SÖMÜRGE EKONOMİSİ
-TANIMI, OLGULAR VE GELİŞME SÜRECİ-
Dünya tarihinde sömürgeciliğe bağlı olarak
gelişen olayların, tarihsel ve toplumsal olarak geniş olarak ele alınmasına
karşın iktisatçılar tarafından ekonomik olarak yeterince ele alınmadığı görülür.
Konunun özünün ekonomik olmasına ve dünyada çok yaygın olmasına rağmen gerekli
araştırmaların yapılması, neden ve sonuçlarının ortaya konulması büyük önem
taşımaktadır.
“…Çin,
sömürgecilerin boyunduruğu altına girmeye mahkûm bütün uluslar gibi, tarım ve
zanaata dayalı bir ekonomik temeli korumaktaydı ve bu durum, İngiltere gibi çok
ileri bir endüstri düzeyine varmış ülke karşısında kendini zayıf düşürüyordu.
…Yüzyıllar boyu, Batılılar, Çin'den
ipek, çay, tütün, reçine, porselen satın almışlar ve Avrupa' da yüksek karlarla
satmışlardı; buna karşılık Çin, Batılılar’dan hemen hemen hiç bir şey satın
almıyordu. Oysa sanayi devrimi, satın alma zorunluluğunu ikinci plana itti ve
satma gerekliliğini ön plana çıkardı. Bunu yapabilmek için, ayak direyen Çinlileri
"ticaret özgürlüğüne" inandırmak gerekiyordu. Ve de İngilizler,
Çin'de büyük karla satılabilecek bir mal bulmuşlardı, bu da afyondu.
Hindistan'daki İngiliz Kumpanyası, büyük çapta, afyon üretmeye koyuldu.
İmparatorluk hükümeti afyonun ithalini 'yasaklamakta gecikmedi, ama İngiliz tüccarların,
çoğunluk silahlandırılmış olan kaçakçı gemileriyle el altından Çin'e afyon
sokmayı becerdiler. …
Bir grup
İngiliz denizcisiyle Çinliler arasında kavga başladı ve bu kavga sırasında da
bir Çinli öldürüldü. Lin suçlunun teslim edilmesini istedi ve İngiliz
gemilerine Kanton'dan çekilme emri verdi. Çin savaş gemilerinin emri uygulatmak
üzere yaklaştıklarını gören İngilizler, uyarıda bulunmadan ateş açtılar ve Çin
savaş gemilerini batırdılar…
…[İmparator Lin] Afyon satışının İngiltere’de
yasaklanmasıyla bunun Çin'de satılmak istemesini bağdaştırmanın zor olduğunu
belirterek Kraliçe Viktoria'ya mektup yazdı…Her dürüst insan için olduğu gibi
Lin için de böyle bir davranışı tutarlı bulma olasılığı yoktu. Ama zavallı Lin,
Avrupalı sömürgecilerin tutarsızlığı hiç umursamadıklarını bilmiyordu. Bunun
üzerine 1842'de "Afyon Savaşı" patlak verdi.”
29 Ağustos 1842’de imzalanan Nankin antlaşması ile İngilizler Kong Hong
dahil beş limanda ticaret üslerinin kurulmasını ve her türlü ticaretin serbest
bırakılmasını Çin’e kabul ettirirler. Nankin antlaşmasına göre:
“…Bu limanlarda, yabancı tüccarlar, kendileri
ya da ekonomik faaliyetleri "engellenmeden" aileleri ve memurlarıyla
birlikte oturabileceklerdi; bu limanlarda ayrıca, İngiliz konsolosluk
temsilcileri de oturabileceklerdi; ayrıca, Çin hükümeti, bu
limanlarda, "hakkaniyete uygun ve
normal" bir liman resmi tahsil etmeyi de kabul ediyordu…imparatorluk,
ülkesi üzerinde kara ve deniz üsleri kurulmasına izin vermek zorundaydı; el
koyma ve denetleme hakkından vazgeçerek, Avrupalıların
getirmek istedikleri bütün mallara ( afyon ve daha beterleri de dahil) limanlarını
açmak zorundaydı; bu limanlar, imparatorluk nüfuzu dışında kalacak gerçek
kolonilerin kurulmasını da kabul etmek zorunda kalıyordu. Bu yarı sömürge rejimiydi,
bir ülkenin bağımsızlık ve
egemenliğini kağıt üzerinde koruduğu, ama gerçekte yitirdiği
bir rejim; öyle bir rejim ki, özerklik görünüşü korumakla birlikte,
bazı yönleriyle tam bir sömürgeden
daha kötü; çünkü Avrupalıların kendi sömürgelerinde, hiç değilse
yönetmek ve düzeni korumak gibi ödevleri vardı ve genellikle İngilizler bu
ödevlerini gereği gibi yapıyorlardı. Ama yarı-sömürge olan bir ülkede
sömürmekten başka şey düşünmüyorlar, başlarını daha az ağrıtması ve
karanlık dalaverelerinin engellenmemesi
için yerel yönetimi gitgide etkisiz kılmaya çalışıyorlardı. (s.178-179, Sömürgecilik Tarihi, Raimondo LURAGHİ, E
Yayınları Belge İnceleme Dizisi, Aralık 2000)
Çin’in yarı sömürgeleşmiş bir ülke durumuna getirilerek sömürgeciliğe
dayanan bir ekonomiye kaynak olması olgusu 15.yüzyıldan itibaren İspanya ve
Portekiz ile başlayan ve diğer Avrupalı sömürge ekonomilerine sahip ülkelerin
sömürgeleştirme hareketlerinde izlemiş oldukları tipik bir ekonomik örnektir.
Bu örnekte izlenen sömürge yol ve yöntem, çağımıza kadar, sömürge durumundaki
toplumların ulusal kurtuluş savaşları ile bağımsızlıklarına kavuşana kadar
sürmüştür. Bu yazımızda bu yol ve yöntemleri göreceğiz. Yaşanan olgular, çağımızda bu yol ve yöntemin değişerek, eski
sömürge kurallarının yeni gelişen teknolojilere bağlı olarak yeni stratejilerle
birleştirilmesi ile çok gizli, sessiz ve derinden uygulanması şeklinde
sürdürülmeye çalışıldığını, bu yeni yöntemlerle yine bazı ülkelerin yarı
sömürge durumuna düşürülerek sömürge ekonomilerinin devam etmekte olduğunu
göstermektedir. İkinci yazımızda sömürge ekonomilerinin devamı için sömürülen
ülkelerin hammadde satıcısı durumunda kalmalarının sağlanması; endüstrilerinin,
teknolojilerinin gelişmesinin önlenmesi; bu amaç için aklın, bilimin
gelişmesinin engellenmesi, aklın ve bilimin gelişmesinin engellemesi için de
yine her türlü afyon, eroin vb..uyuşturucu maddenin kullanımının
yaygınlaştırılması, eski inanç, gelenek ve göreneklerin canlı tutularak
gelişmesinin desteklenmesi ve sömürge durumuna getirilecek toplumun dinsel ve
etnik birbirine düşürülerek bölünmesi,
tüm bunları yaparken en yeni iletişim teknolojilerini kullanarak sessiz,
derinden hedeflere gidilmesi..vb şeklindeki yol ve izlerini ele alacağız.
SÖMÜRGE
EKONOMİSİ TANIM VE İÇERİĞİ:
Bir toplumun doğal ve insan kaynaklarının, zenginliklerinin, özellikle
teknolojik üstünlüğe sahip bir ülke tarafından doğrudan doğruya, zor
kullanılarak veya ticari ve toplumsal ilişkiler gibi dolaylı, gizli yollarla
kendi ülke ekonomilerine kazandırılması ekonomik faaliyetlerini “ Sömürge
Ekonomisi” olarak tanımlayabiliriz.
Sömürge ekonomilerini, yağmacılık, korsanlık, yeni yerleşim yeri olarak
kurulan ticari kolonilerle karıştırmamak gerekir. Sömürge ekonomileri, sömürge
olarak ilişkide bulundukları coğrafya ve ülkelerde ekonomik kaynakları kendi
ülkelerine aktarmak için kendilerine özgü uzun yıllar sürecek ekonomik ve
toplumsal bir sistem kurarlar. Bu sisteme bağlı olarak doğrudan doğruya o ülke
ve bölgede, ülkelerinden göndermiş oldukları yöneticilerle kendi ülkelerine
bağlı yeni yönetimler oluşturulduğu gibi, kurulu olan yönetimleri kendi
ülkelerinin ekonomik çıkarlarına hizmet edecek yönetim biçimlerine getirirler.
Fransızlar 1718 yılında Mississippi'nin yüz kilometre kadar kuzeyinde, sömürge
yerleşim merkezlerinin çok küçük bir birimini New Orleans'da kurdular. Buraya
gelen bir Fransız rahibesi yerlilerin değil, sömürgeci Hıristiyanların ahlaki
durumunu gördükten sonra şu sözü etmiştir: “Burada yalnızca inançsızlık,
düzenbazlık ve ahlaksızlık kol gezmekle kalmıyor, her tür kötülük de
bulunuyor.” İngilizler Hindistan'ı
prensler, Malaya'yı sultanlar, Afrika'yı kabile reisleri aracılığıyla
yönetmişlerdi. Buna 'dolaylı yönetim' adını veriyorlardı.
SÖMÜRGE
EKONOMİLERİNİN DAYANDIĞI GÜÇ:
Çin örneğinde
olduğu gibi, sömürge ülkeler, kendileri ile aynı düzeyde teknolojik güce,
orduya, uygarlığa sahip ülkelerle normal ticari ilişkiler içinde bulunmaya
çalışmışlar, ancak alt bir uygarlığa ve gelişmemiş teknolojiye sahip
toplumlarla karşı karşıya kalınca, bu toplumların zenginliklerini sömürme
arayışına girerek, bu ülkelerin zenginliklerini zor kullanarak kendi ülkelerin
aktarmışlardır.
Gelişmiş
teknolojiye ve silahlara sahip uygar bir ülke sahip olduğu küçük bir askeri
güçle; ilkel düzeyde, geri kalmış
uygarlığa sahip bir ülkeyi kolaylıkla ele geçirerek sömürgeleştirebilir. Batı
uygarlığı Yeni Dünyayı ve Eski Dünyanın geri kalmış uygarlıklara sahip
ülkelerini bu geçerli ilke sonucuna bağlı olarak sömürgeleştirmiştir.
Devletlerarasında yükselen güçler olarak ortaya çıkanlar, tüfekleri ve topları
olan askeri güçlere sahip ülkeler olmuştur. Top ve tüfeklere sahip olan
ülkeler; ok, kılıç ve mızrak gibi ilkel silahlara sahip olan ülkeleri
kolaylıkla ezip geçerek “insana sanki dünya dışından gelen insanüstü bir güç,
talihsiz düşmanlarının tepesine inmiş izlenimi”
vermiş, bu devletler büyük “Barut İmparatorlukları” kurmuşlardır.
Toplarla donatılmış uzun mesafeli gemilere sahip olan İspanyollar, “hiçbir
zaman bordalamadan, topçu ateşiyle savaş" biçimindeki yeni taktiklerini
uygulayan Portekizli gemiciler deniz üzerinde neredeyse yenilmez hale gelmişlerdir.
. İspanyol askerleri Hispaniola ve Küba'daki ilk yerleşim birimlerinden
hareketle kıtanın içlerine doğru saldırarak 1520'lerde Meksika'yı, 1530'larda
da Peru'yu fethettiler.
İspanyollar Cortes komutasında Meksika’da
Aztek uygarlığı ile karşılaştığında, zaman olarak Aztekler Roma çağında ve
uygarlığında bulunuyorlar, İspanyollar ise teknolojinin gelişmeye başladığı
yeni bir çağda bulunuyorlardı. Arada İ.Ö. 100 yıl ve sonrası 1500 yıl toplamda
binaltıyüz yıllık bir zaman farkı bulunuyordu. Ve beş-altı yüzbin nüfusu ile
Azteklerin başkenti, Roma şehrine çok benzemektedir. Cortes yedi top, dört yüz
adamı ve kendine bağladığı bin kadar yerli ile Aztek imparatorluğuna karşı
egemenliklerini koruyan Meksika’daki Tlascala uygarlığını yok ettiği gibi, Meksika’da
büyük bir İmparatorluk kurmuş olan Aztek uygarlığını da yok etmiştir. Bu
yerliler kalabalık olmalarına rağmen, İspanyolların zırhları, topları, ateşli
silahları karşısında yok olmaktan kurtulamamıştır. Gemilerinde taşıdıkları
topları, tüfekleri ile İspanyollar,
Avrupa’da sınırlı bir nüfusa ve kaynaklara sahip olan Portekizliler,
binlerce mil uzakta olan bu yerlere erişerek, bu ülkelerdeki tüm zenginliklere
sahip olmuşlardır.
Batılılardan
öğrendikleri top ve tüfekler sayesinde Ruslar İsveçli ve Polonyalıların aynı
silahlara sahip olduklarını hesaba katarak, batıya saldırmak yerine doğuda ve
güneyde yer alan ilkel silahlara sahip kavimlere, hanlıklara saldırmışlar,
buraları sömürgeleştirerek “Barut İmparatorluklarını” kurmuşlardır. Ruslar
1556’da Hazar Denizine ulaşmışlar, Uralların doğusuna, Sibirya içlerine doğru
ilerleyerek 1638 'de fiilen Pasifik Okyanusu'na ulaştılar. Rusya'nın bugünkü dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olmasına dayanak olan, Avrupa'nın diğer ülkelerine göre coğrafya olarak uygun olmayan uzaklıktaki Asya'nın zengin yeraltı doğal kaynaklarını ve insan kaynaklarını sömürgeleştirmesi olmuştur.
“1500 dolaylarına gelindiğinde, Fransa ve İngiltere kralları
ülkelerindeki toplar üzerinde tekel kurmuşlardı ve bu sayede çok güçlü
uyruklarını, kale duvarlarının ardına sığınsalar bile ezebilecek durumdaydı.”
(s.47, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri)
Bu
tarihsel olgular kanıtlamaktadır ki “Alt Uygarlığa” sahip ülkeler “Üst Bir
Uygarlığa” sahip olan ülkelerin sömürgesi olmaya mahkûmdur. Ekonomisi tarıma ve
zanaata dayanan, teknik yönden geri kalmış insanların, daha ilerlemiş tekniğe
sahip uluslar tarafından boyunduruk altına alınmaları hatta köleleştirilmeleri
kaçınılmaz olmuştur.
SÖMÜRGE
EKONOMİSİ ÜLKELERİN ZENGİNLİKLERİNİN KAYNAĞI
Kristof Kolomb, yeni bulmuş olduğu kıtaya ikinci seferine gönderilirken
artık temel amaç açıktı: İspanya’ya köle ve altın getirilecekti, çünkü altın
devletlerin en büyük zenginliği olarak kabul ediliyordu.
“…Haiti'de1495
yılında büyük bir köle avına çıktılar, kadın erkek, çocuk bin beş yüz Arawak
yerlisini kuşattılar; bunları İspanyolların ve köpeklerin gözetimindeki
kafeslere kapatarak aralarından en sağlıklı görünen beş yüzünü seçip gemilere
doldurdular. Bunlardan iki yüzü yolda öldü. Kalanlar İspanya'ya ulaştılar.
Kentin başdiyakosu bunları satışa çıkardı…Orada, on dört yaş ve üstündeki
herkese, üç ayda bir belli bir miktar altın getirmelerini emrettiler. Altın
getirenlere birer bakır marka verip boyunlarına astırıyorlardı. Bakır markası
olmayan yerlilerin ellerini kesip kan kaybından ölmeye terk ediyorlardı.
Yerlilerin altın bulmaları mümkün değildi. Çevrede bulunabilecek tek altın,
derelerin yığdığı toz parçacıklarıydı. Bu nedenle yerliler için kaçmaktan başka
çare yoktu; fakat kaçanlar köpeklerle bulunup öldürüldüler. Arawaklar bir
direniş ordusu oluşturmaya çalışarak zırhlı, tüfekli, kılıçlı, atlı
İspanyolların karşısına çıktılar. İspanyollar bunları derhal tutsak edip ya
astılar ya da yakarak öldürdüler. Arawaklar arasında topyaka zehiriyle toplu
intiharlar başladı. İspanyollardan kurtarmak için çocuklarını öldürdüler. İki
yıl içinde ölümler, sakatlamalar ya da intiharlarla Haiti adasında yaşayan
250,000 yerlinin yansı yok oldu….bu yerlilerin çalışma koşullan korkunçtu,
binlercesi bu şekilde öldüler. 1515 yılına kadar kala kala elli bin yerli
kalmıştı. 1550 yılında ise beş yüz yerli yaşıyordu. 1650 yılında hazırlanan bir
rapora göre, artık adada Arawak yerlilerinden ya da torunlarından hiçbir iz
kalmamıştı.” (s.10, Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi)
Yüzbinlerce
insanın öldürülmesine, uygarlıkların yok edilmesine dayanan sömürge ekonomisi,
İspanya, Portekiz, İngiltere vb. ülkelere zenginlik getiriyordu.
İspanyollar, fethettikleri bu yeni
ülkelerin hammadde kaynaklarını, tarım( şeker) ve hayvancılık ürünlerini
(hayvan postu), yerli işgücünü (köleler) ve hepsinden önemlisi de, o yıllarda
ülkelerin en büyük zenginlik ve güç kaynağı olan altın ve gümüşü ülkelerine
yolluyorlardı. Potosi madeninden çıkarılan gümüş, yüzyılı aşkın bir süre
dünyadaki en büyük gümüş kaynağı olarak kalmıştır. Altın Avrupa'da yılda 1000,
Afrika’da 2000 kilo üretildiği halde, Amerika’da 5400 kilo üretiyordu.
İspanya’ya gönderilen altın ve gümüş
miktarı o kadar çoktu ki, İspanyollar sömürge ülkelerinin İspanya’ya
gönderilmesini zorunlu tuttukları maden ve tarım ürünlerinin hammaddelerini
işleme gereği duymamış, hükümet merkezi bile hammadde ihraç eder duruma
gelmişti. Bu olgu İspanya’da sanayinin gelişmesini önlemiştir.
İngiltere’de ise durum tersine
gerçekleşmekteydi: “Amerika'daki İngiliz yurttaşları, işlenmiş ürünleri
İngiltere piyasasından başka yerden satın alamıyorlar ve hammaddelerini de
İngiltere’den başkasına satamıyorlardı. Sömürgecilik, ilerde en iğrenç özelliklerinden
biri halini alacak yanıyla üzerlerinde baskı yapıyordu: İngiltere’nin sanayi
ürünleriyle rekabet edebilecek yerel bir sanayinin sömürgelerde geliştirilmesi
yasaklanmıştı. Amerika her zaman geri kalmış bir tarım ülkesi olarak kalmak
zorundaydı.”(s.116, Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi)
İngiliz sömürgelerinde sanayi ürünleri imalatının
yasaklanması ile kolonilerin güçlenmesinin, zenginleşmesinin engellenerek
merkezi yönetime bağlılığın artması, merkezi yönetimin otoritesinin sağlanması
amaçlanırken sonuçta İngiltere’nin zenginlik ve refahının arttırılması
sağlanmış olmaktadır. İngilizlerin Amerika’daki sömürgelerinde yapmış oldukları
yasal düzenlemeler, vergilerin konulması
ve vergi kaçakçılığının önlenmesi için askeri idareye geniş yetkilerin
verilmesi, bu merkezi otoritenin tam olarak sağlanmasının baskıya dayanarak da
olsa gerçekleşmesi için yapmış oldukları yasal düzenlemelerdir. Bu siyaset,
sömürge ekonomilerinin her dönemde sömürge ülkeler üzerinde de uygulamaya
çalıştıkları bir yol olmuş, bu ülkelerin hammadde satan ülke konumunda
kalmaları için çalışılmış, kendileri üzerinde bir güç olmamaları için
sanayileşmelerinin önü kesilmiştir.
“Amerika'da çıkarılan altın ve gümüşten alınan "beşte bir krallık
payı" ve bunun yanında satış vergisi, gümrük vergileri ve Yeni Dünya'daki
kilisenin topladığı paralar, İspanya krallarına muazzam bir ek gelir getiriyor
ve bu gelirin sağlanması yalnızca dolaysız yoldan değil, dolaylı yoldan da
oluyordu; çünkü Amerika'nın özel kişilerin eline geçen hazineleri, ister
İspanyol ister Flaman ister İtalyan olsunlar, bu kimselere ve ticari
kuruluşlara, kendilerinden giderek daha büyük oranlarda istenen devlet
vergilerini ödemeleri için yardımcı oluyordu; ayrıca kral, acil durumlarda geri
ödemesini gümüş taşıyan gemiler geldiğinde yapmak üzere bankerlerden her zaman
için büyük miktarlarda borç alabiliyordu.”(s.72, Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin
Yükselişleri ve Çöküşleri). Güçlü bir ordu güçlü, bir ekonomi kurarak
Avrupa’nın ilk en büyük devleti olarak İspanya’nın ortaya çıkışında
sömürgelerden elde edilen değerli madenlerin etkisi temel etken olmuştur. 150
bin askeri donatarak doyuracak bir gelire sahip olabilmek için büyük bir
hazineye gereksinim vardır. Bu zenginlik de Amerika’daki sömürgelerden elde edilen
altın ve gümüşle gerçekleşmiştir.
Sömürge ekonomilerinin ( İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya…vb)
zenginleşmelerinin, endüstrileşmelerinin
ve birer dünya devleti olarak ortaya
çıkmalarının arkasındaki etkenin sömürdükleri ülkelerin zenginliklerini en iyi
şekilde kullanmaları olduğunu görürüz. Sömürgelerden ele geçirdikleri parasal,
doğal ve insan kaynakları zenginlikleri ile teknik bilimsel bilgiyi satın
almışlar, ardından teknoloji ve bilgi
üretimi ile sömürge ekonomilerinin zenginlik alanlarını daha da
geliştirmişlerdir. Kolonilerdeki çok
büyük ürün, mal, hammadde, altın ve gümüş kaynakları ile bu ülkelerin
zenginleşmesi, bu kolonilerdeki nüfus ile büyük bir insan gücüne ulaşmaları,
Avrupa’da küçük bir alanda faaliyet gösteren bu ülkeleri dünya çapında birer
ülke ve devlet durumuna yükseltmiştir. 1800 yılında dünyadaki karaların yüzde
35’i, Avrupalıların işgali ya da denetimi altında bulunuyordu. Bu oran 1878’de
yüzde 67’ye, 1914’te yüzde 84’ün üzerine çıkmıştı.” Buhar makinelerinin ve makineyle yapılmış aletlerin
sağladığı ileri teknoloji Avrupa'ya ekonomik ve askeri alanlarda kesin
avantajlar kazandırdı. Ağızdan dolma silahlarda
kaydedilen gelişmeler (tüfek kapsülü, yiv açma vb.) zaten yeterince
ürkütücüydü; ateş hızını çok fazla artıran kuyruktan dolma silahların ortaya
çıkışı daha da büyük bir ilerleme oldu; Gatling silahları, Maxirnler, eski tip silahlara bağımlı yerli halkların başarıyla direnme şanslarını hemen tümüyle yok eden yeni bir" ateş kudreti devrimi "ni tamamlayan son düzeltmeler oldu.”(s.192 Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri),
Sömürge
ekonomileri ile dünya çapında büyük bir güç haline gelen bu ülkeler karşısında,
Osmanlı İmparatorluğu da dahil Doğunun büyük ülkeleri, imparatorlukları küçük,
zayıf devletler olarak kalıyorlar ve yapılan savaşlarda yenilmeleri kaçınılmaz
oluyordu.
SÖMÜRGECİ GÜÇLERİN BİYOLOJİK SAVAŞ HİLESİ :
Sömürgecilerin sömürge ülkelerdeki
başarılarından birisi de, bugün biyolojik savaş olarak adlandırdığımız bulaşıcı
hastalıklara neden olan mikropları kullanmaları olmuştur. Sömürge ülkeler, ülkelerinde
ortaya çıkan salgın hastalık mikroplarına karşı buldukları aşılarla bağışıklık
kazanmış oldukları hastalıkları sömürgelerdeki halka bilinçli olarak bulaştırmışlardır.
Bu salgın hastalıklarla yerli halkı ve silahlı güçlerini, silahlı çatışmaya girmeden, tek bir kayıp
vermeden yok etme yoluna gitmişler, yerli halkın geniş coğrafyaları önlerine
serbestçe açılmıştır. Ünlü fizyoloji profesörü Jaret Diamont “ Tüfek, Mikrop ve
Çelik “ adlı bilimsel araştırma kitabında, Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin
sömürgeleri işgal ederken uyguladıkları bu yöntemi şöyle yazmıştır: “Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede
bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip,
tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar
başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde
önemli rol oynadılar… Örneğin, ilk İspanyol saldırısı 1520'de başarısızlıkla
sonuçlandıktan sonra Aztekler çiçek hastalığından kırıldılar ve Monteznma'dan sonra
tahta çıkan Cuitlahuac da kısa sürede öldü. Avrupalılardan gelen hastalıklar
Avrupalıların kendilerinden çok önce kabileden kabileye bütün Amerika kıtalarına
yayılmış, Kolomb öncesi dönemdeki Amerika'nın yerli nüfusunun, hesaplamalara göre
% 95 'inin ölümüne yol açmıştı. Kuzey Amerika kıtasında en yoğun nüfuslu, son
derecede örgütlü yerli toplulukları, Mississippi şeflikleri 1492 ile 1600
tarihleri arasında, hatta ilk Avrupalılar gelip Mississippi lrmağı kıyısına yerleşmeden
önce böylece yok olup gitmişlerdi. Avrupalı göçmenlerin 1713'te Güney Afrika'nın
yerli San halkını yok etmelerinde en büyük rol oynayan tek şey çiçek
hastalığıdır. İngilizler 1788 'de Sidney'e yerleştikten hemen sonra Avustralya
yerlilerini kırıp geçiren salgın hastalıkların birincisi başlamıştı…”(s.84)
Bugün
bu sömürge yöntemi, istila için değil ama zayıflatmak, geriletmek, aşı ticareti
sayesinde zenginleşmek için kullanılmaktadır.
Dergimizin önümüzdeki sayısında bu
biyolojik istila yöntemi de dahil, sömürge ekonomisinin günümüzdeki davranış ve
eylemlerini izlemeye, açıklamaya çalışacağız.
KAYNAKLAR:
1- Raimondo LURAGHİ, Sömürgecilik Tarihi, E
Yayınları Belge İnceleme Dizisi , Aralık 2000, Cağaloğlu-İstanbul.
2- Paul KENNEDY, Büyük Güçlerin Yükseliş ve
Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-Tarih Dizisi 22, Mayıs 2001, 8.
Baskı, İstanbul
3- Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD
Tarihi, Doğu Batı Yayınları10- Tarih Kızılay-Ankara, 6.Baskı, Mart 2014
4-Jaret Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK
Popüler Bilim Kitapları 174, 21. Basım Kasım 2010, Ankara
İsmail İNCİ, 01/11/2018