30 Temmuz 2018 Pazartesi

EKONOMİK KRİZLERİN ENGELLENMESİ İÇİN ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER




EKONOMİK KRİZLERİN ENGELLENMESİ İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER VE UYGULANACAK KURALLAR


       Ekonomik krizlere karşı alınacak önlemler ekonomik krizin cinsine ve türüne göre değişiklik gösterir. Çünkü her ekonomik krizin ortaya çıkışına neden olan olaylar ve süreçler farklıdır. Kalın bir kitabın konusu olabilecek olan bu önlem ve kuralları aşağıdaki şekilde genel olarak özetlemek mümkündür.
       1- Gereksinmeleri karşılayan ana ekonomik öğelerin yokluğundan ve yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik krizler:
Bu çeşit ekonomik krizleri kendi içinde alt gruplara ayırarak incelersek aşağıdaki tablo ortaya çıkar.
     a) Aşırı nüfus artışına, çok kullanmaktan dolayı toprak verimliliğinin düşmesine ve iklimdeki aşırı değişikliklere (kuraklık, seller…vb)bağlı olarak  ürün kaybı ve üretim yetersizlikleri sonucu gereksinmelerin karşılanamaması ile ortaya çıkan ekonomik krizler. Bu krizlere karşı insanlık geçmişte tarih boyunca,  bulundukları bölgeden başka bölgelere göç ederek çözüm aramıştır. Daha verimli toprakların, daha elverişli iklimlerin, daha bol ürün ve yaşam kaynaklarının bulunduğu ülkelere göç etmek, ele geçirmek insanların ve insan topluluklarının aklına gelen en doğru düşünce biçimi ve en basit bulunan çare olmuştur. Coğrafik keşiflerin de başlıca nedeni olan bu etkiler, ülkelerin istila edilmelerinin, sömürge ülkeler oluşturulmasının da nedenini oluşturur.
     George Percy: Observation adlı eserinde Amerika’ya ilk adım atılışında gördüklerini şöyle anlatır: “ Altı çiçeklerle döşeli ormanları, İngiltere’den dört katı kadar daha büyük ve lezzetli çilekleri, çok iri ve leziz istiridyeleri, büyük miktarda küçük av hayvanları, yığın halinde hindi yuvaları ve sayısız yumurtaları…bulduk.”  Çok bereketli, verimli, cennet gibi bir ülkeye gelmişlerdir. Bu görülenler Amerika’ya göçün ve bu kıtada yerleşmenin yolunu açar. İnsandaki sonsuz keşfetme merak ve arzusunun arkasındaki güdü de göç edenlerin göç ettikleri yerlerde bulup ele geçirdikleri,  zevk ve sevinç kaynağı oluşturan bereketli ürünler, doğal zenginliklerdir. Bu güdü aynı zamanda insan topluluklarının başka insan topluluklarını ve topraklarını sömürgeleştirmesinin de nedenidir.
     Günümüzde bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucunda ve siyasal gelişmelere bağlı olarak dünyamızda keşfedilecek yeni bir kıta ve istila edilecek, açık olarak sömürgeleştirilecek bir ülke bulunmamaktadır. Gizli olarak sömürge siyasetini güden ve sömürülen ülkeler bulunsa da Wilson Prensipleri ile uluslar arası hukuka yerleşen siyasal anlayışa bağlı olarak artık hiçbir ülkenin diğer bir ülkeyi istila ederek topraklarını genişletme hedefi kalmamıştır. 

    19. yüzyıldan itibaren Tarımsal üretimde, gelişen sanayi ile birlikte ileri üretim teknikleri ile tarım yapılarak üretim arttırılmaya başlanmıştır. Tarımda traktör, gübre, yeni sulama teknikleri kullanılarak; bitkilerin tohumlarının genetik yapıları değiştirilerek ve dünyanın değişik coğrafyalarından yeni bitki tohumları türleri keşfedilerek hastalıklara ve iklim koşullarına dayanıklı tohumlarla yapılan üretimlerle üretimde aşırı artışlar sağlanmış, tüketim gereksinmeleri yeterli ölçüde karşılanmaya başlanmıştır.
       Daha çok ürün elde etmek için bitkilerin genetik yapıları ile oynamanın, insan sağlığında ciddi sorunlara yol açtığı belirlenmiştir. Bir bölgede daha dayanıklı genetik yapıya sahip bitki tohumları başka coğrafik bölgelerde de çok daha verimli olabilmektedir. Bunun için bir bitkiye ait kuraklığa, hastalıklara dayanıklı, bol ürün veren tohum çeşitlerinin dünyanın değişik coğrafik koşullarında araştırarak keşfetmek daha sağlıklı bir yöntemdir. Kansas’ta çiftçilik ve öğretmenlik ile meşgul olan  Mark Alfred Carleton Kansas’ta ekilen kurağa ve küflenmeye dayanıklı olan buğdayın, Amerika dışından, Ukrayna veya Avrasya steplerinden getirilmiş olduğu kanısına varmıştı. Tarım Bakanlığının desteği ile bu bölgelere giderek, Ural nehrinin tam batısında Turgai steplerinde  “Kubanka” buğdayını, Ukrayna’da Kharkov yakınında Kharkov buğdayını keşfeder. 1914 yılına gelindiğinde, ABD’de kış buğdayının yarısı Kubanka ve Kharkov çeşitlerinden üretilmekteydi. “ Kuzey Afrika’dan J. H.Watkins Kaffir mısırını getirdi, Niels Hansen, Türkistan’dan sarı çiçekli afalfayı ülkeye soktu…”(s.382, ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK)
     Gıda üretiminin yeni topraklar keşfedilmeden artırılması, tarım ve hayvancılıkta bilimsel ve teknolojik keşifler ile gerçekleşmiştir. Bu durum hükümetlerin izleyeceği ekonomi politikalarında besin maddeleri ürünlerinin üretiminde tarım ve hayvancılıkta bilimsel araştırmaları ve yatırımları desteklemesinin önemini arttırmıştır. Bu alanda ortaya çıkacak ekonomik bir kriz,  açlık riski de dahil tüm ekonomide dengeleri alt üst edecektir. Bu tehlike nedeniyle, tarım ve hayvancılık ile ilgili çalışmalar devlet politikası olarak izlenerek gerekli önlemler alınmaya çalışılmaktadır.
     İleri tarım tekniklerine ve gelişen gıda üretimi sanayisine bağlı olarak üretimde aşırı artışlara rağmen,  çiftçi maliyetlerinin (gübre, tohum, makine…vb)artması ve  üretilen tarım ürünleri fiyatlarının yeterince artmaması veya düşmesi sonucunda ürünlerin tarlada kalması, imha edilmesi veya üretimine ara verilmesi üretimde kıtlıklara neden olabilir. Bu sorunlara karşı hükümetler maliyetleri düşürücü destek politikaları izlemelidir. Hükümetler kuraklık, sel, don..vb gibi doğa koşullarının olumsuz etkilerinin  üreticileri etkilememesi için baraj, göl, gölet yaparak, seracılıktaki teknikleri geliştirerek üreticilerin üretim faaliyetlerini desteklemelidir.
     b) Ülkelerin ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin üretimde kullandıkları ana
maddelerden birisinin bulunmaması ekonomik krize neden olmaktadır. Bu temel madde petrol, doğal gaz gibi tüm üretimde enerji kaynağını oluşturan bir madde olabileceği gibi, önemli bazı ürünlerin üretiminde kullanılan çelik, bakır, alüminyum gibi maddeler de olabilir.
     Enerji elde edilmesini sağlayan maddeler tüm üretimi etkilerler. Bu maddelerin yokluğu tüm ülke üretimini olumsuz etkileyerek, birçok ürünün üretimini azaltır, maliyetlerini yükselterek enflasyona neden olur. Yüksek enflasyon ise ekonomik krizleri ortaya çıkarır. Bu tür krizlerin önlenmesi için öncelikle enerjinin kesintisiz temin edileceği, alternatif enerji kaynakları sağlayacak güçlü bir politika belirlenmeli ve bu politika desteklenmelidir. Günümüzde yaygınlaşan güneş enerjisi başta olmak üzere, su, rüzgar gibi doğanın güçlerinden elde edilen enerji kaynakları değerlendirilmeli, doğal gaz, petrol, uranyum..vb sınırlı maddelerden elde edilen enerji kaynakları araştırılmalıdır.
     Zorunlu olarak ithal edilen enerji hammaddelerinin ve sanayi üretiminde kullanılan ana maddelerin enflasyon baskısını önlemek için, ihracatta tekel oluşturarak döviz geliri sağlayacak birkaç üründe Uzmanlaşmış Üretim Alanları” oluşturulmalıdır. Bu Uzmanlık alanında üretim, teknolojiye dayanan yeni Markalaşmış ürün olabilir, niteliği geliştirilmiş ülkenin doğal zenginliklerini destekleyen ürünler (Tarım ürünleri, turizm bölgeleri, doğadan çıkarılan madenler) olabilir. Diğer üretim alanlarında kendi kendine yeterli olacak üretimde bulunmaya çaba gösterilmelidir.

    c) Kamu hizmetlerini yerine getirilebilmesi için toplanan vergi gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki büyük dengesizlikler, devletleri iflas durumu ile karşı karşıya getirerek ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu krizlerin en büyük nedeni kamu harcamalarındaki savurganlık;  lüks, zevk ve eğlenceye dayalı bir yaşama kapılarak vergi gelirleri ile dengeli olmayan harcamaların yapılmasıdır. Bütçe dengelerine aykırı olarak yapılan bu harcamalar, devlet içinde rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmalarla birleşerek devletin güvenlik, savunma, adalet, sağlık…vb gibi ana görevlerini yapamayacak duruma getirir. Bu ekonomik krizin önlenmesi hükümetlerin kamu gelirlerini “ tüyü bitmemiş yetimin hakkını” koruyacak şekilde adil olarak harcaması, lüks ve sefahata kaçmadan,   devlet hazinesini devleri yönetenlere ve yakınlarına peşkeş çekmeden, ülkenin vatandaşlarının, şirketlerinin verimliliklerini, üretimlerini arttıracak gerekli yapı ve koşulları sağlayacak şekilde yönetmesi ile olanaklıdır. İsraf derecesinde gereksiz, üretim değeri olmayan, saray ve binalar, alışveriş merkezleri, gösterişli yol ve caddeler..vb  harcama ve yatırımlardan uzak durmak gerekir. Özellikle bu tip zevk eğlenceye dayanan yatırım ve harcamaları hükümetlerin borçlanarak yapması kamu açıklarına dayalı ekonomik krizleri kaçınılmaz duruma getirir.  
     d) Döviz miktarında aşırı düşüşler ve Merkez Bankası rezervlerinin erimesi ile ortaya çıkan Döviz krizi, devletlerin yabancı paraya bağlı olarak alacak mal ve yapacakları hizmetlerin fiyatlarını arttırarak, yüksek enflasyona bağlı ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olur. Döviz ile mal ve hizmet almak zorunda olan devletler, bu alımları karşılayacak döviz gelirleri elde etmek zorundadırlar. Tersi durumda iflas noktasına gelirler. Bu ekonomik sorunun ortadan kaldırılması için ülkeler mutlaka, dış ülkelerin satın alacağı bir mal ve hizmet üretmek zorundadır. Dış ülkelerin talep edeceği ürün sahibi olmanın geçerli yolu, ülkelerin Uzmanlaşmış Oldukları bir ve birkaç alanda üretim yapmaları ve bilimsel araştırma ve geliştirmelerle, diğer ülkelerin sahip olmadığı yeni ürünler üretmeleridir. Bu nedenle ARGE çalışmalarına yatırım yapmak büyük önem taşır.
     Ancak elde edilen döviz kadar, dövizlerin harcanması da önemlidir. Döviz gelirleri dengesine bağlı olmadan yapılan döviz harcamaları, alınan tüm önlemleri ve yapılan çalışmaları boşa çıkarır. Daima, ülkeye giren ve çıkan döviz ile ilgili yatırım ve harcamaları karşılayabilecek dengelerde döviz gelir ve birikimi önlemini almış olmak döviz açığına bağlı bir ekonomik kriz önleyecektir. Döviz gelirler ve giderleri dengeli olarak ve özellikle dış satımda üretim ve verimliliği artıracak şekilde harcanmalıdır.

     Kamunun,  açık bütçe uygulamaları ile yerli ve yabancı para birimleri cinsinden dengesiz iç ve dış borçlanması, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kamunun ve özel şirketlerin, borçlarını ödeyemeyecek durumu gelmesi ile sık sık ekonomik krizler ortaya çıkmaktadır. Sanayileşmiş gelişmiş ülkeler,  gelişmekte olan ülkelerde açık bütçe uygulamalarını, enflasyonist politikaları teşvik edebilirler. Bu teşvikin nedeni, aşırı üretimde bulunan ekonomilerinin mallarını gelişmekte olan ülkelere pazarlayabilmeleri içindir. Sanayileşmiş olan ülkeler, uluslar arası şirketler ürünlerini pazarlayabilmek için, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi ve kolaylaştırılmasını savunurlar. Hedefledikleri Pazar düşüncesine ulaşabilmek için amaçları yönünde siyaset yapan kişi, kurum ve hükümetleri teşvik edebilirler,  destekleyip koruyabilirler. Bu amaçla uluslararası ticareti kolaylaştıracak ticaret yollarını açık olmasını sağlayacak otoban, yol, köprü, havaalanı inşaatlarına yatırımların yapılmasını teşvik ederler. Teşviklerle yapılan bu tip yatırımlar kamu gelirlerinde ve döviz harcamalarında açıklara neden olarak ekonomik krizleri ortaya çıkarır. Bu tip ekonomik krizleri engelleyebilmek için, ekonomide önceliklerin belirlendiği, kamu ve şirket açıklarının kontrol edilebilir olduğu yatırım ve üretim ekonomi politikaları oluşturmak gerekir.
e) Dünya nüfusunun yüzyıllar sonrasında dünyanın kaldıramayacağı kadar artması, hammadde kaynaklarının tüm dünya ülkeleri için yetersiz duruma getirecektir. Bu Genel Büyük, tüm insanlığı ilgilendiren ekonomik krizin aşılması, insan varlığının kendine yeni alanlarda yeni yaşama koşulları oluşturmasına veya bu yeni yerlerin koşullarında yaşama uyum sağlayacak kendi varlığında gerekli değişimi gösterebilmesine bağlıdır. Bu yeni yaşama alanları da yeni gezegenler, yeni dünyalar keşfederek bu yeni dünyalarda yaşama uyum sağlamakla olabilir. Bu insanlığın ortak mücadelesidir.

 2- Gereksinmeleri karşılayan ürünlerin talep edilenden fazla üretiminden kaynaklanan ekonomik krizler.
     ABD ve tüm dünyayı etkileyen 1929 yılındaki ekonomik kriz, tüm pazar arayışlarına rağmen üretim fazlalığından ve gelir dengesizliliğinden ortaya çıkan büyük bir ekonomik bir krizdir. Üretim fazlalığı ve talep yetersizliğine dayanan ekonomik krizlerin temel nedenleri üretim teknik ve yöntemlerindeki yeniliklere bağlı olarak üretimde aşırı artışlar ile birlikte gelir dağılımındaki dengesizliklerdir. İlerleyen teknolojiye bağlı olarak üretim tekniklerine ve yeni üretim yöntemlerine (Seri üretim yöntemine bağı olarak kitle üretiminin yapılması)  bağlı aşırı üretimle sonuçlanan yatırımlar,  serbest piyasa ekonomisine dayanan aşırı kar amaçlı üretimler sonucu gelir dengesizliği ile birlikte birleşerek talep yetersizliğine neden olmakta, ekonomik sistem ülke dışı pazarlar bulamadığı taktirde işyerlerinin kapanmasına, zincirleme olarak borsa ve bankaların iflasına neden olarak ekonomik krizleri ortaya çıkarmaktadır.” 1929 krizini ele alırsak, ortada açıkça çöküşe götüren bazı etkenler vardı.Öncelikle ülkenin üretim kapasitesi, tüketim kapasitesinden daha büyüktü….gelirin yeterli derecede bir bölümünün işçi,çiftçi,memur ve görevlinin eline geçmemesiydi. Hâlbuki bütün sınai ve ticari sistem onların devamlı satın alma gücüne dayanıyordu. İkinci olarak, hükümetin gümrük tarifesi ve savaş borçları siyaseti, yabancı pazarları Amerikan malları için fiilen kapatmıştı….Üçüncüsü kredide kolaylık, kredinin ölçüsüz genişlemesine, taksitle alışverişin artmasına ve sınırsız bir spekülasyona yol açtı.Hükümet ve özel kişilerin borçları yüz, yüzelli milyar arasında bir miktara yükseldi ve spekülasyon hisseleri ve emlakı gerçek değerinin çok üstüne çıkardı.”…(s.481, ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK)
     Gerek George ARMSTRONG’un “Para İmparatorluğu” kitabında gerekse Howard ZİNN’in “ABD Halklarının Tarihi” adlı kitabında 1929 ekonomik krizine neden olan ekonomik olay olarak yer yer piyasalara yeterince para sürülmemiş olması olarak gösterilir. Yine 1895 ekonomik krizinin nedeni de piyasalarda dolaşımda yeterince para miktarı bulunmamasıdır:
“Anayasa yapıldığında eyalet bankaları gümüş ve altın karşılığı para basarak para arzını karşılamaktaydılar. Bu sistem iç Savaş sonuna dek sürmüştür. İç Savaş sonrası milli bankalar Amerikan Devlet Tahvilleri karşılığı para basarak para ve kredi arzını düzenli halde tutmuşlardır. Rothschild ailesinin etkisi altında dünya bankacılık sistemi hükümetlerden özel bankacılara geçmeye başlamıştır. Bank of England dünyadaki diğer merkez bankalarına örnek olarak gösterilmektedir. Federal Rezerv Sistemi kurulduğunda Amerikan Hükümeti para basımı arzının düzenlenmesinde söz sahibi olmak istemiştir. Federal Rezerv Sistemi Amerikan halkının kendisine anayasa tarafından verilen bankacılığı düzenleme hakkını Kongre üyelerine vermesi dışında bir şey değildir…1907 yılındaki panik New York Rezerv bankalarının ticari bankalara mevduatlarını geri ödememesi ile başlamış ve rezerv bankasından para alamayan ticari bankalar müşterilerine mevduatlarını ödeyememişlerdir. Problem para arzını arttırmadaki zayıflık ve dolaşımdaki para kıtlığından kaynaklanmıştır. Zaten o yıllarda tüm dünyada ticaretin gereksinimlerini karşılayabilmek için para sistemlerinde radikal değişiklik yapılması istekleri bulunmaktadır..”(s.118, Para İmparatorluğu, George ARMSTRONG)


“Kongreye yazdığı bu nottan anlaşılacağı üzere para ve kredi arzını genişletecek…
Bankacılar para ve kredi arzına yetkili bir merkez bankasının kurulmasını
ve bu merkez bankasını da kendilerinin yönetmelerini istemektedirler…..Yönetim ise para arzını merkezi hükümet kanalıyla yapmak ancak krediyi bankalar kanalıyla düzenlemekten yanadır. Daha sonra basılacak paraların hangi koşulları taşıyacağı ve basılacak yeni paraların banknot mu yoksa devlet kağıdı hüviyeti mi taşıyacağı da bankacılar ve hükümet arasında tartışılmıştır. Federal Rezerv Sistemi bu tartışmalar sonucu kurulmuştur ve sonuçta tüm taraflar yaratılan sistemden memnun kalmışlardır. Başkan Wilson yeni sitem için, “Bu yeni sistem ticaret ve endüstrinin bağımsızlıkları ve halkın para arzındaki dalgalanmalar sonucu servetini kaybetmeyeceklerinin teminatıdır!” demiştir.”(s.119)

“Alınan karar sonrası Amerikan ekonomisi tarihinde görülmemiş bir panik ve yıkım ortaya çıkmıştır. Bu yıkım içinde en fazla zararı mevduat sahipleri ve ticaret ile sanayiye kredi veren bankalar çekmişlerdir. Pek çok kurum iflas etmiş, binlerce kişi intihar yoluyla kendi canını almış ve milyonlarca insan sefil olmuştur. Devlet tahvilleri ve hazine bonoları değerlerindeki düşüş bunların rehin karşılığında kredi veren bankaları batırmıştır. Bu depresyon öncesi ABD Gayri Safi Milli Hasılası 500-600 milyar dolarken kriz sonrası 250-300 milyar dolar düzeyine gerilemiştir….Amerikan devletinin iflasını önlemek amacıyla sonunda Federal Rezerv bankaları kredi musluklarını açmışlar ve 1927-1929 arası piyasalarda bir bahar havası esmiştir. Ancak esen bahar havası 1929 yılında spekülasyonlara neden olmuş ve bu nedenle Federal Rezerv bankaları tekrar deflasyonist uygulamalara başlamışlardır. On sene içinde Gayri Safi Milli Hasılasını 400 milyar dolar seviyesine getirmiş olan Amerikan ekonomisi yeniden % 40-50 kayba uğramıştır. 1930 yılında Federal Rezerv bankalarının açıkça aldıkları deflasyonist önlemler 1920 krizini atlatan bankerleri, işçileri, aileleri ve özellikle çiftçileri fena vurmuştur. Ürün fiyatlarının üretim fiyatlarından düşük hale gelmesi sayesinde çiftçiler ev ve arazilerini kaybetmişlerdir. Fabrikaların kapanması sonucu 12 milyon işçi işten atılmıştır.” (s.123)
    …. kanunen her hangi bir ticari banka elindeki devlet tahvil ve hazine
bonolarını bağlı olduğu Federal Rezerv bankasında ıskonto karşılığı bozdurma hakkına sahiptir. Bu yöntemle halkın ve işletmelerin ihtiyaç duyduğu para miktarının piyasaya sokulması amaçlanmıştır. Ancak bu yöntem 1920’de Warburg’un isteği üzerine Kongre’ce değiştirilmiş ve yapılan bir değişiklikle Federal Rezerve bankalarına kendilerine bağlı ticari bankalarının iskonto işlemlerini kısıtlama ve devlet tahvilleri ile hazine bonolarını kırmayı ret etmeleri hakkı verilmiştir. Dolayısı ile artık para arzı piyasanın taleplerine göre değil Federal Rezerv Kurulunun inisiyatifinde gerçekleşmektedir….. Bu yeni kurum dolayısıyla üye bankaların hazine bonoları ve devlet tahvillerinin iskonto edilerek para arzını arttırma yetkilerini ortadan kaldırmaktadır. Aradaki fark “Açık Piyasa Komisyonu”nun Amerika’nın ne kadar paraya ihtiyacı olduğunu tek başına belirleme yetkisidir. Hâlbuki bizim eski sistemimizde ticari, sanayi işletmeler ve ticari bankalar para arzını belirlemekteydiler.” (s.126, Para İmparatorluğu, George ARMSTRONG)

“……kaldıracaklan ürünün fiyatının yüksek tutulacağını umut eden çiftçiler bankadan
aldıklan borcu ödemek için, ürünün demiryolları ile taşınması için,
zahirenin taşınmasını üstlenen tüccara para vermek için ve depolamayı
yapan ambara ödeme yapmak için durmadan borçlanıyorlardı. Ancak
her seferinde ürettiklerinin fiyatı düşerken banka borçlarının ve nakliye
ücretlerinin arttığını görüyorlardı; çünkü çiftçinin bireysel olarak tahıl
fiyatları üzerinde hiçbir denetimi yoktu, buna karşılık tekelci demiryolları
ile tekelci banker istedikleri fiyatı koyabiliyorlardı.” (s.301, Howard ZİNN, ABD Halklarının Tarihi)
“Hükümet çiftçileri zor durumda bırakacak şekilde bankerlere yardım
ederek üzerine düşen rolü oynadı: nüfus arttıkça paranın -altın stoklarına
dayalı- miktarını sabitleştirdi ve dolaşımdaki para miktarı giderek
azaldı. Çiftçi ise borçlarını bulunması iyice zorlaşan dolarla ödemek zorundaydı.
Geri ödemelerde, bankerler, doların değer kazanması nedeniyle
daha kazançlı çıkıyorlar, bir çeşit kazanç üzerine kazanç ekliyorlardı.
Bütün bu nedenlerle, o günlerde çiftçi hareketlerinden bu denli çok bahsetmenin
dolaşıma daha fazla para sokmakla yakından ilgisi vardı: dolaşıma
para sokmak ise (hazinede altın olarak karşılığı olmayan) yeşil
banknotlar basmakla ya da gümüşü para basmanın karşılığı yapmakla
mümkündü….Goodwyn bunu anlatmak için iki ayrı kişisel tarihçe vermektedir.
Güney Carolina'daki beyaz bir çiftçi 1887- 1895 yıllan arasında malzemeci
tüccardan 2681 .02 dolar tutarında mal ve hizmet almış, fakat yalnızca
687.31 dolar ödeyebilmiş ve sonunda toprağını tüccara bırakmak
zorunda kalmıştı..” (s.302)
Yine piyasalarda altın rezervine değil de üretilen ürün miktarına bağlı olarak paranın bulunması için çiftçiler, merkez bankasının dışında kendileri bir çözüm bulur: Teksaslı liderlerden biri olan Charles Macune.. Halkçı Platform içinde daha sonraları merkezi bir düşünce haline gelecek olan Veznedarlık Planı ona aitti. Bu plana göre
hükümet kendi ambarlarını kuracak ve çiftçiler ürettiklerini burada depolayıp,
depoladıktan ürünler için Veznedarlık'tan belge alacaklardı. Bu
belgeler banknot yerine geçecek ve böylece piyasada altına ya da gümüşe
bağlı olmayan, tarım ürünü miktarını temel alan daha fazla nakit para
bulunacaktı.”(s.305)

     Piyasadaki para miktarının, piyasalarda toplam üretilen mal ve hizmet ürünü miktarına ve değil de altın ve gümüş miktarına bağlı olarak dolaşımda olmasının üretim ve tüketim dengelerini olumsuz etkilediği gerçektir. Bu durumun aynı zamanda, piyasada üretim faaliyetleri ve ürünle orantılı olarak paranın yeterince bulunmaması nedeni ile paraya olan gereksinimin artması sonucu kredi veren bankerlerin faizleri arttırarak daha da zenginleşmelerini sağladığı da gerçektir.  Ülkelerin mal ve hizmet üretim hacimleri ve varolan işgücü potansiyelleri (Paranın işgücü potansiyelini harekete geçirici etkisi) göz önünde bulundurulmadan ve para hacminin sadece altın standardına bağlanması düşüncesi büyük bir ekonomik yanılgı olmuştur.
      Ancak piyasalarda yeterince paranın bulunması, onun tek başına dolaşımı için yeterli olmamaktadır. Nüfusun küçük bir azınlığının elinde toplanan para miktarı, diğer anlatımla paranın dengeli olarak üretici ve tüketicilerin arasında dağıtılmamış olması, sosyal adaletin, gelir dağılımının dengeli olmaması ekonomide paranın yeterli miktarda bulunmaması ile eşit anlama gelmektedir. 1929 ekonomik krizinin ve diğer büyük krizlerin en önemli nedenlerinden birisi para miktarını altın ve gümüşe bağlanması ile eş bir durum oluşturan gelir dağılımlarındaki büyük dengesizliktir.
     İkinci büyük etken gerçekten bilim ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak fabrikaların üretimde Seri Kitle Üretimi yöntemi ile üretimlerini gerçekleştirerek piyasalarda gereksinimden çok fazla ürünün bulunmasına neden olmalarıdır. Para arzı ile bu ürün fazlalığı sorununun çözülmesi olanaksızdır. Çünkü insan gereksinimi doyum sağladığında para miktarı ne kadar çok olursa olsun tüketme eğiliminde bulunmayacaktır. Sorun üretim ve tüketim dengesinin sağlanarak korunması ile çözümlenebilir.
     Gevşek (enflasyonist) para politikaları, ekonomide geçici bir rahatlama sağlayabilir. Ancak borçların ödenmemesine, bankaların verdikleri kredilerin geri dönmemesine neden olan gerçek ekonomik sorunlar çözümlenmediği sürece ekonomideki kriz çok daha artarak devam eder. Yaşanılan ekonomik krizler de bunu kanıtlamış, yüksek enflasyonla küçük şirketler batarken üretim azalmış, stagflasyonla ortaya çıkan işsizlik, yüksek fiyatlar, kıtlık şeklindeki ekonomik krizler ülkeleri etkisi altına almıştır.
     Kanser hastalığında organizmanın bir parçasında canlı dokularda aşırı hücre büyümesine bağlı başlayan bozulmanın organizmanın diğer bölümlerini olumsuz etkilemesi ve sonunda canlının genel işleyiş sisteminde bozulmalara neden olması gibi, aşırı üretime bağlı olarak ülkelerin bir veya birkaç ana sektörü çalışamaz duruma geldiğinde diğer ekonomik sektörler de çalışamaz duruma gelmektedir.  Üretim ve tüketim dengelerini koruyan bir ekonomide ise ekonomik krizler ortaya çıkmamaktadır.
     Üretim ve tüketim dengesinin korunması “üretimde esneklik” ve “tüketimde esneklik” sağlanabilmesi ile gerçekleşebilir. Eğer bir ülke ekonomisinde talepten fazla ürün ve üretim potansiyeli bulunuyorsa, bu ekonomik durumun durgunluğa, işsizliğe, iflaslara neden olmaması için yeniden talep yaratacak üretim esnekliğine sahip olması gerekir. Bu da üretim araç ve gereçlerin esnek bir yapıda bulunarak yeni ürünleri üretebilecek yeteneğe ve yapıya sahip olmalarını gerektirir. Bu nedenle firmalar seri ancak Esnek Üretim Yöntem ve tekniğine bağlı olarak yeni ürünler üretebilir, yeni ürünler ile yeni talepler oluşturarak ekonomik faaliyetlerini sürdürebilirler. Bunun için sürekli olarak çalışanlarının işyerinde eğitimlerine önem vererek üretim bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirirler; üretim süreci esnasında elde edilen gelirlerden gerekli olan mali kaynakları bütçelerinde ayırırlar.

3-Finans piyasalarında yatırımcıların haksız kazanç sağlamak eylemlerinden (Spekülatif faaliyetlerden) ileri gelen ekonomik krizler.
     Önemli bazı ekonomik krizler, hisse senetleri üzerinde yapılan spekülasyonlar ile ortaya çıkmaktadır. Bazı iş adamları, bazı iş alanlarındaki hisselerin fiyatlarını düşürmek için satışlar ortaya çıkarırken aynı zamanda düşen hisseleri düşük fiyatlarla almayı tasarlayarak büyük karlar elde etme amacında oluyor. Ancak bu girişimler piyasalarda güveni ortadan kaldırınca banka ve şirketlerin iflasları zincirleme olarak başlayınca ekonomik kriz ortaya çıkıyor.
    Birtakım iş adamları, hisse senetlerinin fiyatları arasındaki aşırı farklılıklardan yararlanmak için yapay artışlar ve yapay düşüşler oluştururlar. Bu büyük karlar elde etme amacı piyasalarda küçük bir kısım spekülatörü zengin ederken zincirleme olarak bir çok şirketi ve bankayı iflas ettirerek ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Herhangi bir finansal varlığın (tahvil, bono, hisse senedi gibi) fiyatının o kâğıdın dayandığı reel varlığın gelecekteki gelir akımının üstüne çıkması
haline balon adını verilir ve bu tür balonların yaygınlaşması ve büyümesi sonucunda finansal kriz ortaya çıkar. 2008 yılında ortaya ABD, Avrupa dahil birçok ülkeyi etkileyen mortgage krizi böyle bir krizdir. Balon krizlerinin en eski ve tipik örneği Hollanda’da yaşanan lale soğanı fiyatlarına bağlı borsadaki aşırı değer yükseltmeleridir. Lale soğanının fiyatı bir çalışanın bir yıllık kazancına eşdeğerde olan 20 guldenden 225 guldene fırlamış, bu değere bağlı iş anlaşmaları yapılmış ancak 1637 yılında piyasada yeni alıcı olmadığı görülünce bütün soğanlar elde kalmış, yapılan sözleşmeleri yerine getirecek gelir olmadığından, soğan üreticileri ve aradaki spekülatörler iflas etmiş etmişlerdir.

    Kredi ve borsa sistemlerinin kuruluşunu bütün dünyada ticari faaliyetlerde bulunan Yahudiler yapmıştır. Ford Motor Company’nin kurucusu Henry Ford “Yahudi Enternasyonali “ adını verdiği kitabında şöyle yazmaktadır: “  “Kredi ve borsa sistemlerinin altında Yahudilerin yaratıcılıkları yatar. Bu sistemler Yahudilerin kendi aralarında ticaret yapmaktan çok Yahudi olmayanları kontrol etmek için geliştirilmiş enstrümanlardır. Örneğin "borç senedi" ve "hamiline çek' ' Yahudiler tarafından icat edilmişlerdir…Yahudiler düşmanları sürekli servetlerini ellerinden aldıklarından yeni bir şey icat ederek yine zengin kalmayı başarmışlardır. Yahudiler servetlerinin büyük kısmını "hamiline" düzenlenmiş belgeler altına aldıktan sonra servetlerini saklamaları kolaylaşmıştır.” .”(s.17)
     “Borsanın kuruluşu da Yahudilerin ticari yaratıcılıklarına bir örnektir. Bedin, Paris, Londra, Frankfurt ve Hamburg borsaları Yahudilerin kontrolünde kurulurlarken Cenova ve Venedik zaten Yahudi finans merkezleri olarak bilinmekteydiler Yahudiler Bank of England'ın kurucuları oldukları gibi Bank of Amsterdam ve Bank of Hamburg da Yahudilerin kontrolünde kurulmuşlardır.”(s.18)
Yahudi büyük finans şirketleri gayrimenkul piyasalarındaki fiyat artışlarından yararlanarak, diğer yatırımcıların zarar etmesine, iflaslarına bağlı olarak dünya çapında şirketler haline kolaylıkla gelmişlerdir. Hisse senetlerinin önce düşürülmesi, düşük fiyatlardan toplanan hisselerin yükseltilerek satılması taktiği Yahudi finans şirketlerinin her zaman uyguladıkları spekülatif yöntemdir. George ARMSTRONG “Para İmparatorluğu” kitabında dünyanın en büyük finans imparatoru Nathan Rothschild’in borsada nasıl balon oluşturduğunu şöyle yazar:
     “Nathan, İngiltere’nin savaşı kaybettiği söylentisini yayarak elindeki tüm İngiliz hisseleri satmaya başlamıştır. Borsada herkesin paniğe kapılarak hisselerini satması sonucu endeks korkunç derecede düşmüş bu arada Nathan gizli bağlantıları sayesinde hisseleri taban fiyatlardan toplamaya başlamıştır. Telgraf, telefon, radyonun olmadığı ve ülke sınırlarını geçmenin sadece Yahudi kuryelere verilmiş bir hak olduğu o günlerde İngiltere’nin Waterloo Savaşı’nı kazandığı haberi ancak günler
sonra Londra’ya ulaşmıştır. Bu haber Londra Borsası’nı coşturmuş ve bu anı bekleyen Nathan elinde taban fiyatlardan topladığı tüm İngiliz kağıtlarını satmaya başlamıştır. Bu başlangıçtan beri uygulanan bir Rothschild taktiğidir.”(s.37, Para İmparatorluğu)
      Ekonomileri spekülatif hareketlerden ve doğacak krizlerden korumanın tek yolu senetlerin üzerinde pay oranları yerine yazılı bir değerin bulunması ve bu değer dışında bir fiyat ile alınıp satılmaması ile mümkündür. Hisse senetlerinin yazılı değeri, her şirketin varolan cari değerine göre bölünerek bulunur. Ve her şirketin bir ömrü olduğu düşünülürse, ömürlerinin sonuna doğru değerlerinin düşeceği düşünülerek hisse senetlerinin cari fiyatları yeniden hesaplanarak değiştirilir.
      Hisse senedi ve bonoların değerleri üzerinden güvence olarak gösterilerek yeni alım satım ve iş sözleşmeleri, kredi anlaşmaları ancak bir kez bir muhatap kişi ve firma ile yapılması ticari faaliyetlerin sağlam temellere dayanmasını sağlayacaktır. Aynı bono ve hisse senedi değerinin ikinci, üçüncü ve devamı ticari işlemlerde güvence bedeli olarak kullanılması, üretim dışı faaliyetleri ve spekülasyonları arttırır. Arada herhangi bir kredinin geri dönmemesi tüm ekonomik faaliyetleri etkileyerek ekonomik krizlere neden olmaktadır.

KAYNAKLAR:
1- ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK, 6.Baskı, Mart 2014, Doğu Batı Yayınları10- Tarih
2- ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN, Çev. Sevinç Sayan ÖZER, 1.Baskı, Nisan 2005, İmge Kitapevi Yayınları
3-Yahudi Enternasyonali, Henry Ford, Çevr.Mert Akcanbaş, Şubat 2003, Destek Yayınevi Araştırma 98
4-Para İmparatorluğu, George Armstrong, Çevr.Haldun Derin, Destek Yayınevi
5-Küresel Finans Krizi, Mahfi Eğilmez, Remzi Kitabevi


İsmail İNCİ,  30/07/2018



                                                                                               
EKONOMİK KRİZLERİN ÖNLENMESİNE İLİŞKİN BU MAKALE BALYALILAR(MADEN) DERGİMİZİN TEMMUZ 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.



















7 Temmuz 2018 Cumartesi

24 HAZİRAN 2018 SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ




24 HAZİRAN 2018 TARİHİNDE YAPILAN SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

     Yüksek Seçim Kurulu (YSK), 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekilliği seçiminin kesin sonuçlarını 4 Temmuz 2018 günü itibariyle açıkladı. Sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan 52,59 oy oranı ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. Erdoğan'ı 30,64 oy oranı ile CHP'nin adayı Muharrem İnce izledi. Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız adaylara dağılımı ile bu dağılımın oranlarına göre AK Parti toplam 21 milyon 338 bin 693 (yüzde 42,56) oyla parlamentoda 295, CHP 11 milyon 354 bin 190 (yüzde 22,65) oyla 146, MHP 5 milyon 565 bin 331 (yüzde 11,10) oyla 49, HDP 5 milyon 867 bin 302 (yüzde 11,70) oyla 67, İyi Parti 4 milyon 993 bin 479 (yüzde 9,96) oyla 43 milletvekili kazandı.
    Saadet Partisi 672 bin 139 (yüzde 1,34), HÜDA PAR 155 bin 539 (yüzde 0,31), Vatan Partisi 114 bin 872 (yüzde 0,23) oy aldı ve bu oranlarla milletvekili çıkaramadı.
     Açıklanan seçim sonuçları, seçim öncesi yapılan istatistikleri, tahminleri altüst eden sonuçlar olmuştur. Özellikle muhalefetteki partilerin ve kamuoyunun beklemiş oldukları oy oranlarının çok altında kalması büyük hayal kırıklığı yarattı. Çünkü kamuoyundaki beklentiler ve anketler MHP’nin,  kendi içinde ortaya çıkan bölünme ile ve parti olarak AK Parti kimliğine bürünmesi, AK Partinin bütünü ile etkisi ve kontrolü altına girmesi nedeniyle alabileceği oy oranında büyük düşüş yönünde idi. Hatta bu düşüş nedeniyle MHP ‘nin seçim barajı altında kalacağı düşünülmüştü.  MHP ‘nin seçim barajı altında kalarak meclise giremeyeceği düşünüldüğünden çözüm olarak siyasi partilerin ittifaklar kurarak seçime girmesi için seçim yasasında değişiklikler yapılmış ve MHP-AK Partisi İttifakı oluşturulmuştu. MHP’nin seçimlerde alabileceği en yüksek oyun yüzde dördü-beşi geçemeyeceği düşünülüyordu. Buna karşılık MHP’den ayrılarak kurulan İYİ Parti, siyasi yaşamın parlayan yıldızı bir partiydi. İktidar ve özellikle iktidardan destek almakta olan MHP’den görmüş olduğu tüm baskılara rağmen, İYİ Partiye büyük katılımlar oluyor, toplum tarafından büyük bir ilgi ve taktir görüyordu. İYİ Partinin, Türkiye’nin merkezde bir partisi olarak en az yüzde onbeş hatta yüzde yirmi ikilere varan oranlarda oy alacağı, Genel Başkanları Sn. Meral AKŞENER’in Cumhurbaşkanı seçilme olasılığının yüksek olduğuna inanılıyordu.

      CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilen Sn. Muharrem İNCE ise tüm solu bir araya getirerek büyük bir oy alacağı, birinci turda olmasa da ikinci turda “Millet İttifakının” ve tüm solun oylarını alarak cumhurbaşkanı olmasına kesin gözü ile bakılıyordu.  Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda yapmış olduğu mitinglerde görmüş olduğu ilgiye bakılarak yüzde kırklara varan oy alması ihtimalinden söz ediliyordu. Sayın Muharrem İNCE’nin tüm solu bir araya getirerek alacağı oy, yıllar sonra, rahmetli Bülent ECEVİT’ten sonra ilk kez solun gerçek gücünü göstermesi açısından da önemli bir test olabilecekti.
     Ancak beklenen tahmin, anket ve öngörüler,  seçim sonuçlarının ortaya çıkmasıyla büyük bir düş kırıklığı ile sona ermiştir.
    24 Haziran 2018 seçimlerinin sonuçlarını ortaya çıkaran nedenleri üç ana grupta inceleyebiliriz. 1- İktidar partisinin ve ittifak ettiği partilerin seçim stratejileri ve demokrasi ile uyumlu olmayan seçim çalışmaları 2- Muhalefet partilerinin yapmış oldukları seçim çalışmalarındaki hatalar. 3- Uluslar arası güçlerin seçimler üzerindeki etkileri

1- İktidar partisinin ve ittifak ettiği partilerin seçim stratejileri ve demokrasi ile uyumlu olmayan seçim çalışmaları:
     İktidardaki AK Parti seçim çalışmalarında devletin tüm açık ve örtülü parasal gücünü,  donatım araç ve gereç olanaklarını kendi lehinde ve ittifak ettiği partiler lehine kullanmıştır. Ülkenin tüm basını, medya kuruluşları seçim döneminden önce olduğu gibi seçim döneminde de bütünü ile seçim propagandalarında kendilerine hizmet etmiş, halkı duygusal ve rasyonel olarak yönlendirmiştir.
     AK Partiyi iktidara taşıyan en önemli etken 2001 yılı ekonomik krizi olarak görünmektedir. 2002 seçimlerinden sonra yapılan anketlerde insanlar AK Partiye oy verme nedenleri arasında en çok ekonomiyi işaretlemişlerdir. 2001 ekonomik krizi devlet yönetiminde bir dönüm noktası olmuştur.
     AK Parti iktidarı Mahfi EĞİLMEZ’e göre (Küresel Finans Krizi) bir “ Esnaf İktidarıdır”.  “Türkiye’nin değişimi açısından dünyadaki eğilimden en fazla farklılık gösteren şey esnafın iktidar olması meselesidir. Türkiye’nin içine girmeye çalıştığı Avrupa ailesinde hiçbir ülkede tek başına esnaf iktidarı söz konusu değildir. Ya sermayenin tarafındaki muhafazakârlar ya da emeğin tarafındaki sol partiler siyaset dümenindedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel değişimi, aralarına katılmaya çalıştığı gruptan farklı bir yöne doğru hareketlenmiştir.”  
    Ancak Mahfi Eğilmez’in gözlemlemiş olduğu veya teşhis etmiş olduğu gibi AK Parti İktidarı salt bir “Esnaf İktidarı” olmamıştır;  toplumun salt küçük esnafın çıkarlarını temsil eden bu toplumsal katmana dayanan bir parti değildir. Küçük esnaftan çok büyük esnaf tarafından, fabrikatörler, finans kapitalistler kısaca büyük patronlar tarafından her türlü koşul ve şekil altında parasal olarak, maddi ve manevi olarak desteklenen, korunan, büyütülen, yüceltilen bir iktidar olarak ortaya çıkmıştır ve AK Parti de bu toplumsal katmanların çıkarlarını çıkarmış olduğu yasalarla, devletin her türlü olanakları ile korucusu, destekleyicisi olmuştur. Diğer halk tabakaları, işçi, memur, hizmetli, tarım ve hayvancılıkla üretim yaparak toplumu besleyen köylüler de dahil diğer halk kesimleri desteklenmemiş, korunmamış ancak onlardan oy istenmiştir. Bu siyasal anlayış ve strateji  yeni dönem 24 Haziran 2018 Seçimlerinde de devam etmiştir.  Bu gerçeği çok basit gözlemlerle herkes görebilir, tanık olabilir. Hatta görmemek için kör olmak gerekir. Defalarla ekonominin daraldığı dönemlerde esnaf için “Destekleme Kredisi” adı altında düşük faizle veya faizsiz krediler tahsis edilmiştir ama tarım ve hayvancılıkla çalışan köylüler için böyle bir desteklemenin düşüncesi dahi söz konusu olmamıştır.

      2002 yılına kadar, vatandaşın vergileri ile kurulan ve yaşayan devletin bir kurumu olan Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun (TRT ) özerkliği,  tarafsızlığını ortadan kaldırılarak AK Partinin resmi bir kanalı gibi yayın yapmasına başlatılmasıdır.  Öyle bir “ esnaf iktidarı !” kurulmuştur ki kendileri iktidara son verme kararı almadığı sürece sürecek bir iktidardır.  2008 yılındaki ekonomik krizde Sn. Mahfi Eğilmez “Yani esnaf, önümüzdeki dönemde kendi iktidarına son verecek tek güç olarak görünüyor, “ derken, AK Parti iktidarına devam deniliyordu. Bugün de her ne koşulda olunursa olsun, AK Parti ve İttifak ettiği partiler için devam denilmiş ve devletin her türlü parasal, araç gereç, ,insan kaynağı, propaganda desteği ile birlikte “esnafların!” (Patronların)  bütün olanakları sonuna kadar kullanılarak verilmiştir. Hatta özellikle İYİ Parti’ye doğrudan şiddet ve baskılar yapılarak, OHAL koşullarında seçime gidilmiştir. Tüm bu demokratik olmayan eylem ve davranışlar, halkın gerçek iradesini ortaya koymasını engelleyeceğinden sağlıklı seçimin de olduğunu söylemek olanaksızdır.
     AK Parti ve onu destekleyen güçlerinin bu siyasi anlayışı gelinen son ekonomik koşullar göz önüne alındığında iflas etmiştir. Yüksek kur, yüksek faizler, yüksek enflasyonla birlikte ekonomide ortaya çıkan çıkmaz durum, yanlışlığı kanıtlamaktadır. Baştan yanlış bir bakış açısına dayanan bu siyasi anlayışa rağmen AK Parti iktidarının seçimlerde başarısının diğer etkenlerinden ikincisi aşağıdadır.
2- Muhalefet partilerinin yapmış oldukları seçim çalışmalarındaki hatalar:
     Muhalefet partilerinin, Millet İttifakı olan CHP, İYİ PARTİ ve Saadet Partisinin yapmış olduğu ve Cumhur İttifakının yani AKP ve MHP ‘nin sonuna kadar özellikle seçimin son bir haftası içinde yoğun olarak kullandığı hatalı seçim çalışması, karar ve düşüncesi;  HDP Cumhurbaşkanı adayının seçim çalışmaları katılabilmesi için serbest bırakılması açıklamaları olmuştur.  CHP Cumhurbaşkanı adayı Sn. Muharrem İNCE’nin HDP cumhurbaşkanı adayını cezaevinde ziyareti ayrı bir hatadır. Halkın yüzde doksanı HDP ile PKK’yı özdeş gördüğü ve onu her ne koşul altında olursa olsun olumlu olarak destekleyenleri de PKK’lı terörist olarak görme eğiliminde olduğu bir ortamda bu seçim konuşma ve çalışmaları, etnik milliyetçi teröre duyulan öfke nedeniyle büyük tepki oluşturmuştur. Halkın çoğunluğu,  ülkemizin içinde bulunduğu terör koşullar nedeniyle duygusal tepkilere sahip olduğu için,  konunun hukuki ince ayrıntıları üzerinde durmayacağı düşünülmeliydi. HDP ile ilgili konulara hiç değinilmemiş olmak, bulaşmamak,  uzak olmak seçim çalışmaları için daha doğru seçim kararlar olacaktı.  AK Parti,  bu konudaki toplumsal duygusal duyarlığı büyük bir fırsat olarak değerlendirerek sahip olduğu basın, medya ve tüm iletişim araçları ile büyük bir propagandaya dönüştürmüştür.
     En çok tartışılan konulardan birisi de HDP’nin seçim barajını aşması konusudur:  HDP barajın altında kalırsa Doğudaki tüm oylar ve milletvekilleri AK Partiye gidecektir. Bu yanlış tutum HDP’nin barajı aşmasını sağlamıştır ancak Cumhur ittifakının millet meclisinde çoğunluğu elde etmelerini önleyememiştir. Fakat bu yanlış seçim stratejisi CHP’ye çok oy kaybettirmiştir.  Sn Muharrem İNCE’nin ve Sn.Kemal KILIÇDAROĞLU’nun kendi memleketlerinde bile kendi partilerine oy çıkmamıştır.  Bunun sonucunda milletvekili genel seçimlerinde oy oranı %22,65’te kalmış, yüzde yirmişbeşlere bile yaklaşılamamıştır. Bundan daha kötüsü CHP’nin,  HDP’nin desteklenmesi nedeniyle PKK ile özdeşleştirilmesine, HDP’nin barajı aşmasına neden olduğu için PKK’lı olarak nitelenmesine neden olmuştur.

    Yapılması gereken, doğudaki seçmenlerin oylarının CHP’ye kazandırılması için; HDP ‘nin barajı aşmamasının hiçbir sorun oluşturmayacağı, Kürt oylarının  bu PKK destekçisi partinin üzerine zimmetli  olmadığı, CHP’de Kürt oyları ile seçilecek bölge halkı temsilcilerinin daha iyi hizmet vereceği yönünde seçim çalışmasının yoğun olarak yapılmasıydı.  Burada, HDP’nin barajı aşmasında AK Partinin de büyük suçu vardır. Sahip olduğu büyük parasal ve iletişim gücüne rağmen bu amaç yönünde yeterince propaganda yapmamış, bölge halkını ikna etmeyi becerememiş, HDP’nin aynı oy oranını almasının önüne geçememiştir.  Sonuçta iki zıt parti MHP ve HDP mecliste hemen hemen aynı oy oranları ile yer almıştır. İYİ Parti MHP’den,  ama bir o kadar da AK Parti’den aldığı oylarla meclise girmiştir.
     CHP’nin AK Parti’nin hâlihazırda varolan projelerine karşı yapmış olduğu doğrudan doğruya karşı olan seçim konuşmaları olumlu olmamış, halk yapıcı olarak görmemiştir. Her projenin uygulanabilmesi için gerekli ekonomik zamanlama ve koşulunun olduğu,  yeri ve zamanı gelince gerekli her türlü projenin uygulanmasının ekonominin istikrarı için gerekli olduğu yönündeki açıklamalar, CHP ‘nin bu projelere doğrudan doğruya karşıymış gibi görünümünü önleyebilirdi.
     CHP’nin milletvekili adaylarını belirlerken, kendi içinde delegeler bazında da olsa, kısa bir zaman içinde,  bir ön seçim yapması, uyandıracağı olumlu hava nedeni ile seçimlerde oy oranı üzerinde olumlu etkide bulunabilirdi. 
3- Uluslar arası güçlerin seçimler üzerindeki etkileri:
     Donalt Trump ABD devlet başkanı seçildiğinde ülkenin istihbarat servisi FBI, Rusya’nın seçim kampanyasına müdahale ettiğini söylemiştir. Başkan seçilen Trump Rusya'nın başkanlık seçimindeki rolünün soruşturulmasına önayak olan FBI Başkanı James Comey'i görevden almış, soruşturmayı yürüten özel savcı Robert Mueller'i önlemek için de elinden geleni yapmıştır. Rusya soruşturmasını yürüten Özel Yetkili Savcı Robert Mueller, 13 Rus vatandaşı ile 3 Rus kurumunu "2016'daki başkanlık seçimlerine müdahale etmek" ile suçlamıştır. Büyük Jüri'nin yayınladığı iddianamede, Rus vatandaşlarının ve kurumlarının 2014 yılından başlayarak Amerikan seçim sistemine siber yollarla müdahale etmeye başladıkları ve 8 Kasım 2016'da yapılan başkanlık seçimlerine de müdahale etmek için girişimlerde bulunduklarına dikkat çekilmiştir.
     Uluslar arası büyük güçlere sahip olan ülkeler, dünya üzerindeki güçlerini ve hegemonyalarını kurarak koruyabilmek için, diğer ülkelerin siyasi faaliyetlerine etkide bulunmaktadırlar. Bir ülkeyi kendi istekleri yönünde yönetip yönlendirmenin en kolay yolu,  o ülkenin ileri gelen önde siyasetçilerini ve siyasi partilerini bir şekilde kontrol etmekten, onların yönetimini ele geçirmekten geçer. Dünyanın en büyük gücüne sahip ABD bile bu faaliyetlerden etkilendiği bir dünyadaki siyasi ortamda Türkiye’nin etkilenmemesi olanaksızdır. AK Parti iktidarı ile Rus yönetimi arasında uzun bir süredir paralel bir yapı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin erken seçim sürecine girmesi ve seçim sürecinin işlemesi ile birlikte siyasi çalışmaların dünyadaki bu güçlü ülkelerin etki alanına girdiğini düşünebiliriz. Kamuoyunun beklentileri ve anketlerin sonuçlarının işaret ettiği seçim sonuçları ve bu sonuçların koşullarına rağmen seçimlerin çok farklı sonuçlanması, bu etkileri düşündürmelidir.
     Dr.Aidin Salih “Gerçek Tıp” adını verdiği kitabının “Zihin Kontrolü” bölümünde siber saldırılarla insan oylarının, uzaktan insan zihninin nasıl kontrol edilerek yönlendirildiğini şöyle açıklamaktadır: “Bugün bir bilgisayar, herhangi bir insan beyin faaliyetini çözümleyerek ekrana yansıtabilir, aynı zamanda beyin faaliyetini etkileyecek ve kontrol edecek dalgalar gönderebilir. Geçmişte, bu amaçla insanların kafalarına elektrotlar yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. 1960’larda hayvanlar üzerinde yapılan “radyo sinyalleri ile yönlendirme deneyleri” sonradan psikologlar tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafalarına elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilerek birbirini öldürmeye yönlendirilmiştir. Yıllar sonra başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu tür araştırmalar ve deneyler ara vermeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu kaba metodlar yerini artık daha ince metodlara bırakmıştır; günümüzde her şey kablosuz olarak gerçekleştirilmektedir…herhangi bir fikre, belli bir adaya oy vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri yönetmek mümkündür….Bilim adamlarına göre, psikotronik ve psikotronik teknoloji, atom bombasından daha tehlikelidir. Onlara göre bu teknoloji, insanlardan her emri yerine getiren “zombiler üretme teknolojisi”dir.  Bu, sadece bir kişiye ya da küçük bir gruba değil, bir etnik gruba veya bir millete karşı kullanılabilecek çapta büyük bir teknolojidir.
     Müslüman olduğu anlaşılan Aidin Salih’e göre de uzaktan zihin kontrolünün etkilerinden korunabilmenin tek yolu ise yüksek dini inanç sahibi olmaktır:” Bu dehşetli araştırmaları yapan bilim adamlarının ortak kanaatine göre Psikotronik ve Psikotronik silahların etkisinden korunabilenler yalnız inanç sahipleridir. İnanan insanı ne hipnoz, ne de elektronik dalga ile kontrol altına almak mümkün değildir. Bu çarpıcı fenomen, bütün araştırmalarda ve denemelerde yalın bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin bu denemelerden birinde hipnoz altındaki bir adama birisini öldürme emri verilmiş, ancak adam tam bıçağı saplayacakken koluna kramp girmiştir. Demek ki, katil olmayan, etki altında da öldürmez, haramdan kendini koruyan harama yaklaşmaz, yalancı olmayan yalan söylemez, hain olmayan ihanet edemez….”

     Ancak olaylar Aidin Salih’i doğrulamamaktadır. En büyük terör eylemleri, cinayetler, hem de canlı bomba olarak dini inançları yüksek olanlarca yapılmıştır. İslamiyet’in son yarım yüzyıldır terörle anılması bu yüksek dini inancın yolunda insanların birbirini öldürmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Demek ki uzaktan kontrol,  duygusal-ussal dini inançlara dayanan davranışlarla çok daha etkin olarak gerçekleştirilmektedir.
    Ak Parti iktidarı seçim çalışmalarında kullandığı vaatler, stratejik tasarılar bombardımanı diyebileceğimiz yönde açıklamış olduğu projeler ve uygulamaları ile insanların davranışlarını değiştirmeye çalışmıştır.  Bu ussal tasarı ve vaatlerin yanında etnik ayrılıkçı milliyetçi teröre karşı milli duyguları işleyerek, kendi lehinde seçmenin zihninde olumlu düşünceler, canlandırmaya çabalamıştır. Bu davranış değişiklikleri çabaları, uzaktan zihin kontrolü güçlerinin etkileri ile birleştiğinde, seçmenin AK Parti üzerine olumsuz düşüncelerini ortadan kaldıracaktır.

     24 Haziran 2018 seçimlerini uluslar arası güçlerin etkilerinden ayrı değerlendirmemek gerekir.  Ak Parti iktidarında bir Türkiye’ye olumlu bakmayan Batılı ülkelerin ve ABD’nin AK Parti iktidarını niçin engelleyemediğini düşünecek olursak,  sorunun cevabını iki yanıtta bulabiliriz: Birincisi Karşı Zihin Kontrolünde yetersiz kalmaları, başarısız olmaları; ikincisi de AK Parti iktidarında bir Türkiye’nin kendi çıkarları için de çok daha iyi olacağı düşüncesidir. AK Parti ve MHP yönetiminde bir Türkiye’yi kontrol etmek ve yönetmek,  İYİ Parti ve CHP yönetiminde bir Türkiye’den çok daha kolaydır. Çünkü bu partilerin yönetiminde bir Türkiye daha demokratik, daha bağımsız, nesnel (objektif), bilimsel düşünceye dayalı bir ülke olacak, Türkiye’nin gelişmesinin önü açılacaktır.  Ülkelerin zihin kontrolünün dış etkilerinden kendilerini koruyabilmelerinin geçerli yolu,  doğal olarak,  ülkenin elektromanyetik dalgalara karşı koruma şemsiyesi altına alacak teknolojileri geliştirebilmektir. Ancak bu teknolojiye sahip oluncaya kadar Uzaktan Zihin Kontrolünün etkisi altında kalmamanın tek yolu “Yüksek Objektif Bilince-bilişe(Vukuf) sahip olabilmekten geçer. Bu da şeffaflığı, bilgiye kolaylıkla ulaşılabilmeyi, eğitimi, yüksek bilince ulaşmış aydınların çabasını, adil bir seçimi, tarafsız güçlü bir adalet sistemini gerektirir.

SON SÖZ: SEÇİM SONUÇLARININ ORTAYA ÇIKMASI İLE ORTAYA ÇIKAN SİYASİ GELİŞMELER ÜZERİNE
     Seçim sonuçlarının kesinleşmesi ile Cumhurbaşkanlığı Sistemi adı verilen yeni yönetim anlayışı ile Cumhuriyetin Üçüncü büyük sürecine geçilmiş olduğunu düşünebiliriz. Birinci Cumhuriyet dönemi Tek Partili CHP’nin iktidar olduğu cumhuriyetin ilk yıllarıdır. İkinci Cumhuriyet süreci çok partili siyasal yaşamın başladığı 1950 Demokrat Parti iktidarı ile başlayan ve 24 Haziran 2018 yılına kadar gelen süreçtir. Bu tarihten itibaren cumhuriyet Üçüncü yeni bir sürece geçmektedir. Bu sürece ne kadar cumhuriyet denilebilir zaman gösterecektir. Çünkü bu sürece geçiş yılları dahil bugünkü durumu ile sürdürülen yönetim anlayışı 1.Cumhuriyetin katı otoriter yaşamında dahi görülmemiş, adalet, hukuk anlayışı ve sistemi sarsılmamıştır. Halkın karşısında,  demokrasinin ilkelerine aykırı olarak en ufak olumsuz habere, eleştiriye, düşünce ve görüşe tahammülü olmayan, sürekli olarak en küçük olumlu olguları büyük propagandalara dönüştüren bir siyasi anlayış vardır. Hitlerin Propaganda Bakanlığından daha güçlü bir örgütlenme oluşturulmuştur.  Bu süreç monarşik oligarşiye dayalı bir sisteme benzeyebilir ve cumhuriyet yönetim anlayışı sözde ve yazıda kalan bir yönetim biçimi olabilir. Halkı büyüleyerek, aldatarak ve baskı uygulayarak oluşturulan siyasal rejimler toplumları iyi yönlere yöneltmemişlerdir. Burada Putin’in Rusyası, Orta Asya’nın Türk Cumhuriyetlerindeki siyasal rejimlere bir özenti varsa, bu büyük bir yanılgıdır. Bu ülkeler henüz demokratik cumhuriyet yönetimlerine yeni geçen, siyasal kurumlarını oluşturmaya çalışan ülkelerdir. Onlar Türkiye Cumhuriyetine model olamaz, bizim onlara model olmamız, yol göstermemiz gerekir. 
     İçinde bulunduğumuz bu koşullarda,  CHP’nin kendi içinde kırgınlar oluşturacak hareketlerden uzak durarak birlik ve bütünlük içinde olması cumhuriyet idealinin yaşatılması için büyük önem taşır. Muharrem İNCE’nin genel başkan olacağı bir CHP için mücadele edilirken partinin zayıflatılması doğru bir yol değildir. Süreç zaman içinde, CHP’nin genel iradesi ile birlik ve bütünlük içinde gerçekleşebilir.  Ancak CHP genel başkan ve Merkez Yönetim Kurulunun, Parti Meclisinin, Kongre Delegelerinin temel siyasal bakış açısı olarak, toplumsal duyarlığı göz önüne alarak terör konusunda hiçbir şekilde ödün vermeden her türlü kişi örgütlere karşı durması,  uzak durulması büyük önem taşır.

 İsmail İNCİ,  07/07/2018





17 Mayıs 2018 Perşembe

EKONOMİK KRİZLER VE EKONOMİK KRİZLERİN TÜRLERİ









EKONOMİK KRİZLER,  EKONOMİK KRİZLERİN GRUPLANDIRILMASI VE ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ


     “Apaçi dağları ötesindeki geniş arazinin ziraata açılması ve pamuk çırçır makinesinin icadı, çiftçiler için eski toprakların verimliliğini daha dikkatli bir ziraat yöntemiyle arttırmaya kalkışmaktansa, verimli topraklara geçmeyi daha karlı hale getirdi.” (s.380, Amerika Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager )
     Geçmiş çağların toplumlarını göçe zorlayarak yeni coğrafi bölgeleri keşfetmelerine, yeni yerleşim yerleri kurmasına neden olan en büyük etken, tarım yaptıkları toprakların iklim koşulları nedeniyle veya uzun yıllar kullanılmış olmaları nedeniyle verimliliklerinin sona ermesi, hayvanları için otlak arazilerin azalması veya bitmesi olmuştur.
     Arap ülkelerinin İsrail’e ABD ve bazı Batı Avrupa ülkelerine karşı petrol ambargosu koyması Ekim 1973’ten itibaren, petrol fiyatlarının artması ve arzının azalmasına neden olmuştur. Bu şekilde hissedilen kriz dolayısıyla enflasyon artmış, büyüme hadleri düşmüş ve ödemeler dengesi altüst olmuştur. Dünya ticaret hacminde büyük daralmalar görülmüş ve doğal olarak durgunluk dönemi yaşanmıştır. Bu durgunluk, dünyanın Büyük Bunalım’dan sonra karşılaştığı en büyük durgunluktur.
     “1904, 1907 ve 1921 krizleri kısa sürmüştü. Fakat 1929 neredeyse 10 yıl sürdü…Bu kriz, bir başka bakımdan daha öncekilerden farklıydı. Apaçık biçimde kıtlığın değil bolluğun doğurduğu krizdi. Servetlerin ve malların dağılış sisteminin yıkılışına başka hiçbir depresyonla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir kanıt oluşturuyordu…1929 krizini ele alırsak, açıkça çöküşe götüren bazı etkenler vardı. Öncelikle ülkenin üretim kapasitesi tüketim kapasitesinden daha büyüktü. Bunun en önemli bir nedeni milli gelirin büyük bir bölümünün halkın yüzde itibariyle küçük bir bölümüne geçmesi, bunların ellerindekinin de tekrar tasarruf ve yatırıma çevrilmesi, böylece gelirin yeterli derecede, bir bölümünün işçi, çiftçi, memur ve görevlinin eline geçmemesiydi…  ” (s.481- 482, s.380, Amerika Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager)
     24 Ekim 1929’da (Kara Perşembe) işlem yapan Hollandalı ve Alman yatırımcılar portföylerini boşaltmaya ve piyasadan çıkmaya başladılar. Böylece borsadaki gerilme daha da hızlandı.
      Ancak borsanın çöküşü birkaç gün sonra 29 Ekim 1929 Salı günü gerçekleşti. “Kara Salı” (Black Tuesday) olarak tarihe geçen o gün, 1929 fiyatlarıyla 4.2 milyar dolarlık bir zarar doğdu. Kısa bir süre içinde 4000 civarında banka iflas etti.
     “Morgan, ünlü borsa işlemcisi James Keene’i, ….yapay hisse yaratmak amacıyla tuttu. Keene, boğa piyasası görünümünü oluşturmak için sahte yatırımcılara büyük miktarda blok alım-satımları yaptı. Bu numara işe yaradı ve birkaç hafta içinde New York Menkul Kıymetler Borsası tarihindeki en aktif işlem gününü yaşadı. “Büyük Çelik’in” piyasaya 38’den sunulan adi hisse senedi neredeyse bir anda 55’e yükseldi. “(s.335, Nikola Tesla, (Bir Dahinin Biyografisi), Marc J.SEIFER )

EKONOMİK KRİZİN TANIMI:
     Kriz, Türkçe’de buhran" ve "bunalım" kelimeleri ile eş anlamlıdır. Kelimenin kökeni Latince ve Yunancaya dayanmaktadır.
     Yukarıda yazının girişinde açıklanan ekonomik olgulardan yararlanarak ekonomik krizin tanımını yapabiliriz. Bu ekonomik olgular üzerinde düşündüğümüzde ekonomik krizi, toplumlarda ortaya çıkan büyük üretim ve tüketim dengelerinde bozulmalar olarak kavrarız.  Üretimde hızlı bir daralma, fiyatlarda düşme, çok sayıda iflas, işsizlikte artma, ücretlerde gerileme, toplumsal gerginlikler ve genel olarak finans sisteminde görülen borsa ve banka sisteminin çökmesi ile ortaya çıkan ekonomik olaylar toplamını ekonomik kriz olarak tanımlayabiliriz.

EKONOMİK KRİZLERİN GRUPLANDIRILMASI:
     Ekonomik krizler araştırılırken değişik iktisatçılar tarafından çok farklı gruplara ayrılarak incelenmektedir. Bazı iktisatçıların ekonomik krizleri ortaya çıkmış oldukları piyasa çeşitlerine göre finans sektörü (döviz, hisse senedi piyasaları, bankacılık sistemi) ve reel sektör (mal, hizmet, emek piyasaları) krizleri olarak gruplandırarak incelemelerini krizlerin ortaya çıkış nedenlerine işaret etmediğinden olumlu bir yol olarak görmüyorum.  Ekonomik krizleri ortaya çıkaran ana nedenlerine göre gruplandırmak daha mantıklı bir yöntemdir. Bu yöntem krizleri anlamamıza ve krizleri önlemek için çözüm yolları bulmamıza yardımcı olacak bir yoldur. 
     Ekonomik krizleri ortaya çıkış nedenlerine göre gruplara ayırmak ekonomik krizlerin ne zaman, nasıl, hangi sektörde ortaya çıkacağı konusunda ileriyi görmemizin de yolunu açar. Ekonomik krizlerin öngörülebilirliği için ekonominin bütün öğelerinin süreçleri içinde, ortaya çıkaran ana nedenleri göz önüne alınarak yakından izlenmelidir. Ekonomik krizler kendilerini fiyatlardaki yüksek artışlar, faiz oranlarında, döviz kurlarındaki aşırı artışlar..vb gibi bazı önemli belirtilerle kendini göstermektedir.
     Ekonomik krizleri yukarıda belirttiğimiz gözlenen örnek ekonomik olgulardan yola çıkarak,  üç ana gruba ayırabiliriz: 1- Gereksinmeleri karşılayan ana ekonomik öğelerin yokluğundan ve yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik krizler. 2- Gereksinmeleri karşılayan ürünlerin talep edilenden fazla üretiminden kaynaklanan ekonomik krizler. 3-Finans piyasalarında yatırımcıların haksız kazanç sağlamak eylemlerinden (spekülatif faaliyetlerden) ileri gelen ekonomik krizler.
     Bu gruplar da kendi içinde ayrı alt çeşitleri barındırırlar.

1- Gereksinmeleri karşılayan ana ekonomik öğelerin yokluğundan ve yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik krizler:
      19. yüzyılın başına kadar, Avrupa'nın sanayileşmiş ülkeleri, ‘tahıl krizleri’ denilen, çok özel bir "kriz” türü yaşadılar. Kuraklık, yıllık tahıl üretimini hızla düşürüyor ve (eğer ihtiyat stokları yoksa) kıtlığa, açlığa ve öncelikle toplumun en yoksul kesimini etkileyen fiyat artışlarına neden oluyordu. Tarımdan elde edilen gelirin düşmesi, ekonomik faaliyetlerde bir daralmayı beraberinde getiriyor ve bu anlamda bir krizden, bir eksik üretim krizinden söz ediliyordu. Bu kriz ilkel teknolojilerin kullanıldığı tarım topluluklarının özelliğiydi. Bu tür krizler, bugün, yoksul ülkelerin birçoğunda ortaya çıkmaktadır.”(s.18, Bernard Rosier, İktisadi Kriz Kuramları)
     Tarımsal üretimde, gelişen sanayi ile birlikte ileri üretim teknikleri ile tarım yapılmaya başlanılan 19.yüzyılın başlarına kadar yeterli bir üretim sağlanamamaktaydı. 19. Yüzyıldan itibaren tarımda traktör, gübre, sulama teknikleri kullanılması, hastalıklara ve iklim koşullarına dayanıklı tohumlarla ekim yapılması üretimi aşırı arttırmış, tüketim gereksinmeleri yeterli ölçüde karşılanmaya başlanmıştır.
    Ancak sanayileşme ve ileri tarım tekniklerine rağmen tarımda yetersizlikler izlenen yanlış siyasetler sonucu yine de ortaya çıkmaktadır. Bu yetersizlikler özellikle çiftçi maliyetlerinin (gübre, tohum, makine…vb) üretilen tarım ürün fiyatlarının yeterince artmaması veya düşmesi sonucunda karşılanamadığı yıllarda ürünlerin tarlada kalması, imha edilmesi veya üretimine ara verilmesinden ileri gelmektedir.

     Özellikle Gelişme Yolunda Ülkelerde üretimde kullanılan ana mallardan birinin bulunamaması veya yeterince bulunmaması yüksek enflasyona ve ekonomik krizlere neden olmaktadır. 1974 yılında ortaya çıkan petrol krizi buna örnektir. Ekim 1973’ten itibaren, petrol fiyatlarının artması ve arzının azalması, enflasyon sorununu hızlandırmıştır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler krizden beraberce etkilenmişlerdir. Etkileri ağır şekilde hissedilen kriz dolayısıyla enflasyon artmış, büyüme hadleri düşmüş ve ödemeler dengesi altüst olmuştur. Dünya ticaret hacminde büyük daralmalar görülmüş ve doğal olarak durgunluk dönemi yaşanmıştır. Bu durgunluk, dünyanın Büyük Bunalım’dan sonra karşılaştığı en büyük durgunluktur.
     Döviz miktarında aşırı azalmalar, Merkez Bankası rezervlerinin erimesi ile ortaya çıkan döviz krizi,  devletlerin kamu açıklarına bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik krizlerin bir nedenidir. Kamu açıklarının bulunduğu ülkeler, üretim için yetersiz doğal kaynaklara sahiptirler veya üretimleri gereksinmeleri karşılayacak döviz için yetersiz kalmaktadır. Bu iki yetersizlik kamu açıklarıyla birlikte toplumda arz ve talep dengelerinde büyük sapmalara neden olur. Örneğin 1994 yılının nisan ayında Türk lirası dolar karşısında ciddi değer kaybı yaşamıştı. Merkez bankası bu değer kaybını engelleyebilmek için ciddi miktarda döviz satarak döviz rezervlerinin yarısından fazlasını kaybetti. Bir yıl önce gecelik faiz oranları %70 iken 1994 de bu orana %700’e kadar yükselmişti. Bu dönemde borç dahi alamayacak duruma gelinmişti.  Enflasyon değerleri 66.0 dan 106.3 seviyelerine kadar yükselmiştir.
    ABD’de 1785 yılında ortaya çıkan ekonomik krizin nedeni, hükümeti kamu harcamalarını karşılayamayacak duruma düşüren gelirlerindeki düşüştür. Birleşik Devletlerin iç ve dış borçlarını ödemesi için gereken faiz ondört milyon dolar iken geliri ancak dört yüzbin dolardı. Bu ekonomik olgu, hükümetin kamu harcamalarını karşılayamaması sonucu, yetersiz gelire dayalı ortaya çıkan ekonomik krize örnek bir durumdur.
     Bu tarihte (1875 yılında) Amerika Birleşik Devletinde Ulusal-merkezi hükümet, gereken gümrük tarifelerini tespit etmek ve ticareti düzenlemek için gerekli iktidar ve yetkiye sahip bulunmamaktaydı. Birleşik Devletler hükümetinin Ulusal amaçlar için vergi toplama yetkisi olmadığından sadece bono çıkararak borçlanmalara giderek harcamaları karşılamaya çalıştığından, ülke bu çıkmaz duruma gelmiştir. Para basma yetkisi bulunmadığından alışverişler takas usulü ile yapılmaya başlanmış, bu da devletin gelirlerinin toplanmasına engel bir durum oluşmuştur. Takas usulü ile yürüyen ekonomide, ticareti kolaylaştıran bir araç olan paranın piyasada olmaması nedeni, birçok ürünün tarlada kalmasına neden olmuştur. Bu tarihte Merkezi yönetimin federal yönetimler üzerinde anasayal bir yönetim hakkı bulunmamaktaydı.  1786’da yapılan seçimlerde yedi devletin (eyaletin) yasama meclislerini kağıt para taraftarları ele geçirmiştir.
     Amerika’da 1893 başlayan ekonomik kriz 1895’te Amerika Birleşik Devletini iflas aşamasına getirmiş ve hazinede tek bir altın kalmamıştır. Bu ekonomik krize, yeniçağın yeni üretim gücü “elektrikli motorların” gelişiyor olmasına, elektrik konusunda teknik bilimsel bilgilerdeki şaşırtıcı ilerlemelere  rağmen gelinmiştir.  Bunun nedeni de aşırı israf derecesinde yapılan harcamalar, üretim değeri olmayan yatırım harcamalarından kaynaklandığı görülür: Konser binaları, alışveriş merkezleri, yol ve barajlar…vb. Kurtuluş çaresi olarak Yahudi sermayesine başvuruluyor ve Yahudi düşmanlığının başladığı noktada Amerika Yahudi ekonomik gücünün etkisi altına giriyor.
     “1893 Paniği’nde tahvil sahipleri kağıt para yerine altını güvence altına almış ve darphane tüm rezervlerini tüketmişti. 16 Ocak 1895’e gelindiğinde, ABD borçlarını ödeyememeye birkaç günlük uzaktaydı. Başkan Clevelant, sessizce, zengin bir Yahudi işadamı olan August Belmont’ dan altın rezervlerini güvence altına  almak için Avrupalı Rothshilds ile buluşmasını istedi….. Rothshildler Yahudi idi. Tüm ulusu kurtaranların Yahudi finansörler olması nasıl görünürdü. Bu nedenle ….dürüst bir episkopal olan J.Pierpont Morgan olaya dahil edildi…..Belmont’un yardımıyla Morgan, yabancı altın rezervlerinde 60 milyon doları güvence altına almayı başardı ve böylece ülke tasfiyeden kurtuldu.” (s.  216, Nikola Tesla, Bir Dahinin Biyografisi)
    Dünyadaki kaynakların artan nüfus sonucunda bin yıl sonra da olsa tükeneceği ve tek tanrılı dinlerin mahşer günü olarak adlandırdıkları günün birgün, Büyük Ekonomik Krizle geleceği kaçınılmaz olarak görünmektedir. Şimdiden “Şehirlerdeki milyonlar, gazete başlıklarını sinirli tiklerle okuyup, süpermarketler boşaldığında, yiyeceklerini teraslarda yetiştirmekten bahsediyor ve kıyameti getirecek son yıkımın yaratacağı enkazdan nasıl kurtulacaklarını merak etmekten kendilerini alamıyorlar” (s.12, Alvin TOFFLER, Ekonominin Çöküşü )

2- Gereksinmeleri karşılayan ürünlerin talep edilenden fazla üretiminden kaynaklanan ekonomik krizler.
     Üretim fazlalığı ve talep yetersizliğine dayanan ekonomik krizlerin temel nedenleri,  sanayinin gelişmesine bağlı olarak üretim teknolojilerinde ve üretim yöntemlerindeki gelişmeler sonucunda yapılan aşırı üretimlerdir. Bu aşırı üretim, ekonomik dengelerin serbest çalışan bir piyasada kendiliğinden yerine geleceği düşüncesi ve sadece aşırı kar amaçlı yapılan yatırımlar sonunda gelir dengesizliği ile birlikte talep yetersizliğine neden olmakta, ülke dışı pazarlar bulunulamadığı taktirde işyerlerinin kapanmasına, zincirleme olarak borsa ve bankaların iflasına yol açarak ekonomik krizleri ortaya çıkarmaktadır.
     “İç Savaş ( 1860- 1865) ile 1900 yıllan arasında insan gücünün yerini buhar ve elektrik gücü aldı, ahşap malzemenin yerini demir ve demirin yerini de çelik aldı. (Bessemer işleminden önce demirin çeliğe dönüşmesi günde ancak 3 ile 5 ton arasında yapılırken, şimdi aynı iş 15 dakikada gerçekleştirilebiliyordu.) Artık makineler çelik araçları taşıyabiliyordu. Petrol makineleri yağlayabiliyor, evleri, caddeleri, fabrikaları aydınlatabiliyordu. İnsanlar ve eşyalar demiryollarıyla taşınabiliyor, trenler çelik raylarda buhar gücüyle işletilebiliyordu. Makineler çiftçiliği de değiştirdi… İç Savaş öncesi bir akrelik alanda buğday yetiştirmek için 61 saatlik bir emek gerekirken 1900'lü yıllarda bu 3 saat 19 dakikada başarılabiliyordu. Buz imalatı yiyeceklerin uzun mesafelere bozulmadan taşınmasını sağladığından paketlenmiş et endüstrisi de bu dönemde ortaya çıktı. Buhar gücü tekstil fabrikalarında iplik büken kirmenleri hızlandırdı, dikiş makinelerini çalıştırdı. Buhar da kömürden elde ediliyordu. Hava basıncı ile çalışan matkaplar, artık kömür bölgelerinde toprağın daha derinine inebiliyorlardı. 1860 yılında topraktan 14 milyon ton kömür çıkarılmıştı. Bu sayı 1884 yılında 100 milyon tona ulaşmıştı. Daha fazla kömür daha fazla çelik demekti; çünkü demir kömür fırınlarında çeliğe dönüştürülüyordu. 1880'li yıllarda bir milyon ton çelik üretilirken, 1910'da 25 milyon ton çelik üretilebiliyordu. Giderek buhar gücü de yerini elektrik gücüne bırakmaya başladı. Elektrik telleri için bakır gerekiyordu. 1880'de 30.000 ton bakır üretilirken 1910'da 500. 000 ton bakır üretilebiliyordu…..

      
William McKinley ise, "üretim fazlalıklarımız için yabancı bir pazar yaratmak zorundayız," demişti. Indiana Eyaleti senatörü Albert Beveridge 1897 yılı başlarında şöyle diyordu: "Amerika'daki fabrikalar Amerikalıların kullanabileceklerinin çok daha fazlasını üretiyorlar; Amerika'nın toprağında tüketebileceğimizden çok daha fazlası yetiştiriliyor. Yani kader bizim nasıl bir politika izleyeceğimizi zaten belirlemiş bulunuyor: Dünya ticaretini ele geçirmek zorundayız ve geçireceğiz de." 1898 yılında Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yapmıştı: Amerikalı işçi ve zanaatkârlarının yıl boyunca işsiz kalmamaları isteniyorsa, her yıl yabancı pazarlarda satmak zorunda olduğumuz ve giderek artan bir imalat fazlalığı ile karşılaşacağımız belli olmuştur. Bu nedenle, atölye ve fabrikalarımızın ürettiklerini tüketecek yabancı pazarın genişletilmesi, yalnızca ticaret adamlarımızın değil, siyasal liderlerimizin de ciddi bir sorunu haline gelmiştir….


     Walter Lafeber, The New Empire (Yeni İmparatorluk) adlı çalışmasında şunları söylemektedir: " 1893 yılına gelindiğinde Amerikan ticareti dünyadaki ülkelerin, İngiltere dışında, hepsini geçmişti. Toprak ürünleri, özellikle tütün, pamuk ve buğday bölgelerindeki refah, hiç kuşkusuz uzun bir süreden beri uluslararası pazarlara şiddetle bağımlı bir hale gelmişti. " (s.317-318-320, ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN )
      Birleşik Devletler yayılmacılığı konusu üzerinde çalışan tarihçi Julius
Pratt bu ani değişikliği şöyle anlatmaktadır: Bugüne dek banşcı ve antiemperyalist olarak tanınan ve ticaretin özgür bir dünyada gelişmesi gerektiğini savunan bu gazete, Çin'in paylaşılması tehdidi
karşısında inançlarının temellerinden sarsıldığını gördü. Journal of
Conunerce 400.000.000 nüfuslu Çin pazarlarına özgürce ulaşmanın bütün
Amerika'daki fabrikaların üretim fazlalığı sorununu geniş ölçüde çözeceğini
ilan ederek, bundan böyle yalnızca Çin üzerindeki hakların eşit olması gerektiğini
şiddetle savunmakla kalmadı; aynı zamanda hiç çekinmeksizin bir
Panama kanalının açılmasından, Hawaii'nin ele geçirilmesinden ve deniz
kuvvetlerinin silahlandırılmasından bahsetmeye başladı ki bu üç konu daha
önce gazetenin şiddetle muhalefet ettiği konulardı.( s.370-371, ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN )
     ABD ve tüm dünyayı etkileyen 1929 yılındaki ekonomik kriz, tüm pazar arayışlarına rağmen üretim fazlalığından ve gelir dengesizliliğinden ortaya çıkan bir krizdir. Üretim fazlalığı ve talep yetersizliğine dayanan ekonomik krizlerin temel nedenleri üretim teknik ve yöntemlerindeki yeniliklerdir ile birlikte gelir dağılımında aşırı dengesizliklerdir. İlerleyen teknolojiye bağlı olarak üretim tekniklerine ve yeni üretim yöntemlerine (Seri üretim yönteminin uygulanmasına)  bağlı aşırı üretimle sonuçlanan yatırımlar,  serbest piyasa ekonomisine dayanan aşırı kar amaçlı üretimler sonucu gelir dengesizliği ile birlikte birleşerek talep yetersizliğine neden olmakta, ekonomik sistem ülke dışı pazarlar bulamadığı taktirde işyerlerinin kapanmasına, zincirleme olarak borsa ve bankaların iflasına neden olarak ekonomik krizleri ortaya çıkarmaktadır.
“Her yerde milyonlarca ton yiyecek vardı; fakat bunları nakletmek ve
satmak karlı değildi. Dükkanlar giyecek doluydu; fakat insanların bunları
satın alacak paraları yoktu. Her tarafta insanlar kiralarını ödeyemedikleri
için zorla boşaltılmış çok sayıda ev görülüyordu ve buralardan
çıkarılan insanlar çöplüklerde, mezbeleliklerde yükselen "Hoover Köyleri"
adı takılan kulübelerde yaşıyorlardı.”(s.409. ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN )

3-Finans piyasalarında yatırımcıların haksız kazanç sağlamak eylemlerinden (Spekülatif faaliyetlerden) ileri gelen ekonomik krizler.
     Önemli bazı ekonomik krizlerin ortaya çıkışı, aşırı kar hırsı ve rekabet sonucu hisse senetleri üzerinde yapılan spekülasyonlarla ortaya çıkmaktadır. Bazı iş adamları, önemli şirketlerin hisselerinin fiyatlarını düşürmek için satışlarının artışını ortaya çıkarırken aynı zamanda düşen hisseleri düşük fiyatlarla almayı tasarlayarak büyük karlar elde etme amacında olmaktadır. Ancak bu girişimler piyasalarda güveni ortadan kaldırınca banka ve şirketlerin iflasları zincirleme olarak başlamakta ve ekonomik krizler ortaya çıkmaktadır. Amerika’daki 1907 ekonomik buhranı bu spekülatif hareketlerin sonucudur. Ünlü fizikçi Nikola Tesla’nın yaşamının, içinde bulunduğu toplumsal tarihin koşulları ile birlikte anlatıldığı kitapta 1907 ekonomik krizi  aşağıdaki gibi anlatılmıştır:

     ““ Ekim ayında tanınmış spekülatör ve Guggenheim Şirketi’nin düşmanı F.Augustus Heinze, elinde bulunan çok sayıdaki United Copper hissesini satmaya başladı. Heinze, bu hisseleri daha düşük fiyattan geri alma hesaplarında yanılmıştı ve bu entrikası borsada düşüş ve bankası Mercantile Trust Company’nin gişelerine  akınla sonuçlandı. Heinze’ın diğer finansal kurumlarla bağlantıları nedeniyle histeri çabuk yayıldı ve 1907 Ekonomik Buhranı başladı…güçlü bankalar krize sadece rezervleri kadar dayanabilirdi. Knickerbocker Trust Company’nin direktörü Charles Barney tabancasını kafasına dayayarak intihar etti. Bu olayın ardından, özellikle  Knickerbocker’a para yatıran on sekiz bin kişi arasında intihar dalgası yaşandı…. Bold’un bankası Lincoln Trust, Knickerbocker, Merkantile ve bir düzine başka banka hafta sonuna kadar iflas etti.” (s.426, Nikola Tesla, (Bir Dahinin Biyografisi), Marc J.SEIFER)
     “ Borsanın çöküşü Morgan ile Ned Harriman arasındaki acı rekabet nedeni ile gerçekleşti….Morgan …Nothern Pacific’in ne pahasına olursa olsun geri alınması için emir verdi…9 Mayıs günü, borsa pay başına 150 dolardan 1000 dolara fırladı.Nipperden hisse alanları panik kapladı, henüz hisselerini tamamen alamamışlardı çünkü Harriman ve Morgan da hisseleri bırakmamıştı. Yatırımcılar, kayıplarını karşılamak için satış yaparken diğer stokların çoğu düştü….Morgan’ın gözbebeği Amerikan Çelik’te bile, pay başına olan 46 dolar sekiz dolara düştü. Çeşitli yatırımcılar  finansal olarak mahvolmuşlardı ve bazılarının bu nedenle intihar ettikleri söyleniyordu.”(s.350-353, Nikola Tesla, (Bir Dahinin Biyografisi), Marc J.SEIFER)
     “ Ekim ayında tanınmış spekülatör ve Guggenheim Şirketi’nin düşmanı F.Augustus Heinze, elinde bulunan çok sayıdaki United Copper hissesini satmaya başladı. Heinze, bu hisseleri daha düşük fiyattan geri alma hesaplarında yanılmıştı ve bu entrikası borsada düşüş ve bankası Mercantile Trust Company’nin gişelerine  akınla sonuçlandı. Heinze’ın diğer finansal kurumlarla bağlantıları nedeniyle histeri çabuk yayıldı ve 1907 Ekonomik Buhranı başladı…güçlü bankalar krize sadece rezervleri kadar dayanabilirdi. Knickerbocker Trust Company’nin direktörü Charles Barney tabancasını kafasına dayayarak intihar etti. Bu olayın ardından, özellikle  Knickerbocker’a para yatıran on sekiz bin kişi arasında intihar dalgası yaşandı. Başkan Theodore Roosevelt Henry Clay Frick  aracılığıyla, Morgan’ın kontrolünde kullanılmak üzere 25 milyon dolar transfer etti. Bu rakam güçlü kurumların kaybına eşit  bir miktar olsa da, Bold’un bankası Lincoln Trust, Knickerbocker, Merkantile ve bir düzine başka banka hafta sonuna kadar iflas etti.” (s.426, Nikola Tesla, (Bir Dahinin Biyografisi), Marc J.SEIFER)
     Serbest kur sistemi, iletişimin gelişmesi, elektronik ortamda işlemlerin yapılmasının gelişmesi, kolaylaşması finans ürünlerinin de işlemleri kolaylaştırmış ve ulusaşırılaştırmıştır. Bunun sonucunda spekülatörler çok daha rahat olarak spekülatif faaliyetlerde bulunarak ülke ekonomileri üzerinde etkide bulunabilmektedir. Üretim yapmadan, çok büyük tutarlarda haksız kazançların elde edilmesi, uluslar arası etkide olan 2008 krizi gibi büyük ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.

     Dergimizin önümüzdeki sayısında da ekonomik krizlerin önlenmesi için alınması gerekli önlemler, çözüm yolları nelerdir konusunu ele alacağım.

KAYNAKLAR:
1- ABD Tarihi, Allan Nevins-Henry Steele Commager, Çev.Halil İNALCIK, 6.Baskı, Mart 2014, Doğu Batı Yayınları10- Tarih
2- Nikola Tesla, (Bir Dahinin Biyografisi), Marc J.SEIFER, Çev. İnci YILMAZLI, 5.Baskı, Ağustos 2015. İnkılap Kitapevi-
3- ABD Halklarının Tarihi, Howard ZİNN, Çev. Sevinç Sayan ÖZER, 1.Baskı, Nisan 2005, İmge Kitapevi Yayınları
4- Alvin TOFFLER, Ekonominin Çöküşü, Çev. Mete AKÇOK, İnsan Yayınları 71-Alternatif Dizi3, Eko Ofset-İstanbul 1991
5- Davut  Ateş, (2010). Küresel ekonomik kriz, devlet ve dış politika. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi)

İsmail İNCİ,  16/05/2018
 ismailinci60@gmail.com




TAM METNİNİ YAYIMLAMIŞ OLDUĞUM BU MAKALE, BALYALILAR DERNEĞİMİZİN YAYINI OLAN  BALYALILAR (MADEN) DERGİMİZİN NİSAN 2018 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.





































SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ-ORTAK NİTELİKLER VE ALINACAK ÖNLEMLER-

  ORTAK VE FARKLI STRATEJİLERİ İLE SAVAŞ EKONOMİSİ VE PANDEMİ EKONOMİSİ (1)        Savaş dönemleri ile Pandemi dönemlerinde ülkelerin iç...