyük müttefikimizdir. Fethullah Gülen'i Ahlat'tan şimdi bulunduğu Pennsylvania'ya uçuran süpürgenin üzerinde, CIA tarafından imal edilmiştir.

Fethulah Gülen'in bugün hükmettigi güç, Genelkurmay Başkanlığı tarafindan 1998 basında hazırlanan bir raporda söyle sıralanmaktadır: "Yurtiçinde, 85 vakıf, 18 dernek, 89 özel okul, 207 sirket, 373 dersane, yaklaşık 500 ögrenci yurdu ve biri İngilizce yayınlanan 14 dergi, 15 ülkede yayinlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi, ulusal düzeyde yayın yapan 2 radyo ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu; Yurtdışında, 6 üniversite ve yüksekokul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu ve 21 örgenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kuruluşu" bulunmaktadır

Gülen'in müritlerinin sahip olduğu 300'e yakin şirketle 600 trilyon liraya hükmettiği hesaplanıyor. Yurtdışındaki okullarının yıllık gideri ise, Fethullahçilar tarafından 1.5 milyar dolar olduğu açıklandı. 1986 yılında, Özal tarafından gıyabi tutululuktan kurtarılan Gülen'in 12 yilda bu kadar büyük bir güce ulaşmasının izahı da uluslararası bağlantısıdır. CiA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk basarîli örneği Moon tarikatıdır. 1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken sömürgeleştirmenin aracı
olarak bir de Hıristiyan tarikatı kurdu. CiA'nin misyonerleri, bu tarikatı kullanarak Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ini, Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yaptilar. Moon, iste bu tarikatın adıdır. Resmi adıyla söylersek; Birleştirme Kilisesi. CiA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Lig'ini örgütledi. Türkiye'de Komünizmle Mücadele Dernekleri, Dünya Anti Komünist Lig'inin uzantıları olarak kuruldu

Fethullah'in okullarının propagandası, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyasının hizmetinde" sözleriyle yapılıyor. Oysa bu okullar, Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, ABD'nin hizmetindedir. Fethullah Gülen cemaati tarafından yurt dışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, "Ingilizce ögretmeni" diye
barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Toplantida, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam ve MIT temsilcisi de bulunduğu halde, olay karsısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.


ISTE ÇARPICI AÇIKLAMA
Tarih, 3 Mart 1997. Yer, Ankara'daki Başkent Öğretmenevi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dişi Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurt dışında açılan Türk okullarının sorunları. Toplantıya, basta Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam olmak üzere Bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Basbakanlik'tan, MIT'ten, Disisleri Bakanlığı’ndan temsilciler katılıyor. Dahası; Başbakanlıktan, MIT'ten, Dışişleri Bakanligi'ndan temsilciler de katılımcılar arasında. Ve elbet, yurt dışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır.
Sıra, Özbekistan'daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.s.'nin yetkilisi Mehmet Mesut Ata'ya gelir. Bu okullar da, "Fethullahçilara ait" diye bilinmektedir. Ata, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika’nın Özbekistan'daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB'in yayımladığı "Yurt Dışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri- İkinci Toplantısı" adli kitabin 63-64. sayfalarından okuyalım:

"Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adi altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz." Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD'li "öğretmen”lerin çoğu, Fethullah Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktadır. İngilizce dil "öğretmeni" olarak gözükmektedirler.

HEMEN HER OKULDA INGILIZ VE ABD'LI VAR
Kırgızistan’da da 50-60 kadar Amerikalı "ögretmen" var. Bunlar da diplomatik
Pasaportlu. Ve Kırgızistan’da "Fethullahçi" diye bilinen okullarda "öğretmenlik"
yapıyorlar.
Fethullah Gülen'in okulları, Adriyatik'ten sadece Çin'e kadar değil, Vietnam'a,
Endonezya'ya kadar uzanmaktadır ve eğitim dili olarak da Türkçeyi değil, Ingilizce'yi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD'li ve İngiliz "öğretmenler" giriyor..


CIA FETHULLAH'IN OGRETMENLERINE RESMI PASAPORT VERIYOR
Olayın ABD cephesini ise, 1 Mart 1998'de açıklamıştık; Fethullah Gülen'in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakin ABD'li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri'nde faaliyet yürüten okullardaki ABD'li öğretmenler, İngilizce adıyla "official passeport"a sahipler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD'li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmalari gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen'in okullarında çalışanları resmi
Görevli sayıyor. Türkiye'deki karsiligi "yeşil pasaport" olan resmi görevli pasaport ABD'li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.
Amerikali kaynaklar, bu pasaportların CIA'nin talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar.

EMPERYALIZMIN İSTEDIGI ISLAM
Gülen'in Türk Dünyası’na yaklaşımı, Amerika'nin Orta Asya'ya olan yaklaşımı ile tam bir uygunluk göstermektedir. Türkiye'nin, diğer Türk cumhuriyetleriyle iliksilerini geliştirmesi, son derece önemlidir. Bu iliksilerin, koşulların elverdiği ölçüde sıkı olması, Türkiye'nin çıkarınadır. Ama Amerika’nın güdümünde kurulacak iliksiler, Türkiye'nin komsularıyla olan iliksilerinin bozulmasına, bölgesel karışıklıklara ve savaşlara yol açmaktadır. Amerika’nın istediği de budur. Fethullah Gülen, ABD'nin bu planlarında rol üstlenmiştir.
Son Özbekistan darbesi, Fethullah' Gülen’in, yani ABD'nin güdümündeki Nurculuğun, Türkiye'nin Türk Cumhuriyetleri'yle ilişkisinde oynadığı rolün son örneğidir”


Ferhullah Gülen örgütünün 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe girişimi öncesi ve sonrasında gelişen olaylarla bütün olarak tasfiye edilme aşamasına gelmesinin nedeni, Dünyada Komünizm ideolojisinin çökmesi, Doğu Bloğunun dağılması ile ABD ve Avrupa’nın varlığını tehdit eden tehlikelerin ortadan kalkmış olmasına bağlı olarak GLADYO gibi bu örgütün öneminin kalmamasıdır. Aynı zamanda  örgütün varlığını sürdürmesi ve gelişmesinin Amerika. Rusya ve Batı ülkeleri için zararlı duruma gelişi örgütün sonunu getirmiştir.




www.iinci.blogspot.com      30/07/2016






18 Mart 2016 Cuma

SÜT KRİZİNDE TOPLAM TALEP YETERSİZLİĞİNİN İKTİSADİ DÜŞÜNCE SÜRECİNE BAĞLI OLARAK NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ





SÜT ÜRETİMİNİN TOPLAM TALEP YETERSİZLİĞİ SORUNU VE ÇÖZÜMLERİ

      İktisadi düşünceler tarihinde, piyasaların dengeye ulaşma modellerine bakış açılarına göre birbiri ile çatışan iki büyük ekonomik düşünce sisteminin bulunduğu görülür.  Birinci büyük ekonomik düşünce sistemi Klasik ve Neo Klasik ekonomistlerin temsil ettiği Liberal ekonomi anlayışıdır. Bu düşünceyi savunan ünlü Klasik ekonominin temsilcileri Adam Smith, Davit Ricardo John Stuart Mill, Jean
Baptiste Say, Robert Malthus’a göre piyasaların doğal işleyişi içinde, bireylerin özgür, akılcı davranışlarıyla, arz ve talebe bağlı olarak kendiliğinden ekonominin dengeleri oluşur. Devletin piyasalara müdahale etmesi ekonominin dengelerini bozar. Bireylerin “Rasyonel Seçenekler” kuralı gereği en akılcı tercihlerini yapması arz ve talep dengesini piyasalarda ortaya çıkaracaktır.  Tam rekabete dayalı serbest piyasalarda toplam arz toplam talebe denktir. Neo Klasik ekonominin önemli ekonomistlerinden Leon Walras’a göre firmalar karlarını, tüketiciler de faydalarını serbest piyasa koşullarında en üst düzeyde gerçekleştiririler. Bu kar-fayda ilişkisi, ekonominin dengesini tüketicinin toplam talebinin firmaların ürettiği toplam tüketim mallarına eşit olduğu noktada oluşmasına doğal olarak yol açacaktır. Piyasalarda bu biçimde dengenin oluşmasına ekonomide “ Genel Denge Modeli” denilir.

      Ancak Amerika’da ortaya çıkan ve bütün dünyayı etkileyen 1929 ekonomik krizi piyasalarda “Genel Denge Modeli”nin gerçekleşmediğini John Maynard Keynes ve daha önce aralarında Toplumcu ve Kurumcu Ekonomistlerin de bulunduğu ekonomi bilim adamları tarafından açıklanmıştır. Devletin piyasalara az veya çok müdahale etmesini savunan bu ikinci görüşe sahip Kurumcu ekonomistlerden John Rogers Commons,  Adam Smith’i eleştirerek, tarihe bakıldığında insanların direnmelerine rağmen mahkemelerin görünür ellerinin (piyasalara müdahale ettiğinin) görülebileceğini ifade eder. İktisadi yaşamı düzenleyen, biçimlendiren toplumsal denetim unsuru bir birim vardır.
       Serbest piyasa ekonomisini en iyi analiz eden ekonomistlerden biri olan Keynes, 1929 ekonomik krizinin ortaya çıktığı koşullarda serbest piyasa ekonomisini eleştirerek ekonomiyi kendi kendine dengeye yönelten görünmez bir elin olmadığını, ekonominin doğal düzeninin dengeye doğru değil tam tersine dengesizliğe hatta kaosa doğru eğilimli olduğunu açıklamıştır. Bunun için devlet tarafından müdahale edilerek piyasaların denetlenmesi, gözetlenmesi, yönlendirilmesi gerekir. Keynes’e göre piyasalardaki dengesizliğin temel nedeni Talep yetersizliğidir. Toplam talep yetersizliği nedeniyle toplam arz satın alınamamakta, diğer anlatımla ürünlerin satılamaması nedeniyle üretim durmakta, işsizlikle birlikte bozulan piyasa dengeleri ekonomide kaosa sürüklenmektedir.
      19’ncu yüzyılda” Birinci Sanayi Devrimi” ile “Makinelerle” üretime geçen firmaların üretim hacimleri artmış, yirminci yüzyılın başında “İkinci Sanayi Devrimi” ile “Teknolojiye dayanan üretimle” birlikte aşırı üretime geçilerek Klasik ekonomistlerin düşüncelerinin tersine piyasalarda büyük bir arz fazlalığı, üretim fazlalığına bağlı olarak talep yetersizliği oluşmuştur. Talep yetersizliğine rağmen fiyatların aşağıya,  ücretlerin de yukarıya doğru “Direngen” olması toplam talep açığını daha da arttırmıştır.


      İBN HALDUN’A GÖRE TALEP FAZLASININ NEDEN VE SONUÇLARI
         Gerçekte ise ünlü düşünür İbn Haldun Mukaddime adlı ünlü kitabında,  Adam Smith’den üçyüz elli yıl önce işbölümünün ulusların zenginliğini arttıran önemli bir etken olduğunu, piyasalarda arz talep dengesinin talep fazlası yönünde bozulduğunu, bunun toplumların zenginleşmesini, refaha ve daha uygar toplumların oluşmasına neden olan etken olduğunu açıklamıştır:
“O cemiyete mensup olanlardan bir kitlenin birbirine yardım etmek suretiyle istihsal ettiği maddeler, o kitlenin kendi ihtiyacı derecesinden kat kat fazla olur. Buğdayı örnek olarak düşünürsek, cemiyetin bir âzası tek başına buğday istihsal edemez. Cemiyet; üyeleri âzasından istihsal için gereken âletleri yapan demirciyi, marangozu, öküz sevkeden, toprağı süren ve (harman yerinde topladıktan sonra) taneleri başaklardan ayıran, çıkartan ve ekin ekerek buğdaya istihsal etmek için gerekli diğer ihtiyaçtan temin eden 5-10 kişiyi seçer. Bu yolla işleri aralarında bölüşmek suretiyle buğday istihsal ederlerse, elde edilen buğday bunların kendi ihtiyaçlarından çok fazla olur ve bu müstahsillerin sayısından kat kat fazla kişiyi geçindirir. Kısası, cemiyet ferdlerinin bir araya toplanarak istihsal ettikleri maddeler, istihsal etmek üzere çalışanların ihtiyaçlarından fazladır…. Kendi ihtiyaçlarından fazlasını istihsal etmek üzere harcadıkları emeklerinin mahsulünü, diğer bölgelerin ahalisi, karşılığını vererek ve kıymetini ödeyerek satın alırlar ve yurtlarına götürürler. Bu yolla emekleri ile bu maddeleri istihsal edenler servet kazanırlar… Servet ve zenginlik o cemiyeti bayatta bolluk ve geçim genişliğine, genişliğin icap ve itiyatlarından olarak evleri süslemeye, güzel ve nefîs giyimler giymeye, cihazlarını, çanak, tabak gibi ev eşyasını güzelleştirmeye, iyileştirmeye ve hademeler ve binek hayvanlar kullanmaya sevkeder… Cemiyet fertlerinin bir araya toplanarak çalışmaları sayesinde o şehir ve bölgenin bayındırlığının artması sebebiyle çalışma ve istihsal bir kat daha artar…”.”( İbn Haldun, Mukaddime, s.269-270)

      Yine İbn Haldun aynı eserinde bu talep fazlası üretim nedeniyle devletlerin-toplumların uygarlıkta belirli bir ilerleme aşamasından sonra gerileme dönemine girdiğini, sonunda da ortaya çıkan bu talep fazlası krizi ile uygarlıkların ve devletlerin çöktüğünü açıklamıştır. Fazla üretim ile “talebin doygunluğa” ulaştığını, toplam talepte “yetersizliğin” ortaya çıktığını, toplam talep dengesizliğinin varlığını İbn Haldun sosyalist ve Keynesyen ekonomistlerden dörtyüz elli yıl önceden açıklamış ve talep dengesizliğinin ekonomik krizlere neden olduğunu; toplumlarda refahın, zenginleşmenin getirdiği psikolojik etkenlerle birlikte uygarlığın gerilediğini, toplumların zayıflamasına neden olduğunu ve sonunda devletlerin çöktüğünü tarihsel anlatımla açıklamıştır.
        Toplam talep dengesizliği salt kapitalist sistemde varolan bir ekonomik olgu değildir. Tarihte  İlk büyük uygarlıkların ortaya çıktığı, büyük devletlere başkentlik eden Babil, Bağdat, Şam, Atina, Roma..vb  tüm büyük kent devletlerinde görülen ekonomik bir yasadır. Tarihte büyük bir uygarlığa sahip olmuş olan, büyük sanat eserleri, ürün zenginlikleri ortaya koymuş olan bu kentlerde görülen bir üründe fazla üretim sonucu toplam talep dengesizliğinin ortaya çıktığı görülür. Antik çağda kentlerdeki toplam talep yetersizliğine etken olan üretim tekniği insan gücüne dayalı basit mekanik üretim araç gereçleri ve köle işgücüdür. Eserlerin hammaddesi de taş, demir, bronzdur. Ortaçağda da aynı nitelikleri mekanik araçların biraz geliştirilmiş olarak kullanımı ile görürüz.
“Şehrin bayındırlığı artarak nüfusu çoğaldıktan sonra iş, yapı, usta ve yapı için gereken maddeler çoğalır ve şehir mükemmel bir hale gelinceye kadar bu hal devam eder. Şehrin bayındırlığı eksilerek nüfusu azalmağa başladıktan sonra hüner ve sanayi de o nispette azalır. Bunun bir sonucu olarak yapılar eskisi gibi iyi. sağlam ve süslü olarak yapılmamağa başlar. Ahalisi azaldığı için çalışma ve faaliyet de azalır. Neticede yapı için gereken taş ve su mermeri gibi maddeler az gelmeğe ve bulunmamağa başlar. Bundan sonra diğer yapılardaki maddeler söküp alınmağa ve bir yapıdan diğerine naklolunmağa başlar. Çünkü bayındırlığı azaldığı ve eski nüfusunu kaybettiği için büyük binalar, saray ve konakların çoğu boş kalmıştır. Yapı maddeleri bir saray ve konaktan diğerine nakledilmektedir, şehrin bütün yapılan bu suretle yıkılıncaya kadar bu hal devam eder. Bunun üzerine ahalisi, yapı işlerindeeskisi gibi göçebelik tarzına dönüp, yapılarında taş yerine kerpiç kullanmağa başlar, binaları süslemeyi büsbütün bırakır. Bunun bir sonucu olarak da şehrin binaları, köy ev ve binalanna benzer, binalarda göçebelik kültürü gözükür” (s.68)
Çağın egemen olduğu birkaç üretim kolunun ürünlerinin “Talebinde Doygunluğa” bağlı olarak işsizlik, işsizlikle birlikte göçler ve nüfus azalmaları, üretim düşüşleri, yokluk, üretim yapılamamasına bağlı ilkel ürünlere bağlı bir uygarlık içinde yaşamın sürdürülmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Çağımızda ekonomilerin dayandığı üretim kolları olan inşaat sektörü ve otomotiv sektörünün ikisinde aynı anda oluşacak bir “Talep Doygunluğu”nun ekonomik krizlere ve ekonomilerin batışına neden olması da kaçınılmazdır.


       Günümüzde Süt Üreticilerinin içinde bulundukları ekonomik krizin temel nedeni olarak da arz fazlalığına bağlı toplam talep yetersizliği gerçeği görülüyor. Tüketici sütün piyasalarda 3 TL civarlarında olan fiyatları karşısında satın alma gücüne bağlı olarak ek talepte bulunmamakta, özellikle küçük üretici, büyük süt üreticilerine göre maliyetleri daha yüksek olduğundan fiyatlarda direngen olmakta, üretimde oransal artışa rağmen sütün satış fiyatını aşağıya çekme eğiliminde bulunmamaktadır. Fiyatlardaki direngenlik ve değişmezlik varolan talebi arttırmadığından fazla ürün elde kalmakta,  fiyatlarını düşüren büyük üreticiler ise varolan talepte artış yönünde değişiklik oluşturarak, piyasa “Talep Doygunluğuna” ulaşıncaya kadar üretimlerini sürdürebilmektedir.
SÜT ÜRETİMİ KRİZİNİN NEDENLERİ:
      İngiltere’de de Nisan 2015 tarihinden itibaren süt fiyatları düşmeye başlamıştır. İngiltere Ulusal Çiftçiler Birliği (NFU) Yönetim Kurulu Başkanı Rob Hamson düşen süt fiyatları konusunda yaptığı açıklamada Şöyle demektedir: “Gerçeği söylemek gerekirse birçok süt üreticisi için durum çok kötü…Kısa vadede düzeleceğine inanmıyorum..
İngiltere Merkezli şirket Müller ve Hollanda merkezli şirket Friesland Campina  süt fiyatlarının düşüş nedenini çok süt az talebe bağlamaktadır. Yine Dairy Crest ve First Milk de benzer açıklamalarda bulunmuş, Arla şirketi süt tedarikçilerine önlerindeki oniki ay gerçekleşecek olumsuz koşullar nedeni ile uyarıda bulunmuştur.
     Bugün deTürkiye’de süt ihracının düşmesi ve iç pazardaki talep azlığı nedeniyle ortaya çıkan üretim fazlalığına bağlı olarak firmalar üreticilerinden süt alımını durdurmuş durumdadır. Milas Süt Birliği Başkanı Ali İhsan Gezgin’in süt krizi üzerine gözlemlerine bağlı söyledikleri önemlidir:”  Kayıtlı 12 bin üreticinin bulunduğu ve yaklaşık yıllık 162 bin 200 ton süt üretiminin yapıldığı Muğla’da sütlerini satacak yer bulamayan üreticiler, önceki gün sokağa döktü…Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 2008 yılında faizsiz, ilk iki yıl ödemesiz ve beş yıl taksitli kredi vermesiyle herkes hayvancılık yapmaya başladı. Aradan fazla zaman geçmeden, ülkedeki hayvancılık sektörü krize girdi, sütler satılmadı, et piyasası düştü ve sonunda da hayvanlar kesildi… Bugün dünya aile çiftçiliğine dönerken biz büyük işletmelere doğru geçiyoruz. Büyük işletmelerden de beş bin, onbin baş hayvan olmak üzere bütün sanayiciler, tekrar hızlı bir şekilde bu sektöre girdi; bu işi bilmeyen insanlarla girdiler. Bu sanayiciler devlet desteklerine daha çabuk ulaşırken benim üreticim, devletin verdiği imkânlardan faydalanamadı. Bugün yaşanan sorunun temeli, arz ve talep meselesidir. Artık arz ve talep birbirini tutmuyor. Yurtdışına ihracat yapamıyoruz, çünkü süt fiyatlarımız çok pahalı. Fransa’da süt 0,90 TL iken bizde 1,70 TL. Süt tozu 4 TL iken bizde 8 TL’ye mal oluyor. Biz bu şartlarda dışarıya süt ihraç edemezsek, hattâ dışarıdan süt ithal edersek sektörün sonu yine aynı olacak. Yurtdışından o kadar çok düve geliyor ki Avrupa’daki düveleri bitirdik.” 30 Ocak 2016, (http://www.tarimevi.com/satislari-azalan-sut-ureticileri-devletten-yardim-bekliyor/-)

      Küçük üreticilerin maliyetleri, büyük süt üreticileri süt üretimlerinde en yeni teknolojilerden yararlanarak ve ölçek ekonomisinin avantajlarını kullanarak üretim yaptığından, büyük süt üreticilerine göre yüksek olacaktır. Maliyetler eşit olmadığından büyük süt üreticisi çiftçi ile küçük süt üreticisinin rekabetleri de eşit olmayacaktır. Temelde de süt arzının artarak talep yetersizliğine etken olan üretim büyük süt üreticilerinin, maliyetleri azaltan ölçek ekonomisinden yararlanarak üçüncü sanayi devriminin Akıllı Teknolojisine” dayalı üretimleridir. Süt üretiminde talep fazlalığından doğan krizden etkilenenler de maliyetleri yüksek olan, süt fiyatlarını maliyetlerin yüksekliği nedeniyle düşüremeyen küçük üreticilerdir. Düşük maliyetlerle üretim yapabildiklerinden süt fiyatlarında tüketicinin talebi yönünde indirim yapan büyük üreticiler krizden daha az etkileneceklerdir. Bu nedenle büyük marketlerde bir litre süt üç liradan satılırken 1,5 TL’ye kadar düşmüştür. Devletin üreticilere eşit olmayan desteği ile müdahalesi ise süt krizini küçük üreticiler aleyhine daha da arttırır.  
SÜT ÜRETİMİ KRİZİ SORUNLARINA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
     Bir ülke ekonomisinde esas olan üretimi arttırarak fiyatları düşürmek, sonuçta tüm halkın satın alma gücünün artmasını sağlayarak üretilen ürünlerden yararlanır duruma getirmektir. Bu aynı zamanda ülkenin zenginleşmesi, refahının arttırılması demektir. Bu nedenle öncelikli olarak krizden en çok etkilenen küçük üreticiler birleşerek daha az maliyetlerle üretim yapacak duruma gelmelidir. Daha az maliyetle ve daha fazla üretim yaparak fiyatlarda indirimle, piyasalarda yeni taleplerin ortaya çıkması, varolan taleplerin miktarının artması sağlanır. Tüketiciler düşen fiyat karşısında süt taleplerini arttıracaklardır. Teknolojiden ve Ölçek ekonomisinden yararlanarak yapılan fazla miktarda üretim sonucunda satışlardan düşük fiyatla elde edilen gelir ile, az miktarda üretimle yüksek fiyatlarla elde edilen gelir sonuçta birbirine eşittir. Arada önemli ayrım, üreticinin ürününü talep oluşturarak satabilir duruma gelmiş olması, üretimini, işini sürdürebilir olmasıdır. Üretimini sürdüren üretici ülke zenginliğinin artmasına katkısını sürdürüyor olacak, üretimin artmasına bağlı olarak üretimin belirli bir aşamasında zorunlu olarak  ortaya çıkan “ Azalan Verimler Ekonomik Yasası’nın olumsuz etkilerinden, fiyatların düşmesinden şikayet etmeyecektir.
       Süt talebi açığını kapatmak için uluslar arası rekabet edilebilir pazarlar bulunmalıdır.
       Süt kısa sürede tüketilmediğinde en çabuk bozulan gıda ürünlerinden biridir. Bu nedenle daha dayanıklı koşullarda uzun süre korunarak depolanma özelliği kazandırılan ürünlerinin imalatına gidilmelidir. Sütün dayanıklı duruma getirilerek  korunması için başta gelen imalat işlemi sütü, süt tozuna dönüştürmektir. Bu ürün değişikliğine gidebilmek için zaman kaybetmeden gerekli imalat şirketlerinin kuruluşuna gidilmelidir.  Sütün geleneksel ürünleri olan peynir, yoğurt ve çeşitlerinin imalatı süt üreticileri tarafından kurulacak işletmelerle arttırılmalı, var olan imalathaneler tam kapasite ile çalıştırılarak sütün dayanıklı ürünleri üretilmelidir. Sütün geleneksel ürünlerinin yanında yeni süt ürünleri geliştirilerek uluslar arası pazarlarda talep oluşturulmalıdır. Bu imalat çalışmalarında üretim miktarının arttırılması peynir, yoğurt ve çeşitlerinin tüketici yararına fiyatlarının da düşmesini sağlayacaktır.  
       Süt üretim fazlasının tüketiminin, Keynesyen ekonomistlerin anlayışına göre devletin doğrudan para ve mali politikalarla piyasalara müdahale edilerek sağlanması düşüncesi de çözüm önerilerinden birisidir.


      Devlet Müdahalesinin Talep Fazlası Krizi Üzerine Etkileri:
       Keynes’in düşüncesine göre devlet para ve maliye politikaları ile piyasaya müdahale ederek talebi arttırmalıdır. Bu anlayışa bağlı olarak düşünürsek devletin bir yandan tüketicilerin satın alma güçlerini arttırması diğer yandan ise üreticilerin maliyetlerini düşürücü etkide siyasal ekonomik önlemler alması gerekir. Devletin Keynesyen ekonomiye göre müdahale ederek uyguladığı mali ve para politikaları talebi bir miktar arttırabilir. Para basarak ücretlerin kısmen arttırılması, süt üreticisinin devlet katkısıyla maliyetlerinin azaltılmasına bağlı olarak süt fiyatlarını düşürmesi talebin artmasını sağlayabilir. Ancak devlet bu müdahaleyi belirli bir aşamadan sonra mali dengelerinin bozulması, enflasyon riski karşılığında yapabilecektir. Enflasyon ise fiyatların yükselmesine, talebine düşmesine, üretimin azalmasına, işsizliğe, durgunluğa..vb ekonomik dengelerin daha da bozulmasına neden olmaktadır. Keynes’in düşündüğünün tersine enflasyon ile ekonomik büyüme bir arada uygulandığında ekonomik krizler daha da artmaktadır.
       Keynesyen ekonomistlerin düşüncelerinin tersine devlet müdahalesi bazı talep artışlarına etki ettiği halde talebin tamamıyla doymuş olduğu noktada talep artışı gerçekleşmez. Çünkü, tüm tüketiciler belirli bir fiyattan satın alma güçleri ile ürün talebinde bulunarak tüketimlerini gerçekleştirmiş veya gerçekleştirmektedir. Doymuş talep noktasında bulunan piyasada Ek bir satın alma oluşturarak ek bir talep oluşturmak olanaksızdır. Belirli bir ürün piyasasında veya tüm ürünlerin bulunduğu tam bir piyasa bu noktaya geldiği durumda büyük ekonomik krizler ortaya çıkabilir. Bu krizlerden çıkışın formülü ise işletmelerin ve devletin siyasal ekonomi yöneticilerinin “Esnek Üretim Yönetimi” ekonomik düşünce sistemine ve bilincine sahip olmalarıdır.

KAYNAKÇA:
1-    İktisadi Düşünceler Tarihi, Anadolu Üniv. Yayını, No.2617
2-    Mark SKOUSEN, Modern İktisadın İnşası (İktisadi Düşünce Tarihi),Ankara, Adres   Yayınları, 2009  
3-    Gülten KAZGAN, İktisadi Düşünce veya Politik İktisatın Evrimi, Remzi Kitapevi, 2000
4-    İbn Haldun, Mukaddime, Cilt 2, MEB Yayınları, No:482, Çeviren:Zakir Kadiri UGAN, İstanbul 1996


www.iinci.blogspot.com       18/03/2016







    

9 Şubat 2016 Salı

PKK ELEBAŞILIĞINDA KÜRT AYAKLANMASININ ETMENLERİ, AYAKLANMANIN SÜRECİ VE AYAKLANMAYI ORTADAN KALDIRACAK KARŞI ETKENLER



                
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ ELEBAŞILIĞINDA SON KÜRT AYAKLANMASINI OLUŞTURAN ETKENLER VE AYAKLANMAYI SONA ERDİRECEK KARŞI EYLEMLERİNİN NİTELİKLERİ (1)

CUMHUTİYET DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN  KÜRT AYAKLANMALARI VE AYAKLANMALARI ORTAYA ÇIKARAN ETMENLER:

       1982 yılının ağustos ayında Suriye’nin Dera kentinde yapmış olduğu toplantıda Türkiye’de bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla gerilla savaşı başlatma kararı alan PKK’nın ilk saldırısını 15 Ağustos 1984 tarihinde Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerine yapması ile Türkiye Cumhuriyetine karşı yeni bir Kürt ayaklanması başlamıştır. Bu saldırı sonucunda 1 jandarma eri şehit olmuş 6 er ve 3 sivil yaralanmıştır. Aynı tarihte Hakkâri ili Şemdinli ilçesinde  Jandarma subay açık hava gazinosu, subay lojmanları ve ilçe jandarma Karakolu'na yapılan silahlı saldırıda 1 subay, 1 astsubay ve 1 er yaralanmıştı. Her iki ilçeyi bir süre kontrol altında tutan örgüt militanları, ilçe meydanından ve cami minaresinden bir süre propaganda yaptıktan sonra Kuzey Irak’a dönmüşlerdir. PKK sonraki her 15 Ağustos’u önceleri “ilk kurşun günü” sonra da “Diriliş Bayramı” olarak yeni eylemlerle kutlama kararı aldı.
 
       Sadece Eruh’ta 1 askerin şehit düştüğü, ölü sayısının az olmasına da bakılarak ilk anda çok önemsenmeyen bu olay gerçekte 1984’te başlayıp Ocak 2016 tarihi ile çok değişik aşamalardan geçerek otuz iki yılı aşkın bir süre ile günümüze kadar gelen PKK’nın elebaşılığının ortaya çıkardığı Bir     Kürt ayaklanmasıdır.

       Bu süre içinde PKK’nın düzenlemiş olduğu eylemlerde Jandarma Genel Komutanlığı Teşkilatında 161’i subay, 209’u astsubay, 187’si uzman jandarma, 141’i uzman erbaş ve 2.407’si erbaş ve er olmak üzere toplam 3.105 Jandarma Genel Komutanlığı personeli; 6’sı Emniyet Müdürü, 15’i Başkan, 3’ü Emniyet Amiri, 27’si Komiser, 16’sı Komiser Yardımcısı, 471’i Polis Memuru, 54’ü Çarşı ve Mahalle Bekçisi, 1’i Teknisyen Yardımcısı ve 1’i Öğretmen olmak üzere toplam 594 emniyet mensubu şehit olmuştur.


      Güncel veriler dışında istatistiklere geçen bilgilere göre bu süre içinde 35 bin 576 kişi bu ayaklanmadan doğan terör eylemlerinde yaşamını yitirmiş, 14 ilde 62 bin 448 hanede 386 bin 350 kişi köylerinden şehirlerinden Batı       Anadolu’da değişik illere ve az bir nüfus da Kuzey Irak’a göç etmek zorunda kalmıştır.
      Rahmetli Uğur MUMCU’ya göre Cumhuriyet öncesi üç Cumhuriyet sonrası son ayaklanma ile birlikte onaltı olmak üzere toplam 19 büyük Kürt ayaklanması ortaya çıkmıştır. 25 Mart 1992 tarihinde Milliyette yazmış olduğu yazıda son çıkan ayaklanmayı 19’ncu Kürt ayaklanması olarak sıralar. Yazısının başlığı da “19. Ayaklanma”dır: “  “19. AYAKLANMA
Güneydoğu’da yaşanan olaylar, tam anlamıyla “eylemli kalkışma”
boyutlarındadır. PKK ve örgütün silahlı eylem kolu ERNK, “Nevruz”
nedeniyle ayaklanma girişiminde bulunmuşlardır.
Bu, Cumhuriyet döneminde etnik kökenli “16. ayaklama” oluyor.
Bu ayaklanmalardan “Nasturi ayaklanması” dışındakiler Kürt
ayaklanmalarıdır. Nasturi ayaklanmasının da Kürt ayaklanmasıyla dolaylı
ilgisi bulunmaktadır.
Cumhuriyet dönemindeki etnik kökenli on altı ayaklanmanın adları ve
tarihleri şöyle:
1. Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924)
2. Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat-31 Mart 1925)
3. Reçkotan ve Raman Ayaklanması (9-12 Ağustos 1925)
4. 1. Ağrı Ayaklanması (16 Mayıs-17 Haziran 1926)
5. Koçuşağı Ayaklanması (7 Ekim-30 Kasım 1926)
6. Mutki Ayaklanması (26 Mayıs-25 Ağustos 1927)
19
7. 2. Ağrı Ayaklanması (13-20 Eylül 1927)
8. Bicar Ayaklanması (7 Ekim-17 Kasım 1927)
9. Asi Resul Ayaklanması (22 Mayıs-3 Ağustos 1929)
10. Tendürük Ayaklanması (14-27 Eylül 1929)
11. Zeylan Ayaklanması (20 Haziran-7 Eylül 1930)
12. Oramar Ayaklanması (16 Temmuz-10 Ekim 1930)
13. 3. Ağrı Ayaklanması (7-14 Eylül 1930)
14. Pülümür Ayaklanması (8 Ekim-14 Kasım 1930)
15. Dersim Ayaklanması (21 Mart-10 Kasım 1937)
Cumhuriyet öncesinde de Kürt ayaklanmaları olmuştur. Bunlar da
sırasıyla:
1. 1914 Molla Selim ve Şeyh Şehabettin Ayaklanması.
2. 1919 Ali Batini Ayaklanması.
3. 15 Kasım-17 Haziran 1921 Koçkiri Ayaklanması…..”

      Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Kürt ayaklanmalarından, son ayaklanma dışındakiler birbirleri ile büyük benzerlikler taşıdığı halde PKK elebaşılığında ortaya çıkan son ayaklanmanın diğer ayaklanmalarla arasında çok ayırıcı nitelikler vardır.
      Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında ortaya çıkan Kürt ayaklanmalarının dini, gerici ve nitelikler taşıdığı ve siyasi alanda doğrudan temsilcileri olmadığı görülür. PKK’nin (Kürdistan İşçi Partisi) elebaşılığını yapmış olduğu son ayaklanma ise, Doğu Blok’u çökünceye değin Leninist-Marksist siyasi bir ideoloji ile kısmen Kürt milliyetçiliğini kullanarak ihtilal peşinde koşan, sonrasında doğrudan Kürt etnik duygularını  kullanan PKK terör örgütü ile bu örgütün amaçları ile çakışan bir siyasi programa sahip siyasi Parti temsilcilerinin TBMM’nde aktif olarak çalıştığı, açık olarak desteklediği “Genel” (Türkiye çapında) bir ayaklanmadır.

      PKK ve TBMM’deki savunucularının hedefi,Tarık Ziya Ekinci’nin ,“Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi”, adlı yayınında özellikle vurgulamaya çalıştığı özerk, özyönetim değil, Avrupa Birliği’ne katılım girişimlerinin getirdiği daha gelişmiş özgürlük koşullarının vermiş olduğu cesaretle, bir oldu bitti ile bağımsız ayrı bir Kürt devleti Kurmaktır.
      Siyasi alanda faaliyet göstererek kendilerini temsil eden Parti başkanların basın karşındaki açıklamaları, Silahlı Kuvvetlerin Güvenlik Güçleri ile başlatmış olduğu özellikle PKK’nın BOTAN Eyaleti (Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak) olarak adlandırdığı bölgede ayaklanmayı ortadan kaldırma Harekâtında, PKK örgütünün terör timlerini savunan, koruyan açıklamaları bu bölgelerde ayrı bir devlet kurma hedeflerinin bir  itirafını oluşturmuştur.
      “İki temel mevzuyu netleştireceğiz. Birincisi Kürt halkının siyasi statü meselesi. Bu da özerklikle ilgilidir. İkincisi yine Kürtlerin yaşadığı Kürdistan bölgesi ve Türkiye'nin tamamını da ilgilendiren idari yönetim modeli, bu da özerklikle ilgili. Bu ikisini en dengeli şekilde birbirini boşa çıkarmayacak, birlikte yaşamı olanaklı kılacak ama içeriği de dolu nasıl bir yönetim inşa edebiliriz, bunun yetkilerini, mekanizmasını hiyerarşisini tabandan yukarı nasıl kurabiliriz diye bunu bütün dünyaya hatırlatma nedeniyle bu toplantı çok önemli olacaktır…. Kürtlerin kendi coğrafyasında, Ortadoğu'nun orta yerinde siyasi bir irade olacağı görüşünü savunan Selahattin Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
      "Tıpkı yüzyıldır okyanusun altında kalan bir geminin yeniden okyanusun üstüne çıkıyor olması gibi Kürdistan kendi küllerinden yeniden doğuyor. Ortadoğu'da orta yerinde güneş gibi ışıldıyorsa dostlarımız bundan mutluluk duymalıdır, bize kardeş duyanlar, et ve tırnağız diyenler bundan mutluluk duymalıdır. Korkacak bir şey yok, gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Korkunun ecele faydası da yok. Durdurabileceğiniz bir durum da değil. Durdurmak, engellemeye çalışmak yerine güç verseniz, yan yana olsanız omuz omuza olsak hep birlikte kazanacağız. Artık gelecek yüzyılda bir Kürdistan gerçeği olacak. Belki bağımsız devletleri de olacak Kürtlerin, federal devletleri de, kantonları da, özerk bölgeleri de olacak. Kürdistan kocaman bir coğrafyadır. Bu coğrafyada kim nasıl yaşamak istiyorsa önce kendisi karar verir geri kalanlar buna saygı duyar. Kardeşlik hukuku da böyle bir şeydir."    
http://www.bugun.com.tr/
- 26/12/2015
      PKK’nın BOTAN Eyaleti  adını verdiği Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak’ı kapsayan  bölgede harekatın ve çatışmaların  yoğunlaşmasının nedeni PKK’nın 1989 yılı planlamasında alınan kararların uygulamasına bağlı olarak  bölgeyi ayaklanmanın üssü ve kurtarılmış bölge modeli olarak planlayarak burada askeri yığınak yapmış olmaları sonucudur. Bu program ve hedef doğrultusunda terör örgütünün elebaşılığında örgüt ve siyasi üyelesi, destekleyicisi, sempatizanları olan Kürtler bu yerleşim yerlerinde caddelerde,  sokaklarda barikat ve hendekler açmışlar, özel düzenekli bombalar yerleştirmişlerdir. PKK bu çalışmalarla siyasi temsilcileri olan yerel yönetimlerin olanaklarından da yararlanarak ayaklanmanın başarısı için caddeleri, sokakları cepheler durumuna getirmiştir. Sayın Ahmet Cem ERSEVER,  yaşanan terör olaylarının doğrulamış olduğu araştırma, gözlem ve görgülerini yazdığı  Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan adlı kitabında bu durumu aşağıdaki gibi dile getirir:
      “Buna göre BOTAN Eyaleti; Parti(PKK), Cephe (ERNK), ordu (ARGK) örgütlenmelerinin merkezi olacaktır. Bu yönüyle hem diğer eyaletlerin pratikte sevk ve idare merkezi olacak, hem de buraları takviye ve destekleme alanı olacaktır. Ayrıca BOTAN'daki Parti, cephe, ordu örgütlenmesi diğer eyaletlere modellik yapacaktı. BOTAN eyaleti, adeta kurulacak olan "Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan'ın prototipi olacaktı. Partinin (PKK) iç merkezi burada üslenecekti. Cephe (ERNK) faaliyetlerine burada yön verilecekti. Diğer yandan Cephenin örgütlenmesi (Temsil ve yönetim - İktidar gücü) gene burada hayat bulacaktı. Ordunun (ARGK) Askeri Konseyi (Genel Kurmay), burada üslenip savaşı yönetecekti. ARGK'nin ilk Gerilla Tugayı BOTAN'da, 1988 yılı içinde inşa edilecekti. Bütün askeri güçler bu Gerilla Tugayının kuruluşunda yer alacaktı. Bu nedenlerle BOTAN Eyalet sorumluları, eyalet planlamalarını yaparken plana, "BOTAN FETİH PLANI"ismini verdiler. Planlamayı yaparlarken de hedefleri daha da büyüterek ordu kuruluşunu TUGAY değil de TÜMEN düzeyinde başlatmayı kararlaştırdılar. Kurtarılacak bölgenin sınırlarını tüm BOTAN eyaletini kapsayacak şekilde genişlettiler. “ (s.128)

      Cumhuriyet döneminde  çıkan Kürt ayaklanmaları, İngilizlerin Orta Doğudaki çıkarları ile bölgedeki ağa ve şeyhlerin çıkarlarını korumak için doğrudan Kürt aşiret ve bölge halkının, dini ve etnik duygularını kışkırtarak ortaya çıkartıldığı halde son Kürt ayaklanması dolaylı olarak, PKK terör örgütü tarafından bölgedeki halka baskı yapılarak, terör uygulanarak etnik temele dayalı siyasi görüşlerin zorla bölgedeki halka  sahiplendirilmesi ile ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayaklanmanın bu temel hareket ilkesini yine Cem ERSEVER kitabında şöyle açıklamaktadır:” PKK=APO, bu yöntemlerle Güneydoğu'da güçlenmiştir. İşte bunun için PKK'nın her talimatı yerine getirilmekte, gençler kendilerinin ve ailelerinin korkularından örgüte katılmaktadırlar. Buna benzer uygulamalar antik çağlarda barbarlar tarafından yapılmaktaydı. PKK, barbar ikna yöntemleri konusunda tüm Kürtlere kendisini ispat etmiş durumdadır. Devlet, vatandaşını barbar PKK'nın elinden kurtaramamaktadır. Bu durumda vatandaş ne yapsın? Elbette PKK desteklenecektir. Siz olsaydınız ne yapardınız? 1984 yılında bazı militanlar APO'ya rapor yazarak; "Halk bizi desteklemek istemiyor, kimse bize kapısını açmıyor, ekmek bile alamıyoruz." diyorlardı. APO, militanlarına gönderdiği cevabi talimatlarda militanlarına şöyle öğüt vermektedir; "BARZANİ Irakla yönetime ilk başkaldırdığında kendi aşiret fertlerinden başka destekçisi yoktu. Bu nedenle aşiretinden 2000 seçme adamını yanına alarak Kuzey Irak'ı baştan başa dolaştı, diğer aşiret ve kabileleri sindirdi. Birçok köyü yağmaladı, birçok insanı kurşuna dizdi. Neticede otoritesini tesis etti. Hatta her köyden ve kabileden onlarca genci zorla alıkoyarak süreç -içersinde bütün Kuzey Irak'ı kendisine bağladı. Yanına aldığı gençler zaman içinde çatışmalarda öldüler, komutan oldular, evlendile yeni nesiller bunun için BARZANİye sempati duyar ve destekler. " (s.122, Cem Ersever)
       Uygulanan bu yöntemle 1985’li yıllardan sonra PKK tarafından gerçekleştirilen eylemlerle bazen Kürt ailelerin tüm mensupları öldürülmüştür. PKK Kürtleri katlettiği  alanlarda devlet güçleri ile yerel halk arasında bir duvar örmüş, 1990’lı yıllarda halk devlete karşı olan güven duygusunu yitirmeye başlayarak, ortaya çıkan bazı dış ve iç etkenlerle etnik siyasal görüş altında kalarak bölgede, PKK terör örgütünün siyasal Parti  temsilcilerine oy vermeye başlamıştır.  Bölgede terör örgütünün yerel yönetimlerle güçlenmesi ile şiddet sarmalı gelişmiş, ayaklanma da gün geçtikçe büyümüştür.


      Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Kürt ayaklanmalarını tek tek ortaya çıkış nedenleri ve gelişmeleri ile birlikte rahmetli Uğur MUMCU’nun: “Geçenlerde Şeyh Said İsyanı ile ilgili bir araştırma yapıyordum. Bu amaçla Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığınca yayımlanan “Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938)” adlı kitabı okumak istedim ama bu kitabı kitaplıklarda bulamadım. Bu kitabın okunması yasakmış!”, (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1990)”, dediği belgeleri, Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1-2, Kaynak yayınları, 1992 adlı kitapta ve Kürt ayaklanmaları ve terörü ile ilgili yazılan diğer bazı kitap karşılarda karşıtlaşmalı olarak ele almaya çalışacağız. Son olarak günümüzdeki Kürt Ayaklanmasını ortaya çıkaran etmenleri,  ayaklanmanın sürecini ve ortadan kaldırılması için alınması gereken karşı etkileri geniş olarak ele alacağız.

 CUMHURİYET DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN KÜRT AYAKLANMALARI VE NEDENLERİ:
       Fransız ihtilali ile Osmanlı ülkesinde meşruti yönetim yanlısı aydınların yapılan ıslahatların kalıcı olması ve Fransız İhtilâli ile ülkeye giren milliyetçilik fikirlerinin olumsuz etkilerinden kurtulmak amacı ile 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat Fermanı Gülhane Parkında ilan edilmiştir. Bu yenileşme fermanının Gülhane Parkında ilan edilmiş olması nedeniyle diğer bir adı da Gülhane-i Hattı Hümayunudur. Ancak Tanzimat fermanının ilanından sonra imparatorluğun her zor kaldığı durumlarda İmparatorluğu bölmek isteyen İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kışkırtmaları ile azılıklar ayaklanmıştır. Bu azınlıkların içinde Kürtler de vardır. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Osmanlı’yı ve Anadolu’da Türk birliğini bölmeyi amaçlayan birçok örgüt kurulmuştu. Özellikle İngilizlerin koruması ve yönetimi altında Rumlar İstanbul Patrikhanesinde örgütledikleri Mavri Miva Cemiyetinde, Rum okullarında kurdukları izci teşkilatlarında, İstanbul’daki merkeze bağlı Trabzon, Samsun ve tüm Karadeniz kıyılarında şubelerini açtıkları Pontus Rum Cemiyeti’nde yıkıcı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Yine İngiliz ve Rusların kışkırttığı ve koruduğu İstanbul’dan idare edilen Diyarbakır, Bitlis, Van, Elazığ illerinde Kürt Teali Cemiyeti ülkeyi bölme çabaları için kurulmuştu.


      Ancak etnik temele dayanan bu ayaklanmalar, Osmanlı İmparatorluğunda ortaya çıkan tüm ayaklanmalar da olduğu gibi toplumun çok duyarlı olduğu dini inançların kendi siyasi amaçları yönünde kullanılması ile çıkarılıyordu. Cumhuriyet döneminde de ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları, günümüzde çıkan son ayaklanma dışında,  bölgedeki ağa ve şeyhlerin çıkarlarını korumak için, yöre halkının dinsel inançları kötüye kullanılarak ve milliyetçilik duyguları kışkırtılarak, özellikle İngilizlerin Orta Doğudaki çıkarlarının korunması amacıyla çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminde Ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları, bu ayaklanmalarla ilgili sahip olunan çok büyük bir deneyim birikiminin de anlatıldığı Genel Kurmay Belgelerinde, ayaklanmaların neden ve gelişmeleri, alınan önlemlerle ile birlikte  aşağıdaki şekilde sıralanmıştır: (  Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1, Kurm.Alb. Reşat HALLI, Kaynak Yayınları:100, 1.Baskı, Mart 1992)

1-Nasturi Ayaklanması 12-28 Eylül 1924 :
      İngilizlerin Milletler Cemiyetinde  Musul  sorunu görüşmelerinin  kendi lehlerinde sonuçlanması için özellikle Erzurum ve Bitlis çıvarında Kürt aşiretlerini, Hakkari çıvarında da Nasturileri ayaklandırmaları ile ortaya çıkmıştır. “ İngilizler…Türkleri Musul sorununda tamamıyla aciz bırakmak ve hatta daha ileri giderek Türkiye’nin doğu ve güneydoğu kısımlarını ele geçirmek istiyorlardı….Türklerin gayesi ve karşı tedbirler almaktan maksatları, İngilizlerin Hakkari iline Nasturileri kullanarak uzattıkları eli kırmak ve aynı zamanda Musul sorunu Cemiyeti Akvamda görüşüldüğü sırada İngilizler Haliç Konferansında tesbit edilen sınırın güney kısımlarının Irak’a ait olduğunu iddia ettikleri için buraları işgal etmek suretiyle Nasturileri defetmek ve Musul görüşmelerinde hakim  bir durum sağlamaktı.” (s.46) İngilizlerin silahlandırdığı Nasturiler  07 Ağustos 1924’te Hakkari valisini Hangediği civarında yaralayarak esir alırlar ve birlikte olduğu jandarma komutanı ile birkaç eri şehit ederler. Bu suretle ayaklanma fiilen başlamış olmaktadır. Hakkari ilindeki Hangediği olayı üzerine 14 Ağustos 1924 tarihinde  Bakanlar kurulu toplanarak  Nasturi ayaklanmasının mümkün olan en kısa zamanda ve hızla, bölgedeki aşiretlerden de yararlanarak bastırılması için Genel Kurmay Başkanlığı memur edilir. Bakanlar Kurulunun 14 Ağustos 1924  tarihli kararını alan Genelkurmay Başkanlığı da gerekli olan harekat için birliklere şu kuruluş ve konuş emirlerini vermiştir. “ 7’nci Kolorduda:  17’nci tümenin Diyarbakır’daki 62’ncı alay 1’nci Taburu Şırnak’a, Elazığ’da bulunan alay karargahı ile 2’nci Taburu Diyarbakır’a, Malataya’daki 6t3’ncü alayı Elazığ’a, 17’nci tümen Komutanı Nurettin Paşa’nın tümeninin emir komutasını geçici olarak tugay komutanına bırakarak 2’nci tümen komutanlığına vekalet etmek üzere 2’nci tümene, Nusaybin’deki 7’nci Kolordu Süvari Bölüğü ile 14’ncü Süvari  Tümeninin  Mardin’deki 5.Suvari alayı Cizre bölgesine;
      9’ncu Kolorduda: 9’ncu Tümenin bir piyade alayı ile bir dağ bataryası Van’a, 12’nci Tümenin Van’a gitmek üzere hazırlanmış bir piyade alayı ve bir dağ bataryası Bitliss’e gönderilecek……Harekata hava kuvvetlerinden sekiz uçaklı bir bölüğün katılacağını ve bu maksatla 3’ncü Ordu Müfettişliği uçak uzmanının derhal Diyarbakır’a 7’nci Kolordu emrine gönderilmesini……Harekatı bizzat 7.Kolordu Komutanının yönetmesini” (s.55)
      Harekatın başarılması için asker ve halkın kendine güvenini sağlayacak,başarı inancı ve mücadele gücünü ortaya çıkararak arttıracak(moralini arttıracak)  karşı propaganda çok önemlidir. “ İngilizlerin her vakit yaptıkları gibi bu kez de aşiretler arasında, kolordu içinde, vilayette, hatta Ankara’da bizzat Genelkurmay başkanına kadar; kuvvetlerinin çokluğuna, yapacağımız harekatın başarılamayacağına dair mübalağalı propagandaları alınacak tedbirlerle göz önünde tutulması bu konuya karşılık olarak dört tümenle ki, toplam olarak kırk bin kişi ile taarruz edileceğini duyurmak lazımdı.” (s.62) Hatta 14’ncü süvari tümeninin Gaziantep ve Urfa’da bulunan kuvvetlerinden bir iki bölüğünün Nusaybin’den taarruz ederek Musul’u geri alacağının propaganda olarak yayılması önemli bir karşı propaganda olacaktı.
      16-18 Eylül 1924 tarihleri arasında yapılan harekatlarla Nasturi aşiretleri bir kısmı top ve tüfekle imha edilerek Pervari’ye çekilmek zorunda, bir kısmı Zap’ın doğusunda Martmiram dolaylarındaki mağaralara, bir kısmı Valto dağının doğusu ve güneyindeki mağaralara kaçmak zorunda kalmışlardır. 22 Eylül 1924 tarihinde bu mağaralar kuşatılarak ayaklanmacılar bu mağaralardan temizlenmiştir. Genelkurmay Başkanlığı 7.Kolordunun 30 Eylül tarihli raporuna karşılık 2 Ekimde verdiği emirle “ Zap doğusunda kimse kalmadığına göre tedip (Yola getirme, uslandırma) harekatının fiilen sona erdiğini”, bildirmiştir.


2- Şeyh Said Ayaklanması ve bastırılması:13 Şubat-31 Mayıs 1925
      Şeyh Said Ayaklanmasının temelinde de  İngilizlerin,  Musul’un Milletler  Cemiyetinde alınacak bir kararla Türkiye’nin yönetimine  geçmemesi için  Kürtleri Diyarbakır ve çevresinde başlayarak  Türkiye’ye karşı ayaklanmaya kışkırtmaları oluşturmuştur. Böylece İngilizler Musul’un Türkiye ile birleşmek istemediklerini Milletler Cemiyetine kanıtlamış olacaklardı.
 1926 yılının ilkbahar aylarında İngilizlerin silah desteği verdiği Diyarbakır’da başlayacak olan ayaklanmaya, diğer yandan Şeyh Said’in İstanbul’daki Kürtlerle birlikte dini bir nitelik verdiği ayaklanma ile destek verilecekti. “Türkiye, Musul halkının Kürt olması ve Kürt çoğunluğun da Türk idaresi altında bulunması sebebiyle, keza ırk, din ve milliyet  bakımlarından Musul’un mülhaki ile birlikte Türkiye ye verilmesi ve bu görüşün gerekirse bir soruşturma komisyonunun yerinde yapacağı kontrol suretiyle ispatlanabileceği tezini savunuyordu ….Kürt kitlesinin  bağımsız peşinde koştuğu bir sırada Musul Kürtlerini de Türkiye Cumhuriyeti idaresi altına koymak , Milliler Cemiyetinde elbette doğru görülmeyecekti.” (s.113)

Ayaklanma dini bir nitelik taşıdığı için İstanbul ve Anadolu’da diğer yurttaşların da katılması tasarlanıyordu. “ …Asiler silahlı Kürt kuvvetlerinin idaresinde Vilayeti, Kolorduyu ve Emniyet müdürlüğünü basarak hükümeti ele geçireceklerdi. Kürtler tabanca ve kılıçla donanmış oldukları için İngilizler bomba, tüfek ve altın para yardımı yapacaklardı. İstanbul bu suretle asilerin eline geçince , ayaklanma hemen Bursa, Konya ve İzmir’e yayılacak ve Ankara Şeyh Sait ile meşgulken iki ateş arasında kalacaktı. Cumhuriyet hükümeti bu suretle ortadan kaldırılırken İngilizler, derhal Vahdettin’i İstanbul’a getireceklerdi.” (s.118-119)
       Kendi ağalık ve şeyhlik düzenlerini sürdürmek amacıyla Cumhuriyet yönetimine karşı halkın dini duygularını sömüren Şeyh Said ve etkisi altındaki aşiretler  Kürtlük propagandası ile İngilizlerden de destek alarak Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmak için ayaklanmışlardır. “ M.V Guinet, Kürt İsyanı adlı eserinde Şeyh Sait’in liderliğinde vaki olan Kürt ayaklanmasının gerçek sebeplerini şöyle anlatmaktadır. Bu ayaklanma, Kürt derebeyliğinin Cumhuriyet Hükümetine karşı bir tepkisidir.[ Gerçekte İngiltere Yönetiminin Musul olayında Milletler Cemiyetinde kendi lehine karar çıkmasını sağlamak için Kürtleri etnik ve dini duyguları ile kullanarak kışkırtmalarının sonucudur.] Ankara’ nın yeni devrim nizamları Kürtler ilk kez modern kanunların nüfuz ve hakimiyetine boyun eğmeye mecbur kalmış, Kürt aşiretlerini muntazam bir hayatın adetlerine uymaya ve onları hiç tanımadıkları bir takım mecburiyetlere zorlamıştı…Devrimciler, memleket idaresini mezkezileştirmek,  şeyhlerin nüfusunu temelinde yıkmak, kabilelerin kendilerine has özelliklerini ortadan kaldırmak ve nihayet bütün gelenekleri yok etmek istemişlerdi.”(s.119)
“…kendisinin Allah tarafından tekrar şeriat kanunlarını yürütmek için gönderildiğini ileri süren….yeşil sanacağını dalgalandıran şeyh…tamamen din heyecanı etkisi altında bulunan bu binlerce fakir ve cahil insanlar cumhuriyete karşı ayaklandılar.”(s.122)

      Kürtlerin Cumhuriyet tarihinde ortaya çıkarmış oldukları yaygın, en büyük ayaklanmalardan biri olan Şeyh Said ayaklanması birçok Kürt yazarın yazdığı gibi aslında milliyetçilik nitelikleri ile ortaya çıkan bir ayaklanma değildir, gerçekte dini duyguların sömürülmesi ile Şeyh ve Ağaların geleneksel çıkarlarının korunması ve bu grubun İngilizlerin Musul’daki çıkarları için çıkarılan bir ayaklanmadır……


KAYNAKÇA:
1-Ahmet Cem ERSEVER, Kürtler, PKK ve A.Öcalan, 1993 Ankara, Kiyap Yayın Dağt.
2- PKK Terör Örgütü Tarihsel Süreç ve 28 Mart Diyarbakır Olayları Analizi, İhsan BAL, Uşak, Uluslararası Güvenlik, Terörizm ve Etnik Çatışmalar Merkezi Başkanı.
3- Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1, Kurm.Alb. Reşat HALLI, Kaynak Yayınları:100, 1.Baskı, Mart 1992
4-TBMM.İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerini İnceleme Raporu, 13 Şubat 2013
5- Tarık Ziya Ekinci, Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi, Sosyal Tarih Yayınları, 1.Basım Mart 2011
6- Ruşen ÇAKIR, Türkiye’nin Kürt Sorunu, Metis Yayınları, Haziran 2004


İsmail İNCİ,  09/02/2016












SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...